BAYINDIR: Bugün Ali İmran suresinin 121.ayetinden itibaren 64.sayfa okumaya devam edeceğiz. Bugün okuyacağımız ayetlerde Allah, Uhud savaşı ile ilgili bir bölümü anlatıyor. Bedir savaşı, müslümanların Mekke’den hicretinin 18.ayında vukuu bulmuştu. Bir buçuk senelik bir hicret. Şöyle kendi kendinize düşünün: bir yere göç ediyorsunuz, bir buçuk sene mahallenize yerleşemezsiniz, çevrenizi tanıyamazsınız. Ama bu kadar süre içerisinde C. Hakk müslümanlara büyük bir zafer nasib etmişti. Uhud’da büyük bir darbe alan Mekkeliler, oradan kurtarmış oldukları kervanlarının bütün gelirini yeni bir ordu hazırlamak için kullanmışlar. Çevreden paralı askerler de topladılar. Yaklaşık 2000 kişi kadar paralı asker topladılar. 1000 kadar da kendilerinden oldu. 3000 kadar deve vardı. 200 kadar atlı. Bir de kadınlar da eşlik etti o savaşa erkekleri teşvik edebilmek için. Oradan Uhud’a geldiler. Uhud’a gelişleri 13 ay sonra oldu. Bedir’den 13 ay sonra. Bedir savaşı Kadir gecesine rastlamıştı. Zaten ayetlerde buna işaret var. Bununla ilgili bir ders yapmıştık. Hatırlaya bilirsiniz. Bedir savaşı kadir gecesine rastlamıştı. Bir dahaki şevval ayı yani kadir gecesi ramazan ayı biliyorsunuz. Ondan sonraki ay da şevvaldir. Şevval ayının 15’i gibi bu Uhud savaşı meydan geldi. Mekkeliler hazırlık yaparken Resulullah’ın amcası Abbas, Mekke’den Medine’ye yapılan hazırlıkları bildirmişti. Onun dışında iki müslüman daha onu bildirmişti Resulullah’a. Dolayısıyla Resulullah da ona göre hazırlık yapmıştı. Resulullah bir rüya görüyor. Ashabı ile istişare ediyor. Kendisi Medine’de kalmaktan yana. Kadınları ve çocukları surlar içerisinde koruma altına alarak, bir de daha rahat savaş yapacaklarını düşünüyor. Abdullah Bin Ubey Bin Selul da aynı görüşü paylaşıyor. Fakat Bedir savaşına katılmayanlar illa dışarıya çıkalım diyor. Ve Resulullah onların görüşlerini kabul ederek dışarıya çıkıyor. Yani şehrin dışına çıkıyor, Uhud’a gidiyor. Hac ve umre için Medine’ye gitmiş olanlar bilir, şu anda Medine’nin bir mahallesi durumunda. Ama haremi şeriften çıkarsanız en fazla 1 saatte Uhud’a varırsınız. Çünkü 5 km. uzaklıkta bir yerdir. Uhud’daki savaşı biliyorsunuz. Orada Mekkeliler’in sayısı 3000. Müslümalar Medine’den hareket ederken sayıları 1000. Yolda Abdullah B.U.B Selul 300 kişisiyle beraber ordudan ayrılıyor. Geriye 700 kişi kalıyor. Bir de Uhud savaşı ile ilgili olarak Bedir zaferini bir türlü hazmedemeyen yahudiler de Mekkeliler’e destek veriyor. Yani içten de destekler var. Onlar fiilen savaşa katılmıyorlar ama moral desteği var. Böyle bir ortamda müslümanlar Resulullah yerleştiriyor askerleri. Halid Bin Velid müslüman olmamış. 200 kişilik atlı birliğin başında. Dağın arkasından dolaşıyor ve müslümanların göremeyeceği bir yerden fırsat kollayacak bir noktaya geliyor. İlk hamlede müslümanlar müşriklerden 20 kişiyi öldürüyorlar. Ve ilk darbeler üzerine müşrikler geri kaçıyorlar. Müslümanlar galibiyet elde ettiklerini düşünerek ganimete dalıyorlar. Halbuki bu yanlış. Şeyde de aynı hatadan dolayı biliyorsunuz müslümanlar C Hakk tarafından ağır bir şekilde uyarılmışlardı. Sonra Halid B. Velid müslümanların bu halini görünce okçular tepesine hücum ediyor. Orada birkaç tane kalan 10 kadar okçuyu şehid ediyor. Sonra Halid B. Valid’in hücum ettiğini gören müşrikler toparlanıp tekrar hücuma geçiyor ve müslümanlar iki ateş arasında kalıyorlar. O arada 70 kadar müslüman şehid oluyor. Onların arasında da Resulullah’ın amcası Hamza şehid olmuştur. Resulullah’ı öldürmek için özel harekete geçenler oluyor. Başından aldığı bir taş darbesi ile şey yarılıyor, miferin iki tane halkası kemiğe saplanıyor yanaktan kemiğe. Öylesine saplanıyor ki Ebu Ubeyde Bin Cerrah olacak yanlış hatırlamıyorsam halkaları dişleri ile çekip çıkarmaya çalışıyor. Tabi ki bugünkü pense yok. Öndeki iki dişi kırılıyor. O kadar kemiğe saplanmış. Oradaki ızdırabı bir düşünün. Müthiş bir ızdırap. Ve o sırada da Resulullah, tuzak olsun diye açılmış olan bir kuyuya düşüyor, dizlerinden de yaralanıyor. Sonra bir haber çıkarıyorlar Muhammed öldü diye. Öyle olunca da müşrikler büyük bir sevinçle harekete geçerken, müslümanlar da büyük bir üzüntüyle dağılma noktasına geliyor. Neyse sonra Resulullah’ın yaşadığı görülüyor tekrar toparlanılıyor. Resulullah’ın etrafında büyük bir koruma halkası oluşturuyorlar. Ebu Süfyan komutasındaki müşrikler, Resulullah’ın bulunduğu yere hücum ederken, müslümanlar oraya yaklaştırmıyorlar ve savaş bitiyor. Bugün okuyacağımız ayetler bu olayla alakalı. Böyle kısa bir bilgi verdim ki ayetleri anlamamız kolay olsun.
ALİ İMRAN, 121.. Ayet: “Ve iz ğadevte min ehlike tübevviül mü’minıne mekaıde lil kıtal: ailenden sabah erkenden ayrılmıştın, müminleri savaş için kalacakları yerlere yerleştiriyordun”. Sen burda, sen burda diye yerleştiriyor. “vallahü semıun alım; Allah işitir ve bilir”.
ALİ İMRAN, 122.. Ayet: “İz hemmet taifetani minküm en tefşela: sizden ikinci gurup neredeyse dağılacak gibi oldu”. Ayrılan 300 kişi hariç. Onlar değil. Onlar münafık zaten . Ama bunalar mümin. Korkuyorlar. Orda şuraya bakın: bize ashabı öyle anlatırlar ki uçan-kaçan cinsten. Hiç insa değil. Melek. Mekekten de daha üstün. Bunlar birer insan. Öyle olunca da Resulullah ve müminlerin başarısının bir anlamı kalmıyor. Sanki öyle hazır buluyorlar. Değil. Allah ne diyor: NECM, 39.. Ayet: “Ve el leyse lil insani illa ma sea: çalışıp gayret göstermesi dışında kendine ait olan hiç bir şey yoktur”. O zaman, bu müminler çalışacak ki kendileri kazansın. Havadan hiç kimseye bir şey yok. İşte burada ne diyor; “sizden iki gurup dağılacak gibi oldular” yani cesaretleri kırıldı. “vallahü veliyyühüma: halbuki Allah onların velileriydi” yani onaların en yakınlarıydı. Allah’güvendikten sonra ne korkuları olur. İnsanlar böyledir yani. Oturup konuşurken herkes kahramanlık gösterir. Hadi gidelim dediğin zaman bakarsın ki mazereti çıkar. Bir gün İstanbul Müftülüğü’ndeyim. Bir arkadaşım geldi şimdi aklıma da. Benim odaya geldi. O sıra anarşik olayların çok yoğun olduğu bir zaman. 80 ihtilali öncesi. Hatırlarsanız. O zaman 79 heralde. Burada anarşistler dükkanları kapatmışlar. Bir gün öyle yapmışlardı Süleymaniye’nin arka sokaktaki imalatçılar vardı. Şimdi oralar söndü. O zamalar son derece hareketliydi ve oradaki her biri esnaf zengin esnaftı. Mutfak eşyaları üretiyorlardı. Toptan satış yapıyorlardı. Hiç kimse dükkanını açamamıştı. Çünkü anarşistler tehdit etmişler açanı şöyle yaparız diye. Benim odaya geldi bir arkadaş. O durumdan çok etkilenmiş. Bana diyor ki işte konuştu konuştu, “bir kişi çıksın şu dışarıya, şu kapının önüne bir çıksın hepsi dağılır, hepsi dağılır”. Çık dedim. İyi ama falan filan.. Aması yok. Bir kişi yetiyorsa sen bir kişisin çık. “E ama”, ama yok dedim. Ya çık yada sus. Yani şu yapılsın ama ben yapmayayım. Bu işin lafı çok kolaydır da icraatı zordur. Diyor ki Allah: ALİ İMRAN, 122.. Ayet: İz hemmet taifetani minküm en tefşela”yani sizden iki gurup neredeyse cesaretleri kırılmış. “vallahü veliyyühüma: halbuki onların velileri Allah’tır”. Yani onları koruyacak olan, onlara yardım edecek olan, destek olacak olan O’dur. Allah var neden var. Tek başına da olsan eğer C.Hakka tam güveniyorsan korkmayacaksın. “ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun: müminler Allah’a tevekkül etsinler”. Tevekkül ne demek? Bak şimdi size bir şey anlatayım. Vekil kelimesi vardır türkçede. Mesela mahkemede dava açacaksınız. Belli bir noktaya kadar bunu siz yapabilirsin. Yapamayacağınız kısım vardır. Avukatın yapması gereken kısımlar vardır. Değil mi? İşi avukata bıraktığınız zamam sözlük anlamıyla tevekkül olur. Vekilliği oraya verdiniz. Sizin işiniz bitti mi oraya verdiğiniz zaman. Siz gereken her şeyi yine yapacaksınız orada. Siz size düşeni yapacaksınız. Yapamadığınız kısmı ona bırakacaksınız. Hepsini siz yapabilecek olsanız ona vermezsiniz değil mi? Tevekkül o. İşte bunu kavradığımız zaman Allah’a tevekkülün de ne olduğunu anlarız. Yani biz, yapacağımız her şeyi yapacağız. Yapamayacağımız kısmı C.Hakka bırakacağız. Zaten yapabileceğimiz şeyde de C.Hakkın yardımı olmazsa başarılı olamayız. Yani Allah’ı kendimize vekil etmiş oluyoruz. Ama bize düşen her şeyi yapmak şartıyla. Bazıları tevekkül derken: herşeyi Allah’a bırakacağız. Tarlayı Allah sürsün, tohumu atsın, bitirsin her şey olsun. Peki sen ne yapacaksın? Oturup yiyeceğim. Bari yeme işine de sen karışma. Değil mi? Onlar Allah’ın yarattığı hayvanların bir kısmı gelsin yesin. Mehmet Akif’in bir sözü vardır inşallah yanlış hatırlamam da. Eskiden şiiri çok severdim. Bizim imam hatip okulunun her yıl düzenlediği halka açık etkinliklerde ve mutlaka bir şiir okurdum. Fakat tabi artık üniversitede bu işi tamamen unuttuk. Ondan sonra hiç daha şiir kitabı açıp da okumak nasib olmadı. İnşallah yanlış hatırlamıyorumdur. Ne diyor; “yavrum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak, ayıp dilencilik işlerken el işlerken ayak, bir de tevekkül sokuşturup araya çevirdik onunla zavallı dini maskaraya” onun birinci mısrasını. Neyse, sizin de hatırınıza gelmedi. Sanki yani tevekkül demek: sizin iş sahasından çekilmeniz demektir. Öyle değil. Sen elinden geleni son noktasına kadar yapacaksın. Yapamayacağın kısmı C.Hakka bırakacaksın. Şimdi şuraya bakım “ve alellahi fel yetevekkelil mu’minin” şimdi bakalım ki burada müminler C. Hakka tam bir tevekkülde bulunmuş mu? İsterseniz siz Uhud savaşını tevekkül açısından dinleyin. Sonra bak C.Hakk şey yapayıyor yani onlara moral veren ayetler indiriyor.
ALİ İMRAN, 123.. Ayet: Ve le kad nesarekümüllahü bi bedriv: Allah Bedir’de size kesin bir yardımda bulundu”, “ve entüm ezilleh: siz zelil durumdaydınız” kötü durumdaydınız. Zelil durum ne? Hatırladınız mı? Esir aldıkları için zafer hakkını kaybetmişlerdi değil mi? Ne demişti Allah ENFAL, 67.. Ayet: Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra hatta yüshıne fil ard”: hiç bir nebinin savaş meydanında tam bir hakimiyet kurmadan, tam ezmeden esir alma hakkı yoktur. “türıdune aradad dünya vallahü yürıdül ahırah” siz dünyalık istiyorsunuz, hemen elinize geçecek şeyler istiyorsunuz, Allah sonrasını istiyor. Yani Allah, düşmanı ezip Mekke’ye girmenizi istiyor. Ondan sonra ne demişti: ENFAL, 68.. Ayet: “Lev la kitabüm minellahi sebeka”: eğer Allah’tan bir yazgı, Mekke’deyken Rum suresi bir zafer sözü olmasaydı. Gününü de C. Hakk vermişti. Yani 3 ila 9 yıl arasında Rumlar ile Persler’in savaştığı günde. Diyor ki; önceden Allah’ın sizin için zaferi yazmış olması olmasaydı. Yazınca meydana geliyor. “lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym: aldığınız şeyden dolayı size büyük bir azab dokunacaktı”. Yani diyor Allah burada; siz o zaman zaferi haketmemiştiniz ama hatırlayın Allah size zafer verdi. Yanlış yapmıştınız yani. Fakat biliyorsunuz bizde müslümanlar hiç bir zaman yanlış yapmaz. Hele başta Resulullah varsa asla. Resul yapmaz ama kim yapardı? Nebi yapardı. Resul yaparsa bunu canı ile öder. Bak şimdi burada nasıl meal vermişler. “Andolsun sizler güçsüz olduğunuz halde Bedir’de size yardım etmişti”. “Güçsüz” diyor bakın. Zelil kelimesine güçsüz manası veriyor, sayınız az. Hep böyle şey yaparak müslümanların önünde örnek olmasını engelliyorlar. Zelil kelimesi ne zaman güçsüz oldu. Tamam, güçsüz manasına da gelir ama zelil: aşağı durumda, yanlış, baskı altında. Neyin baskısı altında? C.Hakkın emrine uymamanın baskısı altında olan kişiler demektir. Mesela Ali İmran’ın baş tarafında sanki 12.ayet gibi geliyor aklıma. Bugün konuşmuştum Yahya sen baktın mı o ayete? 13’müş. Bak diyor ki; ALİ İMRAN, 13.. Ayet: “Kad kane leküm ayetün fı fieteynil tekata: karşılaşan iki gurupta sizin için ayet vardır”. Yani alacağınız bir ders vardır. Bir işaret, bir gösterge vardır. “fietün tükatilü fı sebılillahi: bir gurup Allah yolunda savaşıyor”, “ve uhra kafiratün: diğer gurup da kafir”, “yeravnehüm misleyhim ra’yel ayn: gözlerinde kendilerini iki katı görüyorlar”. Müslümanlar kendilerinin iki katı görüyorlardı Mekkelileri. Halbuki üç katıydı. Müslümanlar 213 yada 214 kişiydi. Onlar da 900 kişi kadardı. 900’e yakın sayıları vardı.“vallahü yüeyyi inne fı zalike le ıbratel li ülil ebsar” buna niye müslümanlar diyoruz? Çünkü bir başka ayette Enfal 47 miydi? Allah yardım istedimi neler yapar? ENFAL, 43.. Ayet: “İz yürıkehümüllahü fı menamike kalıla: Allah onları senin rüyanda sana az gösteriyordu” “ve lev erakehüm kesıral le feşiltüm”. “”Le feşiştum”, ‘feşile’ kelimesini az önce okuduk: ALİ İMRAN, 122.. Ayet: İz hemmet taifetani minküm en tefşela” dağılacak gibi yani cesaretleri kırılıyor. Eğer çok gösterseydi kesinlikle dağılırdınız, cesaretiniz kırılırdı. Başlarında nebi olmasına rağmen. Bak görüyormusunuz? İnsan bunlar. İnsan üstü varlık yok. Zaten böyle birisi bize örnek olur. Benim gibi korkusu, benim gibi endişesi olacak ki bu meseleyi nasıl başardığını göreyim, ben de ona göre onu örnek alayım. Değil mi? Yani müslümanlar malesef örneksiz bırakılmışlardır. Ondan sonra da girdikleri her yerde bekliyorlar yeşil sarıklılar gelecek, onlarla savaşacak. Biz de şöyle çay içelim, bir de kahve yapsanız çok iyi olacak. Böyle bir şey yok. Onlarla C.Hakk seni destekler ama meleklerle. Öyle yeşil sarıklı falan değil. Melek işte. Meleklerle Allah seni destekler ama zafer meleklerle kazanılmaz. Sen gayretini göstereceksin, C. Hakk yardım edecek. Diyor ki burada Allah “ENFAL, 43.. Ayet:.. ve lev erakehüm kesıral le feşiltüm ve le tenaza’tüm fil emri ve lainnellahe sellem: o zaman dağılır, işi aranızda tartışmaya başlardınız” yani zayıflar, tartışmaya başlardınız. Ama Allah bunu engelledi. İşi tatlıya bağladı deriz ya. “innehu alımüm bi zatis sudur”. Ondan sonra ENFAL, 44.. Ayet: Ve iz yürıkümuhüm izil tekaytüm fı a’yüniküm kalılev: karşı karşıya geldiğiniz zaman”. Vurada “izil takaytum” var ya. Sabahleyin de soruyordun ya. ‘İltika’ kelimesi Ali İmran 13.ayette de var. Onun için oradaki fail müslümanlar, şeyler değil. Ne diyor burada:ALİ İMRAN, 13.. Ayet: Kad kane leküm ayetün fı fieteynil tekata” karşılaşma sırası yani. Burada da karşılaştığınız zaman ne diyor Alah; “sizin gözünüzde onları az gösteriyordu”. Yani 3 katı olanı iki katı gösteyordu. Zaten burada diyor ya: “yeravnehüm misleyhim ra’yel ayn” yani rüyada değil, gözleriyle bakıyorlar: “bizim en fazla iki katımız”. Halbuki 3 katı olduğu halde 2 katı görüyorlar. Ondan sonra burada da ne diyor ayrıca? Mutlaka müslümanlar dememiz gerekiyor faile şundan dolayı: “ve yükallilüküm fı a’yünihim: onların gözünde de sizi az gösteriyor”. Müslümanlar zaten müşriklerin üçte biri. E onların gözünde de müşrikler müslümanları daha az görüyorlarsa kim bilir 6 da biri mi görüyorlar daha ne kadar görüyorlar. Dolayısıyla buradaki şeyin faili yani 13.ayeteki yeravnehüm” fiilinim faili müslümanlar. Başkası olmaz. Neyse şimdi esas konumuza gelelim. İşte orada bakım Allah insanları hazırlıyor, emirler veriyor falan. Ama sonunda bir yanlış yapıyor Resulullah ve müslümanlar. Nebiyullah diyelim, resul sıfatıyla değil Allah’ın nebisi ve müslümanlar yanlış yapıyor, diyorki “önceden size olan sözüm olmasaydı kaybedecektiniz”. Büyük bir azab, büyük bir yenilgi alacaktınız diyor Enfal 67’de. Evet.
Tekrar konumuza geçelim. İşte burada Allah onu hatırlatıyorALİ İMRAN, 123.. Ayet: Ve le kad nesarekümüllahü bi bedriv ve entüm ezilleh” kötü durumdaydınız. Kötü durumda olmalarının sayı işe şunla bunla ilgisi yok. Sayıya bakarsanız Uhud’da daha kötü. Çünkü onlar 3 bin kişi, müslümanlar 700 kişi. 4 katından fazla değil mi? “fettekullahe lealleküm teşkürun”: Allah’tan korkun, Allah’tan çekinin. C. Hakka karşı dürüst davranın, doğru işler yapın belki şükredersiniz. Niye şükrediyor? Çünkü Allah size o zaman başarı verir, ya Rabbi şükür dersiniz. ALİ İMRAN, 124.. Ayet: “İz tekulü lil mü’minıne: o müminlere şöyle diyordun” güçsüzleşip dağılacak durumda olanlara diyordun ki. Tabi diğerleri de duyuyor: “eley yekfiyeküm ey yümiddeküm rabbüküm bi selaseti alafim minel melaiketi münzelın” şimdi karşı taraf 3 bin değil mi? C. Hakkın size 3 bin tane melekle yardım etmesi yetmez mi? Çünkü melekler karşı ordunun içine gider, her birisini moralman çökertir ama hiç birisi meleği görmez.
ALİ İMRAN, 125.. Ayet: Bela in tasbiru ve tetteku: hayır!” 3 bin diyor Resulullah ama öyle değil diyor: sabırlı olur, koruma tedbirinizi alır uani gereğini yaparsanız, “ve ye’tuküm min fevrihim” yani onlar böyle ansızın baskın yaparlarsa size karşı gelirlerse, mesela şu anda hemen gelseler “haza yümdidküm rabbüküm bi hamseti alafim minel melaiketi müsevvimın: herbiri işaretli 5 bin melekle size yardım eder. 3 bin de değil yani. Daha da fazla. Dolayısıyla C.Hakk bak burada moral da veriyor. Yani daha düşmanla karşılaşmadan önce bu morali Allah müslümanlara veriyor. Bu moral Bedir’de yok. Bedir’de önceden böyle bir şey söylenmiyor. Evet, yardım ediyor meleklerle ama böyle olacak demiyor Bedir’de. Fakat burada söylüyor. Peki meleklerin gelmesi nasıl bir sonuç doğuracak? Onlar savaşacak biz bakacak mıyız? Diyor ki Allah
ALİ İMRAN, 126.. Ayet: Ve ma cealehüllahü illa büşra leküm” bu sadece size müjde olsun diye Allah melekleri gönderiyor. Yoksa meleklerin gelmesiyla zafer olmaz. “illa büşra leküm ve li tatmeinne kulubüküm bih: içiniz yatışsın, rahat edesiniz” korkunuz gitsin diye. Başka bir şey değil “ve men nasru illa min ındillahil”: zafer meleklerle elde edilmez, Allah katındandır zafer. Allah’ın emrine uymazsanız zafer yok. Her konuda böyle. Siz günlük hayatınızda da bakın. Ne yaparsanız yapın C. Hakkın emrine uyacaksınız. Günlük işlerinizde, ticaret hayatınızda, aile hayatınızda, her yerde. Şu şeyi unutmayalım sık sık hatırlayalım. Adem’in Havva ile o bahçeden çıkarılmasından sonra İblis de onlarla beraber, Allah ne demişti? “İhbitu minha cemian: hepbirlikte oradan inin”, “fe imma ye’tiennekum minnu huden: size benden bir rehber gelirse”, “fe men tebia hudaye: benim rehberime kim uyarsa”, “ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: üzerlerinde korku olmaz üzülmezler de”. Bu, hayatın tamamı ile ilgili. Siz kurana uyun, korku ve üzüntüden kurtulursunuz. Her yerde bu kural geçerli. ALİ İMRAN, 125.. Ayet: “Bela in tasbiru ve tetteku: sabreder ve kendinizi de korursanız” gevşetmeyeceksiniz. Gerekeni yapacaksınız. Zaten kendini korumak, üzüntüden ve korkudan korumaktır. Onu da korumanın tek şartı ne? Allah’ın emrine uymaktır. “İn tasbiru ve tetteku ve ye’tuküm min fevrihim haza: hemen şöyle bir ani baskın yapacak olsalar”, yümdidküm rabbüküm bi hamseti alafim minel melaiketi müsevvimın:rabbiniz işaretli meleklerden 5 bin tanesiyle size yardım eder”.
ALİ İMRAN, 126.. Ayet: Ve ma cealehüllahü illa büşra leküm: bu Allah sadece size müjde olsun diye yapmış”, “ve li tatmeinne kulubüküm: içiniz yatışsın diyedir”, “ve men nasru illa min ındillahil: zafer sadece Allah katındandır”, “azızil hakım: güçlü ve doğru karar veren Allah katındandır”. Niye C.Hakk size bu şekilde yardım ediyor?
ALİ İMRAN, 127.. Ayet: Li yaktaa tarafem minellezıne keferu” o gerçeği gördüğü halde inanmayan, onunla savaşmaya gelen,sizi öldürmeye gelen kafirlerin bir bölümünü/bir tarafını kessin yani zayıflatsın, “ev yekbitehüm fe yenkalibu haibın” yada Allah onları bozguna uğratsın, kaybetmiş olarak geriye dönsünler diye. Şimdi burada bir şey var. Düşmanla ilgili C. Hakkın koyduğu bir kural var. Bu da Resulullah’a hitaben söyleniyor. Diyor ki Allah;
ALİ İMRAN, 128.. Ayet: “Leyse leke minel emri şey’ün: burda sana düşen bir şey yok”, “ev yetube aleyhim” buradaki ‘ev’ ‘iza en’. Arapça bilenler açısındam diyorum. Çok fazla bilinmeyem bir kural olarak gördüm. Tefsirlerde de buna dikkat edilmiyor çoğu yerde. Bu tür yerlerde ‘ila en’, ‘hatta en’ gibi manalar verilir. ALİ İMRAN, 128.. Ayet: “Leyse leke minel emri şey’ün ev yetube aleyhim: Allah onların tevbelerini kabul edinceye kadar”. Allah onların tevbelerini kabul edebilir. Yani burada sana düşen bir şey yok. Sen onu düşünme. Savaş ise savaş kuralını uygula. C. Hakk onların tevbelerini kabul eder-etmez. O anda da tevbe edebilirler mümin olurlar. Zaten mümine yapılacak muameleyi yaparsın. “ev yüazzibehüm: yada azab eder”, tevbelerini de kabul eder azab da eder. Mesela Uhud’da müslümaları perişan eden Halid B. Velid ne oldu? Sonra Seyfullah oldu. İslamın kılıcı oldu. Tevbekar oldu gitti yani. Yada onlara azab eder diyor. “fe innehüm zalimun: çünkü onlar yanlış yapıyorlar”. Çünkü onlar zalimlerdir diye tercüme ediliyor ya. Bu zulüm kelimesi zalimler diye tercüme edildiği zaman bizim türkçemize uymuyor. Türkçedeki zalimlik kelimesinin başka aralçadaki başka. Arapçada zulüm; “vad’u şey’i mevduihi” yani “bir kimsenin yapmaması gereken bir şeyi yapmasıdır” zulüm. Bunun karşılığı türkçede nedir: “yanlış yapmak”tır. Böyle yapmamalıydın, şöyle yapmalıydın dediğin zaman yanlış yapmışsın dersin değil mi? Dolayısıyla türkçeye kuranda geçen zulüm kelimeleri nadiren bizdeki zulme uyan şeyler de var ama çoğunlukla “çünkü onlar yanlış yapıyorlar”. Niye? Biliyorlar ki siz hak yoldasınız, sizinle savaşmak için geliyorlar.
ALİ İMRAN, 129.. Ayet: Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard: göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır”, “yağfiru li mey yeşaü”. “Yağfiru: Allah bağışlar”, “limen: o kişiyi ki”, “yeş’au: o kişi şey eder”. Yani bağışlanma tarafını tercih eder. Müslümanların yaptıkları savaş, bir tebliğ niteliğindeki savaştır. Öyle bir savaş yapacaksınız ki karşı tarafa tebliğde bulunacaksınız ona. Yani savaşa gelmiş olan kişi diyecek ki; “ya şu insanlara bak ne kadar şey. Savaşta bile şu tavırlarına bak” diyecek ve size karşı büyük bir hayranlıkla gelip tevbe edecek ve aranıza katılacak. İşte Bedir ve Uhud savaşından sonra Mekkeliler’in çok büyük bir bölümü müslüman olmaya başladı yavaş yavaş. “Yağfiru li men yeşaul mağfirate” demektir. Şae fili mutlaka mef’ul olan bir fiildir. “ Li men yaktarul mağfirate” yani af tarafını tercih eden kişiyi Allah affeder. “ve yüazzibü mey yeşa: azab tatafını tercih edene de azab eder”. Sen yaptın, neticesine de katlanacaksın. Hepiniz biliyorsunuz ama tekrarlamakta fayda var. Mesela mealde ne diyor: “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır, dilediğini bağışlar dilediğine azab eder”. Böyle bir mana verdiğiniz zaman yukarıdaki şeylerin hepsinin anlamı kayboluyor. O zaman insanların gayreti, çalışmasının ne anlamı kalıyor. Siz gayet iyi biliyorsunuz ama tekrar hatırlatayım. Bu şae fiili, arapçaya mahsus değil bütün dillerde bir ortak kural vardır. Bir fiilin kök anlamı, o fiilin bütün kiplerine aynen yansır. Bir ‘gelmek’ diye kök anlam var. ‘Geldi’ dediğiniz zaman o gelme fiilini geçmiş zamanda yapmış manasında olur değil mi? ‘Gelecek’ dediğimiz zaman da gelme fiilini gelecek zamanda yapacak demektir. Ama o kök anlam değişmez. Gel dediğiniz zaman o gelme fiilini hemen yerine getir diye emir vermiş oluyorsunuz. Hangi dile bakarsanız bakın bu evrensel bir kuraldır. Tabi ki arap dilinde de zaten öyledir. Onu açık olarak da yazar sarf kitapları. “Şae” fiilinin mastarı “şey” dir. Medine’deki hocalara sordum: şae fiilinin mastarı nedir” dedim. Dediler; “şey. Bunu bilmeyecek ne var”. Sen bilmiyor musun manasında. “Peki bir fiilin anlamı nerden alınır” dedim. “Mastardan”. Çok basit sorular soruyorsun demek istiyor. “Peki şae nin manası nedir?”. “İrade etmektir, erade”. “Peki şey’de irade manası var mı?”, “yok. Aaa!”, şaşırdılar. Çok basit bir şey ama düşünmediğiniz zaman kaybediyorsunuz. Şey kelimesi irade manasına mı geliyor ki şae ye irade etti manasını veriyorsunuz? Bu kelimelerle oynama işi biliyorsunuz yahudilerin çokça yaptığı bir şeydir. Zaten ‘şey’e hiç kimse irade manası vermeyeceği için tutmuşlar arapların hiç kullanmadığı yada çok az kullandıkları bir mastar mim’i meşiyet, mef’ile vardır. Mef’ile kalıbında arapların hiç bilmediği meşiyet diye yeni bir kelime uydurmuşlar. Bizim türkçede de yapıyorlar ya uydurma kelimeler. Demişler ki; Meşiyet, şae fiilinin mastarıdır”. Meşiyeti araplar bilmediği için istediğin anlamı yükleyebiliyorsun. Oradan şae’ye geçiyorsun, irade manası veriyorsun. Bu da 3.asırdan itibaren başlamış. O zaman kuran, kendisi ile çelişen yapı haline bürünmüş verdikleri yanlış anlamlardan dolayı. İşte burada da görüyorsunuz. Yukarıdan beri söyledikleri ne buradaki ne! Onun için burada diyor ALİ İMRAN, 129.. Ayet: Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard* yağfiru li mey yeşaü” “şey yapanı Allah bağışlar”. Ne yapanı yani? “Yağfiru” diyor, o zaman mağfiretle ilgili bir şey yapan demektir. İnsan anlar fiili düzgün kullanırsan. Burada böyle olduğu zaman fail o kişi oluyor ama “dilediği” dediğin zaman fail Allah oluyor. Kişinin hiç bir etkisi kalmıyor. “vallahü ğafurur rahıym: Allah gafur ve rahimdir”. Yani çok basit bir dil kuralı. Gerçekten inanılır gibi değil. “Essıhhah” diye bir çok eski bir lugat vardır. 3.asırda oluşmuş bir lugat. Şöyle diyor; “şae yeş’au meşiyeten” bunu hangi arapçacı söyleyebilir! Arap dilini bilen birisi şae’ye “yeşau meşiyeten” demez. Çünkü meşiyet mastardır ama mastar mimidir. Asli mastar değildir. Bir kurala göre türetilmiş mastardır. Bir dilci bunu nasıl söyler? Ama söylüyorlar. Belki o yazmadı da sonradan onun yerine yazmış olabilirler. Sözlükleri bile bu şekilde bozmuşlar. En eski sözlükleri bile bozmuşlar. Yani burada C. Hakk lutfediyor. Şae fiili epey zaman benim dikkatimi çekmişti. Ya bu nebiçim bir şey diye sürekli düşünüyordum. İşte C. Hakk nasib etti. Hani diyor ya Allah; “:Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ: bizim yolumuzda gayret gösterenleri mutlaka yolumuza yönlendiririz”(ANKEBUT 49). Allah’ın bu vaadi ile birden bire uyandım dedim “Allah Allah ya! Bunun mastarı ‘şey’, o zaman manası asla “erade” olamaz. Öyleyse ne olacak?”. Bir araştıralım dedik, bütün arkadaşlarla yıllarca ara, ara, Maturidi’nin yeni yayınlanan tefsirinde bulabildik. O da 4.asırda vefat etmiş olan(333 idi vefatı) bir zattır. Yani tefsirlerde bile anlamı değiştirmişler. Çünkü siz bunu değiştirmezseniz müslümanları kaderci yapamazsınız.
Peki şimdi gelelim sonuca. Gerçi buralarda C. Hakk bildirmedi ama Uhud savaşında müslümanlar yine tam zafer elde etmeden ganimet toplamaya başladılar. Halbuki Allah ne diyordu Muhammed suresinde; “düşmanı iyice ezinceye kadar”. İyice ezmediler. Benzer şeyi Bedir’de yaptılar, Allah söz verdiği için zaferi verdi. Uhud’da Allah’ın böyle bir zafer sözü var mı? Olmadığı için ne oldu? Cezalarını çektiler. Çok ağır bir darbe aldılar. Sonra Resulullah toparladı, tekrar güçlü olduklarını gösterdi. Burada şu ortaya çıkıyor: bakın o kadar melekler geliyor, şu oluyor, bu oluyor ama siz gerekeni yapmazsanız Allah asla zafer vermez. Zaten dedi; “meleklerin gelmesi sizin zafer kazanmanız demek değildir” dedi değil mi? Öyleyse, inancımızı düzeltmek zorundayız. Bizde dikkat ederseniz en dikkatlimiz bile o kader inancının etkisi altındadır. Çalışır, çalışır biraz iş zor geldi mi “amaan ne olacaksa olsun”. Ne olacaksa olsun değil. Bıraktın mı kaybedersin. Sonına kadar yürüyeceksin. Nefesin kesildi? Kesilsin, devam et. Allah sana yenş nefesler verir hiç korkma. Ve zafer o zaman elde edilir. Başka zaman değil. Evet dikkat edin bakın başta Resulullah var. İşte sahabe var. Bedir ve Uhud savaşını görüyorsunuz. İşte böyle bir nebi, böyle insanlar bize örnek olur ve buradan alacağımızı alırız değil mi? Hayalci olmayız, ciddi ciddi işler yaparız.