A.BAYINDIR: Ali İmran suresinin 137.ayetinden itibaren okuyacağız. 137.ayetini geçen hafta okumuştuk ama bir giriş yapmak için tekrar okuyacağız. Bugün bir toplumun üstün olmasının sebepleri nelerdir onlar üzerinde duracağız. Biliyorsunuz yahudilerle ilgili seçilmiş ırk, üstün ırk kelimeleri konuşulur. Bunlar doğru mu değil mi ona da bakmış olacağız inşallah.
ALİ İMRAN, 137.. Ayet: Kad halet mim kabliküm sünenün” sizden önce nice sünnetler, yani Allah’ın elçi gönderip kanunlarını uyguladığı toplumlar gelip geçmiştir. “fe sıru fil erdı: siz yeryüzünde gezin dolaşın”, “fenzuru keyfe kane akıbetül mükezzibın: bakın bakalım yalancıların sonu ne olmuş”. Meallerde bu “kezzebe” filli, “yalanlayanlar” diye tercüme edilir. Yalanlama kelimesi burada doğru değil. Çünkü birisi yanlış bir şey söyler, siz onun aksini düşünürsünüz. Size göre yanlış bir şey söyler aksini düşünürsünüz, bu yanlıştır dersiniz ve onu yalanlarsınız. Kendinize göre siz haklısınızdır. Dolayısıyla bunun ayıplanacak bir şeyi yok. En fazla ona izah edilir: iştr bak bu böyledir sen yanlış biliyorsun falan. Meseleyi kavrar, öğrenir hala aynı şeyi söylemeye devam ediyorsa buna yalancı denir. Yalancı dediğimiz, kendi içindeki inanca, bilgiye aykırı konışan kişidir. Kendi bilgisine aykırı konuşan kişidir. Birisi soruyor diyor ki şu nerde? Bilmiyorum diyorsunuz. Bilmiyorum dediğiniz zaman yalan söylüyorsunuz. Allah’ın elçilerinin getirmiş olduğu şeyler, muhatablarına çok açık ve net bir şekilde anlatılır. Onlar da doğruyu öğrenir ve kavrarlar. Doğruyu öğrenip kavradıktan sonra biliyorsunuz üstünü örterler. Gerçeğin üstünü örttükleri zaman yani kalplerindeki inancı örttükleri zaman yalancı olmuş olurlar. Mesela birisi size-diyor ki mesela bana çok olmuştur bu-ben Allah’ın varlığına inanmam diyor. Ben de diyorum senin inanmadığına inanmam. Öyle deyince susuyor. Çünkü yalan söylediğini çok iyi biliyor. Bütün kafirler yalan söylerler. Çünkü onlar kendilerinde oluşan doğru inancı örttükleri için kafir olurlar. Yani kalplerinde doğru inanç vardır. O doğru inancı menfaatleri ile örterler. Beklentileri ile örterler. Onu örtenler de iki kısımdır. Bir kısım, yanlış yaptığını anlar ve vazgeçer. Yada ben yanlış yapıyorum der. O, yalancı değildir. Mesela namaz kılmanın farz olduğunu bilir ama kılmaz. Niye kılmıyorsun? “Ya biliyorum kılmam lazım”. Buna günahkar denir. O yalan söylemez. Ama öbürü, namaz kılmanın farz olduğunu öğrenmiş,niye kılmıyorsun? “Allah’ın öyle bir emri yok” diyor. İşte bu yalancıdır ve kafir olur. Dolayısıyla kuranda geçen “kezzebe” fiilleri çoğu zaman yalan söyleme anlamında kullanılır. Evet kezzebe tef’il babında arapçada müteaddi için de kullanılır. Doğru. Ama her zaman müteaddi olması gerekmez. Yani her zaman mef’ul alması gerekmez. Ama enteresan, hep müteaddi şeklinde anlam verirler ve ayetlerin iç bütünlüğü bozulur. Diyor ki işte burada:
ALİ İMRAN, 137.. Ayet: Kad halet mim kabliküm sünenün”: sizden önce bir çok sünnetler yani Allah’ın sünnetlerinin uygulandığı, Allah’ın elçi gönderdiği, elçiye karşı gösterdikleri davranışa göre mükafat yada ceza verdiği toplumlar yaşadı gittiler. Yeryüzünde gezin dolaşın. Mesela yahudilerin oluştuğu toplumları, hıristiyanların toplumlarını, diğer tüm din mensuplarının toplumlarıno gezin dolaşın. Bakın bakalım ki yalancıların sonu ne olmuş.
ALİ İMRAN, 138.. Ayet: Haza beyanül linnasi ve hüdev ve mev’ızatül lil müttekın”: bu insanlara bir beyandır, bir açıklamadır, bir doğruyu göstermedir ve kendilerini korumaları için de bir öğüttür.
ALİ İMRAN, 139.. Ayet: Ve la tehinu ve la tahzenu: gevşemeyin, üzülmeyin” “ve entümül a’levne in küntüm mü’minın: eğer inanıp güveniyorsanız en üstün olanlar sizlersiniz”. Üstün olmanın şartı neymiş? İnanma ve güvenme. Kime inanıp güveneceksinzi? Allah’a inanıp güveneceksiniz. İnanıyor ve güveniyorsanız üstün olan sizsiniz. Yani Allah ne dediyse başüstüne diyeceksiniz. Kendi kafanıza göre sağa sola çekmek yok. İnanma ve güvenme. Ben inanma kelimesini birlikte kullanıyorum. Çünkü iman, için tamamen yatışması, kalbin tatmin olması ve inanacağı şeye tam güvenmesi demektir. Bunu sadece inanma kelimesiyle kullandığınız zaman bu kelime malesef artık tam anlmıyla anlaşılan bir kelime olmaktan çıktı. Nedem çıktı? Çünkü mesela bizde anlatılır: kafir kim? Allah’a inanmayan. Allah’a inanmayan ne demek? Ne anlaşılır Allah’a inanmayan dedikleri zaman yani kafiri tarif ettikleri zaman? Siz nasıl tarif ediyorsunuz demiyorum. Kitaplarda, Allah’ı var ve bir bilmeyen. Böyle bir Allah yoktur diyen. Halbuki böyle bir insan yeryüzünde yoktur. Herkes Allah’ın var ve bir olduğunu bilir. E şimdi siz imanı böyle tarif ettiğiniz zaman sizin en dinsiz dediğiniz kişi diyor ki; ben müminim diyor. Allah’ın varlığını birliğini biliyorum diyor. Allah var ve bir tabi. Onun için mesela konuşursunuz, “herkesin inacı kendine. Allah benim içimi biliyor” diye cevap verirler. Halbuki bu inanç İblis’te de var. Allah’ı var ve bir bilmek yetmiyor. Allah’a güvenmek gerekir, inanmak gerekir. Yani Allah nediyorsa o diyebilmek lazım. Evet, C. Hakkın şu şu emirleri iyi ama bu emirler de bu devir için uygun değil dediğiniz am demek ki C. Hakka güvenniyorsunuz. İşte diyor ki Allah burada;
ALİ İMRAN, 139.. Ayet: Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a’levne in küntüm mü’minin” eğer inanıyor ve güveniyorsanız en üstün olan sizlersiniz. Üzülmeyin ve gevşemeyi . En üstün sizlersiziz.. Demek ki en üstün olmanın yolu neymiş? Allah’a inanmak ve güvenmekten geçiyormuş. Yahudilerle ilgili olarak “fallanakum alel alemin” diyor. Bakara suresinin baş tarafını açın Bakara 47. Çok yerde var. Meaşden okuyayım size Bakara 47: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle aleme üstün kılduğımı hatırlayın”.. Tabi parantez içinde “bir zamanlar” demiş. Doğru demiş. Başkalarından üstün kıldım diyor. Ne demek başkalarından üstün kılmak? Şöyle düşünün: MusaAs.nereye gelmişti elçi olarak? Mısır’a değil mi? Ona Allah kitap indirdi. Ve de o insanları firavunun baskısından kurtardı. Peki bizim öğrendiğimize göre yani kuranda gördüğümüze göre o dönemde kendisine kitap verilen başka bir kitap var mıydı? Yok değil mi? İşte o zaman, Allah, sizi diğerlerine tercih ettim dediğine göre hangi konuda tercih etmiş olur? Kitap verme konusunda tercih etmiş olur. İşte MuhammedSav.geldi, Allah Ona da kitap verdi. Onu çok iyi biliyoruz. O zaten son nebiydi. Mekke’ye geldi. Sonra Medine’ye. Hicret ettiği zaman arap yarım adasının çok büyük bir bölümü islamın hakimiyeti altına girmişti. Ama o zaman diğer bölgelerde Allah’ın gönderdiği bir nebi ve kitap yoktu. Değil mi? Daha önce gönderdiği hariç.
Bir de Enam suresi 84 ve devamı ayetlerini açalım. Daha önce de bu ayetleri başka vesileyle okuduk Allah’ın gönderdiği nebiler vesilesiyle. Bakın burada İbrahimAs’dan bahsediyor Allah. İbrahimAs’ın gücü ve kudreti ile ilgili yapmış olduğu gözlemlerden bahsediyor sağ taraftaki ayetlerde. Ve toplumuna karşı yapmış olduğu fikir mücadelesinde başarılı olduğunu gösteriyor. Ondan sonra diyor ki;
ENAM, 83.. Ayet: Ve tilke huccetüna ateynaha ibrahıme ala kavmih: bu bizim hüccetimizdir ki kavmine karşı İbrahim’e verdik”. Yani İbrahim bunu anladı, kavradı ki her insan bunu kabrata kainatı gözleyen. Onlara karşı bunu dikkatli bir şekilde savundu. “nefeu deracatim men neşa: biz tercih ettiğimiz kişinin derecelerini yükseltiriz”, “inne rabbeke hakımün alım”. Şimdi dereceleri nasıl yükseltiyor onu göreceğiz.
ENAM, 84.. Ayet: “Ve vehebna lehu ishaka ve ya’kub: İbrahim’e İshak’ı ve Yakubu verdik”. İshak oğlu, Yakub da torunu. “küllen hedeyna: hepsine yol gösterdik” “ve nuhan” bir de Nun var. “hedeyna min kablü: Nuh’a da yol göstermiştik İbrahim’den önce”, “ve min zürriyyetihı davude ve süleymane” İbrahim’in soyundan Süleyman ve Davud var. “ve eyyube ve yusüfe: Eyyub var Yusuf var”, “ve musa ve harun: Musa ve Harun var”, “ve kezalike neczil muhsinın: işte muhsinleri/samimi olanları böyle ödüllendiririz”.
ENAM, 85.. Ayet: “Ve zekeriyya ve yahya ve ıysa ve ilyas: Zekeriyya var Yahya var İlyas var İsa var” “küllüm mines salihin: hepsi de iyilerdendir”.
ENAM, 86.. Ayet: Ve ismaıyle vel yesea ve yunüse ve luta: İsmail, Elyasa,Yunus, Lut var. 18 tane nebi saydı. Bak burada ne diyor? “ve küllen faddalna alel alemın: hepsini de o çağdaşlarına tercih ettik”. “Faddalna alel alemin” ifadesi,,”faddalteküm alel alemin” ifadesi yahudilerle ilgili geçmişti değil mi? Burada MusaAs. da var. HarunAs da var burdaki 18 nebide. O zaman efendim seçilmiş toplumdur gibi sözler yahudiler için doğru bir söz de, zamanında ama. Şu anda değil. Fakat sadece onlar mı? Sadece onlar değil. Sonra C. Hakk ne ile tafdil etmiş, üstünlüğün sebebi ne? Onu da biraz sonra göreceğiz. Ondan sonra diyor ki; ENAM, 87.. Ayet: Ve min abaihim ve zürriyyatim ve ıhvanihim: bunların babalarından”, Nuh ve babları nereye kadar çıkar? Adem’e kadar çıkar. Ondan sonra “kardeşleri” diyor, “ve zürriyatihim” diyor: soyları. Soyları derken nereye kadar iner? MuhammedSav’e kadar gider. Ondan sonra “ve ihvanihim: kardeşleri”. O da yan tarafa doğru. Onlarla ilgili yeterli bilgimiz yok. Bir Musa’nın kardeşi Harun’u biliyoruz. Onun dışında zannedersem yok bildiğimiz. “vectebeyna hüm ve hedeynahüm ila sıratım müstekıym: onları seçtik ve doğru yola yönlendirdik”.
ENAM, 88.. Ayet: Zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşaü min ıbadih: bu, Allah’ın gösterdiği yoldur. Kullarından tercih ettiğini bununla yönlendirir”. Yani Allah’ın kitabı ile yönlendirdiği toplumlar var, başka şekilde yönlendirdiği toplumlar var. İndirilmiş kitapla yolunu bulanlar var, yaratılmış kitapla yolunu bulan var. “ve lev eşraku le habita anhüm ma kanu ya’melun”. Şimdi bu Adem’den son nebiye kadar bütün nebiler sayıldı. Şimdi bunlara ne diyor? Eğer bu nebiler şirke düşselerdi yaptıkları ne olurdu? Boşa giderdi. Bak nebiler. Bize öğretilen nebiler nasıl? Şirke düşer mi? Korunmuşlardır! E kardeşim, böyle birisi bize nasıl örnek olur? O da benim gibi aynı tehlikelerle yüzyüze olacak ki kendini nasıl koruduğuna bakıp örnek alayım değil mi? Nasıl bizim için şirk en büyük günahsa nebiler için de aynı şey. Değişen bir şey yok. Yani hiç kimse kayırılmış falan değil. Eline verilen nimetle kayırılmış olur. Mesela siz de bakın biriniz çok zeki olursunuz, biriniz çok kabiliyetli olursunuz, biriniz çok zengin bir ailede büyürsünüz, birinizin yaşadığı bölge zenginliklerle doludur. Bunların herbirisi ayrı ayrı birer nimettir. C. Hakk değişik şekillerde insanlardan birini diğerine tercih etmiştir. Farklı yaratmıştır. Kimilerine de kitabını vererek farklı bir ikramda bulunmuştur. Ama bu nebiler eğer şirke düşselerdi yaptıkları yok olur giderdi. Peki bunları ne ile tercih etmiş oluyor? Üstün olmalarının sebebi ne?
ENAM, 89.. Ayet: Ülaikellezıne ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh: bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kişilerdir”. Buradaki hüküm, hikmet demektir. Kitap. Çünkü hikmet de mastardır. Mastar binai nev’i dir. Çeşit bildiren mastardır. Yani hükmün doğru olanı demektir. Dolayısıyla “el hukm” dediğiniz zaman, işte o doğru hüküm. Doğru hüküm verme yeteneği vermiş olduk ve doğru hülüm vermenin metodunu öğrettik onlara. Onlara kitap, hikmet ve nebilik verdik. Kitap var, kitap bu kuranı kerim. Hikmet de bu kuranın içindeki hükümler. Yami kurandan nasıl hüküm çıkarılır onun metodu kuranın içinde var. Dolayısıyla kuranın tebliğ esildiği gibi kurandan metod çıkarma yöntemi de aynı şekilde tebliğ edilir. Bana göresi sana göresi yoktur. O metodu kullanırken insanlar farklı olabilirler. Onun sana göresi bana göresi vardır. Şöyle söyleyeyim: mesela bir yemek pişirme kitabı değişik yemek pişirmeyi anlatır, hangi yemeğin nasıl pişirildiğini anlatır. Peki 100 kişi o kitabı okur. Peki 100 kişi yemek pişirirken aynı lezzette pişirebilir mi? Yani 100 kişi için de kitap aynı kitaptır, sözler aynı sözlerdir. Orada değişen bir şey yoktur. Hatta orada bilimsel olarak kabul edilmiş bir şeye aykırı bir şey söyleyecek olsa insanlar itiraz eder. Değil mi? Derler ki bu yanlış. Bak mesela fasülye şu kadar saaten aşağı pişmez derler. İşte tuzu şu kadar katacaksın derler. Bazılarının isteğine göre şöyle yaparsın derler. Ama aynı tarifle iki ayrı kişi yemek pişirir, lezzeti farklı olur. Hatta birisi yenmeyecek biçimde yapabilir. Değerli malzemeleri kullanır ama öyle yapar ki yemeği yiyemezsin. Bazısı da daha az malzemeyle daha kaliteli yemek yapabilir. İşte Allah’ın indirdiği kitap. Nasıl kitap iniyor ise o kitabın bir çeşit kullanma klavuzu şeklindeki ayetler de o kitabın için de iniyor. Yani o kitabın ayetlerinden nasıl hüküm çıkarılır. Mutfağa koyduğunuz malzemelerle nasıl yemek yapılır gibi, bu indirilmiş ayetlerden de nasıl hüküm çıkarılır. Bu da inen ayetlerle şey yapılıyor. O hükmü çıkarma yöntemini resul sıfatıyla öğretiyor o nebiler. Yani onun sana göresi bana göresi yok. Evrensel. Ama o hüküm çıkarma yöntemini kullanmaya başşadığınız an kişiselleşiyor. İşte yani 100 kişi yemek pişirmesini öğrenir ama belki orada en iyi şekilde anlatan kişiye yemek pişir desen beceremeyebilir. Mesela ben bir çok kuruluşa ekonomik yönden danışmanlıklar yaptım zamanında. Dediklerimden hep yararlandılar. Ama bana deselerdi ki şunları sen yönet, bu işi sen yap: eminim ki batırırdım. Çünkü yap dendiği zaman işe bir sürü şeyler giriyor. Daha önce olmayan şeyler giriyor. Bir sürü duygusallıklar, şunlar bunlar giriyor. Yöntem evrenseldir ama yöntemi kullanmak kişiseldir. Ondan elde edilebilecek sonuçlar kişiseldir. Dolayısıyla kitaptan hüküm çıkarma yöntemi evrensel yani Allah’ın indirdiği ayetlerle olduğu için orasa mesela resul sıfatıyla öğretir. Nebimizin hikmet öğretmesi, resul sıfatıyladır. Ne diyor; “ke ma erselna resulen: nitekim sizin içinizden bir elçi gönderdik”, “yetlu aleykum ayatina: size bizim ayetlerimizi okuyor”, “yuallimukul kitabe vel hikmeh: size kitabı ve hikmeti öğretiyor” resul sıfatıyla öğretiyor. Ama oradan bu hikmeti, metodu kullanarak hüküm çıkarma ile ilgili kısımlarda nebi kelimesi kullanılıyor. Tebliğ değil. Çünkü orada artık kişiselleşiyor. Şimdi buradan şu anlaşılıyor: Allah, kitap hikmet ve nebilik verdiği toplumlarıs ne yapmış oluyor? Nebilik verdiği zaman o toplumların insanlarına geliyor o nebi. Nebi bir tane ama kitap ve hikmet o toplumun her ferdini ilgilendiriyor. O bir tane nebi, toplumda ona inanan herkese kitabı ve hikmeti öğretiyor.. Öyleyse toplumu diğerlerinden üstün kılan neymiş? Kitapp ve hikmetmiş değil mi? Üstün kılan şey kitap ve hikmet. Peki NebiSav’den sonra nebilik var mı? En son kitap bu değil mi? En son kitap bu. Bu kitap bizim elimizde. Ve bu kitabı kullanma yöntemi olan hikmet de bizde ise o zaman bir başkasının üstünlük konusunda bizimle yarışa girmesi mümkün mü? Çünkü artık herhangi bir kimseye kitap verilmeyecek. Son. İnanacak olan buna inanmak zorunda. Yahudi de buna inanmak zorunda, hıristiyan da buna inanmak zorunda. Yeryüzünde ne kadar insan varsa onlara tebliğ edildiği zaman buna inanmak zorunda. Öyleyse tekrar Ali İmran suresinin 139.bölümüne dönelim.
ALİ İMRAN, 139.. Ayet: Ve la tehinu ve la tahzenu: gevşemeyin ve üzülmeyin”. Niye gevşemeyin ve üzülmeyin diyor? Çünkü biz de bir çok imtihanlardan ve sıkıntılarda geçeceğiz. Resulullah ne kadar sıkıntılardan geçmiş. Mesela bu ayetler indiği zaman Uhud savaşı yapılmıştı. Uhud savaşında büyük bir yara aldılar. Hemen devamında yazıyor. ALİ İMRAN, 140.. Ayet: İy yemsesküm karhun fe kad messel kavme karhum mislühu: size bir yara dokunduysa onun dengi bir yara da sizin karşınızdaki topluma dokundu. Onlar da Bedir’de almışlardı o yarayı. O zaman savaşta yara almak yada maddi ölçüler üstünlük sebebi değil. Üstünlük sebebi farklı bir şey. Bi kere Allah’a inanıp güveneceksiniz. Allah’a inanıp güvenmenin vermii olduğu özgüvenle, umutla ve geleceğe güvenle bakmayla kişiliğinizin gelişmiş olmasıyla o üstünlüğünüzü her yerde göstereceksiniz. Eğer inanıyorsanız üstün olanlar sizlersiniz diyorlar. O zaman bizi üstün yapan neymiş? Kitapmış ve hikmetmiş. Niye islam alemi böyle o zaman? Niye islam alemi bu halde? Mesela bakın bugün islam alemine kitaba uyuyor diyebilir miyiz? Mümkün mü yani? Burada o kadar çok şeyi size anlattık ki biliyorsunuz, son haftalarda işte çocukların evlendirilmesi, evlenme hükümleri, bu hafta sonunda da inşallah boşanma konusunu anlatacağız. Bunları tutmuşlar Yunan hukukunu, Roma hukukunu almışlar, üzerine böyle ayetler koyamamışlar çünkü ayete uyan hiç bir tarafı yok. Ayetten kırparak bir kelime atmışlar. O kelimenin başına Allah böyle diyor demişler. Arkasına da sadakallahul azim deyince zannediyorsunuz ki tam bir şey var burda. Ondan sonra Resulullah’ın hadisi falan da koyamamışlar ama sanki koymuş gibi göstermişler. Olmuş islamın evlilik işlemleri ile ilgili hükümleri, çocukların evlendirilmesi ile ilgili hükümler falan. Yani mesela işte biz bu geçtiğimiz hafta izleyenleriniz bilir, izlemeyenlerinize tavsiye ederim. Çocukların evlendirilmesine fetva vermeyen bir tek mezhep yok. Şii-sünni mezheplerin tamamı evlenme yaşı diye bir kavram kabul etmiyor. Hatta yeni doğmuş bir çocukla bile nikah kıyılacağını yazmışlar. Daha çocuk yeni canlı doğduğu anlaşılıyor, hemen nikahı basıyor. Onların niyeti şu yada bu. İnsanlar yanlış yapabilirler ama kötü olan bunun islama mal edilmiş olması. Bakın ne diyorum size? Şii-sünni bütün mezhepler bu konuda ittifak ederler. Bir tek İbni Şuburme adında eski ulemadan bir zat var. Ebu Bekir El Assan var. Bir de Osman Elbetti. Bunların hiç birisinin bugün takipçisi yok. Çok uzun asırlardan beri yok. Ne bileyim belki 12 asırdan beri yok belki. Hatırlıyor musun ne zaman doğduklarını? Doğum tarihlerini hatırlamıyorum da çok uzun asırlardan beri yok. İslam aleminde mezhep diye söylenen oluşumların tamamı kurana muhalif. Resulullah’ın hadislerine yüzde yüz muhalif. Bu şekilde tutmuşlar hepsi bu yüzde yüz muhalif olan yapı içerisinde yüzde yüz ittifak ederek çocukların evlendirilmesine fetva vermişler. Şimdi buna ne dersiniz? Bu islam mı? Ama bugün insanlar islam deyince bu yapıyı görüyorlar değil mi? Şimdi sizden herangi biriniz bizim bu anlattıklarımızı islam aleminde dinleyen çok az insan var. Ama islam aleminin büyük bir bölümğ Türkiye ve diğer ülkelerde çok büyük bir bölümü bunu islam zannediyor. Belki yüzde 99’dan fazla eder bi ölçüm yapsak. Ondan sonra, burada siz biliyorsunuz insanların sosyal, ekonomik hayatlarını düzenleyen hükümlerin çok büyük bir bölümü böyle. Ve bunlar islam hukuku diye geçiyor. İşte bugünler, kadına baskı, kadına yapılan manevi şiddet/işkence, islam aleminde bakıyorsunuz ki doruk noktasında. Çünkü Romalılar, kadını hiç bir şekilde hukuki kişilik saymıyor. Hayvan işle insan arasında bir varlık olarak düşünüyorlar. İsim de vermiyorlar. Babasının adıyla anılıyorlar. Üç tane kızı varsa mesela Abdulaziz 1, Abdulaziz 2, Abdulaziz 3 diyorlar. Evlendikten sonra da kocasının adı. Kendi adı yok. Sözleşme yapma yetkisi yok. Ehliyeti yok. Ondan sonra mahkemeye başvurma yetkisi yok. Şahitlik yapma yetkisi yok. Bakıyorsunuz ki Şafi, Maliki ve Hambeli mezheplerinde de evlenen kadının nikah masasına oturma yetkisi yok. Şahitlik de yapamaz. Kendi adına evet diyemez. Konuyla ilgili onları haklı çıkaracak tek kelimelik,cümlelik değil tel kelime olarak bile ayet ve hadis yok. Anlamını sağa sola çekebilecekleri tek kelime yok. Ama koymuşlar bir ayet sanki uyuyorlarmış gibi göstermişler. Koymuşlar bir tane hadis sanki uyuyorlarmış gibi göstermişler. Ondan sonra kendi kafalarından bakire bir kız babası tarafından ona sormadan evlendirilir. Sorarsa iyi olur. Sormadan evlendirilebilir demişler. Babası da dedesi de evlendirebilir. Baskının heralde doruk noktasıdır değil mi bu? Kadıma şiddetin doruk noktası. Bunun daha ötesi berisi var mı? Ama kuran, esir bir kadın için bile sözleşme hakkı tanımıştır. Nisa suresi 25’de “fenkihuhunne bi izni ehlihinne” yanında bulunduğu şeye ailesi diyor, onun ailesinim izniyle nikahlayın. Ailenin yapabileceği tek şey izin vermek esir kadına. Evlendirmede baskı yapmak falan değil. İzin. Bak hukuki ehliyeti var. Sözleşme yapma yetkisi var. “Ve atuhunne ucurehunne: mihrini kadının kendisine verin” diyor. Esir kadına diyor. Kuranın vermiş olduğu yetkiye bakarsanız inanılmaz bir güzellik var. Ama tabi ben uzunsüre burada bunları hep söylüyorum. Uzun süre “ya bu islam değil ama nedir” diye söyleyip duruyordum. İşte yaptırdığımız çalışmalarla ortaya çıktı ki bu, Roma hukukunun yansıması. Abbasiler, Sasaniler’in ve Romalılar’ın hakim olduğu bölgelere hakim olunca onların kültürlerini alıyorlar. Yunan filozoflarının düşüncelerini de akideye yerleştiriyorlar. Onun için dikkat ederseniz içi boşaltılmamış tek bir kelime bulamazsınız islamda. Peki şimdi bu islam mı? Bunlar üstün olabilirler mi? Gerçekten anlamıyorum. Yani bu nasıl oluyor? Bu kadar açık ve net bir biçimde yıllardır konuları ortaya koyduğumuz halde milletin ilgisi ortada işte. Görüyorsunuz. Ben dindarım diyen, benim için varsa yoksa islam diyen insanlar, böyle fersah fersah kaçıp duruyorlar. Ya siz gerçekten islamı istiyorsanız buyurun kardeşim. Bugün bir arap televizyonu reportaj için geldi. Bizim metodolojiyi falan uluslar arası toplantılarda tartışmaya açıyormusunuz? Biz her zaman açıyoruz ama kimse gelmiyor ki. Biz ne yapalım. Dışarıdam baktığınız zaman işte o yapı islam diye gözüküyor. O yapıya kim gelir, kim inanır?
Gene hep bildiğimiz şeyleri anlatacağım bugün. Kehf suresi 50.ayet. Bak burada ne diyor. Diyor ki:KEHF, 50.. Ayet: Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe:meleklere Adem’e secde edin dediğimizde”, “ fe secedu: hepsi secdeye kapandı”, “illa iblıs: sadece İblis kapanmadı”, “kane minel cinni fe feseka an emri rabbih: o da o gözükmeyen varlıklardandı ama O, Allah’ın emrinden çıktı”. Yani şöyle düşünün: mesela şurada 3 tane su var. Mesela diyoruz ki; “bu da doluydu ama boşaldı”. Diğer üçü dolu, bu da dolu. Bunların hepsi melek. İblis de aynı. O da bunlardandı ama Allah’ın emrinden çıktı. “Kane minel cinni: o da o cinlerdendi”. Cin demek gözükmeyen varlık demek. Melekleri göreniniz var mı? Adı Melek olan kızı sormuyorum yani. Melekler. O da onlardandı. Görünmeyen varlıklar. Allah’ın emrinden çıktı. Peki nasıl çıktı? Allah’ın bir tek emrini yapmayarak değil mi? Peki Allah’ın bir tek emrini yapmayan İblis, Allah’ın emrinden çıkar da kovulursa bulunduğu yerden, Allah’ın bu kadar ayetlerine uymayan islam toplumu hiç iyi konumda olur mu? Ne yapar? Bulunduğu şeyden kovulur değil mi? İşte görüyorsunuz müslümanlar birbirini öldürüyor, gayrımüslimler öldürtüyorlar. İki tarafa da destek veriyorlar birbirinizi öldürün. Medine’de yahudiler öyle yapıyordu. Evs ve Hazreç kabileleri vardı. Sürekli iki tarafa da silah satar ve aralarında sürekli ihtilaf çıkarır, bunlar dövüşür, Yahudiler de onların bütün mahsüllerini ellerinden alırlardı. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki tarih kitaplarında okumuştum. Ne derece doğru bilmem ama öyle yazılı. Diyor ki Medine’de araplardan bir kız evlendiği zaman ilk gecesini yahudinin yanında geçirmesi gerekiyormuş. O derece o insanları baskı alrına almışlar. İki tarafı birbirine vurdurarak. Dikkat ediyorsanız aynı yöntemi uyguluyorlar. Bugün ortadoğuda, başka yerlerde aynı yöntemi uyguluyorlar. E peki orada buna son verelim diyenler kime yalvarıyor? Gene onlara yalvarıyor değil mi? Yani bu problemi çıkaran adamlara diyorlar ki buna son ver. Son verir mi? Tamam son veriyoruz der, bir başka yerde bir başkasına. Burada seninle bir şey yaparken orada başka bir şey hazırlıyor olur. Ama işte bütün bunların sebebi kim? Sebebi biz. Niye? İsrailoğullarına bakın. C. Hak, İsrailoğullarına o kadar çok niğmetler verdi değil mi? Kitba uymadıkları zamam ne yaptı? Çok ağır cezalara çarptırmadı mı? Bak bizde de aynı şey oldu. ÖmerRa’ın halifeliğinin son anına kadar kitaba harfiyen uyulmuştu. Kitap ve hikmet vardı. Ama ondan sonra hikmeti ortaya koyacak ekip dağıldı. Dağılınca ne oldu islam alemi? Kitaba ve hikmete uymamaya başladı. Ve sahabeden ne kadar 1000 kişi birbirini öldürdü değil mi? Bakın C. Hakk hiç affetmiyor anında cezasını verir. Adem’i düşünün. Allah Ona kalacağı çok güzel bir yer vermişti. Ve kendisi Onun öğretmenliğini yapmıştı. Ona en güzel şeyleri öğretmişti. Ama verdiği emre uymayınca ne yaptı? Derhal bulunduğu yerden çıkardı değil mi? Öyleyse şey yapalım. Yani bu aye bir daha okuyalım da dikkat edelim bakın ne diyor Allah: ALİ İMRAN, 139.. Ayet: Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a’levne in küntüm mü’minın: gevşemeyin, üzülmeyin. İnanıyorsanız en üstün olanlar sizlersiniz”. O zaman demek ki üstün olmanın yolu, kitaba ve hikmete sarılmaktan geçiyor. Ondan sonra devam ediyor diyor ki;
ALİ İMRAN, 140.. Ayet: İy yemsesküm karhun fe kad messel kavme karhum mislüh” Bedir’de tabi müslümanlar galip gelmişlerdi. Galip geldiler ama orada da biliyorsunuz büyük bir haya yaptılar. Aslında mağlup olmaları gerekiyordu. Orada galip geldiler. Şu anda çok kesin bir bilgim olmamakla birlikte benim aklıma gelen şu: Bedir’de müslümanlar galibiyeti haketmedikleri halde galip getirildiler Allah tarafından. Önceden söz verdiği için. Diyor ya Enfal 68’de; ENFAL, 68.. Ayet: Lev la kitabüm minellahi sebeka lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym: eğer Allah’ın daha önce size bir yazgısı olmasaydı, aldığınız bu esirlerden dolayı büyük bir azab dokunurdu”. İşte oradakinin misli, oradaki kazandıklarının misli, Uhud’da kaybedilmiş oldu. Aklıma gelen o. Orada C. Hakk önceden söz verdiği için onları galip getirdi. Burada da onun cezasını çektirmiş oldu. Çünkü bakın Allah kesinlikle affetmiyor yani. Tabi tevbekar olursanız, kendinizi düzeltir ıslah ederseniz o başka. Tevbe etmek yetmiyor. Ya Rabbi beni affet demek yetmiyor. Günahı terk edeceksin ve bir daha yapmamaya gayret göstereceksin. İşte bakın meleklerle birlikte olan İblis suç işlediği zaman meleklerle bulunduğu yerden kovuldu. Adem ile beraber o bahçedeysi. Suç işlendi, Adem ile beraber kovuldu. O suçu Adem ile Havva validemiz de işlemişti O da kovuldu. Dolayısıyla işte Adem belki yeryüzüne gelen en bilgili kişi ama bilgi bir şey ifade etmiyor. Sizin o bilginize uygun davranış göstermemeniz halinde hiç bir şey elde edemiyorsunuz ve kaybediyorsunuz. Ondan sonra burada şöyle diyor Allah; “ve tilkel eyyamü nüdavilüha beynen nas: biz bu günleri insanlar arasında dönüp dolaştırırız”. Yani bu normal bir durum olduğunu ifade ediyor bu ayet. Yani bazen kazanıyorsunuz bazen kaybedersiniz. Böyle çıkar iner. Bunları hiç önemsemeyin. Bazıları böyle ister ki hep en tepede olayım. Yapma kardeşim. “Ya Hocam sen şimdi faizli kredi alma diyorsun ama almazsam batacağım”. Bat! Bat kardeşim ya! Faizi alıp batmaktansa böyle batmak daha iyidir. Faizi oldın mı öyle bir dibe batarsın ki dışarı çıkamazsın. Faiz almadığın zaman hiç olmazsa dışaeı çıkarsın yani. Sen bu dünyaya zengin olmaya mı geldin kardeşim? Sen bu dünyaya müslüman olarak yaşamaya geldin. Başına her şey gelecek. “E canım savaşa gidersem öleceğim”. Öl! Öleceksen Allah yolunda öleceksin. Böyle bir şey yok. Yani insanlar şey yapıyor. Geçende birisi soru sormuş. “Ya işte ben aslında namaz kılmam ama annem namazını da kılar, şunu da yapar bunu da yapar. Şimdi bir hasta bir hasta. Ben de kahroluyorum, çatlayacak gibiyim, yani bunlar bizi mi buluyor?”. Sadece seni mi herkesi buluyor. Sen bu dünyaya yatmaya gelmedin ki. Bu dünyaya imtihana geldin. Tabi ki başına gelecek bu sıkıntılar. Bunu baştan bilmen lazım. Zannediyor ki insanlar, eğer Allah’ın dininden uzaklaşırsak rahat ederiz. Tabi o an rahat edersin. Çünkü çok tatlıdır günahlar. Ama arkası ne olur? Büyük bir perişanlık olur. Ama Allah’ın dinine uyarsan o an sıkıntı çekersin fakat o sıkıntı bile senin içini etkilemez. İçin çok rahattır. Allah’ın emrine uymuş olmanın verdiği rahatlık vardır. Sonra da C. Hakk ikramını verir. Ondan sonra diyor ki burada; “ve li ya’lemellahüllezıne amenu” bu çok önemli. Allah o imtihanı şey yapıyor inananları bilsin diye. İnananları bilmesi ne demek ? İnananları bilsin diye. İman nerdedir? Kalpte değil mi? Kalpteki imanı C. Hakk bilmiyor mu? “Bilsin diye” ne demek? Çünkü en zor zamanda da V. Hakka güvenin devam edecek. Ne yapalım faizsiz olmuyor diyen kişi Allah’a kesinlikle inanmıyordur. Güvenmiyordur. Tamam mı? Kesinlikle güvenmiyordur. Çünkü o çok zor duruma geleceksin, en kötü şartlarda Allah’ın emrinin dışına çıkmayacaksın ki Allah’a inanıp güvendiğini ıspatlayasın. Tamam mı? O savaşta da can tatlı tabi. Canını vermektense taşın arkasına saklanayım dediğin zaman imtihanı kaybettin. Gideceksin. Kesinlikle. İşte bak ne diyor; “Allah’ın inananları bilmesi”. İmtihan ne imtihanıydı? Cihad ve sabır. Yani her türlü zorluğa rağmen Allah’ın emrinde yürümeye devam ediyor musun etmiyor musun? Sabır gösteriyor musın göstermiyor musun? “E napayım lafını yapması kolay” falan filan. İşte bu, beynamaz özürü derler ya onun gibi bir şeydir. İşte orada kaybediyorsun. ve li ya’lemellahüllezıne amenu” en zoe durumlarla yüzyüze geleceksiniz. Herkesin başına gelecek olan bu. Ama asla prensiplerinden taviz vermeyeceksin. Ondan sonra ne diyor; “ve yettehıze minküm şüheda”. Ne anlam vermiş burada? “Şehitler” diye yazan yok mu? Burda “şahitler” demiş. Enteresan. Çok güzel. “Şehitler” yazarlardı eskiden. “Allah sizden şahitler” bak güzel yazmış burada meali. Güzele güzel deriz. ‘Sizden şahitler edinsin”. Ne demek şahitler? O en zor durumda. Tabi bu: savaş. Savaşın en zor halinde orada sen bizzat mücadele edeceksin falan, C. Hakkın me kadar büyük yardım yaptığını, o savaş sırasında müslümanların nasıl bir davranış gösterdiğini, kafirlèrin nasıl davranış gösterdiğini görüp, gelip, onu görmeyenlere anlatacak. Çünkü orada müthiş bir eğitim var. Allah yolunda kim sonuna kadar direniyor kim geri kaçıyor kim gevşeklik gösteriyor, orada bütün insan tipleri ortaya çıkar. Günlük hayattaki mücadelelerde de öyledir. Sıkıyı görünce kaçar derler değil mi bazıları için. Yok kardeşim, sıkıyı görünce iyice ileri gideceksin. İşte o zaman kazanırsın. O zamam senin bu tavırını da bir çok insan gözlemler şahit olur. “vallahü la yühıbbüz zalimın: Allah zalimleri sevmez”. Burada şehit kelimesi yanlış olur. “Şehitler alsın” diye çok mealde var da. Şehit olmaz. Sanki Allah’ın şehide ihtiyacu varmış gibi. Böyle bir şey yok. Şehid almak değil. Çarpışmada ölen ölür, o ayrı bir konu.
ALİ İMRAN, 141.. Ayet: Ve li yümehhısallahüllezıne amenu” Müminleri arındırmak için. Müninler bir çeşit şey gibi olur bu mücadelelerde. Paslı bir demirin balyoz darbeleriyle haslanması gibi. İçlerindeki o kendilerinin kaliteleribi düşüren maddeler ortadan kalkar. Allah’a güvenleri artar. Çok daha kaliteli birer müslümam haline gelirler. “ve yemhakal kafirin” kafirleri de daraltır, bunalıma sokar. “Mahfeder” diye anlam veriliyor. Değil. Helak etmek de değil. “mhak” kelimesi, daraltmak demek. Bunalıma sokmak demek. Sıkıntıya girdirmek demektir. Yani kafirler sıkıntıya girer, bunalıma girer. Mesela Uhud’da Mekkeli müşrikler mahfoldu mu? Helak oldular mı? Yok. Hakikaten bu kelimelere anlam verirken de çok dikkatli olmak lazım. Mesela “yemhakullahur riba: Allah ribayı daraltır” faizli ekonomide mutlaka bir daralma ve kriz olur. İşte burada da ne diyeceksiniz? Bugünkü kelime ile “kafirleri krize sokmak için”. En büyük kriz de kendi içlerindeki bir çok kimsenin müslümanlara hayran olmuş olmalarıdır. Siz karşıda düşman diyorsunuz, milleti oraya teşvik etmeye çalışıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bunlar bunları seviyor. En büyük sıkıntı da o. Yani her şeylerini kaybetmekle yüz yüze geliyorlar. Bu da Allah’ın bir başka imtihanıdır.
Dersimizi kısaca özetleyelim size. Allah diyor ki ALİ İMRAN, 139.. Ayet: Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a’levne in küntüm mü’minın: gevşemeyin, üzülmeyin. İnanıyorsanız en üstün olanlar sizlersiniz”. İnanma ve güvenme, Allah’a inanma ve güvenmedir. “Canım ben Allah’ı var ve bir biliyorum”. Allah’ı var ve bir bilme işi İblis’in de problemi değildir. Herkes bilir. Ama asıl konu, Allah’ın kitabına inanıp güvenebiliyor musun? Allah’ın kitabı ve hikmet. Hikmet de o kitaptan çıkarılan doğru hükümler. Kitaba göre çözüm üretmek. Biliyorsunuz bugün müslümanlar çözüm üretme kabiliyetini kaybetmişlerdir. Çünkü hikmeti kaybetmişlerdir. C. Hakka çok şükür. C. Hakk bize bunu nasib eyledi hamdolsun. İnşallah herkese anlatmak nasib olur. O zaman en üstün olmamızun sebebi, C. Hakkın bu dünyada diğer insanlara vermediği kitabını bize vermiş olmasıdır. Peki bu kitaba sahip olmak kar mı zarar mı? Eğer uyarsan kar uymazsan en büyük zarardır. Onun için bugün islam ülkeleri, bu kitabı ezberleme konusunda kimsenin problemi yok. Hatta işte değişik kıraatlerle de okuyorlar. Kuran okuma yarışmaları da düzenliyorlar. İşte en güzel cilttir, en iyi tezhib yarışması, hepsi var ama içeriğine uyma konusuna sıra gelince sistemi çökerttiği için bakıyorsunuz ki müslümanlar topyekün kurana karşı tavır koymuşlar. İblis bir suç işleyip bulunduğu yerden kovulacak, Adem bir tek suçta bulunduğu yerden kovulacak da siz bunca suçtan dolayı kendi makamınızı devam ettirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Üstün mü kalacalsınız? O zamam üstün olmanın tek yolu bu kitapta yazılanlara uymak, bu kitaba sıkı sıkıya sarılmaktır. Aksi takdirde felaketlerden hiç bir zaman kurtulamayız.