Elhamdu lillâhi rabbi-l’âlemîn, vel akibeti lil müttakin, vesselatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Al-i İmran suresinin doksan beşinci (95.) ayetinden itibaren okuyoruz, geçen hafta aslında bu doksan beşinci (95.) ayeti okumak gerekirdi. Biliyorsunuz Yahudilerin bir iddiası vardı, diyorlardı ki “kullutta’âmi kâne hillen libenî isrâîl”, “bütün yiyecekler İsrail Oğullarına esasen helaldir”, “illâ mâharrame isrâîlu alâ nefsihi min kabli en tunezzelettevrâh”, “Tevrat inmeden önce, İsrail’in yani Yakup’un (a.s.) kendisine haram kıldığı hariç, bütün yiyecekler, İsrail Oğullarına helaldır”, yani demiş oluyorlar ki; “Allah, bize herhangi bir şeyi haram kılmaz, biz kendimiz haram kıldık.” Çünkü onlar, kendileri çok seçilmiş bir kavim ya. Allah-u Teâlâ da diyor ki; “kul fe’tû bittevrâh”, “ya Muhammed onlara söyle, getirin Tevrat’ı”, bakalım ki, o haram kılınanlar, Yakup’tan dolayı mı kılınmış, yoksa sizin yaptığınız yanlışlardan dolayı mı? Tevrat’tan önce mi haram kılınmış, yoksa Tevrat’ta mı bir görün? “fetlûhâ in kuntum sâdikîn”, “iddianızda haklıysanız, getirin Tevrat’ı, okuyalım. Şimdi, aynı durum; bugün Müslümanlarda da var. O zaman; nasıl Yahudilik asliyetini kaybetmiş, Tevrat’tan uzaklaşmışsa, bugün de Müslümanlık maalesef asliyetini kaybetmiş ve Kur’an-ı Kerim’den uzaklaşmış vaziyettedir. İçerisi tamamen boşaltılmış bir Müslümanlık. Onun için, bugün de aynı şeyi; biz Müslümanlara söylediğimiz zaman, köşe bucak kaçıyorlar; haydi getirin Kur’an-ı Kerim’i, koyalım ortaya, “aramızda hakem olsun” dediğimiz zaman, bakıyorsunuz ki, bin bir türlü bahanelerle, Kur’an-ı Kerim’den uzaklaşıyorlar. Ondan sonra da diyor ki; Allah-u Teâlâ “femenifterâ alallâhilkeżibe”, “kim bu yalanı, Allah’a iftira ederse”, “min ba’di żâlik”, “bundan sonra”, “feulâike humuz zâlimûn”, “onlar zalim kişilerdir”, yanlış yolda olan insanlardır. Evet, yani bugün bir hanım telefon etti, işte teyzemi, kocası üç kere boşadı, ayrı ayrı zamanlarda. Kime başvuruyorsak, artık bir daha, bunların beraber olma şansları yok, ayrılmaları gerekir, yeniden nikâh olmaz, çünkü üç kere boşanma meydana gelmiş dediler. İşte dedim peki, şahit var mıydı? “Yoktu”, peki teyzen adetten kesilmiş mi? “Hayır”, Eşi boşadığı zaman, adetli mi değil miydi? “Bilmiyoruz” Temizse, işte ilişkiye girmiş mi, girmemiş mi, belli değil.
Şimdi, bu Kur’an-ı Kerim’de olan, boşama sisteminin tamamen terk edildiğini görüyoruz, sadece İbn-i Teymiyye onu almış ama o da, kitabın içerisinde kalmış, Hanbelilere hiç yansımamış. Biz, İbn-i Teymiyye’ciyiz diyenler, doğru şeyleri pek almıyorlar, hesaplarına gelenleri alıyorlar. Benzer husus, evlenmede de var. Neyse ben onlara dedim, işte burada Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine göre, “Allah-u Teâlâ’nın koyduğu şartlardan hiçbirisi gerçekleşmediği için, bir şey olmaz. Evliliğinize devam et” dedim.
Şimdi, evlilik gibi bir hususta; evlenme ve boşanma gibi çok önemli bir konuda; mezheplerin, “Talak” diye bir sureyi görmezlikten gelmeleri, adı Talak yani, “erkeğin eşini boşaması” anlamına gelen “Talak”, onu görmezlikten gelmeleri, Bakara suresinin 228. ayetinden 237. ayetine kadar, üç sayfa tutan ayetlerini görmezlikten gelmeleri, Ahzab suresinde bulunan ayetleri görmezlikten gelmeleri, gerçekten inanılır gibi değil. Resulullahın uygulamalarını da görmezden geliyorlar, şimdi ne farkı var? Bu ayette tenkit edilen Yahudilerle, ben Müslüman’ım diyenler arasında ne fark var?
Bir mastır yaptırmıştım, Roma hukukunda, Roma’daki aile hukukuyla, İslam’daki aile hukukunu karşılaştırma konusunda. Mastır yapan öğrencimiz, çok iyi İtalyanca biliyordu, kendisi de avukattı. Baktık ki, orayı aynen kopyalamışlar, çünkü Roma Hukukunda; hani kadının adı yok derler ya, gerçekten yok. Evleninceye kadar, kadını babasının adıyla anıyorlar; mesela benim üç tane kızım varsa; Abdülaziz-1, Abdülaziz-2, Abdülaziz-3 diye anılıyor. Evlendikten sonra da, kocasının adıyla anılıyor. Herhangi bir hakkı hukuku filan yok, eşya gibi bir şey işte. Onu almışlar, İslam Hukuku diye uyarlamışlar, Abbasiler zamanında. Tabi İslam’ın büyük ulemasının da adını koymuşlar başına. İşte Ebu Hanife böyle demiş, İmam Şafii, İmam Malik, çok da kolay, nasıl olsa hiç birisinin gelip, itiraz etme şansı yok, yukarıda da devlet olduğu zaman, bürokrasiye çünkü hâkim vaziyetteydiler, Roma bürokrasisi ve Sasani Bürokrasisi. Aşağıda ulemayı ezmek çok kolay, karşı çıkanlara “zındık” damgasını vurarak, ölüm cezası veriyorlardı. Evlenme ile ilgili hükümlerde de böyle.
Şimdi hakikaten, baktık ki Kuran’a ve sünnete, % 100 aykırı olan bir sistem, bir uyarlamayla; İslam Hukuku şekline çevrilmiş. Şimdi son zamanlarda da, bu İslam’ın içi boşaltıldı ya, son zamanlarda da çok daha büyük bir operasyon var. Aynı yapının devam ettirdiği, yani bu Katoliklerin, Yahudilerin, yani o eski o içini boşaltan bürokrasinin destekçilerinin bugün devam ettirdiği bir şey var. İslam ülkeleri, hâkimiyetlerini kaybettikten sonra, kabul edilemez bir durum ortaya çıktı. Batıda İslam enstitüleri kuruldu, İslam ülkelerinden öğrenciler, orada İslami ilimler konusunda doktora ve mastır yapmaya gittiler. Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğuna inanmayan, Muhammed’i Allah’ın elçisi saymayan kişilerin yanında, doktora ve mastır yapan kişiler, İslam ülkesine gelecek de, İslam’ı mı anlatacaklar.
Şimdi işte bir “tarihselcilik” diye bir yaygara ortaya çıkardılar ki, şu anda İlahiyat Fakültelerinde çok ciddi manada etkilidir, çok ciddi manada etkilidir. Çünkü o oluşturulan bürokrasi, bunları destekliyor zaten, aynı bürokrasi devam ediyor. Karşı, bu doğruları söyleyenler, bugün bu yapı içerisinde hemen dışlanıyorlar, çok net bir şekilde dışlanıyorlar. Dışlananların başında da, işte yanımda oturan Fatih var. Tarihselcilik deniliyor, ne diyorlar? Sen anlatsana, tarihselciler ne diyor Fatih? Hem de sıcağı sıcağına, onlardan büyük bir darbe yemiş kişi olarak.
Şimdi ben size bir şey söyleyeyim, Bu (Fatih) hakkıyla bizim üniversiteye girdi, mahkemeye verdiler, son derece yanlış, son derece taraflı bilirkişi raporlarıyla, mesela rapora; doçentlik kriterlerini yardımcı doçent için kullanarak, mahkemeye rapor veriyorlar. Mahkeme yine lehte karar verirken, yine kim etki ettiyse, aleyhte karar vererek, bunun öğretim üyeliğine son verilmesi konusunda, mahkemeden karar çıktı. Yani, haklı bir tarafa olsa, eyvallah. Şimdi söyle bakalım.
Şimdi kastettikleri şu; Kur’an, bundan 1400 yıl önce, yani tarihin bir kesitinde ve belli bir coğrafyada inmiş bir kitap. Dolayısıyla; o dönemde yaşayan, o coğrafyada yaşayan insanların, birtakım sorularına cevap vermek, onların bir takım takıntılarını gidermek, onların bir takım korkularını izale etmek için indirilmiş bir kitap. Nitekim işte, “Kuran’da sana şunu soruyorlar, onlara de ki” türü bir takım ayetleri örnek göstererek; diyorlar ki, “bakın bu soru sorulmasa, bu konuyla ilgili Allah, herhangi bir şey söylemeyecek. Mesela işte, Peygamberin eşine iftira atılmasa, o konuda Allah herhangi bir şey söylemeyecekti ve o konuyla ilgili ayetler inmeyecekti. O dönemde şöyle bir savaş yapılmasaydı, bu savaşa sebep olunan şartlar yeşermeseydi, böyle bir savaş yapılmayacaktı, bu savaşla ilgili hükümler, inmemiş olacaktı.” Dolayısıyla belli bir coğrafyada, belirli bir tarihte inmiş. Bunun için de bir kavram kullanıyorlar: diyorlar ki, yani “gökten inme, ama yerden bitme bir kitap” yani, bununla kastettikleri, bununla kastettikleri; evet, bu kelimeleri kullanan Allah, gökten iniyor ama bu kelimeleri kullanmasına sebep olan her şey, yerden bitiyor, yani birisi geliyor, kafasına bir şey takılıyor, Allah cevap veriyor, iki kişi kavga ediyor, bununla ilgili Allah cevap veriyor.
Dolayısıyla; o insanlar için oluşturulmuş kanunlar, peki bizim için ne anlam ifade eder? Bizim için ifade ettiği anlam, bunun bir hatırası var, gerçekten o dönemde bir şeyler yaşanmış, Allah da o yaşananlarla ilgili bir şeyler söylemiş, nitekim bizde ibadette bunu, bu hatırayı yâd ederek ibadette bunu okuyoruz. İkinci bir anlamı da, burada birtakım genel geçer prensipler var; doğruluktan ayrılmamak, işte yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek. İşte bunlar geçerlidir, çünkü bunlar evrenseldir, coğrafyaya ve tarihe göre değişmez. Bunları alırız, bu genel prensiplerden hareketle, kendi kanunlarımızı oluşturur, zaten böylelikle ilahi bir kanunu da, böylelikle yerine getirmiş oluruz.
Ayrıca bunu söyleyenler, şunu da iddia ediyorlar, tüm bunların yanı sıra. Bugün şayet bir kitap indirilecek olsaydı, bu kitabın asla ve kata aynısı olmayacaktı. Bunlardan bahsetmeyecekti. Bugün hangi coğrafyaya indiyse, o peygamber, o coğrafyanın koşullarına göre; Allah söylemek istediği bazı şeyleri söyleyecekti, bunu da; Allah aslında bu tür şeyleri konuşmak istemez, bu tür şeylerle uğraşmak istemez ama ne yapsın, konuşmak zorunda kalacaktı. Çünkü insanların, o tür takıntıları, o tür sıkıntıları, soruları olacaktı, şeklinde anlayıp, işte Kuran’ın büyük bir kısmını yürürlükten kaldırıp, genel prensipler bize yeter. Hatta işte hocam da o kelimeyi duymuştur; yani, insan bir nevi tanrılaşacak, tanrının görevini yapacak, tanrı gibi oturup kitap yazacak.
A.B.: Yani biri oturup, Allah gibi kitap yazacaklarmış, tanrı da demiyor, tanrı dese başka. Ne diyor? Altı bin küsür sayfalık Kuran’da; oturup Allah gibi 60 sayfada özetlemek gerekir diyor. Allah gibi kitap yazıp, 60 sayfada özetlemek gerek diyor.
Yani genel itibariyle, tarihselcilik; bunu dinlendiren de Müslümanlar. Müslümanlar değil de, kendilerine Müslüman diyenlerdir, öyle Müslüman olur mu? Ama maalesef, İlahiyat Fakültelerinde hâkim olanlar bunlar, maalesef öyle, bugün öyle yani. Şimdi burada işin esası ne, biliyor musunuz? Şimdi Avrupalılar Kur’an-ı Kerim’e Allah’ın kitabı demiyorlar ama bunlar Türkiye’ye gelse, Allah’ın kitabı değildir dese, bunları kim İlahiyat Fakültesine hoca yapar? Türkiye’de yaşatırlar mı? Kur’an, Allah’ın kitabı değildir deseler. “Kur’an Allah’ın kitabıdır” demek zorunda kalıyorlar, peki Muhammed, Allah’ın elçisi değildir, Avrupalılara göre. Şimdi bunlar gelip dese ki, “Muhammed Allah’ın elçisi değildir”, burada kim onların yüzüne bakar da hoca der? Hem de ilahiyatçı der. O zaman mecburen diyorlar ki, Muhammed de Allah’ın elçisidir. Sonra ne diyor? Tabi, Avrupalılara göre, Kur’an, Muhammed’in yazdığı kitaptır. Ondan dolayı, Avrupalılar ve Avrupa’da okumuş olanlar, Resulullahın okuma yazma bilmediğini asla kabul etmezler. Çünkü okuma-yazma bilmez derseniz, onların bu tezleri çöküyor. Onunla ilgili ayetleri, hep böyle kendi keyiflerine göre anlam verirler.
Şimdi, Muhammed, bu kitabı yazan kişi. Bu kitabı yazan kişiyse Muhammed, o zaman Muhammed, neye göre yazmış olacak? O günün Mekke’si ve Medine’nin bilgi ve kültür seviyesine göre yazacak. Dolayısıyla, biraz Yahudilerden almış, biraz Hıristiyanlardan almış, biraz Mekke kültüründen almış, çok da zeki bir adammış, birleştirmiş bir kitap yazmış ve o günün problemlerini çözmüş. Yani şimdi siz, hicri VII. asırda; Roma’da, İskenderiye’de işte ya da başka bir yerde yazılmış herhangi bir kitabı, evrensel kabul etmediğinize göre, Mekke’de, Medine’de; Muhammed’in yazdığı kitabı, nasıl evrensel sayarsınız, tarihseldir. Döneminin şartlarını bizi aktarıyor. Eh, madem Müslümanlar buna Allah’ın kitabıdır diyor, o zaman bir takım genel prensipler var, genel geçer prensipler var. Yalan her yerde kötüdür mesela, adam öldürmek her yer kötüdür. Orda da kötü yazıyor, o zaman bu geçerlidir. Orada yazdığı için geçerli değil, Kuran’da olduğu için geçerli değil, bak dikkat edin. Zaten, evrensel bir kural olduğu için geçerlidir.
Şimdi; Abbasiler döneminde İslam’ın içi, hukuk bakımından, terimlerin içeriği ile değiştirilme bakımından boşaltılmıştır. Şimdi zor zamanlarda; işte paralel yapı, paralel yapı dedikleri ile, biz bize diş 1990’lı yıllar öncesinden itibaren, biz mücadele ediyoruz. Herhalde bizden daha ilkeli, daha sağlam duruşlu olan, ben şahsen bilmiyorum, yani inşallah vardır. Bu insanlara, yanlışlarını göstererek, o insanları doğruya davet etmek için yaptık. Ama o projenin sahipleri, bunlar değil, onların arkalarında olan kişiler. O kişiler, sadece bunları devreye sokmuyorlar, işte o enstitüler vasıtasıyla tarihselciliği de öne sokuyorlar. Dikkat ederseniz, son zamanlarda, namaz diye bir şey yoktur, namaz işte, sosyal bilmem ne destektir, işte hac bilmem şöyledir. İşte kurban budur gibi, İslam’ın ibadet dediklerinin de, tamamıyla alakalı, falan yerde şu isimde bir kişi hoca diye çıkıyor, filan yerde bu isimle birisi hoca diye çıkıyor ve tıpkı Abbasiler dönemindeki o bürokrasinin yaptıkları gibi, şu anda da İslam ülkelerinde hâkim olan onlar. Şimdi de, İslam’ı tarihi gömme çalışması yapıyorlar, o zaman içeriğini tarihe gömdüler, dış görünüşü kaldı. Şimdi onu da tarihe gömme çalışması var, İslam ülkelerinde, bu çok ciddi bir çalışma olarak vardır.
Şimdi, bu ayetlere baktığımız zaman; işte Yahudiler diyor ki, “Allah, bize hiçbir şeyi haram kılmış değil ki”, işte burada da aynı şey demiyor mu? Allah’ın bize bir şeyi emir ve yasak koyduğu falan yok, o zaman öyle gerekmiş öyle yapmış ama bunlar gene daha insaflı. İsrail’in, Yakup’un kendisine haram kıldıkları başka diyorlar. Allah-u Teâlâ da diyor ki; “getirin Tevrat’ı okuyun bakalım, haklıysanız.” Şimdi, siz bugünkü Fatih’in anlattığı kişilere; Kuran’ı getirin okuyun diyemiyorsunuz. Böyle dediğin zaman ne diyorlar Fatih? Ben çok acayip sinirleniyorum da dediklerini de duymuyorum. Onun için Fatih duymuştur.
Öncelikle diyor ki; bir kere Kur’an hukuk kitabı değil, ondan herhangi bir hüküm istimbat etme, bunu Kuran’ı istismar etmek olarak kullanıyorlar. Diyorlar ki; mesela birisine bir ayet okuduğunuz zaman, Allah burada bunu emretmiş dediğinizde, diyorlar ki; “sen Kuran’ı istismar ediyorsun” Niçin? Çünkü Kur’an-ı Kerim herhangi bir hüküm üretilebilecek bir iletim değil. Ama Allah diyor? “ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humul kâfirûn”, “kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar kâfirlerdir”, diyor. Bunlar ne diyor? Kuran’la hüküm verilemez diyor ve diyor ki, Kuran’la hükmü, belli bir dönemde birileri verdi, dolayısıyla sen, o silsileyi atlayarak doğrudan ayet okuyamazsın, bu usulsüzlük olur, yani şöyle; birileri, birileri dediği, işte gelenek, bunu nasıl anladı, nasıl yorumladı, nasıl uyguladıysa, sen tıpkı şey gibi, yani memurlukta birisine bir dilekçe yazacağın zaman, onun bir silsilesi vardır, bu silsileyi atladığın zaman, bu usulsüzlükten bu reddedilir, cevap verilmez. Burada da diyorlar ki; herhangi bir hükme varmada, doğrudan ilk baştan, ayet bunu diyor dediğinde, bu bir usulsüzlük, çünkü sen, kendinden öncekilerin bunu nasıl anladığını, nasıl gördüğünü, nasıl uyguladığını, dikkate almıyorsun, bu silsileyi atlayamazsın, diye bir nevi buna etkisizleştirmenin bir başka yolu, yöntemi.
Zaten bugün mezhepler için ne diyorlar? Din o’dur diyorlar, değil mi? Din o’dur diyorlar. İşte Kur’an-ı Kerim’e aykırıdır dediğin zaman, gülüyorlar. Öyle şey mi olur diyorlar, hala onu konuşuyorlar. Diyor ki onlardan birisi, belki Fatih de odada mıydı? Yoksa Servet’le beraberdik, sen yoktun galiba. Sen Kuran’a sünnete uyumuyorsun. Ne oldu dedim ya, olmazmış, en büyük suçmuş. Şimdi bundan haberiniz olsun, tamam mı? Bundan haberiniz olsun.
Bugün nasıl tarikatlar, işte gelenekçiler bizi dışlıyorsa bu yenilikçiler daha fazla dışlıyorlar, onların bize karşı hıncı, düşmanlığı ki belki düşmanlık kelimesi, çok hafif kalır, daha fazladır. Ondan dolayı, Allah’a hamdolsun, Cenabı Hak lütfetti, bir şey yapamıyorlar, ellerinde bir güçleri yok, sadece kendi bağırıp çağırmaları dışında bir güçleri yok, çok zayıf insanlar çünkü kendi kendilerini de tatmin edecek durumda değiller.
Ben Erzurum’da görmüştüm de, bir kere, bir mahalleden geçiyorum. Şöyle kısa boylu birisi, böyle iri yarı güçlü kuvvetli bir adama öyle bir sövüyor ki, bir de tekmeliyor adamı. Şimdi adam bakıyor, hayır ben buna bir tane vursam, millet beni ayıplayacak. Adam duymazlıktan geliyor, haydi çekil, çocuğum çekil kenara, şey yapma falan diye efendice davrandıkça, o en galiz küfürlerle küfrediyor ona. Neyse adam yine efendiliğini bozmadı, oradan çekti gitti. Şimdi burada yapılanı da ben şahsen ona benzetiyorum.
Şimdi söyle de bir akım başladı, hepinizin dikkatini çekmiştir diye tahmin ediyorum. En böyle itici, en kabul edilemez görüşler, kendilerini Kuran’la bütünleştirmeye çalışıyorlar, yani şöyle; asla kabul edilemez bir düşünce sistemi kuruyor, ondan sonra diyor ki; kendini ama şöyle tanıtıyor: ben sadece Kuran’a bakarım, ben Kuran’a göre hüküm veririm, ben bunların da organize olduğunu, düşünüyorum.
Dolayısıyla, birileri bunu çok kötü kullanıyor, diyor ki bak kardeşim, eğer bu adam size Kuran’a gidin, Kuran’a yönelin diyorsa, bak işte Kuran’a yönelenleri görüyorsunuz, işte bunlar, bu tipler, ondan sonra da başlıyor, bir iki tane isim saymaya, bu da Kuran’cı diyor, şu da Kuran’cı, eh işte senin dediğin adam da, muhtemelen, dolayısıyla bu da sistemli bir kurgu, yani en aşırı tipleri, Kurancılıkla önce bir vitrine koyuyorlar. Böylelikle, insanların kardeşim Kuran’a yönelin diyen insanlara karşı, mesafe koymalarını sağlıyorlar. Bu da muhtemelen bilinçli organize ediliyor.
A.B.: Ondan hiç şüphen olmasın, kesinlikle bilinçli kesinlikle organize. Mesela ben size tavsiye ederim, Hakkı Yılmaz’ın, Maide suresinin altıncı (6.) ayetine verdiği meali bir okuyun, bakayım ki, kendinizi tutabilecek misiniz gülmekten. Allah’ın ayetine ne gibi, bir insan bundan daha ağır hakaret yapabilir mi? Dolayısıyla, şimdi; biz sadece Kuran’a uyarız diyor, geçende birisi yazmış. Efendim, ramazan ayı diye bir ay yokmuş, çünkü Allah Ramazan ayından bahsediyor, Ramazan ayı diye bir ay yokmuş. O hacda, hacla umreyi birleştirenlerin, tutması gereken, üç gün orada, yedi gün şeyde, esas oruç oymuş, o da Mekkeli olmayanlaraymış, böyle birisi, makale yazmış. Bir de bana da göndermiş ki okuyayım, ben de yazdım ki, “küfür için bundan daha sağlam bir vesika olmaz diye üzerine yazdım. Şimdi yani şu andaki uluslararası çalışmalar, tüm gayretler, İslam diye bir şeyi bırakmama yolundadır yani şimdi siz sadece efendim Suriye’de yapılan savaşı, Irak’ta yapılan savaşı, Gazze’ye yapılan saldırıları filan, bunları görüyoruz, evet, bunlar çok üzücü şeyler ama bu sahada yapılanlar, onlarla kıyas kabul etmez, üstelik bu sahada bu hücumu yapanların karşına, siz “sayın hocam” diye saygı göstererek çıkıyorsunuz ve onlar da itibarlı mevkideler. Ondan sonra talebinizi teslim ediyorsunuz ki alın bunlara dini öğretin, tamam mı? Bu sadece Türkiye’de değil, her tarafta böyle, her tarafta böyle. Onun için, İslam âlemi, çok yönlü bir saldırıyla, bunlar son derece iyi planlanmış, nasıl Abbasi döneminde, çok başarılı bir şekilde uygulamışlarsa, şimdi de uygulama peşindeler.
Ben şimdi, size her zaman söylüyorum, şu hareketi elimizden geldiği kadar güçlendirmemiz lazım. Cenabı Hakka sonsuz şükürler olsun, içeriği son derece güçlü, işte internet üzerinden de gayet güçlü gidiyoruz. Allah razı olsun, sizde eskisi gibi değil, yavaş yavaş destek vermeye başladığınız, ama önümüzde çok büyük bir şeyler var ama şunu da söyleyeyim; ben size işin bir tarafı böyleyken, öbür tarafta da, bize hücum eden tarafın dayanacağı hiçbir şey yok, son derece geleceğine olan umudunu kaybetmiş kişilerden oluşuyor. Eğer çok güçlü gidişimizi devam ettirebilirsek, Allah’ın izniyle, onların tamamını etkisiz hale getirilebiliriz. Tabii bilgi açısından, Türkiye’de bu dediklerimizin hiçbirisi, bunların hiç birisi karşımıza çıkıp tek kelime konuşamıyor. Yani, ne tarikatçısı konuşabiliyor, ne cemaatçisi konuşabiliyor, ne bu ilahiyat fakültelerinde olan yenilikçiler konuşabiliyor, ne gelenekçiler, hiçbirisi konuşamıyor. Çünkü hiç birisinin elinde, kendisini savunacağı hiçbir şey yok. Yani Kuran’ı dışlıyor ama dayanacağı başka bir şey de yok, hiçbir şey yok, hiç bir şeyler yok, Karşımıza çıkma imkânları yok, işte Allah’a şükür, güç bu, öbürü değil.
Şimdi bunu çok güçlü bir şekilde, hep birlikte yürütmemiz lazım, çok daha etkili hale getirmemiz lazım. Daha çok insanlara sunmamız lazım, ister gelirler ister gelmezler. Dolayısıyla yapılması gereken çok şeyler var, işte siyasi yönden ülkeye hâkim olmak isteyenler, tabii siyasi rakipleri ile karşı karşıya geldiler. Aslında bu büyük bir şans ama zararın asıl büyüğü; dini kimlikle gelendir, şimdi o siyasi yenilgiyi, dine karşı bir tavır olarak, o siyasi karşı koymayı bir tavır olarak göstermeye başarırlarsa, al başına belayı, al başına belayı.
Dolayısıyla, nedense şuna kimse cesaret edemiyor, dikkat ederseniz bizi yıllardır televizyonlara çıkarmamak konusunda, ellerinden geleni yapıyorlar, büyük ölçüde de başarılı oldular ama Allah’a hamdolsun ki, internet denen bir olay var, oradan gidiliyor. Şimdi bunların, İslam adına yaptıkları yanlışlar, bütün açıklığıyla, bu insanların karşısında ortaya olmadıkça, bütün açıklığıyla ortaya konmadıkça, bunların dini, kendi keyifler için kullandıkları, açık ve net olarak ortaya konmadıkça, bunlar çok rahat bir şekilde, insanları kandırabilirler. O zamanda, o siyasi başarılar, başarısızlığa dönüşebilir, çok dikkatli olmak lazım.
Evet, neyse hiç aklımda olmayan şeylerden bahsettik ama gerçekten bunlar benim fena halde canımı sıkan şeylerdir. Yani, şu Kur’an-ı Kerim’in ihtişamına bakıyorum, bir de Müslümanların yerlerde sürünmesine, ikisi arasındaki şey, bütün dünyaya nizam vermesi gereken Müslümanlar, başkalarından nizam dilenir hale gelmişlerdir, yani Cenabı Hakk’ın asla kabul etmediği kişilerden nizam dilenir hale gelmişlerdir. Bu da, gerçekten son derece üzücü bir şeydir, evet, ilave edeceğin bir şey varsa ilave et, yoksa tamam.
Evet, bu işi inşallah çok güçlü bir şekilde devam ettirmemiz lazım. Allah razı olsun, zaten elinden geleni de yapıyorsunuz, çok şükürler olsun. Bugün Türkiye’de, geçende Almanya’da bir arkadaşımız telefonla söyledi; benim çok hoşuma gitti, siz de duyun, sizin de hoşunuza gider herhalde. Camide bir grup genç, imam sıkıştırmış, siz bu dini bize yanlış öğretmişsiniz diye, bize bu dini yanlış öğretmişsiniz, bu din böyle değil. Tabii, imam da kendini çeşitli şekillerde kurtarmaya çalışmış ama başaramamış. Bundan sonra sıra orada, gerçekten, Türkiye’de başka yerlerde de, gençler sorgulamaya başladı, yaşlılarda sorguluyor ama gençler daha çok sorguluyor. Onun için az önceki karamsar gibi görünen tablo, aslında tam tersine, yani halkın içerisine indiğiniz zaman, tersine dönüyor. Şimdi siz diyebilirsiniz ki istatistikî olarak yüzde kaçı? Burada yüzde hesabı yapılmaz, doğrulara sahip çıkan insanlar olduğu zaman, iki kere iki kaç eder? Dört. Bir tane, küçük bir çocuk, dört eder dese, milyarlarca insan etmez derse, o çocuk galip gelir. Burada sayı hesabı yapılmaz, önemli olan düşüncenizin doğru olup olmadığıdır, Allah’a şükür doğrulara sahip çıkanlar var şimdi.
Evet, şimdi burada diyor ki Allah-u Teâlâ; “kul sadekallâh”, “de ki doğruyu söyleyen Allah’tır”, “fettebiû millete ibrâhîme hanîfa”, “İbrahim’in dosdoğru yoluna girin.” Şimdi bu, Resulullaha (s.a.v) verilen emir, Resullaha bu emir verildiği zaman, İbrahim’den (a.s.) kalma bir kitap var mıydı? Yok. İbrahim’in dosdoğru yoluna gidin diyor, ondan sonra da ne diyor “vemâ kâne minel muşrikîn”, “İbrahim, müşriklerden değildi”, çünkü Mekkeliler, İbrahim’in (a.s.) dininden olduğuna inanıyorlardı, İbrahim’in dosdoğru yoluna gidin deniyor. Şimdi bakın, asırlar öncesinden gelen, bir “İbrahim’in yoluna girin diye” Allah orada emir veriyor ve bir kelime ile “o müşrik değildi” diyor, bak siz İbrahim’in dininden diyorsunuz ama müşriksiniz. Yani Allah’ı ikinci plana koyuyor, birinci plana başkasını koyuyor.
İşte az önce Fatih’in resimde; Allah kaçıncı planda? Son planda, değil mi? İkinci de değil, üçüncü de değil, en son. Aslında hiç olmasa da olur, hiç hesaba katılmıyor, çünkü Allah gibi oturup kitap yazacak adam yani, hâşâ. Bunu söyleyenler, ilahiyat fakültesi hocası. Şimdi, “o müşriklerden değildi” diyor. Mekkelilere diyor ki; “İbrahim’in dinine uyun diyor, O, müşriklerden değildi diyor, peki Yahudi ve Hıristiyanlara ne diyor Kur’an-ı Kerim? Maide suresinin altmış sekizinci ayetini açalım “kul yâ ehlel kitâb”, “Ey Yahudi ve Hıristiyanlar, onlara şöyle de “lestum alâ şeyin”, “hiçbir temeliniz olmaz”, “hattâ tukîmûttevrâte vel incîl”, “Tevrat’ı ve İncil’i uygulamadıkça, hiç bir temeliniz olmaz”, Peki İncil, Resûlullahtan kaç asır önce gelmişti? VII. asırda, yedi asır değil mi? Yani eğer tarihi doğru kabul edersek, işte miladı da İsa’nın (a.s.) doğumu sayarsak, altı asırdan fazla bir şey var. Peki, Hıristiyanların Resulullah zamanında, Hıristiyanlık kabul ettikleri şey İncil miydi? İşte Antakya’da, İzmir-Efes’te İznik’te, Kadıköy’de almış oldukları kararlar, hala onlara göre dinlerini şey yapıyorlar. Şimdi bu geleneksel tarihsel anlayışa göre, Allah-u Teâlâ’nın, İncil dememesi lazım, değil mi? “Sizin geleceğinizi yerine getirmedikçe” demesi lazım.
Bir gün, bir grup Katolik bizim vakıfta, gelmiş otuz kadar vardı, bizim bir arkadaş dedi ki; “sizin açınızdan Tevrat ve İncil neyi ifade eder? “İşte birer tarihsel kutsal metindir,” Peki hayatınızda ne anlamı vardır? “Hayatımızı konsüller belirler. O tarihte kalmıştır.” Aynı mantık değil mi? Konsüller belirler diyor, şimdi Allah-u Teâlâ ne diyor? “İncil’i uygulamazsanız hiçbir temeliniz yok, Tevrat’ı da uygulayacaksınız. Peki, Tevrat kaç asır önce? Kesin olarak bir bilgimiz yok ama çok fazla önce, değil mi? Yani on asır var mı? İki bin yıl, iki bin yıl önce, şu anda bin dört yüz yıl olmuş, o kadar süre olmamış. Şimdi, iki bin yıl öncesine gönderiyor, Tevrat’ı uygulamazsanız bir temeliniz olmaz, şimdi Kur’an-ı Kerim böyle diyor, bugünküler ne diyor? Kur’an tarihte kalmıştır diyor. Şimdi, Allah-u Teâlâ bunlara ne demiş oluyor? “Hiçbir temeliniz yoktur” demiş olmuyor mu? “Temelsizsiniz”, onun için zaten, temelsiz oldukları için, hiçbir şey ifade etmiyorlar, bir kıymeti harbiyeleri yok.
Evet, “vemâ unzile ileykum min rabbikum”, “ve size indirilmiş olan bu Kuran’ı da uygulayacaksınız” diyor, peki ondan sonra ne diyor? “ve leyezîdenne keśîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tuġyânen ve kufrâ”, “Rabbinden sana indirilen bu şeyler var ya; onların çoğunun taşkınlığını ve kâfirliğini artıracaktır”, uymak istemeyecek, İncil’e nasıl uysun? Ben Hıristiyanlarla o kadar birlikte oldum, toplantılar yaptım, bir kere İncil’in kapağını açtıramadım onlara, Tevrat’ı da açmadılar.
“felâ te’se alâl kavmil kâfirîn”, “o kâfirler topluluğuna üzülme” diyor Allah-u Teâlâ, bu, bize de verilen bir emirdir, üzülme, sen kendi yoluna devam et. Evet, bugün dedik ki şu ayetleri okuyacağız, hiç olmazsa hızlı bir şekilde okuyalım, sözümüzü de yerine getirmiş olalım, ayrıntıya daha sonra İnşaallah gireriz. Diyor ki Allah-u Teâlâ burada “inne evvele beytin vudi’a linnâsi lelleżî bibekkete”, “ insanlar için yapılmış, konmuş ilk bina elbette ki, Mekke’de olandır”, “bekke”, Tevrat’ta da “bekke” olarak geçiyor Mekke’nin adı, Kur’an-ı Kerim’de de “bekke”, “Mekke”, “Mekke” olarak da geçiyor,” Bekke” olarak ta geçiyor, mesela, Fetih suresinde “Mekke” diye geçer, burada “bekke” diye geçiyor. “Mekke’de olandır”, “mubâraken vehuden lil âlemîn”, “bereketli ve tüm âleme hidayet, yani doğruyu gösterecek bir merkez, insanlar için yapılan ilk beyt, ilk bina. Beyte Araplar, ev derler, bir ev yaptığınız zaman, kimin için yapıyorsunuz? Kendiniz için, değil mi? Peki insanlar için yaptığınız ne olur? Kamu binası olur, değil mi? Yani herkesin istifade edeceği binaya, kamu binası denir. Demek ki kamunun yararlanması için kurulan ilk bina, hangisiymiş? Kâbe’ymiş, çünkü insanlar için diyor, herkes için. Bütün insanlar oradan yararlanabilirler.
“fîhi âyâtun beyyinât”, “orada işaretler vardır”, orada ibadet yerlerini gösteren işaretler vardır, işte Arafat’ın işareti vardır, Müzdelife’nin işareti vardır, Mina’nın var, şeytan taşlama yerlerinin var, işte Kâbe var, Safa-Merve var, yani göstergeler vardır. Bir şeyi açıklayan göstergeler vardır, peki “âyâtun beyyinât” hangisidir? “Makam-ı İbrahim”, ondan bedel, İbrahim’in makamı vardır, “âyâtun beyyinât” denen yerlerin tamamı, İbrahim’in makamıdır. İbrahim’in makamı ne demek? Şimdi siz Kâbe’ye gittiğiniz zaman, Makam-ı İbrahim dedikleri, Kâbe-i Şerif’in yanında küçük fanussu bir taş, orası Makam-ı İbrahim diyorlar. Yani, o taş o kadar çok mu önemli? Gerçekten İslam Âlemi ne halde? Nereye el atsan, elinde kalıyor gerçekten. Hangi konuya el atsan elinde kalıyor. Onun için mecbur kalıyorsunuz, Kur’an ayetleri ile uzun uzun meseleyi anlatmaya.
“Makam-ı İbrahim” dediğimiz, İbrahim’in (a.s.), “makam” kelimesi Arapçada çoğulu olmayan bir kelimedir, tekil anlamında kullanılır, çoğul anlamında da kullanılır. Dolayısıyla İbrahim’in durduğu yer ya da durduğu yerler, “fîhi âyâtun beyyinâtun”, dedikten sonra Makam-ı İbrahim deyince, o ayetler çoğul olduğu için, “İbrahim’in durduğu yerler” diye anlam vermek gerekir. Bakara suresinin yüz yirminci yedinci (127.) ayetinde Allah-u Teâlâ şöyle diyor “ve iż yerfe’u ibrâhîmul kavâ’ide minel beyt”, İbrahim, o beytin temellerini yükselttiği zaman “ve ismâ’îlu rabbenâ tekabbel minnâ inneke ente-ssemî’u-l’alîm”, Bakara suresinin yüz yirmi sekizinci (128.) ayetinde de diyor ki, Nuh’tan (a.s.) dan sonra temelleri yıkılmış, kaybolmuş olan, yani yeryüzünün ilk binasının temellerini yükseltiyor, diyor ki “rabbenâ vec’alnâ muslimeyni lek”, yani, İsmail ile beraber beni, sana teslim olan iki kişi yap”, “vemin żurriyyetinâ”, “soyumuzdan da “ummeten muslimeten lek”, “sana teslim olan bir önderler grubu oluştur”, “ve erina”, “ve bize göster”, “menâsikenâ”, “menasikimizi göster”, yani hac ibadetini yapabileceğimiz yerleri göster diyor. Çünkü Kâbe-i Şerif kaybolduğu için, artık hac ibadeti yapılamaz olmuş. Göster diyor, bize ibadet yerleri oluştur demiyor, göster. Olan şey için göster değil mi? Olmayan şey için değil, daha önce olan ama İbrahim’in (a.s.) bilmediği yerler, ondan sonra, “ve tub aleynâ inneke entettevvâburrahîm”, “ve bizim tövbemizi kabul eyle, sen tövbeleri kabul eden ve merhametli olansın” diyor. Allah-u Teâlâ, İbrahim’e (a.s.) o menasiki, hac ibadetinin yapılacağı yerleri gösterince, O; eşiyle oğluyla orada ilk haccı yapıyor. Yapıp bitirdikten sonra da Hac suresinde belirtildiği gibi “ve eżżin fînnâsi bil hacci”, “insanların içerisinde haccı ilan et” diyor, yani insanlara gelin hac yapın demiyor, çünkü dünyanın her tarafında bulunan insanlar, zaten haccın olduğunu biliyor da, hac yapılacak yer olmadığı için, yani Kâbe yıkıldığı için, gelseler nerede, ne yapacaklarını kimse bilmiyor. Şimdi Kâbe’yi bina etmiş, Allah-u Teâlâ da Arafat, Mina, Müzdelife hepsini göstermiş, onun için ilan et diyor. Yani insanlara hac farzdır, gelin ibadet edin demiyor. “ilan et”, diyor, aynen ezan okumak gibi.
Şimdi bir cami yaptınız, camii ne zaman ibadete açıldı diye birbirinize sorarken bir de bakıyorsunuz ki, ezan okunuyor, ne yaparsınız? Ha, ibadete açılmış gidelim dersiniz değil mi? İşte orada da “ezzin”’le ezan aynı, “eżżin fînnâsi bilhacci”, “insanlar içerisinde haccı ilan et”, yani artık beyler hac yapabilirsiniz, peki öyle dedikten sonra ne oluyor “ye’tûke ricâlen”, “sana yürüyerek gelirler”, yürüyerek nereden gelinir? Yakın yerlerden. “ve alâ kulli dâmir”, “ve bitkin binekler üzerinde gelirler.” Onlar nereden gelir? Uzaktan. “ye’tîne min kulli feccin amîk”, “bütün derin vadilerden geçerek gelirler”, bütün derin vadiler dediği zaman, Mekke’nin hangi yönden gelirler? Her yönünden gelirler. O zaman, Mekke; “ümmü-l kur’a”, anakent olduğuna göre, dünyanın neresinden gelirler? Her tarafından.
Ezan okudu, namaz kılınacak, camiye cemaatin gelmesi gibi, tamam mı? İşte İbrahim’de (a.s.) böyle. O zaman, geldiklerinde ibadeti nerede yapacaklar? Hac ibadetini. Tamam, Kâbe’yi buldular, sadece Kâbe’yi tavaf mı olacak, hac ibadeti? “vetteḣiżû min mekâmi ibrâhîme musallâ”, “İbrahim’in durduğu yerleri, musalla edinin” diyor, işte burada da “fihi ayatun beyyinat, “orada açıklayıcı göstergeler vardır”, yani gidersiniz; Kâbe belli, Safa-Merve’nin işaretleri var, Arafat’ın işareti var, Müzdelife’nin var, hepsi, yani “makam-ı İbrahim”, İbrahim’im ibadet için durduğu yerler vardır, onun için “vetteḣiżû min mekâmi ibrâhîme musalla”, “İbrahim’in durduğu yerleri, dua yeri yapın, duanızı orada yapın, namazgâh değil, dua. Şimdi deniliyor ki; İbrahim’in makamında namaz kılın, peki, o zaman orada namaz kılmak, farz olmayacak mı? Hangi kitapta deniyor ki, orada namaz kılmak farzdır? O, küçücük yerde, namaz kılmak farz olacak, ee, müstehapsa, niye Allah-u Teala “vetteḣiżû min mekâmi ibrâhîme musallâ” diyor? Hakikaten İslam âleminin her neresine baksan dökülüyor, neresine baksan, yani hiç olmazsa şu haccı bari düzgün yapsanız kardeşim. İşte elinizdeki meallere bakın göreceksiniz. Hangi ayette? Bakara suresinin yüz yirmi beşinci (125.) ayeti, evet.
İşte Makam-ı İbrahim, İbrahim’in ibadet için durduğu yerler, çünkü ilk defa Kâbe’yi yıkılmasından sonra, inşa eden, ilk haccı yapan, yani Nuh’tan (a.s.) sonra, yoksa ilk haccı Âdem (a.s.) yapmıştır elbette, ilk haccı yapan, ondan sonra insanlara ilan eden, niye elbette dedim, çünkü zaten hac, bilinmiyor olsaydı, siz namazın kılındığını biliyorsunuz, mescidin namaz için olduğunu biliyorsunuz ki, ezan okunduğu zaman gidersiniz. Dünyanın herhangi bir yerine gitseniz de bir ezan sesi duysanız, ne dersiniz? Burada bir cami var, demek ki namaz vakti gelmiş, gidip namazımı kılayım dersiniz, değil mi? Çünkü sizin zihinsel arka planınızda var, işte bütün insanlar, çünkü dünyanın her yerinde bir nebi göndermiştir, değil mi? O onun için bakın, bütün din diye şey yapan, bugün varlığını devam ettiren, düşünce kuruluşu mu, ne derseniz, din diye algılanan şeylerin her birinde hac mutlaka vardır, sonradan değiştirilmiştir o ayrı konu.
Şimdi “ve men deḣalehu kâne âminâ”, “oraya giren güven içinde olur”, “ve lillâhi alânnâsi hicculbeyti”, işte burada Cenabı Hak bize bir görev yüklüyor, Allah için insanlar üzerinde, o beyti ziyaret etme görevi vardır, yani Allah’ın hakkıdır, gidin o beyti ziyaret edin. Peki, herkes mi gidecek ya rabbi? Hayır, “menistetâ’a ileyhi sebîlâ”, “oraya bir yol bulabilenler”, yol bulabilmek için, para sahibi mi olmak lazım? Tamam, para sahibi olursun, yol bulamayabilirsin. Param var, ama vize vermiyorlar, o zaman yol bulamıyorsun demek ki, değil mi? Ee peki ben şimdi şoför olarak gittim, benim haccım oldu mu? Gittin mi, yol buldun mu? Buldun bitti. Bu adam, beni yanında hizmetçi olarak götürdü, sen gittin mi kardeşim, bitti o zaman, tamam. “Yol bulabilen” diyor, yol bulabilenler için bir görevdir bitti. “ve men kefera feinnallâhe ġaniyyun anil âlemîn”, “kim bunları görmezlikten gelirse, Cenaba-ı Hakk’ın onlara ihtiyacı yoktur”.
Evet, böylece bu dersimizi bitirmiş olalım, bir aradan sonra soru cevapla devam edeceğiz, inşallah.