Ali İmran Suresinin 100. ayetinden itibaren başlıyoruz. Onu geçen hafta okumuştuk ama şimdi bu şeyde, bu ayeti kerimede Allahu Teala şöyle diyor: “Ya eyyühellezine amenu, müminler, intudiu ferikan minellezine utül kitabe yeruddukum ba’de imanikum kafirin. Kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir grubuna itaat ederseniz imana gelmenizden sonra sizi kafirler haline getirirler.” Şimdi bu ayeti kerimede ehli kitaba itaat ederseniz demiyor. Allah onlardan bir grubuna itaat ederseniz diyor. Çünkü ehli kitabı biliyorsunuz, kendisine kitap verilmiş olan, ellerinde kitap bulunan ve bir peygambere, Allah’ın bir nebisine tabi olan kişiler. Bizde ehli kitap denilince akla gelen Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ama Hac Suresinin 17. ayetinde Mecusiler ve Sabiler de ehli kitaptan sayılırlar. Sadece onlar değil tabii ehli kitaptan olanlar. Kendine kitap verilmiş olan çok sayıda nebi var ve o nebilerin dünyanın her tarafına dağıldığını biliyoruz. Onların dinlerinin kalıntıları dünyanın hemen her yerinde var. Yine biz Ali İmran Suresinin 81. ayetinden bir şey biliyoruz. Orada Allahu Teala diyor ki: “Veiz ehazallahu misaken nebiyyin. Allah bütün nebilerden kesin söz aldı.” Ne dedi onlara? “Lema ateytukum min kitabın ve hikmeh, size bir kitap ve hikmet veririm de, sümme caekum rasulun musaddikun lima maakum, sizinle beraber olanı tasdik eden bir rasul gelirse, le tu minunne bihi vela tensurunne, ona kesinlikle inanacak ve yardımcı olacaksınız. Kale eekrartum ve ehaztum ala zalikum ısri, dedi ki: Kabul edip de buna karşılık benim ağır yükümü yüklendiniz mi? Kalu akrarna, dediler ki: Evet, ikrar ettik, kabul ettik. Kale feşhedü ve ena meakum mineşşahidin, Allahu Teala dedi ki: Siz şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım dedi.”
Şimdi, kendisine kitap verilen bütün gruplar son nebi olan Muhammed (s.a.v.)’e inanmak zorundadırlar. Zaten şeyde, bir ayeti kerimede, “ve iza semiu ma unzile ilel rasul…” Maide Suresinde miydi? “Tera a’yunehum tefizu mineddemi mimma arafu minen hak” Maide 83 değil mi? Tamam! Maide 83. ayet. Kaçıncı sayfa? 121. sayfa evet! Şimdi bakın o az önce okuduğumuz ayetle bunu birlikte anlamaya çalışalım. Yani Ali İmran 81 ile bunu birlikte anlamaya çalışalım. Diyor ki Allahu Teala: “Ve iza semiu ma unzile ilel rasul. Bu rasule indirilmiş olanı dinledikleri vakit. Tera a’yunehum tefizu mineddemi. Görürsün ki gözlerinden yaşlar akıyor, gözleri yaşla dolmuş.” Niye? “Mimma arafu minen hak. Gerçeği anladıkları için.” Diyorlar ki tamam işte beklediğimiz kitap gelmiş, nebi gelmiş. Ondan sonra ne derler? Hani şeyi takip edelim, “le tu minunne bihi, ona kesinlikle inanacaksınız” diye söz almış ya Allahu Teala onlardan! Bunlar ne diyorlar? “Yekulune Rabbena amenna, yarabbi inandık derler. Rabbena amenna. Fektubna maaşşahidin. Bizi şahitlerle beraber yaz derler.” Şahit ne demekti? Eşhedü diyenlerden, yani ben şahidim ki demiş oluyor orada. Neye şahit? O rasulun geldiğine şahit değil mi? Demiş oluyor ki: Eşhedu enne muhammeden rasulullah. Ben şahidim ki Muhammed Allah’ın rasulüdür. Yani beklediğim rasul gelmiş. “Fektubna maaşşahidin” diyor. “Bizi şahitlerle beraber yaz! Vema lena la nu’minu billah. Yani biz niye Allah’a inanmayacakmışız ki?” İşte Allah’ın kelamı ortada. “Vema caena minel hak. Bize gelmiş olan bu gerçeğe niye inanmayalım? Ve nadmeu en yudhılena rabbüna meal kavmis salihin. Bütün arzumuz rabbimizin bizi Salihler topluluğuyla birlikte kendi rahmetine, merhametine, ikramına mazhar etmesidir, oraya sokmasıdır. Fe esabe humullahu bima kalu, bu sözlerine karşılık Allah onlara sevap olarak karşılığını verdi.” Neyi? “Cennatin terci min tahtihel enhar, içinden ırmaklar akan cennetler, cennetleri bunlara karşılık olarak verdi.” Yani şimdi ölürlerse cennete giderler demektir. “Halidine fiha, ölümsüz olarak kalmak üzere. Ve zalike cezaul muhsinin, işte Muhsin olanların karşılığı budur.” Muhsin ne demek? Samimi davranan demek. Yani içi neyse dışı da o! Güzel davranıyor, doğru davranıyor. Pekiyi? “Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina, bir de kafir olan ehli kitap var.” Kafir neydi? Gerçeği örten! Yani çok iyi anlıyor ki bu Allah’ın kitabı, bu kişi de Allah’ın elçisi, ama hesabına gelmiyor. Gerçeği örtüyor. İşte onlar da ne yapıyor? Yalan söylüyorlar. “Kezzebu bi ayatina, ayetlerimiz karşısında yalan söylüyorlar.” Ayetleri yalanlıyor değil de yalan söylüyorlar, ayetlerimiz karşısında yalan söylüyorlar. Yani bütün gerçek ortaya çıktığı halde yalan söylüyor. “Ulaike eshabul cahim, onlar da cehennem ashabıdır, o alevli ateşe gireceklerdir.” (Maide 5/83-86) Çünkü bu nebi geldi, inanmadınız.
Şimdi demek ki iki grup ehli kitap; Bir grup inanıyor, bir grup da inanmıyor. Kendisine Allah’ın kelamı tebliğ edildiği zaman, ben niye inanmayacağım ki, bu Allah’ın kitabı, tabii inanırım der. Şimdi o ikinci grubu biraz daha ayrıntılı olarak açıklayan Bakara Suresinin ayeti var.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Efendim? 109 değil! 146. ayet, 22. sayfada. Bak diyor ki burada: “Ellezine ateyna humul kitabe, kendilerine kitap verdiklerimiz var ya! Ya’rifunehu,” buradaki rasule de gider, kıblenin değişmesine de gider. Yani esas olan kendilerine gelen kitabın Allah’ın kitabı olduğunu anlamalarıdır. “Kema ya’rifune ebna ehum, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” Yani şimdi sizden her hangi biriniz kendi oğlunuzu, kendi kardeşinizi milyonlarca insanın içerisinde görseniz, acaba bu o mudur diye şüphe eder misiniz? Bir başkası, yok bu o değil dese, ne diyeceksiniz? Benim oğlumu sen mi bana tanıtacaksın dersiniz değil mi? Yani en küçük şüphe duyulur mu? Pekiyi bu kadar kesin olarak bildikleri halde ne yapıyor? “Ve inne ferikan minhum, onlardan bir grup, le yektumunel hak, gerçeği gizliyorlar.” Şimdi bak burada gizleme kelimesi, öbüründe neydi, örtme kelimesi. Örtme ile gizleme aynı şey değil mi? Bir şeyi niye örtersiniz? Gizlemek için! “Vehum ya’lemun, bile bile, bile bile gizlerler.” İşte burada, yani bu günkü derste okuduğumuz ayette diyor ki Allahu Teala: “İntudiu ferikan minellezine utul kitap.” Yani bize hitaben, “Ya eyyuhellezine amenu, ey müminler” diyor Allahu Teala, “intudiu ferikan minellezine utul kitap, kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir grubuna itaat ederseniz.” Hangi grup o? Gerçeği bile bile gizleyenler grubu. Gerçeği bile bile gizleyenlere itaat ederseniz, “yeruddukum ba’de imanikum kafirin. İnanmanızdan sonra sizi” ne yaparlar? “Kafirliğe döndürürler. Kafirliğe döndürürler.” Yani biliyorlar ki bu Allah’ın dini, sizi kafirliğe döndürürler.
Çünkü önceki ümmetlerde, herkes tarafından biliniyor ki son nebi geldiği zaman, bunun dini tüm dünyaya hakim olacaktır. Mesela bu ayetlerden Fetih Suresindekini hatırlayalım. 48. sure, 513. sayfa, 28. ayet: “Huvellezi ersele rasulehu bil huda, rasulünü o hüda ile, o hidayet ile gönderen odur.” Hidayet nedir? Doğru yol değil mi? Doğru yolda olan kişiye ne denir? Mehdi denir, mehdi! Mehdiye doğru yola getiren diye mana verirler de değil! Doğru yolda olan kişi demektir. Pekiyi şimdi doğru yola getiren en son kişi kimdir? Muhammed (a.s.)’dır. Öyleyse beklenen mehdi kim? O’dur! İşte beklenen mehdi O’dur! Bak ayet ne diyor? “Huvellezi ersele rasulehu bil huda. Elçisini bu hidayetle gönderen.” Hidayetle gelen kişiye, hidayete ermiş kişiye mehdi denir. Hidayete erdiren kişi diye anlam veriyorlar ama yanlış yani! Mehduyun, mehdiyun yani hidayete ermiş kişi. Öbürüne hadi derler. Doğru yolu gösterene. Tabii kendisi doğru yoldaysa doğru yolu gösterecektir, ona da şüphe yok! Elbette ki gösterecektir. Hadiyen diye de geçmişti değil mi bir ayette, hadiyen ve mübeşşiran ve nesira… Rasulullah’la ilgili hadiyen kelimesi yok mu?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Ve mübeşşiran ve nezira… Hatırlamıyor musun?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: “Ve inneke letehti ila sırati mustakim” var tabii! Daha net bir şekilde. “Elbette sen doğru yolu gösterirsin.” (Şura 42/52) Dolayısıyla bütün nebilerin beklediği mehdi bu! Bu mehdi sebebiyle Allah’ın dini tüm dünyaya hakim olacak. İşte burada da diyor ki Allahu Teala: “Huvellezi ersele rasulehu bil huda ve dinil hak. O Hak’kın diniyle, Allah’ın diniyle rasulünü o hidayetle gönderen O’dur.” Niye? “Liyuzhirahu aleddini kullihi, dinlerin tamamının üzerine onu üste çıkarsın diye.” Herkes Müslüman olsun manasına değil, her yerde bu dinin üstünlüğü anlaşılsın. Her yerde bu dinin üstünlüğü anlaşıldığı zaman ne olur? Bir kısmı bu dine teslim olur, mümin olur, bir kısmı da bu dini reddeder, kafir olur. Ama herkes de konumunu bu dine göre belirler. O zaman asıl belirleyici ne olmuş olur? Bu din olur! “Liyuzhirahu aleddini kullihi,” o demek! Yani herkes Müslüman olsun manasına değil! Bu din herkesin üzerinde hakimiyetini kursun anlamında. Bazıları teslim olarak mümin sıfatını alır, bazıları karşı çıkarak kafir sıfatını alır. İşte şimdi son nebi, son rasul, beklenen mehdi odur, gelmiştir.
Pekiyi şimdi, mehdiyi bekliyor. Kim? Yahudiler. Kim? Hıristiyanlar. Kim? Zerdüştler. Kim? Gidin Brahmanlar. Git, kim? Sabiler. Hepsi bekliyor. İşte o şia dediğin şey, Zerdüştlüğün etkisi. Şimdi bu mehdiyi hepsi bekliyor. Pekiyi niye bekliyorlar? Çünkü gelene inanmadıkları için, şimdi şeyi düşünün, Ali İmran Suresinin 81. ayetini tekrar düşünün! Allahu Teala bütün nebilerden söz alıyor. Tabii nebiler zikrediliyor ama ona inananlar esas kastedilmiş oluyor. Mutlaka inanacaksınız dediği için hepsinde gelecek nebiye inanma diye bir imanın şartı vardır, bizde olmayan bir şart vardır. Çünkü bizde artık son nebi gelmiştir, bundan sonra artık gelecek bir nebi yoktur. E şimdi gelen nebiye inanmazsanız o inanç devam eder, değil mi? Pekiyi ne diyeceksiniz? O zaman mehdi diyeceksiniz, Yahudiler hem Mesih’e yani İsa (a.s.)’a, hem Muhammed (a.s.)’a inanmadıkları için onlar da daha Mesih gelmedi, Mesih gelsin diye bekliyorlar. Şimdi gelmiş inanmamışlar ya! Hıristiyanlar da Muhammed (a.s.)’a inanmak istemedikleri için İsa’yı bir daha getirmeye çalışıyorlar. Bir türlü gelmiyor o da. Ne kadar uğraşıyorlarsa olmuyor.
Pekiyi şimdi bunların hepsini anladık da, birisi Mehdi’yi getirmeye çalışıyor, birisi İsa’yı getirmeye çalışıyor, birisi Mesih’i getirmeye çalışıyor. Mesih’le İsa’yı birleştiriyorsunuz Yahudi ve Hıristiyanlar bir noktada ittifak ediyor. Hepinizi anladık da kendisine Müslüman diyenler, sizin derdiniz ne? Size ne oluyor ya? Pekiyi şimdi kendisine Müslüman diyenler hangi konumdalar? Şimdi bu Allah’ın kitabı değil mi? Pekiyi ben bu kitaba inanan birisi olarak ehli kitap değil miyim? Pekiyi ben, hem bu kitaba inandığımı söyler hem de bu kitabın bazı ayetlerini görmezlikten gelirsem Yahudilerden ne farkım kalır? Hıristiyanlardan ne farkım kalır? Bakın şimdi burada iki tane kelime geçti, lütfen çok dikkat edelim! Bakara 146’da ne dedi? “Ve inne ferikan minhum leyektumunel hakka.” Bizim Türkçemizde de kullanılan bir kelimedir, ketmetmek. Gerçeği ketmederler. Yani gizlerler. Şimdi bu gerçeği ketmedenlere bir başka yerde Allahu Teala Maide Suresindeki ayette ne dedi? “Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina.” (Maide 5/86) Bak orada ketmetme, yani gerçeği biliyor, ketmediyorlar dedi. Gerçeği bilip de gizleyen, gerçek dışı konuşan kişiye ne derler? Yalancı derler. Bak şimdi ketmetmek gizlemek, küfür de örtmek. Örtmek gizlemek içindir değil mi? Ben şimdi buradaki suları Yahya görmesin, sadece ben içeyim der üstünü örtersem, hem bu gizlemiş olurum hem örtmüş olurum değil mi? Örtmeyi gizlemek için yapmış olurum. İşte burada diyor ki yani Maide Suresinin 86. ayetinde: “Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina, ayetlerimizin üstünü örtüp ayetlerimiz hakkında yalan söyleyenler.” Niye yalan söylemişlerdi? Ne var da şimdi, “ma vellahum an kıbletihimulleti kanu aleyha,” (Bakara 2/142) bu kıbleyi çevirdiler ki yani herkes, Kudüs’e doğru namaz kılınıyordu, niye Kabe’ye çevirdiler? Çünkü Yahudiler beş vakit namazı kılıyorlardı. Nasıl olsa da Muhammed, Allah’ın elçisi olduğunda hiç şüpheleri yok! Bari gelip namazları onun arkasında kılalım. Kıble de Kudüs’e doğru! Nasıl ki kıble Kabe’ye çevrildi ise “ma vellahum an kıbletihimulleti kanu aleyha.” Ne oldu ki bunlara, ne oldu da değiştirdiler bulundukları kıbleyi diyorlar. E bilmiyor musun bunun böyle olduğunu? Biliyor ama gizliyor. Gizliyor! İşte burada da diyor ki: “Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina, örten ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenlere gelince, ulaike eshabul cahim, onlar cehennemliktir.” (Maide 5/86)
Şimdi ketmetme ve küfür, aynı kelimeler bizim için de geçiyor biliyorsunuz. O hangi ayetteydi bakayım, söyleyin. Siz söyleyin!
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Bakara 159 ve devamı, evet! Az önceki sayfanın hemen karşısı değil mi? Evet,23. sayfada. Bak diyor ki burada Allahu Teala: “İnnellezine yektumune ma enzelna minel beyyinati vel huda. İndirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve doğruyu gösteren ayetleri gizleyenler varya!” Şimdi bu işi siz çok yakından biliyorsunuz. Ben Kur’an’ın aşığıyım, ben Kur’an’a kurban olayım, Kur’an benim baş tacımdır, Kur’an olmasa… böyle şiirler dizen insanlar var. Pekiyi Kur’an’ın ayetlerini gösterdiğiniz zaman görmezlikten geliyorlar mı, gelmiyorlar mı?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Görmezlikten geliyorlar değil mi? Üstünü örtüyorlar. Ne biçim bir Müslümanlık ki? Bu gün bir haberlerde gördüm, efendim son zamanlarda yeni Müslümanlıklar icat ediliyormuş, bunlara karşı dikkat etmek lazımmış! Yeni başlamış, şimdiye kadar hiç yokmuş yeni Müslümanlık da! Müslümanlık nerede vardı ki son zamanlarda değiştirilsin? Yani sizin bu kitaplarınızda Müslümanlık mı var? Kur’an’sız, sünnetsiz Müslümanlık! Hani Müslümanlık ki! Ayetleri ortaya koyduğun zaman insanlar inanıyor mu?
Dün vakfa iki kişi geldi Araplardan. Namaz konularında, namaz vakitleri konusunda doktora yapmış, epeyce toplantılara şey etmiş, bayağı böyle kitaplar yazmış, o kitabın kalınlığı bunun iki katı falan var. Sen yoktun! Sen var mıydın? Görmedin ha! Epeyce şeyler yazmış böyle küçük kitapçıklar yazmış falan. Çok sayıda toplantılara katılmış. Dedim ki: Gecenin üçte biri diye bir terim var, nasıl hesap edersin dedim gecenin üçte birini? Dedi: İşte güneşin batmasıyla fecri sadık arasını ölçeriz, kaç dakika? Üçe böleriz, üçte biri ortaya çıkar. Hangi saatte ölçeceksin dedim? Rasulullah İsviçre saati mi kullanıyordu dedim? Yoksa elektronik saat miydi, neydi dedim falan? Tabii sustu! Pekiyi yatsı namazının son vakti ne zamandır? Sabah namazına kadardır. Pekiyi bu konuda bir ayet var mı? Yok! Hadis var mı? Yok! Pekiyi ne var? İcma var! Ulan, ayete aykırı, hadise aykırı, dört mezhebin ulemasının sözüne aykırı icma mı olur? Ne oldu? Yahudi ve Hıristiyanların ya da Hıristiyanların konsillerinden farkınız ne? Sonra o icmayı nerede yaptınız, nerede toplandınız da o icma kararını aldınız? Söyleyin bakayım bana! Bu ne biçim Müslümanlık ya? Ayet söylersiniz, yok! Rasulullah’ın sözlerini söylersiniz, yok! Ulemanın kendi bu günkü uygulamalarına aykırı görüşlerini söylersiniz, kabul etmez! O zaman siz dine uymuyorsunuz, dini kendinize uyduruyorsunuz.
Gerçekten işler kolay değil! Şeyi tenkit etmek çok kolay, Yahudi ve Hıristiyanları o kadar çok tenkit ediyoruz ki! Aman efendim şöyle böyle! Pekiyi hiç düşündünüz mü, bu gün İncil’in içerisinde, yani Kur’an’ı Kerim’in tasdik ettiği bir kitap olan İncil. İncil’in içerisinde Pavlus’un ve Petrus’un mektupları var, değil mi? İncil’in bir bölümü, İncil’in bir parçası. Bunun olduğunu Müslüman ulema büyük bir zevkle söyler de hadis kitaplarında bu şekilde uydurma rivayetler olabileceğini, hani onların kutsadığı bir takım, Buhari, Müslim falan var ya, kabul edemezler. Yav nasıl oluyor? Oraya bunu, İncil’in içerisine sokabilen insanlar, buraya sokamıyor mu? Şeytan ihtiyarladı mı, ne oldu? Biraz aklınızı çalıştırsanıza, kafanızı çalıştırsanıza, ne oluyor size ya? Pekiyi şimdi İncil’in içerisine Pavlus’un, Petrus’un mektuplarını soktular diye biz İncil’i atıyor muyuz? O zaman hadislerin içerisine de bir takım uydurmalar koydukları zaman tabii ki hadisleri de atmayacağız. Ama uyanık olmak zorundayız, akıllı olmamız lazım! Bakıyorsunuz ki artık yep yeni bir din ortaya çıkmış. Sanki şimdi ortaya çıkmış gibi konuşuluyor. Ne şimdisi yav? Ne şimdisi? Ben gerçekten anlayamıyorum. Bazı insanların böyle maddi imkanları olduğu zaman, siyasi mevki makamlar ihdas ettikleri zaman müthiş bir zekaları artıyor ya, çok büyük alim olmaya başlıyorlar. Artık ilimlerine yetişilmiyor. Nasıl olsa ağızlarından çıkan her şeyi kabul eden binlerce insan var ya! Artık bundan sonra iki kere iki üç eder, dört değil ha! Öyle bir şey söyleyen duymayayım dedi mi, tamam üç! Sen ondan daha mı iyi biliyorsun diyecek? Ne oluyor? Niye gerçekler gizleniyor? Gerçekler gizlenerek nereye varılacak?
Evet, şimdi tekrar ayeti kerimeye dönelim. Evet zamanımızda batıdan, yani bu Hıristiyanlardan, İslam dinini tamamen etkisiz hale getirme çalışmaları çok yoğun bir şekilde yapılıyor. Bu çok açık! Çok açık! İşte tarihselciliktir, bir takım terimler ile iyice oynamaktır. Nasıl olsa sen gönderiyorsun. Kur’an’a inanmayan, Allah’ın elçisine inanmayan adamlara en zeki talebelerini gönderiyorsun, bunu fıkıh doktoru yap, tefsir doktoru yap! Ula valla..! Bir de para da veriyorsun üstelik. Yav sana çuvallarla para vermesi lazım! Çünkü böyle bir imkanı bana verdin diye. Ondan sonra orada geliyor, efendim batıda doktora yapmış, batıda iki tane dili var. Ne dili var ya? Yani üç sene içerisinde dili öğrenecek, doktora yapıp kitap yazıp gelecek, öyle mi? Ne demek oluyor bu? Ondan sonra gelecek burada ben akademik olarak diye başlayacak şey yapmaya. Evet o var. Ama bu yeni değil ki kardeşim, eskiden beri böyle bu. Yani yeni değil, yeni olsa keşke. Mücadele etmek çok kolay ama öyle bir gövde var ki nereye el atsan çürümüş, elinde kalıyor. Hani eski binaları tamir edenler çok iyi bilir. Ya şurayı bir boyalım derken bakarsın ki sıva döküldü aşağıya. Tamam sıvayalım derken bakarsın ki tuğlalar geliyor. Ya şu tuğlaları düzeltelim derken bakarsın ki tavan geliyor. Ulan keşke hiç el vurmasaydım dersin.
Evet tekrar Ali İmran Suresinin ayetini okuyalım. “Ya eyyühellezine amenu ıntudiu ferikan minellezine utül kitap, kendilerine kitap verilenlerden bir gruba itaat ederseniz, yeruddukum ba’de imanıkum kafirin, inandıktan sonra sizi kafirlere çevirirler.” (Ali İmran 3-100) Neden biliyor musunuz? Bunlar çok iyi biliyor ki, siz eğer bu dine sarılırsanız dünya hakimiyeti sizin olacak. E kendileri girmiyor? Siz de sarılmayın, hiç olmazsa dünyada yaşamaya devam etsinler bir süre daha. Kendi kitaplarında bunu gayet iyi biliyorlar. Zaten Rasulullah’ın yetiştirdiği insanlar o günün şartlarıyla, o günün dünyasına kısa sürede hakim oldular. Bu gün de insanlar Allah’ın kitabına sarılırsa Müslümanlar ve bütün insanlarla Allah’ın kitabının gösterdiği şekilde ilişki kurarlarsa, hele bu gün çok kolay insanlara Allah’ın dinini anlatmak. Anlatmak çok kolay, Müslüman yapmak demiyorum, anlatmak! Çünkü bu gün ulaşım ve haberleşme imkanları çok geniş. Bundan azami derecede istifade edip anlatılabilir. O zaman da hakimiyetini kurmuş olursunuz.
Mesela şeyde biz, ülkenin adını söylemeyeyim, bakarsınız ki siyasi problem olabilir. Biz bir çok yerlere gidiyoruz. İşte bu gün o ülkelerden bir tanesinin böyle üst ulemasından gelen bir şey: Efendim işte siz geldiniz, çok güzel şeyler, hiç duymadığımız şeyler bize söylediniz ama biz size karşı alternatif üretemiyoruz. Tabii ki üretemezsin. Allah’ın kitabına karşı alternatif olur mu? Ondan dolayı diyor, ilişkileri biraz soğuk tutuyoruz, falan filan. E soğuk tutmakla ne elde edeceksin ki? Bu gün şey yapamıyorsun, engelleyemiyorsun ki. Çünkü internet var, herkesin evine giriyor. Eskiden ben İstanbul Müftülüğünde iken sık sık bize müracaat ederlerdi. Biz de giderdik gümrüklere, gümrüklere gelen kitapları kontrol ederdik, yurda sokulmasında sakınca var mı, yok mu diye rapor verirdik. Şimdi rapora gerek yok ki, adam internetten indiriyor. Hadi bakalım, ver bakalım rapor verebiliyorsan. Anında naklen dinliyor. Şimdi burada sohbet ediyoruz, dünyanın her tarafında insanlar dinliyor. Hadi gümrüklerden engelleyin bakalım, engelleyebiliyor musunuz?
Evet, “Ya eyyühellezine amenu ıntudiu ferikan minellezine utül kitabe yeruddukum ba’de imanıkum kafirin. Kendilerine kitap verilenlerden bir grubuna” ki bunlara Müslümanlar da dahil, “itaat ederseniz sizi imanınızdan sonra kafir yaparlar.” Niye? Çünkü Allah’ın ayetlerini görmek istemezler. “Ve keyfe tekfurun, siz nasıl kafirlik yaparsınız ki? Ve entum tula aleykum ayatullah, Allah’ın ayetleri okunuyor size. Ve fikum rasuluh, Allah’ın elçisi sizin içinizde. Allah’ın elçisi sizin içinizde.” Niye? Çünkü Allah’ın elçisi, bu kitabı bize ulaştıran kişidir. Bizim Cenabı Hak’la yüz yüze konuşma şansımız yok. O’nun sözlerini O’ndan alma şansımız yok. O gönderdiği elçi vasıtasıyla bize göndermiştir. O elçinin elçilik eseri gereği budur işte. İçimizdeki elçi bu yani. Yani Allah’ın bizden istedikleri şeyler bu. “Vemen ya’tesim billah, kim Allah’a sıkı sıkıya yapışırsa.” Allah’a yapışmak nasıl olur? Allah’ın kitabına yapışmakla olur, başka olmaz! “Fekad hudiye ila sıratım müstakim, doğru bir yola yönlendirilmiş olur kesinlikle.” (Ali İmran 3/101) Pekiyi ne yapacağız Ya Rabbi? “Va’tesımu bi hablillahi cemia. Allah’ın ipine sıkı sıkıya sarılın! Allah’ın ipine sıkı sıkıya sarılın! Vela teferraku, ayrılmayın!” Biriniz şu tarafa, biriniz bu tarafa gitmesin. Bak, Allahu Teala ayrılmayın diyor. Gelenek ne diyor? Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır diyor. Nasıl oluyor? İhtilaf nasıl rahmet oluyor? İttifak etmeme konusunda ittifakları var. “Vela temutunne illa ve entum muslimun. Allah’a tam teslim olmuş olarak canınızı verin. Vela temutunne illa ve entum muslimun. Müslüman kişiler olarak canınızı verin.” Yani tefrikaya düşmediğiniz zaman ne olur? Başka isimlere gerek yok, tefrikaya düştün mü, bu falanın cemaati, bu filanın, bu filanın. O cemaat ismi, o grup ismi, o tarikat ismi, o mezhep ismi öne geçiyor.
Size birkaç kere anlatmıştım, bir daha anlatayım. Ben İstanbul Müftülüğündeyken bir adam geldi, hocam dedi, kızımızı bir delikanlıya verdik. Araştırdık, tertemiz çocuk, içkisi yok, kumarı yok, abdestli, namazlı, gayet güzel. Bir de öğrendik ki şafiymiş. Şimdi kızımıza bir şey diyemiyoruz. Ana bir tarafta ağlıyor, ben bir tarafta ağlıyorum. Hocam ne yapalım? Çünkü adam mezhebi din olarak kabul ediyor. Sık sık sorarlardı, bir Hanefi şafinin arkasında namaz kılar mı? Bir zamanlar bir hoca bir şey çıkarmıştı, o günleri bilenler iyi hatırlarlar. Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz! Seksenli yılların başları. Şimdi ben duydum, hemen telefon açtım. İstanbul Müftülüğündeyim yine. Hemen hocanın evine telefon açtım. Selamun aleykum, aleykumus selam. Hocam dedim, sizin adınızı kullanarak bir fetva dolaştırıyorlar. Siz demişsiniz ki, Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz. Evet dedi, Hanefi mezhebine göre Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz. Pekiyi sen kılıyor musun? Ben kılıyorum, ben şafiyim dedi. Ya hocam bu ne kafadır dedim, ne mantıktır? Yani yarın ahirette Cenabı Hak sana diyecek ki, gel kulum sen Cuma namazını kıldın, sen cennete, bana da diyecek ki sen cehenneme. Böyle bir mantık var mı dedim ya? Sen kıldığın için cennete, ben kıldığım için cehenneme gideceğim. Bu ne kafadır dedim ya? Bu ne mantıktır? Eğer kılınmasının sahih olduğuna inanıyorsan niye başkalarına kılınmaz diye fetva veriyorsun? İnanmıyorsan niye sen kılıyorsun? Ondan sonra, e dedi, bir ilmi toplantı yapın ben gelip anlatayım. Olur dedim. Yaptık tabii, o zaman birçok Ankara’dan başka yerlerden çağırdım herkesi, geldiler. O sıralar itibarımız yüksek tabii, şimdiki gibi herkes kaçmıyor şeyden. Şimdi bizim adımızı duyan kaçacak delik arıyor. Kendimi külhanbeyi gibi düşünüyorum yani sokağa çıktım mı millet kaçacak delik arıyor. Yani hoş bir şey değil ama maalesef öyle. O zaman herkes geliyordu, kimi çağırsak koşa koşa geliyordu. Şimdi toplantı yaptık. O hocaya da yazılı davetiye gönderdim ve ayrıca da telefon ettim. Toplantıya gelmedi. Arkasından baktım, bir Arapça yazılı risale göndermiş. İşte Cuma namazı konusunda Türkiye ikiye ayrılmıştır, birisi fırkayı Naciye ki yani kurtuluşa ermiş. Hani yetmiş üç fırkaya ayırırlar ya, hep yetmiş üçüncü fırka kendileri olur. Yetmiş iki tanesi cehenneme gider, işte biz cennetliğiz, kararları kendileri veriyor ya! Ondan sonra baktım işte, bir fırkayı Naciye diyor, Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz diyenler. Onlar kendisiymiş. Bunlar cennetlikmiş. Bir de sapık fırka var, fırkayı daalle diyor. Onlar da Cuma namazı kılınır diyenler diyor. Ama Hanefi mezhebine göre! Şimdi burada Hanefi mezhebi ne oluyor? Din oluyor, değil mi? Ayrı bir din! Kaldı ki Hanefi mezhebinde öyle bir görüş yok! Hanefi mezhebinin söylediği şu: Diyor ki: Cuma namazı diğer namazlar gibi değildir diyor. Cuma namazı topluca kılınan bir namazdır diyor. Topluca namaz kılınan yerde, bölgenin bütün erkekleri bir araya gelmiş, herkes ben namaz kıldıracağım, itibar sahibi ben olacağım diye yarışa girebilir. O zaman Cuma namazına gelen insanlar bir birleriyle dövüşmeye başlayabilirler. Fitne fesat çıkar. O zaman diyor, oranın yetkili kişisi gelir de kendisi cumayı kıldırırsa kimse ona karşı çıkamaz. Bazıları, bu bizim amirimizdir diye seslerini çıkarmaz, bazıları da bu ne ahlaksız adamdır ama ne yapayım, kamçısından korkuyorum diye sesini çıkaramaz ama sonuçta namaz huzur içinde kılınır diyor. Onun tayin ettiği bir kişi de olabilir diyor. Yani anlattıkları namazın olması için bir şey yani, insanların bir sosyal şart olarak koyuyor. Yoksa bu dinin emridir falan demiyor. Şimdi bakın burada ne diyor Allahu Teala, bakın şimdi mezhepler din haline getirilmiştir. Maalesef! Tarih boyunca da öyledir.
Diyor ki Cenabı Hak: “Va’tesimu bihallillahi cemian, topyekun Allah’ın kitabına sarılın.” Buna sarılacaksınız. Bu kitapta ne diyor? “Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman koşun.” (Cuma 62/9) Tamam, çağrıldık koşuyoruz. Bitti! “Vela teferraku, ayrışmayın.” Biriniz o tarafa, biriniz bu tarafa değil! Allah böyle dediği halde Rasulullah’a söz söylettiriyorlar. Nasıl olsa Kur’an’ı Kerim’den bulamazlar, haşa! Sanki Rasulullah öyle demiş gibi. Ümmetimin ihtilafı rahmettir. İhtilafta ne zaman rahmet olur? Öyle şey olur mu? Ondan sonra, “vezkuru ni’metallahi aleykum.” Zaten bir önceki ayette de “vela temutunne illa ve entum müslimun” diye bitmişti. “Müslümanlar olarak ölün.” Yani yalnız Allah’a teslim! Ben müslümanım! Bitti kardeşim! İkinci bir kelimeye gerek yok! Tek bir kelime, Müslüman, bitti! Allah’a teslim olan! Efendim falan ulemamız… Tamam! O ulema araya kendini koyuyorsa, bu kabul edilemez. Bu şirk olur. Ama o ulema doğruyu gösteriyorsa, tamam ne güzel! Ben işte onun gösterdiği doğru yoldayım. Ben müslümanım. “Onun için Allah’ın ipine sım sıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Çünkü bir birinize düşmandınız. Allah kalplerinizi ısındırdı ve Allah’ın verdiği nimet ve ikram sayesinde, Allah huzur ve güvenlik verdi size ve kardeşler oldunuz, aranızdaki o şeyler gitti, fitne fesat!” Mesela şu anda öyle değil İslam alemi, görüyorsunuz! Çünkü herkes bir tarafa çekiyor. Allahuekber diyerek kardeşini öldürüyor. “Ve kuntum ala şefahufratin minen nar, ateş çukurunun kenarına gidiniz. Feenkazakum minha. Ateş çukurunun kenarındaydınız, Allah sizi oradan kurtardı. Kezalike yubeyyunullahu lekum ayatihi. Allah ayetlerini size böyle açıklar. Le allekum tehtedun. Belki doğruyu bulabilirsiniz.” (Ali İmran 3/103)
Bu ne? Ha evet şimdi şey varmış, bir reklam var, bakalım kaç kuruş verecekler? Bizim SUSEM var biliyorsunuz. Süleymaniye Vakfı Uzaktan Eğitim Seminerlerimiz var. Allah’a şükürler olsun, bunun iki yıllık dönemi bitti. Çok başarılı oldu gerçekten. Buna devam edenler bunu çok iyi bilirler. İnternet üzerinden, Kur’an, Sünnet, Temel İslami Bilimler yani burada gördüğümüz dersleri daha derli toplu bir şekilde internet üzerinden ders olarak veriyor arkadaşlarımız. Ben de veriyorum orada ders. Evet dört dönemlik bir şeydir, uzaktan eğitim semineridir. İslami İlimler Sertifika Programı kayıtları başlamış. Buna susem.org sitesinden ulaşabiliyorsunuz. Dersler 8 Ekim’de başlıyormuş. Ben gerçekten buna gitmenizi tavsiye ederim. Hakikaten çok güzel! Hakikaten bu derslere gidenler derhal onun farkını görüyor ve yaşıyorlar.