Bu Kur’an en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bulunan müminlere de müjde verir. Onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır.
Bismillahir Rahmanir Rahim.
Elhamdü lillahi Rabbil âlemin vel akibeti lil muttakin, vessalatü vesselamü ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Abese suresini okumaya devam ediyoruz. 17.ayetten başlayacağız bugün Allah nasip ederse. Geçen hafta biliyorsunuz kabir azabından bahsettik. Kabir azabıyla ilgili olarak ayetlerin ve hadislerin bir kısmından bahsettik. İnşallah daha sonra tekrar konuya dönmek gerekirse bu defa da bahsetmediğimiz kısımlarından bahsetmeye çalışırız. Kabir azabıyla ilgili o kadar çok ayet var ki, günlerce bahsedilebilir. Bütün detaylarını ayetlerden bulmak mümkün. Öldükten sonra dirilme ile ilgili de çok sayıda ayetler var. Yeri geldikçe onlardan bahsederiz inşallah. 17. Ayetten başlıyoruz.
80/17: “Kutilel insânu mâ ekferah”
Kahrolasıca insan, ne kadar nankördür! Hiç kendisine yapılan iyilikleri görmez.
En büyük nankörlüğü de Allah’a karşı yapar.
80/18: “Min eyyi şey’in halakah”
Allah onu neden yaratmıştır? Yaratıldığı şey nedir?
O kadar nankörlük ediyor, kendisini bir şey zannediyor ya, neden yaratılmış?
80/19: “Min nutfeh”
Nutfeden yaratmıştır Allah onu.
Yani döllenmiş bir yumurtadan
“halakahu fe kadderah”
Onu yaratmış sonra da onun kaderini belirlemiştir.
Biliyorsunuz buradaki kader geleneksel kader değildir. Geleneksel anlamdaki kaderi doğrulayacak ayet yok. O şekilde anlamlandırılan ayetler var ama manası geleneksel kader anlayışına uygun ayet yok. Fakat bazı kelimelere yanlış anlamlar vererek her şey ezelden yazılmış, kıyamete kadar yapacağımız her şey belli, bir kimse annesinin karnında mutluysa mutludur, bir kimse annesinin karnında günahkârsa günahkârdır. Annesinin karnındayken cehennemlik olduğu yazılıysa ömür boyu cennetlik işler yapsa bile sonunda kader önüne geçer, cehenneme gitmesini gerektiren bir fiil yapar ve cehenneme gider. Annesinin karnında cennetlik olarak yazılmışsa ömür boyu cehennemlik işler yapsa bile ölmeden önce cennete gitmesini gerektiren bir fiil yapar ve cennete gider. Böyle bir anlayış yerleşik vaziyette vardır. Ama bunu Kur’an-ı Kerim’de bulmak mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’deki kader standarttır. Allah-u Teâlâ’nın herkes için yarattığı bir standart vardır.
“halakahu fe kadderah”
Allah insanı yaratmıştır ve her insan için bir standart belirlemiştir.
Yani her bir insana ayrı bir standart belirlemiştir. Onun için her birimizin A’dan Z’ye her şeyi farklıdır. Görüntüde herkes birbirine benzer ama gerçekte herkesin sahip olduğu her şey farklıdır. Neyse sonra bu konu daha ileriki surelere daha geniş olarak anlatılır inşallah.
80/20: “Summes sebîle yesserah”
Sonra Allah kişinin önünde yolu kolaylaştırmıştır.
Kişinin doğumu rahat bir şekilde olur ana rahminden. Sonra onun önünde iki tane yol açmıştır, Allah.
76/3: “İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ”
Onu yola yönlendirmişizdir. İster nankörlük yapar, Allah’ın verdiği nimetleri, büyüklüğünü görmez. İsterse teşekkür eder, nimet bilir, ona göre hareket eder. Kendisine kalmış bir şey.
Geleneksel kader anlayışına bakın, bu ayete bakın.
80/21: “Summe emâtehu”
Sonra Allah kişiyi öldürür,
“fe akberah”
Ve onu kabre yerleştirir.
80/22: “Summe izâ şâe enşerah”
Sonra da ne zaman emir verirse o zaman insanları kabirden kaldırır.
Burada geçen “şae” fiili elinizdeki meallere bakın, “Sonra dilediği vakit yeniden onu diriltecek” deniyor. Dilediği vakit. Burada dilediği kelimesi Kur’an-ı Kerim’in anlamını tamamen değiştiriyor.
36/82: “izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn”
Allah bir şeyi oluşturmak istediği zaman ona “Ol!” der. İşte “şae” Allah’ın “Ol!” emridir. Allah’ın “Ol!” emri çıktığı zaman insanlar kabirden doğrulurlar. İnşallah bu konuda şubat ayının sonunda Allah nasip ederse yani 29 Şubat ve 1 Mart günleri İstanbul’da bir ilmi toplantı yapacağız. Şu ana kadar epey bir başvuru oldu toplantıya. “şae” kelimesi, fiili “şey” yani varlık, varoluş anlamına gelen bir kelime. Varlık ve varoluş, bunun safhaları, bunun diğer şeylerle alakası onları inşallah ortaya koyacak bir toplantı yapacağız. Sonra Allah nasip ederse şu an tam kesinleşmemiş olmakla birlikte gözüken o. Nisan ayının sonunu ve Mayıs ayının ilk günlerini içine alan haftada da Moskova ve Kazan’da bu konuda toplantı yapacağız. Orayı seçmemizin sebebi şu; Ruslarda felsefe çok gelişmiş vaziyette. Bizim çalışmalarımıza hem Moskova Üniversitesinden hem Bilimler Akademisinden hem diğer üniversitelerden ilgi gösteren epeyce ilim adamı var. Bizi yakından takip ediyorlar. Zaman zaman burada anlatıyoruz. Dünyada din ve bilim arasında insanlar ilişki kuramıyor. Onun için ilim adamları, dini bir sosyal olgu olarak alıyorlar. Tamam, insanlar din diye bir şeyi kabul ediyor, o zaman onu alıp inceleyelim, onunla ilgili görüş belirtelim, diyorlar. Yoksa dini, bilimsel metotlarla ispatlanan bir yapı olarak kabul edemiyorlar. Ama İslam dininin böyle olmadığını inşallah bütün dünyaya göstereceğiz. Bunu göstermenin temelinde de hürriyet problemi yatıyor. Mesela bir ayeti kerime var:
4/26: “Yürıdüllahü li yübeyyine leküm ve yehdiyeküm sünenellezıne min kabliküm”
Allah-u Teâlâ, Nisa suresi 26.ayetinde diyor ki,
Cenab-ı Hak sizi, sizden öncekilerin doğru yoluna yönlendirmek ister.
Yani Allah’ın isteği şu, her şeyi size açık açık bildirsin ve sizi, sizden öncekilerin doğru yoluna yönlendirsin.
Yani doğru önümüzde güzel bir örnek olarak yola gelesiniz. Allah’ın istediği budur, bütün insanlar için.
Peki, o zaman bir başka ayet buluyorsunuz;
“tudillü men yeşa”
İstediğini saptırır. Peki, Allah ne istiyor? Bizim yola gelmemizi mi, bizi saptırmayı mı? Bu ayetleri birleştirdiğiniz zaman Müslümanlar cebriyeci bir görüntü ortaya koyuyorlar. İnsan iradesiz, Allah istediğini yola getiriyor. İstediğini cennete istediğini cehenneme koyuyor.
Bunu gören bir yabancı, İslam’a dıştan bakan, “Ben almayayım, kalsın. Bu ne böyle!”der. Bu çok büyük bir yanlıştır ki asırlar öncesinden yapılmış. İkinci üçüncü asırda başlamış bu yanlış. Sonra yapısallaşmış. Tefsirlere geçmiş. İnsanlar bunun bilimsel bir şey olduğunu zanneder hale gelmişler. Zaman zaman bir şey söylüyoruz ya, bir deli bir kuyuya bir taş atsa onu kırk akıllı çıkaramaz. Peki, taşı akıllı bir adam attıysa, binlerce akıllı onu savunmaya başlar. Bunu öyle akıllı insanlar atmış ki, usulüne göre oynamışlar oyunu. Şimdi onu ortaya çıkarmak ciddi bir sıkıntı ama Allah’a hamdolsun biz o konuda en küçük bir tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya çıkardığımız kanaatindeyiz Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla. İstiyoruz ki bu dışarıdan bize bakanlar da İslam’da insana, Cenab-ı Hakk’ın tam bir hürriyet verdiğini görsünler. Bizim temel kitabımızdan görsünler. Onun için Moskova’da bu işi yaptık. Zaten şu anda Rusya’da dört beş tane İslam üniversitesi açılmış. Şuanda beş tane İslam üniversitesi açılmış vaziyette. Allah’a hamdolsun, onların her birinin bize bayağı bir güveni oluştu son birkaç senedir. Biz hem bu ilişkileri sıcak tutalım istiyoruz hem de bunlar doğruyu öğrensinler, o üniversitelerde insanlara doğruyu öğretsinler, diye arzu ediyoruz. İnşallah üçüncü ayağını Türkiye’de yapacağız toplantıyı. Tüm İslam ülkelerini içine alacak şekilde ama Ruslarla birlikte yapacağız, onları da çağıracağız. Ruslar dediğimiz zaman, oradaki Türkler de giriyor. Oradaki hâkim millet Ruslar olduğu için öyle diyoruz. Dördüncü ayağını da tüm dünyanın ilim merkezleriyle birlikte yapacağız. Çünkü şu anda dünyada İslami ilimlerle ilgilenmeyen hiçbir üniversite yok. Ama onların tamamına yakını bizi cebriyeci olarak biliyor ki doğru. Bizim mezheplere bakın, hangisine bakarsanız bakın, bir şekilde cebriyecidir. Ne demek? İnsanı bir eşya gibi kabul eder. Bir şekilde öyle yapar. Tam bir hürriyet veremez. Onun temelinde de bu “şae” fiiline verilen yanlış anlam yatar.
Bu kadar ara cümlesi yeter. Konumuza devam edelim. Hamdolsun, ben artık şundan eminim, bizim vakfın çalışmaları sadece Türkiye’de değil Türkiye’de gündem oluşturuyor zaten, epey bir zamandır gündem oluşturuyor sürekli. Ama artık vakfımızın çalışmaları dünyada da gündem oluşturacak duruma gelmiştir, şükürler olsun.
80/22: “Summe izâ şâe enşerah”
İşte Allah emir verdiği zaman insanları yeniden diriltecektir.
Bu onun emir vermesi de, Allah bir şeye emir verdiğin de anında olmaz. Biz öyle hayalciyiz ki hiç bakmıyoruz Cenab-ı hakkın kanunlarına. Allah kendi kanunlarında değişiklik olmayacağını söylüyor.
“izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn”
Allah bir şeyi yaratmayı murad ettiği zaman ona “kün” der ama o oluşmaya başlar. Mesela insanın oluşumu topraktan başlar. Erkeğin ve kadının vücudunda, ana rahminde, yıllar geçtikten sonra bakarsınız ki ortaya bir delikanlı çıkmış. Bu Allah’ın kanunudur. “Ol’” dedi, oldu. Yok, Allah böyle yapmıyor. Koyduğu kanunları değiştirmiyor. Onun için Allah’ın koyduğu kanunlarda bir değişiklik bulamayacağız. Onun için;
17/77. “ve la tecidü li sünnetina tahvıla”
Allah’ın koyduğu kanunlarda bir değişiklik bulamayacaksın, diyor.
“izâ şâe enşerah” ol emrini verdiği zaman yeniden diriltecek ama o emrini verdiği zaman önce bütün insanlar ölecek, sonra dağlar değişecek, denizlerin durumu değişecek, yeniden oluşum olacak. Sonra insanlar yeniden yaratılış olacak. Ayağa kalkacaklar.
80/23: “Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah”
Hayır, henüz bu emri vermiş değildir Allah.
Burada iki şekilde mana verme imkânı var bu ayete. “lemmâ yakdı” faili Allh-u Teâlâ da olabilir, insan da olabilir. Ama failinin Allah-u Teâlâ olması daha uygun. Yani o emredeceği şeyi muhakkak o emredeceği şeyi, gelecekle ilgili emredeceği şeyi henüz başlatmamıştır. Yani yeniden dirilmemiz için süreç henüz başlamış değildir. Yani kıyamet süreci henüz başlamış değildir. Henüz başlatmadı. Buna genellikle şöyle bir mana da verirler ki bakalım bizim mealde de öyledir herhalde, doğrusu o.
Hiç onun emrini tam eda etmedi.
Failini insan olarak almışlar. O da olabilir. Yalnız ben şahsen bu ikinci manayı biraz uzak görüyorum.
“Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah”
O kişi henüz Allah’ın emrettiğini yerine getirmiş değildir.
Henüz yerine getirmemişse ne demek? Biraz sonra getirir demektir, değil mi? Peki, kim bu? Uymuyor. Henüz Allah yeniden oluşum başlatmamıştır. O neşir dediğimiz olayı başlatmamıştır ama başlatacaktır. Peki, bu yeniden dirilme nasıl olacak, diyorsanız kolayı var.
80/24: “Felyanzuril insânu ilâ taâmi”
İnsan yiyeceğine baksın, düşünsün.
Yediği yiyeceğe baksın. Nasıl olur?
80/25: “Ennâ sabebnel mâe sabbâ”
Birden suyu döküyoruz toprağa.
Mesela şimdi dışarıda kar yağıyor, yağmur yağıyor. O su nereden dökülüyor? O su şimdi herkes kar, yağmur yağdığı zaman seviyor. Diyor ki Allah’a şükür barajlar doluyor yoksa işimiz kötü. Yaşayamayız. O suyu nereden döküyoruz, bakın.
80/26: “Summe şekaknel arda şakkâ”
Sonra yeri yarıyoruz.
Yer böyle yarık yarık oluyor, o su toprağı parçalıyor. Toprağı bitkinin bitmesine uygun bir hale getiriyor. Yer böyle sert olsa bitki çıkamaz ki dışarıya. İşte yeniden dirilişin safhalarını buradan takip edebilirsiniz. Ahirette yeniden diriliş de böyle olacak. Bakın, hemen bir anda olmuyormuş değil mi? Bir kanun koyuyor Allah, ona göre oluyor.
80/27: “Fe enbetnâ fîhâ habbâ”
Arkasından yeryüzünde taneli bitkileri bitirdik.
80/28: “Ve ineben”
Üzüm,
“ve kadbâ”
Yonca,
İnsan yiyeceği, hayvan yiyeceği.
80/29: “Ve zeytûnen ve nahlâ”
Zeytin bitirdik ve hurmalıklar bitirdik.
Zeytinlikler ve hurmalıklar bitirdik.
80/30: “Ve hadâika gulbâ”
Birisi diğerinin üzerine binmiş bahçeler…
İşte otlar diğerinin üzerine gider, bu da öbür otun üzerine gider, birbirinin üzerine yüklenen yeşilliklerden oluşan bahçeler bitirdik.
80/31: “Ve fâkiheten”
Ve meyveler,
“ve ebbâ”
ve hayvanların yiyeceği olan bitkiler bitirdik, çayırlar.
Bütün bunlar
80/32: “Metâan lekum ve li en’âmikum”
Sizin ve sizin hayvanlarınızın yiyeceği.
Yani sizi oluşturan işte bunlar. Hayvanları oluşturan da bunlar. Düşünün, yağmur yağmıyor. Sen yaşayamazsın ki, senin çocuğun olsun. Yani topraktan biten aslında bizim hepimiz topraktan biten birer bitkiyiz. Ama o toprak değişik aşamalardan oluşur. Oradan alınmış, ikinci aşama ana ve babanın vücudu, üçüncü aşama ana rahmi, sonraki aşama gördüğümüz şeyler. Topraktan gelmiş kişileriz. Ölünce de toprakta yok oluyoruz. Hayvanlar da öyle… İşte ahirette de yeniden yaratılış böyle. İnsan için de hayvan için de tek fark ana rahminin görevini toprağın, çamurun yapmasıdır. Ahirette de insanlar da hayvanlar da yeniden hasrolunacaktır. Bu ayet hangisiydi?
Hadis-i Şerifte boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır deniliyor ya, ona delaleten gösterilen ayetler var. Onların üzerinde şimdi durmayalım. Enam 38, başka ayetler de var. Yeniden dirilişte insanlar da hayvanlar da diriliyor ama hayvanlar toprak oluyor. Yani onlar birbirinden haklarını aldıktan sonra topağa dönüşüyorlar. Onun için kâfirler diyor ki “Ah, keşke ben de toprak olsaydım. Şu hayvanlara bak. Ne güzel, ne şanslılar.”
80/33: “Fe izâ câetis sahhâh”
O kulakları sağır eden o ses geldiği zaman
Kalk borusu çalacak. Herkes kabrinde yatıyor, yataklarında uyuyan insanlar gibi. O kalk borusu çaldığı zaman herkesin ruhu gidip kendi bedenine girecek. O zaman herkes kalkacak. Şu anda nasıl birbirimizi tanıyorsak o zaman da birbirimizi tanıyacağız. Hani geçen hafta da detaylı olarak anlatmıştık burada, biliyorsunuz. Öldükten sora dirilmek, uyuyup uyanmanın aynısıdır. Geçen haftadan bu güne kadar kaç kere uyuyup uyanınız? Yedi kere değil mi en az? Bugün sekizinci gün. Yedi kere uyuyup uyandınız ya birbirinizi unuttunuz mu? Gördüğünüz zaman tanıyor musunuz birbirinizi? Orada da aynı. Bir kere uyuyup uyanmış oluyorsunuz. Ölüm uyku uyanma. Uyuyup uyandığınıza zaman birbirinizi tanımakta herhangi bir sıkıntınız yoksa yeniden dirilmede de aynı. Çünkü yine aynı etten kemikten olan vücut, tek fark genç bir vücut. Sapasağlam bir vücut. Herkes birbirini tanıyor. Onun için bu benim kardeşim, bu benim oğlum, bu benim eşim, bu benim kızım. Orada gördüğü zaman herkes birbirini tanıyor.
80/34: “Yevme yefirrul mer’u min ehîh”
O gün kişi kardeşinden kaçar.
80/35: “Ve ummihî”
Annesinden kaçar.
“ve ebîhi.”
Ve babasından kaçar.
80/36: “Ve sâhıbetihî”
Bayan arkadaşından kaçar.
Burada “zevcetihi” demiyor. Karısından değil, bayan arkadaşı karısı da olmayabilir. Orada her şey ortaya çıkacak ya. Burada gizlenen şeyler de orada ortaya çıkacak.
“Ve sâhıbetihî ve benîhi”
Hani sen benim için dünyaları verecektin, ne oldu? Yok.
“ve benîhi”
Ve oğullarından kaçar.
80/37: “Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîhi”
O gün herkesin bir işi var.
Öyle yoğun ki başını kaldıracak hali yok. Git başımdan, diyor. Meşguliyeti kendisini öylesine işgal etmiş, öylesine yoğun ki bir başkasına kafasını kaldırıp bakmaya imkân yok. Mealde karısından diyebilir de ayetin kendisinde karısından değil, sahibetihi diyor, bayan arkadaş. Tam Türkçe karşılığı odur.
“Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîhi”
Her bir insanın o gün kendisini tamamen işgal eden bir işi var.
Çünkü herkes öylesine gergin ki artık hesap verme günü geldiğini biliyor. Bütün imkânların elinden çıktığını görüyor. Öyle bir noktaya gelmiş ki adam evinde, sarayının içerisinden yüzlerce doktorun nezaretindeyken ölmüş. Yani uyumuş diyeceksiniz ona. Gözlerini açtığı zaman neyi bekleyecek? Aynı sarayda, aynı doktorların etrafında olmasını bekler değil mi? Gözünü açtığı zaman ne görüyor? Ne saray var, ne doktorlar var, ne yatak var. Ne çevre benim bildiğim çevre. Dağ yok, dere yok, tepe yok. Hiç tanımadığı bir yer. Uyuyorsunuz, böyle bir yerde uyanıyorsunuz.
Hababam Sınıfından hatırlayın. Adamı götürüyorlar uyurken. Bodruma koyuyorlar. Uyanınca ben öldüm mü, diyor. Çünkü şaşırıp kalıyor. O yine bodrum, tanıdık bir bina. Burada bina falan yok. Hiç bir şey yok, hiçbir şeyi yok adamın. Biraz önce kraldı. Niye biraz önce? Uyumuş, uyanmış o kadar. Krallık da yok, tek başına. Zaten şaşkın. Hesap vereceksiniz dendiği zaman bütün hayatını zihninden geçiriyor. Eyvah! Ben Allah’a karşı çok kötü davranmıştım. Bugün benim halim ne olacak? Elleri, ayakları tutuşmuş. O zaman kimi görür adam? Ömür boyu iyi işler yapmış olsa bile yine de endişe taşır. Acaba ne olacak?
80/38: “Vucûhun yevmeizin musfirah”
O gün bazı yüzler vardır; parlak! Gülüyor.
80/39: “Dâhıketun mustebşirah”
Güleç bir yüz.
İster ki birisinden bir sevinçli haber bekler, her taraftan. Henüz şey değil ama çünkü durumu iyi. Bir sevinçli haber bekliyor. Yeni kalkmış. O sevinçli haber beklediği zaman da kendini bir noktaya konsantre etmiş olduğu için başkasıyla meşgul olamıyor.
80/40: “Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gaberah”
Ama bazı yüzler de var ki, onun üzerinde topraklar…
Kara toprak yüzlerini sarmış.
80/41: “Terhekuhâ katerah”
Onun üzerini de karanlık örtmüştür.
80/42: “Ulâike humul keferetul fecerah”
Onlar kefereyi feceredir.
Kefere, kâfirler… Kâfir demek örten demektir. Neyi örtüyor? Gerçekleri.
Mesela bugünlerde Türkiye’de tartışmalar yapılıyor. Başörtüsü serbest bırakılsın mı bırakılmasın mı? Herkes acaba Allah’ın sözü Türkiye’de geçerli olsun mu olmasın mı, bunun tartışmasını yapıyor. Yani ilah kim? Ben miyim, Allah mı? Allah göklerin ilahı ama buranın ilahı benim. Firavun gibi. Benim dediğim mi olacak, Allah’ın dediği mi olacak? Buna kimse cesaret edemez. Meselenin bu şekilde olmasına kimse cesaret edemez. Onun için yapacağı şey şudur, Allah bunu istemez derler. Allah başörtüsünü emretmez, diyecek. Hep öyle olmuştur. Tarih boyunca Kur’an-ı Kerim’i okuyun, öyledir. Allah niye bunu söylesin? Çünkü ben Allah’a karşı çıkıyorum deme cesaretini hiçbir kâfir gösteremez. Ama onu da yapacak ama önce onu bir şeye benzetecek. Sonra konuşacak. Ne yapacak? Onun üstünü örtecek. Onun için adına kâfir deniyor. Gerçeği örtüyor. Var olduğunu bilmeyen örtebilir mi? Biliyor ve örtüyor. Sonra da feceredir. Kendine göre hayatı parçalara ayırıyor, şu benim payım, şu oranın payı. Kendine göre yetki paylaşımı yapıyor Cenab-ı Hak’la. Allah buna razı olur mu? Sen şimdi Allah’ı görmezlikten geliyorsun bu dünyada, Allah sana bu yetkiyi vermiş. Sen şimdi Allah’ın emirlerini örttüysen Allah da ahrette senin yüzünü örtecek. Ama bu dünyada herkese fırsat verir. Enteresandır, hiç kimse kâfirliği kabul etmez. Firavun da kabul etmez. Firavun Musa’ya (as) sen kâfirsin, demişti. Firavun da kabul etmez, Ebu Cehil de kabul etmez. Çünkü herkes çok iyidir, kendine göre bir numaradır. Ama Allah’a göre ne? İşte o ahrette ortaya çıkacak. Fakat herkes kendinin ne mal olduğunu bilir.
Kıyamet suresinin 14,15. Ayetleri;
75/14. Belil’insanu ‘ala nefsihi besıyretun.
Birçok mazeretleri sayıp dökse bile kendisinin ne mal olduğunu en iyi kendisi bilir.
Onun için bu cehennemlikler meseleyi çok iyi kavradıktan sonra yoldan çıkanlardır. Bunların hemen tamamı doğruyu bilip kavrayıp kendi içinde inanıp sonra vazgeçen insanlardır. Tamamı öyledir. İşte bu kâfirliğin yanlış olduğunu bildikleri için hiç birisi kabullenmez. Adamın işi gücü yalan söylemektir. Sen yalancısın deyince kızar. İşi gücü kâfirlik olana da kâfirsin deyince kızar. Onun için biz demiyoruz. Cenab-ı Hak, ahirette gerekeni yapacaktır. Diyor ki Allah-u Teâlâ
3/106: “Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh”
O gün bazı yüzler ak olacak, bazıları da kararacak. Ali İmran suresi 106, 64.sayfa. Burada çok dikkatle takip edin ayeti kerimeyi lütfen.
“Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh”
Bir kısım yüzlerin ak, bir kısım yüzlerin de kara olacağı günden.
“ fe emmellezînesveddet vucûhuhum”
Yüzleri kararanlara gelince, onlara şöyle denilecek
“e kefertum ba’de îmânikum”
Yüzleri kararanlar, nereye inecek olanlar bunlar? Cehennemlikler. Bu ayet burada anlatıyor. Abese suresinde de söylüyor.
80/40: “Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gaberah”
Üzerlerinde bir toz bulutu var. Onun üzerinde de lekeler büründürmüş. Üst üste karartılar var yüzlerinde. Bu dünyada hakikatleri örtmelerinin cezası yüzlerinde ortaya çıkacak. Çünkü Allah-u Teâlâ her insana yaptığının dengi cezalar verir. Burada ne diyor?
“fe emmellezînesveddet vucûhuhum”
Yüzleri kararacak olanlar, onlara şöyle denilecek.
“e kefertum ba’de îmânikum”
İmana gelmenizden sonra kâfir mi oldunuz?
Görüyor musunuz? İmana gelmenizden sonra kâfir mi oldunuz, denilecek. Onun için mürtedleri öldürelim diye kitaplarda geçiyor. Yapmayın Allah’ınızı severseniz. Mürtedleri öldürecekseniz yeryüzünde bir tane kâfir bırakmamanız lazım. Çünkü gerçeği kavramayan kimse yok. Kendine göre, elindeki imkânlara göre. O imkânlarla sınırlı olarak doğruları herke kavramıştır.
“e kefertum ba’de îmânikum”
İmana gelmenizden sonra kâfir mi oldunuz, denilecek.
Bu kâfirler onun için zaman zaman keşke Müslüman olsak diye iç geçirirler. Çünkü yaptıklarının yanlış olduğunu çok iyi bilirler.
“fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn”
Öyleyse kâfir olmanızdan dolayı azabı tadın bakalım, denir.
Bir de 213. Sayfayı açalım. Yunus suresi 27.ayet.
10/27: “Vellezıne kesebüs seyyiat”
O kötülükleri kazananlar,
Günah işlemek de bir gayret ister. İnsan öyle durup dururken günah işleyemez ki. Günah işlemek sevap işlemekten çok zordur. Çünkü günah işlediğin zaman önce vicdanın seni rahatsız eder. Önce kendi kendine savaşman lazım. Sonra tabiatla savaşman lazım. Her şey buna karşı. Dolayısıyla insan kâfirliği bile bile şuurlu olarak yapar. Kendine göre bir takım beklentileri vardır.
“cezaü seyyietim bi misliha”
Onların yaptığı kötülük misliyle cezalandırılacaktır, dengiyle cezalandırılacaktır.
“ve terhekuhüm zilleh”
Onları bir alçaklık bürüyecek.
“ma lehüm minellahi min asım”
Allah’tan onları koruyacak hiç bir şey de yok.
“keennema uğşiyet vücuhühüm kıtaam minel leyli muzlima”
Sanki yüzleri gecenin o karanlık parçalarıyla boyanmıştır.
Yani gecenin karanlığını, kapkaranlık geceyi onların yüzlerinde göreceksiniz.
“ülaike ashabün nar hüm fıha halidun”
Onlar cehennemliklerdir ve sürekli orada kalacaklardır.
10/28: “Ve yevme nahşüruhüm cemıan”
Onları hep birlikte bir araya toplayacağız.
Bütün insanları bir araya toplayacağız.
“sümme nekulü lillezıne eşraku”
Müşrik olanlara şunu söyleyeceğiz.
Ne demek müşrik? Bütün kâfirler müşriktir. Müşrik olmayan tek bir kâfir yoktur. Çünkü herkes Cenab-ı Hakk’ın söylediği doğruyu kabul eder. İşine gelmediği için ya kendini tanrılaştırır ya bir başkasını tanrılaştırır. Allah’ın emrini o şekilde ıskalar.
“mekaneküm entüm”
Denilecek ki, siz yerinizde durun.
Siz bir yere gitmiyorsunuz.
“ve şürakaüküm”
Sizin ortaklarınız da.
“fe zeyyelna beynehüm”
Onların arasını ayırmışızdır.
Birbirlerinin aklına uyarak bu işi yapmışlardır.
“ve kale şürakaühüm ma küntüm iyyana ta’büdun”
Onların şerikleri yani Allah’a ortak saydıkları diyecekler ki, siz sadece bize kul olmuyordunuz ki. Başka şeylere de kul oluyordunuz.
Bu “iyyana” fiili öne geliyor ve bir tahsis ifade ediyor. Sadece bize ibadet etmiyordunuz. Evet, bize kulluk ediyordunuz ama başka kulluk ettikleriniz de vardı.
10/29: “Fe kefa billahi şehıdem beynena ve beyneküm”
Allah aramızda şahit olarak yeter.
Allah biliyor zaten her şeyi.
“in künna an ıbadetiküm leğafilın”
Aslında biz sizin bize kul olduğunuzdan da haberdar değildik. Bilmiyorduk. Böyle diyecekler.
Abese suresine tekrar dönelim.
O yeniden dirilme günü ki boru çalacak. İnsanlar kabirlerinden kalkacaklar. Sur’a üflenmesi, kalk borusunun çalması. Herkes kalkacak. Herkes duyacak o sesi. Hatta yataktan kalkar gibi kalkacaklar. Bizi uykumuzdan kim uyandırdı, diyecekler.
80/34: “Yevme yefirrul mer’u min ehîh”
O gün kişi kardeşinden kaçacak.
80/35: “Ve ummihî”
Annesinden,
“ve ebîhi.”
Babasından.
80/36: “Ve sâhıbetihî”
Bayan arkadaşından
“ve benîhi”
Oğullarından kaçacaktır.
80/37: “Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîhi”
Herkesin o gün işi başından aşkın olacak.
Kimse başını kaldırıp başkasıyla meşgul olacak durumda değildir.
80/38: “Vucûhun yevmeizin musfirah
Bazı yüzler vardır ki sabah aydınlığı gibi parıl parıl parlıyor.
80/39: “Dâhıketun”
Gülüyor
“Mustebşirah”
Bir müjde bekliyor, cennete gideceksin diye.
80/40: “Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gaberah”
Bazı yüzler var ki üzeri toz toprak.
80/41: “Terhekuhâ katerah”
Onun üzerini bir karanlık kaplamıştır.
Sanki gecenin karanlığından parçalar yüzüne yapışmış gibi.
80/42: “Ulâike humul keferetul fecerah”
İşte bunlar kefereyi feceredir.
Yani doğruları sürekli örtmeye çalışanlar, sürekli ayrılıkçılık yapanlar, günaha dalan insanlar. Allah’ın yolundan sürekli kaçan kişilerdir. Doğrulardan sürekli kaçan kişilerdir.
Bu tür ayetleri okurken genellikle insanlar hep başkasına pas ederler. Hiç kimse kendi üzerine alınmaz. O zaman da kimseye faydası olmaz. Yağmur yağdığı zaman yağmurdan önce kendimiz istifade edelim. Taşlar gibi üzerimizden süzülüp de başka yere gitmesin. Başkalarıyla ilgili konuşmak kolaydır. Kendimizle ilgili konuşmak zordur. Şimdi şöyle düşünelim, bütün dünya kâfir. Ben müminim. Bunun bana bir zararı var mı? Bütün dünya mümin ama ben kafirim. Bana bir faydası var mı? Onun için önce ben. Önce ben çünkü cehenneme gideceksem ben gideceğim, cennete de gideceksem ben gideceğim. Bu insanların kurtulması için ben cehennemde yanarım diyen bazı kabadayılar çıkıyor. Gitsin cehennemin en sıcak yerinde yansın, gebersinler. Bazıları kendilerini Allah’tan daha merhametli görüyorlar. Öyle şey yok.
Cenab-ı Hak:
66/6: “ kuenfusekum ve ehliykum naren” diyor.
Kendinizi ve ailenizi ateşe karşı koruyun.
Hiç kimse kendisini Cenab-ı Hak’tan merhametli görmeye kalkışmasın. Bu bir tanrılık iddiasıdır. Hatta Allah’tan daha büyük tanrı olma iddiasıdır. Başka bir şey değildir.
Peygamber efendimiz diyor ki, Allah ona emrediyor,
De ki; ben öyle yeni ortaya çıkmış biri değilim ki. Daha önce de elçiler vardı. Benim başıma ne geleceğini ben bilmiyorum, diyor, peygamber (sav). Ama birileri tutuyor, iman kurtarmaya kalkıyor. İman kurtarmak! Hiçbir peygamberin böyle bir rolü yok. Hiçbir peygamberin iman kurtarmak gibi bir rolü yok. İnsanlara dini tebliğ etme görevi vardır. Kendilerini Allah’ın yerine hatta daha yüksek bir makama koyuyorlar. Öyle saçmalıklara da asla prim vermeyelim lütfen. Bu ayetleri öncelikle mutlaka kendimizle ilgili olarak düşünelim. Başkalarıyla ilgili olarak düşünmek çok kolay. Camide vaaz ederken, en iyi vaiz caminin dışındakilere sövüp sayan vaizdir. En kötü vaiz de cemaatin hatasını söyleyen vaizdir. Cemaatin hatasını söyledin mi haftaya iki üç kişi kalır. Ama dışarıdakilere söv, çünkü herkesin kızdığı birileri vardır, hazır söven bir adam bulmuş dinlemeye gider o. Ama bunun kimseye faydası olmaz.
Cenab-ı Hak bu ayetlerden hakkı ile istifade edip ona göre yaşamamızı nasip etsin.