Üç haftadır abese suresinin ilk ayetleriyle meşgul olduk, inşallah hayırlı olmuştur faydalı olmuştur. Bu gün yine aynı surenin ilk ayetlerinden başlayacağız ama üzerinde durmadan devam edeceğiz Allah nasip ederse.
(1) “ Abese ve tevella, en caehül’a’ma ” “ Yüzünü ekşitti, sırtını döndü kendisine o ama, o kör insan geldi diye. ”
(2) “ Ve ma yüdriyke le’allehu yezzekka ” “ Ne biliyorsun? belki o arınacaktı. ”
(3)“ Ev yezzekkeru fetenfe’ahuzzikra. ” “ Yada, bir bilgi edinecekti, o bilgi ona fayda verecekti. ”
(4) “ Emma menistağna ” “ Ama sana ihtiyaç duymayan kişiye gelince, ”
(5) “ Feente lehu tesadda ” “ sen sadanı, sesini hep ona yöneltmişsin, ondanda yankılanıyor (seni hiç dinlediği yok) ”
(6) “ Ve ma ‘aleyke ella yezzekka ” “ Senin üzerinde ne var? sana bu bir sorumluluk mu yükleyecek? o insan arınmayacak diye ”
(7) “ Ve emma men caeke yes’a ” “ ama koşa koşa sana gelen ”
(8) “ Ve huve yahşa ” “ aynı zamanda o Allahtan korkan bir insan ”
(9) “ Feente ‘anhu telehha ” “ Sen tutmuşsun onunla ilgilenmiyorsun! ”
İki haftadır biliyorsunuz Peygamber (s.a.v) le ilgili olan bu ayetler üzerinde durduk. Allah Teâlâ, peygamber efendimizi burada uyarıyor ilgili birçok ayeti kerimeyi okuyarak zannedildiği gibi peygamberimizin masum olmadığını ortaya koyduk. Masum olmak, günah işlememek demektir yani Allah’ın onu günahtan koruması demektir. Allahın kendisini günahtan koruduğu bir kişi günahtan korumadığı kişilere örnek olamaz. Örnek olabilmesi için bizimle aynı olması lazım. Peygamber (s.a.v)’i Allah Teâlâ günahtan korumuş değildir. Ancak peygamber efendimiz kendi gayretiyle günahlara karşı korunmuştur, işte o kendi gayreti ile korunduğu için bize örnek olabilmektedir. Yoksa mesela daha önce okuduğumuz geçen hafta değilde önceki hafta okuduğumuz ayetler var.
“İnna fetahna leke fetham mübina” “Biz senin için her şeyi açıklayıcı bir şekilde, ya da önünü açan bir fetih verdik” (Fetih 48/1)
“ Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara ” “Bu Allahın senin önceki günahlarını bağışlaması ve sonraki günahlarını bağışlaması içindir.” (Fetih 48/2)
Şimdi nedense İnsanlar kendi kafalarına göre peygamber (s.a.v) bir rol biçiyor, bir takım özellikler belirliyorlar, ona aykırı gördükleri ayetleri o tarafa doğru yönlendiriyorlar. Ayet gayet açık şekilde Fetih suresinin ilk iki ayetidir, 48. Sure. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın diye, senin önüne böyle bir açılım getirdik demiş oluyor Allah Teâlâ. Efendim Peygamberin günahı olurmu? Allah’tan daha iyimi bilecek halin yokya Allah böyle diyor sen bunu böyle kabul etmek zorundasın. Bu tür davranışlar Peygamberi Tanrılaştırmaya doğru götürüyor sonra bakıyorsunuz ki insanlar artık Resulullah’la değil Abdullah ın oğlu Muhammed’le meşgul olmaya başlıyorlar, tabi Abdullah’ın oğlu Muhammed’de kurtarmıyor bu defa siz bakmayın O ilk varlıktı demeye başlıyorlar. Tanrılaştırıyorlar sonrada adeta Hıristiyanlarla yarıştırıyorlar İsa da o varsa bizim peygamberimizde daha büyüğü var, benim babam senin babanı döver edasıyla hareket ederek Peygamber (s.a.v)’i Tanrılaştırıyorlar. Mesela Hıristiyanlar diyor ki bugün ki papanın kitabında var “ İsa olmasaydı Allah dünyayı yaratmayacaktı Allah kâinatı İsa için yarattı” diyor. Bizimkilerde, esas bizim peygamberimiz için yarattı diyorlar, yarışa giriyorlar. Hâlbuki Allah Teâlâ diyor ki “Vema Muhammedun illa resul’’ Muhammed sadece Allahın elçisidir. (Fetih suresi 48/29) ‘’ kad halet min kablihir rusül’’ Ondan öncede elçiler gelmiştir.(Ali İmran 2/144) Onun bizi ilgilendiren tarafı onun Allahın elçisi olmasıdır, neden ilgilendiriyor çünkü şu okuduğumuz kitaba Allahın kitabi diyoruz bu kitabı o bize getirmiştir. Onun Allahın elçisi olması gerekiyor ki bu kitap’ta Allahın kitabı olsun, işte bizi ilgilendiren taraf asıl burasıdır.
Bazıları diyor ki esas olan Muhammed (s.a.v) o olmasaydı kuranın bir anlamı olmazdı diyorlar bunları maalesef duyuyoruz. Şimdi bugün Muhammed (s.a.v)’in Allahın elçisi olduğunu biz nerden öğrenebiliriz? Kuran’ın Allahın kitabı olduğunu peygamberimizden dolayımı öğreniyoruz, onun Allahın elçisi olduğunu kurandan dolayı mı öğreniyoruz? İşin esası kurandır, şimdi Kuran-ı Kerimi okuduğunuz zaman bakıyorsunuz ki bunu bir insanın yazması mümkün değil. Hem kuranın içerisinde hemde tarihi kaynaklardan öğreniyoruz ki bunu getirip insanlara tebliğ eden Muhammed (s.a.v)di. “Bu sallallahu aleyhi ve selem” i de Allah bize emrettiği için söylüyoruz. Yani diyorki “ya eyyühelleziyne amenu salli aleyhi ve sellemu teslima’’ (Ahsab 33/56) “Ey insanlar ona salât edin ve selam edin’’ diyor. Onun için bunu yapıyoruz. Dolayısıyla siz onun elçiliğini öne alırsanız sizin için esas olan elçiliği sebebiyle getirdiği bu kitaptır. Asıl olan elçiliktir, Allah güvenmediği bir kişiyi elçi olarak göndermez ki, bir insan bir adamı kız istemek için gönderse aman bu kızı giderde kendi oğluna ister endişesi varsa hiç gönderir mi? güvenmesi lazım, onun için güven çok önemlidir. Birde elçinin doğru sözlü olması gerekir. Bunlar özellikler, çok güzel özellikler. Güvenilir olmak, doğru sözlü olmak her insanın başarabileceği bir şeydir acak masum olmak her insanın başarabileceği bir iş değildir, yani şöyle söyleyeyim, doğuştan masum olmak, Allah tarafından korunmuş olması sen kendini Allah tarafından günahlara karşı korunmuş olmanı nasıl sağlayabilirsin? Zorlarsın, yalan söylemezsin yalan söylemeyen çok insan vardır, güvenilir olmaya gayret edersin ama sen ne kadar uğraşırsan uğraş cenabı hakkın seni günahlara karşı korumasını sağlayamasın. Günahlara karşı sen korunabilirsin, o senin gücünün altındadır. Dolayısıyla işte peygamber efendimize “ismet’’ sıfatı verilerek o insan olmaktan uzaklaştırılıyor melek haline getiriliyor o zaman da sana örnek olmuyor. Şimdi ona “ismet” sıfatını verenler Abese suresini ona yakıştıramıyorlar, onu geçen iki hafta içerisinde anlatmaya çalıştık. Allah böyle diyor sana mı kalmış! İşte onun elçiliğini değil de kişiliğini öne alanlar bu defa bütün yüklemeyi ona yapıyorlar. Elçiliğini öne aldığınız zaman Din’e kendi arzu ettiğiniz şekli vermeniz mümkün değil çünkü onun elçilik gereği getirdiği kitap ortada, kitaba uymanız lazım ama onun kişiliğini öne alırsanız nasıl olsa kişiliğiyle ilgili hiçbir şey yok yani kişiliğini kutsallaştıran hiçbir şey yok Kuran- ı Kerimde o zaman oraya kendi hayalinizden bir takım anlamlar, önceki inançlardan bir takım anlamlar getirip yüklersiniz ve ona yeni bir din oluşturursunsunuz kendi kafanızda ve o dinle insanları sömürürsünüz. Bugün yeryüzünde ki Müslümanlar o oluşturulmuş dinin esiridirler maalesef. Dolayısıyla kuranda ki dini anlattığınız zaman herkes rahatsız olur yani herkes derken tabi %90’a varan bir gurubun rahatsız olduğunu görüyorsunuz. Ama bu yapı çok şükür çözülmeye başladı, inşallah çözülmeye devam eder.
Şimdi burada Allah Teâlâ peygamber (sav)’in tavırlarını kınıyor. Peygamber efendimiz Mekke’de, Mekke’nin ileri gelenlerinden biriyle, bazıları Ebu Cehil diyor, bazıları Utbe diyor bazıları Abbas diyor bazıları başkalarını söylüyor, onu dine çekmek için bütün gayretiyle ona tebliğle meşgul olurken, bir mümin olan ağma İbn-i mektun yaklaşıyor peygamber efendimize, Peygamber efendimizden bir şeyler öğrenmek istiyor, peygamber efendimizde meşgul olduğu için onun yaklaşmasından rahatsız oluyor yüzünü ekşitiyor, sırtını dönüyor oda habire kendisiyle meşgul olsun diye ona baskı yapmak istiyor çünkü kör farkında değil. Peygamber efendimizin bu davranışını Allah Teâlâ kınıyor.
İleriki zamanlarda okuyacağımız ğaşiye suresinde “88.surenin” 21/22.ayetleri Allah Teâlâ burada buyuruyor ki “fezekkir innema ente muzekkir’’ “sen insanlara tezkirde bulun, Kuran-ı anlat” zikir Kurandır. Daha önce de söylemiştik ilim var, bu alim’e göre doğru yönü yanlışından fazla olursa ona ilim deniyor. Her ilmin kendine göre bir laboratuarı vardır, bazı ilimler sosyal hayatta test edilir bazı ilimler başka yerlerde test edilir, test ederseniz marifet’e dönüşür, dahada olgunlaşır evrensel nitelik kazanırsa onun adı zikirdir. Bizim geleneksel anlamda zikir değil, evrensel nitelik taşıyan bilimin adı zikirdir. İşte bu Kuran’daki bilimdir dolayısıyla evrensel nitelik taşıyan bilimi dünyanın bütün fertlerine anlatırsınız herkes onun farkına varır tıpkı çok güzel bir su gibi, onu kime içirirseniz içirin dünyada insanda olsa hayvan da olsa ondan zevk alır, zevkle içer.
İşte “fezekkir” sen bu zikri anlat o insanlara yani o Allahın kitabını anlat, şimdi öğüt ver diye tercüme ettiğiniz zaman bu anlamlar kayboluyor. Bizim geleneklerdeki öğüt ver adamdan birtakım gerçekleri gizlersin, ha canım sende boş ver falan dersin, böyle değil burada gerçekleri anlatacaksın! Gerçekler o kişi üzerinde yapacağı etkiyi yapar, o kişi günahkârda olsa, çok cahilde olsa, yani az önce söylediğim gibi ne kadar cahil, ne kadar kötü huylu, ne kadar günahkâr olursa olsun dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, kaynağından güzel bir bardak su verdiğiniz zaman zevkle onu içer. İşte aynen onun gibi Kuran-ı anlattığınız zaman ondan büyük bir zevk alır ve onu dinler. Yeter ki dosdoğru kuranı anlatın içine de kendinizden bir şey katmayın.
İşte tezkir bu “innema ente muzekkir’’sen sadece muzekkirsin senin yapacağın bu görevdir tebliğden başka bir şey değildir. Bunu şu ayette gösterir “vema alel rusuli illal belağ’’ elçilere düşen tebliğden başka bir görev değildir. Maide suresi (5/99) İşte o tebliğ tezkirdir, elçilerin görevi budur. Her zaman söylüyoruz bir zikir vardır Kuran-ı Kerim’dir, Kuran nasıl zikir’se fıtrattan elde edilen varlıklar Alemi’nden elde edilen bilgilerin evrensel nitelik taşıyan kısmı, artık iyice süzülmüş öz hale gelmiş evrensel nitelik taşıyan şekle gelmiş o kısım da zikirdir. Dolayısıyla tüm ilim dallarının bu nitelikteki bilgilerin adıda zikir’dir. Kuran-ı Kerim’deki ilimde zikir’dir. Hiç ilmi olmayan insanların tabiatı okuyarak elde ettikleri evrensen niteliği taşıyan bilgilerde zikir’dir. Kuranı-ı Kerim zikir, bilgide zikir dolayısıyla kuranda evrensel nitelik taşıyan bilgileri birebir örtüşürler, aralarında hiçbir tezat olmaz. Peygamberlerin görevi tezkirdir, insanlara bu zikri anlatmaktır çünkü bunu anlattığınız zaman herkes bunun doğru olduğunu fark eder başkada bir görevleri yoktur.
Ondan sonra ne diyor Cenabı hak “ leste aleyhim bi musaytır.’’ “ sen onların üzerinde baskı kuracak değilsin, zorbalık yapacak değilsin. ” ( Gaşiye 88/22) Yani illa Müslüman olun diye zorbalık yapmanıza gerek yok. Şimdi bizde bir şey var, çok yanlış bir anlayış var çocukluktan beri haşa sanki kendimizi Allah’ın yerimize koyuyoruz. Aman birisi Allah’ın emrine aykırı davrandığı zaman zorla onu yola getirmeye çalışıyoruz. Hâlbuki Allah Teâlâ öyle demiyor. Allah Teâlâ tam bir hürriyet vermiş sapıtacaksan sapıt, yoldan çıkacaksan cık kardeşim, neticesin de sen kaybedeceksin. Bizim yapacağımız onlara doğruları anlatmaktır, doğruları kabul ettirmek değildir. İkisi arasında çok büyük fark var, onun için Allah “ leste aleyhim bi musaytir ”diyor. İnsanların üzerine zorbalık yapacak değilsin.
Geçtiğimiz Cuma günü Sakarya’da idik güzel bir toplantı oldu. Konu dinde zorlama varmı? meselesiydi. Şimdi gelen anlayış var dinde zorlama yok ama girdikten sonra var. Kardeşim işin esasına bakarsanız dine girmemiş olan tek bir kâfir yoktur. Kuran-ı Kerim üzerinde çalışın, bu dini kabul etmemiş olan tek bir kâfir yoktur. Bu din derken sadece İslam dini olarak anlamayın evrensel doğrular manasınla alın. Çünkü dikkat ederseniz zihninizdeki ayetleri yoklayın. “ innelleziyne keferu mim bağdihi imanihim. ” Cehenneme gidenlerle ilgili, “ inandıktan sonra kâfir olanlar ” çünkü herkes gerçeği anlar, hatta kabulde eder. Siz kendinize bakın, bütün insanlar böyledir. İşlediğiniz her günah yaptığınız her yanlışlık sizin içinize rahatsızlık doğurur. Çünkü bu vücut o günaha göre yaratılmış değildir. Yaptığınız her bir sevap sizi mutlu eder, işlediğiniz her bir günah sizde rahatsızlık doğurur. Sonra kendi kendinize söz verirsiniz, Allah’a söz verirsiniz bir daha yapmayacağım dersiniz ve yaparsınız.
Şimdi Allah kâfirleri nasıl tanımlıyor, lütfen açın bakara suresinin 4. Sayfasını 26 ve 27 ben 26’ nın son kısmını okuyacağım üst tarafı okursak konu dağılır. Asıl bizi ilgilendiren taraf o. “ ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn ” üsttarafınıda kısaca özetliyim işte Allah bir sivrisineği ya da ondan daha üst bir örneği vermekten çekinmez. İnanan insanlar bilirler ki bu Allah tarafından gelen gerçek bir örnektir. İnanmayan insanlarda derlerki Allah bununla neyi murat etmiş olabilir ki? Çünkü onlar Allah dedi diye bir şeyi kabul etmezler. Kafalarına uyarsa kabul ederler. Yani Allahın emirlerine bakarlar akıllarına uyuyorsa kabul ederler uymazsa bir kenara atarlar. Ya şu sivrisinekte ya Allah ne murat etmiş olabilirki falan derler olur mu böyle bir örnek derler, kâfirler bu. Yani Allah’ın emirlerinden beğendiklerini alır beğenmediklerini bırakırlar. Sonra bakın Allah bu şekilde birçok kimseyi sapık sayar, birçok kimseyi de yola getirir yoluna kabul eder. Burada Allahın yaratıcı olduğunu bilmeyen yoktur. Gökleri yeri yaratan, beni yaratan, rızkı veren yağmur yağdıran, otu bitiren o, bunu herkes bilir yeryüzünde. Peki, her şeyini borçlu olduğun Allah’a akıl vermeye nasıl kalkıyorsun. İşte burada kâfirlik eder. Nedir kâfirlik, Allah’ın büyüklüğünü görmezden gelmektir. Biz kâfir kelimesine de yanlış mana veriyoruz. Kâfir örten demek. Allahın o büyüklüğünü görmezden geliyor adam. Şimdi adama diyorsun ki sen kimsin ki Allaha akıl öğretiyorsun? Tıpkı şeytan gibi yani diyor ki yarabbi ben ondan daha hayırlıyım beni ateşten yarattın. “Ben yarattıysam sana mı kalmış akıl vermek?” teslim olabiliyormusun madem her şeyini ona borçlusun yaşaman ondan, ölümün ondan her şey ondan o zaman tutup ona ne akıl veriyorsun senin aklın bunu kavramıyormu, yok öyle değil.
“Vema yudillu bihi illel fasiğıyn” Allah kimi sapık sayar, Allah kimseyi yoldan çıkarmaz bu mümkün değil yok Allah yola getirir falan, Allah hiçkimseyi ne yola getirir ne de yoldan çıkarır. Yola gelmek insanın fiilidir gelmek isteyeni getirir, çıkmak isteyenede hadi çıktıysan çık! Der. İki yolda göstermiştir.
Şimdi burda fasıkları anlatıyor diyor ki “ Elleziyne yenkudune ahdAllahi min ba’di miysakıhi ” “Allaha verdiği sözü sağlam bir şekilde bağladıktan sonra bozanlar ” (Bakara 2/27) Şimdi ne anlıyorsunuz buradan? Bunlar gerçeği anlayan insanlar değilmi anlamışlar ve kesin söz vermişler, lütfen siz kendi hayatınızı yoklayın Allaha hangi konularda kaç kere söz verdiniz ve bozdunuz? Ha söz verip bozduktan sonra Âdem (a.s) gibi olmak ta var, Şeytan gibi olmakta var. Âdem (a.s) gibi kendini suçlu sayarsan kâfir olmazsın ama şeytan gibi nesi varmış kardeşim ne olacak dersen o zaman kâfir olursun. Şimdi niye burda öyle diyoruz ki ayet zaten anlatıyor. “ Elleziyne yenkudune ahdAllahi min ba’di miysakıhi ” (Bakara 2/27) onu sağlama bağladıktan sonra kesin söz ya rabbi der insanlar “ ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ” (Bakara 2/27) Allah bağın sürekli olması gerektiğini de keserler nedir onlar kişinin Allah ile olan ilişkileri sürekli olmak zorundadır. Allah’la kendi arasına hiç bir şey sokamaz, Allah şah damarından daha yakındır. Yalnız Allaha kul olmak zorundadır başkalarına değil, Allah’ın yanında başkalarına da kul olursa ilişkiyi keser. Ondan sonra Cenabı Hak ne diyor bunlar niye böyle yaptı demiyor, biz hep böyle diyoruz senin annen baban kim? Allah Teâlâ hiçte seni ben yaratmadım mı? Senin yüzüne gözüne dursun demiyor! “ ulâike humul hâsirûn(hâsirûne) ” “ Onlar kaybetmişlerdir ” (Bakara 2/27) Cezasını çekecek.
Allah imanı kalp ile tasdik olarak belirlemiştir. İçten kabul etmek ben içten kabul etmediysem, dıştan kabul ettim demek müminlik olur mu? Olmaz ne olur? Münafık’lık olur. Bir adamı münafık yapmak fazilet olur mu? Münafık’lık çok daha Allahın reddettiği bir şeydir. “ İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr ” “ münafıklar ateşte en alt tabakada dırlar ” (Nisa 4/145) çünkü onlar iki türlü suç işlemişlerdir. “ Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ ” “ Kalplerinde hastalık var kâfirlik, birde yalancılık hastalığı ilave etti Allah” (Bakara 2/10) Madem Allah imanı kalp ile tasdik’e bağlamış, burada elimizde baskı aracı var mı? Yeryüzünde kim kalbe baskı yapabilir? Allah insanlara böyle bir yetki vermiş mi? Varmı böyle bir şey sen baskı yaparsan kendi yaptığınla kalırsın hiçbir şey elde edemesin ki? Ben dinde zorlama var desem yalan söylemiş olurum o kadar. Sonra bir insana zor la ibadet yaptırılabilir mi? Orada da niyet şartı var niyette kalbin fiilidir, Allah rızası için yapmadıktan sonra oda ibadet olmaz, onun için Allah onu bize bırakmamış, işi Hıristiyanlık gibi alsak milleti doldururuz bir yere herkesi suya batırız, çıkarırız Hıristiyan oldum dersin. Kendilerini kandırıyorlar, şimdide neden millet kilise den kaçtın diyorsun tabi kaçar! Sonuç olarak bazen kendimizi haşa Allahın yerine koyuyoruz ve Allah’tan da daha ileri gidiyoruz kraldan fazla kralcı meselesi illa insanlar Müslüman olacak oysa Allah peygamberine diyor ki sen mi zorlayacaksın? Ben serbest bırakıyorum. İşte burada tam bir Hürriyet var! Allah Teâlâ peygamberine diyor ki (s.a.v) sen ona sadalanıyorsun yani sen o Mekkeli kişiye illa Müslüman ol diye gayret gösteriyorsun, adam hiç umursamıyor senin sesin yine sana yankılanıyor adamın umurunda değil! “ Ve ma ‘aleyke ella yezzekka ” sana ne bu adam arınmayacaksa! Sen yapacağın tebliği yaptın niye ilada Müslüman olsun diye zorluyorsun “ Ve emma men caeke yes’a ” Ama sana koşa, koşa gelen bir adam var! Örneğin şurada çok güzel bir toprak var şurada da taş var istiyorsun ki taşta bitki bitiresin şurada verimli bir toprak var neden emeğini buraya harcıyorsun? “ Ve emma men caeke yes’a ” sana koşa koşa gelen “ Ve huve yahşa ” Ve O Allahtan da korkuyor “ Feente ‘anhu telehha ” “ sende tutmuş onunla ilgilenmiyorsun ” (Abese 80/9) (Not: abese 10. Ayet arada yok yazılması gerekiyormu ?) Abdullah İbn-i Mektum hem kör, hem fakir Mekke değerlerine göre hiç dikkate alınmaması gereken bir insan, peygamberimizin ilgilendiği de Mekke’nin en ileri gelenlerinden birisi. Öyleyse din söz konusu olduğu zaman muhatabınızın insan olması dışında önemseyeceğiniz başka bir taraf yok. Dini tebliğ konusunda herkesi eşit tutmak zorundasınız! Söylersiniz, anlatırsınız ve geçersiniz. İster inansın, ister inanmasın. Tekrar tekrar söylersiniz o ayrı bir konu fakat illada inan, olmaz. “ Kellâ innehâ tezkirah ” “ hayır, hayır o ayetler sadece bir tezkire’dir ” (Abese 80/11) yani o insanlara zikri bildirmedir. Yani evrensel bilgi, Allahın doğru bilgisini bildirmektir, Kuran’ı bildirmektir. Yapacağın bu, yağmur yağar toprak ondan istifade eder bitkisini bitirirse bitirir bitirmese oradan süzülür gider aşağıda başka bir tarlada biter o. Bu toprakta bitki bitmiyor diye yağmur yağmamazlık yapmaz. Bitsede bitmesede yağar, kayanın üzerine de yağar öbür topraklarada yağar torakların hiç birisi almazsa gider bir gölde birikir ordada fayda sağlar. Sadece bir tezkiredir. Sen zikri anlatırsın onlara o kadar senin görevin o, orada biter.
Bu görev şimdi bizim görevimizdir. Peygamber (s.a.v) bugün olsaydı ne yapardı? Allahın kitabını muhatabının anlayacağı şekilde okurdu. O zaman biz okuyunca peygamberin görevini yerine getirmiş oluruz. “……….” kim gayret gösterirse o bilgiden istifade eder. Buraya isterse diye mana veriyorlar, istemekle olmaz. Yeryüzünde bakın herkes iyi olmak ister, iyi olmak istemekle insan iyi olunur mu? Bu bir gayret ister, Müslüman olmakta gayret ister kâfir olmakta gayret ister. Kâfir olmak daha çok gayret ister Müslüman olmaktan. Daha zordur kâfir olmak Müslüman olmaktan. Bir kere senin kâfirliğini senin vücudun reddeder için rahatsız olur huzursuz olursun, sonra tabiat reddeder psikolojin bozulur, tabiatla ilişkilerinde bozukluk olur, çevrenle ilişkilerinde bozukluk olur sürekli yanlışlarda durmak kolaymıdır, o da gayret ister Müslüman olmakta gayret ister. Şimdi oturuyorsunuz ben namaz kılamaya niyet ettim namaz kılmayı çok istiyorum istiyorum demekle namaz kılmış oluyormusunuz? istiyorsan kalk abdestini al kıl kardeşim istiyorum demekle olmaz herkes iyi olmak ister istemek yetmez iyi olmak gerekir işte Şaye o demektir. 17.sure İsra suresi 19. ayet “ Ve men erâdel âhırete ” “ kim ahreti ister ahretle ilgili arzu içirisinde olur”
“ve saâ lehâ sa’yehâ ” “onun gerektirdiği çalışmayı da yaparsa” işte şaye odemektir şaye fiilinin manası o, ama gereğini yapmak kısmını çıkarıp sadece istemek kısmını koyduğün zaman hiçbir anlamı olmuyor. Konu farklılaşıyor sanki başka bir ayetle eklenmiş ? BURADAN SONRASI YOK