Elhamdü lillahi Rabbil alemin. Vel akibetü lil muttakin. Essalatu vesselamu ala Rasulina Muhammadin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Ali İmran suresinin 33. 34. Ayetlerini okuyacağız. Bu vesileyle bugün Türkiye’de yaşanan olaylara da birazcık dikkatleri çekmeye çalışacağız. Problemin nasıl çözüleceği konusunda birtakım görüşlerimizi tekrarlamış olacağız. Allah-u Teala, Ali İmran suresinin 32. Ayetinde diyor ki,
(3/ Ali İmran 32 -33)
“Gul etîullâhe ver rasûl”
“De ki Allah’a ve rasulüne itaat edin”
Rasul, Allah-u Teala’dan aldığı emirleri kullara tebliğ eden kişidir. Kendi sözünü söyleyen kişiye rasul denmez. Dolayısıyla rasule itaat, Allah’a itaattir.
“fein tevellev feinnallâhe lâ yuhıbbul kâfirîn”
“Eğer yüz çevirirlerse Allah kafirlerden hoşlanmaz”
Yani rasullerin söylediklerinin doğru olduğunu herkes açık ve net bir şekilde anlar. Hesabına gelmediği için üstünü örter. Allah da böyle insanlardan hoşlanmaz.
“İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle ımrâne alel âlemîn”
“Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini tüm aleme üstün kılmıştır.”
Bu ayetleri daha önce okumuştuk ama bugün başka bir vesileyle yani başka bir kapsamda inşallah okuyacağız. Üstün tutmasının ne demek olduğunu görmüştük zaten diğer ayetlerle birlikte. Bir görev için seçtiğinden dolayı o göreve uygun özelliklerle de donatmıştır onları.
“Ve ale İbrahime ve ale imrane alel alemin”
“İbrahim ailesini, İmran ailesini tüm aleme üstün kılmıştır”
Adem As’ı biliyorsunuz, ilk yaratılan insandır. Eskiden de vardı şimdi de var. İnsanlar iki türlü. Bazıları Kur’an’ı Kerim’e uyuyor, bazıları da Kur’an’ı Kerim’i kendisine uydurmaya çalışıyor. Kur’an’ı Kerim’e uyanlar, Allah ne demişse odur diyor. Kur’an’ı kendine uydurmak isteyenler de, Allah şunu demek istemiştir diyorlar. Bazıları da Kur’an’ı Allah’ın kitabı değil de Muhammedin (şimdi SAV demiyorum çünkü onların gözündeki Muhammed, başka bir Muhammed, kimse artık o) Muhammedin, o toplumun bilgisi, kültürü ve beklentilerini tatmin için yazdığı bir kitap olarak kabul ediyorlar. Aslında ona da kitap demiyorlar, hitap diyorlar. Yani o günün gereği, o günkü şartlara göre söylenmiş sözdür, onu siz bugüne taşıyamazsınız diyorlar. Tabii ki diyebilir, gayet serbest. Elbette diyecekler nasıl olsa bunun hesabını Cenab-ı Hakk’a verecekler. Hesabı bize verecek değiller, biz onlara karşı gerekeni yapacağız. Allah-u Teala Yasin suresinde ne diyor? Yasin 11. Ayette,
(36/ Yasin 11)
“innema tunziru menittebeazzikra”
“Sen sadece bu zikre tabi olanı uyarabilirsin”
Yani Kur’an’a uyanı ancak uyarabilirsin. Adam zihninde prensip olarak Kur’an’a uymayı hedef almışsa, Allah şöyle buyuruyor diyerek kişiyi uyarabilirsin. Ama adamın niyeti Kur’an’ı kendine uydurmaksa, ne söylersen söyle kar etmez.
“İnnema tunziru menittebeazzikra ve haşiyerrahmane bil gayb”
” ve Rahman’dan da içten içe korkan, Allah korkusunu kalbine yerleştirmiş olan kişiyi ancak uyarabilirsin.”
Dolayısıyla bizim yapabileceğimiz başka bir şey yok yani, insanlar eğer Kur’an’ı kendilerine uydurmak istiyorlarsa isteyeceklerdir.
Allah-u Teala Adem As’ı, Nuh As’ı, İbrahim As’ı, İmran ailesini biri diğerinin soyundan olmak üzere seçmiş. Daha önce de gördüğümüz gibi, bu seçmesi demek bunların asla masum olmaları, ismet sıfatına sahip olmaları demek değildir. Allah’ın rasullerini masum sayanlar, kendilerini masum saymanın ön şartı kabul ettikleri için böyle yapmışlardır. Çünkü kendileri masum olmak için Allah’ın rasulü de masum olacak.
Mesela işte, birisi yazmış kitabında, Cenab-ı Hakk rasullerini korumuştur, ama evliya korunmamıştır. Sonra sayıyor birkaç tane meşhur tasavvuf büyüklerinin adını, elbette ki bu kişi hata etmemiştir, elbette ki şu kişi günah işlememiştir, elbette ki bu… sanki kendi Allah da (haşa) onların ne yaptığını biliyor. Ondan sonra da verdiği mesaj nedir? E anlayın, benim de bir hatam yoktur. Artık onu benim söylememe lüzum yok.
Bir arkadaş diyor ki… Hacca gitmişti, daha doğrusu hacca bir kafile götürmüştü. Esnaf birisi, bir şirketle, bundan belki yirmi-yirmi beş sene önce bir kafile hacca götürmüştü. Diyor ki, bir adam var, etrafında toplaşıyorlar, konuşuyorlar, çok önem veriyorlar. Bu nedir diye dikkatimi çekti. Niye bu adamın etrafında pervane gibi dönüyorsunuz? Demiş bu her gece kırklar meclisine gidiyor, işte birinci kat semada Rasulullah’la, büyük zatlarla, peygamberlerle, şunlarla bunlarla görüşüyor. Demiş ki, bu adam yalan söylüyor, oralara çıksaydı bir gün de ben görürdüm onu orada demiş. Bir gün bana rastlardı demiş. Diyor ki ben şaka yaptım, sonra baktım benim etrafımda dolanmaya başladılar diyor. E ne yapacaksın yani insanlar böyle kendilerine tanrı arıyorlarsa yapacağımız bir şey yok.
Ama biliyorsunuz, Allah-u Teala iblisin kafirliğini onayladıktan sonra… Yani bir kere iblis Cenab-ı Hakk’ın başkasını kendisine tercih etmesini asla hazmedemiyor. Yanlış yolda olduğunu da biliyor. Diyor ki,
(7/ Araf 16)
“febimâ ağveytenî leag’udenne lehum sırâtakel mustegîm” diyor, Araf suresinin 16. Ayeti miydi?
“Madem diyor beni böyle yanlış yola sürükledin, ben de senin için onların doğru yolunun üstünde oturacağım” diyor.
Doğru yolun üstünde oturacaksa o yolu çok iyi bilen birisi olması lazım. Şimdi şuna dikkat edin, bu akşamki asıl dersimizin konusu o. Daha önce de yapmıştık, şeyi alalım, İblis ve Adem kıssası var ya, Bakara suresinin 30. Ayeti, işte tam bugünkü olayları, bu ayetleri iyi kavrarsanız çözersiniz. Niye böyle yaşıyoruz? Tabii ki yaşayacaksın. İnsan olduğun için böyle yaşayacaksın. Bu çok tabii bir şeydir. Bunu herkes yaşıyor aslında. Diyor ki bakın Allah-u Teala,
(2/ Bakara 30)
“Ve iz gâle rabbuke lilmelâiketi”
“Rabbin meleklere birgün”
“innî câılun fil ardı halîfeh”
“Ben yeryüzünde bir halifesi olan bir varlık oluşturuyorum diyor”
Halife, ismi mef’ul olarak alıyoruz onu, ismi fail değil, çünkü Adem As’dan önce bir varlık yok ve bu sözü Allah Adem As’ı yarattıktan sonra söylüyor, yaratmadan önce değil. Onu ayetlerin gelişinden anlıyoruz.
“Halifesi olan bir varlık oluşturuyorum”
Yani bir insan ki, arkasından gelen onun yerine geçmeye çalışacak. İşte bugün paralel devlet oluşturuldu, öbür devletin yerine geçmeye çalışıyor. Yaratılış böyle, insan işte. Arkasından gelen onun yerine geçmeye çalışacak.
“gâlû etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâé'”
“melekler bunu” bakıyor Allah Allah,
“fesat çıkaracak. (İşte mesela son günlerde yaşanan olay, kan da dökülecekti eğer dikkatli olunmasaydı değil mi?) “Böyle birilerini mi oluşturacaksın diyor.”
“ve nahnu nusebbihu bihamdik”
“hamdin sebebiyle seni tesbih ederiz ya Rabbi”
Evet paralel yapı tabii ki oluşturacaklar. Her insanın başına gelecek olan bir olaydır, yani seni alt edip yerine geçmek isteyecek birileri. Bu senin en sevdiğin kişi de olabilir, en çok iyiliğin geçen kişi de olabilir. En fazla yardım ettiğin kişi olabilir. Onun için şöyle bir söz söylerler. “İtteku men ahsente ileyh” İyilik yaptığın kişiye karşı dikkatli ol” Böyle işte, insanlar böyle yaratılmış, Allah böyle diyor burada.
“ve nugaddisu lek gâle innî ağlemu mâ lâ tağlemûn”
“Allah-u Teala bu olmayacak demedi, bu olacak, ama ben sizin bilmediğinizi biliyorum”
İşte bugün işin o tarafını anlatmaya çalışacağız. İnsanlarda bu var. Ama bir başka bir şey var. Ondan sonra biliyorsunuz Adem As’a… İşte burada okuyalım,
(2/ Bakara 31 -33)
“Ve alleme âdemel esmâe kullehâ”
“Adem’e bütün isimleri öğretti.”
Yani eşyanın ne işe yaradığını öğretti. Mesela Yahya adını bilmenin bir anlamı yok ki! Aç sözlüğe bir Yahya diye. Yahya ne demek? İşte bir nebinin adıdır, erkek adıdır falan filan. Ama Yahya dediğin zaman Yahya Şenol’u hatırlıyorsan, Yahya Şenol kelimesiyle onun altında olanları, onun özelliklerini hatırlıyorsun demektir, tamam mı. Dolayısıyla ismi bilmek, müsemmayı bilmek demektir. Yani o ismin ait olduğu şeyi bilmektir. Yoksa o dış kısmıyla melekler de biliyordu onu.
“summe aradahum alel melâikeh”
Burada hum kelimesi geçiyor, önce ha idi. Ha akılsız varlıklar, hum akıllı varlıklar. Akıl ile bilgi aynı anlama geliyor, o bilgisini öğrendiği için Adem As, hum kelimesiyle burada Cenab-ı Hakk ifade ediyor. Onları meleklere arz etti, yani onlardaki bilgiyi arzetti meleklere, hadi bakalım dedi.
“Fegâle embiûnî biesmâi hâulâi in kuntum sâdigîn”
“Haklıysanız şunların isimlerini verin”
Yani şunların bilgilerini, eşyanın bilgisini bana bildirin bakalım dedi.
“Gâlû subhâneke lâ ılme lenâ illâ mâ allemtenâ”
“dediler ki, biz sana boyun eğeriz ya Rabbi” (Yani biz sana kulluğumuzda bir şeyimiz yok, sana kulluk ederiz.) “Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yok ki”
“inneke entel alîmul hakîm”
“bilen Sen, doğru karar veren Sen’sin”
“Gâle yâ âdemu embié’hum biesmâihim”
“dedi ki Adem bunlara bu eşyaların adını bildir bakalım”
“felemmâ embeehum biesmâihim”
“Eşyanın adını onlara bildirdiği zaman”
“gâle elem egul lekum innî ağlemu ğaybes semâvâti vel ard”
“dedi ki Ben size demedim mi, Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim”
Yani gayb demek, o anda var ama siz bilmiyorsunuz. Mesela şimdi şurada bir tane bir şey var, bunda ne var? Size göre gayb, bana göre? Değil. Şimdi siz de bildiniz, şehadete çıktı değil mi? Yani müşahade edebileceğiniz, görebileceğiniz hale geldi. Vardı; gayb oldu, vardı; gösterdim size. O bilgiler vardı, Allah-u Teala Adem As’a öğretti, onun için gayb olmaktan çıktı. Ama melekler için gayb bilgisi.
“Ve ağlemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn”
“İçinizde olanı da bilirim”
Ademi kıskandınız hepiniz de yani. Yeni yaratılan varlık bizi geçti. Şimdi melekler de imtihan edilen varlıklardır. Bu konuda çok sayıda ders yaptık biliyorsunuz. Melekler de imtihandan geçiyor.
(Zariyat suresi 56. Ayet 51/56)
“Ve mâ halagtul cinne vel inse illâ liyağbudûn”
“İnsanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım“ diyor ya Allah-u Teala.
İşte o cinler, meleklerdir. Bu konuda çok sayıda ders yaptığımız için ayrıntıya girmiyorum. Yani Kur’an’ı Kerim zaten… şimdi az sonra bakacaksınız, meleklere emrediyor, secde etmeyen melek ne oluyor? Onlardan ayrılıyor.
(Kehf suresi 50. Ayet 18/50)
“kâne minel cinni fefesega an emri rabbih”
“o da onlardandı ama yoldan çıktı” Onlar kim? Cinler. İşte
“kane minel cini”
“cinlerdendi”
Buraya kadar iblis Allah’a bağlılığını ifade ediyor. Şeyde kusur yok. Bak o,
(2/ Bakara 32)
“subhaneke la ilme lena” diyenlerden birisi iblis.
“Ya Rabbi biz sana boyun eğeriz.” Ondan sonra
(2/ Bakara 30)
“ve nahnu nusebbihu bihamdike ve nugaddisu lek” diyenlerden birisi gene iblis.
“Hamdin sebebiyle biz sana boyun eğer ve sen her şeyin en güzelini en temizini yaparsın” diyen iblis.
Ama imtihanla yüz yüze gelince işler değişiyor. İş değişiyor. Orada ne diyor Cenab-ı Hakk?
(2/ Bakara 34)
“üscudû liâdeme” Hadi bakalım, imtihan ediyor melekleri.
“Adem’e secde edin bakayım” diyor.
Kıskanıyorlar, bakalım kıskançlıklarını yenebilecekler mi burada? İşte bu imtihan. Bilgi imtihanı olsaydı bakın iblis kazanmıştı değil mi? “subhaneke la ilme lena”(2/ 32) diyor. Ama
“üscudû liâdeme” deyince, orada şey kopuyor. Bu kadar da olmaz demiş oluyor iblis, secde etmiyor.
“ebâ vestekbera ve kâne minel kâfirîn”
“Direndi ve kendini büyük gördü ve kafirlerden oldu”
Kendini büyük gördü, yani kafirler Allah’ın emrini görmezlikten geldi. Görüyor, görmezlikten geliyor. Ondan sonra da ne diyor? Ben senin doğru yolunun üstünde oturacağım diyor. İşte Araf 16’daki
(7/ Araf 16 )
“leag’udenne lehum sırâtakel mustegîm”
“onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım”
Demek ki doğru şeyleri hangi maksatla kullanacak? Kendi yanlış amacına kullanacak. Allah’ın kitabını kullanacak. Allah’ın emirlerini kullanacak.
Şimdi bakın, Allah tarafından kendisine bilgi verilen Adem. Bilgisi yönüyle meleklerden üstün olan Adem. Bilgiden dolayı üstün. O bilgiden dolayı melekler ona secde etmiş oldular. Şimdi iblis senin doğru yolun üstünde oturacağım diyor. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından geleceğim. Çoğusu sana teşekkür etmeyecektir, nankörlük edecektir göreceksin. Zaten kafirlik, nankörlük demektir.
(İnsan suresi 3. Ayet 76/3)
“imma şakiren ve imma kefura” diyor Allah-u Teala insan suresinde.
“İnna hedeynahussebil”
“biz onu yola yönlendirdik”
“imma şakiren”
“ister teşekkür eder”
“ve imma kefura”
“ister nankörlük eder.”
İşte iblis nankörlük etti burada. Adem’i de nankörlüğe sürüklemek istiyor. Doğru yolda oturuyor, doğru yolda oturuyor. Onun için bu dini iyi bilmeyen Müslümanlara iblislik yapamaz, bunu çok iyi kafamıza yerleştirelim. Çünkü nasıl saptıracağını bilmez. Nerede yumuşak karınları var onu bilmez.
Yani tarihin eski çağlarından beri, yani Rasulullah’tan sonraki iblislerin çalışmaları sebebiyle Kur’an meallerinin bile ne hale geldiğini siz her defasında görüyorsunuz. Bu dinin tanınmaz hale geldiğini de görüyorsunuz. Bak öyle bir hale geldi ki, Müslümanlar bugün gayrimüslimlerin elinde oyuncak. Mum gibi istedikleri şekli veriyorlar Müslümanlara. Sopa gibi kullanıyorlar, bir grubunu bir grubuna karşı sopa gibi kullanıyorlar. Çünkü biliyor ki, Müslümanları saptırmak için karşısına Müslüman kimliğiyle çıkmak gerekir, başka şekilde çıkarsan saptıramazsın, gayet iyi biliyor. Peki, Adem As’a ne dedi de saptırdı iblis? İki tane ayet var bu konuda değil mi? Bir tanesi Araf suresinde. 151. Sayfa.
(7/ Araf 20)
“Fevesvese lehumeş şeytân”
Yani iblis artık… Allah şeytan dedi iblise. Niye şeytan dedi? Çünkü şeytan iblis değil artık. İblis, kıyamete kadar yaşama izni alan şeytan. Ama iblisin arkasından giden insan ve cin şeytanları var. Artık şeytan. Yoldan çıkmış. Önce
(6/ En’am 112)
“şeyatinul insi vel cin” diyor Allah-u Teala ayetinde.
“İnsan ve cin şeytanı.” Enam suresinde.
“Ve kezâlike cealna likulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinn”
“Böylece her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık”
Enam 112. Ayet. Bak Rasulullah SAV’in karşışına dört dörtlük Müslüman olarak çıkıyorlar insan ve cin şeytanları. Münafıklar nedir işte? Şeytandır.
(63/ Münafikun 1)
“İzâ câekel munâfigûn” Münafikun suresinin ilk ayeti.
“Münafıklar sana geldiği zaman”
“gâlû neşhedu inneke lerasûlullâh”
“Biz şahidiz ki sen elbette ki Allah’ın rasulüsün” diyor.
“vallâhu yağlemu inneke lerasûluh”
“Allah biliyor ki sen tabii ki onun rasulüsün”
“vallâhu yeşhedu innel munâfigîne lekâzibûn”
“Allah şahitlik ediyor ki münafıklar yalan söylüyorlar”
Çünkü başka şekilde seni etkileyemezler ki. Onun iki sonraki ayetinde de
(63/ Münafikun 4)
“humul aduvvu fahzerhum” diyor.
Asıl düşman onlardır aman dikkat et, çünkü kendisini doğru yolda gösteriyor. Ondan sonra… Son derece de korkaktırlar, her şeyi kendi aleyhlerinde hissederler, her şeyi. Yani
“yahsebûne kulle sayhatin aleyhim” diyor Münafikun suresinin 3. Ayetinde.
“Her sesi kendi aleyhlerinde düşünürler.”
Çünkü yalan söylediklerini bildikleri için, yalanlarının ortaya çıkmasından tir tir titrerler. Bunu çok iyi bilmek lazım. Aksi takdirde başarılı olmamız mümkün olmaz. Bak ne diyor Adem As’a? Şeytan Adem’le Havva’ya vesvese verdi. Niye?
(7/ Araf 20)
“liyubdiye lehumâ mâvûriye anhumâ min sev’âtihimâ”
“kendi edep yerlerini birbirlerine açsın diye”
Hedefi o. Bir edep yerlerini açsınlar, ondan sonra ben bunları daha rahat saptırırım diye düşünüyor. Cinsellikle, şununla bununla. Şimdi, Allah-u Teala şu ağaca yaklaşmayacaksınız dedi ya, her şey serbest bahçede, bir tek yasak var, tek bir yasak var, ikincisi yok. Ne diyor?
“mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecerati illâ en tekûnâ melekeyni”
Buraya melekeyn demişler, melekeyn olmaz, melikeyni. İkiniz de birer melek olursunuz deniyor, ya az önce kendisine secde eden melek gibi olmayı kim ister? Ya da size sorayım, sizden hanginiz şimdiye kadar melek olmayı aklınızdan geçirdiniz, var mı içinizde böyle birisi? Var mı? Bilmediğin şeye nasıl yani, senden olan bir şeye özenirsin, başkasına nasıl özeneceksin? Sonra az önce Adem As’a secde eden melekler gibi olmayı neden istesin ki? Yani Kur’an’ı Kerim’i bir bütünlük içerisinde ele almak gerekiyor ya, sık sık söylüyoruz. Taha suresinin biraz sonra okuyacağımız 123. Ayetinde melik diyor, melek demiyor. Ki doğrusunu söylüyor yani. Yani bu ayetlere hareke verme işi sonradan olmuştur biliyorsunuz, hareke verilme sırasında da maalesef birçok siyasi mülahazalar da devreye girmiştir maalesef. Şimdi
“illâ en tekûnâ melekeyn”
“ikiniz de birer… yani sen kral sen de kraliçe olursun”
O ağaçtan yersen biriniz kral, biriniz kraliçe olursunuz. Allah-u Teala’nın bir ayeti var, diyor ki, Ikra suresinde, orada ne diyor?
(96/ Alak 6-7)
“innel insâne leyatğâ. Er raâhustağnâ”
“İnsan kendini müstağni gördüğü zaman sınırları aşar.”
Niye? İhtiyacı yok kimseye. Ne ağa, zenginleştin de bizi görmüyorsun? Mesela yıllarca beraber olduğun arkadaşın bir makama gelir, telefon edersin, hiç cevap vermez. Gidersin, içeri almaz.
Bir arkadaş anlatıyor, diyor ki, Konya’da bir arkadaş grubu demişler ki, hadi herkes bir işe girecek, yarın birbirimizi tanıyabilmek için bir sloganımız olsun. Ne olsun? Birbirimizin yanına girdiğimiz zaman, ben o’yum diyelim. Neyse arkadaşlarından bir tanesi Ankara’da bir makama gelmiş, diğer arkadaşın da ona işi düşmüş. Gidiyor özel kalemine sen içeriye git, de ki, gelen ben o’yum diyor. İçerden ben o değilim diye cevap gelmiş. O da gerisin geri dönmek zorunda kalmış, başka çare yok. İnsan kendisini yeterli gördümü sınırları aşar. Bunu bilmek lazım.
Dolayısıyla ben şimdi bu konuşmayı niye yapıyorum? Hukuki düzenlemeler yapılırken insanı çok iyi tanımak lazım. İnsanı Allah’tan öğrenmek lazım, yaratandan. Falancadan filancadan öğrenemezsin, çünkü falanca filanca kanunları kendine göre çıkarmıştır. Kendisi devamlı orada olacağını düşünerek çıkarmıştır. Kendisi bir aşağı indiği zaman başlar feryat etmeye. Niye? Sen orada olduğun zaman iyiydi de şimdi mi kötü? Şimdi,
(7/ Araf 20)
“illâ en tekûnâ melekeyn”
“ikiniz de birer melik olursunuz”
“ev tekûnâ minel hâlidîn”
“Ya da ölümsüzleşirsiniz” diyor.
Ölümsüzlük, kral ve kraliçe olma, acaip bir şey, muhteşem bir şey yani. Ölümsüz olacaksınız, biriniz kral biriniz kraliçe olacaksınız. Yani şimdi bir bardak su olsa, deseler ki bu suyu içen kişi ölümsüzleşiyor, o suyun değerini düşünün. Servetler vermezler mi ona? Şimdi peki ölümsüzlük kimin özelliği? Allah-u Teala’nın. Peki, yok olmayacak saltanat kimde? Bakın Adem As’ın önünde melek engeli kalkınca kimi rakip görüyor kendisine? Bak Allah’ın makamına hevesleniyor dikkatli ol. Ve orada düşünmemeye başlıyor, düşünmüyor, ya bir tane meyveyi yemekle bu olur mu? Rüşvet çok büyük olduğu için aşağısını düşünmüyor. Öyle bir şey gösteriyor onun gözlerini büyülüyor ki şeytan, çünkü onun şeyini yakalıyor. Niye?
(96/ Alak 6-7)
“İnnel insâne leyatğâ. Er raâhustağnâ” Dini bilmeyen bundan haberdar olabilir mi?
“İnsan kendini müstağni gördüğü zaman, yani ihtiyaçsız gördüğü zaman sınırları aşar”
Bu Allah’ın bir kanunu, iblis bu kanunu gayet iyi bildiği için, onu bu şekilde kandırıyor.
Şimdi, Taha suresinin 120. Ayetine bakalım, yani 20. Sure, 319. Sayfa. Bak diyor ki,
(20/ Taha 120 -121)
“Fevesvese ileyhiş şeytân”
“Şeytanla vesvese verdi”
Vesvese ne? Fısıldıyor. Siz kendinize bakın, birisi kulağınıza bir şey fısıldadığı zaman çok etkilenirsiniz ondan. Yüksek sesle konuştuğu zaman değil. Kimse duymasın da…. Kim duymayacak? Allah-u Teala, Adem, Havva. Başka kimse yok. Kim duymayacak? Vesvese veriyor. Kim duymayacak? Allah duymayacak. (Haşa) Niye yasakladı biliyor musun? Ne yapıyor? Sen bilginle bana karşı galip geliyorsun, bak ben daha iyisini biliyorum diyor. Allah’ın bu yasağı niye koyduğunu biliyorum diyor. Yalan söylediğini de gayet iyi bildiği halde.
“gâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkil lâ yeblâ”
“ölümsüzlük ağacını, yok olmayacak saltanatı göstereyim mi? Diyor”
İşte bak. Göstereyim mi? Göster. Ne? O ağaç. Bak ondan ye, demiyor. İşte iblis böyle bir şey. Ye dese yemez. Göstereyim mi? Onlar da hemen balıklamasına dalıyorlar.
“Feekelâ minhâ”
E şimdi Adem Cenab-ı Hakk’ın iktidarına paralel devlet oluşturmak istemiyor muydu? Yanlış mı? İyi düşünmek lazım, bakın bunlara kavramak lazım ki Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kanunları kavrayalım. İnsanı tanımamız lazım, getirilen çözümler maalesef yeni problemlerin ana kaynağı oluyor. Çünkü çözüm insanca oluyor. İnsanı tanıyan, insanı yaratan Allah’ın gösterdiği çözümler olmuyor. Bak işte paralel devlet oluşturacak, bir ağaçtan yiyecek, tamam. Onun için Cenab-ı Hakk diyor ki,
(40/ Mu’min 25)
“mâ keydul kâfirîne illâ fî dalâl”
“Kafirlerin tuzağı boşa çıkar”
Onun için Müslümanlar korkmamalı. Eğer sen doğru şeyi yapıyorsan, Allah’ın dediği yolda gidiyorsan hiç korkma, onlar sana bir şey yapamazlar. Çünkü yolları yanlıştır. Çünkü doğru yollar onların işi değildir. Ama etkili olurlar, onu da önemsemeyeceksin. Olsun. Çünkü o kadar enbiya var, Nuh As 950 sene insanları davet etti, sonuç ne oldu? İblis etkili oldu değil mi? Ama neticeyi kazanan Nuh As oldu, kazanan o oldu. Kazanan İbrahim As oldu, kazanan İsa As oldu, kazanan Musa As oldu. Doğru git, korkma!
(20/ Taha 121)
“Febedet lehumâ sev’âtuhumâ”
“Sonra edep yerleri açıldı”
Sonra da kendi hatalarını anladılar, tevbe ettiler, Cenab-ı Hakk affetti. Tamam. Peki, Allah-u Teala iblisle ilgili olarak Adem’e ne diyor? Bu surenin 117. Ayetinde.
(20/ Taha 117)
“Fegulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve lizevcike”
“Adem, bu senin de eşinin de düşmanıdır dedik” diyor. Düşman. Peki, şimdi 123. Ayete gelin.
(20/ Taha 123)
“Gâlehbitâ minhâ”
Adem’le Havva o ağaçtan yeyince bahçeden çıkarılma cezasıyla cezalandırılıyorlar, tevbe etmelerine rağmen.
“İhbitâ minhâ”
“İnin oradan aşağı”
“cemîan”
“birlikte”
Peki, nasıl? Bunlar karı koca, birisi Adem, birisi Havva. Allah-u Teala tarafından eğitilmiş birisi, o da onun eşi. Uzak birisi değil yani. Bilgiyse bilgi, tecrübeyse tecrübe, hepsi de var işte. Ne diyor?
“Bağdukum libağdın aduvv”
“Biriniz diğerine düşman”
Karı koca ya. Ya nasıl oluyor? İblis bunlarda düşman, bunlar da birbirlerine düşman, hadi buyurun. Herkes imtihan ediliyor da, düşman ne demek? O senin sahana girmeye çalışacak. Ailelere bakın, karı koca kavgası ne olur? Kadın ister ki, bu evde benim sözüm geçsin, koca ister ki benim sözüm geçsin. O onun otoritesini tanımaz, o onun otoritesini tanımaz. Aslında kavga otorite kavgasıdır, başka bir şey değil. Önce karı koca kavgalarında böyle incir çekirdeğini doldurmayacak şeyle ortalık toz duman olur. E peki, Adem bunlara, bunlar birbirlerine düşman ne oluyor peki? E imtihan ediliyorsunuz, burası imtihan yeri. Burası rahatlık yeri değil, cennet değil, cennette sen onu bekleyeceksin. Peki kavga etmeden iblisin etkisine girmeden mutlu bir aile kurabilir miyiz? Tabi kurarsınız diyor Allah-u Teala. Yolu ne? Bak diyor ki,
“feimma yeé’tiyennekum minnî huden femenittebea hudâye felâ yedıllu ve lâ yeşgâ”
“Eğer benden bir doğru yol gösteren birisi gelir de, benim yoluma kim uyarsa o ne yanılır, ne de sıkıntıya girer.”
Yanılmaz da, sıkıntıya da girmez. Ne demek? Sen devletin başındaysan sıkıntıya girmezsin, yeter ki, o yola uy. Ailenin başındaysan sıkıntıya girmezsin, ailenin kadınıysan sıkıntıya girmezsin, Allah’ın emrine uyman şartıyla. O zaman yol neymiş? İşte, ortada paylaşılacak bir şey yoksa bir mal yoksa herkes birbiriyle gayet iyi geçinir. Oh. Ama bir menfaatin paylaşımı olsun, bakın neler olur. Herkes kendi hakkına razı olursa problem yok. O zaman herkes kendi hakkına razı olmazsa, razı olmayanların hak ettikleri şekilde cezalandırılması için bir sistem oluşturmak lazım.
Onun için Allah-u Teala, kendi kurduğu sistemde… İşte şimdi burada bunu bütün dünya, yani devlet politikalarını belirleyen, kanunları çıkaran yani ne bileyim herkese bir bilgi olsun diye söylüyorum,bir kere her insan apayrı bir varlıktır. İnsan asla küçümsenemez, onun için her insan kendisini ispatlayabilmelidir. Bütün rasullerin, nebilerin, Allah’ın emriyle insanlara söylediği şey şudur. Allah’tan başkasına kul olmayın. Ve hiç kimse de bir başkasını kendisine kul etmeye kalkışmamalı. Bu ne demek? Hürriyet insanlar için olmazsa olmazdır. Dolayısıyla kanun çıkaranlar buna azami derecede dikkat etmek zorundadır. Bu hürriyet, insanın bütün kabiliyetlerini gerçekleştirebileceği imkanlara sahip olması demektir. İşte o zaman bilimde, teknolojide, sanayide yani kendisini ispatlayabileceği sahalarda çalışır. Niye? Çünkü herkesin uyanık olduğu, herkesin başarı için gayret ettiği bir yerde insan başarıya şartlanmak zorundadır. İnsan dürüst olmak zorundadır. Öyle bir yapı oluşturacaksın ki dürüst olmak mecburiyetini hissetsin. Kendi başına bırakırsan dürüst olmaz. İşte bak Adem As’ı görüyorsunuz. Yani bundan daha iyi bir örnek olur mu?
Bak şimdi açık sahada bir ot dikin, ot sağa sola dağılır. Aynı yere yüz tane ot dikin hepsi dümdüz çıkmak zorunda kalır. Dağılacak bir tarafı yok. Onun için herkes hür olmak zorundadır. Ve bu hürriyet… Adam bütün şeylerini gerçekleştirecek. Bu hürriyet adamın kafir olma hürriyetidir. Niye?
(2/ Bakara 256)
“la ikrahe fiddin” diyor Allah-u Teala, Bakara 256’da.
“Dinde zorlamanın hiçbir çeşidi olmaz” diyor.
Adam kafir olacaksa olacak sana ne? Zorlamayla adamı Müslüman mı yapacaksın? Ya da zorla bir müslümanı kafir mi yapacaksın? Sadece kendine düşman yaparsın, başka hiçbir şey olmaz. Öyleyse kimsenin kimseye… adam gerçekleştirsin. Ne yapıyorsa yapsın, sana ne. Sen ona doğruyu söyle. Yaparsa yapar, yapmazsa yapmaz. Onun için inanç dahil kişi kendisini ispatlayabilecek imkanlara sahip olmalı.
Bu sebeple hapis cezası derhal, kesinlikle insanlık gündeminden kaldırılması lazım, böyle saçmalık olmaz. Bugünkü ceza yargılama sistemi kesinlikle kaldırılması lazım. Böyle bir şey olmaz, bu ancak Napolyon’dan kalma sistemi devam ettirir o kadar. Vatandaşa suçu isnad eden de devlet, yargılayan da devlet, cezayı veren de devlet. Böyle saçmalık olmaz. Savcılık kurumu kesinlikle kaldırılması lazım, asla olamaz. Geçen hafta ben size söylemiştim, bizim ülkemizde savcılık 1879’da ilk defa kurulmuştur. O zamana kadar böyle bir şey yoktu ve her insanın savcı görevi vardı. Polislik teşkilatı yoktu, jandarma teşkilatı yoktu. Siz o teşkilatları oluşturduğunuz zaman… Bak, tek teşkilatlı, silahlı güç yeniçeri ocağıydı, Osmanlı’nın tek sancı kaynağı da orasıydı. Peki Rasulullah’ın bir silahlı gücü var mıydı? Herkes askerdi değil mi? Hadi savaşa gideceğiz dediği zaman kadınıyla erkeğiyle kalkıp gidiyorlardı. Bu ne demek? Herkesin kendisini savaşa her an hazır tutması demektir. Herkesin dünyada olup bitenle yakından ilgilenmesi demektir. Herkesin çevresinde olup bitenle ilgilenmesi demektir. Herkesin kişiliğini yüzde yüz gerçekleştirecek imkanlara sahip olması demektir. Onun için bizde devlet insan içindir, batı anlamında devlet, insan devlet içindir, bunu hiç unutmayalım. Şimdi şeye bakın, Cenab-ı Hakk nasıl bir sistem kuruyor. Nisa suresinin 59. Ayeti. 86. Sayfa. Bak diyor ki burada
(4/ Nisa 59)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve etîur rasûl”
“Müminler Allah’a ve rasulüne itaat edin”
Sürekli tekrarlıyoruz, rasul Allah’ın emirlerini bize ulaştırandır, kendi emirlerini bildiren değildir. Peki Allah’ın kanunlarını bize bildirendir. Allah’ın kanunları da tüm tabiatta geçerli olan kanunlardır. Çünkü Allah’ın dini fıtrattır. Dolayısıyla siz Allah’ın dinini anlattığınız zaman yeryüzünde buna hayır diyecek bir tek insan çıkmaz. Sadece menfaatine ters düşenler çıkar. Dolayısıyla evrensel kurallarla hareket edeceksiniz demektir. Yerel değil, evrensel olacaksınız. Evrensel olduğunuz zaman… Bak Rasulullah’ın yetiştirdiği insanlar -ki hikmeti bildikleri için, bugün maalesef müslümanlar hikmetsizdir. İlahiyat fakültelerinde hikmet kelimesi sadece felsefede geçer, o da bizden kaynaklandığı şekliyle değil, Yunanistan’dan geldiği şekliyledir. Halbuki Kur’an’ı Kerim’de Cenab-ı Hakk kitabı ve hikmeti öğrettiğini bildiriyor Rasulullah’ın. Ki kitap da bilinmez bizde, hikmet de bilinmez. En acısı Kur’an bilinmez bizde. Bakın! Size basit gibi geliyor. Kur’an kelimesinin geçtiği ayetlerin mealine bir bakın bakayım bir şey anlayabiliyor musunuz? Çünkü o tefsirciler Kur’an’ın ne demek olduğunu bilmezler. Kur’an ilgili ayetler bütünüdür. Bir konuyu açıklayacağınız zaman bir ayetler kümesidir. İlk inen ayetler kümesi, işte o İkra suresinin Bismillah’ı da katarsanız, ilk ayetidir. Onu katmanız lazım. Çünkü mesani olduğu için beş olmaz, altı olur. Ona Kur’an diyorsa Allah-u Teala, -ki diyor-
(2/ Bakara 185)
“Şehru Ramadan ellezi ünzile fihil Kur’an”
“İçinde Kur’an indirilen aydır Ramazan ayı”
Niye? İşte o altı tane ayetin adı Kur’an’dır. Ayetler bütünüdür. Onun için
(17/ isra 106)
“Ve gur’ânen feragnâhu litagraehû alen nâsi alâ muksin” diyor.
“Bunu Kur’an Kur’an ayırdık ki insanlara beklenti üzerine okuyasın”
Müslümanlar önce bir Müslüman olmalı. Bugün İlahiyat Fakültelerinde ne öğretiliyor? Acaba İlahiyat Fakültelerinde kaç kişi Kur’an’ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğuna inanıyor? Eskiden inanıyorlar mıydı sanki? Öyle, Kur’an Allah’ın indirdiği kitaptır demek inanma değil. İçinde olanlara güvenmektir bu. Eğer bir Müslüman probleminin çözümünü başka yerde arıyorsa, bu adamın namaz falan kılmasına gerek yok. Hiç! Boşuna uğraşmasın. Çözümünü Allah’ın kitabında arıyor mu? Kaç kişi var Allah’ın kitabında çözüm arayan? Asırlar öncesinden bu bitmiş.
Ama Rasulullah’ın yetiştirdiği insanlar, o evrensel çözümü sundukları için… Nedir, bir avuç insan ya, bir avuç insan. Bakıyorsunuz bir taraftan Kuzey Afrika, öbür taraftan ta Çin içlerine kadar insanlar Müslüman olmuş. Niye? Müslüman olmuş. Savaşla insan Müslüman olmaz. Savaş sadece düşmanlıkları körükler, başka bir işe yaramaz. Evrensel şeylerle gideceksin. İşte burada bak ne diyor Allah-u Teala.
( 8/ Enfal 20)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve etîur rasûl”
“Müminler Allah’a ve Rasule itaat edin”
Yani Allah’ın kitabına uyarsanız evrenselleşirsiniz. Dünyada her insana rahmet olur sizin şeyiniz.
Tübingen Üniversitesinin Katolik Fakültesinde Üniversitenin bölüm başkanlarıyla bir toplantı yaptık. Fakültenin de hocaları vardı, üniversitenin de bölüm başkanları vardı, nasıl bir işbirliği yapabiliriz diye. Ana konuşmacı bendim. İlk cümlem şu oldu. Allah katında din İslam’dır. Öyle deyince orada sakallı birisi vardı, belli ki Katolik. O zaten rahatsız olduğu belliydi hareketlerinden. Yanındakilere, (ben Almanca bilmiyorum ya) bak demedim mi bu adam bizi Müslüman yapmaya geldi diye…. Şimdi orada herkes de şaşırdı, kağıdı kalemi koydular, geriye doğru yaslandılar. Dedim ki sorun bakayım İslam ne? Onu niye sormuyorsunuz dedim. İslam sizin topraklarınızdan çıkıp Karadeniz’e akan Tuna Nehri gibidir. Dünya kurulduğu günden beri bu nehir aynı kaynaklardan beslenir, aynı yataklardan akar ve aynı yere dökülür. Bu nehir zaman zaman kirleniyordu, Allah’ın enbiyası gelip onları temizliyordu. Çünkü kirlenince bir zehir kaynağı haline geliyor. İnsana hayat veren su, bu defa insanı öldüren bir kaynak haline dönüşüyor, çevreyi kirleten bir şey haline dönüşüyor. Artık nebiler gelmeyecek, bunu temizleme görevi bizde, deyince hepsi kağıda kaleme sarıldı. Sanki farklı bir şey söyledim. Burada ne diyor Allah-u Teala? Evrensel kurallar. Peki,
(4/ Nisa 59)
“fein tenâzağtum fî şey’in ”
“herhangibir şeyde nizaya düşerseniz”
Herhangi bir konuda aranızda çekişme olursa. İşte kanunlar buna göre yapılması lazım.
“feruddûhu ilallâhi ver rasûl”
“Allah ve rasulüne götürün” Yani evrensel kurallara göre çözün.
Hapis cezası. Tabiatta hapis cezası diye bir ceza yoktur. Bu insana verilen en büyük cezadır. Tutuklama ne demek oluyor? Efendim diyor delil karartmasından korktuğumuz için tutukladık. Ne demek yani? Sen bu adamı burada saklayacaksın, peki sen delil uydurduğun zaman ne yapacak bu adam? Böyle bir mantık mı olur? Şüpheyle bir insanın hürriyeti engellenir mi? Onuru zedelenir mi? Böyle şey mi olur? Kim olursa olsun yani. Bakın evrensel olmak lazım. Adamın inancı ne olursa olsun. Allah-u Teala’nın güneşi doğduğu zaman kafirin tarlasına başka, müslümanın tarlasına başka mı doğuyor? Ya da suyla suladığınız zaman bu tarla müslümanın tarlası ben bunu iyi ıslatayım ama, kafirin tarlası, hadi oradan, öyle mi diyor? Hani Karadenizli gibi mi yapmış? Hani öğrenmiş ki sağ taraftaki melekler sevabı yazıyor, soldakiler de günahı yazıyor. Namazın bitiminde ikisine de selam veriyoruz diye öğretmişler ona, namazı bitirdikten sonra, esselamu aleyküm kurban olduğum (sağ tarafına dönerek) sol tarafa dönüyor, hadi oradan! Böyle şey yok. İnsanları dini bakımdan yargılayacak olan Allah-u Teala’dır. Sen ona karışamazsın. Sen insani ilişkileri organize edeceksin. İşte diyor ki,
“fein tenâzağtum fî şey’in feruddûhu ilallâhi ver rasûl”
Feruddûhu ilallâhi ver rasûl demek evrensel kurallar demektir, işte o da Kur’an’da olandır. Kur’an’ı Kerim’de olandır, hikmettir o işte. Bir kere Müslümanların önce şu hikmeti bulması lazım, kaybolmuştur. Müslümanların Kur’an’ı öğrenmesi lazım. Kur’an’dan hükmün nasıl çıkarıldığını, problemin nasıl çözüldüğünü önce bir Müslümanların öğrenip dünyaya öğretmesi lazım. İslam alemindeki eğitim kurumları maalesef bundan habersizdir. Çünkü Abbasilerden beri bu iş kaybolmuştur. Onun için Rasulullah’ın sözü anlaşılamıyor, Kur’an’a zıt gibi gösteriliyor. E tabi sen şu aletin nasıl üretildiğini bilmezsen bunu tabiatta var, herhalde gökten bir yerden yağmış zannedersin, onun için Rasulullah’ın sözlerini de ayrıca bir vahiydir diyorlar. Ya kardeşim Allah’tan korkun. O ayrıca bir vahiy olsa bana nasıl örnek olacak? Vahiy olarak bu işte. Bilmeyince uydur git, ne olacak?
“İn kuntum tué’minûne billâhi vel yevmil âhır”
“Allah ve ahiretine inanıyorsanız böyle yaparsınız”
Hem Allah ve ahiret gününe inanıyorum diyecek, hem de çözümü Kur’an’dan değil başka yerden arayacaksın, hiç kusura bakma. Böyle şey olmaz.
“zâlike hayrun ve ahsenu teé’vîlâ”
“Bu hayırdır, hayırlıdır ve en güzel sonucu doğurur”
Evet, şimdi gelelim reklamlara. Gerçi Fatih Hoca’ya söyledim, bana ne vereceksiniz reklam parası diye, hiç bir şey vaad etmedi yani açıkça söyleyeyim. Bir dergi verecekmiş bak Yahya öyle söylüyor. Bu dergi müslümanın kimliği namaz diye çıktı. Gerçekten yani Süleymaniye Vakfı’nın yüzü diye demiyorum, çok güzel oldu. Burada çok orijinal olan, şurada 41. Sayfa, İsrail’den gelen bir yazıdan alıntılar yapıldı. Bizim Vedat Yılmaz yaptı bu işi. Şimdi, İsraillilerin beş vakit namazı nasıl kıldıkları, kıyam, rüku, secde, kıraat falan her şey aynı. Burada resimleriyle var. Sabah namazı iki rekat. Bizde kaç rekat? Öğlen namazı dört rekat. Burada! Onlardan alınan şey. İkindi namazı dört rekat. Mesela biz mağrib namazı deriz, onlar mağriv namazı diyor akşam namazına, o da üç rekat. Bir tek yatsıya bir rekat yazmışlar. Orada bir problem var. Bir olamaz, o da dört rekattır. Şimdi, bunu inşallah burada ilk defa görmüş olacaksınız. Çünkü namaz Adem As’dan beri aynıdır, Cebrail As Rasulullah’a nasıl kıldırmışsa Adem As’a da, Nuh As da, hepsi de aynı kılmıştır. Medine’nin ilk yıllarında Yahudiler bu beş vakit namazı gelip Rasulullah’ın arkasında kılıyorlardı. Çünkü namaz aynı namaz. Rasulullah’ın Allah’ın rasulü olduğunu biliyorlardı. Delilin ne? Kur’an’ı Kerim. Bunu bize gösteriyor. Çünkü
(2Bakara 143)
“ve mâ cealnel gıbletelletî kunte aleyhâ illâ linağleme mey yettebiur rasûle mimmey yengalibu alâ agıbeyh” diyor.
Bakara 143. Ayet. Bak diyor ki, “senin şu anda üzerinde bulunduğun kıble var ya, beyt-i makdis’e dönüyorsun ya, eskiden orası kıble değildi diyor Allah. Kabeydi. Onu sana uyanla gerisin geri döneni ayırd etmek için yaptık. Ayrılması için baştan bir süre onun arkasında namaz kılmaları lazım. Bak burada da görüyorsunuz ya. Tıpkı şey gibi. Nasıl ki kıbleyi çevirdi, iblis nasıl Adem’e secde et deyinceye kadar Cenab-ı Hakk’a boyun eğiyordu, kıble çevrilinceye kadar da Rasulullah’ın arkasında namaz kılıyordu. Kıble çevrilince,
(2Bakara 142)
“mâ vellâhum an gıbletihimulletî kânû aleyhâ”
“Ne oldu ya kardeşim bu kıbleyi niye çevirdiler ki şimdi, ne vardı”
Halbuki çok iyi biliyorlardı ki kıble çevrilecek. İşte bunları inşallah göreceksiniz. Biliyorsunuz namaz etrafında bir sürü şüpheler oluşturulur. Hadi bakalım madem Kur’an’ı Kerim’de her şey var, namaz da var mı? Ya defalarca söylüyorum, var işte. Var. A gelin resimleriyle görün. Hadi bakalım. İyi reklam oldu mu? Şimdi bu sayıda bu ve buna bağlı çok şey var. Evet çok teşekkür ediyoruz.