Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
A’li İmran suresinin 157.ayetine kadar geldik. 155’i okumamış mıydık? 156’dayız tamam. 157 derken numarayı yanlış görmüşüm, tamam. 156.ayetten okuyoruz. Allahü Teala burada şöyle buyuruyor;
Yâ eyyuhâllezîne âmenû “ey iman edenler”
lâ tekûnû kellezîne keferû “siz kafirler gibi olmayın”
ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, “kardeşleri için şöyle derler, mesela bir yolculuğa çıktılar, ya da savaşa gitti ve öldüler, yanımızda olsalardı ölmezlerdi derler”
li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim “bunu Allah kendi kalplerinde büyük bir üzüntü kaynağı yapmak için bu şekilde uğraşıyorlar, yani Allahü Teala bunu kalplerinde büyük bir üzüntü kaynağı yapar, onun için böyle konuşurlar”
vallâhu yuhyî ve yumît “halbuki can veren Allah’tır, öldüren de O’dur”
vallâhu bi mâ ta’melûne basîr “Allahü Teala yapmakta olduğunuz şeyi görür”
Geçen hafta okumuştuk, 154.ayette Allahü Teala şöyle diyor;
… kul lev kuntum fî buyûtikum “de ki; evlerinizde olsanız”
le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, “öldürülmeleri yazılmış olanlar, düşecekleri yere kadar çıkıp giderlerdi”. Çünkü biliyorsunuz, ömrümüz sürekli kayda geçiyor. Sonra, öleceğimiz yerler de Cenabı Hak tarafından belirlenmiş oluyor, bu sebeple oradan kaçış yok. Yani süre bittiyse, zamanın sonuna gelindiyse, kaçış yok. Ama süre bitmeden önce biliyorsunuz, tövbekâr olunur, eğer doğruya dönülürse, Cenabı Hak kalan ömrümüzü de bize yaşatır. Bundan sonraki ayette diyor ki işte, müminler siz kâfirler gibi olmayın. Yani herhangi bir olay meydana geldi, bir trafik kazası oldu, işte şöyle olsaydı olmazdı, şunu yapmasaydı olmazdı demeyin. Niye demeyeceksiniz? Çünkü ölüm, Allah’ın onayı olmadan meydana gelmez. A’li İmran/145:
Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ “Hiç kimsenin Allah’ın onayı olmadan ölmesi söz konusu değildir”. O, süresi belirlenmiş olarak yazılmıştır. Süresi belli, yeri bellidir. Çünkü Lokman suresinin sonunda, öleceğimiz yerlerin de önceden belli olduğu belirtiliyor. Şimdi biliyorsunuz ölümün kendisi bir imtihan değil, ölüm işin bitmiş bir halidir. Ölüm öncesi durumlardır imtihan olan, orada insanlar kendi sabırları ve cihatlarıyla imtihandan geçiriliyorlar. A’li İmran 156 devamı:
vallâhu yuhyî ve yumît, “Ömür veren Allah, öldüren de Allah’tır”.
vallâhu bi mâ ta’melûne basîr. “Yapmakta olduğunuz şeyi Allahü Teâla görür”.
Allah’ın onayı olmadan zaten hiçbir şey olmaz. Biz ne kadar gayret gösterirsek gösterelim, Allah onaylar, emri verir, ondan sonra o şey olur.
le magfiretun minallâhi ve rahmetun hayrun mimmâ yecmeûn. “Elbette ki Cenabı Hakkın bağışlaması ve size yapacağı ikram, yaşasalardı bu insanların bir araya getireceklerinden daha hayırlıdır”. Yani şimdi, Allah yolunda ölmek ya da öldürülmek, nasıl oluyor Allah yolunda ölmek? İşte bütün gayretinizle, Cenabı Hakkın rızası için bütün gayretinizle çalışıyorsunuz, elbette ki bir gün şeyiniz dolacak, ömrünüz dolacak ve öleceksiniz ya da öldürüleceksiniz, fark etmez. Allahü Teâla’nın mağfireti ve rahmeti, ölmeyip de yaşasaydınız elde edeceğiniz şeylerden daha iyidir. Dolayısıyla mesela şöyle düşünün, şeyden sonra, Osman RA’nın döneminden sonra Cemel Vakası oldu, Siffin vakası oldu, binlerce Müslüman birbirini öldürdü. Şimdi orada şu olsaydı, yani o insanlar orada birbirlerini öldüreceklerine, Uhud’da, Bedir’de ölmüş olsalardı, onlar için daha iyi olmayacak mıydı? Yani, o zaman en uzun ömürlü kim? Bugün gene yaşamıyor, öldü gitti. Yani ne yaparsanız yapın, bir gün öleceksiniz, kurtuluş yok. Öyleyse yapmamız gereken nedir? Yaşadığımız süre boyunca doğru ve dürüst yaşamaktır. Yoksa efendim o şimdi ölmüş, öbürü biraz sonra ölmüş, bunlar fazla önemli şeyler değil. Şimdi bakın mesela şöyle düşünün. Şu andan mahşer gününe kadar kim bilir kaç bin sene var, Allah bilir. Ama şu anda ölen kişi, mahşer gününde sanki gözünü kapayıp açmış gibi hissedecek. E ne olacak, şu anda şu ölmüş, biraz sonra öbürü ölmüş, bunun manası şudur, akşam oldu, biriniz erkenden yatıp uyudunuz, biriniz daha sonra gidip uyudunuz, onun gibi bir şey yani, önemli olan ölünceye kadar ömrümüzü nasıl geçirdiğimizdir.
ve etîûn “benim dediklerimi yapın”
ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ, “ve sizi eceli müsemmaya kadar yaşatsın”
Şöyle bir makine düşünün, bunu 24 saat açık bıraktığınız zaman bozulur ama bir tamir edelim, şurasını yağlayalım, şurasına şunu yapalım. Birkaç yıl daha çalışsın demek gibi bir şeydir o. Diyor ki, gelin, Allah sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın, oraya kadar geciktirsin yani, tamam mı?. Müsemma ne demek? Adı konmuş, belli, süresi belli. Diyelim işte 70 seneye kadar yaşayacaksınız. 50 seneye kadar düşürmüşsünüz yaptığınız yanlışlarla, Nuh AS diyor ki gelin tövbekâr olun, Allah sizi 70 yaşına kadar yaşatsın demiş oluyor. Yani aslında bütün nebiler bunu söyler, hepsinin söylediği hayatınızı tam yaşamanız, hayatınızı verimli bir şekilde yaşayabilmenizdir. Ondan sonra diyor ki,
inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar, “Allah’ın belirlediği ecel gelirse, onu gelmeden tövbe etmeniz lazım, o geldi mi artık kurtuluş yok.” Yani ölüm kesinleştiği an kurtuluş yok, süre bitmiş, süre bittikten sonra geriye dönmek yok, ama süre bitmeden biraz önce tövbe edebilirsiniz. Ondan sonra diyor ki,
lev kuntum ta’lemûn. “keşke bunu bilseydiniz”
Mesela Yunus AS örneğini veriyoruz, biliyorsunuz. Yunus AS, Yunus suresindeydi, o ayeti şey yaptı, Saffat’ta mıydı? Tamam, tamam, doğru, 450.sayfa. Şimdi bu Saffat suresinde, burada diyor ki Allahü Teala, Saffat 37/139:
İşte kaçtı diyor, görev yerini terk etti. Allahü Teala’nın ayeti bu. Dolu bir gemiye kaçtı diyor.
Geminin yükü çok fazla olduğu için kura çekiyorlar, kaybedenlerden oluyor ve onu denize atıyorlar.
ve huve mulîm.
Ama o atılırken, daha atılmadan önce, yaptığından dolayı pişmanlık duyuyor, demek ki eceli daha tam gelmeden ne yapıyor, tövbe ediyor. Evet,
LA İLAHE İLLA ENTE SÜBHANEKE İNNI KÜNTÜ MİNE’Z-ZALİMİN. “senden başka ilah yoktur, sana boyun eğerim ya Rabbi, ben yanlış yaptım diyor. Görev yerimi terk etmemeliydim, ben yanlış yaptım diyor”. Bakın, yaptığı yanlışı hayatıyla ödüyor dikkat ediyor musunuz? Evet.
Şimdi Yunus AS’a bir tek inanan olmamış, 33 sene orada insanları davet etmiş. Ne karısı ne çoluk çocuğu hiç kimse inanmamış. O zaman demek ki başarının ölçüsü insanların size inanıp inanmamaları değil. Doğruları anlatıp anlatmadığınızdır. Çünkü Allahü Teâla herkes kendi adına hesap veriyor, sizin adınıza değil. Senin görevin ne? Mesela bir elçi olarak görevin ne? Tebliğ etmektir. Herkesin anlayacağı şekilde tebliğ ettin mi sen vazifeni bitirdin. Allahü Teâla resulüne diyor ki: Gaşiye 88/21:
Fe lev lâ kânet karyetun âmenet “keşke bir kariye, (kariye kelimesi küçük köy için de kullanılır, kasaba için de, şehir için de, büyük bir ülke için de kullanılır, yani insanların toplaştığı yerleşim yeri anlamında kullanılır), keşke bir yer inansaydı da”
fe nefeahâ îmânuhâ, “inancının kendisine faydası olsaydı”. Mesela Ad kavmi inanmadı, Semud kavmi inanmadı, Nuh kavmi inanmadı, inanmayanlar hep kaybettiler.
illâ kavme yûnus, “sadece Yunus kavmi bundan hariç”. Çünkü Yunus AS çekip gidince korkmaya başlamışlar, bu adamın dedikleri doğruydu, şimdiye kadar biz inadına hep karşı çıkıyorduk. Başımıza büyük bir felaket gelir diye, inanmışlar.
lemmâ âmenû “ne zaman ki inandılar”
keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayâtid dunyâ “bu dünya hayatından rezil olma azabını onlardan kaldırdık”. O zaman demek ki, ecel değişmez değilmiş, değil mi? Mesela bir ayeti kerimede var.
ve metta’nâhum ilâ hîn
A’raf 7/34:
Ve li kulli ummetin ecel, fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn
İşte bu ayete yanlış mana veriyorlar. Her topluluğun da bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman geriye bırakılmaz, öne alınmaz. Ama gelmeden önce değil, gelmeden önce tövbekâr olunursa, burada olduğu gibi, o zaman eceli müsemmaya kadar, o belirlenen süreye kadar herkes yaşar. İşte bütün nebiler insanlara bunu söylemişlerdir. Ölüm geldi, kurtuluş yok, bitti. Ama ömrümüzü kısaltıcı bir takım işlemler yapmış olabiliriz, ömrü uzatamayız, eceli müsemma 90 seneyse 90 seneye 1 saniye ilave edemezsin. Ama yanlışlarınla, kısaltırsın, Yunus AS’da olduğu gibi, ama tam tövbe imkânı ortadan kalkmadan, tövbekâr olursan, eceli müsemmaya kadar eceli geciktirme imkânımız vardır. Burada bir şey daha söylemiş olalım, şu Nun suresini de bir açalım. Az önce bir şey söyleyeceğim dedim, şimdi o şey eksik kalmasın. Nun, Kalem suresi doğru. 565.sayfayı açıyoruz. Bak burada, 48.ayet var. Allahü Teala Resullullah SAV.’e uyarıda bulunuyor, diyor ki (Kalem 68/48);
68/48. Fasbir li hukmi rabbike “Rabbinin vereceği hüküm için swabırlı ol, acele etme diyor”
ve lâ tekun ke sâhıbil hût, “Balığın arkadaşı gibi olma (yani, Yunus AS gibi olma diyor)”. Resullullah’a söylüyor Cenabı Hak, o sabırlı olmadı, görev yerini terk etti, sen öyle yapma. Bu insanlar inanmış, inanmamış seni ilgilendirmez. Yani, hesabı etrafınızdaki insanlara göre yapmayın. Vazifenizi doğru yaptınız mı, yapmadınız mı ona bakın diyor. Peki, ne diyor burada?
iz nâdâ ve huve mekzûm
68/49. Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî
“Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmeseydi”, yani tevbe etti Allah tevbesini kabul etti, yardım elini uzattı değil mi? Arkasından 100 bin kişi inandı, ırkı da tövbe etmişti, hatta daha fazla diyor ayette.
le nubize bil arâi ve huve mezmûm “O şey, Yunus kötülenmiş olarak, bakın Allah’ın nebisi dikkat edin, Allah’ın nebisi görev yerini terk ediyor, Allah’tan izin almadan, eceli bitmeden tövbekar oluyor ve geriye dönüyor ve Cenabı Hak ona eceli müsemmasına kadar yaşama fırsatı veriyor. Ama eğer bu olmasaydı diyor”.
le nubize bil arâi “Açık alana atılacaktı”
ve huve mezmûm “Zemmedilmiş olarak”
Şimdi bu ne demek? Öbür ayette ne dedi? Balığın karnında kalacaktı. Burada açık alana atılacaktı. Bu ne demek? Bakın Yunus balıklarına bakın, ölecekleri zaman karaya gelirler. O Yunus balığının içi, Yunus karaya çıkacaktı, Yunus balığının midesi, Yunus AS’ın kabri olacaktı, tamam mı? Burada da o ayrıntıyı vermiş oluyor. Ve Resullullah SAV’e ne diyor? Sakın ha, sabırlı ol. Şimdi bu şekilde bir kişi, masum olur mu, ismet sıfatı olur mu? Yani öyle bir nebi ve resul örneği veriliyor ki bize (gelenekselci dini kastediyor), örnek olması imkânsız, çünkü ismet sıfatı var, korunmuş. Yani o, kalenin içerisinde ona hiçbir şey olmayacak, her türlü koruma var, yanılmayacak ta, hata da etmeyecek, ben ateşin ortasındayım, birisi diyor ki, sen nebiyi örnek al. O kalenin içinde ben de olsam örnek almama gerek yok ki. Öyle değil mi? Kalenin içinde olsam, örnek almaya gerek yok ki. Bana örnek olan nebi benim gibi ateşin içinde olur. Oradan nasıl kurtulduğunu görür, o şekilde örnek alırım. İşte Allahü Teala’nın Kuran’ı Kerim’e baktığınız zaman böyle. Ama Kuran’ı Kerim’in dışına çıktığınız zaman, insanlar kendi kendilerini kutsamak için, nebileri çıkarabildikleri kadar yukarıya çıkarıyorlar ilahlık makamına, onların boşalttığı yere kendileri çıkıyorlar, milletin tepesinde zıplıyorlar, din adına. Böyle yapabilmeleri için, nebileri Tanrılaştırmaları gerekiyor ki kendileri de tanrı olsun, buna çok dikkat etmek lazım. Şimdi 70.sayfaya tekrar dönüyoruz, burada Allahü Teala, 159.ayette nebimize bir emir veriyor, benim en çok suçlandığım bir konuda ayet okuyacağız, (A’li İmran 3/159);
3/159. Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, “Allahü Teala’nın ikramıyla, yardımıyla, sen onlara karşı yumuşak davrandın”. Şimdi rahmet kelimesi, merhamet, rahim. Ana rahmi var ya, oradan alınmıştır bu kelime, bir ana rahmi bir çocuğun bütün ihtiyaçlarını karşılar değil mi? İşte rahmet te öyle. Ama bizde sadece rahmet, merhamet dedin mi sadece acıma kısmı anlaşılıyor. Ondan dolayı bunu ben rahmet kelimesiyle tercüme etmiyorum, kelimenin sadece bir tek anlamı anlaşılıyor, bütün anlamları anlaşılmıyor. Şimdi mesela şöyle bir düşünün, şimdi şurada aça ve ilaçsız oturan birisi var, perişan, karşısına geçtiniz başladınız ağlamaya, cebinizde de para var, hiçbir şey de yapmıyorsunuz, size merhametli denir mi? Ne derler, kardeşim ağlayacağına git şuradan bir şey al, git karnını doyur. Nedir işte, merhamet odur. Allah’ın merhameti de her şeye gücü yettiği için bizim ihtiyaçlarımızı karşılamasıdır. Evet, insanların da merhameti vardır, birbirlerine.
Fe bimâ rahmetin “Allah’ın sana verdiği bir takım özellikler verdi,”
linte lehum “onlara karşı yumuşak davrandın”. Bakın bunları gördük, Bedr Savaşı’nda, Uhud Savaşı’nda, yapılan yanlışları da defalarca gördük bu ayette değil mi? Şimdi bize öyle bir sahabe anlatılır ki, hepsi kurşun asker. Yat yat, kalk kalk. Zaten bir de otomatiğe bağlamışlar, basıyorsun yatıyor, basıyorsun kalkıyor. Hâlbuki bunların hepsi ayrı birer kişiliktir. Her birisinin kendi arzuları var, hevesleri var, hataları var, sevapları var. İşte onun için, Rasullullah SAV’i de son derece sıkıntıya sokuyorlar.
ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, “Eğer sen onlara karşı, kaba davransaydın, katı kalpli olsaydın, hepsi de senin yanından çekilir giderdi”. Hâlbuki anlattıkları çok güzel şeyler değil mi? İnsan ilişkileri de o açıdan son derece önemli. Peki, Yunus AS bunlara katı mı davrandı? Daha sonra geldiği zaman yumuşak mı davrandı? Aslında bu insanları en çok rahatsız eden şey, inanç dünyalarının alt üst edilmesidir. Mesela ilahlaştırdıkları bir kişi için, kardeşim bu yanlış yoldadır dediniz mi, o adamı dövseniz o kadar rahatsız olmaz.
fa’fu anhum “onları affet”
vestagfir lehum “onlar için Allah’tan bağışlanma dile”
ve şâvirhum fîl emr, “işler konusunda da onlarla istişare de bulun”. Şimdi, istişare bu böyle iş olsun diye yapılan bir şey değildir. Biliyorsunuz Allahü Teala Hud suresinde en baş tarafta diyor ki, estauzibillah, Hud 11/1:
kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet “bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılındı, sonra ayrıntılı olarak açıklandı”.
min ledun hakîmin habîr “hakim ve Habir tarafından açıklandı”. Bunu böyle söyledi, peki açıklamaya nasıl ulaşılır? Onu da Fussilet suresinde diyor ki, (Fussilet 41/3);
41/3. Kitâbun fussilet âyâtuhu “bu bir kitaptır ki, ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır”
kur’ânen arabiyyen “Arapça Kuran olarak”
li kavmin ya’lemûn “bilenler topluluğu için”
O zaman tek bir kişi için değil, işte o bilenler topluluğunu bir araya getirdiğiniz zaman, ayetlerdeki müşavere ne demek, o benziyor alıyorsunuz, bu da benziyor alıyorsunuz. Ayetler içerisinde birbirine benzeyenleri, bir problemi çözmek için benzeyen ayetleri bir araya getiriyorsunuz, bunu herkes kendi bilgi ve kabiliyetini kullanarak bir araya getiriyor. Allahü Teala’nın koyduğu metotla bir problem çözüyorsunuz, burada yapılan şeye istişare deniliyor. İşte Allah resulüne diyor ki,
ve şâvirhum fîl emr “bu konuda onlarla müşavere et”. Yani onların gönlünü al değil, onların kabiliyetlerinden yararlan. Bu müşavere konusu biliyorsunuz, Ömer RA’ın halifeliğinin sonuna kadar çok titizlikle korunmuştur. Medine’den müşavere üyeleri çıkarılmamıştır. Ama daha sonra Osman RA bunların çoğusunu valiliklere ve değişik görevlere tayin edince Medine’de istişare edecek kimse kalmamış, ondan sonra İslam alemi paramparça olmuştur. İşte Sıffin savaşı olmuş, Cemel vakası olmuş, binlerce Müslüman birbirini öldürmüştür. Çünkü problem çözecek kişiler kalmamıştır, “ve şâvirhum fîl emr” emri yerine getirilememiştir.
fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh, innallâhe yuhibbul mutevekkilîn “bir konuda da karar verdin mi, Allah’a güvenip dayanacaksın”. Mesela bizde müşavere kelimesi de bizde hep yanlış anlaşılır. Devlet başkanı istişare eder, hangisinin görüşü kafasına daha yatkınsa onu yapar, e daha niye istişare ettin ki? Madem sen kendi kafana göre hareket edecektin. Böyle bir şey yok. Yani hakikaten sistem öylesine çökmüş ki, istişarenin de bir anlamı yok. Hangisi keyfime uyarsa onu yapacağım. Sen kimsin? İlah mısın sen? Bakın Allahü Teala ne diyor şeyde? Nisa Suresinin 59.ayetinde;
4/59. Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle “ey müminler, Allah’a ve elçisine itaat edin”
ve ulil emri minkum, “içinizden yetkililere de.”
fe in tenâza’tum fî şey’in “herhangi bir konuda nizaya girerseniz, aranızda anlaşmazlık çıkarsa”
fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli “Allah’a ve resulüne götürün, yani Kuran’a götürün” Yani doğruluğunda kimsenin şüphe etmediği kitaba götürün. Hadise demiyor, çünkü biri sahihtir, öbürü değildir, bir sürü ihtilaflar çıkar. Kuran’a götürün diyor, yani müşterek metne götüreceksiniz. Peki, bizdeki istişare anlayışı nedir? İşte bakar, hangisinin görüşü hoşuna giderse onu yapar, öyle şey olur mu? Bakın, sıradan bir kişiye, Müslümanlardan sıradan birisine, itiraz hakkı tanınıyor, en yetkili kişiye karşı. Ama itirazın çözümü de Kuran’ı Kerim. İşte Kuran’ı Kerim’e götürebilmek için bilenlerden oluşan bir şura olacak, ilgili bütün ayetleri bir araya getirecekler, oradan bir hikmete, bir çözüme ulaşıp, ona göre problemi çözecekler. Yani bu şura keyfi değil,
fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh, “kararı verdin mi, Cenabı Hakka güven ve dayan, yani Cenabı Hakkı kendine vekil edin, Allah’ın koruması altına gir”. O’nun dediği gibi yaparsan, O’nun koruması altında olursun.
innallâhe yuhibbul mutevekkilîn “Allah tevekkül edenleri, kendi koruması altına girenleri sever”.
Peki, öyle yaptığın zaman ne oluyor? Allah’ı kendine vekil ediniyorsun, ya Rabbim sana güvendim, dayandım diyerek ne yapmış oluyorsun?
3/160. İn yansurkumullâhu “şunu çok iyi bilin ki, Allah size yardım ederse”,
fe lâ gâlibe lekum, “sizin üzerinizde galip olacak hiç kimse yoktur”. Kimse size galibiyet gösteremez. Galip sürekli siz olursunuz. Ondan dolayı bakın, mesela mantıken Musa AS’ın Firavun karşısında galip gelmesi hayal bile edilemez. Daha küçük çocukları öldüren Firavun, Musa’yı neden öldürmesin? Fakat, Allah onların kalplerine öyle bir korku salıyor ki, hareket edemiyorlar. Geçen hafta ayetleri okumuştuk. Ebu Sufyan galip geldi, Mekke ordusu Uhud’da galip geldi. Kuran’ı Kerim de bunu açıkça söylüyor. Oradan çok rahatlıkla Medine’ye girip şehrin tamamını yağmalar, kadınları, çocukları öldürüp çıkıp gidebilirdi. Niye yapamadı? Çünkü Allah
3/151. Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ, ve me’vâhumun nâr, ve bi’se mesvez zâlimîn. “Allah bir belge indirmediği için, Allah’a ortak koşmaları sebebiyle, o kafirlerin kalbine korku salarız” diyor. İçine korku şey yapınca, terk etti gitti. Evet, burada da diyor Allahü Teala, demek ki bakın, siz Allah yolunda gayret gösterin, Allah’ın emirlerine aykırı hareket etmeyin, Cenabı Hak yardımı yapar, hiç endişeniz olmasın. Allah size yardım ederse, size kimse galip gelemez.
3/160. …ve in yahzulkum “ama Allah sizi yüzüstü bırakırsa”
fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, “Allah’tan sonra size yardım edecek kimmiş o?/Kim yardım edebilir Allah’tan sonra size?”
ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn “müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar”.
3/161. Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull, “herhangi bir nebinin yolsuzluk yapması söz konusu değildir/hiçbir nebi yolsuzluk yapamaz”. Yani böyle bir şey söz konusu değil, peki yaparsa ne olur?
ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevmel kıyâmeh, “kim bunu yaparsa, kıyamet günü, o yolsuzluk yaptığı şeyle beraber gelir Allah’ın huzuruna”.
summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet “Herkese yaptığının karşılığı tastamam verilir”.
ve hum lâ yuzlemûn. “Onlara hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz”.
O zaman bakın Allah’ın nebisinin bile yolsuzluk yaptığını iddia etmişler. Bütün bunları da göz önünde bulundurarak son derece dikkatli olmak lazım.
3/162. E femenittebea rıdvânallâhi “Allah’ın rızasına uyan”
ke men bâe bi sehatin minallâhi “Allah’ın gazabına gelen kişi gibi olur mu?”
ve me’vâhu cehennem, “onun gidip sığınacağı yer Cehennemdir”
ve bi’sel masîr “ne kötü hale gelmektir o”. Neydi, ne oldu? Bu dünyada kim bilir elinde ne imkanlar vardı, ne makamlar vardı, ama gitti cehenneme, hadi bakalım.
3/163. Hum derecâtun indallâh, “Bunlar Allah katında derece derecedir”. Yani Cennet’e gidenlerin de dereceleri vardır, Cehennem’e gidenlerin de dereceleri vardır. Bir adam Cennet’e gitti, herkes aynı olacak değil, Cehennem’e gittiler, hepsi aynı yerde olacak değildir.
vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn. “yapmakta olduklarını Cenabı Hak görmektedir”. İsra suresini açalım da 17.ayeti miydi bakayım. Burada, 21.ayette diyor ki Allahü Teala,
Unzur “şu insanlara bak diyor”
keyfe faddalnâ ba’dahum alâ ba’dın, “bak ki birini diğerinden nasıl farklılaştırmışız, şunun bu özelliği, bunun bu özelliği, her birisinin farklı bir tarafı var, hiç kimse aynı değil yani, herkes bir diğerinden bir şekilde farklı”
ve lel âhıratu ekberu derecâtin ve ekberu tafdîlâ. “şurası bir gerçek ki, ahirette dereceler daha büyük, üstünlükler daha belirgin olacaktır”. Yani cennete gittiğiniz zaman, daha belirgin, daha açık, daha net şeyler olacaktır. Demek ki herkes aynı olmayacak. Herkes yaptığının karşılığını alacaktır. Hiç kimseye de haksızlık yapılmayacaktır.