Bu Alak Suresinin baş tarafı. Daha önce okumuştuk. Birkaç ayet hatırladıktan sonra kalan kısma devam ediyorum.
“Hayır, hayır, insanoğlu mutlaka sınırı aşar, kendisini ihtiyaçsız görmekte.” Benim sana ihtiyacım yok kanaatinde ise sana karşı sınırı aşar, ondan haberin olsun. “Şurası kesin ki dönüş senin Rabbinedir. Sen o kimseyi görmedin mi namaz kıldığı vakit bir kulu engelliyordu.”
(Videoda atlama var.) Peygamber s.a.s. tabi Kabe’yi Şerif’in yanında namaz kılıyormuş Ebu Cehil ona engel olmaya çalışmış. Namaz kılmasını engellemeye çalışmış. Şimdi bu namaz kılma işi Mekkelilerin bilmediği bir iş değil. Zaten Mekke bölgenin en dindar insanlarının olduğu yer. Çünkü Kabe’yi Şerif onlarda. Arap Yarımadası’ndaki bütün insanlar Kabe’ye hac ve umre için geliyorlardı.
Kabe, yeryüzünde ilk ev. Allahü Teâlâ buyuruyor ki “İnsanlar için konmuş ilk ev kesinlikle Bekke’de olan yani Mekke’de olandır.” Oranın Kuran-ı Kerim’deki adı Bekke, Tevrat’taki adı da Bekke. Ama Mekke olarak da zaten “b” ile “m” arasında yakınlık vardır biliyorsunuz. İkisi de dudaktan çıkan harftir. İlk ev Mekke’de olan Kabe’yi Şerif’tir. İlk evi de ilk insan olan Adem aleyhisselam bina etmiştir.
Bu surenin baş tarafını okurken hatırlarsınız Adem aleyhisselamın okuma yazmayı da bildiği Kuran-ı Kerim’den anlaşılıyor. Yani Allahü Teâlâ, Adem aleyhisselama bütün isimleri öğrettiğini bildiriyor. “Adem’e Allah bütün isimleri öğretti.” Burada da diyor ki “Allah, kalemle öğretmiş olandır. Kalemle öğretmiştir Allah. O insana bilmediği şeyi öğretti.” Demek ki Adem aleyhisselam okuma yazmayı da biliyordu. Allah ona her şeyi öğretmişti. Dolayısıyla ilk binayı, ilk evi de Adem aleyhisselam Mekke-i Mükerreme’de yapmıştı.
Mekke-i Mükerreme’nin yeri yeryüzünde kara parçalarının merkezi. Kuran-ı Kerim’de oranın adı Ümmül Kura’dır aynı zamanda. Ana kenttir. Yani şehirlerin anası. Dünyadaki tüm şehirlerin ana kenti Mekke-i Mükerreme’dir. Merkez orası. Orası merkez olduğu için demek ki Adem aleyhisselam oraya gelmiş, işte Arafat, Müzdelife, Mina, Mekke. O bölgelerde yaşamış. Ve orada vefat etmiş.
Adem aleyhisselamdan beri haccın yapıldığı anlaşılıyor Mekke-i Mükerreme’de. Neden anlaşılıyor diyorum? Sebebi şu. 22. Surenin yani Hac Suresinin ki adı hacdır. Hac Suresinin 27 ve 28. ayetlerini açarsanız oradan bunu anlarsınız. Allahü Teâlâ, İbrahim aleyhisselama emrediyor, “İnsanlar içinde haccı ilan et. Sana yürüyerek ve bitkin binekler üzerinde gelirler. Her derin vadiden geçerek gelsinler. Orada kendileri için birtakım menfaatlere şahit olsunlar.”. Yani önce ticaret ve sosyal etkinlik. Çünkü 3 ay bir süre. Dünyanın her tarafından insanların gelebileceği bir şey. Bu 3 ayda, zilkade, zilhicce, muharrem. Şevval değil tabi. Zilkade, zilhicce, muharrem; bu 3 ay, haram ayı, insanların güvenli olduğu ay. Bu 3 ay içerisinde dünyanın her tarafından buraya gelsinler. Peki, gelip ne yapacaklar? 3 ay, az bir zaman değil. “Kendileri için birtakım menfaatlere şahit olsunlar.” Yani mal getirsin satsınlar, mal alsın ülkelerine gitsinler. Ticaret yapsınlar.
Hac mevsimi biliyorsunuz sürekli değişiyor. Mesela işte kış oluyor, yaz oluyor yani bütün mevsimleri dolaşıyor. Bütün mevsimleri dolaşınca da dünyanın bütün bölgelerine eşit bir imkan tanınmış oluyor. Hep aynı mevsimde olsa şu bölge malını götürür satar, öbür bölgeler de alırlar. Ama mevsimler değiştiği için dünyanın bütün bölgelerinin oraya mal götürüp satma fırsatları da doğuyor. İşte globalleşme bu. Kuzey Kutup’tan da gelebilir insanlar, Asya’dan da gelebilir, Afrika’dan da gelebilir, başka yerlerden de gelebilir. Herkes kendi ürettiğini oraya getirme, orada satma ve oradan alıp da götürme imkanına sahiptir.
İşte Kuran-ı Kerim’de bu böyle bildiriliyor. Çünkü hacla ilgili olarak Cenabı Hak “Hac, bilinen aylardadır.” diyor. Şu aydadır demiyor, bilinen aylar. Çünkü bunlar Adem aleyhisselamdan beri biliniyor. Burada da diyor ki Cenabı Hak “Önce menfaatlerine şahit olsunlar.” Ticaret yapsınlar, alışveriş yapsınlar. Sosyal etkinlikte bulunsunlar. “Ve Allahü Teâlâ’nın kendilerine rızık olarak verdiği enam cinsinden hayvanlar üzerine…” Yani bizim kurban yaptığımız türden hayvanlar üzerine “Allah’ın adını ansınlar.” Ne zaman ansınlar? “malum günlerde” Yani “malum günler” sözü kime söyleniyor? İbrahim aleyhisselama söyleniyor. Peki, demek ki İbrahim aleyhisselamdan önce bu biliniyordu değil mi? Biliniyor olmasa “malum günler” denir mi?
Zaten İbrahim aleyhisselam Kabe’yi ilk bina eden değil. İbrahim aleyhisselam Kabe’yi temelleri üzerine bina edendir. “İbrahim, o beytin temellerini yükseltiyordu.” diyor. Temelleri zaten var. İşte Nuh tufanında suların altında, kumların altında kalmış, İbrahim aleyhisselam onun temellerini açmış ve yükseltmiş, yaptığı o. Yoksa ilk binayı yapan, ilk insan Adem aleyhisselam.
Dolayısıyla Mekke, öteden beri dini merkez ve son derece önemli bir dini merkez. Mekkeliler namaz kılmayı biliyorlar. Niye biliyorlar? Çünkü Allahü Teâlâ, İbrahim aleyhisselamın duasını kabul etmiştir. İbrahim aleyhisselam diyor ki “Ya Rabbi şu namazı kılanlardan eyle beni. Benim soyumdan gelenler de öyle.” Hangi ayetti? İbrahim Suresi 40. ayet. “Ya Rabbi şu namazı kılanlardan eyle beni. Benim soyumdan gelenler de öyle.” Ebu Cehil de dahil bütün Mekkeliler, İbrahim aleyhisselamın soyundan gelmişlerdir. Allah da duasını kabul ettiğine göre demek ki Mekke’de o namazı kılanlar var.
O zaman Ebu Cehil, namaz kılınmasını biliyor. Namazın olduğunu biliyor. Çünkü Mekkeliler zaten kendilerinin Harem’e hizmet ettiklerini söyleyerek insanlar arasında övünüyorlardı. Harem’den dolayı yani Mekke’deki Kabe’den dolayı halk bunlara özel bir değer veriyordu. Bunlar güven içerisinde Suriye’ye kadar yazın, Yemen’e kadar da kışın ticarete gidiyorlardı. Yoksa Araplarda öyle kabileler arası mücadeleler, savaşlar yaygın olmasına rağmen…
Buraya şeytan taşlama yazısı yazılmış ama bugün şeytan taşlamadan bahsetmeyeceğim. Çünkü konu dağılır. Onu biz falanca televizyonda anlattık, o televizyonu açın dinleyin. Şimdi ama şunu söyleyeyim. Şeytan taşlama dediğimiz Kabe’yi tavaf, Arafat’ta vakfe, Mina’da, Müzdelife’de bütün bunların hepsi Adem aleyhisselamdan beri yapılagelen ibadetlerdir. Onun için Kuran-ı Kerim hep bu hadisenin tarihi arka planına dikkat çekmiştir. Hep oraya dikkat çekmiştir. İşte İbrahim aleyhisselama da emrettiği zaman bilinen günlerde diyor. Önce bilinen aylar, çünkü bu aylarda dünyanın her tarafından oraya mal geliyor, ticaret yapılıyor. Önce ticaret. Sonra bilinen günleri ibadet. Sonra da sayılı günlerde şeytan taşlama. Bu bilinen günlerin, kurban kesme günleri olduğunu da yine Hac Suresinden öğreniyoruz. Yani bizim kurban bayramı günleri olduğunu da öğreniyoruz. Zaten haccın yapıldığı aya da zilhicce deniyor. Zilhicce demek, hac ayı demektir. Öteden beri o ayın adı, hac ayıdır. Hac, yılda bir kere yapıldığı için el hicce kelimesi sene manasına da kullanılıyor. Dolayısıyla birilerinin çıkıp da işte bu 3 ayın her zamanında yaparsınız ya da bir başkasının çıkıp da her ay yaparsınız demeleri nokta noktalıktır. Arayı siz doldurun.
Şimdi, zaten işte Sahih-i Müslim’de geçiyor. Ebu Zer Rifai hazretleri, biz cahiliye döneminde namaz kılardık diyor. Geçende bir arkadaş dedi ki, dinler tarihçisi Yahudilerin bir mezhepleri var dedi tıpkı bizim gibi abdest alıp 5 vakit namaz kılıyorlar. Ben de onunla ilgili dokümanları istedim. İnşallah gönderecek.
Şimdi böyle olması da gerekir çünkü Peygamber s.a.s. organlarını birer kere yıkayarak abdest almış demiş ki “Bu, Allah’ın bu olmadan namazı kabul etmeyeceği abdesttir.” demiş organlarını birer kere yıkayarak. Bunun manası nedir? Siz de su olmadığı zaman birer kere yıkarsanız namazınız olur. Su kıtlığı varsa. Şimdi abdestte iki kere yıkamış demiş ki “Bunun sevabı iki kattır.” demiş. Üç kere yıkamış organlarını demiş ki “Bu benim abdestimdir ve benden önceki peygamberlerin abdestidir.” Dolayısıyla bütün peygamberler ümmetlerine bizim kıldığımız, aynen bu namazı emretmiş olmaları gerekiyor. Çünkü bize de emredilen “O namazı kıl.” diyor. Hangi namazı? Hep tarihi arka planına dikkat çekiyor.
İşte şimdi “O yasaklayan adamı gördün mü? Bir kulu yasaklıyor namaz kıldığı zaman” ve Kabe’nin yanında kılıyor Peygamber efendimiz. Bunlar Kabe’den dolayı etraftan büyük saygı gören insanlar. Çok dindar kabul ediyorlar, öylesine kutsal kabul ediliyorlar ki bunlar kendilerini öyle üstün görüyorlar ki Arafat’a çıkmıyorlar hac sırasında. Diyorlar ki Arafat, Harem sınırları dışındadır. Biz oraya çıkarsak orası kutsanmış olur. Biz oraya kutsallık vermiş oluruz. Biz Harem’in dışında bir yere kutsallık vermeyiz diyorlar. Yani kendileri oraya çıksa Arafat kutsallaşacakmış. Onlar Arafat’tan yararlanmıyor, Arafat onlardan yararlanıyor. Yani bu derece kendilerini kutsal görüyorlar, dindar görüyorlar.
Bunların tamamı Allah’a inanıyor, Mekkelilerin tamamı Allah’a inanıyor. Ve bunlar İbrahim aleyhisselamın soyundan olmakla da övünüyorlar. Zaten Kuran-ı Kerim’de Allahü Teâlâ “Babanız İbrahim’in dini” diyerek buna da vurgu yapıyor Cenabı Hak. Kureyş Araplarını kastediyorum, yoksa hepsini, diğerlerini değil. Kureyş, İsmail aleyhisselamın soyundan gelmişler oraya yerleşenler.
“Baksana, ya o doğru yoldaysa ne yapacaksın? Ya da o takvayı emretmişse, korunmayı emretmişse, yanlışlardan kaçınmayı emretmişse ne yapacaksın? Baksana, ya şu engelleyen kişi yalana sarılmış ve gerçeklerden yüz çevirmişse ne olacak?” Bu çok önemli. Kezzebe kelimesi çok önemli. Kuran-ı Kerim’de bir kezzebe kelimesi var, bir kebibe kelimesi var, bir de kezzebe bihi var. Şimdi kezzebe, yalan söyledi tamam. Kezzebe bihi, ikisi aynı anlamda kabul ediliyor. Yalanladı diye anlam veriliyor. Halbuki Arapça bilenler çok iyi bilir bu ikisi arasında bir fark olması lazım. Allah’ın ayetleri yalanlanamaz. Yani bir insan 2 kere 2, 4 değildir derken bunun 4 olduğunu bildiği halde 4 değildir derken bu adam ne yapmış olur. Yalan söylemiş olur. İşte Allah’ın ayetleri de çok açık ve nettir. İnsanlar doğruluğu kavrarlar. Hala yalan diyorlarsa kendileri yalan söylüyordur.
Allahü Teâlâ bir olayda Peygamberimize diyor ki “Onlar seni yalanlamıyorlar. Bu zalimler Allah’ın ayetleri karşısında bile bile yalan söylüyorlar.” Onun için kezzebe kelimesi meful almıyorsa çok yalan söylemek olur. Ama kezzebehu şeklinde meful alıyorsa onu yalanladı olur. Kezzebe bihi olursa şunun karşısında yalan söyledi olur. Hepsine aynı mana vermemek gerekiyor. Aynı manayı verdiğiniz zaman anlam değişiyor. Şimdi burada kezzebe sadece mefulsüz. Ya bu adam yalana sarılmışsa, yüz çevirmişse.
Bedir Savaşı’na giderken Mekkeliler geliyorlar. Şimdi onların ruh hallerini bir düşünün. Kabe’nin örtüsüne sarılıyorlar ve dua ediyorlar. Ya Rabbi diyorlar şu iki gruptan hangisi daha iyiyse, hangisi daha doğru yoldaysa ona başarı nasip et. Bakın Allah’a dua ediyor Mekkeliler, müşrikler. Kabe’de hangisi daha iyiyse ona başarı nasip et diyorlar. Ebu Cehil de yolda diyor ki ya Rabbi bu iki gruptan hangisi geleneğe karşı çıkmış, hangisi aile bağlarını bozmuşsa onu yok et. Şimdi o gelenek derken tabi kendi zihnindeki geleneği kastediyor ama asıl gelenek peygamberlerden gelen gelenektir, doğru gelenektir. Aile bağlarını yok etmek, doğruları söylemekle oluyorsa tabi olmaz. Ama kendisi öyle düşünüyor. Ve sonra savaşta Müslümanlar galip geliyor ve o zaman bir ayet iniyor. Enfal Suresi 19. ayet.
Burada Allahü Teâlâ şöyle diyor. “Eğer fetih istiyorsanız…” yani fetih açılma demek, gerçek bütünüyle ortaya çıksın, her şey açılsın istiyorsanız “…işte size fetih geldi.”. Yani gerçeği bütün çıplaklığıyla gördünüz. Hani diyordunuz ki ya Rabbi hangi grup daha haklıysa o galip gelsin dediniz ya işte haklı grup galip geldi. “Eğer bu davranışlarınızdan vazgeçerseniz bu sizin hayrınıza olur.” Siz karlı çıkarsınız. “Ama tekrar eski davranışlarınıza dönerseniz, aklınızı başınıza toplamazsanız biz de döneriz.” Biz de yine başınıza bu cezayı veririz. “Çok da olsa sizin topluluğunuz sizin hiçbir ihtiyacınızı karşılamaz.” Ne kadar çokluk olursanız olun bundan kurtulamazsınız. “Allah, inananlarla beraberdir.” Allah beraber olduktan sonra problem değil.
Şimdi, Mekkelilerin haleti ruhiyesini anladık mı? Demek ki insanın kendisini mümin kabul etmesi yetmiyor. Önemli olan Allah’ın kabul etmesidir değil mi? Bak Mekkeliler kendilerini o kadar çok mümin kabul ediyorlar ki, o kadar dindar sayıyorlar ki Allah saymadıktan sonra neye yarar? Ve Allahü Teâlâ burada Ebu Cehil ve onun gibilerin yalan söylediğini belirtiyor. Çünkü gerçekler bütün çıplaklığıyla ortada. Ortada olmasına rağmen kabul etmiyor çünkü kendi kurduğu düzen bozulacak. O düzeni bozmak istemiyor.
Şimdi aynı durumu siz yaşamıyor musunuz? Şimdi bu akşam Necati Bey bana anlatıyor diyor ki okumuş bizim kitapları, çok açık bir gerçek diyor. Bu nasıl kabul edilmez? Zaten açık gerçekler kabul edilmezler. Çünkü insanların kurdukları dünya yıkılıyor. Sistem çöküyor. En kötüsü de senin söylediğinin doğru olmasıdır. Peygamberlere karşı çıkanların tamamı onun doğru olduğu kanaatine vardıktan sonra karşı çıkmışlardır. İşte Ebu Cehil de öyle yapmış. Hep de din adına karşı çıkmışlardır.
Biz şimdiye kadar böyle bir şey görmedik. Bize sık sık söylüyorlar, bunları nereden çıkarıyorsunuz? Kuran-ı Kerim’den. Şimdiye kadar kimse görmemiş mi? Bana ne görüp görmemesinden, beni ilgilendirmiyor ki. Ben geçmişin hesabını verecek değilim. işte elimizde Allah’ın kitabı, okuyoruz. Öbür adamlar görmüş mü görmemiş mi bizi ilgilendirmiyor ki değil mi? Herkes kendi hesabını verecek. Sen bana nereden çıkarıyorsun diyorsun, ben de sana gösteriyorum işte. Ha, bu Allah’ın kitabı değildir diyorsan o başka. Ama bu Allah’ın kitabıysa bu da yazıyorsa olmaz. Geçende bir yerde ayet okuyoruz. Birisi diyor ki efendim bunlar havas arasında tartışılması gereken şeylerdir diyor. Havas ne demek? İnsanları haslar, ikinci sınıflar diye ayıran kim? İnsanları kim sınıflara ayırıyor? Hiç Allah’ın peygamberinin sınıflara ayırıp ey beyler siz gelin sizinle özel konuşacağım dediği var mı? Böyle bir şey duydunuz mu? Ben hiç duymadım bu ana kadar. Bazı kimselere diyor Yahya, münafıkların isimlerini söylüyor. O başka bir şey, ayrı bir şey. Şu şu adamlar münafıktır demek başka, ama şu bilgiyi havas bilecek, avam bilecek demek başka bir şeydir.
Şimdi, insanları üçe ayırırlar. Avam, havas, havas ül havas. Avam işte sıradan insanlar, havas işte seçilmişler, havas ül havas da en tepedekiler. Efendim bunlar havas arasında konuşulacak şeylerdir. Bunlar dediği ne? Okuduğumuz ayet. Öyleyse Allahü Teâlâ oraya bir şerh düşmeliydi değil mi? Bu ayeti her yerde okumayın demeliydi. Evet, gerçekleri bilmek kolaydır da gerçeklere uymak zordur. Sık sık söylüyoruz ya doğruları herkes bilir de herkes söyleyemez.
Şimdi bizim bir kitabımız Ürdün’de matbaada, basılıyor. Doğru Bildiğimiz Yanlışlar. Arapçası, işte son kontrolleri yapıyoruz. Orada birçok ilim adamı okumuş, bizim doktora öğrencilerimiz var, onların ifadelerine göre yani bizim öğrencilere söylemişler. Ya bunları söyleyen adama kafir derler demişler. Birisi demiş ki ya bunları biz de biliyoruz ama söylemekten çekiniyoruz demiş falan.
Şimdi burada karar vereceksiniz. Ben Allah’ın kuluyum diyorsanız Allah’a sığınır konuşursunuz. Tabi ki size karşı çıkanlar olacaktır. Ben Süleymaniye Camisinde vaaz ediyorum. Hadis okurken sünnet düşmanı diye bağırmışlardır, kayıtlarda var işte. Ayet okurken kafir diyerek bağırıp camiyi terk edenler olmuştu. Olacak. Yani bunları kabul etmezseniz olmaz. Bizim bir arkadaşımız vardı. Telefon gelirdi müftülükte, kaldırır fetva verirdi. Ben de dinliyorum, yanlış fetva veriyor. Yani anlıyorum neler sorulduğunu duyamıyorum sesi ama. Tam o sıra yahu bu cevap yanlış, şöyle olacak deyince bir dakika der telefonu kapatır. Ne olacak? Ben anlatırdım ona şöyle şöyle olacak diye. Ondan sonra telefondakine dönerek rezil adam beni de yanılttın, şöyle olacak diye adama cevap verirdi.
Şimdi, bazıları konuşurken cemaate bakar. Cemaat nasıl bir cevap verirsem hoşlanır, nasıl yaparsam beni alkışlar, ona göre konuşur. Ama ben ne konuşursam Allah razı olur derseniz cemaat sizi protesto edebilir. Orada sizi protesto etseler, yüzünüze bağırıp çağırsalar bile giderken yahu bu adam doğru söylüyor kardeşim der kendi içinden. Kendi vicdanı onu söyler. Bu adamın dediği doğrudur der. E şimdi doğruları söylemek kolay olsa, bedava olsa herkes söyler zaten. O zaman da sevabı olmaz. Asıl cihat odur, doğruları söyleyebilmektir. Peygamberler savaş yapmaya mı geldi, doğruları anlatmaya mı? Asıl cihat o. Doğruları anlatmaktır. Yoksa insanları öldürmek marifet olsa zaten Allah bir emirle hepsini öldürür iş biter. Bize de ihtiyaç kalmaz.
Evet, “Baksana, yalan söylemiş, bu adam yalana sarılmışsa, gerçeklere de yüz çevirmişse ne olacak? Bu bilmiyor mu Allah’ın kendisini gördüğünü?” Şimdi her yerde size söylerler benim Allah’a inancım sonsuzdur der. Ben Allah’a kurban olayım der. Tamam ama falan. Ama dedikten sonra işin rengi değişir. Siz de dersiniz ki ya adam Allah’a inanıyor ya. Yahu kardeşim Allah o inancı istemiyor. Allah kendisine teslim olunmasını istiyor. Benim babama saygım sonsuzdur deyip de babasının lafını dinlemeyen insan gibi oluyor birçokları. Size sık sık anlatıyorum ya hacca giderken şoförüm var. Diyorum ki şurada duracağız, bak falan yerde duracağız. O arada ben dalmış oluyorum, bakıyorum ki geçmiş. Yahu niye durmadın? Hocam ayaklarına kurban olayım diyor. Lan kardeşim benim ayaklarıma falan kurban olmana lüzum yok, benim dediğimi yap. Hiçbir dediğimi yapmıyordu ve hep ayaklarıma kurban oluyordu. Ben Cenabı Hakk’ı çok severim, ooo falan.
Ne diyor Allahü Teâlâ “Ya Muhammet onlara de ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun.”. Bak ben ne yapıyorsam onu yapın. Böyle kendi kafanıza göre ben işte bilmem aşk şiirleri yazmaya gerek yok Cenabı Hakk’a. Allah ne diyorsa onu yap. O biraz ağır geliyor ama seni seviyorum demek kolay.
“Hayır, hayır bu işten vazgeçmezse onun perçeminden tutarız. Yalancı, suçlu perçeminden.” Şimdi böyle birisinin perçeminden tutun da çekin bakalım adam ne hale gelir. “O da kendi yandaşlarını çağırsın bakalım biz de cehennem zebanilerini çağıracağız. Hayır ona itaat etme.” Böyle yalan söyleyen, burnunun doğrusuna giden, Cenabı Hakk’ın emirlerini yerine getirmeyen, böyle kimselere itaat etme, boyun eğme. “Secde et, Allah’a yaklaş.” Secde, insanın Allah’a en yakın olduğu yerdir. Peygamberi s.a.s. secdede çok dua yapın diyor.
Şimdi, yalnız Allah’tan yardım isteyeceğiz ya yardımı da secdede isteyelim. Kendi dilimizde, Türkçe. Zaten başka dille istesen ne istediğini bilmezsin ki. Alnımızı secdeye koyduğumuz zaman ister farz namaz olsun ister sünnet namazı olsun fark etmez, Cenabı Hak’tan isteklerimizi sıralayalım. Her secdede isteyin. Bir seyirci: Namaz bozulmaz mı hocam? Sağlam olur. Bunu söyleyen Peygamberimiz, ben değil. Neydi hadisi şerif? “Secdede iken dua yapmaya gayret gösterin.” diyen Peygamberi efendimiz. Secdelerde duaya gayret gösterin diyor. Rükuda değil, secdede.
Bir seyirci: Namaz içinde mi hocam? Namazın dışında olacak değil canım. E işte bilmediğin için soruyorsun, ben de anlatıyorum. Namazın içinde. Namaz kılarken kişinin Allah’a en yakın olduğu andır çünkü niye? Yapabileceğiniz saygının en büyüğünü gösteriyorsunuz. Sürekli havada taşıdığınız alnı, Allah için yere koyuyorsunuz. Ondan daha fazla yapabileceğiniz bir şey var mı? Hah, işte orada Cenabı Hak’tan isteklerinizi sıralayın, isteyin. Ne isterseniz isteyin.
Evet, şimdi burada bir secde ayeti okuduk. Secde ayeti okunduğu zaman Hanefilere göre secde etmek vaciptir. Ama bunun sağlam bir delili yok. Bir gün Ömer r.a. minberde bir ayet okuyor, secde ayeti. İniyor aşağıya yani hutbe okurken secde ayeti okuyor iniyor aşağıya ve herkesle beraber secde yapıyorlar. Bir başka zaman tekrar secde ayetini okuyor, millet ayağa kalkıyor yani Ömer gelecek secde yapacağız diye. Oturun, oturun diyor. Gerek yok. Yani demek ki her secde ayeti okunduğu zaman secde yapma şart değil. Yaparsanız, tamam. Yapmazsanız da olur.
Böylece dersimizin birinci bölümü bitti. İkinci bölümünde sadece namaz vakitlerinden bahsedeceğiz. Çünkü bazı arkadaşlarımız ısrarla bunu soruyor, epey zamandır soruyor. Ben de söz verdim. Bu derste inşallah ikinci bölümde sadece namaz vakitlerini… Çünkü bazıları 2 vakit namaz diyormuş, bazıları 3 vakit diyormuş, birtakım saçmalıklar dolaşıyormuş internette. Onu burada konuşalım inşallah.