Bugünkü dersimiz Kuran-ı Kerim’i anlatma görevi ile ilgili. Biliyorsunuz, Ali-İmran Suresinin 187. Ayetindeyiz. Bu ayette Allah-u Teala, şöyle buyuruyor;
“Ve iz ehazallâhumîsâgallezîneûtul kitabe” “Allah, kendisine kitap verilenlerden kesin söz aldığı zaman onlara şöyle dedi” “letubeyyinunnehûlinnâsi” “O’nu mutlaka insanlara açıklayacaksınız”
Açıklamak ne demek? İçeriğini mi anlatacağız? Yoksa bugün insanların anladığı gibi; şu ayette şöyle diyor, bir ayet okuyup onunla ilgili yarım saat konuşacak mıyız? “ve lâ tektumûneh” diyor. “ve lâ tektumûneh” diyerek “letubeyyinunnehû”nun manasını bize bildirmiş oluyor. Yani “gizlemeyeceksiniz, açık, açık ortaya koyacaksınız.”
Allah-u Teala bize kitap verdi mi? Bizde kendisine kitap verilenlerden miyiz? O zaman “letubeyyinunnehûlinnâsi” emri bizi de kapsar mı? Diyor ki Allah; “kendisine kitap verilenlerden kesin söz aldı, O’nu insanlara mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz.”
“fenebezûhuverâezuhûrihim” “ama onlar Allah’ın kitabını açıklama işini sırtlarının arkasına attılar” “veşteravbihîsemenengalîlâ” “onun karşılığında az bir şey satın aldılar”
Yani bitip tükenen şey, mesela bizden önce ölüp gitmiş olanlar, kitabı açıklamama karşısında tüm dünyayı almış olsalardı, şu anda ellerinde ne var? Hiçbir şey yok, onun için azdır, yani ;
“femâmetâulhayâtiddunyâ fil âhırati illâ galîl” “Dünya malı, ahiretle karşılaştırdığınız zaman çok azdır” (Tevbe 9/38) Yani geçici bir şey, bugün var yarın yok.
“Mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz. Ama onlar sırtlarının arkasına attılar, karşılığında az bir şey aldılar” “febié’semâyeşterûn” “satın aldıkları şey ne kadar kötüdür.” (Ali-İmran 3/187)
Bu ayet ehli kitaptan bahsediyor, acaba Cenab-ı Hakkın bizimle ilgili böyle bir emri var mı? Bakara Suresinin 159. Ayetinde Allah*u Teala diyor ki;
“İnnellezîneyektumûnemâenzelnâminelbeyyinâtivelhudâ” “İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru yolu gösteren ayetleri gizleyenler” “mim bağdimâbeyyennâhulinnâsi fil kitâbi” “insanlar için o ayetleri biz bu kitapta beyan ettikten sonra”
Bu kitapta beyan edilmesi ne olur? Bu kitapta yazılmış olması yani bu kitapta varken gizleyenler.
“ulâikeyel’anuhumullâhu” “Allah, onları lanetler, dışlar” “ve yel’anuhumullâınûn” “lanet edenlerde dışlarlar.” (Bakara 2/159)
Yalnız Allah dışlamaz, başka dışlayanlar da var, bakalım kimlermiş o dışlayanlar? Burada istisna var, kimler olduğunu biraz sonra söyleyecek Cenab-ı Hak.
“İllellezînetâbû” “Ama yaptıklarından vazgeçenler başka.” “Tabe”, tevbe etmek demek, dönüş yapmak yani gittiği yoldan dönen. Ayetleri gizlemekten vazgeçenler başka. Sadece gizlemekten vazgeçenler mi? Hayır, “ve aslehû ve beyyenû” “gizlediklerini açıklayacaklar.”
Şimdi gelin siz buraya, ayeti söylemek gerekirken söylemeyin, çıkın dışarıda tevbe edin, bu olmaz. Onun tevbesi pişman olmak, gelip burada söylemektir. Önce döktüğünü temizlersin, ondan sonra tevbe edersin.
“feulâikeetûbu aleyhim” “İşte Ben de onlara dönerim yani onların dönüşlerini kabul ederim.” “ve enet tevvâbur rahîm.” “Ben tevbeleri kabul eden ve merhametli olanım.” (Bakara 2/160)
Peki, lanet ne demektir? “Allah lanet eder, dışlar”, peki, diğerleri kim?
“İnnellezînekeferû” “Kafir olanlar”. “Kefera” kelimesinin anlamını herkes öğrendi, ne demekti küfür? Gizlemek, örtmek. Bir şeyin üzerini örtmek ve gizlemek. Gizleme kelimesi ayette “ketm” kelimesi ile geçiyor, “İnnellezîneyektumûne” diyor, gizleyenler bir de küfür, örtenler. Mana bakımından bir fark var mı? Allah’ın ayetini açıklamak gerekirken, açıklamayıp gizleyenler onu örtenlerdir. Onun için burada Allah-u Teala bize bir şey daha bildirmiş oluyor; ayetleri gizleyenler kafir olmuş oluyorlar.
“ve mâtû ve hum kuffârun”“kafir olarak da ölürlerse”, açıklamadan da ölüyor. “ulâike aleyhim lağnetullâhi” Şimdi, bak Allah’ın laneti, az önce okumuştuk. Yani onların üzerinde Allah’ın laneti olur, onları dışlar. Başka? “velmelâiketi” “meleklerin laneti” olur. Onlar da dışlarlar. “vennâsiecmeîn” “tüm insanların laneti” olur. Niye tüm insanların? Çünkü Allah’ın ayetini okuduğun zaman bakarsın ki; istifadeler.
Hiç unutmuyorum, 1976 yılında İstanbul Müftülüğünde göreve başladık, o zaman da iyi Fransızca biliyoruz. Fransız Konsolosluğuna üst seviyede Fransızca dersine gittim, orada, sınıfta hoca her akşam bir konu getiriyor, tartışıyoruz kendi aramızda. Tabii biz hemen meseleyi dine getiriyoruz. Natalie adında bir Fransızdı. Natalie, bir gün dedi ki; “burası İslam bilimi sınıfına döndü” dedi. “İsterseniz konuşmayayım” dedim, “yok konuş, konuş” dedi. Bir gün geldi dedi ki, “Janser, seninle görüşmek istiyor”. O da oranın hocalarından bir tanesi. “Görüşelim” dedim, onunla oturduk konuştuk, dedi ki; “sen sınıfta İslam dinini anlatıyormuşsun, Natalie’de gelip öğretmenler odasında bize anlatıyor” dedi. “Şu İslam’ı bana anlatır mısın, çok ilgimi çekti” dedi. Anlattım, birkaç ders, her teneffüste oturup konuşuyorduk, “ben Müslüman olmak istiyorum” dedi. “Tamam ol.” “Belge?”, “ne belgesi, sen istediğin anda bitti, burası kilise değil ki seni vaftiz edelim, deftere kaydedelim. Karar verdin bitti, bu senin kendi kişisel kararın.” “Yok” dedi “ben resmi belge istiyorum”. “Gel” dedim o zaman İstanbul Müftülüğüne. Geldi, ondan sonra epey zaman geldi gitti, namaz kılması öğrendi vs. Gerçekten de çok samimi bir Müslüman oldu. Ankara İlahiyatta da dekanlık yaptı, bir arkadaşımız vardı, o zaman orada doktora yapıyordu, onunda Fransızcası iyiydi, ona teslim ettim, hala görüşüyorlarmış. Amerika’da bir yerde hocalık yapıyormuş, hala sağlam bir Müslüman olarak vazifesine devam ediyor.
Şimdi siz, Allah’ın ayetlerini anlattığınız zaman ben bunu, şuna benzetiyorum; şurada bir taşa yağmur yağıyor. Taşa bir faydası yok ama oradan süzülüp gidiyor, hiç bilmediğiniz bir yerde, bir adamın bostanında işe yarıyor.
Bu sebeple bütün insanlığın laneti, Allah’ın kitabını gizleyenlerdedir, çünkü her birisinin buna ihtiyacı var. Her bir insanın bu kitaba ihtiyacı var. Tıpkı suya ihtiyacı olduğu gibi, havaya ihtiyacı olduğu gibi, dolayısıyla bizim bunu gizlemeye hakkımız yok, hepsine anlatmamız lazım.
Gizleyenlere “kafir” dedi değil mi Allah-u Teala, “İnnellezînekeferû”,“ve mâtû ve hum kuffârun” “gizleyerek ölmüş olanlar”. “ulâike aleyhim lağnetullâhivelmelâiketivennâsiecmeîn” “Allah’ın laneti, Allah’ın dışlaması, meleklerin dışlaması, tüm insanların dışlaması onun üzerindedir” (Bakara 2/161)
Herkes onu dışlar, hani şunu bir öğretseydin, bizde öğrenseydik rahat ederdik değil mi? Öyle diyecekler. Suya çok ihtiyacı olana su vermemek gibi bir şey.
“lâ yuhaffefuanhumulazâbu” “Bu azap onlardan hafifletilmez” “ve lâ hum yunzarûn.” “yüzlerine de bakılmaz.” (Bakara 2/162)
Bu ayette bahsedilen insanlar, Kuran’ı bilen insanlar mı? Çünkü bilmezse neyi gizleyecek? Yerigeldiği zaman,anlatması lazım.Birçoğunuzun başından geçiyordur, ben o tür şeyleri çok yaşadım; müftülükte, fetva işlerindeyken çok önemli yerlere davet ederlerdi, gördüğüm yanlışı derhal söylerdim. Beraberimde iki, üç tane daha hoca varsa onların ağzı açılmazdı, bana da bir şey diyemezlerdi çünkü deseler orada cevaplarını alırlar, dışarıda deseler gene cevaplarını alırlar ama kendi aralarında mırıldanır dururlardı. Fakat netice ne olacak? Allah’tan başkasından bir itibar beklerseniz, bulursunuz, geçici bir menfaatlenmedir. Ama itibarı Cenab-ı Haktan beklerseniz, O çok daha büyüğünü, kalıcısını ve en güzelini verir.
Şimdi, İbrahim Suresinin 4. Ayet-i kerimesini okuyalım, sık sık okuduğumuz ayetlerdendir biliyorsunuz. Burada diyor ki Allah-u Teala;
“Ve mâerselnâ mir rasûlin illâ bilisânigavmihîliyubeyyinelehum” “Her rasulu, kendi kavminin diliyle göndeririz, onlara kendisine gelen ayetleri açık, açık anlatsın diye”
Kuran-ı Kerim’in Arapça olmasının sebebi, Arap dilinin kutsallığımıymış, neymiş? Rasulullah (S.A.V)’ in Arap olması, geldiği toplumun Arap toplumu olması. Başka bir dille gelirse onlar bir şey anlamazlar. Mesela şuraya Fransızca konuşan biri gelse, onun konuştuğunu da ezberleseniz, ondan sonrada ben çok güzel Fransızca biliyorum diye, falanca Fransızca parçayı çok güzel biliyorum diye buradan çıkıp çok güzel bir şekilde de bir Fransızdan da güzel telaffuz etseniz. Peki, burada ne anlatıyor diye sorduklarında ne cevap verirsiniz? “Valla, bilmiyorum”. Ne derler sana? “Bu adam ne yapıyor” demezler mi? “Kendini kandırıyor, bu ne yaa” demezler mi?
Peki, Kuran-ı Kerim’in Arapça olmasının sebebi, Muhammed (A.S)’ın Arap olması ve geldiği toplumun Arap olmasıdır. O sadece Araplara gönderilen elçi midir? O zaman Kuran-ı Kerim Arapça okunuyorsa, Türkler için bu ayetin manasını düşünürseniz bir şey ifade eder mi? Yani Türklere beyan edilmiş olur mu Kuran-ı Kerim? Diyelim ki bir Fransız, Fransızların önemli kitaplarından birini ezberlemiş baştan sona kadar okuyor. Diğerleri de gidip onu dinliyor çok büyük bir zevkle. Tamam, güzel, zevk alabilirsiniz. Peki, anlamı ne diye sorduğunuz zaman, “bilmiyoruz”. Gülersiniz değil mi ona? Peki, Allah’ın kitabını anlamadan dinleyince size bütün alem gülmez mi? “letubeyyinunnehûlinnâsi” “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız” (Ali İmran-187) emri kime veriliyor? Hepimize, peki, hepimize veriliyorsa “ben onu okudum, açıkladım” “ayet hangi konu ile alakalıydı bilebilir misin?” Beyan etmek ise bunun anlamını anlatmakla ilgilidir. Burada diyor ki Cenab-ı Hak;
“Ve mâerselnâ mir rasûlin illâ bilisânigavmihîliyubeyyinelehum” “Her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki; onlara beyan etsin”
Elçilik görevi bitti mi? Biten neydi? Nebilik. Neydi, Rasulullah (S.A.V) “hatemunNebiy” “Nebilerin sonuncusu” artık Ondan sonra nebi gelmeyecek. Eğer bu hitap Araplara Arapça, Türklere Türkçe, İngilizlere İngilizce, Almanlara Almanca anlatılmaya devam edilmezse yani karşı tarafın anlayacağı şekilde anlatılmaya devam edilmezse o zaman vazife yapılmış olur mu? O zaman Allah’ın kelamını gizlemek söz konusudur değil mi? Öyleyse Kuran-ı Kerim’in, mesela bizim açımızdan mutlaka Türk diline düzgün bir mealinin yapılması ve okunması gerekir. Diyeceksiniz ki, “o kadar yanlış mealler var ki?” Siz yatın kalkın dua edin ki meali okudunuz yanlışını görüyorsunuz. Daha önce mealden kimsenin haberi yoktu ki yanlışından haberi olsun. Yani hatayı görmüşsünüz düzeltilecek demektir, hastalığın teşhisi söz konusu.
“feyudıllullâhu mey yeşâu ve yehdî mey yeşâé’” “Allah-u Teala bundan sonra hidayeti tercih edeni hidayete getirir, dalaleti tercih edeni de dalalette bırakır”
Tercih onda, sen anlat, ne yaparsa yapsın.
“ve huvelazîzul hakîm.” “O aziz ve hakimdir.” (İbrahim 14/4)
Elçilerin görevi nedir? “ve mâalerrasûliillelbelâğul” “Rasule düşen sadece tebliğdir.” Tebliğ ne demek? Karşı tarafın tam anlayacağı şekilde anlatmaktır yani beyandır. Muhammed (S.A.V)’ e verilen görev 16. Surenin 43 ve 44. Ayetlerini açalım bakalım ki bizden farklı mı? Diyor ki Allah-u Teala;
“Ve mâerselnâmingablike illâ ricâlennûhîileyhim” “Senden önce elçi gönderdiklerimiz, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkası değillerdir.”
Vahiy olduğu zaman bu nebi-rasul olur. Yani nebilik bitti artık kimseye vahiy gelmez ama gelmiş olan vahyi açıklama görevi devam ediyor.
“fes’elûehlez zikri in kuntum lâ tağlemûn” “bilmiyorsanız ehli zikre sorun.” (Nahl 16/43)
Ehli zikir dediğimiz zaman Türkiye’de ne anlaşılır? Tespih çekenler değil mi? Şimdi, bir kere kendini şeyh olarak anlatan bir adamla konuşuyoruz ki onla ilgili bir şey yazmaya değmediği için yazmadım da yine de şu ifadeler manidardır. Biraz konuştuk, “bilmiyorsanız ehli zikre soracaksınız” dedi. “Ehli zikir kim oluyor?” dedim, “biz oluyoruz” dedi. “Sen, şuraya elif yazsam I diye okursun dedim” “Elifi bilmem ama Kuran’ı bilirim” dedi. “Nasıl biliyorsun” dedim, “bize bildirirler” dedi. Bildirilir diyemedi ama onu demeye getirdi. “O zaman sana sorayım, camiye gidiyorum namaz kılıyorlar, secdede bakıyorsun ki bazıları parmaklarını kıbleye çevirmiş, bazıları geriye atmış, bunların hangisinin namazı kabul olur?”, “Onu ben bilmem, siz bilirsiniz” dedi. Birde iman, akaid ile ilgili bir şey sordum “onu ben bilmem”. Ondan sonra orada bir VHS video cihazı vardı, “bu video resimleri hep kaydırıyor, bunu nasıl düzeltebiliriz” dedim. “Ben ne bileyim, ben elektronikçi miyim?”. “Ya dinden sordum bilmiyorsun, dünyadan sordum bilmiyorsun. Sen neyi biliyorsun bana söyle bakayım?”. Şimdi ehli zikir dedin mi tespih çeken. Şimdi burada;
“fes’elûehlez zikri” diyor Allah-u Teala değil mi? Bu soru ilk önce kime yönelmiş olur? İlk muhatabı kimdir? Rasulullah (S.A.V)’dir değil mi? Ehli zikre sorun dediği zaman gidip tespih çekenlere mi sorun diyor Allah-u Teala? “Zikir” demek; zihinde tutulması gereken, zamanı geldiğinde hatırlanacak olan ve yerine göre anlatılacak olan bilgidir. Allah’ın bütün kitaplarının adı onun için “zikir” dir. Zihinde tutulması gereken odur, bütün kitapların ortak adıdır zikir. İnsan onu zihnine yerleştirir, aklından çıkarmaz, yeri geldiği zaman anlatır. Onun için diyor ki; “ehli zikre sorun” dediği zaman Rasulullah’ın soracağı ehli zikir kim olur? Önceki kitaplarda ehil olan, uzman olan kimseler olur.
“Bil beyyinâtivezzubur” “Beyyinat, mucizelerle gönderdik (onun için nebi ve rasul olduğu belli oluyor buradan) ve kitaplarla gönderdik” “ve enzelnâileykezzikra” “Bu zikri de sana indirdik”
Burada “elif lam”lı, Arapça bilenler iyi bilir, burada “ez-zikir”, yukarıdaki de “ez-zikir” dir, ikisi biri birinin aynısıdır. Yani “öncekilere indirilen o zikri, sana da indirdik”. Dolayısıyla kitaplar aynı kitap. Peki, niye indirmiş Cenab-ı Hak Muhammed (S.A.V)’ e ?
“litubeyyinelinnâsimânuzzileileyhim” “Bu insanlara kendilerine ne indirilmiş olduğunu açıklayasın”
Gidip Yahudi’ye diyeceksin ki; “Niye namaz kılmıyorsun kardeşim?” “Niye oruç tutmuyorsun, bak senin kitabında da bu var”. “Niye Allah’a ortak koşuyorsun?” “Bak senin kitabında şirk, en büyük günah olarak geçiyor işte”. Kendilerine indirileni onlara açıklayacaksın. “Hadi getir bakalım, bu son nebiye inanmanızı gerektiren ayetler var mı yok mu sizin kitabınıza bir bakalım”
“ve leallehumyetefekkerûn.” “belki düşünürler.” (Nahl 16/44)
Peki, acaba burada az önce söylediğim doğru mu? Onun için Maide Suresinin 15. Ayetini açalım, burayı kapatmadan açalım onu. Burada diyor ki Allah-u Teala;
“Yâehlelkitâbi” “Ey ehli kitap” Kim bu ehli kitap? Yahudiler, Hıristiyanlar, burada hitap edilenler onlar.
“gadcâekumrasûlunâ” “size elçimiz geldi” “yubeyyinulekum” “size açıklıyor” yani sizin için ortaya koyuyor. Nahl Suresi 44. Ayete geri dönelim;
“litubeyyinelinnâsi”. “Linnas” “bu insanlar” “lekum” gene lam harfi cerri var “sizin için” aynı şey. “yubeyyinu” üçüncü şahıstır, “litubeyyine” de ikinci şahıstır, o kadar, aynı fiil.
“yubeyyinulekumkesîrammimmâ kuntum tuhfûneminelkitâbi” “Sizin için açıklıyor ey ehlikitap. O elinizdeki kitaptan gizlediğiniz birçok şeyi sizin için açıklıyor.”
Birçok gizledikleri var, mesela beş vakit namazı gizliyorlar. Değişik şekillerde yapıyorlar. Orucu gizliyorlar, zekatı bir şekilde gizlemeye çalışıyorlar, Hac konusunu zaten gizlemiş vaziyetteler. Daha neler!
“ve yağfû an kesîr” “birçoğunu da affediyor hiç açıklamıyor” (mesela onlarda recm vardı Allah onu Kuran-ı Kerime almadı) “gadcâekumminallâhinûruv” “size Allah’tan bir nur geldi, önünüzü aydınlatan bir ışık” “ve kitâbummubîn.” “açık bir kitap geldi.” (Maide 5/15)
Bu kitap geldi, sizi tasdik eden bir nebi geldi, buna inanacaksınız zaten daha önce okumuştuk, Ali İmran 81. Ayette Allah-u Teala;
“Ve iz ehazallâhumîsâgannebiyyînelemââteytukumminkitâbiv ve hıkmetinsummecâekumrasûlummusaddigullimâmeakumletué’minunnebihî” diyor.
“Allah, nebilerden söz aldığı zaman size kitap ve hikmet veririm de, Sonra sizde olanı tasdik eden bir rasul gelirse ona mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız”
“ve letensurunneh, gâleeagrartum ve ehaztumalâzâlikumısrî”
“Kabul ettiniz ve ısrımı aldınız mı? (gelecek nebiye inanma görevini üstlendiniz mi?)”
“gâlûagrarna, gâlefeşhedû ve ene meakummineşşâhidîn.” “Evet kabul ettik demişlerdi,Allah-u Teala’da benden sizlerle birlikte şahitlerdenim demişti.” (Ali İmran 3/81)
Dolayısıyla bu Ehli Kitaba, Allah’ın kitabı ile gitmek, bekledikleri kitabın onlara geldiğini göstermek lazım. Onun için Ehli Kitabın en sevmedikleri şey, duydukları zaman çılgına döndükleri şey Kuran-ı Kerim’dir. Çünkü tüm sistemlerini çökertecek. Ondan dolayı Kuran’ı, Allah’ın kitabı olarak kabul etmemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Batıda İslam araştırma merkezleri kurmuşlardır, orada doktora yaptırırlar, Kuran’ı tarihsel kitap saydırmaya çalışırlar.
Biliyorsunuz geçenlerde Dünyanın, Avrupa’nın en eski ateist derneğinin başkanı geldi, ilk söylediği şu; “Kuran’ı tarihsel kitap sayın aramızda hiçbir problem kalmasın”. Senin ne problemin var kardeşim, sen ateistsin, Hıristiyanı, Yahudiyi anladık, senin derdin ne? Çünkü Yahudi ve Hıristiyan Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğu ortaya çıkarsa sistemlerinin çökeceğini biliyor, onlarda imanın bir şartı da, gelecek nebiye inanmak. Az önce okuduğum ayetten dolayı. Gelecek nebiye inanma görevini ortadan kaldırmak için o nebi henüz gelmemiş diye gösteriyorlar. Yahudiler, İsa (A.S)’a inanmadıkları için mesih gelecek diye kendi halklarını kandırıyorlar, Hıristiyanlar, Muhammed (A.S)’a inanmadıkları için İsa (A.S) yeniden gelecek diyorlar kendi kitaplarına rağmen, bizimkilerde ikisini birden getiriyor. İsa-Mesih gelecek diyorlar.
Tamam, onları anladık da sizin derdiniz ne kardeşim? Onlar kendi toplumlarını İslam’a karşı korumak için yalan uyduruyorlar, size ne, size ne oluyor? İşte şimdi, Müslümanların gerçekleri görmesini engellemek için çok ustaca algı yönetimi yapılmış. Kuran-ı Kerim bu konuda, Yahudilerin yaptığı algı yönetimi ile ilgili çok sayıda ayette bizim dikkatlerimizi çekiyor, inşallah onunla ilgili ayrı bir ders yaparız. Bugün bunu Amerikalılar kullanıyorlar. İnsanlar, kendilerini devlet başkanı zannediyor, aslında idare eden başkası. Birisi zannediyor ben şu ordunun komutanıyım, aslında hiç farkında değil, başkasının emrinde, birisi zannediyor bankanın sahibiyim, başkası idare ediyor, birisi zannediyor şu fabrikanın sahibiyim, başkasının görevlisi olduğunu hiç bilemiyoruz.
İslam Aleminde de birileri kendisini alim zannediyor, hiç farkında değil ki başkasına hizmet ediyor. Birisi hoca zannediyor, müftü zannediyor hiç bilmiyor ki başkasının emrine girmiş, kendi diniyle arasında hiçbir bağ kalmamış ama farkında değil.
Biliyorsunuz, çok meşhurdur, Nahl suresinin 43. Ayetini bizim usul kitapları, ittifakla Rasulullah’ın Kuran’ı açıklama görevi diye belirlediği görevin delili sayarlar. Ne derler;
“ve enzelnâileykezzikralitubeyyinelinnâsimânuzzileileyhim” “sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileniinsanlara beyan edesin” (Nahl 16/44)
İşte burada Rasulullah’ın açıklama görevi var derler, zaten nebi ve rasulu de ciddi bir algı operasyonu ile ki algı operasyonu birbirine yakın kelimelerden birini diğerine geçirmekle olur. Nebiyi de rasul yapmışlardır biliyorsunuz. Rasul, Allah’ın sözünü anlatırken rasul, onun dışında rasul değildir. Nebi, kendisine kitap indirilen hem de rasul olan zattır, onu uygulayan zattır. Dolayısıyla nübüvvet gereği söylediği sözleri risalet gereği söylemiş kabul ederek onun sözleri ile tebliğ ettiği ayetleri aynı seviyede saymışlar, sonrada o sözleri ayetlerin üzerine çıkarmışlar, ciddi bir algı operasyonu yapılmış ve bugün İslam Alemi bunu ilim zannederek okuyor. Bizde öyle yaptık, öyle yetiştik. Başkalarına laf söylüyoruz ama biz de öyleydik. Bizde; “Rasulullah’ın Kuran’ı açıklama yetkisi vardır?” “delilin var mı?” “Şu ayet kardeşim, bilmiyor musun?” derdik.
Onun için Kuran-ı Kerim’i okuduğunuz zaman karşı taraftaki muhatabınızı iki kelimede susturuyorsunuz, üçüncü kelimeye hiç gerek yok. Efendim diyorsunuz ki madem burada; “ve enzelnâileykezzikralitubeyyinelinnâsi” diyorsa, peki, o Bakara Suresinin 156. Ayetindeki ne oluyor?
“İnnellezîneyektumûnemâenzelnâminelbeyyinâtivelhudâ mim bağdimâbeyyennâhu” “Tevbe eden ve açıklayan”. Her Müslümana verilen bir görev bu. Öyleyse her Müslüman, Rasulullah’a yüklediğiniz görev gibi Kuran’ı açıklayacak, kendisine gelmiş vahiy mi olacak? “Bu asla olmaz!” Peki, ne oldu bu ayetler? O, ayette bu ayet değil mi? Hal bu ki Allah-u Teala, Kuran-ı Kerim’i açıklama yetkisini Rasulullahdahil hiç kimseye vermemiştir. Hiç kimsenin Kuran’ı insanlara bildirmesi manasında değil de tafsil etme manasında… açıklamanın iki türlü manası var; olan bir şeyi ortaya çıkarmak, bir de şerh etmek, detaylandırmak, yani Kuran’daki hikmeti ortaya çıkarmak. Onu Allah-u Teala kendisi açıklıyor, yöntemini Kuran-ı Kerim’e koymuş, Muhammed (S.A.V) rasul sıfatıyla ümmetine öğretmiş ve nebi sıfatıyla oradan hikmetler çıkarmış. Yanlış yaptığı zamanda Allah-u Teala tarafından uyarılmış.
Ümmetin, Kuran-ı Kerim’i okumaması: Öyle anlaşılıyor ki Ümmet-i Muhammed, Emevilerin sonundan itibaren Kuran-ı Kerim’in kapağını kapatmıştır. Kuransızda olmadığı için mecburen ölülere okunuyor, mecburen bir takım törenler icat etmek gerekiyor, düğün töreninde okursun, mevlit töreninde okursun vs. okuyacak yerler icat edeceksin. Ondan sonra da aşere takrib, efendim şu harf şöyle okunur, bu harf böyle okunur. Güzel, peki tamamda ne elde ettik? Şimdi ben size bir örnek vereyim. Mümin Suresinin 23. Ayetinde itibaren Allah-u Teala diyor ki (mealden okunuyor);
“Andolsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler.”(Mümin 40/23-24)
Şimdi kendileri çok iyi algı operasyonu yapıyorlar ya, hep böyle yalanla, dolanla insanları kandırıyorlar ya, bu cevap veremeyince onlarda kendileri gibi anlatıyorlar “bu bir sihirbazdır, yalancıdır” diyorlar. Zannediyorlar ki, o da onlar gibi. Yani o şekilde söyleyerek aslında zannetmiyorlar, çok iyi biliyorlar ki doğru da öyle söyleyerek işi kurtarmaya çalışıyorlar.
“Felemmâcâehum bil haggıminındinâgâlugtulûebnâellezîne” “Musa (A.S) onlara gerçeği getirince, bizim katımızdan , “onların oğullarını öldürün” dediler”
Oğulları ölürse, hanım kimden hamile kalırsa nesil onun olur değil mi? Kadın, kocasının neslini devam ettirir, kendi babasının neslini devam ettirmez. Erkekleri öldürdünüz mü İsrailoğullarını bitirmiş olacaksınız.
“gâlugtulûebnâellezîneâmenûmeahûvestahyûnisâehum” “Bununla birlikte oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın, kadınlar önemli değil” “ve mâkeydulkâfirîne illâ fî dalâl.” “Bu kafirlerin hilesi boştur.” (Mümin 40/25)
Şimdi diyeceksiniz ki “bu nereden çıktı” değil mi? Haklısınız, konuştuğum sözle bir alakası var mı bunun? Yok, ama şimdi alakasını göreceksiniz. Burada bir kitap var “El-Mebsut”. Dinin güneşi Serahsi tarafından yazılmış El-Mebsut. Bu Ayet-i Kerimede az önceki söz kimin sözüydü? Bak, diyor ki; “Oğullarını öldürün, kadınlarını canlı bırakın, öldürmeyin” diyen kim? Firavun ve çevresindekiler. Bakın El-Mebsut’un, 10. Cilt, 6. Sayfasında buradaki bir kelimeyi alıyor “Gale Allahuvestahyûnisâehum” “Allah dedi ki; kadınlarını canlı bırakın” diyerek bunu “istirkak” a delil alıyor. Yani esirlerin köle yapılmasına delil alıyor. Kadınların odalık olarak kullanılmasına delil alıyor. Bu Allah’ın sözü mü? Allah, naklediyor ama kimin sözü olarak naklediyor? Bak “Galu” diyor “onlar dediler” değil mi? Bu ne diyor, “Allah böyle dedi”. “istahyûnisâehum”.
Kuran-ı Kerim’de kölelik ve cariyelik ile ilgili hüküm olması imkansız. Mezheplerin çoğusu bu konuda hiçbir ayet, hadis olmadan hepsi ittifak etmiş kölelik, cariyelik konusunda. Serahsi, delil getirmiş, delili bu kitap, isteyen görebilir. “istahyunisaehum” hem de “Allah dedi” diyor. Algı operasyonuna bakın! Peki, Müslümanlar, Kuran’ı anlayarak okusalardı buraya böyle bir şey yazılabilir miydi? En cahili bile bunu kabul eder miydi? Şimdi niye okuduğumu anladınız mı o ayeti? Müslümanların en cahili bile bunu kabul etmezdi, “Ya ne oluyor kardeşim, Firavunun sözünü Allah’ın sözü yaptın, İsrailoğullarının kadınlarının sağlam bırakılmasını getirdin kadınların cariyeye dönüştürülmesinin delili yaptın. Bugün ikide birde İŞİD’in yaptığından dolayı çıkıp “bu İslam’da yok” diyorlar. Elbette yok ama sen Serahsi’nin yazdığı kitaba İslam diyorsun kardeşim kusura bakma. El- Mebsut’u öylesine methediyorlar ki ama yanlış değiller, ben de çok methediyordum bunu. Bu El-Mebsut, Hanefi mezhebinin en temel eseridir.(Serahsi Hicri 5. Asırda yaşamıştır)
Biz fakültede talebeyken İslam Hukuku bölümümüz vardı, İslam Hukuku bölümü olduğu için günde en az dört saat fıkıh okurduk. Hep de ana kaynaklardan okurduk, işte o ana kaynaklardan biriside buydu. Mesela biz buradan, abdest almada yüzü yıkamayı bir ay okumuştuk, çünkü bütün ayrıntılarıyla anlatıyor. Ben fıkıh zevkini o zaman kapmıştım tabii, gerçekten bunu okuyuncaya kadar diğerlerinde hiç ayet ve hadis yok, bunda gene var. O zaman bilmiyorsun ki, kıyaslama şansın yok.Bir de buraya yazdı mı ihtimal vermiyorsun, mutlaka böyledir diyorsun, koskoca adam yalan mı söyleyecek? O yaşta insanların, Allah’ın dinini kendi menfaatleri için kullanacaklarına hiç ihtimal vermiyorsunuz. Böyle şey olur mu diyorsunuz. İşte o zaman okumuştuk bunu.
Bedaiu’s-Sanai mesela O da çok meşhur bir kitaptır. Bedaiu’s-Sanai, şimdi esirler öldürülüyor, mesela İŞİD öldürüyor esirleri değil mi? Bütün mezhepler kabul etmiştir esirlerin öldürülmesini. Bedaiu’s-Sanai hangi ayeti delil getiriyor biliyor musunuz? Enfal Suresi 12. Ayete bakalım;
“O vakit Rabbin, meleklere şu vahyi veriyordu (Bedir savaşında); Ben sizinle beraberim, hadi imanı olanları tespit edin, kafirlerin yüreklerine dehşet bırakacağım, hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına” (Enfal 8/12)
İz yûhîrabbukeilelmelâiketi “ “Rabbin, meleklere o vakit vahyediyordu” Ne diyordu? “ennimeakum” “Ben sizinle beraberim” “fesebbitullezîneâmenû” “Müminleri sabit kılın” yani kalplerine bir rahatlık verin sebat etsinler, dayanıklı olsunlar” “seulgî fî gulûbillezînekeferurruğbe” “Şu kafirlerin kalbine korku salacağım” diyor “fadribûfevgalağnâgı” “bunların boyunlarına vurun” kim vuracak? Melekler. “vadribûminhumkullebenân” “parmak uçlarına da vurun”
Tabii meleklerin vurması boyunlarını koparmak mı? Sadecebir psikolojik rahatsızlık, artık ne hissediyorlarsa? Burada diyor ki; “fadribûfevgalağnâgı” sadece o iki kelimeyi alıyor Bedaiu’s-Sanai, esirlerin öldürülmesinin delili yapıyor. Peki, nu insanlar size Kuran okutmamakta yerden göğe kadar haklı değiller mi? Okusanız bunları yutar mısınız? Bu sistem devam eder mi? Bakın bugün, ikide birde İŞİD öldürüyor, millet şey yapıyor, “İslam’da bu yok.” Elbette yok, o zaman bütün açıklığıyla meseleyi ortaya koysana kardeşim. Orada öldüren insanlar için İslam bu. Öyle öğretilmiş. Burada varsa bunun Kuran ve Sünnetle ihtilaf halinde olmasına ihtimal bile vermezler.
126 kadar din adamı, İŞİD’in başkanına mektup gönderiyorlar, kölelik ve cariyelik kalkmışmış! Kim kaldırmış biliyor musunuz? Birleşmiş Milletler kaldırmış. Ben de dedim “yeni dininiz hayırlı olsun”. Eğer Kuran-ı Kerim her Müslümana kendi diliyle anlatılacak olursa ki bu Allah’ın açık emridir, böyle bir şey olur mu? Mesela Osmanlı dönemi, Osmanlı ulemasının tamamı bana göre ümmi insanlardır. Ümmi oldukları için ahirette kurtulabilirler. Niye ümmi? Çünkü fetva kurulunun başkanıyken ben de ümmiydim. Yaptığım şeyin Kuranla alakasını bilmiyordum ki. Bizim ulemamız Kuran’a muhalif şey yapmaz canım, kesinlikle öyledir. Allah’a hamdolsun ki Cenab-ı Hak lütfetti de öğrenmek nasip oldu yanlışları, şimdi her gün kendimizi yenilemeye çalışıyoruz.
Çünkü Allah-u Teala Bakara Suresinin 78. Ayetinde; “İçlerinde ümmiler vardır bu kitabı bilmezler”. Nasıl bilsinler öğretmemişsin ki. Düşünün, Osmanlının altı asır boyunca, ondan önce Selçukluları alın, ondan önce Abbasileri de alın insanlara Kuran öğretilmiş değildir. Öğretilmemiş mi? Ezberletmişler, bugünkü Kuran kurslarında olduğu gibi. Bugünİmam Hatip okullarında olduğu gibi. Hafız olmuş, bu kitapları da ezberlesinler, bir yarıştırın ne olacak ki içini bilmedikten sonra. Hal bu ki bütün vatandaşların bilmesi gereken Allah’ın kitabıdır. Yani kendi dilleriyle bilecekler ki kendilerine tebliğ ulaşmış olsun. Bilmedikleri zaman ulaşmış olmaz, ondan dolayı diyor ki;
“İçlerinde ümmiler vardır, bunlar kitabı bilmezler” “illa emaniye”. Sadece bir takım kuruntuları vardır. Nedir o işte; Yasin’i kırk kere okursan şu olur, falan bunu okursan bu olur. Öyle diyorlar, “sen falan hocadan daha mı iyi biliyorsun?” Tamam işte o kadar. “ve in hum illâ yezunnûn” “onlar sadece zan yaparlar, tahmin yürütürler”. Ama!
“Feveylullillezîneyektubûnelkitâbebieydîhim” “Kendi elleriyle kitabı yazan” “summeyegûlûnehâzâminındillâhi” “bu Allah katındandır derler” “liyeşterûbihîsemenengalîlâ” “az bir karşılık alsınlar diye”
Mesela şimdi aklıma geldi, Şeyhülislam Ebu Suud. Cidde’de İslam Ekonomisi ile ilgili bir toplantıdaydık, orada bana dediler ki; “Ebu Suud’unMaruzatı’nı bize tercüme eder misin?” Onlara, Arpalarda bir şey vardır; “tesmau bil muidiyyihayrunminentarahu” yani “onun adını duymanız görmenizden hayırlıdır, siz onu bir şey zannediyorsunuz”. “Tercüme et” dediler. Keşke etmeseydik, şimdi o yola girdi hepsi. Ben ne bileyim o niyetle aldıklarını. Tabii o yola girince bizimle de irtibat koptu.
Ebu Suud orada faizciliğin bütün yollarını yazmış, ondan sonra da para vakıflarına fetva veriyor, Birgili Mehmet Efendi’de buna karşı çıkıyor. Sen misin karşı çıkan? Görevden alınıyor, memleketine gittiği zaman haber gönderiliyor, “konuşmaya devam edersen kelleni alırız” diye. Ve bugün Vakıflar Bankasının sermayesi olan para vakıflarında, 10-12 tane zannedersem, bizim “Ticaret ve Faiz kitabında onun bütün yöntemleri vardır oradan bakabilirsiniz. Geliyor birisi borç para istiyor, “bana yüz altın lazım” diyor. “Tamam, verelim” “Kaçtan?” “Biliyorsunuz Padişah efendimizin emri var 10/12 den” Yani yüzde yirmi faiz demek. Haşa faiz olur mu? Yüz altın onu borçlandırıyorlar, ondan sonra yüz yirmi altınlıkta kefil ve senet alıyorlar, sonra tutuyorlar oradaki bir kitabı (Çatalcalı Ali Efendi’nin kitabıdır genellikle) ona yirmi altına satıyorlar. Yüz altın borcun var zaten ama para daha kasada, yirmi altın da bunun bedeli yüz yirmi altın. Peki, güzel. “Bunu bir sene sonra ödersin” diyorlar, adamı yüz yirmi altın borçlandırıyorlar. Ondan sonra adamın bu kitabı vakfa hediye etmesi gerekiyor, yoksa tek kuruş alamaz. Sevap kazanacak ya vakfa kitap bağışlamış olacak. Bunu vakfa bağışlıyor, alıyor yüz altını, elinde yüz altın, borcu yüz yirmi altın. O kitap akşam kadar birçok kişiye satılıyor öyle.
Daha sonra emniyet sandığını kuruyorlar, bu defa bir saati satıp alıyorlar akşama kadar. Okuyun fıkıh kitaplarını, faizle ilgili ayetlerin hiçbirisini koymazlar. En fazla koyan “Allah alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır” bölümünü alırlar, bir çoğu da “ve harremelriba” yı alır, öbürüne gerek yok der. Faizi kendileri tarif eder, faize kendileri şeyler kurar, öyle bir sistem var ki şu anda, defalarca burada söyledim; bugün ben, size mezheplerin tamamına göre yüzde yüz faiz olmayan, faiz sayılmayan bir yöntemle dünyanın en rahat çalışan faizli bankasını kurarım. Onun için bugün Müslümanlar, kendilerine olan güveni tamamen kaybetmişlerdir.
Türkiye’ye bakın, İslam dediğimiz zaman Türkiye’de anlaşılan ne? İmam Hatip okulları, şunlar bunlar. Peki, sistem dediğimiz zaman nereye gidiyor Türkiye? Batıya.Onlar bize gelmesi lazım. İsteyenler bütün kayıtları okuyabilirler, ben onlarla her görüştüğümde, batılıların ne kadar yanlış yolda olduklarını söylüyorum. “Din ve Hürriyet” diye bir toplantı vardı, İsveçliler düzenlemişlerdi, beni çağırmışlardı, dedim ki; “bir kere kredi sisteminiz var, kredi sisteminin olduğu yerde hürriyetten bahsedilmez. Kredi sistemi insanları köleleştirir, sadece insanları köleleştirmekle kalmaz ülkeleri de köleleştirir. Onun için sizin hürriyetten bahsetmeye hakkınız yok” dedim. Hiç ağızlarını açamadılar. “Sizin devlet sisteminiz teokratiktir, siz seçim yapıyorsunuz, vatandaş bir tek oy veriyor üç dört sene istediğiniz kanunları çıkarıyorsunuz vatandaş mecburen uyacak, buna teokrasi denir, bir de teokrasiye karşıyız diyorsunuz. Devletinizi siz, kiliseye benzettiniz” dedim seslerini çıkartmadılar. “Hapishaneleriniz adam dolu, hapis cezası bir ülkede varsa onun hürriyetten bahsetmeye hakkı yoktur”. Sonra baktım bunların hepsini kayıtlardan çıkarmışlar. Çünkü cevap veremediler.
Biz Müslümanlar olarak, Kuransız bir İslam toplumu, şaşkınları oynayan, bu kitapları da böyle işte, düşünün. Bugün herkes kölelik meselesinden dolayı İŞİD’e kızıyor, “niye efendim aldı köle pazarlarında satıyor”. Kardeşim bunu kabul etmeyen bir tane mezhep yok ki. Ayet olarak da Firavunun söylediği sözü delil almışlar, “Allah dedi” diye hem de. “Efendim, niye öldürüyorlar?” Meleklere verilen emri delil almışlar. Siz gidiyorsunuz bu ayetleri okuyorsunuz, hocalar şaşırıyorlar, “niye böyle yapılıyor” diye siz şaşırıyorsunuz. Hiç şaşırmayın, çünkü o hocaların hepsi Kuransız yetiştiler, hepsi ümmi. Yani Osmanlı medreseleri diplomalı cahilden başka bir şey yetiştirmediği gibi bugün ki üniversiteler de öyle yetiştiriyor, diploması olan cahiller.
Diploması olmasa kolay, sen konuştuğun zaman diyorlar ki; “kardeşim biz İlahiyat Fakültesi okuduk, hele git sen de oku da ondan sonra.” “Bilgin kadar konuş” diyor. Canım benim bilgime lüzum yok, şu ayet hakkında ne diyorsun? Ondan sonra ortalık karışıyor.
Demek ki sonuç; Kuran-ı Kerim’i her toplumun diliyle, anlayacağı şekilde insanlara anlatmak bizim görevimizdir. Ama anlatabilmek için öncelikle bizim okuyup anlamamız lazım. Aksi takdirde işimiz zordur.