“Elhamdulillahi rabbil alemin, vel akibetü lil müttakin, vessalatu ves salamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.”
Bu gün yine Ali İmran Suresine devam ediyoruz. Bu gün okuyacağımız ayetler ehli kitapla ilgili. Ehli kitap, biliyorsunuz ellerinde Allah’ın kitabı olan ve Allah’a o şekilde inanan, o şekilde bir dine mensup olan kimseler. Bizde ehli kitap dendiği zaman akla gelen Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ama onun dışında da ehli kitap var. Mesela bu gün Irak tarafında yaşayan Sabiiler var. Esasen İran’da olan ama dünyanın bir çok yerlerine dağılmış olan Mecusiler var. Sabiilerin elinde Ginzalar, Mecusilerin elinde Gatalar var. Bunlar da Yahudi ve Hıristiyanlar gibi bir kitaba sahip olan ve ehli kitap olarak kabul edilen gruplardır. Ama Kur’an’ı Kerim’de ehli kitap denince ilk akla gelen Yahudi ve Hıristiyanlardır.
Şimdi, Ali İmran Suresinin 98. ayetinden okumaya başlayacağız. Burada Allahu Teala şöyle diyor: “Gul ya ehlel kitap, onlara şöyle de, ey ehli kitap, elinde kitap olanlar. Lime tekfurune bi ayatillah. Niye Allah’ın ayetlerini görmezlikten geliyorsunuz?” İşte size Allah’ın elçisi geldi ve işte beklediğiniz son nebi geldi. Ona inanma mecburiyetinizin olduğunu da gayet iyi biliyorsunuz. Ama Allah’ın ayetini görmezlikten gelerek, Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelerek o nebiyi inkar ediyorsunuz. Ya da bu günkü ehli kitap, Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah’ın son nebisinin geldiğini bile bile, hepsi değil de önemli bir bölümü inkar ediyor. Çünkü bir kısmının henüz haberi yok! Haber verilmiyor onlara. Şimdi henüz haberi yok derken, bazıları buna biraz şaşırıyor. Ben şimdi size bir şey söyleyeyim, müslümanların çoğusunun da müslümanlıktan haberi yok. Yani müslümanlıktan haberi olmak için Allah’ın kitabını bilmek lazım! Yani bir insan müslümanlığı, falan hocadan, filan hocadan öğrenmişse o hoca kim olursa olsun, müslümanlığı öğrenmiş sayılmaz. Ama o hoca müslümanlığı ona Kur’an’dan öğretmişse öğrenmiş olur. Ya da bir başkası Kur’an’ı Kerim’den öğretmişse, öğrenmiş olur.
Neden biliyor musunuz? Şimdi “la ilahe illallah” yer yüzünde yaşayan her insanın kolayca söyleyebileceği bir sözdür. “Allah’tan başka ilah yoktur.” Onun için en dinsizi de, en ateisti de, hepsi de Allah’ın varlığı konusunda en küçük şüphe taşımaz. Allah’ın yanına ikinci bir tanrıyı da tanrı olarak koymaz. Aracı olarak koyar da, küçük tanrılar şeklinde ama Allah’ın seviyesinde hiç kimseyi görmez. Tamam! “La ilahe illallah” dedik. Ondan sonra ne diyoruz? “Muhammedun rasululah” diyoruz değil mi? “Muhammed Allah’ın elçisidir.” Nereden biliyorsun Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu? E din kitaplarında okuduk. Ya yanlış yazmışsa? Hıristiyanların din kitabında da İsa Allah’ın oğludur diye yazıyor. Eğer din kitabında okumak, bu konuda insana bir şey veriyorsa, gerçek bir bilgi veriyorsa tamam! O da kitabında, İsa Allah’ın oğludur diye okuyor. E hocalarımız böyle anlattı. Olmaz! Şimdi sen diyorsun ki: “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluh” diyorsun. “Ben şahidim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir” diyorsun. Nasıl şahitlik ediyorsun? Allah ona elçilik verirken orada mıydın? Hiç kimse orada değildi. Ebubekir (r.a.) da dahil hiç kimse orada değildi. Pekiyi, Ebubekir nasıl inandı Muhammed (s.a.v.)’e, Allah’ın elçisi olduğuna? O kitabın ayetlerini dinlediği zaman baltı ki, bu sıradan bir kişinin söyleyeceği bir söz değil! Bu ancak Allah’ın sözü olabilir. Allah’ın sözünü getiren de ancak Allah’ın elçisi olur. İşte o zaman “eşhudu” diyecek noktaya geldi. Pekiyi bu gün İslam aleminde ben müslümanım diyenlerden kaç tanesi Allah’ın kitabı üzerinde düşünüp de işte bu Allah’ın kitabıdır diye kendi kişisel kanaati oluşması lazım! Babam öyle diyor olmaz! Okulda öyle söyleniyorla olmaz! Bu milletin hepsi yalan söylüyor mu diye olmaz! O zaman o insanları tastik etmiş olursun. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğunu değil. Kendine kişisel bir kanaat oldu mu? Bu ancak Allah’ın elçisi olur, başka bir şey olmaz diye kişisel bir kanaat hasıl olmadıysa senin “eşhedu” demen hikayedir yani. Öyle demek gerekiyor, demişsin.
Bu sebeple, bu gün medreselerde okuyan, ilahiyat fakültelerinde okuyan, müftülük yapan, vaizlik yapan kişilerin çoğusuna tebliğ ulaşmamıştır. Yani İslamın tebliği ulaşmamıştır. Nasıl ulaşmamış da onlar İslamı tebliğ ediyorlar? Meslek gereği yapıyorlar. Onun için de bir şey ortaya çıkmıyor. Ortaya bir şey çıkmıyor. Çünkü onların çok büyük bir bölümü dini Allah’ın kitabından öğrenmemiştir. Ondan dolayı Allah’ın kitabından anlattığınız zaman, mesela siz gidiyorsunuz, yılların alimi, o büyük hocası olarak saygı duyduğunuz, gerçekten saygı duyduğunuz kişiye bir iki ayet okuduğunuz zaman şok olup dönüyorsunuz. Öyle değil mi? Şaşırıp dönüyorsunuz. O da sizi dinlediği zaman şaşırıyor. Çünkü siz diyorsunuz ki çok tabii bir şey, bunu zaten bu hocam çok iyi biliyordur, bir şey soruyorsunuz, bir ilerisini öğrenmek istiyorsunuz. Ama oraya kadar olanı zaten bilmiyor ki, ilk defa sizden duyuyor. Pekiyi, müslümanlar böyleyse, yani bu gün müslüman dediğimiz kişiler “eşhedu” deme hakkını henüz elde edememişlerse, sadece bir ezber söyleniyor. Ezber söyleniyor, o kadar! Yani ben şahidim, ben tanığım, ben kesin olarak biliyorum diye bir şey yok! Bak, “la ilahe illallah” konusunda herkesin şahitliği vardır. Yediden yetmişe, yeryüzünde yaşayan her insanın şahitliği vardır. Çünkü her insan onu Allah’ın yarattığı ayetleri gözlemleyerek anlar ve kavrar. Babası öyle dediği için değil! Ama “Muhammedur rasulullah”a gelince burada Allah’ın kitabından bunu öğrenme mecburiyeti var. Allah’ın elçisi, işte o zaman İslam tebliğ edilmiş olur. Pekiyi müslğmanlar, işte Avrupa’da, Amerika’da bir çok yerde olan topluluklara diyorlar ki, İslam diye bir din var. Tamam! Pekiyi, kendisi Kur’an’dan haberdar olmayan müslümanlar, karşı tarafa Kur’an’ı tebliğ eder mi? Nasıl edecek?
Şimdi Ali İmran Suresinin 81. ayetini okumuştuk. Lütfen bir daha açalım! Siz kendinizi bir Yahudi ve bir Hıristiyanın yerine koyun! Yani Cenabı Hak’kın bir lütfu olarak bir İslam ülkesinde doğmuşsunuz. Kudüs’te de doğabilirdiniz, hepimiz için aynı şey söz konusu, ya da işte Moskova’da ya da Amerika’da, dünyanın her hangi bir yerinde doğabilirdik yani. Siz kendinizin, yani diyorlar ya, empati yapmak yani, kendini onun yerine koymak. Kendinizi bir Yahudi, bir Hıristiyanın yerine koyun! Ve o Ali İmran Suresinin o ayetine göre kararınızı verin bakalım! Bak diyor ki orada Allahu Teala: “Estauzubillah, ve iz ehazallahu misakan nebiyyin. Allah nebilerden kesin söz aldığında.” O nebilerden mesela, Yahudi ve Hıristiyan diyelim. Birisi Musa (a.s.), birisi de İsa (a.s.)’dır değil mi? Onlardan bir tanesi. “Lema ateytukum min kitabın ve hikmeh. Size bir kitap ve hikmet veririm de.” İsa (a.s.)’a verilen kitap ne idi? İncil! Musa (a.s.)’a Tevrat! İsa (a.s.)’a Tevrat da verildi. Tamam, elimizde Kitabı Mukaddes var diyecek Hıristiyan, Yahudi de elimde Tevrat var diyecek. Tamam! “Sümme caekum rasulun. Sonra size bir elçi gelir.” Nebiyun demiyor, elçi! Çünkü Muhammed (a.s.) o zaman ancak gelebilirdi. O ki, kendi de gitmemişti. Mesela Herakliyus’a bir elçi göndermişti. İşte o rasul! Rasul, elçi demektir. Nebi, Allah’tan vahiy alandır. Rasul, alınmış vahyi tebliğ edendir. Her nebi rasuldür. Çünkü Allah’tan aldığını mecburen tebliğ edecek. Ama her Rasul nebi değildir. Yani bize Kur’an’ı Kerim inmemiştir ama inen bu Kur’an’ı Kerim’i insanlara ulaştırma görevimiz vardır. Ulaştırdığımız zaman rasul oluruz. Yani Allah’ın Rasulü bu gün olsa, ne yapacaksa bizim yapma görevimiz var. Ama biz vahiy alamayız. Allah’ın indirdiği işte bu! Bunun ne bir fazlası, ne bir noksanı, neyse gidip anlatırız. Şimdi size bir rasul gelse, “musaddikun lima maakum.” Geldi. Şimdi Hıristiyanın yanına gittiğimizi düşünün. “Sizinle beraber olanı tastik eden.” Ne dememiz lazım, önce Hıristiyana? Sizin Kitabı Mukaddes’iniz, Tevrat ve İncil tahrif edilmiştir mi dememiz lazım? Ne diyeceğiz? Musaddik, tastik edecek. Bunlar Allah tarafından indirilmiş olan kitaplardır dememiz gerekiyor. Çünkü musaddik diyor ya, tastik edeceksiniz. Efendim, içinde bir takım şeyler var, uydurmalar, falan filan! Yav kardeşim, o Tevrat’ın, İncil’in orjinali yok. Bu Kur’an’ı Kerim’in orjinali olduğu halde ayetlere ne kadar yanlış mealler verdiğini görmüyor musunuz? Ayetle alakalı olmayan, onda da olur bu tip şeyler. Şimdi o yanlış meallerden dolayı Kur’an okumayın diyor muyuz? Meal okumayın diyor mu? Orada da ana gövde duruyor. “Musaddikun lima maakum. Sizinle beraber olanı tastik eden bir elçi gelirse.” Geldi. Pekiyi ne yapacağız? “Le tuminunne bihi. O elçiye kesinlikle inanacaksınız.” Niye? Yani sana inanacak. Sana inanmazsa senin elindeki kitaba inanmaz ki! Yani senin doğru bir tebliğ ile gidebilmen için bir hıristiyana, bir yahudiye. Önce tastikle gideceksin. Ondan sonra da diyeceksin ki: İşte Allah’ın son elçisi gelmiştir. İşte kitap bu, bu kitapta da Allah, sizinle ilgili şunu, şunu söylüyor dedikten sonra “ona mutlaka inanacaksınız. Vele tensurunnehu, ona kesinlikle yardımcı olacaksınız.”
O zaman bizim görevimiz ne? Bu insanların yanına tastikle gideceğiz. Sizin nebiniz İsa (a.s.), Allah’ın kulu ve elçisidir. Onlar da zaten öyle olduğunu biliyor. Tanrı falan diyorlar ama hiç birisinin içine yatmıyor bu! Hiç birisi bunu, öylesine konuşuyorlar. Zaten anlaşılmaz diyorlar, işte akılla çözülmez diyorlar, bir sürü oyunlar oynuyorlar. Ama şunu da diyorlar: İsa Allah’ın kulu ve elçisidir diyorlar, onu da söylüyorlar. Şimdi, ve yanınızdaki kitap da Allah’ın kitabıdır, tamam! Siz bunu dedikten sonra ve Allah’ın kitabını da okuduktan sonra sorumluluk kime düşüyor? Kime düşüyor Enes Hoca? Artık karşı tarafın değil mi sorumluluk? Ben vazifemi yaptım. Allah’ın kitabını getirdim sana, okudum, senin elindeki kitabı da tastik ettim, senin nebini de tastik ediyorum. Öyle bir ortam doğduğu zaman karşı tarafın görevi başlar. “Le tuminunne bihi. Kesinlikle ona inanacaksınız. Vele tensurunnehu, yardımcı olacaksınız.”
Şimdi bu gün müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanlara böyle mi gidiyor? Hiç böyle giden gördünüz mü? Bizim hani dini kitap dediğimiz kitaplar, keşke o kitapların hiç birisi olmasa! Hiç olmazsa önümüzde engel olmaz. Yani bu dini öylesine yanlış anlatıyorlar ki! Çünkü o kitapları okuyanlar kendilerini hoca zannediyor. Çıkıp etrafa onları anlatmaya başlıyorlar, Allah’ın kitabı ve Rasulullah’ın sünneti kayboluyor orada. Açın şeylere, mesela bizim imanın şartlarından bir tanesi de “ve kutubihi” değil mi? Allah’ın kitaplarına inanmak. Pekiyi onu anlatan yerlerde ne görürsünüz? Tevrat, İncil tahrif edilmiştir, işte şöyle olmuş, böyle olmuş falan. Yav sen tahrif, tamam, yanlışlık senin meallerinde bile var, orijinal metni olmasına rağmen. Sana Allah böyle bir görev verdi mi? Şeyde, mesela İncil’le ilgili olarak konsiller oluşmuştur biliyorsunuz. İşte 300 yılında Antakya’da, ondan sonra Efes’te sonra İznik’te 450’de en son Kadıköy’de. Ve Hıristiyanlık burada tamamen şekillenmiş. Pekiyi Rasulullah ne zaman geldi? 450’de mi geldi? Ondan 150 sene sonra değil mi? Yok! 250 sene, 250 sene sonra. Yedinci asır, ha 150, 160 yıl sonra, neyse. 670 idi değil mi? Rakamları da kaybediyoruz.
Evet, şimdi şeyden, Rasulullah (s.a.v.) Kdıköy konsilinden çok sonra, 610’da şey yapıyor, 632’ye kadar. 450 ile 610 arasında kaç sene var? 160 iyi, şimdi iyi tamam. Siz olunca rakamı doğru bulduk bak, sormadan olmuyor işte. Şimdi 160 sene sonra, Kadıköy konsilinden 160 sene sonra gelmesine rağmen işte efendim şu kadarı incilden dört tanesi ayıklanmıştı, diğerleri atılmıştı, falan filan tamam! Bu olaylar olup bittikten sonra gelmedi mi Rasulullah? Pekiyi, Kur’an’ı Kerim’de bunlarla ilgili ne diyor Cenabı Hak? Demiyor mu ki: “Ya ehlel kitap.” Maide 68’de: “Gul ya ehlel kitap, lestüm ala şeyin hatta tukimut tevrate vel incil.” Değil mi? “Vema unzile ileykum min rabbikum. Ey ehli kitap de!” Yani Yahudi ve Hıristiyana. “Tevrat’ı ve İncil’i uygulamadıktan sonra.” Hangi İncil? Efendim aslını, İsa (a.s.)’a ineni… Siz o günün Yahudisi ve Hıristiyanı olsanız, orjinalini nereden bulacaksınız? E bu günün Yahudi ve Hıristiyanı için de geçerlidir bu! “Lestum ala şeyin, hiçbir temeliniz olmaz. Hatta tukimut tevrate vel incil. O Tevrat’ı o İncil’i uygulamadıkça.” Demek ki bu Tevrat da bu İncil de onların, Muhammed (s.a.v.)’e inanmalarını gerektiren hükümler var. Pekiyi o Tevrat ve İncil’i şey yaptığımızda, tastik eden birisi geldiğinde mutlaka inanacaksınız, dendi mi artık uyulacak kitap Kur’an’ı Kerim’dir. Çünkü bu Tevrat’ta ve İncil’de olan bir çok hükümleri Cenabı Hak kaldırdığını bildiriyor. Artık bu Kur’an’la bu dini tamamlamıştır. Ama o insanları Kur’an’ı Kerim’e getirmenin olmazsa olmaz yolu, ellerindeki kitabı tastiktir. Tamam mı? Bakın, işte Rasulullah ne diyor, Maide Suresi en son inen surelerdendir değil mi? Ki ikinci şeyde, yani Medine’ye hicretten sonra, işte “el yevme ekmeltu lekum dinekum.” Son inen ayet olarak Maide 3. ayet. Şimdi 625 deseniz, 26 deseniz, epeyce bir zaman sonra oluyor yani şey. 450’den, Fatih, düzgün hesap et de yanlış rakam söylemeyelim. Tamam 175. Şimdi o kadar zaman sonra yani o Hıristiyanlıkta olup biten. Yahudilikte zaten ne olmuşsa olmuş o zamana kadar. Ondan sonra bir şey olduğuna dair elimizde bir bilgi yok. O zaman ne diyor Allah? “Elinizdeki Tevrat’ı ve İncil’i uygulamadıktan sonra.” (Maide 5/68) Pekiyi ellerindeki Tevrat ve İncil’i uygularlarsa yapmaları gereken nedir? Kur’an’a uymak. Onun için “vema unzile ileykum min rabbikum, ve rabbinizden size indirilen bu Kur’an’a uymadıkça hiçbir temeliniz olmaz” diyor.
İşte az önce ondan dolayı, kendisine tebliğ ulaşmamış Yahudi ve Hıristiyanlar var dedim. Pekiyi şimdi bu pencereden bakın bakalım. Bu gün Yahudi ve Hıristiyanların yüzde kaçına tebliğ ulaşmıştır? Yüzde kaçına Murat Bey söyle bakalım, sen Avrupa’dan geldin. Yüzde üç, yüzde beş en fazla. Pekiyi o zaman biz vazifemizi yaptık mı ki onlardan bir şey bekliyoruz? Değil mi? Biz vazifemizi yapalım. E pekiyi müslümanların yüzde kaçına tebliğ ulaşmış? Daha az. Yani Kur’an’ı Kerim’le insanları Allah’ın kitabına çağıracaksınız. Yani Kur’an yoksa, Muhammedin elçiliğinin bir anlamı yok ki. Elçilik nedir? Görevi gereği bir söz getirendir. Getirdiği sözden haberin yoksa ona elçi demenin ne manası var? Bazı adamlara rasul adını verirler, onun gibi bir şey olur işte.
Evet, öncelikle biz vazifemizi yapmak zorundayız. İşte gelelim şeye, bu günkü şeyler. Ha bunların içinde elbette yüzde üç, yüzde beş de olsa kendisine gerçekten tebliğ ulaşmış olanlar var. Benim bizzat şahit olduklarım var, bunların içerisinde. Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunda asla şüphesi olmayan, Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğunda asla şüphesi olmayan ama müslüman olmaya da yanaşmayan insanlar var. İşte kafir, bunlar. Gerçek anlamda kafir, bunlar.
Şimdi burada diyor ki Allahu Teala: “Gul ya ehlel kitap, deki ey ehli kitap.” Deki ey ehli kitap, deki sözünün ilk muhatabı kim? Rasulullah (s.a.v.). Pekiyi Rasulullah (s.a.v.)’in karşısındaki ehli kitap ki bu Ali İmran Suresi Medine’de inen surelerden değil mi? Yanlış söylemeyelim. Evet Medine’de inen surelerdendir. Rasulullah (s.a.v.)’in karşısındaki ehli kitap kim, Medine’de? Yahudiler. Pekiyi o Yahudiler, Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğu konusunda kesin bir karara varmışlar mıydı? Varmışlardı. Kur’an’ı Kerim’de var yani bunlar, kesin olarak biliyorlar. Şimdi ne diyor burada Allahu Teala? “Lime tekfurune bi ayatillah. Niye Allah’ın ayetini, Allah’ın ayetlerini örtüyorsunuz, niye görmezlikten geliyorsunuz? Vallahu şehidun ala ma ta’melun. Allah sizin yapmakta olduğunuza şahit, Allah şahit ya!” (Ali İmran 3/98) Niye örtüyorsunuz? Bakın bu nebiye inanma mecburiyetiniz var, niye inanmıyorsunuz? Mesela şey, artık siz biliyorsunuz, diğer insanlar da yavaş yavaş öğrenmeye başladılar. Yahudiler beş vakit namaz kılıyorlardı. Medine’de Rasulullah (s.a.v.)’in mescidinde kılıyorlardı. Efendim delilin ne? Delilimiz Kur’an’ı Kerim. Eğer Kur’an olmasa zaten yanık ki ne yandık! Rivayetlere neler karıştırmışlar? İşte Kur’an’ın yardımıyla yanlış rivayetleri doğrularından ayırıp o rivayetlerden de istifade ediyoruz.
Şimdi Yahudiler, Medine’ye Muhammed (s.a.v.) geldi, Yahudiler çok iyi biliyorlar ki bu Allah’ın elçisi, O Allah’ın elçisi, bekledikleri son elçi, inanmak zorunda oldukları son elçi. Onun için gelmiş Medine’ye yerleşmişler, onu beklemek için. Ama kendilerinden gelir diye beklemişler, Mekkelilerden gelince kıskançlık etmişler. Bu kıskançlık çok kötü bir şey tabii. İnsanın kendini yenmesi kadar zor bir şey yoktur. Düşmanları rahat yenersiniz de kendinizi yenemezsiniz. Dikkat edin, mesela hocalar herkese laf anlatır da kendilerine anlatamazlar. Herkes için aynı şey söz konusudur. Başkasına laf söylemek kolaydır ama kendimize anlatmak zordur. Şimdi, Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğundan hiç şüpheleri yok. Geliyorlar, O’nunla beraber beş vakit namazı kılıyorlar. Kıble neresi? Kudüs, değil mi? Bunlar da zaten Kudüs’e yönelerek kılıyorlar, hiçbir problem yok. Ne zaman ki kıble Kabe’ye döndü, ne oldu bunlar? Hani kimyagerlerin bir tabiri vardır ya, açığa çıkmak deniyor, değil mi şeyde? Şeyi açığa çıkmış oluyor denklemden. Onlar açığa çıktılar. O zamana kadar güzel, rahat bir şekilde şey yapıyorlardı. Allahu Teala da Bakara Suresinde ne diyor? “Vema cealnal kıbletelleti kunte aleyha.” Şeyde 143. ayette, “illa li na’leme men yettebiur rasule mimmen yenkalibu ala akıbeyh. Senin şu anda durduğun kıble var ya,” o geçici olarak oluşturulmuş kıbledir Kudüs’e yönelerek namaz kılma işi. Davut (a.s.) zamanında oluşmuş. Yoksa en başta yine kıble Kabe-i Şerif’ti. Pekiyi o kıbleyi niye oluşturdu? Yahudiler imtihandan geçecek. Kıble hiç değişmese, bu gün hala camilerimizde beş vakit namazda bizimle beraber namaz kılan Yahudiler olacaktı. Ne diyor? “İlla li na’leme men yettebiur rasul, bu rasule kim uyuyor, mimmen yenkalibu ala akıbeyh, kim ökçeleri üzeri geri dönüyor, onları bilelim diye böyle yaptık.” Onun için ne zaman kıble çevrildiyse, 142. ayette ne diyor bak, diyor ki Allahu Teala: “Seyekulüs süfehau minen nas, şu insanlardan sefih olanlar.” Yani kendi kıymetini bilmeyenler, kendi değerini bilmeyenler. “Şöyle diyecekler: Ma vellehum an kıbletihimulleti kanu aleyha, ya ne güzel işte Kudüs’e doğru namaz kılıyorduk, ne oldu da bulundukları kıbleden geri döndüler?” Öyle diyecekler. Pekiyi bunlar kıblenin Kabe’ye döneceğini bilmiyorlar mıydı? Tabii ki bak hemen sayfanın altına bakın 144. ayete! “Ve innellezine utul kitabe le ya’lemune ennehul hakku men rabbihim. Kendilerine kitap verilmiş şu Yahudi ve Hıristiyanlar var ya, çok iyi bilirler ki kıblenin Kabe’ye dönmesi Allah tarafından kararlaştırılmış gerçek bir karardır. Allah’a ait bir karardır.” Bunu çok çok iyi bilirler. E pekiyi bildiği halde niye yapmadılar? Ondan sonra ne diyor? “Ve mallahu bi gafilin amma ya’melun, Allah onların yaptıklarından gafil değildir.” Ondan sonra da diyor ki: Bütün ayetleri getirsen onlar senin kıblene uymazlar. Niye? Çünkü bilmediklerinden dolayı yapmıyorlar ki. Bile bile yapıyorlar. Bile bile yapıyorlar.
Şimdi siz de mesela gidiyorsunuz insanlara, o zamanın ehli kitabı onlardı, bu günün de ehli kitap işte Kur’an’ı Kerim’e inandığını söyleyenler de gerçekte ehli kitap. Babalarından, atalarından devraldıkları din anlayışına aykırı sure getiriyorsun, görmüyor. Sure. Ayetleri getiriyorsun, görmüyor. Rasulullah’ın uygulamasını getiriyorsun, görmüyor. Dünyayı başına yıksan görmüyor. Hatta seni hiç dinlemiyor bile. Senin bulunduğun yerde bulunmak istemiyor. Çünkü senin dediğinin doğru olduğunu çok iyi biliyor da hesabına gelmiyor. Aynen bu Yahudi ve Hıristiyanlar gibi. Siz de zannediyorsunuz ki bilmediği için yapmıyor, biraz daha uğraşayım. Hiç uğraşmayın! Bilmedikleri için değil, hesaplarına gelmediği için yapmıyorlar. Bilmedikleri için şey yapanlar, yapanlar var. Onlar kaybedecek şeyi olmayanlardır.
İşte şimdi burada, bu şeyden, Kur’an’ı Kerim’den verdiğimiz bu örnekten sonra gelelim şeye. Tekrar Ali İmran Suresine, 98. ayette bak ne diyor: “Gul ya ehlel kitap, de ki ey ehli kitap, lime tekfurune bi ayatillah, siz Allah’ın ayetlerini niye görmezlikten geliyorsunuz?” Biliyorsunuz ki bunlar Allah’ın ayetleri, işte bu Allah’ın nebisi, bu kitap Allah’ın kitabı, bundan hiç şüpheniz yok. Niye görmek istemiyorsunuz? “Vallahu şehidun ala ma ta’melun. Ne yaptığınıza Allah şahittir.” Bak bunun hesabını verirsiniz, bunun hesabı sizden sorulur. Bak Medine’deki Yahudilerden hiç yaşayan var mı şu anda Rasulullah döneminden? Yok! Biz de hep ölüp gideceğiz. E pekiyi ne olacak? Hesabını Cenabı Hak’ka verebilecek miyiz eğer ayeti kerimeleri görmezlikten gelirsek? “Gul ya ehlel kitap, de ki ey ehli kitap, lime tesuttune an sebilillahi men amene, neden inanmış bir kişiyi Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz?” Mesela işte kıble değişimindeki tavırları. Orada diyor Cenabı Hak: “Ellezine ateyna humul kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehum. Kendilerine kitap verilenler bu nebiyi, bu kıble değişikliğini.” İki şekilde de anlayabiliriz. “Kendi evlatlarını tanıdıkları gibi tanımışlar. Ve inne ferikan minhum leyektumunel hakka vehum ya’lemun. Ama onların bir bölümü bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara 2/146) Evet, “lime tasuddune an sebilillahi men amene, neden inanan bir kişiyi Allah’ın yolundan uzaklaştırıyorsunuz?” Nasıl uzaklaştırılıyor? “Tebğuneha ivece, bir iveç peşinde koşarak.” İvec neydi? Eğrilik ama dışarıdan anlaşılmayan bir eğrilik. Mesela şimdi şurada çok güzel bir su. Şu suya lezzet katan bir zehir döküyor içerisine, aldığım zaman, amma da lezzetliymiş yav, bir bardak daha yok mu diyorum, ondan sonra sana güle güle. Yani öyle bir şey ki, eğrilik ki dışarıdan anlayamıyorsunuz. Dışarıdan anlayamıyorsunuz. İşte bir çok şeyde bunu yapıyorlar. Namazda yapıyorlar, abdestte yapıyorlar. İşte mesela bakın, bizim gibi abdest aldıklarını göremezsiniz. Benzer kısımları hep törpülüyorlar. Zekatta aynı şey yapılıyor, bir çok şeyde yapılıyor. Oruçta yapıyorlar. Sonra kendi yaptıkları yetmiyormuş gibi müslümanları da peşlerine takmaya çalışıyorlar.
Mesela şeyde, bu gün Hıristiyanlıkta müthiş bir kadercilik vardır. Onu müslümanlara çok rahat bir şekilde yutturmayı başarmışlardır. Yok efendim, İsa gelecekmiş, Mehdi gelecekmiş. Niye? Çünkü gelmiş nebiye inanmadıkları için kendi toplumlarını bir şeyle kandırmaları lazım! Çünkü onların beklediği nebi Muhammed (s.a.v.)’dir. Yahudiler, Mesih İsa’ya da inanmak zorundaydılar, inanmadılar. Dolayısıyla kendi kitaplarında onlar Mesih’i de bekliyorlar, Muhammed (s.a.v.)’i de bekliyorlar. Hıristiyanlar da sadece Muhammed (s.a.v.)’i bekliyorlar. Fakat şimdi gelecek nebiye inanma diye imanın şartlarında bir şart daha var onların inançlarında. Bizde öyle bir şey yok! Çünkü artık bitti, son nebi geldi. Onun için mesela nebilere inanmak da, gelecek nebiye inanma diye bir şey yoktur bizim imanın şartlarında biliyorsunuz. Ama onlarda var. E şimdi gelecek nebi, Muhammed (a.s.) Allah’ın nebisidir, gelmiştir denilse ona inanması gerekiyor. Onun için o gelmedi demek gerekiyor. İşte Yahudilerin kitaplarında diyor ki, gelmesi gecikti ama yine beklerim. Çok beklersiniz! Şimdi, ona inanmamak için Muhammed (s.a.v.)’e Yahudiler Mesih diyorlar. Çünkü kitaplarına uygun. İsa (a.s.)’a inanmadılar ya Mesih’i bekliyorlar. Hıristiyanlar da Yahudilerle işbirliği yaparak onlar da İsa bir daha gelecek diyorlar. Halbuki kendi kitaplarında, ben gitmezsem o gelmez diyor. Ben gidip bir daha geleceğim demiyor ki! O dediği Muhammed (s.a.v.)’dir. Şimdi onun için bunların hiç biri, hadi kitaplarınızı getirin bir okuyalım dediğiniz zaman getirmezler. Çünkü ben çok söyledim, getirmiyorlar.
Pekiyi tamam, onları anladık da size ne oluyor? Müslümanlar da İsa’yı bekliyorlar, Mehdi’yi bekliyorlar, falan. Çok beklersiniz. Ve bunu kitaplarına bir akide olarak yerleştirmişler. Kur’an’sız bir müslimanlıkta ancak bu kadar olur, başka bir şey olmaz!
Evet! Böyle bir ivec yani böyle bir çok iyi kurgulanmış bir takım şeyler. “Vemallahu bi ğafilin amma ta’melun, Yapmakta olduklarınızdan Allah gafil değildir, Allah habersiz değildir.” Allah ne yaptığınızı gayet iyi biliyor. Allah’tan hiçbir şeyi gizleyemezsiniz.
Şimdi şeyde, şu ayeti okuyayım da: “Ya eyyühellezine amenu, müminler, in tudiu ferikan minellezine utül kitap, kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, onlardan bir grup var ki onlara itaat ederseniz, yeriddukum ba’de imanikum kafirin, mümin olduktan sonra sizi kafirliğe döndürürler.” (Ali İmran 3/99-100) Siz kendinizi müslüman zannedersiniz, kalıp aynı kalıp ama sonuç başka. İçi boşaltılmış bir müslümanlık. Sizi kafirliğe döndürürler. Bir grup diyor çünkü mesela Ali İmran Suresinin 69. ayetinde Cenaı Hak şöyle diyor: “Veddet taifetun min ehlil kitap, ehli kitaptan bir grup çok ister, lev yuzillunekum, ah keşke sizi bir saptırsalar.” Hepsi istemiyor yani. Ama bir grup diyor ki, ah keşke bunları bir saptırabilsek. “Vema yuzillune illa en fusehum vema yeşurun. Aslında sadece kendilerini saptırırlar ama bunun şuurunda değiller.” Şimdi onun için diyor burada: “Eğer ehli kitaptan bir gruba itaat ederseniz,” öyle bir grup var. “Yeriddukum ba’de imanikum kafirin, imana geldikten sonra sizi kafirliğe çevirirler.” Onlara boyun eğin, kafir yaparlar.
Şimdi ehli kitapla iç içe olan, anlaşmalı, ittifaklı olan yapıları biliyorsunuz yani. Mesela bugün, şeyler bu cemaat denen şeylerin, eğer siz katolik kilisesini iyi tanırsanız, onların kullandığı terimler onların terimleridir. Ha bu Risaleyi Nur’da başlamıştır. Millet zannediyor ki: Bu cemaat yeni ortaya çıkmış. Hayır! Hiç alakası yok, ta baştan beri öyledir. Çünkü Said Nursi, ahir zamanda İsa (a.s.)’ın dini hakikisi hakim olacak, müslümanlar ona omuz verecektir diyor. Şeyinde, Risaleyi Nur’da. Ondan sonra şahsı manevi kelimesi kullanılıyor. Devrimiz şahsı manevi devridir diyor. Aynı şeyi Fethullah Gülen de kullanıyor. Aynı kelimeyi. Bu katolik kilisesinin kullandığı bir kelimedir. Yani kilisenin manevi yapısı. Çünkü orada şahsı manevinin başı İsa (a.s.)’dır, kilisede, katoliklerde. Bütün üyeler birer İsa’dır. Hepsi de kutsanmış bir topluluktur. Burada da aynı kelimeler kullanılır ama isimler değiştirilir. Bu nedir? Bir tüzel kişiliktir. Halbuki iman ferdidir. Herkes tek tek sorumludur. Ama burada şahsı manevi diyerek bir tüzel kişilik oluşturulur topyekun. Ne oluyor? İçi boşaltılmış bir İslam. Katoliklerin inkültirasyon dedikleri olay. Bu sadece orası değil! Hıristiyanların çok yani Yahudilerle birlikte, sadece Hıristiyanlarda değil Yahudilerle birlikte geçen asırdan beri çok ustaca, geçen asrın başından beri çok ustaca yürüttükleri programlar vardır. Batıda İslam enstitüleri vardır. İslam aleminden oralara, geçen hafta şey anlattı ya Fatih uzun uzun anlattı, kısaca size de tekrarlayalım. İslam aleminden oralara doktora master yapmak için, tefsir doktorası için gidiyorsunuz Kur’an’a inanmayan bir adamın yanında tefsir doktorası yapıyorsunuz. Kur’an’a inanmayan, Muhammed (s.a.v.)’e inanmayan bir adamın yanında fıkıh doktorası, kelam doktorası, bilmem ne falan filan. Tabii onlar buraya geldikleri zaman, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmadığına inanan, Muhammed’in Allah’ın elçisi olmadığına inanan kişi size ne öğretecek? Bunları öğretecek. Buraya döndüğünüz zaman bunları söyleyemeyeceksiniz, yani inanmıyorum diyemeyeceksiniz. Derseniz toplumdan dışlanırsınız. İnanırım diyeceksiniz ama o o zamandı diyeceksiniz. Yani tarihselcilik dedikleri olay. Bugün ilahiyat fakültelerini ciddi manada saran hastalık. Eskiden bu hastalık yok mu? Fazlasıyla vardı tabii! Bu işi ilk önce şeyde yaptılar, Abbasiler döneminde yaptılar. İslam’ın içini boşalttılar, bütün terimler bomboş. Bugün hangi terimin altına bakarsanız boş çıkar yani. Kafir kelimesi, mümin kelimesi, münafık kelimesi… hangisine bakarsanız bakın! İster imanla ilgili olsun, ister amelle ilgili olsun. Şimdi de son bir hamle ile İslamı tamamen ortadan kaldırma organizasyonu var. Efendim buna kızalım? Ya normal adam… Allahu Teala bunu bize baştan bildirmiş. Onlardan bir gruba itaat ederseniz, böyle! Niye itaat ediyorsun? İtaat etmeyeceksin. Öyle şey olur mu? O senin kitabına uymak zorunda, sen nasıl ona uyarsın?
Şimdi burada diyor ki Cenabı Hak: “Ve keyfe tekfurun. Siz nasıl kafir olursunuz?” Yani şimdi bak, dedi ya önceki ayeti okuyalım tekrar. “Eğer onlardan bir gruba itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kafirler haline getirirler.” Yani artık bir çok şeyi görmemeye başlarsınız. Geçen hafta da konuşmuştuk, biliyorsunuz işte, namaz yanlış anlaşılmıştır, oruç yanlış anlaşılmıştır, hac yanlış anlaşılmıştır, bilmem ne? Şimdi biz de bir kısım yanlışları ortaya koyuyoruz ya, bizim adımızı da kullanıyorlar böyle arada sırada. Hesaplarına geldi mi kullanıyorlar. Şey değil, yoksa hiçbir şekilde bizden hoşlanmadıklarını da siz de çok iyi bilirsiniz. Ama yeter ki hesabına gelsin. Hemen kullanırlar. Artık ne ibadet, ne şu, ne bu, hiçbir şey yok, nasıl olsa tarihe de gömüldü, din diye bir şey kalmayacak orta yerde. Siz kendinize istediğiniz kadar müslüman deyin, ne olacak? Bir şey ifade etmez. Doksanlık kişinin kendisine delikanlı demesi gibi bir şey olur.
Evet… “Ya eyyuhellezine amenu in tudiu ferikan minellezine utül kitabe yeruddukum ba’de imanikum kafirin” diyor. “Onlardan bir gruba itaat ederseniz inancınızdan sonra sizi kafir yaparlar.” Ondan sonra da diyor ki: “Ve keyfe tekfurun, siz nasıl kafirlik edersiniz? Allah’ın ayetlerini nasıl görmezlikten gelirsiniz? Nasıl görmezsiniz?” Valla, Cenabı Hak tabii biliyor. Yani ne kadar uğraşıyoruz, siz de uğraşıyorsunuz. Ben müslümanım diyen, beş vakit namaz kılana Allah’ın ayetlerini gösterebiliyor musunuz? Görmek istiyorlar mı? Lütfen! Yav pekiyi siz ne biçim, yani nasıl oluyor? Kimin dini bu ne biçim bir din ki kitabından, sen ne biçim dindarsın ki inandığın kitaptan kaçıyorsun? “Ve entum tütla aleykum ayatullah, içinizde Allah’ın ayetleri okunuyor, size Allah’ın ayetleri okunuyor. Ve fikum rasulüh, Allah’ın elçisi de sizin içinizde. Ve men ya’tesim billah, kim Allah’a sıkı sıkıya yapışırsa, sarılırsa, fekat hudiye ilasıradım müstakim, kesinlikle doğru yola yönlendirilmiştir.” (Ali İmran 3/100-101) Allah’a sıkı sıkıya sarılmak ne demek? Allah’la araya başka bir şey koyana sıkı sıkıya sarıldı denilir mi? Araya hiçbir şey koymayacaksın. Efendim Muhammed (a.s.)’ı da mı koymayacağız? O elçidir, elçi araya girmez. Elçi gelir yol gösterir. Sana bilgi getirir. O bilgiyle sen, Allah’a kulluk edersin. Aracı değildir o. Dolayısıyla Cenabı Hak bize şah damarımızdan daha yakındır. Şah damarla araya girecek her şey bize ne yapar? Öldürür. Öldürür yani şah damarla insanın arasına giren her şey kişiyi öldürür. Allah’a sıkı yapışacaksınız, sadece Cenabı Hak’kın kulu olmak, başkasının değil. Allah ne demiş, o! Ha Allah ne demiş, o! dediğiniz zaman yanlış yapamaz mısınız? Yaparsınız ama Cenabı Hak bir şekilde, niyetiniz sahih olduğu için o doğruyu size buldurur. Çünkü içinize bir türlü yatmaz. Çünkü sizin bu fıtratınız onu kabul etmez. Ben şimdi şunu içiyorum, bu suyu Allah benim fıtratıma göre yaratmış. Eğer burada yanlış bir şey olsa ben bunu içerken ne yaparım böyle? Size karşı şey yapmam belki, zorlarım morlarım, boşaltırım bir şekilde. Değil mi? Pekiyi yutmuş olsam, bu defa midem bunu kabul etmez. İşte yanlış görüşler de öyledir. Kabul etmez. Ama bazen insanlar şey yaparlar, mesela içki içer, mide kabul etmemesine rağmen içer, istifra eder, boşaltır, falan filan, kendini günaha alıştırmış olan insanlardır. Fakat her defasında yaptığının yanlış olduğunu da gayet iyi bilir.
Evet… Biz bunu buradan devam ettirirsek vakit yetmez. O zaman şimdi bir ara verelim.