Bugünkü dersimiz Allah nasip ederse, Allah’ın bilgisi ve kader çerçevesinde devam edecek, yani okuyacağımız ayetler o konuyla alakalı Ali İmran suresinin 164’üncü ayetinden itibaren devam ediyor yani bir sıralama yok ama burada kader konusuna dikkat çekerek devam edeceğiz Allah nasip ederse. hepinizin bildiği bir şey var, kader ölçü demek. Allahü Teala her şeyi kadere göre yani bir ölçüye göre yaratmıştır. Cenabı Hakkın ölçüsüz olarak yarattığı hiç bir şey yoktur. Kuranı kerim’in hiçbir ayetinde iman esasları olarak kaderden bahsedilmez. Buna bir başka açıdan bakarsanız kuranı kerim’in bütün hükümlerine inanmak gerekir. Mesela bizde secde etmek imanın şartı değildir değil mi? Ama Adem a.s. secde etmediği için cenabı Hak ne yaptı? İblis’i kafir saydı değil mi? Allahü Teala’nın herhangi bir emri herhangi bir yasağı kabul edilmediği zaman insanın kafir olması için yeter ama imanın şartları olarak formüle edilen şekillendiren kısımlar var. Oralara baktığımız zaman kadere iman diye bir bölüm geçmiyor. Resülallah s.a.v’den gelen hadislerde de bu yok, sadece bir cibril hadisi var, bu cibril hadisinin Müslim’de gelen ibaresinde “ve bil kaderi” sözü geçiyor, “kadere inanmak” diye imanın şartları arasında. Ama orada da kaderin ne olduğu açıklanmıyor. “Hayrihi ve şerrihi minallahi teala” “hayrıda şerride Allah Teala tarafından” yani hayrın ölçüsünü de şerrin ölçüsünü de belirleyen Allahü Teala’dır. İmam Maturidi kaderle ilgili görüşünü anlatıyor; kader Allah’ın koyduğu ölçüdür, hadisi şerifte de geçtiği gibi hayrında şerrinde ölçüsünü Allah koyar, bunun dışında bir kader yoktur” diyor. Şimdi biliyorsunuz, işte ezelden Allah tarafından belirlenmiş midir? Allah için zaman var mıdır? Yok mudur? Gibi tartışmalar var. Bakıyorsunuz ki insanlar Allah’ın kitabına uyma yerine o kitabı kendilerine uydurmayan çalışıyorlar. Bu her konuda öyle. Yani önce bir kural koyuyorlar o kurala kuranı kerim’i uydurmaya çalışıyorlar. Onun en fazla delil aldıkları şeyde o kurala göre Allah her şeyi bilir, tamam şüphesiz ki her şeyi bilir. Mesela “şey” ne demektir, “şey” “varlık” demektir. Ben şimdi size desem ki avucumun içindeki şeyi söyleyin ne diyeceksiniz? “Bir şey yok ki söyleyelim” dersiniz, şey yok yani. Peki şimdi söyleyin desem, işte bu bir şeydir. Yani bunu herkes bilir. Arapçayı bilmeye gerek yok ama zaten insanları yanıltanlar bu tür şeylerden hareketle yanıltmaya çalışırlar hep kelime oyunları ile yanıltırlar bunlara da çok dikkat etmek lazım. Şimdi bakın, bugün kü ayeti okuyalım diyor ki Allahu Teala;
“Le kad mennellahü alel mü’minıne”(Ali İmran 164)
“Allah müminlere ikramda bulunmuştur.”
“iz bease fıhim rasulem”
“çünkü onların içlerinden bir elçi çıkardı”
“min enfüsihim”
“kendilerinde bir elçi çıkardı”
“yetlu aleyhim ayatihı”
“elçi ne yapıyor? Allah’ ın ayetlerini okuyor.”
“ve yüzekkıhim”
“ve onları geliştiriyor”
Mesela siz okuduğunuz ayetlerin sizi ne kadar geliştirdiğini biliyorsunuz değil mi? Biz neymişiz diyorsunuz değil mi? Hatta birçokları diyor “ben daha yeni müslüman oldum” diyen çok sayıda insan geliyor böyle. “müzekkihim” onları geliştiriyor.
“ve yüallimühümül kitabe vel hıkmeh”
“onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor”
Önce okuyor sonra öğretiyor, önce okuyor sonra öğretiyor. Başta okumasında bahsediyor arkasından öğretmesinden bahsediyor. Şimdi kitabı Resul öğretiyor hikmeti de Resul öğretiyor. Resulun görevi neydi? Tebliğden ibaretti değil mi? O zaman demek ki, kitap dediğimiz zaman nasıl kuran sa hikmet dediğimiz zaman da kuran’ın ayetleridir başka bir şey değil. O zaman iki türlü hikmet oluyor, birisi kuranı kerimden hüküm çıkarma metodu olan hikmet ki o kuran ayetleridir o öğretiliyor. Birde o metodu işleyerek hüküm çıkarmak o herkesin başarabileceği bir şey değil. Yani mutfağınız malzeme dolu o malzemelerin her biri Allah’ın bir ayetidir, ondan nasıl yemek yapacağınızı biliyorsan o da hikmettir. O malzemeden yemek yapma bilgisi de hikmettir. Peki o bilgiyi bilmesine rağmen iyi yemek pişiremeyen insanlarda vardır değil mi? Yani bilgiyi bilmek başkadır, yemeği pişirmek başka bir şeydir. İşte Allah’ın Resülü müminlere kitabı öğretiyor ve hikmeti öğretiyor. Yani kitabın kullanma kılavuzunu öğretiyor. Kitap Allah’ın ayetleri tıpkı mutfaktaki bütün malzemelerin Allah’ın ayeti olduğu gibi, hikmet’te o malzemeden nasıl yemek yapılacağının bilgisi, yani kuranı kerimle şey yaparsanız, kuran ayetlerinden nasıl hüküm çıkarılacağının bilgisi yani kuranı kerimi kullanma kılavuzu diyebilirsiniz. Şimdi o kılavuz olmadan kuranı kerimden hüküm çıkaramazsınız çünkü her şeyi açıklayan bir kitap olduğunu Allah’ü Teala söylüyor. Her şeyi açıklayan kitap bu kadar olmaz ki binlerce cilt olması lazım, her şeyi açıklayan bir kitapsa bunun bir metodolojisi bir kılavuzu olması lazımdır, işte hikmet o kullanma kılavuzu birde o kılavuzu kullanarak doğru hükümlere varabilmek.
“ve in kanu min kablü le fı dalalim mübın”
“bundan önce her birisi açık bir sapıklık içinde olmuş olsalar bile Allah bir resul gönderdi ve onlara kitabı ve hikmeti öğretti”
Şimdi açık sapıklık olmalarının sebebi neymiş? Kitabı ve hikmeti bilmemeleri. Peki şimdi müslümanlar hikmeti asırlardır unuttular. Bakın resülullah kitabı ve hikmeti öğretiyor değil mi? Bugün en fazla hikmete ne diyorlar? Sünnet diyorlar değil mi? En fazla sünnet diyorlar. Onu da İmam Şafii söylüyor, işte ondan naklediyorlar başka da söyleyen var mı? Sen rastladın mı? Yok! Şimdi hikmete sünnet diyorlar, hikmet öğretiliyor yani bir metodoloji. Sünnet metodoloji mi? Sünnet bir metot mu? Peki bunlar nasıl sünnet, kurandan nasıl sünnet çıkarsınız diye öğretiyorlar mı? O zaman o da yok. Her ne kadar sünnet deseler de o sünnet kuranda anlatılan manada hikmet değil. Yani çünkü mutfakta malzeme dolu orada yemek pişirmeyi öğreneceksin. Bunlar ne diyor? Zamanında yemek pişirmişler siz ondan yiyeceksiniz deniyor o kadar. Büyükler pişirmiş ondan yiyeceksiniz. Siz kendiniz yemek yapamazsınız. Şimdi hikmet yok, sahabe döneminden beri hikmet yok kaybolmuş gitmiş. Peki hikmet gitti, kitap var mı? Yani düşünün ki, koskoca bir deponuz var, depoda her türlü yiyecek maddesi var ne isterseniz var ama yemek pişirecek bilgiye sahip bir kişi yok. O depo ne işinize yarar? Onun bazı şeylerinden yersiniz o kadar! Çoğusu bir işe yaramaz. Efendim çok sevaptır diye her sabah kalkarsınız seher vaktinde soğanları sayarsınız, biraz sonra da o çürür patatesleri sayarsınız efendim dersiniz ben her hafta bunların tamamını sayıyorum. Ondan ne bekliyorlar? Sevap değil mi? E say, bari buğdayları da teker teker sayında o da olsun. Yumurtaları sayarken dikkat edin kırmayın! Şimdi Müslümanların kuranla ilişkisi yemek pişirmesini bilmeyen birinin yemek malzemesini her gün saymasına benziyor. Başka bir şey yok. Ondan bazılarını yer, işte bir bal varsa atar ağzına işte be biliyim elma armut falan varsa onları yiyebilir ama bir bardak çay yapamaz, bir kaşık çorba yapıp içemez. İşte hikmeti kaybettikten sonra Müslümanlar bu defa yemeği başkalarının lokantalarında yemeğe başlamışlardır. Onlarda yemeğin içine kattıkları şeylerle Müslümanları uyuşturmayı çok güzel başarmışlardır, o zaman tamamen sömürü. O zaman her yıl patatesleri sayarsan şu kadar sevap, yumurtaları sayan bu kadar sevap kazanır şeklinde anlamadan kuranı okuma yarışları başlıyor. Efendim kim patatesleri daha güzel dizerse patatesi güzel dizme yarışması ne olacak ne elde edeceksin? Güzel sesli hafızlar efendim çok güzel makamlarla kuran okuyorlar, tamam da ne elde ediyorsun sen onu söyle? Peki şimdi sizin yemek pişirmesini bilmiyorsanız bu malzeme ne işe yarar? Onun için Müslümanlar kurandan da istifade edemez hale gelmişlerdir. Kurandan da istifade edemeyince, e kurana da herkes değer veriyor, herkes yaptıkları şeyi işte birazcık ona benzetiyor, işte şu patatese benzer diyerek tepenize bir tane taş indirip beyninizi parçalıyorlar. Bak sevaptır diyorlar, patatese bir kafa vur bakayım atıyor taşı sen bir kafa vuruyorsun yatıyorsun bak işte gördün mü? Heyecandan kendinden geçti halbuki adam kafası parçalanmış! Şimdi kitap ve hikmet yoksa o zaman Müslümanların nerede olur bu ayete göre? Deri açık bir sapıklık içinde olurlar değil mi? Yani bu din kitapsız ve hikmetsiz hale getirilmiş, kitabın yerine ne geçmiş? Kıyas icma dedikleri şey geçiyor. Efendim hikmet, tabi elbette rasulullah’ın sözü ve uygulamaları hikmettir onda şüphe yok ama kitapla irtibatı kesilince bu defa hikmet olmaktan çıkıyor anlayamıyorsun. Onun için Müslümanlar bir kere böyle işte kader konusunda da bu çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Hikmetsiz bir din oldu mu milleti kaderci yapıyorsunuz! Niye mecburen yapacaksınız çünkü o insanları başka nasıl kandırabilirsiniz? Diyeceksin ki senin kaderin buymuş kardeşim. Tembeller için arayıp bulunamayacak bir şey. Başarı elde ettiğiniz zaman kaderi hiçbir zaman aklınıza gelmez ama kaybettiğiniz an o zaman suçlu bellidir, kaderin buymuş faturayı Allah’a keseceksin. Suçlu siz değilsiniz. Şimdi bakalım fatura kime kesiliyormuş? Bak diyor ki Allahü Teala burada Uhud savaşıla ilgili olarak
“E ve lemma esabetküm müsıybetün kad esabtüm misleyha”(Ali İmran-165)
“şimdi başınıza bir sıkıntı geldi halbuki siz onun iki katını vermiştiniz karşı tarafa Bedir’de yani sizden 70 kişi şehit oldu onlardan 70 kişi öldürmüş 70 kişiyi de esir almıştınız, onlara iki kat sıkıntı vermiştiniz.”
“kultüm enna haza”
“bu da nereden diyorsunuz?”
Bakın rasulullahın yetiştirdiği sahabe başlarına o musibet geldiği zaman faturayı Allah’a mı kesiyorlar? Kaderimiz buymuş diyorlar mı?
“kultüm enna haza”
“böyle bir şey olmamalıydı” diyorlar değil mi? E ne yapalım kaderimiz buymuş hadi arkadaşlar katlanalım! Böyle birşey yok. Allahu Teala ne diyor?
“kul hüve min ındi enfüsiküm”
“o sizin kendinizden sebebi sizsiniz” diyor, başka suçlu aramayın.
“innellahe ala külli şey’in kadır”
“Allah herşeye bir ölçü koymuştur”
Savaşı kazanmanın ölçüsü var, ben Müslümancım diye savaş kazanılmaz bunu bilin. Allah Müslüman yardım eder tamam ama gereğini yapacaksın. Bak dikkat edin ne diyor? “sebebi sizsiniz Allah her şeye bir ölçü koymuştur” şimdi burada verilen meal ne? Ne diyor şimdi orada Fatih? “şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter” hadi buyur! “şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter’in” burada ne işi var? Hikmetsiz kalan Müslümanlar ayetlere mealde veremiyorlar. Halbuki “kadir” “kadr” kelimesinden ismi fail ve ismi meful anlamına gelir. Kadir anlamına burada “ölçü koyan” kadr ölçü Türkçe de öyledir yani “miktar” dersiniz, “ne kadar” dersiniz, “şundan şu kadar koy” “bundan bu kadar koy” yani şu ölçüde koy, bu ölçüde koy değil mi? Yani kaç gram? 100 Gram, bundan 50 gram işte “kadar” kadir!de o ölçüyü koyan demektir. “Allah’ın her şeye gücü yeter” ne alakası var bu cümleyle, şimdi tamamını oku bakalım bir ilgi kurabiliyor musun dikkatle dinleyin bakın ki mealle bir ilgi kurabiliyor musunuz?
“(Bedir’de) iki katını(düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet Uhud’da kendi başınıza geldiği için mi bu nasıl oluyor dediniz? De ki o kendi kusurunuzdandır, şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.” Bir ilgi var mı yukarıdakiyle? Yani konu Allah’ın gücü ile mi alakalı mı? Bak burada ne diyor? Diyor ki “Allah her şeye bir ölçü koymuştur” siz sebep oldunuz bu netice oldu! Bitti. Sen şimdi yemek pişiriyorsun, gereği gibi malzemeleri pişirmiyorsun iyi malzeme katmıyorsun, iyi yemek olsun diyorsun , olur mu? Ölçüsüzlük değil mi o? Bak Allah herşeye bir ölçü koydu işte kader bu tamam mı? “Kadir” kelimesi “kaderi koyan” demektir yani “ölçüyü koyan”. Ne yapmış? Sebebi sizsiniz Allah ölçü koymuştur, eğer ölçüye uysaydınız savaşı kazanırdınız, uymadınız kaybettiniz. Peki burada ezelden konan bir ölçü var mı? Sebebi siz siniz. Ezelden olacak olsa sebebi onlar olur mu? Ne yaparlarsa yapsınlar kazanamazlar, bu da ölçüsüzlük olur değil mi? Ondan sonra bakın ne diyor? Devam ediyor, şimdi ne diyorlar? Efendim yani kıyamete kadar olacak şeyleri bilmeyen Allah olur mu? Haşa! Yahu sana mı kaldı Allah’ı tarif etmek? Sen kimsin? Allah’ı benzetebileceğin hiçbir şey yok hayatında ve dünyada. Allah’ı ancak kendi tanımlamasından bilebilirsin. Önce kendi kafalarına göre bir Allah tanımı yapıyorlar. Peki sizin dediğiniz gibi olsun, Allah her şeyi ezelden belirlemiş bilmiş ne olacağı böyle %100 belli, peki eli kolu bağlı Allah olmaz mı o zaman? Eli kolu bağlı olmaz mı? Ne yapabilir şimdi? Olmasıyla olmamasının ne farkı var öyle bir Allah’ın? Ondan sonra birde ahirette çıkar hesap sormasına da gerek yok zaten her şey belli, niye hesap soruyor ki? Hani zannediyorlar ki Allah’ı tenzih ettik, bu tenzih etmek mi? Madem imtihan ediyor, imtihan gereği olan şeyleri bilmemesi gerekir. Bakın şimdi biz imtihan ediyoruz, şu anda imtihan dönemi. Öğrencileri imtihan ediyoruz, sorularımızı hazırlıyoruz önceden, hangi soruyu soracağımız belli soruların cevapları da belli değil mi? Ama öğrencilerin nasıl bir cevap yazacağı belli değil. Niye biz öğrencinin kafasında olanı içinde olanı bilemeyiz. Bazı öğrenciler için çok başarılıdır deriz 100 puan bekleriz sıfır alabilir, bazı öğrenciler içinde bunda iş yok deriz çok iyi bir puan alabilir. Biz onlardaki bilgiyi ölçüyoruz. Peki Allah bilgiyi mi ölçüyor insanlarda? Allah insanların kalbinde kafasında ne olduğunu biliyor mu? Biliyor, Allah insanlardaki imanı ölçüyor, iman ne demek? “Güven” demektir. Bu insan Allah’a ne kadar güveniyor? Ne kadar güveniyor? Ne kadar direniyor? Ne kadar mücadele ediyor? Onu ölçüyor. Şimdi bak burada da diyor
“Ve ma esabeküm yevmeltekal cem’ani”(Ali İmran 166)
“o iki topluluğun karşılaştığı gün başınıza gelen Allah’ın onayıyladır”
Şimdi gidersiniz resmi makama dilekçeyi verirsiniz izin çıkar, talepte bulunursun izin çıkar, izin dediğiniz önce sizin yaptığınız bir hareket onun arkasından izin çıkınca o onayı alır, izin vermezse izne çıkabilir misiniz? Çıkamazsınız. Mesela herhangi bir şeyi yapmak istiyorsunuz ilgili makam onay vermezse o şeyi yapabilir misiniz? Yapamazsın değil mi? Onay verecek, işte yeryüzünde olan her şeyi Allah’ın onayıyladır. Bu ister insan fiili olsun, ister bir otun bitmesi olsun hiç fark etmez. Şimdi burada diyor ki mesela, Müslümanlar Uhud’da düşmana büyük bir darbe vurmuşlar, düşman kaçmış, ganimet toplamaya başlamışlar okçular tepesinden Müslüman bir grup isyan etmiş, geçen hafta okumuştuk o ayeti. İsyan ediyor yani resulullah’ın emrini dinlemiyor, gidiyor ganimet toplamaya, o sırada arkadaki şey Halid Bin Velid komutasındaki Mekkelilerin süvari birlikleri atlı birlikleri bunun farkına vararak hücum ediyor. Cenabı Hak orada onay vermeseydi Halid bin velid komutasındaki askerler gelip buraya arkadan hücum edemezlerdi, bir rüzgar estirirdi orada, bir şey olurdu Halid bin velidin gözlerine bir şeyle olurdu göremezdi ve galip gelirlerdi. Şimdi
“Ve ma esabeküm yevmeltekal cem’ani fe bi iznillahi “
“o iki ordunun karşılaştığı gün sizin başınıza gelen Allah’ın onayıyladır”
Yani siz yanlış yaptınız o yanlışın cezasını onayladı ondan sonra Halid bin velid şey yaptı. Ezelden bir şey var mı? Yok. Peki ne diyor burada
“ve li ya’lemel müminın”
“müminleri bilsin diye”
Kim bilecek? Allah, kim Allah’a inanıyor ve güveniyor onu bilsin diye. İnanıp güvenmek Allah’a inanıp güvendin mi ne yaparsın? sonuna kadar direnirsin. Ona inanıp güvenmedin mi bu defa başka hesaplara girersin. Mesela işte sık sık örnek veriyoruz, Türkiye’de Müslümanlar hakim gözüküyor, Türkiye Cumhuriyeti döneminde hiç görmediği kadar faizin içine dalmış bulunuyor Müslümanlar. Niye? Efendim başka şekilde ben nasıl ev sahibi olacağım? Başka şekilde ekonomi nasıl yürür? Bu ne demek? Senin Allah’a güvenin yok, senin güvenin yok. Tabi senin karşına faiz meselesini çıkaracak burada olduğu gibi, senin ona güvenin olup olmadığını ölçecek. Çok zor duruma geleceksin problemin faizle çözülecek noktaya gelecek, orada yok kardeşim Allah haram kılmış istemiyorum dedikten Allah’ın yardımı gelecek sana.
Yoksa gelmez! İşte orada sen imanının imtihanını vereceksin.
“ve li ya’lemel müminın”
“Allah müminleri bilsin diye de böyle oldu”
Hep işler iyiye gidecek olsa herkes mümin olmaya çalışır, imtihan yok nasıl olsa. Bak “Allah bilsin diye” önceden biliyorduysa bilsin diye denir mi? Efendim bunların imanı kalpte var bilmiyor mu? İman güvenmek demektir, Allah’a güvendiğini zor anda göstereceksin ki ortaya çıksın. Bakın ben şimdi size şunlar şöyle olacak böyle olacak desem ya da herhangi bir yerde konuşsak o kadar çok kimse çıkar ki taraftar, hadi yapalım dediğin zaman bakarsın ki yanında kimse kalmamış çoğu zaman, bazen çok az kimse kalmış. İşte kim Allah’a inanıp güveniyor, burada Allahü Teala bu olaylarla ortaya koyuyor yani bunun manası şudur, hepimizin başına Uhud savaşına benzer olaylar gelir, güvenip Allah’a tam güvenimizin imtihanıdır bu, güvenini ortaya koyanlar kazanır. Başka ne diyor:
“Ve li ya’lemellezıne nefeku”(Ali İmran-167)
“birde münafıklık yapanları Allah bilsin diye”
Bilmiyor mu ikiyüzlü olduklarını bak işte bakalım nasıl bir şeymiş, buradan kendi imanımızı kontrol edelim.
“ve kıyle lehüm”
“onlara şöyle dendi”
“tealev katilu fı sebılillahi”
“gelin Allah yolunda savaşın dendi”
“evidfeu”
“ya da savunma yaparsınız”
Vuruşmaya girersiniz ya da savunma yaparsınız. Şimdi burda diyorlar ki;
“kalu lev na’lemü kıtalel letteba’naküm”
“savaşmayı bilsek elbette ki geliriz”
Ne yapıyor burada? Allah’a güven imtihanında ne yaptı? Yolda kaldı. Oraya gidiyor musun gitmiyor musun? Yoksa öyle normal durumunda “ben kurban olmuşum o Allah’a aklıma geldiği zaman gözlerim yaşarır” öyle şey yok hadi bakalım! Zor zamanda mümin olup olmadığını göstereceksin.
“kalu lev na’lemü kıtalel letteba’naküm” diyorlar ki
“savaşmayı bilsek elbette ki geliriz”
Olsa her şey senin mesela.
“hüm lil küfri yevmeizin akrabü minhüm lil ıman”
“onlar bugün imandan çok küfre daha yakındırlar”
Şimdi burası iman olsun burası küfür olsun, burada bu tarafa daha yakın kafirdirler demiyor. Niye? Çünkü Allah’a güven konusunda gevşeklik gösterdiler. İmtihanın ne kadar zor olduğunu görüyor musunuz? Allah’ güven konusunda gevşeklik gösterdiler.
“yekulune bi efvahihim ma leyse fı kulubihim”
“ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlar,”
yani biz savaşmayı bilsek biliriz ama aman boş ver öleceksin yaralanacaksın ne gerek var. Yan, Allah’ın emrini ikinci plana atıyor kendi nefsini tercih ediyor. Hani ahireti dünyaya tercih edip etmeme meselesi vardı ya.
“vallahü a’lemü bima yektümun”
“kalplerinde neyi gizlediklerini Cenabı Hak çok iyi bilir”
“kalplerinde neyi gizlediklerini çok iyi bilir” dedi bunu çok iyi kavrayalım, çünkü o o anda var olandır, şey’dir o tamam mı? Ama o imtihanda hadi gel savaş dendiği zaman gidip gitmeyecekleri önceden belli değil, onu da “li ya’leme” dedi “bilsin diye” bir kısmı gidiyor tamam. İspatlıyorlar Cenabı Hakka güvenlerini, bir kısmı kalıyor. Kalplerinde olanı çok iyi bilir, o var zaten ama “Ve li ya’lemelmuminun” dediği zaman mümin yani güvenen kimin Allah’a güvendiğini bilsin diye böyle yapıyor. Lafa gelince herkes güvenir. Kalpte olanı bilmek başka, oradaki samimiyeti yani Cenabı Hakka, yani imtihan sırasında, imtihana girip Allah’ın söylediğinin doğru olduğunu kabul edip imtihanı kazanmak başkadır. Yani mesela oturursunuz, hepinizin hayatında çok olmuştur, biriyle konuşursunuz, işte şöyle yapacaz böyle yapacaz şimdi aklıma geldi bakın; bir gün, 1980 ihtilali öncesi anarşik olaylar sık sık oluyor, bir gün bu Süleymaniye’de arka tarafta mutfak eşyası yapan toptancılar vardı orası son derece hareketliydi, Mimar Sinan’ın kabrinin olduğu sokak iki tarafa inen sokaklar. Şimdi orada anarşistler gelmiş dükkanların açılmasını o gün yasaklamışlar, hiçbir dükkan açık değil. Şimdi bir arkadaş geldi yanıma bakmış orada kızmış, mücahit birisi cihadı çok seven bir arkadaş, odama geldi müftülükte, sinirlenmiş kızmış, yav kardeşim bir kişi çıksın şu dışarıya müftülüğün önüne karşı çıksın anarşistlere her şey tamamlanır biter, problem biter dedi, inanıyor musun? Tabi ki inanıyorum, o zaman çık dedim! Ama! Aması falan yok sen inanan bir adamsın, hem oraya çıktığın zaman problemin çözüleceğine inanıyorsun çık hadi, hadi çık dedim. İyi ama mama, aması maması yok, ya çık ya da sus dedim. Konuşmaya sıra geldiği zaman herkes böyle mücahit, hadi bakalım dediğin zaman herkes kaçıyor.
“Ellezıne kalu li ıhvanihim”(Ali İmran 168)
“bunlar kardeşlerine şöyle diyorlar”
“ve kaadu”
“kendileri de oturmuş”
“lev etauna ma kutilu”
“bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi”
Kendileri gitmemiş birde şehit olanlarla ilgili diyorlar ki “bizi dinlemiyorlar ki, dinleselerdi, laf dinlemiyor ki dinleseydi başına bu olaylar gelmeyecekti” şimdi Allahü Teala ne diyor?
“kul fedrau an enfüsekümül mevte in küntüm sadikıyn”
“hadi bakalım söylediğinizde sadıksanız, haklıysanız, ölümü savın bakalım, siz ölmeyin bakayım, ölmeyebiliyor musunuz, bunu engelleyemezsiniz, siz sadece imtihanı kaybettiniz o kadar netice değişmez”
Evet şimdi gördünüz mü bakın, biz işeri yapıyoruz Cenabı Hak’tan onay çıkıyor, ondan sonra iş oluyor, Allah’tan onay çıkmadan yeryüzünde hiç bir şey olmaz, Allah’ın izni yani onayı .surenin mesela toprakta bitki de bitmez, hiç bir şey olmaz. mesela 7.surenin 58. ayetini açın bakın burada diyor ki:
“Vel beledüt tayyibü”(Araf-58)
“iyi belde, güzel bir toprak”
” yahrucü nebatühu bi izni rabbih”
“bitkisi Rabbinin izniyle çıkar”
Yani bitkinin topraktan çıkmasında bile cenabı Hakkın izni aranıyor, izni yoksa çıkmaz. Allah’ın onayı olmadan hiçbir şey olmaz. Peki o onaydan sonra ne olur? Onaydan sonra mutlaka yazıya geçer, bakın şimdi herşeyin Allah’ın izniyle olduğuna dair 64.surenin 11.ayetini açalım, 556.sayfa, bak diyor ki burada
“Ma esabe min musıybetin illa”(Tegabun-11)
“hiçbirşey olmazki”
Musibet kelimesi illahaki hayra şerre değil yani
“isabet eden, ortaya çıkan hiçbir şey yoktur ki Allah’ın izniyle olmasın”
Yani oluşumuna Cenabı Hak oluşumuna izin veriyor ondan sonra oluşuyor, tamam mı? Bak bitki bitecek izin çıkmadan bitmiyor, peki böyle bir olayda ezelden izin verilmiştir sözünün bir anlamı olur mu? Olur mu? Bak işte Allah’ın ayetleri bunların hepsi. Hep Allah’ın ayetleri ile kaderin olmadığı ortaya konuyor ondan sonra ne yapıyorlar? Cevap veremeyenler kalkıp diyorlar ki, işte Abdülaziz hoca diyor ki;”Allah gaybi bilmez” ne yapacaksın? Bunlarda iftiradan başka bir şey bilmezler. Çünkü doğru dürüst konuşacakları bir söz yoktur, sözlerini destekleyecek bir tek ayet, bir tek hadis bulamazlar, ha uydurma hadis bulurlar tabi, ondan dolayı ne yapacaklar mecburen iftiraya yönelecekler, başka çareleri yok. Allah’a iftira ettikleri gibi sana da edecekler. Evet
“ve men yu’min billahi yehdi kalbehu”
“Kim Allah’a güvenirse Allah onun kalbini düzeltir”
Sen güven gerisini karışma. Allah’a güvenmek içinde sözün Allah’a ait olduğunu bilmen lazım o da Allah’ın kitabında olacak değil mi? Falanca adam kendi sözünü Allah’ın sözü diye bana sözlerse olmaz, onun için sorgulayıcı olmamız lazım.
“vallahu bikulli şey’in ‘aliymun.”
“Allah her şeyi bilir”
“Şey” olmasına karar verdiği ve olan, izin veriyor izinden sonra oluyor. Evet şimdi 57.surenin 22. ayetini de bir açalım
“Ma esabe min musıybetin fiyl’ardı ve la fiy enfusikum” (Hadid-22)
“yerde(otun bitmesi), kendi vücudunuzda herhangi bir şey olmaz ki”
“illa fiy kitabin”
“biryere kaydedilimiş olmasın”
Bak az önce ne dedi? “her şey Allah’ın izniyle” dedi. Değil mi? “Her musibet Allah’ın izniyle”
Dedi, bu da ne dedi? Musibet bizim Türkçedeki musibet değil, olan her şey manasında yani. Topraktan bitkinin bitmesi de Allah’ın izniyle, “başa gelen her şey Allah’ın izniyle” dedi ve “yazmayla” dedi. İzin olması için onay çıkması, onay çıktıktan sonra “götürün bunu kaydettirin” deniyor, işte kayıtta yazılmasıdır, tamam mı? Yani o bizim resmi dairelerdeki o işleyen sistem Cenabı Hakkın insanların fıtratına koyduğu sistemdir. Getiriyorsun mesela dilekçeyi izin almak için yetkiliye veriyorsun, onay veriyor, onayladı, o zaman diyor ki götür bunu evrak kayıt etsin der. Ondan sonra sen izinli olarak gidiyorsun. Her şey böyle yani Allah’ın izni çıktıktan sonra kayda geçiyor, tamam mı? Onun için burada ne diyor bu ayette;
“Ma esabe min musıybetin fiyl’ardı ve la fiy enfusikum” (Hadid-22)
“ister meyvenin bitmesinde ister yaprağın dökülmesi, yani bir yaprak yerinden dökülecek olsa bile yine Allah’ın izniyle ve bir kayda geçmesiyledir”
Kayda geçmeden yok.
“illa fiy kitabin”
“mutlaka bir kayda geçmiştir, bir yere yazılıdır”
“min kabli en nebreeha”
“onu ayrı bir varlık olarak ortaya çıkarmadan önce”
Önce izin verilir, sonra kayda geçer, sonra yaratılır. Yani neyse artık yaprağın dökülmesi de bir yaratmadır, topraktan bitmesi de bir yaratmadır, işte az önce savaşta iki tarafın birinin diğerine galip gelip gelmemesi de “şey” dir, işte ondan dolayı her ölüm olayı Allah’ın izni olmadan olmaz, Allah’ın izni çıktıysa kayda da geçtiyse kurtuluş yok. O zaman kayda geçmeden önce tedbirini almak lazım, işte Musa (a.s)’mıydı ne diyordu? “yarabbi bize bu dünyada güzellik yaz” diyor. Ezelden yazılmış olsa böyle bir dua eder mi koskoca Allah’ın nebisi, bize bu dünyada yaz. İşte yazmanın zamanını gördünüz mü? Önce size bir fiil olması lazım, onu bir noktaya kadar getiriyorsunuz, ondan sonra onay olacak, sonra o yaratılacak. Yani inanmak mı? Allah’ın izni olmadan inanma söz konusu değil, siz inançla ilgili kendinizi hazırlıyorsunuz, Allah’ın onayı çıkıyor ve iman hasıl oluyor. Bu arada geçen zaman tabi son derece, bizim bilebildiğimiz gibi değil çok kısa da olabilir, uzun da olabilir, işte bu şekilde.
Araf 156, 169. sayfayı açın. Bak diyor ki burada Musa a.s.
“Vektüb lena fı hazihid dünya hazenetev”(Araf-156)
“Vahtara musa kavmehu seb’ıyne racülel”(Araf-155) diye başlıyor bir önceki ayette.
“Musa kendi kavminden 70 kişi seçti”
dedikten sonra, öbür ayette;
“ya Rabbi bizim için yaz, bu dünyada bir güzellik yaz” diyor tamam mı?
Ezelden yazgı diye bir şey varmıymış? Böyle bir şey yokmuş. Bakın ayetler bu kadar açık ve net olmasına rağmen neler yapmıyorlar ki, illa o pislikler devam edecek, inanç diye iman diye ve kadere inanan bir topluluğu ayni geleneksel manada kadere inanan, ama bu ayetlerdeki manada kadere inanıyorsanız dünyada sizi kimse tutamaz. Ne yani her şeyi Allah bir ölçüye koymuş o zaman ben en iyisini yapmalıyım dersiniz değil mi? Sizi kimde tutamaz. Ama geleneksel manada “aman her şey olacağına varır boş ver ya o kadar da uğraşmaya lüzum yok” ne olur? Tembellik dindarlığa dönüşür değil mi? Böyle bir toplumunda iflah olması imkansızdır. Tevbe suresinde bir ayet vardı, 194. sayfa
“Kul ley yüsıybena illa ma ketebellahü lena hüve mevlana ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun”(Tevbe -51)
“Allah’ın yazdığından başkası başımıza gelmez”
Öbür tarafta ne dedi “mutlaka başınıza gelmeden önce yazılır” dedi değil mi? Ama yazmadan önce de izin, izin olması için sizin gayretiniz gerekiyor, siz bir şeyler yapacaksınız, izin çıkacak, yazıya geçecek ve olacak. Onun için Allah’ü Teala der ki; “siz bir şeyi yapamazsınız, Allah ta onu yaratmadıkça” yani siz bir şeye yöneleceksiniz, gerekeni yapacaksınız, Allah ta yaratacak olsun. İşte niye dua ettiğimiz burada net bir şekilde ortaya çıkıyor değil mi? Dua edeceksin ki, Cenabı Hak’ta yazsın, bakın bütün taşlar yerine oturuyor. Peki ezelden şöyleymiş, şimdi niye dua ediyorum ki kardeşim, değişecek mi bir şey. Şimdi geliyorlar, kaderin ezelden olduğuna inanalar gelip bizimle tartışıyorlar, ya neden tartışıyorsun kardeşim? Eğer bu dediğin ezeldense benim bunu söyleyeceğim ezelden belliymiş, sen gelip niye karşı çıkıyorsun bana öyle değil mi? Daha ne konuşuyorsun sen? Çünkü dediklerine kendileri de inanmıyor, fıtratları kabul etmiyor. Madem öyle neden çalışıyorsun ki? Yat! Gerçekten çok kötü bir şey yani
“Kul ley yüsıybena illa ma ketebellahü lena“(Tevbe-51)
“Allah’ın yazdığından başkası gelmez başımıza”
Peki Allah yazmışsa artık kurtuluş yok, değil mi? Ondan sonra o noktaya gelmişse iş.
“hüve mevlana”
“o bizim mevlamızdır, dostumuzdur”
“ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun”
“müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar”
Allah sana yardım eder, sen Allah’ın dinine yardım edersen o da sana yardım eder, önünü açar ama her şey senin yapmana bağlıdır. Sen yapmadan bir şey olmaz, “efendim adam, hocam öyle diyorsun ama adam multimilyarder babadan kalmış büyük bir serveti var” güzel, adamın kendisi ne? Yarın ahirete o servetle gitmeyecek ki, kendi yaptıklarıyla gidecek, onun için kendinin olana bak. Kendinin nesi var? 53.sureyi açalım, orada Allah’ü Teala diyor ki;
“ Ve el leyse lil insani illa ma sea”(Necm-39)
“insanın kendine ait değil çalışıp kazandığı dışındaki”
Sen kendin yap, mesela bu suyu Fatih bana verdi ben içiyorum, tamam ben içiyorum ama bu suyun sevabı bana verene aittir bana ait değildir ki. O zaman birşeyler yap, sen kendin birşeyler yap ki senin olsun.
“kendi çalışıp kazandığından başkası kendinin değildir”
“ Ve enne sa’yehu sevfe yura”(Necm-40)
“çalışıp kazanıp ortaya koyduğu yakında görülecektir”
Ondan sonra birde İsra suresini açalım, 17.sure 18. ayet.ne diyor Allahü Teala;
“ Men kane yürıdül acilete”(İsra-18)
“kim hemen eline birşeyler geçmesini istiyorsa”
“accelna lehu fiha ma neşaü li men nürıdü”
“ona hemen bu dünyada veririz ama, bizim tercih ettiğimiz için”
Senin tercih etmenle olmaz Allah ta onu tercih edecek, çünkü onaylayacak ya arkasından yaratacak yani Allah’ın kontrolünde olmayan hiçbir davranış yok, ne ağaçlarda ne hayvanlarda ne insanlarda hiçbirisinde yok öyle bir davranış yok. İşte bu da kişinin Allah ile ilişkisini sıkı tutmasına sebep oluyor değil mi? Sürekli kulluk şuurunda olmasını sağlıyor ve sürekli çalışmasını, çalışmadan bir şey yok çünkü. Bir de Allah’a tam güveneceksin, iman güvendir, güvenmiyorsan Allah var bir biliyorum, ibliste var bir biliyor, iblis iki dedi mi öyle hiç öyle birşey oldu mu? Herkes Allah’ı var bir bilir, e inanmıyorlar, güvenmiyorlar, e güvenmeyen ne demek? Allah’a inanmamak güvenmemek demektir. Allah böyle diyor ama dediğin an demek ki senin Allah’a güvenin yok kardeşim, güven yoksa iman da yoktur. Evet diyor ki;
“dünyalık isterse bizim tercih ettiğimiz kadarını veririz ona, istediğimiz kişiye”
“sümme cealna lehu cehennem”
“onun payına cehennemi bırakırız”
Sen istemedin tamamen senin şeyin yani, işte imtihan bu
“yaslaha mezmumem medhura”
“o cehenneme yerilmiş ve kovulmuş olarak girer”
“Ve men eradel ahırate”(İsra-19)
“kim de ahireti isterse”
Ben çok istiyorum, tamam güzel “hocam namaz kılmayı o kadar çok istiyorum,” kıl ne manisi var? “kılamıyorum” “kılamıyorum” deme “kılmıyorum” de! Kılamıyorum diye bir şey olmaz, kılmıyorum de. Bazen gelirler hocam, ne var? “benim oğlan içki içiyor bir dua ette içmesin” hadi dua ettik içmedi o zaman öbürlerinin suçu ne? Allah böyle bir kanun koyar mı? Tabi canın çok isteyecek, Allah’ın emri için bırakacaksın ki bir anlamı olsun. Yani duanın da eğer bir fiil yoksa hiç bir anlamı yok, ondan sonra ne diyor;
“ve sea leha sa’yeha”
“onun için gereken çalışmayı da yaparsa”
Bak Çalışmadan bir şey yok, bak ne dedi az önce öteki ayette, istemekle olmaz gerekeni yapacaksın! Kim istemez ki cenneti? Bak ahireti dünyaya tercih edip etmeme meselesi, tercih ediyorsa çalışmanla göster, öyle lafla olmaz. Peki çalıştın
“ve hüve mü’minün”
“tam inançlı”
Yani Allah’a da güvenerek çalışacaksın, öyle kendi kafana göre değil, kendi kafana göre bir din oluşturmayacaksın.
“fe ülaike kane sa’yühüm meşkura”
“işte bunların çalışmaları, teşekkürle karşılanır, yani bire on yirmi daha fazla ödüllendirilir bunların çalışmaları”
Şimdi bakın az önce söylediğimi zaman zaman okuduğumuz bir ayetle dersimizi bitirmiş olalım. Bakara suresinin 30.sayfayı açın, dua konusuyla bitirmiş olalım, 200.ayette
“ fe minen nasi mey yekulü rabbena atina fid dünya”(Bakara-200)
“insanlardan kimi ya Rabbi bana bu dünyada ver der, dünyalık ister” ahireti istemediği için
“ ve malehu fil ahırati min halak”
“ahirette alacağı birşey yok onun”
İstemiyor çünkü. Bak imtihanı görüyor musunuz? İmtihan bu işte, geleneksel kaderin yeri var mı buralarda? Ondan sonra ne diyor;
“Ve minhüm mey yekulü”(Bakara-201)
“bazısı da şöyle der”
“rabbena atine fid”
“bak ahiret yok dedi”
Dünya var mı? Ondan bahsetmedi ahirette bir payı yok çünkü istemiyor, dünyadan payı var yok demedi dikkat edin bak.
“Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar”
“bazısı da derki bana bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver, beni cehennem azabından koru”
Tama dedin güzel dua, dua ile oluyor mu? Hayır,
“ Ülaike lehüm nasıybüm mimma kesebu“(Bakara-202)
“her birine kazandığından bir pay var”
Ahireti ver diyorsan çalış, dünyayı ver diyorsan çalış, hem dünya hem ahiret istiyorsan yine ikisi içinde çalışacaksın. Çünkü;
“ Ve el leyse lil insani illa ma sea”(Necm-39)
“kişinin çalıştığından başkası kendinin değildir”
Peki Müslümanlar kadere böyle inansalar İslam alemi bu halde olur mu? Demek ki Allah ezelden belirlememiş. “Efendim Allah nasıl bilmez” ya kardeşim Allah seni imtihan edeceğini söylüyor mu? Bak senin kalbinde olanı bilirim diyor, sorular da yapıyor, ortamı da hazırlıyor hepsini de yapıyor ama orada senin Allah’a ne derece güvenip güvenmediğini imtihanla tespit ediyor. O imtihanla yüz yüze gelmeselerdi bedir savaşı diye birşey olmasaydı, o zaman herkes ne güzel yaşayıp gidiyordu, münafıklar falan ortaya çıkmayacak ki adam 5 vakit namaza gidiyordu, kendine sorsan oh, islamın mücahidi, işte o benim odaya gelen arkadaş gibi, büyük bir mücahit. Bir kişi çıksın şuraya e çık, çık kardeşim işte sen hocasın dedim, sen dışarı çıksan seni tanıyan adamlar çıkar ama senin başka dediğin adam çıksa onu anarşist zannederler üzerine yüklenirler, peki cenabı Hak doğruları iyi anlayıp yaşamayı bizlere hepimize nasip eylesin.