Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahirabbilalemin vel akibetü lil muttakin. Vesselatü vesselamü ala Rasuluna Muhammedin. Ve Ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Kuran-ı Kerimin 87. Suresi olan “El-Ala” Suresine geldik. Bismillahirrahmanirrahim. İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla başlarım.
“Sebbihısme rabbikel ağlâ” “Rabbinin en yüce ismini tesbih eyle, Rabbinin en yüce ismini an.” Ya da “her şeyden yüce olan Rabbine boyun ey ibadet et. Adı her şeyden yüce olan Rabbine boyun ey ibadet et” (Ala 87/1)
“Ellezî halega fesevvâ” “ Yaratan ve eşitleyen odur.” (Ala 87/2)
“Vellezî gaddera” “Güç ve kuvvet veren” “fehedâ. “ “arkasından yol gösteren odur.” (Ala 87/3)
“Vellezî ahracel mer’â.” “Otlağı çıkaran odur.” (Ala 87/4)
“Fecealehû ğusâen ahvâ” “Sonrada şöyle sel önünde giden ve selin kenara attığı, sonrada siyahlaşan bir ot haline getiren odur” (Ala 87/5)
Yani, siz tabiatı önce yeşil görürsünüz sonra sararır, sonra üzerine yağmurlar yağar, yağmurlarda yağınca kararır. Sel kusmuğu diyorlar, sel geldiği zaman selle birlikte otlar ağaç parçaları da gelir onları dışarıya atar , bakarsınız ki o kararır. Bir müddet sonrada artık ,çürür ve toprak haline gelir. Şimdi buraya kadar olan kısmı biraz anlamaya çalışalım;
Buradaki “El-Ala” hem ismin sıfatı olabilir hem Rabbin sıfatı olabilir. Bana göre Rabbin sıfatı olması daha uygundur. Çünkü ondan sonra “Ellezî halega fesevvâ” geliyor. Yani “yaratan ve dengeleyen , eşitleyen odur.” Şimdi “Ellezî halega” “Yaratan “. Yaratmak demek aslında bir şekil değişikliği yapmak demektir. Şimdi bizi oluşturan bütün maddeler , dünya kurulduğu günden beri bu topraklarda vardı. Yani dünyanın kurulması, gıdaların takdir edilmesi gününden itibaren bizi oluşturan maddeler bu toprağın içerisinde vardı. Sonra Allah-u Teala bizi yaratmayı murat ettiği zaman artık o topraktaki maddeler bir araya gelerek yeni bir şekil, işte bizim şeklimizi oluşturdu. Allah-u Teala diyor ki;
“ve bedee halgal insâni min tîn. “ “Allah insanın yaratılışını sulanmış topraktan başlattı.” (Secde 32/7)
Yani insanı oluşturan parçacıklar toprağın sulanmasıyla birlikte oluşmaya başlar. Sulanan topraktan gıdalar alınır o gıdalar annenin ve babanın vücudunda insanı oluşturan tohum haline gelir. Sonra o nutfe halinde yani ana rahminde birleşir, ve sonra o bölünmelerle çoğalır ana rahminin duvarına yapışan bir alaka olur, sonra gelişir bir çiğnem et görüntüsü kazanır. Aslında kesiti tam bir insandır, dıştan baktığınız zaman ağzınızda çiğnediğiniz ve dışarı çıkardığınız bir et parçası gibi gözükür. Arkasından kemiğe dönüşür, sonra kemiklerin üzeri etle doldurulur, sinirler oluşur. Sonra da tesviye dönemi başlar. Tesviye demek; görüntü itibariyle normal bir insana eşitlenmiş demektir. O zamana kadar “halg” o anda artık halg tamamlanmış tesviye olmuş.
“Ellezî halega fesevvâ”
O tesviye dediğimiz işte ayetlere baktığımız zaman, ayetler arası ilişkileri tam kurarsanız , ceninin ana rahmindeki on beş ve an altıncı haftasında olan bir olay bu, on beş ve on altıncı haftada oluyor. O zaman vücuda ruh üfleniyor, ruhun üflenmesiyle cenin tam bir insan haline geliyor. Artık görüntüsü de insan, görüntüsü insan olduğu dönem tesviye dönemi, içine ruhun da üflenmesiyle birlikte tam bir insan olduğu dönem de “Tadil Adele” denen dönemdir.
Bir de “gaddera” ifadesi var. Allah-u Teala yarattığı her şeyin içerisine bir güç koyuyor. Yani yarattığı ne olursa olsun her şeyin içerisine bir güç, kuvvet koyuyor. O güç ve kuvvetle o şey kendisinden bekleneni yapacak güç ve kuvvete kavuşmuş oluyor. İşte bir atom çekirdeğinin içerisine Allah’ın ne kadar büyük güç ve kuvvet yerleştirdiğini bütün araştırmacılar biliyor. Bu atomcuklardan oluşan yeni maddenin içerisine de Allah bir güç yerleştiriyor, insana da güç yerleştiriyor. İşte insanın “gaddera” dediğimiz gücünün yerleştirildiği; belki buna kabiliyetleri dersiniz, başka şeyler söylersiniz. Kendisine ait olan gücün yerleştirildiği dönem işte bu tesviye dönemi ve tadil dönemi. Yani o vücudun oluşması ruhun üflenmesi dönemi. Hadiste de bu dönemde “kaderi belirlenir” ifadesi kullanılıyor, aslında ölçü kaderi değil, kudreti yani o kişinin kabiliyetlerinin belirlendiği dönemdir. Şimdi bizim anladığımız manada ki kader değil. Çünkü o insanları bir eşya haline sokandır o hal bu ki Kuran-ı Kerim eşyanın ölçüsünü farklı insanın ölçüsünü farklı olarak göstermektedir.
“Vellezî ahracel mer’â.” “Otlağı çıkaran da O’dur.” Zaten o ot çıkmazsa topraktan yeryüzünde hayatın olması mümkün değil. Sofranıza bakın, sofranızda ne görürseniz onların tamamı o ota bağlıdır. Ekmeğiniz öyle, peyniriniz öyle, yağınız öyle, balınız öyle her şey şeker öyle, ne aklınıza gelirse otlağa bağlıdır. Ot çıkmazsa topraktan insanların yapabileceği hiçbir şey yoktur.
“Fecealehû ğusâen ahvâ” “Sonra o otu , kuru kapkara bir çalı haline getirir.” Sonra da o çürür tekrar yeni otlar içi gübre haline gelir, tekrar toprağa karışır.
Şimdi bu Sure sebebiyle size daha önceden size verdiğim bir söz vardı. Eşyanın dilinden bahsedecektik Ala Suresini okurken. Belki hatırlarsınız hani Ala Suresini okurken “Kuran’da Eşyanın Dili” konusuna temas edeceğiz demiştik. Bunun sebebi burada ki “gaddera” kelimesidir. Şimdi Kuran-ı Kerimde bir “kadere” var ;
“İnnâ kulle şey’in halagnâhu bigader” “Biz yarattığımız her şeyi bir ölçüyle yaratmışızdır.” (Kamer 54/49) diyor. Bu ölçü yani eşyanın o eşya ne olursa olsun , insan da Arapça açısından şeydir. İnsan da şeydir, canlı cansız bütün varlıklara “şey” denir. Ama biz Türkçede eşya dediğimiz zaman insanı anlamayız. Onun için Türkçe anlaşılsın diye varlıklar demek daha uygun olur. Onun için eşyanın tam Türkçe karşılığı varlıklardır.
Şimdi Allah-u Teala yarattığı bütün eşyaya bir güç verdiğini de ifade ediyor. Onun için o işte burada belirtiliyor. “Halaga” az önce bunu insan için anlatmıştık, hayvanlarda aynı bitkilerde aynı. Bitkiyi topraktan , toprağa bakıyorsunuz bir şey yok. Bir müddet sonra oradan tohum çatlıyor, gelişiyor falan biraz sonra o görüntü itibariyle tam diğer bütün kendi cinslerine eşit hale geliyor. Şimdi Kuranda sadece insan için kullanılan bir kelime var insan da dahil bütün varlıklar için kullanılan bir kelime var. Şimdi insana az önce söylediğim gibi “fesevva kefe adelek” ayetinde olduğu gibi “tesviye ve tadil” kelimesi kullanılıyor. Ama bütün varlıklar için sadece tesviye kelimesi kullanılıyor. Yani kendi hemcinslerine eşitlenme . İnsanoğlu da hemcinsine eşitleniyor ana rahmindeyken, kendi gibi insanların taşıdığı bütün görüntüdeki özelliklere sahip hale geliyor bir de tadil. O Tadil olayı vücuda ruhun üflemesi olayıdır bu eşyada yok. Yani insanın dışındaki varlıklarda bu yok. Ama kendi cinsine eşitlenme hali bütün varlıklarda var. İnsanın farkı ona ayrıca Cenab-ı Hakkın ruh üflemesidir. Bu insanı farklılaştırıyor. Ona da “tadil” kelimesi kullanılıyor.
Onun için “Vellezî gaddera feheda” o “gaddera” da bütün varlıklar için söz konusu. Yani Allah hangi varlığı yaratırsa içine bir güç yerleştirir. “gaddera” başka dedik az önce “kadere” başka .” “kadere” onun standartını belirlemek “Gaddera” de içerisine güç yerleştirmektir. İnsanlara da bütün bitki, hayvan ne varsa içine bir güç yerleştiriyor. “Feheda” ve kendi yolunu gösteriyor. İnsana da gösteriyor, taşa da, toprağa da, göklere de , yere de her şeye de gösteriyor yolunu. O gösterilen yolla ilgili şimdi birtakım ayetleri okuyacağım size. Yani eşyanın dili derken varlıkların dili derken esas bunu kastederek size bunu söylemiştim. Yani varlıkların içine yerleştirilen güçlerden birisi de konuşma yeteneğidir, dili. Şimdi biz Kuran-ı Kerimden göklerin ve yerin dilinin olduğunu öğreniyoruz. Kuşların dilini de biliyoruz zaten. İnsanıların , meleklerin, cinlerin de dilini biliyoruz. Ama bize ters gelen sadece bilmediğimiz göklerin , yerin ve eşyanın dilidir. 41. Sureyi açalım , 478. Sayfa , 9. Ayetten itibaren okuyacağız.
“Gul einnekum letekfurûne billezî halegal arda fî yevmeyni” “De ki ; siz misiniz şu toprağı iki günde yaratan Allah’ı görmezlikten gelen , Onu görmezlik ediyorsunuz bunu siz mi yapıyorsunuz?” “ve tec’alûne lehû endâdâ” “Ona benzer varlıklar oluşturuyorsunuz zihninizde “ “zâlike rabbul âlemîn” “işte bu torağı yaratan var ya tüm varlıkların sahibidir, bütün varlıkların sahibidir.” (Fussilet 41/9)
“Ve ceale fîhâ ravâsiye min fevgıhâ” “Üstten aşağıya doğru Allah bunların demirlerini oluşturmuştur, yani baskılarını yani dağlarını oluşturmuştur. Üstten aşağıya dağları oluşturmuştur.” “ve bârake fîhâ” “içerisine bereket koymuştur toprağın “ “ve gaddera fîhâ” “ onun içerisindeki , ölçüsünü , kuvvetini , etkisini oluşturmuştur.” “agvâtehâ” “yiyeceklerinin “
Yani her bir yiyeceğin gücü , kuvveti, standartları farklıdır. Bütün bunların ölçüsünü , ölçeğini , formülünü toprağın içerisinde oluşturmuştur Allah. Hangi şartlarda biber oluşur, siz o şartları oluşturdunuz mu biber elde edersiniz. Hangi şartlarda domates, hangi şartlarda şeker kamışı, hangi şartlarda şu bu. Bütün formülleri Allah toprağın içerisine yerleştirmiştir.
“fî erbeati eyyâm” “dört günde” Demek ki ilk iki günde yaratılış , iki günde bu şeylerin yiyeceklerle ilgili ölçülerin oluşturulması dört gün. “sevâel lis sâilîn” “bunlar , bu yiyecekler ve konulan bu standartlar , ölçüler arayanlara eşit uzaklıktadır. Hiç kimseye ayrıcalık tanınmamıştır.” Kim konan şartlara uygun hareket ederse o gıdayı elde eder. Kim şartına aykırı hareket ederse elde edemez. Herkese eşit uzaklıktadır bu yiyecekler. Çalışan kazanır , çalışmayana bir şey yok. Çalışmak değil tabii, bir de o gerekeni bilmek lazım. Bilgi ve güce sahip olmak lazım. (Fussilet 41/10)
“Summestevâ iles semâi” “ Sonra Allah göğe yönelmiştir.” “ve hiye duhânun” “Allah göğe yöneldiği zaman gök toz bulutu halinde bir duman gibi.”
Şimdi Allah-u Teala diyor ya bir ayette , Enbiya Suresi 30. Ayet, 21. Sure 30. Ayet, 325. Sayfa;
“E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratgan” “Şu kafirler görmediler mi , yani yaptıkları ilmi araştırmalarla görür gibi öğrenmediler mi? Gözleriyle görmüş gibi yani kesin bir bilgiye ulaşmadılar mı? Gökler ve yer bir bütün halindeydi yani tek parçaydı.” “fefetagnâhumâ” “O ikisini patlattık.” “ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy” “Her canlıyı sudan oluşturduk” “efelâ yué’minûn” “inanmayacaklar mı? Bunu görsünler de inansınlar.” (Enbiya 21/30)
Şimdi burada siz benim “patlattık” diye verdiğim anlamı “ikiye ayırdık “ diye göreceksiniz tefsirlerde . Neden bu “patlattık” manasını verdiğimizi şimdi siz düşünün bakalım. Bu sorunun cevabını siz verin. Bakın şu ayette diyor ki;
“Yerleri”.
BİR KATILIMCI: Güneş.
A.BAYINDIR: Güneş değil. Güneş ne ki onun içerisinde , güneş küçücük bir şey. Gökler ve yer diyor , güneş dediğin ne senin. Onun içerisinde küçücük bir madde o, küçük bir parça. Şimdi bak ne diyor ayet-i kerime , tekrar dikkatle takip edin.
Şimdi yeri yaratmış yani yerküreyi yaratmış, iki günde. Ve toplam dört günde gıdalarının da bütün formüllerini de. Toprağın içine bereketi yerleştirmiş. Yerin yaratılışı bittikten sonra “Summestevâ iles semâi ve hiye duhânun” “Göğe yönelmiş gök duman halinde , yani toz bulutu, gaz bulutu da denilebilir yani o halde.” Evet eğer ikiye ayrılsaydı duman halinde olur muydu? Olmazdı . Onun için “fefetagnâhumâ” ya “ikiye ayırdı” değil “patlattı” diye mana vermemiz gerekiyor. Çünkü kelimelerin anlamı öncelikle Kuran’dan çıkarılmalıdır. Bu açık değil mi? O zaman demek ki o bir bütün halindeydi Allah patlattı tamamı gaz bulutu haline geldi , onun bir kısmıyla yeri yarattı kalanı öyle gaz bulutu halindeyken göğe yöneldi. İşte ondan sonra güneş oluştu o gaz bulutundan .
“fegâle lehâ” “O gaz bulutu halindeki ğöğe” “ve lil ardıé” “ve yaratılmış bütün gıdaları yerleştirilmiş olan yere Allah şöyle dedi” “tiyâ tav’an ev kerhâ” “isteyerek ya da istemeyerek , isteyerek ya da zorla emrime gelin”
Hani “feheda” var dedi ya az önce “ellezi gaddera feheda “ yani “ istesende istemesende bu yoldan gideceksin “ diyor Allah-u Teala göklere ve yere .
“gâletâ” “Gök ve yer konuştu” Ne dediler ? “eteynâ tâiîn” “isteyerek geldik dediler.” Bak şimdi burada bir ; konuşma , göklerin ve yerin konuşması var değil mi? İkincisi de ; isteme ya da istememe özellikleri var. İstemeseler de yapacaklar ama seçimleri yok, “isteyerek yaptık” diyorlar. İsteyerek boyun eğdik diyorlar.
Allah insanı da yarattı yolu gösterdi ondan sonra insana ne dedi?
“İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkirav ve immâ kefûrâ” “İnsana o yolu gösterdik , ister şükreder doğru gider ister kafirlik eder yanlış gider.” (İnsan 76/3)
İnsanda seçim hakkı var. Yapmak da yapmamak da ama göklerde ve yerde seçim hakkı yok istese de istemese de onu yapacak. İşte insanın kaderi , iyilikte kötülükte yapabilecek şekilde yani ölçüsü o şekilde konmuştur ve her insanda vardır bu. İyiyi de yapabilir kötüyü de ama göklerin ve yerin kaderi öyle değil. İstese de emirden dışarı çıkamaz. Yani bizim gelenekte insanlar için anlatılan kader aslında insanların değil göklerin ve yerin kaderidir. İnsanların haricindeki işte göklerin ve yerin kaderidir, her şey dersek o zaman başka cinler de girer oraya.
“Fegadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni” “Allah gökleri iki günde yedi gök olarak tamamladı.”
Bakın yere kaç gün zaman ayırdı ? Dört gün . Önce hangisi yaratıldı? Yer. Sonra gökler yaratıldı. Genel anlayış bunun tam tersi değil mi? Yani yeryüzü gök cisimlerinin bir parçası sayılır. Onun için yeryüzü son derece önemli.
“ve evhâ fî kulli semâin emrahâ” “Allah her semada , o gök de, o yedi kat semanın içerisinde o göğün emrini vahyetti yani o göğün görevlerini o sema içerisinde belirledi.” Ve o semanın o emre aykırı davranması da mümkün değildir ama isteyerek yapıyor asıl mesele o. İsteyerek yapıyor yani isteme ya da istememe özelliği var ve konuşma özelliği var. “ve zeyyennes semâed dunyâ bimesâbîha” “En yakın göğü, yani birinci kat olanı, yıldızlarla süsledik, kandillerle süsledik. “ O zaman bizim gördüğümüz yıldızların bulunduğu gök birinci kat. Astronominin üzerinde çalıştığı gök hangisi ? Birinci kat. İkinciye üçüncüye belki o kara delikler dedikleri yer diğer katlara giden yollar olabilir. Çünkü ğöğün kapılarının olduğunu da Cenab-ı Hak bize bildiriyor. Göklerin kapılarından da bahsediyor.
“ve hıfzâ” “ve mahfuzda kıldık , korunmuş da kıldık.” Birinci kat semayı. Zaten o birinci kat sema da aynı zamanda “Lehv-i Mahfuz “ da var. “Meleği Ala” dır orası aynı zamanda, onun için Allah-u Teala ;
“Felâ ugsimu bimevâgıın nucûm” “Yıldızların bulundukları yerlere yemin ederim” (Vakıa 56/75) diyor, çünkü orası çok önemli.
“Ve innehû legasemul lev tağlemûne azîm” “Bilseniz bu büyük bir yemindir” (Vakıa 56/76) Bu ne? Oranın önemini gösteriyor. Yıldızların bulunduğu yerin önemini gösteriyor.
“zâlike tagdîrul azîzil alîm. “ “İşte bu her şeyi bilen ve güçlü olan Allah’ın hem toprağa, hem göklere verdiği güçtür” (Fussilet 41/12) Toprağa verdiği güç ne ? Her çeşit yiyeceklerin formülleri var, yeter ki ona ulaşsın herkese eşit, Müslüman , kafir ayrımı olmaksızın. Göklerin de kendine göre bir gücü ve kuvveti var. Ama burada bizim bugünkü konumuz neydi? Bunların konuşması. İsteyerek yada istemeyerek gelin dedi yani istemesen de benim emrimi tutacaksın. Onlarda “isteyerek geldik” diye cevap verdiler. Onların emre itaatsizlik yapma imkanları yok ama insanların emre itaatsizlik yapma imkanı olduğu için ;
“İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkirav ve immâ kefûrâ” “İnsana o yolu gösterdik , ister şükreder ister nankörlük eder.” (İnsan 76/3) Kendisine kalmış ama “İnnâ ağtednâ lilkâfirîne selâsile ve ağlâlev ve seîrâ” “kafirlik eden etsin ama sonunda zincirler , kelepçeler ve alevli ateş hazırlamışızdır.” (İnsan 76/4) Sonucuna dayanıyorsa istediğini yapsın.
Şimdi Rasim Hoca diyor ki ;
“Tamam yerlere gıda yerleştirilmiş ama o gıda için gereken yağmur da gökte var yani atmosferde var , su da oradan aşağıya iniyor buna ne diyeceksiniz.? O işte gereken oksijende orada var.“
Şimdi , bu sorunun cevabı bana göre ayetin içerisinde var , birinci kat gök yıldızlarla, kandillerle donatılmıştır dediğiniz zaman, demek ki kandillerin bulunduğu yerden birinci kat başlıyor. O zaman oraya kadar olan dünyaya tabi.Yani o yıldızların bulunduğu kısım ayrı, çünkü onlarla dünya arasındaki..Siz güneşi de yıldız sayabilirsiniz belki ama “misbah” dediğine göre o da yıldız sayılması gerekiyor, ama güneşler dünya arasındaki boşluk , demek ki onun bir kısmı dünyaya tabi bir kısmı şeye tabi . Yani dünyanın atmosferi diyoruz bugün yani dünyanın çevresi o da dünyaya ait sayılıyor. Bura da hava dememiş , hava deseydi öyle düşünülebilirdi. Yıldızların bulunduğu yere birinci kat sema diyor oraya kadar bir sürü boşluk var. Her semanın içerisinde her semanın emrini vahyetti ama o semayla alakalı dünyayla değil.
Şimdi, gökler ve yer Allah’a söz vermişler, İnşikak Suresinde daha önce okumuştuk yani 84. Sure ki bizim şu anda okumakta olduğumuz Ala Suresinden önce geliyor . Yani bir sayfa çevirirseniz geriye 590. Sayfa , burada diyor ki;
“İzes semâun şeggat” “gök ikiye ayrıldığı zaman “ Ne zaman ayrılıyor? “Ve ezinet lirabbihâ” “Rabbine kulak vermiş “ “ ve huggat” “ve haklı çıkarılmış. “ Yani “eteynâ tâiîn” dediler ya zamanında ilk yaratılışta. Yani “Yarabbi isteyerek sana boyun eğdik.” İsteyerek boyun eğdiği sonunda onaylanıyor, görevi tamamlamış oluyor gökler ve o zaman ikiye çatlıyor, yarılıyor yani gökler.
“Ve izel ardu muddet.” “Yer de uzatıldığı zaman” tabii bu dağlar yürütülüyor yer büyüyor. İşte geçende Almanya’ya doğru giderken uçaktan bir baktım. Yani şu dağlar baya büyük yer işgal ediyor. Bakıyorsunuz ki dağlar çok geniş yer işgal etmiş , yerleşim bölgeleri onun eteklerindeki küçücük yerler. Ve orada düşündüm , acaba dedim , bir hesap yapılsa , bu dağların yürütülmesi ile birlikte dağlarda bulunan taş ve toprağın çukurları doldurması . Bir de denizin diplerinden o lavların yukarı çıkmasıyla meydan gelecek ilave çukurların sularla dolması . Böylece bu gösteriyor ki denizler azalacak saha itibariyle , su miktarı itibariyle değil biraz daha çukur artar . Şey manasında artar yani aşağıdan dışarıya bir patlama olacağı için ama kara uzayacak. Yani dağlar tıraşlansa , düzeltilse ve bunların işgal edecekleri yeni yerler falan o zaman ““Ve izel ardu muddet.” “Yer de uzatıldığı zaman” ifadesi daha net bir şekilde anlaşılabilir. Yani bugün kü imkanlarla bunu hesap etmek zor olmaz herhalde.
“Ve elgat mâ fîhâ ve tehallet” “Yer kendi içinde bulunanı dışarıya çıkarmış ve tamamen boşalmış vaziyette olacak.” Artık , Adem (A.S.) dan son insana kadar bütün ölen insanlar ve hayvanlar yeniden dirilmiş olarak kalkacaklar. “Ve ezinet lirabbihâ ve huggat.“ “O da Rabbine boyun eğmiş (hani isteyerek geldim demişti ya) Allah’ a itaatsizlik etmediği yani isteyerek vazifesini (itaatsizlik etmek olmaz da) görevini isteyerek yaptığı yani istemeyerek değil isteyerek yaptığı tespit edilecek ve haklı çıkarılacak” O zaman da o yaratılmış olan o yerin ve göğün görevi bitmiş oluyor artık yeni şekliyle yeni bir hayat başlıyor. Onun için haklı çıkarılma olayı var buna dikkatinizi çekerim. Haklı çıkarılma olayı var çünkü baştan verdikleri söz var “isteyerek geldik” . İsteyerek geldiklerinin tespitinden de bahsediyor Ayet-i Kerimede.
Göklerin ve yerin konuşmasından bahsetmiştik. Gökler ve yer emir de alıyor. Allah göklere emir veriyor , yerin parçacıklarına da emir veriyor. 11. Surenin 44. Ayetini açın 227. Sayfa . Nuh (A.S.) zamanında oradaki tufandan bahsediliyor, her tarafı sular basıyor bildiğiniz gibi her yeri su oluyor yeryüzünün sular basıyor. O zaman Allah-u Teala emir veriyor;
“Ve gîle yâ ardubleî mâeki” “Toprağa dendi ki; toprak suyunu yut.” “ve yâ semâu agliî” “Ey gök sen de suyunu tut. “ Ey yer suyunu tut ey gök suyunu tut. (Hud 11/44)
Bakın muhatap alınıyor ve emir veriliyor.
“ve ğîdalmâu” “Sular çekildi” “ve gudıyel emru” “İş tamamlandı” “vestevet alel cûdiyyi” “Gemi Cudi Dağı üzerine kondu.” ve gîle buğdel lilgavmiz zâlimîn” “Dendi ki; zalimler topluluğu defolup gitsin ya da gittiler.” (Hud 11/44)
Bir de İbrahim (A.S) ile ilgili , 21. Sure 69-71. Ayetler . Hani İbrahim (A.S) ‘ı Nemrut ateşe atmıştı biliyorsunuz.
“Gâlû harrigûhu vensurû âlihetekum in kuntum fâılîn” “Yapacaksanız İbrahim ‘i yakın tanrılarınıza yardım edin” (Enbiya 21/68) İşte o İbrahim’i ateşe attıkları zaman;
“Gulnâ” “Dedik ki” “yâ nâru” “Ey ateş.” “kûnî berdev ve selâmen alâ ibrâhîm.” “İbrahim ‘ e soğuk ol ve selamet yani İbrahim ‘ i esenlikte tut, İbrahim’e zarar verme.” (Enbiya 21/69) Emri alınca ateş yakmıyor artık.
“Ve eradû bihî keyden fecealnâhumul ahserîn” “Onlar İbrahim’e tuzak kurmak istediler biz de onları kaybetmişlerden yaptık.” (Enbiya 21/70)
Bir de Kuran-ı Kerimde göklerin ve yerin üzüldüğünü de görüyoruz. Bazen gökler ve yer üzülüyor. Yani biz cansız diye üzerlerinden geçip gidiyoruz . Şimdi aklıma geldi, rahmetli babamın mesleği keresteciliktir. O zaman bize ceviz kerestesi kütükleri getirlirdi. Bazen cevizin bakarsınız ki bir an da cevizin öyle bir noktası olurdu ki . O yanında yapılmış olan bir olayın fotoğrafını alıverirdi siz de onu biçerken bulurdunuz. Ceviz de bu oluyor. Şimdi mesela biz bilmiyoruz, belki şu konuşmalarımız şu cansız varlıklar tarafından tespit ediliyor hani işte CD ler nedir ? Cansız varlıklar değil mi ? Üzerine yazı yazmayı öğrendiğimiz için yazabiliyoruz. Telefonlarda öyledir. Bunun usulünü asıl dersin sonunda anlatacağım , asıl istifade edeceğimiz Allah gökleri ve yeri bizim emrimize verdiğine göre bunun manası biz bunlardan istifade edebiliriz , bunun peşine düşmemiz lazım. Allah onları çünkü bizim emrimize vermiştir.
19 . Sure 80 ve 81 , gökler ve yer nasıl üzülürmüş onu görelim. 312. Sayfa
“Ve gâluttehazer rahmânu veledâ” “Dediler ki; Rahmanın çocuğu oldu. Rahman kendisine bir çocuk edindi” “Legad cié’tum şey’en iddâ” “Siz çok çirkin bir iddiada bulundunuz. Ortaya çok çirkin bir şey attınız.” “Tekâdus semâvâtu yetefettarne minhu” “Bundan dolayı neredeyse gökler parçalanacak gibi oldu” Yani bu söze gökler öylesine üzülmüş ki kendilerini parçalayacak gibi son derece sinirlenmişler. Neredeyse parçalanacak gibi oldu. “ve tenşeggul ardu” “yer yarılacak gibi oldu” “ve tehırrul cibâlu heddâ” “yerler , dağlar yerle bir olacak gibi, yıkılacak gibi oldu.” Niye? “En deav lirrahmâni veledâ” “Rahman’ın çocuğu var iddiasında bulundukları için.” (Meryem 19/80-91) Bundan dolayı böyle büyük bir tepki gösteriyorlar.
Yine Firavunla ilgili olarak, ben sadece buradan okuyayım onu, ben sadece şuradan okuyayım, fazla zamanımız şey yapmasın diye . Çünkü zaman iyice daraldı. Duhan Suresi 44. Sure 17-29 ;
“Firavunun kavmine bir elçi gelmiş onlara şöyle demişti; Allah’ın kullarını bana teslim edin, ben size gelmiş güvenilir elçiyim. Allah’a baş kaldırmayın , çünkü ben size apaçık bir belgeyle geldim. Beni taşlarsınız diye benim de Rabbim Sizinde Rabbiniz olan Allah’a sığındım. Bana inanmadıysanız bari önümden çekilin. Sonra Rabbine yalvardı, bunlar bir suçlular topluluğu dedi. Allah şöyle buyurdu ; öyleyse kullarımı geceleyin yola çıkar ama takip edileceksiniz. Denizi açık bırak çünkü onlar boğulacak bir ordudur. Geriye neler bıraktılar neler , ne bahçeler ne pınarlar , ne ekinler ne değerli makamlar , içinde rahat ettikleri ne nimetler. İşte böyle , oraya başka bir kavmi kondurduk onlara ne gök ağladı ne de yer. Onlara da aman verilmedi.“
Demek ki bazen gökler ve yer ağlarmış. Ama ağlamamış onlara günahkar oldukları için. Bir de dağlar ve taşlarla ilgili şey var orayı da okuyayım, diğerleri daha sonraya kalsın. Bakara 74. Ayet ;
“Taş vardır içinden ırmaklar fışkırır , taş vardır çatlar da içinden sular fışkırır, taş vardır Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır. İşte Allah korkusundan aşağıya yuvarlanıyor. “
Haşr Suresi, 59. Sure 27. Ayet ;
“Biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirseydik, Allah korkusundan başını eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu örnekleri insanlara veriyoruz belki düşünürler.”
Evet böylece dersin bu bölümünü bitireyim, haftaya Allah nasip ederse çok önemli bir konu üzerinde duracağız , buna da devam ederiz. Bu hafta bizim Enes Hoca, Mehmet Tuzcu Hoca , Abdurrahman Hoca. Bizim bu hocalarla tam anlaşamadık , mutabakat olmadı , bir hafta daha üzerinde düşünelim ondan sonra İnşallah haftaya hem bununla ilgili hem tamamlayıcı bilgileri okuyacağız hem de insan eşya karşılaştırması yapacağız Allah nasip ederse. Şimdi dersimizin birinci bölümü bitmiş oldu.