Geçen hafta yaratılışla ilgili ayetleri anlamaya çalışmıştık. Bu haftaki dersimizin ağırlığı mehdilik konusuyla alakalı olacak. Biliyorsunuz bir mehdi var, bir de İsa beklentisi var. Bu ikisi nedir, birbiriyle ilişkileri nelerdir? Kaynaklarda çeşitli şeyler görürsünüz de Kur’an’ı Kerim açısından bu ne? Mehdiliği Kur’an açısından nasıl değerlendirmemiz gerekir? Bu akşam ayetler daha çok onunla ilgili olacak. Biliyorsunuz bugünkü Hıristiyanlar İsa As’a yüzde yüz Allah ve yüzde yüz insan diye tanımlama getiriyorlar. Ama bu işin hiçbir mantıklı tarafı yok. Bunun için de İsa As’ın Allah’ın kelimesi olmasından hareket ediyorlar. Daha önceki derslerimizde gördük, Allah’ın kelimesi olmayan hiçbir varlık yok. Çünkü Allah-u Teala, İsa As’la ilgili olarak “izâ gadâ emran feinnemâ yegûlu lehû kun feyekûn” “Allah-u Teala bir işi kararlaştırdımı” Bu emran kelimesi Arapça bilenler için nekre‘dir, yani öyle özel bir şeyle alakalı değil her şeyi içerisine alır, herhangibir şeye karar verdimi onun için ol der, o da oluşmaya başlar. Bu sebeple her şey için Cenab-ı Hakk’ın kün emri çıkar. İsa As için de o emir çıkmıştır, yani İsa As’ın Allah’ın kelimesi olması ile bizim herhangibirimizin Allah’ın kelimesi olması arasında hiçbir fark yok. Ama işte bunu abartıyorlar, dini kendi menfaatleri için kullananlar mutlaka o dinde eğrilik yapıyorlar. Çünkü doğru din hiç kimsenin menfaatine hizmet etmez, yalnız Allah rızasına hizmet eder. Şimdi bugün 60. Ayeti okuyoruz, Allah-u Teala diyor ki, “Elhaggu min rabbike” “Gerçek bütünüyle Rabbinden gelendir” “felâ tekum minel mumterîn” “Sakın şüphe edenlerden olma” Yani Allah ne demişse odur, başkası seni şüpheye düşürmesin. Rasûlullah SAV’e Necran’dan bir heyet gelmişti, onunla tartışmışlardı, İsa’nın Tanrı olduğunu söylemişlerdi. Tabi ne kadar söylerseniz söyleyin inanç haline geldiği zaman insanlar bunu kabul etmiyorlar, duygusallıklar devreye giriyor. Bugün de biliyorsunuz burada hemen her derste Kur’an’ı Kerim ayetleriyle birçok önemli yanlışı ortaya koymaya çalışıyoruz ama, ister kendisine hurafeci dediğimiz kesimden olsun, ister ilim kesiminden olsun kimse dinlediği yok. Yani doğrulara karşı da çıkamıyorlar ama, kabul de etmiyorlar. İşte Rasûlullah SAV’le tartışan Necran heyeti, onun Allah’ın Rasûlü olduğunu çok iyi biliyordu, şüpheleri yoktu. Tek yol kalmıştı o da lanetleşmek, başka çare yok yani, ne söyleseniz kabul etmiyorlar. Ellerinde de bir delilleri yok, onun için Allah-u Teala 61. Ayette Rasûlullah’a böyle bir emirde bulunuyor. Diyor ki, “Femen hâcceke fîhi mim bağdi mâ câeke minel ılm” “Sana bu bilgi geldikten sonra hala sana karşı İsa’nın Tanrılığına dair delil getiren olursa” “fegul” “söyle” “teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum” “de ki gelin oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım” “ve nisâenâ ve nisâekum” “kadınlarımızı ve sizin kadınlarınızı çağıralım” “ve enfusenâ ve enfusekum” “kendimiz de gelelim, siz de gelin” “summe nebtehil” “sonra …. De bulunalım, yani birbirimize lanet edelim, lanetleşelim” “fenec’al lağnetallâhi alel kâzibîn” “Kim yalan söylüyorsa Allah’ın lanetini onun üzerine isteyelim” Anlaşıyorlar, ertesi gün Necran heyeti gelmiyor, çünkü biliyorlar ki bu Allah’ın nebisidir, lanetleştikleri takdirde kaybedecekler, bunu çok iyi biliyorlar. Ve gelmiyorlar, sonra Rasûlullah’la sözleşme yapıyorlar, vergiye bağlanarak gidiyorlar. Necran da Rasûlullah SAV’in hakimiyet alanı içerisine giriyor. “İnne hâzâ lehuvel gasasul hagg” “İşte bu İsa ile ilgili olan bilgiler gerçek bilgilerdir, gerçek hikayedir” “ve mâ min ilâhin illallâh” “Allah’tan başka herhangibir ilah sözkonusu olamaz” “ve innallâhe lehuvel azîzul hakîm” “Allah elbette ki aziz ve hakim olandır, güçlüdür ve doğru karar verir” O zamankimden yana olmak lazım, en güçlüden değil mi? En güçlü de Allah-u Teala’dır. “Fein tevellev feinnallâhe alîmum bil mufsidîn” “Eğer yüz çevirirlerse Allah o fesatçıların kimler olduğunu biliyor” Senin bilmen de şart değil.
Şimdi buradan mehdi konusuna geçelim. Biliyorsunuz daha önce ders yapmıştık, Yahudiler İsa As’a inanmadıkları için -İsa As’ın bir vasfı da Mesih biliyorsunuz- onlar hala o mesihi bekliyorlar. Çünkü kitaplarında inanmaları yazılı, Muhammed SAV’e inanmaları da yazılı. Hıristiyanlar da Muhammed SAV’e inanmak zorundalar, onlar da ona inanmamak için İsa’yı bekliyorlar. Şimdi, İsa ve Mesih aynı kişide birleştiği için Yahudisi de, hıristiyanı da İsa mesihi bekliyor. Ve daha önce derslerde okumuştuk, maalesef Rasûlullah SAV’e birçok hadisler mal edilerek -ki o hadislerin çoğusu Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarından uyarlanmıştır. Müslümanlarda da biliyorsun bu bir inanç haline dönüşmüştür. Kur’an’ı Kerim’e açıkça aykırı olduğunu da burada anlatmıştık, ilgili ayetleri okumuştuk. Şimdi bir de Mehdi beklentisi var. Mehdi ile Mesih arasında herhangibir fark yok aslında. Şimdi ben mesela size soracağım, cevabını sizden alacağım. Ali İmran suresinin 81. Ayetine bakalım. Diyor ki Allah-u Teala burada, “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîn” “Allah bütün nebilerden söz aldı” “lemâ âteytukum min kitâbin ve hıkmeh” “Size bir kitap ve hikmet veririm de” “summe câekum rasûlün” “sonra size bir Rasûl gelir” “musaddigun limâ meakum” “beraberinizde olan kitabı ve hikmeti tasdik eden bir Rasûl gelirse” “letué’minunne bihî ve letensurunneh” “Ona mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız” Şimdi yeryüzünde ne kadar insan yaşıyorsa onların tamamının geçmişinde bir nebi vardı değil mi? O zaman bunların tamamı ne beklemeleri gerekir? Gelecek nebiyi bekliyor olmaları lazım. Şimdi mehdi ne demek? Mehdi demek hidayete ermiş demek, doğru yolda olan demektir. Allah’ın nebisinden daha doğru yolda olan kimse olur mu? Dolayısıyla o mehdi kelimesinin anlamı da nebiye gayet uygun bir anlamdır. Yani yeryüzünde ne kadar din varsa hepsi o mehdiyi beklemek zorunda zaten, yani kelime anlamıyla düşündüğünüz zaman son derece uygun. Mehduyün yani yola gelmiş bir kişi, mehdiyyun, yola gelmiş, doğru yolun üzerinde olması kabul edilmiş olan birisi. Muhammed SAV o manada mehdidir, yani doğru yolda olan bir insandır. Şimdi şuradan bir ayet okuyalım, bu ayeti biraz daha dikkatle, eski bilgilerinizle birlikte değerlendirin, hepiniz birer mehdi olabilecek noktada olduğunuzu göreceksiniz. Yani mehdi doğru yolda olmaksa her Müslüman mehdi olmak zorundadır değil mi? Öyle bir görevimiz yok mu? Peki diğer ümmetlere karşı durumumuz ne olmalı? Mesela şimdi Brahmanlar var bugün Hindistan’da. Onlar da bir mehdi beklentisi içerisinde, onlar da Muhammed SAV’i bekliyorlar. Peki Muhammed SAV onlara gitti mi kendisi? Gitmedi değil mi? Peki onlara kim gidecek? Onlara biz gideceğiz değil mi? Peki bak ne diyor ayet? Diyor ki, “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîn” “Allah nebilerden söz aldı” Biz nebi olabilir miyiz? Mümkün değil, nebilik ne oldu? Bitti. Ama o nebinin mesajını ulaştıran bir Rasûl olabilir miyiz? Oluruz. Diyor ki Allah-u Teala, “summe câekum rasûlun” “Size bir Rasûl gelirse” diyor, bir nebi gelirse demiyor. Peki o Rasûlün özelliği ne? “musaddigun limâ meakum” “Yanınızda olanı tasdik eden” O zaman mesela Brahmanlara gideceksek onların yanında olanları da bilmemiz lazım, Kur’an’la acaba örtüşen tarafları nelerdir diye. Örtüşmeyen yanları da olabilir elbette değil mi? “musaddigun limâ meakum” “Önce onlarla beraber olanı tasdik edici bir şekilde” Bak bu tamamı doğru manasında değil, şurası, şurası bizim Kur’an’ı Kerim’de var diyeceksin ki, ona bir çengel atabilesin, yani attığın şey orada bir karşılık bulsun. Onun da inanma mecburiyeti doğsun. “letué’minunne bihî ve letensurunneh” “Ona mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksın” Şimdi mesela, Vedalar’da (biliyorsunuz Brahmanların kutsal metinlerinin adı Vedalar’dır) Muhammed SAV’in geleceğiyle ilgili ifadeler bulmuş araştırmacılar. Şimdi onların bir kısmını Yahya’dan dinleyeceğiz.
Dr. Yahya Şenol: Brahma mezhebinin kutsal kitabı Samaveda var, bu Vedalar’ın bir bölümü. Burada şu ifadelere yakalamışlar. Ahmet dini kurallarını Rabb’inden aldı. Bu hikmet dolu kurallardır. O nurdan alınmıştır, tıpkı güneşten alındığı gibi. Bu Samaveda adlı kitaplarında geçen bölümdü Veda’nın.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: O nurdan alınmıştır derseniz… Kur’an’ı Kerim’in isimlerinden birisi ne? Nur. Ana kitaptan yani. Bakın şimdi bunlar Hindistan’da büyük bir grup değil mi? Evet devam et.
Dr. Yahya Şenol: Başka bir bölümünde ise şu ibareler geçiyor. Ey insanlar dinleyin, kavrayın ki, insanlar içinden Muhammed gönderilecek, onun azameti cennette de övülecek ve cennet onun emrine verilecek. O Mahamet’tir. O şekilde aynen geçmiş. Bir başka kitaplarında da şu ibareler var. O vakit Mahamet adındaki bir yabancı alemin hocası lakabıyla ashabıyla birlikte gönderilir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi bakın bu alemin hocası, bu kelimeyi unutmayın. Ben şimdi onu gösteren ayetleri okuyacağım size. Alemin hocası sözünü unutmayın. Devam et.
Dr. Yahya Şenol: Melik, (ki bununla Cenab-ı Hakk’ı kastediyorlar) onu beş arındırıcı ile arındırır. Bu beş arındırıcı ile de beş vakit namazın kastedildiğini söylemişler. Hani günahlara kefaret olması açısından.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Mesela siz Budistlerin bakın ibadet şekillerine tıpkı namaz gibi rüku, secde, vakit… onlar üzerinde bizim fazla incelememiz olmadı da, şunu arzu ediyoruz, inşallah bu dersin sonunda da göreceksiniz, önümüzde çok büyük bir ufuk var. İnşallah bu işi hep beraber yaparız, her zaman size davette bulunuyorum, üzerinde bulunduğumuz şey çok büyük bir olay. Arzu ediyoruz ki bütün bu dini merkezlere önceden çok güzel yapılmış bir çalışmanın arkasından bir seyehat yapalım, bizzat onlarla görüşelim ve Kur’an’ı Kerim’i onlara götürelim. Evet, devam et.
Dr. Yahya Şenol: Bir de peygamberimizin sahabisinin vasfıyla ilgili şu ibarelerin yer aldığı tespit edilmiş, yani sadece peygamberimize değil ashabının da özelliklerini tespit etmişler, şöyle geçiyormuş Vedalar’da. Onlar sünnet olurlar, saçlarının bazısını kesip bazısını uzatmazlar, ama sakallarını uzatırlar ve insanları yüksek sesle dua etmeye çağırırlar. Domuz hariç çoğu hayvanların etini yerler, sadece şehitler hatalardan arınanlardır, hakla batılı karıştıranlara karşı savaştıkları için onlara barışçılar denmiştir. Onların bu dini benden çıkmıştır, bense yaratıcıyım.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: İşte bak kimden gelen bir ifade söylüyorlar bunu? Allah’tan gelen, değil mi? Ben yaratıcıyım diyor. Evet. Bitti mi?
Dr. Yahya Şenol: Bir iki tane de ilahilerinden yani şiirlerinden alınmış mesajlar var. Onları da okuyayım mı?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Oku.
Dr. Yahya Şenol: O da şöyle geçiyormuş. Ey insanlar iyi dinleyin övülmeye layık olan kişi övülecektir. Ki övülmeye layık biliyorsunuz Muhammed kelimesinin tercümesi. Övülmeye layık olan kişi övülecektir, biz o muhaciri koruyacağız.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bak hicreti diyor ya. Evet.
Dr. Yahya Şenol: Evet böyle.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tamam mı? Peki. Şimdi, Muhammed SAV’e inananların özelliğinden bahsetti Vedalar’da. Bu özellik başka hangi kitapta bahsediliyor hatırlayın bakalım. Tevrat’ta ve İncil’de. Fetih suresinin son ayetini açalım lütfen. 514. Sayfa. Evet orada ne diyor Allah-u Teala? “Muhammedur rasûlullâh, vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum” Bakın şimdi, “Muhammed Allah’ın elçisidir, onunla birlikte olanlar kafirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidir” Şimdi bana diyorlar niye sertsin? Allah öyle emrediyor kardeşim. Şimdi, sarsılmadığınız zaman sert oluyorsunuz, eğildinizmi yumuşak oluyorsunuz. “terâhum rukkean succeden” “onları rüku ve secde ederken görürsün” “yebteğûne fadlen minallâhi ve rıdvânâ” “Allah’ın ikramını ve rızasını arıyorlar, onun peşindeler” “sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd” “Onların işaretleri yüzlerinde yaptıkları secde izinden bellidir” Peki bu ne? “zâlike meseluhum fit tevrâh” “Bu onların Tevrat’taki özelliğidir” Şimdi bakın Veda’larda özellikleri anlatıldı, Tevratta’da anlatılıyormuş demek ki. Şimdi o zaman hepsinin beklediği asıl mehdi yani yola gelmiş olan kişi kimmiş? Muhammed SAV’miş. Tamam mı. Onun için biz tüm insanların beklediği kişi Muhammed As geldi. O zaman bize düşen nedir? Bunun geldiğini insanlara anlatmaktır. Yoksa yeni mehdiler gelecek değil. Az önce dedim hepimiz mehdi olmak zorundayız. Niye? Mehdi yola gelmiş demektir, onun yoluna girdiysen sen de yola gelmiş olursun değil mi? Ama asıl beklenen Muhammed SAV’di, geldi. O zaman Yahudi’nin beklediği de aynı, Hıristiyan’ın beklediği de aynı, Brahmanizm’in beklediği de aynı. Bugün dinler tarihçileri yaptıkları çalışmalarda dünyadaki bütün eski yeni dinlerde insanların bir mehdi beklentisi içinde olduklarını söylüyorlar. Söyledikleri doğru değil mi? Bu neyin hükmü? Kur’an’ı Kerim’in hükmüdür, işte geldi. Ondan sonra ayet devam ediyor. “ve meseluhum fil incîl” “Bir de İncil’deki örnekleri var bunların” “kezer’ın ahrace şat’ehû” “bir bitki gibi ki, ortasını çıkarmış” “feâzerahû” “onu güçlendirmiş” “festağleza” “kalınlaşmış, güçlü hale gelmiş” “festevâ alâ sûgıhî” “ve kendi sapı üzerinde duruyor” Yani dik duruyor, sağa sola eğrilmiyor. Yani o şekildedir Müslümanlar, kendi ayakları üzerinde durur, kimseye boyun eğmezler. Sadece Allah’a boyun eğerler. Bu da İncil’deki vasıflarıymış. “yuğcibuz zurrâa” “Yani öyle bir ekin gibi ki çiftçileri hayran bırakacak kadar güzel ekin” Bakmaya kıyamıyorum dersiniz ya onun gibidir yani. “liyeğîza bihimul kuffâr” “Bunların karşısında kafirler kin duysunlar diye” Siz ne kadar güçlü olursanız kafirler o kadar kin ve nefret içerisine girerler. Çünkü sizin haklı olduğunuzu biliyorlar, ellerinden zaten ahret gitmiş bir de dünyayı da alırsanız her şeylerini almış olursunuz. “veadallâhullezîne âmenû ve amilus sâlihât” “Allah inanan ve iyi iş yapanlara söz vermiştir” “minhum” “onlardan” “mağfiraten ve ecran azîmâ” “mağfiret ve büyük bir ücret sözü vermiştir” Bağışlanma ve büyük bir karşılık sözü vermiştir.
Şimdi, mehdi beklentisi içerisinde olanların tamamı o mehdi geldiği zaman tüm dünyada bir huzur ve sükun havasının doğacağını söylerler. Peki, Rasûlullah SAV’in zamanındaki Arap yarımadasının çok büyük bir bölümünde böyle bir ortam oluşmuştu. Ashab döneminde de Afrika’nın kuzeyine kadar, Asya’nın içlerine kadar bir huzur ortamı meydana gelmişti ama, bütün dünyada olmadı. Peki Müslümanlar da bunu bekliyor mu acaba? Yani Kur’an’ı Kerim’de bu var mı? Gerçekten bütün dünyada bu huzur ve güven ortamı olacak mı? Şimdi bakın Enfal suresini açalım. 38-40. Ayetler. “Gul lillezîne keferû in yentehû yuğfer lehum mâ gad selef” “Şu kafirlere söyle eğer vazgeçerlerse önce yapmış oldukları bütün günahlar affedilecektir” “ve in yeûdû” “Ama kafirliklerine dönerlerse” “fegad medat sunnetul evvelîn” “Öncekilerine uygulanan kanun geçmişti biliyorsunuz, onlara da ne yapıldıysa bunlara da o yapılacaktır” Ama vazgeçerlerle bütün yaptıkları bağışlanacaktır. “Ve gâtilûhum” “O kafirlerle savaşın” Kiminle? Vazgeçmeyen, size saldıran kişiler. “hattâ lâ tekûne fitnetun” “fitne ortadan kalkıncaya kadar” Yani bu fitneden maksat şudur, bu fitne ayeti kerimede anlatılıyor. Sizinle savaşmaları, sizi öldürmeye kalkmaları, sizi ülkenizden çıkarmaları… Yani kafirin umurunda değildir, bütün Müslümanlar ölse o günü bayram ilan ederler. Şimdi bazıları yok efendim insan hakları, evrensel değerler… Kime göre kardeşim? Müslüman söz konusu olduğu zaman insan hakları ve evrensel değerler bunların yok olmasını gerektirir. Aklınızı başınıza toplayın böyle bir şey yok. Onun için işte fitne budur yani, onların bu tavırlarıdır fitne. Bunu Allah-u Teala Bakara suresinde 190-193’te anlatıyor. Burada diyor ki “Ve gâtilû fî sebîlillâhillezîne yugâtilûnekum” “Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın” Savaşmayanlara bir şey yok biliyorsunuz, o Mumtahine suresinde belirtiliyor. Üç kırmızı çizgi var, bizi öldürmeye kalkmayan, ülkemizden çıkarmayan, çıkaranlara destek vermeyenlere karşı gayet iyi davranırız. Yani herkesin Müslüman olacağı bir durum yok, ama insanların hepsi hakka ve doğruya teslim olacaklar, yani dünyalık açısından bu hale geleceklerdir. İşte evrensel değerler bunlardır. Kimse kimseyi inancından dolayı öldürmeyecek, inancından dolayı sürgün etmeyecek, sürgün edene destek vermeyecek. Evrensel değerler bunlardır. O zaman herkes huzur içerisinde yaşayacak. “ve lâ tağtedû, innallâhe lâ yuhıbbul muğtedîn” “Sınırları aşmayın Allah sınırları aşanları sevmez” diyor. Ondan sonra diyor ki, “Vagtulûhum haysu segıftumûhum” “O Mekke’de sizinle çarpışanlarla, savaşanlarla savaşın nerede bulursanız” “ve ahricûhum min haysu ahracûkum” “Sizi çıkardıkları yerden onları da çıkarın” “vel fitnetu eşeddu minel gatl” “Böyle bir fitne” elif lamlı fitne, “yani sizi ülkenizden çıkarmaları, öldürmeye kalkmaları, evet onlara karşı siz de onu öldürün diyorsun ya Rabbi, niye öldürelim. Bak sen onu öldürmezsen ortaya çıkacak fitne senin onu öldürme fiilinden daha ağır bir suçtur da onun için öldür diyorum diyor Allah-u Teala. Yani sen ona, o adam sana savaş açmış, sen de ona karşı savaş aç, eğer savaş açmazsan ortaya çıkacak kötü sonuçlar bu savaşın doğuracağı sonuçtan çok daha büyüktür. İşte fitne o burada. Tamam mı? O el fitne. İşte orada da onu diyor Allah-u Teala. “Ve gâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun” “Onlarla savaşın ki fitne olmasın” Yani onlar sizi öldürmeye kalktıkları zaman siz orada durursanız bu defa ortalık öyle bir karışır ki, çok kötü olur. “ve yekûned dînu kulluhû lillâh” “dinin tamamı Allah’a ait olsun” Bakın şimdi az önce Bakara suresinden okuduğum 193. Ayetle bir fark var. Diyor ki, “Ve gâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun” Aynı şey bakın, aynı ifade, “onlarla savaşın ki fitne olmasın” Yani sizi öldürmeye kalkmasınlar, akılları başlarına gelsin. “ve yekûned dînu lillâh” “Din Allah’a ait olsun” Bu o günkü ilk akla gelen Mekke’lilerin yaptıklarıdır. Ama burada diyor ki, “ve yekûned dînu kulluhû lillâh” “Bütün dinler Allah’a ait olsun” Ne demek şimdi bütün dinler? Orada din, burada bütün dinler. Şimdi yeryüzünde ne kadar din varsa her yerde hakimiyet, yani bütün hakimiyet; din, ceza kanunu, hukuk, şu, bu falan hepsi manasına da gelir. Yani hakim olan kim olsun? Allah olsun. Bak, ed dinu kulluhu. Şimdi, mehdi gelecek tüm dünyaya hakim olacak demiyorlar mı? Yanlış mı söylüyorlar. Doğru söylüyorlar ama o Rasûlullah SAV’dir, başkası değil. E bütün dinlerde beklenti var. Elbette olacak, çünkü Kur’an’ı Kerim bunu bize açık bir şekilde anlatıyor. Şimdi asıl problem şurada, bizde dinler tarihi çalışmaları yapanlar Kur’an’a bağlantılı yapmazlar. Son zamanlarda daha çok batılıların çalışmalarını bize naklediyorlar. Halbuki en önde bizim olmamız gerekir. Bu ayetlerle birlikte bu çalışmaları yapsalar olayı çok ileriye götürürler değil mi? Onun için Allah nasip ederse inşallah bütün arzum odur, yani bu din merkezlerine seyehatlar düzenlemek. Çok iyi organize edilmiş, oranın din adamlarıyla, din bilginleriyle birebir görüşmelerin yapılabileceği, bu konuda çok ayrıntılı bir bilginin ortaya çıkabileceği bir seyehat inşallah Cenab-ı Hakk lütfederse. “Feinintehev feinnallâhe bimâ yağmelûne basîr” “vazgeçerlerse, yani fitneden vazgeçerlerse ya da inançlarından vazgeçerler doğruyu kabul ederlerse tamam” Şimdi, hakimiyet Allah’ın dininde olacak başka bir şey, hepsi Müslüman olacak başka bir şey, Müslüman olma diye bir şey yok, çünkü o zorunlu, iman meselesi değil. Ama hakimiyet Allah’ın dininde olacak. Peki Allah’ın dini neydi? Fıtrat. Fıtrat neydi? Mesela ne deniyor, ya gittik bozulmamış bir tabiat kardeşim. Fıtrat bozulmamış bir tabiattır. Bütün insanların rahat edeceği bir şeydir. Şimdi güneş doğduğu zaman Müslüman kafir ayırımı yapıyor mu? Ya da su içtiğiniz zaman Müslüman da kafir de içse kafirin susuzluğunu gidermem diyor mu su? Ya da bir et yediğiniz zaman kafire ben lezzetimi vermem diyor mu? Fıtrat yani bu din öyle bir hale gelir ki, o zaman ne olur, herkes susuzluğunu, açlığını, huzursuzluğunu her şeyini bu din sayesinde güzelliğe dönüştürür, susuzluğunu giderir, açlığını giderir, huzursuzluğu huzura dönüşür. İşte bu da bütün mehdi beklentisi içinde olanların söylediği huzur ve güven dünyayı saracak ifadesini Kur’an’ı Kerim desteklemiş oluyor mu burada?
Şimdi, “Ve gâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetuv ve yekûned dînu kulluhû lillâh, feinintehev feinnallâhe bimâ yağmelûne basîr.” “Ve in tevellev fağlemû ennallâhe mevlâkum, niğmel mevlâ ve niğmen nasîr” “Yüz çevirirlerse çevirsinler kendileri bileceği bir şeydir, bilin ki Allah sizin dostunuzdur, ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır” Bu bir. Bir de, daha açık ifadelerle üç tane daha ayet var, bununla beraber dört. Biliyorsunuz Kur’an’ı Kerim’de mesani ve müteşabih, birbirine benzeyen ikişerliler sistemi var. Tevbe suresinin 32. Ve 33. Ayetler. Zaten az önce okuduğum üç ayetti, bu da iki, beş ediyor. Şimdi burada diyor ki Allah-u Teala, “Yurîdûne ey yutfiû nûrallâhi biefvâhihim” “Bu insanlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar” Bak şimdi mesela burada mehdinin ne olduğu belli, ama çıkıyor birisi televizyonlarda bana mehdi diyorlar diyor. Bir başkası mehdilikle Türkiye’de operasyonlar düzenliyor. Çünkü insanların dini duygularını istismar ettiği zaman her şey yapabilirsiniz. Bir başkası kendine mehdi diyor, halife diyor, Rasûl diyor söylüyor da söylüyor. Yalanın sınırı yok, herkes her şeyi yapar. Diyor ki Allah-u Teala burada, “Yurîdûne ey yutfiû nûrallâhi biefvâhihim” ” Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar” Çünkü dini kendilerine benzetmeye çalışıyorlar, kendilerini dine uydurmuyorlar, dini kendilerine uyduruyorlar. Ben bu mehdilerden birtanesine lanet okutturmuştum böyle bir toplantıda. Ömer bey de vardı. Başka bir kişi daha vardı ama bir tane sen kaldın galiba kimse yok şu anda. , “Yurîdûne ey yutfiû nûrallâhi biefvâhihim” “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar” İslam yok olsun. Muhammed’siz bir din. E şimdi hoca kılığıyla çıkmazsan seni kimse dinlemez ki. Size her zaman söylüyorum İblis’i doğru yolun dışında arayan adam hayatının en büyük hatasını yapar. Çok dikkatli olmak lazım. , “Yurîdûne ey yutfiû nûrallâhi biefvâhihim” “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar” “ve yeé’ballâhu illâ en yutimme nûrahû” “Ama Allah-u Teala nurunun tamamlanmasından başka bir şeyi kabul etmiyor” “ve lev kerihel kâfirûn” “Bu kafirler istemeseler de” Allah nurunu tamamlayacaktır. Ne olacak? “ve yekûned dînu kulluhû lillâh” Okuduğum az önce. “Dinin tamamı Allah’a ait olacak” Yeryüzünde din diye ne varsa hepsi, yani asıl hakimiyet Allah’ın dininin hakimiyeti olacaktır. İslamın hakimiyeti olacaktır. Ondan sonra diyor işte, ne olacağını kendisi söylüyor zaten, “Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ” “bu hidayetle Rasûlünü gönderen O’dur” Ki bu Hüdayla gelen kişiye, bu Hüda’ya uyan kişiye ne denir, Fatih? (Yard. Doç. Dr. Fatih Orum’a hitaben)
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Mehdi denir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Mehdi denir, başka bir şey denmez. Bak Hüda’yı görüyor musunuz? Bu Hüdayla, hidayetle gelen. “Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ” “Rasûlünü bu hidayetle, hüdayla gönderen O’dur” Doğruyu gösteriyor yani. Herkesin beklediği işte Muhammed SAV’dir, başkası değil. Ondan sonra ne diyor? “ve dînil hagg” “Hakk’ın dini” Yani bütün doğruların dini, tamamen doğruları içeren bir din. Niçin göndermiş? “liyuzhirahû aled dîni kullihî” “Bu dini bütün dinler üzerine hakim kılsın diye” Şimdi, dünyanın neresinde din varsa o dinler kaybolacak değil, ama hakimiyet kimin eline geçecek? Bu dinin. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. “ve lev kerihe el muşrikûn” “O müşrikler isterse bundan hoşlanmasın” Allah’ı ikinci sıraya atanlar hoşlanmasın.
Şimdi, üçüncüsü. Fetih suresinin 29. Ayeti. Az önce açmıştık Fetih suresini. Orada Tevrat’ta ve İncil’de Rasûlullah’ın ümmetinin vasıflarından da bahsedilmişti, okumuştuk. 513. Sayfa. Orada da diyor Allah-u Teala, (Fetih suresi 28. Ayet 48/28) “Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ” Yine huda, görüyor musunuz? İşte hüdayla gelen ne olur? Mehdi olur değil mi? Mehdi, yani kendisi doğru yola gelmemişse doğruluğu getirebilir mi? “ve dînil hagg” Gene aynı şekilde, “Hakk’ın dini, doğruları içeren din” Niye? Niye göndermiş rasülünü? “liyuzhirahû aled dîni kullihi” “Onu bütün dinler üzerinde hakim kılsın diye” İşte Budistlerin de beklediği bu, Brahmanistlerin de beklediği bu, ….. de beklediği bu. Artık ne kadar yeryüzünde dini oluşum varsa hepsinin beklediği Muhammed SAV’dir.
Peki en son Saff suresi 8. Ve 9. Ayet. 551. Sayfa. Aynı şey var, diyor ki, “Yurîdûne liyutfiû nûrallâhi biefvâhihim” “Bunlar istiyorlar ki, ağızlarıyla, olumsuz propagandalarıyla, şununla bununla Allah’ın nurunu söndürsünler” Şimdi, gerçekten o kadar üzücü bir durum ki, işte bak görüyorsunuz şimdi ben size bu ayetleri okuyorum değil mi açıkça? Peki bizim kaynaklarda mehdiyle ilgili şeyleri okuduğunuz zaman bu ayetler var mı? Ben şahsen hiç görmedim. Yani bu dini Allah’ın istediği şekilde değil geleneğin istediği şekilde insanlara sunduğunuz zaman insanların bunu kabul etme görevi olmuyor ki. Çünkü Allah-u Teala ne diyor o insanlara? “Sizde olanı tasdik eden birisi gelirse kabul edin” e bizde hiçbir dinler tarihi çalışması yok ki. Onun için size söyledim, yani gidip orada bizzat o insanlarla, ama Kur’an ışığında, öyle bir turistik seyehat değil, kültürel seyehat, bilimsel bir seyehat yapmak gerekiyor. “Yurîdûne liyutfiû nûrallâhi biefvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî velev kerihel kâfirûn” “ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, Allah nurunu tamamlayacaktır, bu kafirler hoşlanmasa bile” “Huvellezî ersele rasûlehû bilhudâ” Gene aynı şey, görüyor musunuz. “Rasûlünü o hüdayla gönderen” Tekrar hatırlayın, hüdayla gelen ne olurdu? Mehdi olurdu. Şimdi o hüdayla biz gideceğiz, bizim de mehdi olmamız gerekiyor. Yani ne mana? Kelime manasıyla, yoksa beklenen Rasûl manası, beklenen mehdi anlamıyla değil yani. Kelime anlamıyla, doğru yola girmiş kişiler olarak gideceğiz ki onların inanma görevi doğsun değil mi? “ve dînilhagg” “ve Hakk’ın diniyle gönderen” Niye? “liyuzhirahû aleddîni kullihî” “Tüm dinlerin üzerine onu hakim kılsın diye” “velev kerihe el muşrikûn” “O müşrikler isterse hoşlanmasınlar” Öyleyse mehdi ve İsa beklentisi neymiş? Boş hayal. Böyle bir olay yok. Ama mehdi beklentisi hayal miymiş? Gerçekmiş, değil mi? Kimmiş o mehdi? Muhammed SAV. Peki o mehdinin mesajını göndermek kimin görevi? Bizim görevimiz. Şimdi, Allah’a çok şükürler ediyorum. Çok şükürler olsun ki, Cenab-ı Hakk Kur’an ayetlerini Kur’an’la açıklama metodunu bize nasip etti, bak dikkat ediyorsanız her derste ben şahsen kendi adıma, size dersi ben anlatıyorum ama, sizden daha çok şey öğreniyorum ben burada anlatırken. Görüyorsunuz Kur’an’ı Kerim’in bitmez tükenmez hazineleri. Onun için tekrar ediyorum ben, bütün imkanlarımızı bu iş için ayıralım, bak Cenab-ı Hakk öyle şuranın buranın değil tüm dünyanın hakimiyetini vaad ediyor değil mi? Vaad eden O. Tüm dünya, şurası burası değil. Hatta şimdi aklıma geldi bir hadis okumuştum. Nefes alıp verenin bulunduğu her yere İslam hakim olacaktır diye. Yani şu anda nerede derseniz söyleyemem de, çok yıllar önceydi, şu anda aklıma geldi. Zaten ayetler onu söylüyor. Peki işte Rasûlullah SAV İstanbul fethedilecektir dedi mi, demedi mi? Demiş olabilir mi? Olur, niye olmasın. Madem her taraf İslamın hakimiyetine girecek, ne olacak ki. Sen de de ki, Tokyo de, aklına nere gelirse orayı söyle. Ne fark eder ki yani. Yanlış olur mu? O zaman fethe verdiğiniz mana önemli. Fetih istila hareketi değildir. O toprakları biz ele geçirelim, zenginlik bizim elimizde olsun, o değil. Oradaki insanlara su götürme, hava götürme, dünya ve ahret mutluluğu götürme hareketidir. Yani orayı Allah’ın dinine açma hareketidir. Yoksa gidip de, zenginlikleri biz ele geçirelim, onları sömürelim, o zaman hiçbir işe yaramaz. O zaman sizin geleceğiniz pek parlak olmaz, Cenab-ı Hakk sizi müthiş bir şekilde cezalandırır. Benim dinimi kullanarak sömürü yapamazsın der. Benim kullarıma benim dinimi, benim gönderdiğim şekilde götürmen gerekir der değil mi? İşte böyle. Demek ki, tekrar ediyorum, bizim akaid kitaplarında bulunan ve nüzüli İsa haggun, İsa’nın ineceği haktır tamamen batıl bir ifadedir. Kur’an’ı Kerim’e yüzde yüz aykırıdır. İşte Hıristiyanların beklediği var… zaten son olarak şunu da okuyalım da ondan sonra dersimizi kapatalım. Araf suresinin 157. Ayetini okuyalım. Böylece her şey tamamlanmış olsun. Yani Yahudi ve Hıristiyan’ın da beklediği ve inanmak zorunda olduğu Rasûlullah SAV’dir. Burada Allah-u Teala şöyle diyor. “Ellezîne yettebiûner rasûlen nebiyyel ummiyye” “bu ümmi Rasûle tabi olanlar” Geçende bir arkadaş bununla ilgili bir yorum yapmış. Bizim Cemal Hoca. Sen gördün mü bilmiyorum, bana getirdi. (Yard. Doç. Dr. Fatih Orum’a hitaben) el Ümmi’yi Ümmül Kura’dan çıkan bir kişi olarak yorumlamış, bayağı hoşuma gitti yani. Şimdi ümmül kura Mekke’nin adı ya, ümmi oralı, ümmül kura’lı gibi bir yorum çıkarmış, bayağı hoşuma gitti. Ama tabi Rasûlün ümmi olması başka ayetlerde de açıklanıyor o ayrı bir konu. “Ellezîne yettebiûner rasûlen nebiyyel ummiyye” “Bu ümmi nebi-Rasûle tabi olanlar” “ellezî yecidûnehû mektûben ındehum fit tevrâti vel incîl” “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları” Ki işte az önce Vedalar’da da gördük. “yeé’muruhum bil mağrûf” “Onlara iyiliği emrediyor” “ve yenhâhum anil munker” “Onları kötü şeylerden yasaklıyor” “ve yuhıllu lehumut tayyibât” “temiz şeyleri onlara helal kılıyor” Bak onların işine yarayan şeyler götürüyor yani. “ve yuharrimu aleyhimul habâis” “Pis şeyleri onlara haram kılıyor” “ve yedau anhum ısrahum” “Onların üzerindeki ısrı kaldırıyor” Şimdi mehdilik dediğin zaman tüm dünyada ne kadar din varsa hepsinin sırtında bu ısr var mı, bu yük, bu ağır yük? İşte gittiğin zaman kalkacak. Tamam mı? “vel ağlalelleti kânet aleyhim” “Üzerlerinde bulunan o kelepçeleri de kaldırıp atıyor” Önleri açılıyor yani. “fellezîne âmenû bihî” “Kim ki ona inanır” “ve azzerûhu” “Ona destek verir” “ve nasarûhu” “ona yardımda bulunur” “vettebeun nûrallezî unzile meahû” “Onunla beraber indirilmiş olan o nura” Bak o nur kelimesi Veda’da da geçti hatırlayın. “o nura uyar ise” “ulâike humul muflihûn” “İşte onlar umduklarına kavuşanlardır, beklediklerine kavuşanlar onlardır” İşte mehdi gelecek, şöyle olacak böyle olacak diyorsanız yapacağınız şey Kur’an’ı Kerim’e uymaktır.