“Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vel agibetü lil müttagin. Vessalatü vesselamu ala rasulüna Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.”
Geçen hafta biliyorsunuz Abese Suresi üzerinde durmuştuk. Bu hafta da aynı konuyla ilgili kalan kısımları anlatacağımıza söz vermiştik. Ali Ünal’ın yaptığı mealde “Abese vetevella”‘da, abese fiilinin faili olarak bir kafir gösterilmiş. İşte o kafir yüzünü döktü ve sırtını çevirdi kendisine o âma geldi diye. Biz şimdi geçen hafta zannediyorduk ki yalnız o tefsirde bu var. Meğer, Şii’lerde de varmış. Bizim bazı dostlarımızdan da aynı tefsire doğru diyenler varmış. Şimdi gerçekten bunu anlamak çok zor. Ama siz çok iyi biliyorsunuz ki tarih boyunca bu tip şeyler sürekli olageliyor. Kelimelere uygunsuz anlamlar yükleniyor sonra da o uygunsuz anlamlardan hükümler çıkarılıyor ve sonra da din oluşturuluyor. Şimdi, Caferiler ile ilgili bir site var. Onlar da kendi sitelerinde işte Caferi tefsircilerde Tabai’nin ve bir başka şahsın böyle bir tefsir yaptığını anlatıyor da sonra o sitede yazıyı yazan kişi diyor ki: Bu tefsir uygun değil diyor. Çünkü Arapça bakımından öyle bir tefsir yapmak mümkün değil gerçekten. Yani, “Abese vetevella, yüzünü döktü sırtını çevirdi” yani yüzünü ekşitti sırtını çevirdi. Ben şimdi yüzünü döktü dedim geçen hafta itiraz edildi. “Yüzünü ekşitti sırtını döndü kendisine o âma geldi diye.” Peygamber (s.a.v.) Kureyş Kavminin önde gelenleri ile görüşüyor. İşte Ebu Cehil, Utbe, bir rivayette İbni Abbas -henüz müslüman olmadan önce tabii- bunlar şehrin önde gelenleri.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Neyse, Abbas bin Abdülmuttalip, sağol teşekkür ederim. İbni Abbas değil. Hata yaptım. Onun babası, Abbas bin Abdülmuttalip. Bunlarla görüşüyor, bunlar şehrin ileri gelenleri, onların dine girmesini arzu ediyor. Tam o sırada Abdullah İbni Ümmi Mektum geliyor Peygamber (s.a.v.)’in yanına. Ya Rasulallah bana da yanında bir yer ver diyor ya da beni irşad et, bana bir şeyler söyle diyor. O zaman Peygamber (s.a.v.) yüzünü ekşitiyor ve sırtını dönüyor. Onun üzerine bu ayetler iniyor.
Şimdi, Şia’da yani Şia dediğimiz grup var biliyorsunuz. İran’da daha çok merkezileşmiş. Bunlar kendi imamlarını bir ilah seviyesine kadar maalesef çıkarıyorlar. Şimdi şöyle diyorlar: İmamlar doğuştan ölünceye kadar hiçbir hata, kusur, günah işlemezler. Masumdurlar. Şimdi imama masum dediğiniz zaman Peygamberin öncelikle masum olması lazım. Dolayısıyle işte “Abese vetevella” gibi ayetler işlerini bozuyor. Hele son zamanlarda işleri bozulan sadece onlar değil. Bir çok cemaat ve tarikatın işi bozuluyor. Hem ciddi manada bozuluyor. Bunun sebebi şu: İnsanlar artık Kur’an okumaya başladılar. Sadece Türkiye’de değil her tarafta. Kur’an’ı Kerim okuyunca bakıyorlar ki Muhammed (s.a.v.) sıradan bir insan. Ama Allah ona Peygamberlik vermiş örnek bir insan. Ama insan, insan üstü bir varlık değil. Öyle olunca bu defa Şia İmamlarının da aynı durumda olması gerekiyor. Halbuki Şiiler imamları için diyorlar ki: Bunlar diyorlar, hiç bir yerden bilgi almazlar, hiç bir okula gitmezler, onların bilgileri soydan geçer. Babadan oğula soydan intikal eder. Hz. Ali Peygamber (s.a.v.)’in bilgisini almış, Hz. Hüseyin onun bilgisini almış sonra onun soyundan gelenler o bilgiyi soydan alarak devam ettirmişlerdir. Diyorlar ki: Herhangi bir konuda ona ne sorarsanız sorun imama, imam o sorunun en doğru cevabını, anında, hiç düşünmeden, kimseye danışmadan hemen verir. Çok daha derin konuları sorarsanız, yeter ki derin konuları cevaplandırmayı arzu etsin. Onun bu arzusu yeter. Hemen o konuda cevabını verir. Ne sorarsanız sorun? Onların öyle eğitime falan ihtiyacı yok.
Şimdi bunlara diyorsunuz ki: Ya, Peygamber (s.a.v.)’e sorular soruluyordu, cevaplarını veremiyordu. Hatta bazı konularda bilmediğini söylüyordu. Haa, diyorlar ki: Peygamberimiz hayatta iken daha bu bilgi tamamlanmamıştı. Tamamlanmadığı için sorulan sorulara cevap verememesi normaldir. Ama vefatı sırasında bütün bilgileri aldı, kab doldu. Artık ondan sonra o bilgilerin tamamı imamlara intikal ettiği için onların herhangi bir bilgi eksikliği yok. Tabii bunun kabul edilmesi mümkün değil. Şimdi bu sabah bir Şii televizyonunu açtım -hiç onu duymamıştım, ilk defa duydum- şimdi bunlar hep imamı bekliyorlar. İmam gelecekmiş. Diyor ki: İmamın görevlendireceği kişilere, dünyanı her yerine bir adamı görevlendirir imam ve bunlara talimat verir, herhangi bir yerde bir şey öğrenmek isterseniz avucunuzun içine bakın orada görürsünüz der. Gereken bilgileri avuçlarını içinden hemen kopya çekerek yani okuldaki öğrenciler kopya çeker ya,. Hemen avucunuzun içine bakın görürsünüz.
Şimdi böyle bir anlayışı bu günün neslinin kabul etmesi mümkün değil. Yani çok ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. İnternet var, internete giriyor -engelliyemiyorsunuz ki- her türlü siteyi karıştırıyor. Efendim, internette ahlaksızlıklar var, doğru. Fakat sizin o ahlaksızlık dediğiniz herkesi rahatsız ediyor. Sizi nasıl rahatsız ediyorsa sürekli girenleri de rahatsız ediyor. Onun için, kendilerini rahatlatmak için öbür sitelere de girmek zorundalar. Ve oralardan birtakım bilgiler alıyorlar. İyi, kötü ama sorgulamayı öğreniyorlar. Tek bir bilgi ile kalmıyorlar sorgulamayı öğreniyorlar. Sorgulayınca da bu defa eski bilgilerle idare etmek mümkün olmuyor. İşte sıkıntıların kaynağı bu. Hele müslüman bölgelerde de insanlar Kur’an’ı Kerim’i okuyorlar. Neden eskiden hiç kimse, eski ulemadan hiç birinin aklına gelmemiş abese kelimesine farklı mana vermek de bu çağda yaşayanlar, işte Şiiler’den Tabai de çağdaş bir alimdir. Türkiye’den de isimlerini saymak istemediğim bir kısım kimselerde çağdaş, yaşayan insanlardır, hayattaki insanlardır. Çünkü Peygamberlerin masum, evliyanın da mahfuz olduğuna inanılır. Mahfuz ne demek? Korunmuş. Peygamberler günah işlemezler evliya günah işleyebilir ama işlemezler. Allah işletmez derler, Allah onu korumuştur derler.
Öyle abuk sabuk şeyler anlatıyorlar ki, mesela bir tanesi şunu anlatıyor: Diyor ki, işte şek günü Ramazan’dan bir önceki güne yevm-i şek denir. Yarın oruç tutacak mıyız tutmayacak mıyız diye insanlar gelip soruyorlar bir veliye? Veli diyor ki: Bakın diyor, bu gece Geylan köyünde bir çocuk doğdu. Sabahleyin gidin o köye, annesine sorun, eğer annesinin memesini emmişse yarın oruç değildir, emmemişse yarın oruç tutarsınız. Gidip soruyorlar, şimdi gülüyorsunuz ama şu anda işte bunu bu ayete bu tefsiri yapanlardan birisi bunu söylüyor. Gidiyorlar, Abdülkadir Geylani doğmuş, annesini buluyorlar, annesi de üzülüyor bu çocuk niye mememden emmedi bu sabah diye. Diyorlar işte üzülme işte bu şöyle şöyle bir çocuktur, işte bugün oruç olduğu için emmemiş. Şimdi sanki çocukların oruç tutması farzmış da tutmazlarsa bir melek eşlik ediyormuş da, neler neler? Şimdi böyle ipe sapa gelmez şeyler üzerine dini bina edince artık Peygamber nasıl yüzünü ekşitir, nasıl sırtını döner, hiç olur mu öyle şey?
Peygamberlere bir ismet sıfatı verilmiştir, geçen hafta bahsetmiştik yani günahtan Allahu Teala onları korumuş, Allah günahtan kormuş. Şimdi geçen hafta bir takım şeyler söylemiştik burada hatırlarsanız Bedir Savaşı ile ilgili olarak -yani size kısaca hatırlatayım burada- ayetleri okumuştuk.
Allahu Teala; Enfal Suresi’nin 7 ve 8. ayetleri 8. Sure. Bunu sadece kısaca hatırlatacağım, asıl konuya geçeceğim. “Ve iz yeıdukumullahu ıhdet taifeteyni enneha lekum, hani bir gün Allah size söz vermişti o iki taifeden birini sizindir diye.” İki taife birisi yani Kureyşlilere ait iki grup. Bir Şam’dan gelen kervan, bir de Mekke’den gelen ordu. Çünkü Şam’dan gelen kervanı korumak için Mekke’den ordu çıkıyor, müslümanların o kervanın önünü kesecekleri duyulunca Mekke ordusu kervanı korumak için yola çıkıyor. Ebu Süfya’nın yönetimindeki kervan sahil yolundan giderek müslümanların elinden kurtuluyor. Ebu Cehil’in yönetimindeki Mekke ordusu da kervanın kurtulduğunu öğreniyor ama diyor ki, müslümanların kafataslarında içki içeceğiz, dansözler de dans edecek ondan sonra döneceğiz Mekke’ye. Ve yanlarında dansöz götürüyorlar, içki götürüyorlar. Şimdi burada diyor ki Allahu Teala: “Vetevet dune enne ğayre zatişşevketi tekunu lekum, siz istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun.” Çünkü kervanın kırk kişilik bir koruması vardı ve müslümanların üçyüz kişi kadar, çok kolay bir lokma hemen alırlar. “Ve yuridullahu en yuhıggal hakka bi kelimatihi, Allah istiyordu ki kendi sözleriyle gerçeği ortaya çıkarsın. Ve yekta ade biral kafirin, Ve kafirlerin de kökünü kurutsun.” Niye, çünkü o ordu geliyor, siz o orduyu tamamen ortadan kaldıracaksınız, Allah onu size vadetmiş, siz de Allah’ın verdiği emri tümüyle yerine getireceksiniz, ordunun işi bitecek bu defa Mekke’li kafirlerin kökü kuruyacak. Artık Mekke size açık. “Liyuhikkal hakkave yubtilel badıle velev kerihel mücrimun, hakkı ortaya çıkarsın ve batılı da yok etsin günahkarlar bundan isterse hoşlanmasın.” (Enfal 8/7-8)
Müslümanlar tabii hiç beklemedikleri bir anda yani şeyi ellerinden kaçırıyorlar, Ebu Süfyan başkanlığındaki kervanı ve Bedir ‘de Ebu Cehil ordusuyla yüz yüze geliyorlar, savaşmak zorunda kalıyorlar ve savaşıyorlar. Canla başla savaşıyorlar. Fakat savaşla ilgili olarak Allah’ın bir emri var. O da Muhammed Suresi, 47. surenin 4. ayeti. Orada Allahu Teala diyor ki: “Fe iza legıtümüllezine keferu fe tarberrikab. Savaşta kafirlerle yüzyüze geldiğiniz zaman boyunlarını vurun. Hatta iza eshantumu hum, onların üzerine ağırlığınızı koyduğunuzda” yani artık tamamen hareketsiz hale gelince “Feşuddul vesak, bağı sıkı tutun yani esir alın” ağırlığınızı tamamen koyunca esir alın. Esirleri de sıkı tutun çünkü kaçarsa karşı tarafla birleşir tekrar sizin tarafınıza hücüm eder. Sıkı tutun. “Fe imma mennen ba’du ve imma fidaen hatta tezeal harbu evzeraha.” Bundan sonra yapacağınız şey şavaş tamamen bitinceye kadar yapacağınız şey şu: “Yani savaş tümüyle bitince bunları ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakırsınız” yani aldığınız esirleri köleleştirmek yok, öldürmek de yok. Ya fidyesini alırsınız serbest bırakırsınız, fidye ödeyecek durumda olmayanları da karşılıksız serbest bırakırsınız. Peygamber (s.a.v.) Bedir’de düşmanla canla başla savaştı. Ve düşman çok sayıda önderini kaybetti, yetmiş kadar Mekke’li öldü ve geri çekildi. Halbuki Peygamberimiz o şeyi takip etmek zorundaydı. Bu ayete göre, Mekke’lileri tamamen güçsüz hale getirmesi lazımdı ki onların kökü kurusun. Kökü kurusun. Bunu yapmadığı için ayetler geldi.
Bu da aynı Enfal Suresinin 67 ve 68. ayetleri. Şimdi Muhammed Suresi ile birlikte düşünürseniz. Yani düşmanı tamamen yere sereceksiniz ondan sonra esir alacaksınız. Esirleri de daha sonra karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız. Bunlar esir aldıkları için Allahu Teala burada şöyle diyor Peygamber Efendimize: “Ma kane linebiyyin enyekune lehu esra hatta yushıne fil arz. Hiçbir Peygamber’in esir almaya hakkı yok, o savaş meydanında düşmanı tamamen ezmedikçe.” Düşmanı tamamen hareketsiz hale getirmedikçe hiç bir Peygamberin esir almaya hakkı yoktur. Ama siz aldınız. “Turidune arazad dünya, siz dünyalık istiyorsunuz, vallahu yuridul ahirah, Allah da ahireti istiyor. Vallahu azizun hakim. Allah aziz ve hakimdir.” Şimdi bakın Allah kafirlerin kökünü kurutmak istediğini, onun için Bedir’de kervanı değil de Mekke ordusunu müslümanların önüne çıkardığını söylüyor. Pekiyi Mekke’de kafirlerin kökü kurudu mu? Büyük bir darbe yediler ama kökleri kurumadı. Sonra toparlandılar Uhud’a geldiler. Sonra tekrar toparlandılar Hendek’e geldiler. Sonra Peygamber Efendimiz Hudeybiye’ye gitmek zorunda kaldı, sonra da hicretin sekizinci yılında Mekke fethedildi. Kafirlerin kökü o zaman kurutulsaydı Mekke ne olurdu? O zaman fethedilirdi. O zaman fethedilirse Uhud’a, Hendek’e, Hudeybiye’ye ve sekizinci yılında Mekke’nin fethine ihtiyaç kalır mı?
Şimdi bu neleri değiştiriyor bakın, neleri değiştiriyor? Şimdi bize ne öğretildi? Bütün olacaklar ezelde yazılmıştır diye öğretilmedi mi? Ne oldu, bitti değil mi, yıkıldı o. Bu ayetler yıkıyor onu, yıkıldı değil mi, bitti. Peki Allah’ın bir iradesi var. Bize öğretiyorlar ki: Efendim Cenabı Hak bir şeyi irade ederse mutlaka olur. Hayır, Allah bir şeyi irade ederse olmaz, ol emri verirse olur. İradeyle olmaz, istemekle olmaz. Çünkü Allah herkesin müslüman olmasını istediğini bildiriyor ama herkes müslüman olmuyor. “Yuridullahu liyubeyyine lekum ve yehdiyekum sunenellezine min kablikum. Allah ister ki sizi öncekilerin doğru yoluna yönlendirsin.” (Nisa 4/26) diyor. Allah onu irade eder ama olmuyor. Allah kimseyi zorla müslüman, kafir yapmaz. Ona sen uğraşacaksın. Bakın Peygamber de olsa Allah ne diyor? Allah istiyordu ki Allah irade ediyordu ki kafirlerin kökü kurusun. Kurudu mu? Niye kurumadı? Çünkü gereken yapılmadı da ondan. O zaman insanın fiili çok önemliymiş değil mi? Pekiyi sen müslüman olarak her şey ezelde takdir edilmiş diye inanırsan ne olursun? İşlevsiz bir adam, robot gibi hiç bir işe yaramaz. Ama bu olayı, şu Bedir olayını Peygamber (s.a.v.) -ki önderimiz- bunu doğru öğrenirsen ne olursun? Kendini başarıya kilitlemez misin? O zaman pekiyi Bedir’de Peygamber Efendimizin hata yapması mı daha hayırlı bizim için yapmaması mı, onu söyleyin bakayım? Hata yapması daha hayırlı. Hepsinde bizim için çok büyük hayırlar var. Ama Peygambere ismet sıfatını vererek onu hatasız gösterdiğiniz zaman bütün bunların ne anlamı kalır? Bütün bu ayetleri nereye koyacaksınız? Boşuna söylenmiyor, siz Kur’an’dan anlamazsınız diye, çünkü Kur’an’ı okursanız bunları karıştırıyorsunuz, işi bozuyorsunuz, okumamanız lazım. Ne güzel kuzu kuzu herkes şey yapıyor işte. Kur’an okursanız sizi kimse tutamaz. Halbuki emir kulu olmanız lazım. İtaat et kurtul mantığıyla hareket etmeniz lazım.
Şimdi az önceki ayeti tekrar okuyayım. “Ma kane linebiyyin enyekune lehu esra -şimdi işte Muhammed Suresinin 4. ayetinin hükmü zaten bu- Hiçbir Peygamberin esir almaya hakkı yoktur.” Sadece senin değil, hiçbir Peygamberin. “Hatta yusuhıne fil arz, Savaş meydanında hakimiyetini tam kuruncaya kadar.” Yani düşmanı da takip edecek, yani hakimiyeti tam kuracak. Orada hakimiyet kurulmadı çünkü çekilen Mekke ordusu toparlanıp tekrar geri gelip hücum edebilirdi müslümanlara ve perişan ederdi onları. “Turidune arazad dünya vallahu yuridul ahirah. Siz dünya malını istiyorsunuz ama Allah ahireti istiyor. Vallahu azizul hakim.” Bu şu manaya da gelebilir: siz hemen birşeye ulaşmak istiyorsunuz Allah sonrasını ilerisini istiyor diye bir mana da verilebilir. O ahiret illa bildiğimiz ahiret değil daha sonrası demek. “Vallahu azizul hakim. Allah güçlüdür ve doğru karar verir.” Bakın burası çok önemli: “Levla kitabun minallahi sebeka lemessekum fima ehaztum azabun azim. Eğer Allah’tan daha önce bir yazgı geçmiş olmasaydı aldığınız şeyden dolayı size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.” (Enfal 8/67-68) Pekiyi bu yazgı ne? Ezelde mi yazılmıştı acaba? Hani bize hep öyle anlatıyorlar ya. Şimdi Kur’an’ı Kerim’de -İnşaallah birgün onunla da ilgili belki de müstakil bir ders yaparız- Allahu Teala bir şey istiyor. Namaz kılmamızı istiyor mesela. İstemese emreder mi? Biz de abdestimizi alıyoruz, namaz için gerekeni yaptığımız zaman “kun” emrini veriyor, namaz fiilleri oluşsun diye. Çünkü Allah emir vermezse, ne elini kaldırırsın, ne yerinden kalkabilirsin, ne kafan çalışır, ne organların çalışır. Bu emir bir yere kaydediliyor. Kaydedildiği andan itibaren artık ama sizin davranışınızdan dolayı kaydediliyor. Öyle değil de Allah size bir şey vermek istiyor çünkü elimizdeki herşey illa da kazancımızın karşılığı olmuyor ki. Bazan da bilinen bir şey geliyor değil mi? Bir ikramda da bulunmak istiyor. Onu bir deftere kaydetmişse artık geri dönüşü yok.
Onun için şeyde diyor ki, Hadid Suresinin 22. ayetinde, “Ma esabe min musibetin fil arzı vela fi enfusikum illa fi kitabin min kabli ennebra eha. Başınıza yeryüzünde ya da kendi içinizde herhangi bir şey gelmez ki, -iyi kötü iyi de olabilir kötü de olabilir- herhangi bir şey size ulaşmaz ki o şeyi ayrı bir varlık olarak yaratmamızdan önce bir kayda geçmiş olmasın.” Yani şimdi diyelim ki toplanıyor sizin yönetim kurulunuz, bir konuda karar veriyor, o karar deftere geçiyor sonra uygulanıyor. İşte uygulamadan önce mutlaka deftere kaydedilir diyor Allah. Ezelde mi kaydediliyormuş? Uygulama emrinden sonra kaydediliyor, ezelde değil. O emir çıktıktan sonra artık kurtuluş yok. Bir şey olmuşsa mutlaka kayda geçmiştir, geri dönüşü yoktur. Onun için siz olmadan önce tedbirinizi alacaksınız. Tedbirinizi alırsanız kurtuluş odur. Çünkü o daha kayda geçmemiş olabilir. “İnne zalike alallahi yesir. Bu Allah’a kolaydır.” Şimdi siz dersiniz ki: Yeryüzünde bir anda trilyonlarca hadise meydana geliyor, hepsi mi kayda geçiyor? Evet hepsi kayda geçiyor. Kayıtsız hiç bir şey yok. O zaman siz de bunu öğrenin kayıtsız bir iş yapmayın. Kayıt kuyut tutun. Kararınızı iyi düşünün taşının verin, karar verdikten sonra da yürüyün. Şimdi bu insanların elini kolunu bağlıyor mu? Var mı bağlama? Siz son ana kadar elinizden geleni yapacaksınız. “Li keyla te’sev ala ma fatekum vela yefrahu bima atakum. Bu şundan dolayı, kaybettiğinize üzülmeyesiniz” çünkü o Allah’ın deftere yazmasından sonra kaybetmişsinizdir. Zararınız varsa üzülmeyin o karar verilmiş. “Bir kazanç elde ettiyseniz şımarmayın.” Bunların hepsi bir kayda geçtikten sonra olmuştur. O zaman siz Cenabı Hak’ka karşı tavırlarınızı dikkatli bir şekilde şey yapın da çünkü eğer yapılan bir iyiliğe uygun bir davranış yaparsanız, Allah iyiliği artırır. “Le inşekertüm le ezidennekum” diyor. “Teşekkür ederseniz daha fazlasını veririz mutlaka” (İbrahim 14/7) diyor. O zaman siz o durumu kabullenin, iyi davranış yapın ki Allah daha fazlasını versin. Başınıza bir kötülük gelmişse iki şeydendir. Ya Allah sizi imtihan ediyordur ya yaptığınız bir şeyin karşılığıdır. Her ikisi de sizin lehinizedir. Bir yanlışın karşılığı ise hatanızı anlarsınız tevbe edersiniz, sizin için çok faydalıdır. Eğer Cenabı Hak sizi imtihan ediyorsa bu defa başarmaya çalışırsınız, bu da derecenizin yükselmesine sebep olur. Allah’ın vermiş olduğu ikram sizin çalışmanız karşılığıysa da değilse de her iki şekilde de Cenabı Hak’ka teşekkür etmeniz lazım, şükretmeniz lazım. O zaman mutlaka artar. Şımarıklık yaparsanız, Allah şımarıkları sevmez.
Evet şimdi tabii haklı olarak Enes Hoca bir başka ayeti bana getirdi. Elimizdeki mealin 171. sayfasında, şu ezelden yazılmıştır diyenlere karşı. Değişmez deniyor ya ve üstelik de o değişmez diyenler de az önce okuduğum ayeti delil getiriyorlar. Ve orda da o şeyi yaratmadan önce değil, insanları yaratmadan önce diye mana veriyorlar. Yani cümlenin akışına ters olarak. 171. sayfada Araf Suresinin 156. ayeti. Şimdi genel anlayışta herşey ezelden yazılmış bitmişse o zaman bu ayetin ne manası var? “Vektublena fi hazihid dünya haseneh. Yarabbi şu dünyada bizim için iyilik yaz.” Yazılıp bitmişse yapılacak bir şey yok değil mi? İyilik yaz diyorsunuz. “Ve fil ahirah, ahiret konusunda da. İnna hudna ileyk. Biz sana yöneldik.” Allahu Teala ne cevap veriyor? “Gale azabi usıbu bihi men eşau. Benim azabım kimin için emir vermişsem ona isabet eder.” Yani Allah’ın ol emri çıkar sonra kayda geçer. Bu eşa o demek, yani kim için ol emrini vermişsem ona isabat eder, başkasına değil. “Ve rahmeti, ama ikramım ise, rahmetim ise, vesiat kulle şeyin. Her şeyi kuşatmıştır. Feseek tubuha, onu yazacağım,” bak henüz yazmamış, olmuş bitmiş değil, yazacağım. “Lillezine yettekun, müttaki olanlar, kendini koruyanlar için yazacağım.” O zaman siz kendinizi koruyun, sizin için de yazayım. “Ve yu’tunez zekah, zekatını verenler,” insanlar kendilerine her şeyi veren Allah’a karşı cimrilik yapıyorlar. Yav senin neyin var da cimrilik yapıyorsun? Senin elinde benim dediğin her şey Allah’ın zaten. Allah’ın malına cimrilik yapılır mı? Kaldı ki Allah senden hepsini istemiyor ki, çok küçüçük bir parçasını istiyor. “Vellezine hum bi ayatina yu’mınun. Ve ayetlerimize inanalar, işte onlar için yazacağım.” Allah ne demiş oluyor? Bakın ne diyor: Kendinizi koruyun, zekatınızı verin, ayetlerime tam olarak inanın ben de size rahmetimi yazayım. Pekiyi Cennetlikler Cehennemlikler ezelden belli miymiş? Bakın ne kadar açık ayetler görüyor musunuz? Hiç şüpheye yer var mı burada? Bitti son derece açık!
İşte şimdi Allahu Teala Peygamberimize diyor ki: Eğer diyor, şu orduyu size vereceğim diye önceden yazmış olmasaydım, yaptığınız bu yanlışın cezasını çekerdiniz diyor. Yazdığım için değişmem diyor. Ve esirleri almanın cezasını çekerdiniz. Pekiyi masum olan bir insan için bu söylenir mi? Şimdi tarikat ve cemaat liderleri, bir kısım işte dini önderler masum sayılmak istenince bu ayetler sistemi bozuyor. Onun için bakın hiç Bedir Savaşının böyle olduğunu duymuş muydunuz şimdiye kadar? Ama bunu söyleyen Allahu Teala. Başkası söylese herhalde ortalığı yıkardınız, haklı olarak. Ama bunun bizim için o kadar büyük faydası var ki: Başarıya kilitlenmek zorundayız. En küçük hatayı Cenabı Hak kabul etmiyor. Bak canla başla savaşmışlar Bedir’de. Ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Ama bir şeyi eksik bıraktıkları için cezasını yıllarca çekmediler mi şimdi? Uhut’da çektiler. Hendek’te çektiler işte Hudeybiye’de gidip geri dönmekle çektiler, sekizinci yıla kadar sıkıntısını çektiler. Öyleyse ne iş yaparsak yapalım, canımızı dişimize katmalıyız. Boşver diyemeyiz asla! Hiçbir şeyi eksik bırakmamamız lazım. Ne yaparsak yapalım en iyisini yapmak zorundayız. O zaman Cenabı Hak’kın yardımı gelir. Pekiyi kaderci anlayış var mı burada? Neydi Kur’an’ı Kerim’de kader? Standart, Allah her şeyin bir standardını koymuş. İşte savaşta kazanmanın da standardı var, böyle yapacaksın. Başkası olmaz.
Peygambere masum diyenler, nelere dayanıyorlar, dayanakları neler? Peygamberin masumiyetini ispat eden deliller demiş. Bunu Caferiler’den aldım, niye Caferiler’den aldım? Çünkü masumluk konusuna en fazla onların ihtiyaçları var da ondan. Yani en güçlü delilleri onlar bulmuştur diye onlardan aldım. Şimdi bakın, Peygamber’in masumluğu için buldukları delillere bakın. Kur’an’ı Kerim’den. Şeytan Cenabı Hak’ka diyor ki “Rabbi bima eğveyteni leuzeyyınenne lehum fil ard. Bu topraklarda onlar için bir takım şeyleri süslü göstereceğim. Vele uğvi yennehum ecmain. Ben de onların hepsini yoldan çıkaracağım. İlla ibadeke, Ancak senin kulların, sana kulluk edenler, onların da hepsi değil. Min humul muhlisin, onlardan samimi olanlar hariç, samimi olanlara bir şey yapamam.” (Hicr 15/39-40). Şimdi samimi olanlar ifadesi masumiyet mi ifade ediyor? En güçlü delilleri bu. 15. sure 39
İkinci delilleri, o da: “Ya eyyühellezine amenu edıullahe ve edıurrasule ve ulil emri minkum. Müminler Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan ulul emre itaat edin.” (Nisa 4/59). Var mı burada masumiyet? Var mı? Evet Nisa Suresi 59. ayet.
Bir başka da bu da Bakara Suresindedir. O da: “Ve izibtela ibrahima rabbuhu bi kelimatin fe etemmehunne. Rabbi İbrahimi birtakım emirlerle denemişti, o onları yerine getirmişti.” Allahu Teala da şöyle buyurmuştu: “İnni cailuke linnasi imama. Seni ben insanlara önder kılacağım.” Oda demişti ki: “Ve min zürriyyeti, Yarabbi soyumdan da olsun.” Allahu Teala da: “La yenalu ahdızzalimin. Benim zalimlere bir sözüm olmaz, zalimler olursa zalimler için bir sözüm olmaz” demiş. (Bakara 2/124). Masumluğun bir delili de bu. Başka da yok.
Şimdi Peygamberlerin masum olmadıklarının delillerine bakalım. Peygamberler bir kere güvenilir kişilerdir. Kendilerine verilen tebliği yerine getirirler. Onların güvenirlikleri başka, onların bir insan olarak hata yapmaları başka bir şeydir. Çünkü O benim gibi bir insan olacak ki bana örnek olsun. O hata yapmıyor, ben hata yapıyorsam ben nasıl o hata karşısında bir tavır belirleyeceğim ki? İşte Peygamber (s.a.v.)’in az önce Bedir Savaşındaki hatası benim başarım için müthiş bir motor vazifesi görür, öyle değil mi? İşte o zaman bana çok güzel bir örnek olur. Derim ki: Başıma gelen sıkıntıların bir çoğunda ben kendimde hata ararım. Ama biz maddi manevi sıkıntılarımız için hep günah keçisi ararız. Birisine şey yapmak için, ah beni falanca şöyle yaptı, filanca böyle yaptı, bizde hiç suç yoktur canım. Haşa bizde suş olur mu? Ama ben, bakın burada Peygamber Efendimiz, Bedir’e gidiyor, düşmanla savaşıyor, düşmanı yeniyor ama sadece takip etmiyor. Bunun neticelerini görüyor musunuz? O zaman yaptığınız işte en küçük hataya yer yok. Yüzde yüz başarıya kilitlenmemiz lazım, yüzde doksan dokuz değil. İşte böyle Peygamber bana örnek olur. Hatasız olsa ben nasıl örnek alacağım? Haa, Peygamberimiz Allah’ın emirlerini tebliğde son derece güvenilirdir. “Vema yentiku anil heva. İnhuve illa vahyun yuha.” Bütün Peygamberler öyle. Zaten işte bu Necm Suresi, 53. sure 3 ve 4. ayetler. Yani Allah’ın dinini tebliğ ederken kendi arzularından bir şey katmaz. Onun yaptığı tebliğ sadece kendine yapılan bir vahiydir.
Hakka Suresinin 44 ve 47. ayetleri, orada Allahu Teala Peygamber Efendimiz için şöyle diyor: “Velev tegavvele aleyna ba’zel ekavil. O bize karşı bir takım sözleri uydursaydı. Le ahazna min hu bilyemin. Onu sıkı bir şekilde yakalardık, güçlü bir şekilde yakalardık. Summe lekada’na minhul vetin. Onun şah damarını koparırdık.” böyle bir şey yapamayan birisine bu söylenir mi? Yapabilir ama yapmamış. Pekiyi korunmuşluğu masumiyeti falan olan kişi için bu söylenir mi? Yarabbi sen korumamışsın ne yapsın o dersiniz değil mi? Aynen, vermedi Mabud neylesin Mahmut, suçu Allah’a havale et. Geçen sene şeytan taşlamada dünya kadar hacı öldü, suç Cenabı Hak’ka, kaderleri böyleymiş ne yapalım, öyle mi? Tabii ki öyle olur, siz bu ayetlerin üstünü kapatırsanız, müslümanları böyle kaderci bir şekilde yetiştirirseniz öyle olur. Yöneticilerin hiç bir zaman suçu olmaz. Asla suç işlemezler yöneticiler. Eğer başarı elde ederlerse onlarındır ama hata olursa Allah’ın insanlara verdiği cezadır, ne yapsınlar? “Velev tegavvele aleyna ba’zel ekavil. O Peygamber bize karşı bazı sözleri uyduracak olsaydı. Le ahazna min hu bilyemin, Onu elbette sıkı bir şekilde yakalar, Summe lekada’na minhul vetin. Sonra onun şah damarını koparırdık. Fema minkum min ehadin anhu hacizin. Sizden hiç biriniz de onu koruyamazdınız.”
Peygamber (s.a.v.) Zeynep Binti Caşh için de Allah tarafından ayıplanmıştı. Halasının kızı Zeyneb’i biliyorsunuz kendi evlatlığı Zeyd ile evlendirmişti. Sonra evlatlık olayı Kur’an’ı Kerim’de kaldırıldı. Zeyd karısını boşadı. Peygamber Efendimiz Zeyd’in karısını boşamasını istemiyordu. Çünkü kendisiyle evleneceğine dair Kur’an’ı Kerim’de de işaretler var yani zevvecna keha diyor. Seni onunla evlendirdik. Bu Allah’ın emriyle evlenmiştir, Peygamber Efendimiz Zeyneb’le. Şundan dolayı: Evlatlık olayı tümüyle ortadan kalsın. Çünkü Araplar evlatlığın karısını evladın karısı gibi kabul ediyorlardı. Bir insan evladının karısıyla nasıl evlenemezse evlatlığının karısıyla da evlenemez. Araplara göre evlenemez. Allahu Teala evlatlığı tamamen kaldırınca Peygamber Efendimizi Zeyd’in boşadığı Zeyneb ile evlendirdi ki bu iş tamamen ortadan kalksın. Hatta bir sürü dedikodu oldu kendi gelini ile evlenmiş diye. Ama bu mesele tümüyle ortadan kalkmış oldu yani evlatlık diye bir olayın olmadığı iyice ortaya çıkmış oldu. Burada Allahu Teala Ahzab Suresinin 33. sure 37. ayetinde diyor ki: 424. sayfa: “Ve iztekulu lillezi en amallahu aleyhı ve enamte aleyh. Allah’ın kendisine nimet verdiği seninde nimet verdiğin kişiye yani Zeyd’e diyordun ki. Emsik aleyke zevcek, karını boşama tut diyordun. Vettegıllah, Allah’tan kork.” Şimdi Zeyd bir azadlı köle, Zeyneb de asil bir hanım. Peygamberimiz evlendirmiş ama kocasını bir türlü hazmedemiyor, bir köle azadlısı olduğu için bir türlü hazmedemiyor. Bir türlü sevemiyor kocasını. “Ve tuhfifi nefsike mallahu mubdihi, sen içinde Allah’ın ortaya çıkaracağı şeyi gizliyordun” diyor Allah Peygamberine. “Ve tehşannase vallahu ehakku entehşah, sen insanlardan korkuyordun halbuki Allah’tan korkman gerekirdi.” Peygamberimize bakın insanlardan korkuyorsun Allah’tan korkman gerekirdi. Yüzünü ekşitmeden daha şey değil mi bu daha ağır bir ifade değil mi? “Felemma kaza zeydün minha vedara, Zeyd karısını boşadığı zaman, Zevvecna keha, seni onunla evlendirdik. Likeyla yekune alel mü’minine haracun fi ezvaci ediyaihim. Evlatlıklarının boşadığı hanımlarla evlenme konusunda mü’minlere bir sıkıntı olmasın diye,” bu iş iyice yerleşsin evlatlık olmadığı ortaya çıksın diye “İza gazav minhunne vedara, boşarlarsa tabii, vekane emrullahi mefula. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” (Ahzab 33/37). Artık sen onunla evleniyorsun.
Bir de Peygamber Efendimizden rivayet edilen bir Hadisi Şerif vardır, Buhari, Müslim rivayet etmiştir sahih bir hadistir. Bunu da okuyayım da yeter. Çünkü o kadar çok delil oldu ki herhalde en küçük şüphe kalmadı değil mi bu konuda?
Katılımcılar: Hocam bir de fakir mü’minler hakkında var.
Yok artık, ayet çok bunu artık bitireyim. Çünkü vakit de bir hayli ilerledi.
Diyor ki Peygamber Efendimiz: “İnnekum tahtasimune ileyye ve lealle bağdakum en hanebi li hüccetihi min bağd, Siz bana davalar getiriyorsunuz,” yani birisiyle hasımlaşıyorsunuz, aranızda sürtüşme oluyor bana geliyorsunuz. Arkadaşınızı şikayet ediyorsunuz, iki kişi geliyor bana birisi diğerinden hak talep ederek, “belki sizden biriniz daha düzgün konuşur kendini çok iyi savunur ve ben de onun lehine hükmederim.” Pekiyi masum olsa bunu yapabilir mi? Yanlış karar vermiş olur değil mi? Ben onun lehine hükmederim. “Femen kazitü lehu bihakkın, kimin lehine bir hak konusunda hüküm vermişsem, bihakkın ahihi şey en, kardeşinin hakkından herhangi bir şeyi ona vermişsem, bi gavlihi, konuşması sebebiyle” daha düzgün konuşmuş, öbürü beceremiyor, “fe innema aktahu lehu gıt aten minen nar, ben onun için bir parça ateş vermiş oldum fela yakhuza, sakın onu almasın.” Peygamber hüküm verdi diye almasın. Ben sizin kalbinizi nereden bileyim?
Şimdi tekrar en başa geleyim ve dersi bitirelim. Çünkü saat de doldu ama olsun konunun önemi. Şimdi burada abese vetevella ayetine diyorlar ki o kafir yüzünü ekşitti, sırtını döndü. Şimdi Peygamber’e mal edemiyorlar ya. “Enca ehul ama, o kör ona geldi diye.” Şimdi şurada Ebu Cehil var, Ebu Cehil’e Abdullah Ummi Mektum gelmiş o da yüzünü ekşitmiş sırtını dönmüş. Allah Ebu Cehil’i ayıplıyormuş yani. Daha bu baraj sorusunu çözememiş, müslüman olmamış nesini ayıplıyorsun? Adam zaten Cehennemlik.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Evet Şiiler, ama onu öyle bir dil kalabalığına getiriyorlar bu konuda bir delilleri yok. Hz. Osman’dır diyorlar burada dönen ama ona hiç bir delilleri olmadığı için onu öyle bir karombola getirerek söylüyorlar. Şiiler diyorlar onu, halbuki o hiç olmaz o mümkün değil.
Diyorlar ki: O kafir yüzünü ekşitti, sırtını döndü kendisine o ama geldi diye. “Vema yudrike leallehu yezzekka, sen nereden biliyorsun onun temizleneceğini” bu manayı da değiştirmek zorunda kalıyorlar. Yani o kafirin arınacağını nereden biliyorsun, tekrar kafire dönüyorlar burada. Şimdi önce kafir yüzünü ekşitir, sonra Peygamber Efendimiz’e o kafirin arınacağını nereden biliyorsun diyorlar. Çünkü bu ifadeyi kafire yönlendirmek mümkün değil. “Ev yezzekkeru fetenfe ahuzzikra, yada bir şey öğrenecek, o zikir ona fayda verecek.” Bunun fayda vereceğini nereden biliyorsun da bununla uğraşıyorsun diyorlar. Manayı bozuyorlar. “Emma menistağna” burdan ötesini gidemiyorlar, buradan ötesini mecburen Peygamber’e vermeleri gerekiyor. Yani öyle bir anlam veriyorlar ki anlayabilirseniz anlayın. Nakletmesi bile mümkün değil. Ancak onların şeylerini okuyarak vermek lazım. İsterseniz ben okuyayım bakın bir tanesinden okuyayım, nasıl mana vermiş? Çünkü nakletmek mümkün değil. “Ey Peygamber sana ne bildirdi o müşriğin arınacağına dair bir ihtimal bulunduğunu veya alacağı öğüdün kendisine yarar sağlayacağını.” Şimdi o iki ayetten hemen Peygamber’e geçiyor, o kafir yüzünü ekşitti işte sırtını döndü o ama geldi diye ondan sonra Ey Peygamber o bir sıkıntısından arınacak ya da senin vereceğin bir öğütten yararlanacaktı.
Neyse bunu haftaya devam ederiz, İnşaallah. Böylece bir ara verelim.