Elhamdulillâhi rabbi-l’âlemînvelakibetülilmüttakinvessalatuvesselamu ala resülinamuhammedin ve ala alihi ve sahbihiecmain.
Bugün Al-i İmran suresinin 137 ve devamı ayetlerini okuyacağız. Bu ayetlerde, Allah nasip ederse, “sünnetullah” kavramı üzerinde duracağız. Biliyorsunuz, Kur’an-ı Kerim’deki kavramlar, Kur’an’da Allah-u Teâlâ’nın tanımladığı gibi bilinmeyince doğru anlaşılamıyor. “Sünnetullah” dediğiniz zaman, gelenekte Allah’ın koyduğu değişmez kanunlar olarak tanımlanıyor. Değişmez kanunlar, tabiat kanunları şeklinde anlaşılıyor. Öyle olunca, birçok itirazın yükseldiğini görüyorsunuz.
Mesela diyorlar ki, Âdem’in (as) çocuklarından insanlık türemiş olamaz, çünkü “sünnetullaha” aykırıdır. Yani, Allah’ın koyduğu kanun, bunu gerektirmez diyorlar, ondan sonra işte mucize olmaz, “sünnetullaha” aykırıdır, nesih olmaz, “sünnetullaha” aykırıdır. Derken bakıyorsunuz ki, birçok konuda insanlarıda şaşırtan ve zihinlerini karıştıran noktalara götürecek itirazlar ortaya çıkıyor.
Şimdi Kur’an-ı Kerim’deolduğu şekliyle “sünnetullah”, tabiat kanunu değil, onu biraz sonra görürüz inşaalllah. “Sünnetullah”, Allah-u Teâlâ’nın bir elçi gönderdiği toplumda yaptığı uygulamalardır, tabiat kanunları değildir yani. Bir yerde elçi gönderdiği zaman meydana gelen uygulamalardır. Elçi geldiği zaman neyi öğretir; Allah’ın kitabını tebliğ eder. Bugün Muhammed (sav) yaşasaydı, bize neyi anlatacaktı, Kur’an-ı Kerim’i anlatacaktı. Şimdi, biraz sonra göreceğiz ki, bugün İslam âleminin perişan vaziyette olması, batının da iyi durumda olması bu “sünnetullah” gereğidir. İslam âlemi perişanlığı ve yok olmayı “sünnetullahtan” dolayı hak etmiştir. Batının perişan vaziyette olmamasının sebebi de “sünnetullahtır”. Öyleyse “sünnetullahı” doğru anlamamız gerekir ve bizim bu perişanlıktan kurtulmamızın tek yolu da;“sünnetullaha” uymaktır, ancak o zaman kurtulabiliriz.
O bakımdan bugünkü dersimiz, yeni bir kavram öğrenmemiz açısından çok önemli. Al-i İmran 137’de Allah-uTeâlâ şöyle buyuruyor: “kadḣaletminkablikumsunenun”, “sizden önce çok sünnetler geldi geçti”, yani Allah’ın sünnetleri birçok toplumda uygulandı “fesîrû fî-l-ard”“yeryüzünde gezin dolaşın”, “fenzurû keyfe kâneâkibetu-lmukeżżibîn”, “bakınki yalancıların sonu ne olmuş?” Şimdi, bu yalancılar kime karşı yalan söylemiş oluyorlar?Hayır, Allah’ın elçilerine karşı yalan söylemiş olacaklar. Şimdi, Allah’ın elçileri gelecek, onlar da O’nu yalanlamış olacaklar. Allah’ın elçisi gelmezse, bu insanlar yalancılık özelliğini kazanmış olmazlar. “hâżâbeyânunlinnâsi vehuden vemev’izatunlilmuttekîn”,“bu insanlara karşı yapılan bir açıklamadır. Doğrunun gösterilmesi, kendini koruyanlar için bir öğüttür.” Şimdi, 299. sayfayı açalım, orada 55. ayetten (Kehf suresi) itibaren okuyalım, sünnetullahın ne olduğunu, Cenabı Hak burada çok güzel bir şekilde anlatmış. Şimdi diyor ki; “ve mâmeneannâsenyu’minûizcâehumulhudâ”, ”kendilerine o hidayet, o rehber geldiği zaman, insanların inanmasını engelleyen sadece şu olmuştur”,“iz câehumulhudâ ve yestagfirûrabbehum” “Rablerinden mağfiret dilemelerini engelleyen sadece “illâ en te’tiyehumsunnetul evvelîn”,“kendilerine öncekilerinin sünnetinin gelmesidir.” “ev ye’tiyehumulazâbukubulen”,“yada azabın ileride olmasıdır”,şimdi yani, önceki toplumlarda uygulanan şeyler, şimdi bakıyorlar, Allah’ın elçisinin geldiği toplumlar var, bir de elçi gelmemiş olan toplumlar var. Elçi gelmemiş olan toplumlar da Cenabı Hakk’ın uyguladığı kanunlar var, bakıyorlar, yani şeyde (7/A’raf-95)var “kadmesseâbâenâ-ddarrâu ve-sserrâ” yani, başlarına bir sıkıntı geldiği zaman, canım eskiden de vardı yani, yeni değil ki, yani siz bunu niye Allah’ın elçisine mal ediyorsunuz ki?Daha öncekilerin durumlarına bakıyorlar, bunun Allah’ın elçisiyle bir ilgisinin bulamıyorlar yada kendilerine gelecek azabın, ilerisinde olması sebebiyle gevşiyorlar, yani aslında kendilerineanlatılan şeylerin doğru olduğunu anlıyorlar, fakat ellerindeki alıştıkları yaşam biçimini değiştirmek istemedikleri için, o yapılan tehditleri, “ya aman, biz bunları çok duyduk, önceki babalarımızdan da duyduk, falan” diye karşılık veriyorlar yada azabın ilerisindeolması, ilerisinde olduğu zaman da herkes nasıl olsa olmaz diye düşünüyor. Mesela cehennemi anlatıyorsunuz, anlatıyorsunuz, “ya aman, ya sen bu dünyada bana bir kilim ver de, ahirette halı iste diyebiliyor” yani, fazlaca önemsemiyor. “vemânursilulmurselîne illâ mubeşşirîne ve munżirîn”,“biz elçileri sadece müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Yani elçiler, hiç kimse yola getiremez, hiçkimseyide yoldan çıkaramaz. Elçilerin yaptıkları tek şey;uyarmak ve müjdelemektir. Yani eğer bu ayetlere uyarsanız, şu şu nimetlere kavuşursunuz, uymazsanız şu şu zararları görürsünüz diye anlatır. Valla şimdi bakalım, ben becerebilecek miyim de, yani iki gündür düşünüyorum. Yani, bu insanların Allah’ın ayetlerini niçin böyle sırtlarına attıklarını bir türlü kabullenemiyordum tabii, ama şimdi diyorum ki, kendi kendime; niye kabullenemiyorsun ki? Adam cehenneme gidecekse gitsin, sana ne? Yani, insan diyor ki; ya bu kadar ayetler açık, bunlar niye inanmıyor? Eee, inanmasın, ne yapalım, ne yapalım. Allah’ın elçileri inandırabilmiş mi insanları ki, biz inandıralım, böyle bir görevimiz yok. Şimdi öyle olunca, insan rahatlıyor, ama bakalım ne kadar başarabiliriz, o ayrı bir konu.
Elçileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Şimdi bizim yaptığımız da,bir elçilik görevidir, yani Allah’ın elçisi Rasulullah (sav) olsaydı ne yapacaksa, onu yapıyoruz. Bu elçilik görevi, Cenabı Hakk’ın her Müslümana verdiği görevdir. Elçi ne yapıyordu? Allah’ın ayetlerini karşı tarafın anlayacağı, kavrayacağı şekilde anlatıyordu. Yani karşı taraf tam anlamalı, öyle gidin yanında bir hatim okuyun, bir kelime bile tebliğ etmiş olmazsınız, eğer anlamazsa karşı taraf,ya da Kur’an-ı Kerim-i baştan sona kadar ezberleyin, su gibi okuyun, mesela bir arkadaşım vardı. Siz Kur’an-ı kerimden bir kelime söyleyin, hemen derdi ki, işte 20. cüzün 6. sayfasının en alt taraftaki 2. satırında, computer gibi kafa. Fakat bir tek kelimenin manasını bilmez. Bu computer, computer hafızasına yüklediğiniz bilgilerden haberdar olur mu? Onun için, tebliğ; karşı tarafın anlayacağı şekilde, onun diliyle anlatmaktır. Peki, Cenabı Hak bunu bütün müminlere görev olarak yüklemiştir dedik, hangi ayette,söyleyin bakalım? Yahya bundan sonra bunların hepsinin karnesini, not defteri al yanına, haa tahtaya yaz, tamam, baksana hep eksi puan ver. Hangi ayetti? (konuşmalar) Bak iyi, yavaş yavaş bilmeye başladılarhaa, eksi puan alacaklarını duyunca hemen kafaları çalışmaya başladı. Evet,Al-i İmran 187 mesela, tabii o da var da bu daha açık, çok sayıda ayet var da, “ve-iżeḣażallâhumîśâka-lleżîneûtû-lkitâb”, 74. sayfada 187. ayet. Allah kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığı zaman, şimdi bize de Allah kitap verdi mi? elimizde kitap var, ne diyor? “letubeyyinunnehulinnâsi”, “bunları insanlara beyan edeceksiniz, kesinlikle”. Beyan ne demek? Karşı tarafın tam anlayacağı şekilde. Bak vergi beyannamesi, ne yapar? Sizin tüm vergi durumunuzu alacaklarınız, borçlarınızı, her şeyinizi ortaya koyan belgedir. Yani, okuduğunuz zaman, bütün bilgileri oradan alırsınız, bir eksiklik olsa yanlış yapılmış olur, değil mi? Ona beyanname denmez. Eee, haydi şu şeyleri beyan et, ortaya çıkarmak, karşı taraf baktığı zaman, çok net bir şekilde anlayacak. O zaman, “letubeyyinunnehulinnâsi”, “bu kitabı insanlara açık seçik anlatacaksınız. Bu kitabı insanlara açık seçik anlatma işi; “letubeyyinunnehulinnâs” Bu görev; aynı zamanda, Rasulululah’ın (sav) görevidir. Bak,Nahl suresinin 44. ayetini açarsanız oradan da görürsünüz;271. sayfa, diyor ki, “vemâerselnâminkablike illâ ricâlen”, önce 43’den okuyorum, “vemâerselnâminkablike illâ ricâlennûhîileyhim”, “senden önce kendilerine vahyettiğimizerkeklerden başka elçi göndermedik”, “feselûehleżżikri in kuntum lâ ta’lemûn”, “bilmiyorsanız, bu konuda bilgisi olanlara sor, “ehleżżikri”, yani önceki kitaplar hakkında bilgisi olanlara sor. “bilbeyyinâtivezzubur”, yani açıklayıcı ayetler vekitaplarla gönderdik. “veenzelnâileykeżżikra”,“ileykeżżikra”, bu zikri de sana indirdik,o zikir hangisi?“Kur’an”,şimdi bu Kur’an Rasulullah’a (sav) indirilen tamamıdır ve bizim elimizdedir. Peki, niye indirmiş? “litubeyyinelinnâs”, “insanlara beyan edesin diye”, “litubeyyinelinnâs”, neyi beyan edeceksin? “mânuzzileileyhim”,“kendilerine indirilen neyse o”, “vele’allehumyetefekkerûn”,“belki düşünürler.” Şimdi bakın, orada Rasulullah’a (sav) Cenabı Hak verdiği görevinaynısınıbize veriyor, aynısını bak, değişen bir şey yok. Ne diyor burada? “litubeyyine,letubeyyinunnehu”yani Arapça bilmeseniz bile anlarsanız; “litubeyyine,letubeyyinunnehu”, aynı ses değil mi? küçücük bir fark var, çünkü birisi çoğul, birisi tekil. “letubeyyinunnehu” bir de bu kesinlik ifade ediyor ikincisinde. Kesinlikle bunu beyan edeceksiniz, yani kitabı beyan edeceksiniz, başkasını değil. “letubeyyinunnehulinnâs”, bu kitabı kesinlikle insanlara beyan edeceksiniz, “velâtektumûnehu”, O’nu gizlemeyeceksiniz”, beyan etmeyi de biraz da açıklamış oluyoruz, gizlemeyeceksiniz, açık seçik, hiçbir tarafını gizleme, olduğu gibi anlat.O zaman, bu kitabı gizleme görevi, o kitap verilenlerde olduğuna göre, demek ki, bizde yani Resullük görevi kıyamete kadar devam ediyor. Yani Allah’ın ayetlerini, insanlara insanların anlattığı dille anlatma görevi devam ediyor. Fransız’a Fransızca anlatacaksın,İngiliz’e İngilizceanlatacaksın,Türk’e Türkçe anlatacaksın, bu;Allah’ın kesin emridir. Peki, “fenebeżûhuverâezuhûrihim” diyor, “onlar sırtlarının arkasına attılar”, neden? Çünkü ayetleri açıkladığınız zaman,bir çok kimsenin düzenin bozarsınız, Eee, o insanlar sizin karşınıza çıkar, burada ikisi arasında seçim yapmak zorunda kalırsınız; 1-insanları üzmek 2-Allah’ın rızasına aykırı davranmak. Genellikle insanları üzmemek birinci sıraya gelir. Ama Allah nasıl olursa affeder, sanki bir garantisi varmış gibi.Ondan sonra, az bir bedel karşılığında,Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. Mesela şimdi Osmanlı toplumunda Kuran meali yoktur. Son zamanlarda işte birkaç tane çıkmaya başlamıştır. Bu görev ihmal edilmiştir. “febi’semâyeşterûn”,”“satınaldıkları şey ne kadar kötüdür.” Şimdi,Kuran tebliğ edilmemiş. Medreselerde herhangi bir ilmi gelişme yok. Mesela, İstanbul’un fethedildiği zaman, medreselerde hangi kitap okunuyorsa, şu anda da aynı kitaplar okunuyor.Yani kitap, kitap değişmiyor, o kitabı okudunuz mu, âlim olduğunuzu zannediyorsunuz ve o zaman da Kur’an-ı Kerim yoktu, bugünde yok. Şimdi o zaman, bizim toplumumuzda Allah’ın kitabı yoktu, batıda da yoktu. Batıda nasıl Allah’ın yarattığı kitaba insanlar yöneldi, tabiat kitabına yöneldi, bu defa bizimkilerden üstün geldiler ve galibiyeti elde ettiler. Şimdi şu ayetlere bir bakalım, devam ediyoruz, diyor ki Kehf suresinde; “vemânursilulmurselîne illâ mubeşşirîne vemunżirîn”, “biz elçileri sadecemüjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir”, elçilerin görevi budur: müjdeleme ve uyarma. Nedir? Allah-u Teâla işte söylüyor; şunu şunu yaparsanız, dünyada şöyle olursunuz, ahirette de böyle olursunuz, yapmazsanız şöyle olur. Şimdi burada bakacağız ki, sünnet neymiş? Allah’ın sunnetullahı neymiş?299. sayfa Kehf suresi 55. ayetten itibaren okuyoruz, şu anda 56. ayetteyiz “veyucâdilu-lleżînekeferûbilbâtıl”,Kâfirler batıla sarılarak sizinle mücadele ederler. Şimdi kâfir ne demek?Siz Allah’ın ayetlerini insanlara anlatıyorsunuz, çünkü Allah-u Teâlâ size diyor ki, mutlaka onları beyan edeceksiniz. Şimdi, bazıları da Allah’ın ayetlerine gözlerini, kulaklarını ve kalplerini kapatırlar, kâfir o. Yani kendisini doğrulara kapatan kişi. Onun için ayet okuduğunuz zaman,dinlemezler, düşünmezler, ayeti gösterdiğiniz zaman görmezler. Peki,kâfirler sizinle mücadele ederler, neyle? “bilbâtıl”, “batılla” yanlış metotlarla sizinle mücadele ederler. Onun için dikkat ederseniz, bugün siz ayetleri okuduğunuz zaman, karşınızda dayanamıyorlar,batıl şeylerle kendilerini savunmaya çalışıyorlar, ama savunamadıklarını kendileri de biliyor. Niye böyle yapıyorlar? Böyle yapmalarının sebebi, “liyudhidûbihi”, “onunla gidersinler, ortadan kaldırsınlar”, neyi? “el-hakkı”, yani öyle uğraşıyorlar ki, siz Kur’an’ı anlatmayasınız, sistemleri bozulmasın, Hakkı ortadan kaldırmak için uğraşırlar. “vetteḣażûâyâtîvemâunżirûhuzuvâ” Ayetlerimizi ve yapılan uyarıları ya da uyarıldıkları şeyi hafife alırlar, hafife alırlar, önemsemezler, önemsemezler, onun için işte bugün siz yaşıyorsunuz bu şartları. Detayına gerek yok yani, önemsemiyorlar, hafife alıyorlar, ya işte bu, mesela tarihselcilik yapıyorlar. O, o zamanmış diyorlar, bizim için esas olan şudur diyorlar. Mesela bugün bir öğrenci söyledi, yüksek lisans öğrencisi. Diyor ki;dersi okuduk, eski kitaplardan birisinde okumuşlar, adam ayeti delil getiriyor, “innessalâtekânetalelmu’minînekitâbenmevkûtâ”, “namaz,müminlere vakitlerle sınırlı bir farzdır”, onuniçin vakit geldiği zaman, emir tekrar eder. Şimdi, hoca Kur’an’dan kitabı okutuyor, talebe de demiş ki, “hocam, ayetle mi amel edeceğiz bu âlimin sözüyle mi?”, “âlimin sözüyle” demiş, ayetle değil, eee peki, bu adam ayete dayanmış. O, neye dayanırsa dayansın. Şimdi görmek istemiyor ayetleri, çünkü niye? Ayetleri ortaya koyduğunuz zaman sisteminin çöktüğünü görüyor. Ondan sonra şöyle diyor Cenabı Hak burada; “vemenazlemumimmenżukkirabiâyâtirabbihi”, Şimdi bakın, geçen de okuduk işte, Kur’an’a uyulursa kaos olur, cumartesi derse katılanlar görmüştür. Onu söyleyen ilahiyatçı.Kur’an-ı Kerim’le hiçbir problem çözülmez. Onu diyen yine aynı şekilde. “Yeni bir sünnet oluşturmamamız lazım” diyen bir başka ilahiyatçı. Kur’an’sız ve hikmetsiz bir din ortaya konmaya çalışılıyor. Şimdi diyor ki burada Allah-u Teâla;“vemen azlemumimmenżukkirabiâyâtirabbihi”, “şu kişiden daha yanlışı kim yapar?”, “daha zalim kimdir?” diye tercüme edersek yanlış olur, çünkü Arapçada zulüm, Türkçedeki gibi değil, zulüm; “birisine haksızlık yapmaktır”, Türkçede, ama Arapçada “veduşşeyi fi ğayrimevtıhi”, yani, “yanlış yapma” anlamına gelir.Bir şeyi olmayacak şekilde yapmak demektir. Dolayısıyla daha kapsamlıdır, yani bir insana yanlış yapmak, ona zulümdür amayanlış yapmanın kapsamı Türkçedeki zulümden daha fazladır. Arapçadaki zulüm kelimesi Türkçedekinden daha kapsamlıdır. Onun için, “vemen azlemumimmenżukkirabiâyâtirabbihi”,“Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldı, “fe ağriduanha”, “ondan yüz çevirdi”, ayetleri dinlemiyor, “venesiyemâkaddemetyedâhu“, “ve yaptıklarını da unutuyor, görmek istemiyor.” Bundan daha kötü durumda olan birisi olur mu diyor Allah-u Teâlâ. Bundan kötüsü kim olabilir?Bakın Allah’ın ayetlerini anlatıyorsunuz, bakıyorsunuz ki ondan yüz çevirmiş. Ayetleri dinlemek istemiyor. Ayetle olmaz diyor, ayetle bir şey yapamazsın diyor. Bundan daha zalim, bundan daha kötü, bundan daha yanlış iş yapan biri olur mu? Peki, şimdi bu ayetler kime anlatılıyor, bugün dünyada, Allah’ın ayetleri? Avrupalılara mı anlatılıyor? Müslümanlara anlatılıyor, değil mi? Müslümanlar o zaman,Müslümanlar mı daha kötü durumda, Avrupalılar mı?Çünkü Allah’ın ayetini söylüyorsun, duymazlıktan geliyor. Öbürüne de söylense de duymazlıktan gelse, aynı konum onda da olur. O da batar kısa sürede. “venesiyemâkaddemetyedâhu”, “eliyle yaptığınıda görmüyor, neler yaptığını da görmüyor” “innâce’alnâalâkulûbihimekinneten en yefkahûhu”, buradaki “en yefkahûhu’yu”,ben şimdi şöyle anlıyorum; burada verilen mealler gerçeği yansıtmıyor, Arapça bakımından, Arapça olarak söyleyeceğim, çünkü Arapça bilmeyenleri ilgilendiren bir şey değil, “en yefkahûhu” bu, tevil-i mastardır. Arapçada bu böyledir, yani bu bir yorum değil, değil mi? Yorum değil. Arapçası böyledir. Ne demek? “en yefkahûhu; fıkhahumiyyahu” demektir. “fıkhahumiyyahu” öyle değil mi? Arapçası bu. “fıkhahumiyyahu”, ne demek? Bu Kur’an’ı anlamaları, ayetleri anlamaları, yani ayetlere karşı yaklaşımları, ayetlere karşı öyle bir yaklaşım, bir engel koyuyorlar ya, duymak istemiyorlar ya, bunların ayetlere karşı yaklaşımlarını, ne yaparız, “ekinneten”, kalplerinin üzerinde bir örtü, bir kın, kılıç kını var ya, kalplerinin kapağımı diyelim?Ne diyelim? Kılıf, haa, kılıf biraz ince kalıyor ya, onun için yani. Kın biraz daha kalındır “vefî âżânihimvakrâ”, “kulaklarınada ağırlık yaparız”, yani, Kur’an’a yaklaşım biçimleri, kalplerinde bir perde oluşturur. Kulaklarında da ağırlık oluşturur, niye? Çünkü anlamak istemiyorlar, duymak istemiyorlar. Siz ne kadar okursanız okuyun, kulak vermiyor, tesadüfen kulak vermiş olsa bile, onun üzerinde durmuyor, düşünmüyor. Enes Hoca, bunda bir yorum var mı? Enes: “Yok”. Tam tamına şey değil mi? Ama verilen bir meale bakalım, hakikaten öyle acayip mealler veriliyor ki, aklım ermiyor buradan. Şimdi bakayım nasıl mana vermişler de, bu 57. ayetmiydi?Diyor ki, “biz onların kalplerine bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.”Ne oldu şimdi, suçlu kim? Eee çevir şöyle alt-üst yap. Şimdi bak, işi ne kadar tersine çevirmişler tamam mı? Burada Arapça bakımından ne yapıyorlar? Diyor ki,“vefî âżânihimvakrânliellayefhemuhuma”,“liellayefkahuhu”, öyle bir mana veriyorlar değil mi? “liella”, bir sürü ilave yapıyorlar, hâlbuki bizim az önce verdiğimizde Arapça yapısına hiçbir müdahale olmadı, Arapça öyledir, yani tevil-i mastardır,“fıkhahum” dersiniz, “hu’’yu”da mecburen ayıracaksınız, “iyyahu” diye, mecburen ayıracaksınız mecburen, yapı budur.Tamam; şimdi, doğru Arapçayla anlattığınız zaman,bunların Kur’an’a yaklaşım biçimlerini, kalpler üzerine bir kapak mı diyelim, neyse perde diyelim yine,çünkü “kalın …ne?” diyeceğiz o aklıma gelmedi, kın desem, kın da desem olur, ama o da pek kullanılmıyor, “kendi yaklaşımlarını”, çünkü anlamak istemiyorlar, tamam mı? Kendi yaklaşımları kendi kalplerinde bir perde oluşturuyor, kendi yaklaşımları kulaklarında bir ağırlık oluşturuyor, duymak istemiyor, anlamak istemiyorlar, tamam mı? Ama siz buna tutun da şu manayı verin, tekrar okuyum bakayım; 57’diydi,“kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da, ona sırt çevirenlerden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Peki, zalim, zalim olması için suçu işlemesi lazım değil mi? Devamına bakın, “biz onların kalplerine bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Eee, kalplerine ayetleri anlamalarına engel olan ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdiyseniz,verdiyse Allah-u Teâlâ, bunların zalimliği olur mu? Bunlara kim zalim diyebilir, değil mi?Masum olurlar yani, hakikaten ben bu geleneksel anlayışa hayret ediyorum, bu çok açık berrak bir Arapça yani, bunu niye bu hale getiriyorsunuz mübarekler yaa? İlla kaderci bir yaklaşım içerisinde olacaklar.Eee, o zaman kişinin suçu yoktur, Allah o zaman haşa zalim mi ki bu insanları cehenneme atsın? “ve-in ted’uhum ilâ-lhudâfelenyehtedûiżenebedâ”,“onları doğru yola çağırsan da gelmezler” Niye? Çünkü bir ön kabulleri var, bu iş Kur’an’la olmaz diyor, bu iş hikmetle olmaz, bu iş bizim atalarımızla olur. Çünküpeşin olarak Kur’an’ı mahkûm etmişler, Rasulullah’ın uygulamalarını mahkûm etmişler, işte bundan daha zalimi, daha kötü durumda olan kimdir, evet.
Ondan sonra “verabbukelġafûrużûrrahmeh”,“Rabbin çok bağışlayıcı ve merhamet sahibidir.“levyuâḣiżuhumbimâkesebûle’accelelehumulażâb”, “eğer yaptıklarının karşılığını verecek olsa, hemen onları cezaya çarptırırdı. “bel lehummev’idunlenyecidûmindûnihimevilâ”, “aslında onlara verilen bir zaman vardır, ondan önce sığınacak bir yer bulamazlar”, “mevila” o manaya değil mi?58. (ayet) Kurtulacakları bir sığınak bulamazlar, tabii “vetilkelkurâehleknâhumlemmâzalemûvece’alnâlimehlikihimmev’idâ” işte bunlar helak ettiğimiz topluluklardır. Onların helakları için, bir “mevid” oluşturmuşuzdur, yani belli bir zaman vardır, işte bütün bunlar, burada anlatılanların tamamı CenabıHakk’ın elçi gönderdiği toplumlardaki sünnetullahıdır. Şimdi burada bütün detayla burada sünnetullah geçmedi amadiğer geçtiği ayetlerde bunuCenabı Hak açıkça ifade ediyor, yani bakın mesela yaparsak, 40. surenin 82. ayetine bakalım, bura konuyu çok ayrıntılı anlattığı için, bu ayetleri aldım, ama aynı şeyler başka yerlerde de var. 40/82 . 475. (sayfa) tamam. Evet.
İstersen sen sadece mealini oku oradan, ben kısa anlatamam, asıl anlatacağım şey, 82’den 85’e kadar oku. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur görsünler. Öncekiler, bunlardan daha çoktu, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha sağlamdılar. Fakat kazandıkları şeyler, onlara asla fayda vermemiştir. Peygamberleri, onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde olan beşeri bilgiye güvendiler, O’nu alay aldılar. Alaya aldıkları şey, kendilerini boğuverdi. Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman, Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik derler.Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte “sunnetallâhilletîkadḣaletfivadihi”, şimdi burada esas üzerinde durmamız gereken husus, 83. ayet diyor ki, “felemmâcâethum rusuluhumbilbeyyinât”, “elçileri her şeyi açıklayan ayetlerle geldiği zaman”, tekrar ediyorum, hani ayetlerde okuduk ya, Allah-u Teala ayetleri açıklama görevini her Müslümana vermiştir. Elçi, “elçilik görevi”, kıyamete kadar devam eden görevdir. Ama “nebilik” bitmiştir. Geleneksel anlama zıt olarak, “nebi”, Allah’tan kitap alandır, “resul”, o kitabı tebliğ edendir. Nebilerin tamamı resuldür, onun için “nebiyyenresula” diye geçer, resul olan nebi. Elçiler iki türlüdür; birisi nebi olan elçi, diğeri nebi olmayan elçi. Nebi olmayan elçi, Allah’ın kitabını bütün dünyaya ulaştırmakla görevli olan herkesin diliyle ulaşmak için, o kitaba inanan kişidir. Onun için Al-i İmran 87. ayette; “bunu kesinlikle insanlara açıklayacaksınız” diye Cenabı Hak bizlere görev yüklemiştir. İşte, siz insanlara Allah’ın ayetini getirdiğiniz zaman ne yapıyorlar? Bak,bu ayet meseleyi çok güzel anlatıyor. Şimdi bak, Yahya ile Enes Hoca da dikkatle dinliyor ama ben biraz daha dikkatlerini çekmiş olayım, yani şu anda bizim üzerinde durduğumuz konuyla da alakası var, “felemmâcâethum rusuluhumbilbeyyinât”, “beyyinât”, zaten daha öncede geçmişti, “açık ayetlerle geldiği zaman elçileri”, yani siz gidiyorsunuz, “elçi”, Allah’ın ayetinin Allah’ın kuluna ulaştırmak içindir, kendisinden herhangi bir şey katamaz, karşı tarafın tam anlayacağı şekilde anlatıyor, hiçbir şey katmadan. Onlar geldiği zaman, “ferihûbimâindehumminelilm”, “kendi yanlarında bulunan bilgiyle şımarırlar”, nedir o bilgi Enes Hoca, ne olabilir? Bugün mesela, bugün için ne dersin o bilgiye? “Son gelişen bilgiler” Yani, şu anda fıkıh kitaplarında, tefsir kitaplarında, kelam kitaplarında olan bilgiler. Sen onlardan daha mı çok biliyorsun derler, başka yapacakları bir şey yok, yaa kardeşim tamam da, bu Allah’ın ayeti, biraz düşünsene mübarek adam,biraz düşün. Şimdi,yanlarındaki bilgiyle şımarırlar “ve hâkabihimmâkânûbihiyestehziûn”, “sizin söylediğinizi hafife alırlar” “istihza” o manada, o hafife aldıkları şey, onları tamamen kuşatır, başlarına gelir ve onun cezasını çekerler. Ondan sonra, bak en son ayette diyor ki, “sunnetallâhilletîkadḣaletfiibadihi”, artık onlar hızlı bir şekilde okuyayım “felemmâ raevbe’senâkâlûâmennâ billâh”, “o baskını gördükleri zaman”, bakarlar ki artık iş bitti, kurtuluş yok, artık o zaman “âmennâ billâh” derler, tıpkı Firavun’un boğulurken, “amentü” demesi gibi yani, yani “amenebihibenu İsrail” İsrail Oğullarının inandığına ben de inandım, sanki daha önce bilmiyor muydun bunu. Elindeki şeyler seni şımartmıştı. “âmennâ billâhi vahdeh ve kefernâbimâkunnâbihimuşrikîn”, yani “Allah’ın yerine koyduklarımızın hiçbirisini kabul etmiyoruz derler” ama iş işten geçmiş olur. “felemyeku yenfeuhumîmânuhumlemmâraevbe’senâ”, “cezamızı gördüğü zaman imanlarının hiçbir faydası olmaz, nitekim Firavun’a da hiçbir faydası olmamıştır. Onu önceden, öyle bir zaman inanacaksın ki, önünde yaşama umudun olsun, yaşam umudu kaybolduğu zaman, artık o inancın da faydası yok. İşte bu “sunnetallâhilletîkadḣaletfi ibadihi”, “Allah’ın kulları arasında geçerli olan sünneti budur”, işte “sünnet”, bugün “sünnetullah” dedik ya, tekrar ediyorum; birçoklarının zannettiği gibi, işte bu ayetlerde gösterdi ki, “sünnetullah” demek, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere bakarsanız, kesinlikle tabiat kanunları değildir. “Sünnetullah”, Allah-u Teâlâ’nın ayetlerinin okunduğu toplumlarda uyguladığı kanunlardır. Ayetlerinin okunmadığı toplumlarda onu uygulamaz. Oda “sünnetullahtır” ama orada başka şekilde uygular, burada başka şekilde uygular, siz sosyal kanun diyebilirsiniz, buna tabiat kanunu değil yani. Allah’ın ayetlerinin okunduğu toplumlarda ki kanunlardır. Şimdi tabiat kanunları gibi algılanıyor genelde. Onun için birçokları mucizeye karşı çıkıyor. Mucize de sunnetullah gereğidir. Bir kişinin Allah tarafından nebi ve resul olarak gönderildiğinin belgesidir mucize. Ondan sonra; efendim, Allah’ın sünneti değişmez, nesih yoktur diye ortaya çıkan kişiler var. Nesih de sunnetullah gereğidir. Yani Allah-u Teâla bir kere nesih, “istinsah” bugün Türkçe de yaygın olarak kullandığımız batıdan gelen kopya, kopyalama kelimesi var. O nesih, nüsha çıkarmak anlamına, bütün geçmiş kitapların son nüshası Kur’an- Kerim’dir. O bakımdan Kur’an hepsini nesh etmiştir. Bir de Kur’an’da; onlarda olan bazı hükümlerinin kullanılması şekli var, bir de o nesih, o da sünnetullahtır. Efendim işte, Allah’ın sünneti değişmez, biz Âdem’den gelmedik, o zaman çok Âdemler vardı, falan. Allah’ın değişmeyen sünneti, nebi gönderdiği toplumlarla ilgilidir, resul gönderdiği toplumlarla ilgilidir. Yoksa tabiat kanunları değil. Onları istediği zaman değiştirir.
Şimdi tekrar başa geçelim arkadaşlar, Al-i İmran suresine geliyoruz. 137. ayetten tekrar okuyayım. Diyor ki burada Cenabı Hak “kadḣaletminkablikumsunenun”, “sizden önce sünnetler gelip geçti”, Ne demek? Yani birçok toplumda Allah’ın sünnetinin uygulanması söz konusu oldu. Yani sünnetullah uygulandı. Mesela Firavun gibi çok güçlü bir devlet başkanı var, devlet var. O devlete Musa (as) geliyor. Musa’nın (as) ne anası var ne babası ve onların sarayında yetişmiş biliyorsunuz. Yani oraya geldiği zaman, hiçbirisi yok. Onların sarayında yetişmiş, bir de, bir tokat vurup, Kıpti’yi öldürmüş, onlara karşı suçlu konuma düşmüş, ondan dolayı Medyen’e gitmiş. Orada bir süre kalmış. Geri gelirken Cenabı Hak, O’nu elçi olarak görevlendirmiş. O tokatı vurduğu zaman, elçi değil. Geri gelirken elçi olarak görevlendirmiş. Şimdi o topluma geliyor. Hatta korktuğu içinde, Cenabı Hak’tan, ne diyor? “kardeşim Harun’u da elçi olarak gönder” diyor. Onlardan korkuyor, çünkü onlara karşı suçluyum diyor, bana bir şey yapacaklarından korkarım diyor. Şimdi bakın, maddi olarak Musa (as) son derece zor durumda bulunan bir kişi. Bir de O’nun toplumu olan İsrail Oğullarına çok ağır baskılar yapıyor Firavun. O toplumda geliyor, Firavun’un karşısına çıkıyor, Allah’ın ayetlerini teker teker okuyor ve Firavun orada şaşkına dönüyor. Çünkü doğrulardan daha güçlü hiçbir şey yoktur. Yani ne silah ne para ne şu ne bu. Doğrunun gücünde değildir. O’nu okuyor, Firavun şaşkına dönüyor. Öyle korkuyor ki, orada bir tek Harun’la (as) beraber, Firavun öyle korkuyor ki, etrafındakilere; “mazate’murun” diyor, “Ne emredersiniz” diyor?” Hiç Firavun hiç öyle bir şey söyler mi? O’na karşı şaşkın bir vaziyete geliyor. Neyse bir müddet sonra, O (Firavun) tabii zulmünü artırıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor ama Musa (as) dimdik durup mücadelesine devam ettiği için, Firavun’un bütün saltanatı yıkılıyor mu? Bütün her şeyi Musa (as) ve İsrail Oğullarına kalıyor mu? Bitti işte, bu sünnetullahtır. Allah’ın ayetleri tebliğ edilir de yerine getirmezseniz, siz işte “ve firavneżî-l-evtâd (Fecr-10)” diyor Allah’u Teâla, “kazıklı Firavun”, ne demek? “kazıklı Firavun”, yere kazık çakmış, yani piramitler yaptırmış. Bak bugün piramitler hala insanlığın hayranlığını celbediyor. İlim var, teknoloji var, güç var, kuvvet var, ama Allah’a karşı durursan, her şeyini kaybedersin. Ahiretini de tamamen kaybettiğine dair ayeti kerimeler var. Dolayısıyla bunlar, Cenabı Hakk’ın ayetlerine karşı direnen toplumun maddi durumu, gücü, kuvveti ne olursa olsun kaybeder, ama bir şartla: Allah’ın ayetlerini anlatanlar dik durmaya devam edecekler, asla taviz vermeyecekler. Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyecekler, hiç kimseden herhangi bir beklentileri olmayacak. Allah’ın emrine karşı gelenlerden hiçbir beklentileri olmayacak. Tabii, Müslümanlar kendi aralarında tabii ki yardımlaşacaklar, tabii ki birbirlerine destek olacaklar, o ayrı. Şimdi nice devletler yıkıldı, onun için Allah-u Teâlâ diyor ki, “kadḣaletminkablikumsunenun”, “sizden önce ne sünnetler geldi geçti”, yani Allah’ın bu kanunlarının uygulandığı ne toplumlara oldu? “fe siru fil ard”, “dolaşın yeryüzünü”, dünyanın her yerinde bunun örnekleri vardır, “fenzuru”, “bakın ve düşünün”, “keyfe kaneakıbetülmükezzibın”, “O yalancıların sonu ne olmuş?”, Allah’ın ayetleri karşısında yalan söyleyenlerin hali ne olmuş, bir görün bakalım. Haa, “hâżâbeyânunlinnâs”, “bu bütün insanlığa bir beyandır”, “vehudenvemev’izatunlilmuttekîn”, “bu, doğruyu göstermektir, kendini koruyanlara verilecek bir öğüttür” Ne öğüdü? Yani korkmayacaksınız, nedir? Onu da söylüyor zaten Allah, “velâ tehinû”, “gevşemeyin”, “velâ tahzenû”, “üzülmeyin” Dünyada senden daha büyük birisi olur mu? Daha güçlü birisi olur mu? Sen Allah’a güvenip dayanıyorsun, onun için şartlar ne olursa olsun, gevşemeyeceksiniz, üzülmeyeceksiniz. “veentumu-l-alevne”, “en üstün olanlar sizlersiniz”, şunun teknolojisi varmış, şunun parası varmış, şunun askeri varmış. Efendim adam işte insansız uçaklar gönderiyormuş falan, bomba yağdırıyormuş. Bunları önemsemeyin, tek yapacağınız şey; dik durabilmek, gevşememek, Allah yolunda yürümek. “veentumu-l-alevne”, “en üstün olanlar sizlersiniz”, “in kuntum mu’minîn”, “eğer Allah’a inanıp güveniyorsanız, bu böyledir” Bu kadar, Allah’a inanıp güveniyorsanız, bu böyledir. Şimdi gelelim şeye; bugün yeryüzüne bakıyorsunuz, Allah’ın kitabının tebliğ edildiği toplumlarda perişanlık diz boyu. Kâfirler gelmiş, işgal etmişler falan. Tıpkı Firavun toplumu gibi. Niye? Allah’ın ayetleri anlatılıyor, kimse dinlemek istemiyor. Dinlemeyenlere ne yapıyor Cenabı Hak, cezasını veriyor. Ama anlatanlar dik durmaya devam ederlerse, her şeye rağmen, onlar kazanır. Bir müddet sonra,anlatanlar da geri adım atarlarsa, onlarda kaybolur gider diyor, onlarda yok olup gider diyor. Haa “tüh” demek yok, “tüh” diyeceğim yok. Hani, Temel arkadaşlarıyla minareye çıkmış ya, bakmışlar minarenin kapısı kapalı. Lan buradan nasıl ineceğiz, Temel demiş ki; önce ben bir asılıyım, siz benim ayaklarımdan asılırsınız, öbürü ondan, aşağıya ineriz demiş. Şimdi, bir arkadaşı onun ayaklarından asılmış, ikincisi de gelince; elleri dayanamıyor. Ulan uşaklar sıkı durun, “tu” diyeceğim demiş. Burada “tu diyeceğim” falan yok, ne olursa olsun, Cenabı Hak çünkü sonuna kadar imtihan eder, siz gerçekten doğru yoldamısınız, değil misiniz? Hiç gevşemek yok, Allah’tan başkasına boyun eğmek yok, “tu diyeceğim” yok yani, hiçbir şey yok. İşte bugün Müslümanlara Allah’ın ayetleri anlatılıyor, gözardı ediyorlar, önemsemiyorlar, efendim bakıyorsunuz ki, şu İslam âlemine bakın, hep çareyi batıdan arar, hep çareyi kâfir dediği kişilerin peşine takılmakta arar. Bir çözüm üretemezler. Ee bakın yani, bir çözüm üretemezler. Medreseler kurarsınız, efendim işte bizim ecdadımız, şöyle yapmış, böyle yapmış, peki kardeşim bugün sen, bir ev yaparken, işte Ebu Hanife nasıl yapmış diye planına projesine bakıyor musun? Yol yaparken ona bakıyor musun? Ya da Ebu Hanife ata binmiş diye sen at ile mi dolaşıyorsun? Yaa ne oluyor sana? Dünyaya sıra geldiği zaman her şeyin en iyisi, ahirete sıra geldiği zaman, Allah’ın dediği değil de, Ebu Hanife’nin dediği diye anlattığın şey gerçekten Ebu Hanife demiş mi, gerçekten nereden bileceksin ki. Bu gün Hıristiyanlar İsa dedi diye ne iftiralar atıyorlar, İsa dedi diye İncil’in içine yerleştirdikleri iftiralar var. Allah’ın enbiyası için Tevrat’ın içine yerleştirilmiş iftiralar var. Aklınızı kullansanıza kardeşim, niye dünyan için sonuna kadar akılını kullanıyorsun da, ahiret için körleşiyorsun? Dinin için körleşiyorsun. Bu olmaz, çok yanlış, aslında bizim, zaten Cenabı Hak vadetmiştir biliyorsunuz. İslam dünyaya hâkim olacak, ama İslam hâkim olacak. İnsanların kafasındaki İslam değil Allah’ın kitabındaki İslam. O, hâkimiyeti ancak, ona sapasağlam sarılanlar, niye hâkim oluyor? Şundan dolayı; bak biz Süleymaniye Vakfı olarak şu anda 12 dilde sürekli yayın yapıyoruz. Ne oluyor? Allah’ın ayetlerini 12 dilde insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz, Cenabı Hak lütfeder, eğer Cenabı Hak nasip ederse, niyetim bütün dillerde bu işi yapmak. O zaman bütün dünyaya tebliğ ulaşmış olacak değil mi? Peki buna karşı geldikleri zaman, Cenabı Hak Firavun toplumu gibi onları yok etmeyecek mi? O zaman; biz de hâkimiyet kuracağızdünyaya, o kadar yani, bu kadar basit,bu kadar basit. Bakın Muhammed’e (sav) bir bakın, babası var mı? yok. Annesi var mı? Kardeşi var mı, parası var mı, siyasi itibarı var mı? Hiçbir şeyi yok. Yani bugün herhangi bir adamın keşke ben de de olsa diyebileceği hiçbir şeyi yok. Peki, nesi var. Allah’ın kitabı var elinde. O kitaba sıkı sarılmış, o kitabı güzel anlatmış. Peki, o zamanın, akrabası en fazla olanından daha güçlü mü şimdi, o zamanın en zenginiyle kıyaslanabilir mi, o zamanın en itibarlısıyla kıyaslanabilir mi, mümkün mü? Bakın O’nun zamanında dünyanın iki büyük lider devleti vardı; Sasaniler ve Bizanslılar, Romalılar, Ne oldu o ikisi de. Bakın tarihe öyle gömüldüler ki, ikisi de bir daha doğrulamadılar. Dikkat ediyor musunuz?Çünkü siz Allah’ın emirlerini tebliğ edin de onlar ayakta kalsın, mümkün değil, işte sünnetullah bu. O zaman, dünyaya hâkim olmamız ne kadar kolay görüyor musunuz? Hiç savaşmayacaksın, eee gerekirse onu da yaparsın, ama o değil. Zihinlerdeki yanlışlarla savaşacaksınız, o zihinlere yaptıklarının yanlış olduğunu anlatacaksın, onlarda anlayacak. İyice anladıktan sonra,karşı koyunca; Cenabı Hakk’a karşı suçlu olmuş olacaklar, cezayı Allah verecek. Bütün dünyaya size hâkim olacaksınız. Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de emrettiği “velleżîerselerasûlehu bilhudâ ve dînilhakk, liyuzhirahualâddînikullihi”, “resulünü bu hidayet rehberiyle hak dinle gönderen O’dur”, “liyuzhirahualâddînikullih”, din denen bütün inançların üzerine hakimiyetini kursun diye, ama hala o kurulmuş değil. Bugün Yahudilerin, işte dünya hâkimiyeti peşinde koşmaları, Hıristiyanların koşmaları, Allah’ın önceki vadiyle bağlantılıdır. Onların dünyayahâkim olmalarının olmazsa olmaz şartı; Müslüman olmalarıdır. Çünkü Allah-uTeâlâ, Bakara suresinin 40. ayetinde“veevfûbiahdî ûfibiahdikum”,“bana verdiğiniz sözü yerine getirin ben de size verdiğim sözü yerine getireyim, Onuniçin, kısa bir özet yapayım; sunnetullah tabiat kanunu değil, Allah’ın ayetlerinin okunduğu, anlatıldığı toplumlarda Allah’ın uyguladığı sosyal kanunlardır. O ayetlere uyulmazsa, Allah onları perişan eder. Onun için bugün İslam Âlemi, batıdan daha kötü durumdadır. Çünkü ayetler burada okunuyor, batıda okunmuyor ve insanlar Kur’an-ı Kerim’i göz ardı etmişler. Efendim, kabirde okumak için Kur’an okunur, yaa kardeşim ölülerin tebliğe ihtiyacı yok ki, dirilerin ihtiyacı var, nereden çıkarıyorsun bunu. Ondan sonra, bu Allah’ın kitabını daha geniş kitlelere ulaştırmak, bizim görevimizdir. Allah Kur’an-ı Kerim’de o görevi bize veriyor. Bunu yaptığımız zaman;o insanlar Allah’a karşı suçlu duruma düşecekler, bize karşı değil. Ondan sonra, cezalarını Cenabı Hak verecek. Nasıl Musa (as) o günün Firavunun bulunduğu toplumun tamamına hâkim oldu, Muhammed (sav) ümmeti, o günün iki büyük devleti, Sasani ve Romalıların hâkimiyetlerini ellerinden alıp, oralara hâkimiyet kurdu, biz de bugün bu noktaya geliriz inşaallah, elimizden geldiği kadar gayret edelim. Yapacağımız şey çok kolay; Allah’ın kitabına sarılmak, ama asla taviz vermemek, dik durmaktır.