Geçen hafta faizle ilgili ayetleri okumaya başlamıştık. Bakara suresinin 275. ayetini okumuştuk. Bugün yine faiz ile ilgili ayetleri okumaya devam edeceğiz. Allah’ın Rasulü faizi çok güzel tarif etmiş. “Faiz sadece borçtadır” demiştir. Faiz: Borçtan elde edilen gelirdir. Birisine verdiğiniz borcu fazlasıyla almak için verirseniz bu faizli işlem olur. Alacağınız fazlalık da faiz olur.
Alım satım ile faiz arasındaki fark: Alım satımda iki farklı malı değiştirirsiniz. Para verir su alırsınız, bardak alırsınız yada bardağı kitapla değiştirirsiniz. Mallar birbirinden farklı olduğu için onların değerini piyasa belirler. Dolayısıyla alışverişte her malın piyasasının oluşması gerekir. Malın toptanı olur, perakendesi olur, azı olur çoğu olur. Alışverişte bir bardağı aldığınız zaman diyelim bir liraya alıyorsanız yüz bardağı yetmiş beş kuruşa alabilirsiniz. Bardak sayısı arttıkça fiyatı düşürme imkanlarınız olur. Parayı peşin verirseniz farklı olur, veresiye verirseniz farklı olur.
Faizde bunun tersidir. Alacağınız borç yükseldikçe ödeyeceğiniz faiz miktarı ve oranı artar. Çünkü tehlike yükselir, risk artar. Bu ikisinin piyasaları son derece farklıdır. İlişkileri farklıdır. Ondan dolayı iki ayrı yapı oluşur. Bugün, faizin ekonominin bir parçası haline geldiği kapitalist ekonomilerde, faizli bankaların kanunları farklıdır. Onlar ticaret kanununa tabi değildir. Ticari kuruluşların kanunuyla faizle meşgul olan kuruluşların kanunu birbirinden farklıdır. Denetimleri farklıdır, kuruluş şartları ve çalışma şartları farklıdır. Yani tamamen birbirinden ayrı yapı oluşturur bunlar.
İşte ayeti kerime de bu farkı çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Allah’u Teâlâ burda diyor ki: “Faiz yiyenler şeytanın dokunup aklını çeldiği kişinin davranışından farklı bir davranış göstermezler.” (Bakara 2/275) Yani faiz yiyenlerin davranışı: Şeytana kapılmış bir kişinin davranışı gibidir. Şeytana kapılmış kişinin yaptığı: Çirkin şeyleri güzel görmektir. Çünkü şeytanın özelliği odur. “Şeytan onların işlerini süslemiştir.”(Neml 27/24) Faizci de öyledir. “Faizcilerin şeytana uymalarının sebebi: Alım satım tıpkı faizli işlem gibidir, demeleridir.” (Bakara 2/275) Halbuki alım satım faizli işlem gibi değildir. Arada çok temel farklar vardır. Eğer alım satım faizli işlem gibi olacak olsa herkes bir kenarda bir alışveriş yaptığı gibi bir kenarda da faizcilik yapabilir. Hiçbir ekonomi insanların istedikleri yerde faizcilik yapmasına imkan vermez. Bir de şu var Allah’u Teâlâ’nın yasaklarının hepsi evrenseldir. Faiz bugün bütün dünyada yasaktır. Kapitalist ülkelerde bu yasak çok daha koyudur. Ancak devlet kontrolünde bu yasak aşılabilir. Yani o yasağa devlet kontrollü bir şekilde izin verir. Allah’ın yasakları öyledir yani. Evrensel niteliktedir. Onun için devletin kontrolü dışına çıkarda faizcilik yaparsanız sizin canınıza okurlar.
“Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır. Kime rabbinden öğüt gelir de faizcilikten vazgeçerse daha önce aldığı kendisinindir.” (Bakara 2/275) Yani Allah’u Teâlâ, şimdiye kadar aldıklarını hesap et sahiplerine ver demiyor. Şimdi beyaz bir sayfa aç ama bundan sonra artık bu işe yönelme diyor. “Bunun işi Allah’a kalmıştır. Kim de faizciliğe tekrar dönerse” Haramı öğrendikten, yasağı öğrendikten sonra faizciliğe tekrar dönerse “Bunlar cehennemliktirler orada sürekli olarak kalacaklardır /orada ölümsüz olarak kalacaklardır.” (Bakara 2/275). Şimdi tabi bunlar kafirseler çıkamazlar, müslüman müminseler faizin haram olduğun biliyorlarsa cezalarını çeker cehennemden çıkarlar.
Şimdi bir insanı kafir yapan temel öğe: Dünyayı ahirete tercihtir. Allah’u Teâlâ İbrahim suresini üçüncü ayetinde diyor ki, kafirleri anlatırken, “Dünya hayatını ahiretten çok sevenlerdir diyor. Bunlar Allah’ın yolundan uzaklaşırlar.” (İbrahim 14/3) İşte insanların faize girmesinin temel sebebi de budur. Dünyayı ahiretten daha çok sevmeleri. “Efendim işimi kurmak için mecburen kıredi alıyorum.” Sana iş kurma emri veren oldu mu? “E müslüman zengin olmalıdır.” Bunu nerden çıkardın? İlk müslümanlar fakirdi de müslüman değiller miydi? Bunu nerden çıkardın? Sen kendi arzularını İslam’a mı söylettiriyorsun, Kur’ân’a mı söylettiriyorsun. Bir insanın müslüman olması gerekir. Tabiî ki çalışır kazanır zengin olur, olmaz önemli değil. Ama her halükarda müslüman olması gerekir. Onun için, hani insanı kafir yapın temel öğe şu: “Dünya hayatını ahirete göre daha çok seven kimselerdir.” (İbrahim 14/3) Ahireti inkar etmiyor, ahireti sevmezlik etmiyor. Ahireti de seviyor tamam. Elbette cennet de var cehennemde var. Tabiî ki cehennemden korkuyoruz falan ama…. Şimdi o ama diyerek bir takım şeyleri aşıyor. “Allah’ın yolundan uzaklaşıyorlar.” Uzaklaşırken de hiç kimse o yoldan çıkmış gözükmek istemez. “Orada el yordamıyla (burada elleriyle bilinçli olarak, çok ustalıkla olması gerekir bence. Çünkü el yordamı kelimesi gece karanlığında gözüyle görmeden elleriyle yoklayarak yapmak anlamındadır. Çok bilinçli yapılan bir işi, bilmeden, görmeden yapılan anlamındaki el yordamıyla kelimesiyle açıklamak tezat teşkil ediyor. Türk Dil kurumu sözlüğünde öyle yazıyor. Bizim yörede de bu anlamda kullanılır. 09:30. dakikada. Lütfen hocaya kısa zamanda iletin. R.E.) bir takım eğrilikler meydana getirirler.” (İbrahim 14/3) Bu öyle bir eğriliktir ki dışarıdan bakan fark edemez. Dışarıdan bakan kişi zanneder ki hakikaten bunlar doğru işler yapıyorlar. Onun için alışveriş görüntüsü altında faiz, son derece yaygın olarak kullanılır. Rasulullah sav. bunu çok güzel bir şekilde yasaklamıştır. Yani alışveriş görüntüsü altındaki faizi yasaklamıştır. Çünkü bütün insanlar faizin kötü olduğunu gayet iyi bilirler. Onun için faizciler dünyanın hiçbir yerinde sevilmezler. Ondan dolayı sürekli reklam yaparak sürekli kendilerini iyi göstererek durumlarını kurtarmaya çalışırlar. Sanki ekonominin faize ihtiyacı varmış gibi bir hava ortaya koyarlar.
Rasulullah sav. altı malla ilgili bir söz söylüyor. Diyor ki: “Altına karşılık altın dengi dengine, aynı ağırlıkta ve peşin olur. Fazlalık faizdir. Gümüşe karşılık gümüş dengi dengine, peşin olur, fazlası faiz olur.” Bir hadisinde de diyor ki Rasulullah. “Bir dinarı iki dinara, bir dirhemi iki dirheme satmayın, faize girmenizden korkuyorum.” Şimdi Rasulullah’ın sözlerini birleştirdiğiniz zaman şu ortaya çıkıyor. Bazı şeyleri siz alışveriş şeklinde yaparsınız ama onlar faize açılan kapılardır. Bunları yaparsanız alışveriş gibi gözükür ama aslında faizdir.
Altınla altını değişebilir miyiz? değişin. Efendim misli misline olacak. Yani yüz gram yirmi iki ayar altın, yüz gram yirmi iki ayar altınla değişecek. E tamam. Ve peşin olacak. Elden ele. Fazlalık faizdir diyor. Yani eğer peşin olmazsa faizdir. Gramlarında bir farklılık olursa faizdir. Şimdi derler ki “Kim yapar ki bunu?” Niye değişelim ki. Değişme zaten sana değiş diyen yok ki. Değişeceksen böyle değiş. Peki böyle değişmezsen ne olur. Peşin faiz olmaz. Yani şöyle söyleyeyim. Yeryüzünde hiç kimse bir adama “Bana yüz lira borç ver hemen sana yüz on lira vereyim” demez değil mi? Der mi? Hemen derhal karşılığında yüz on lira vereceğim. Borç olması için aradan bir zaman geçmesi lazım. Belli bir süre o kişinin parayı kullanması lazım. Ama faiz yasağını eğer böyle peşin bir işle aşabiliyorsa, bunu pekala yapar. Der ki “Sen bana yüz lirayı yüz on lira karşılığı peşin sat.” Şöyle yapar. Mesela benim yüz lira borç paraya ihtiyacım var diyelim. Gelirim Yahya’nın yanına derim ki: Biliyorsun faiz haram. Gel bu işi peşin halledelim. Ne yapalım. Sen bana bir yüz on lira borç ver. Bir yıl vadeli olsun bu yüz on lira borç. Ben bu yüz on lirayı peşin yüz liraya satayım. Nasıl olsa peşin yüz lirayı yüz on liraya satabilirim. O bana yüz on lira verir bir yıl vadeli neyse. Yüz on lira verdim yüz on lira alacaklısın tamam. Güzel, bunda hiç faiz yok. Yüz on lira aldım,bir yıl sonra yüz on lira ödemek üzere belgeyi imzaladım. Güzel. Ama oradan çıkıp gidemiyorum. Bu yüz on lirayı peşin ona yüz liraya satmam lazım. Peşin yüz liraya sattığım zaman elimde yüz lirayla buradan çıkar giderim borcum ne olur? Yüz on lira olur. İşte Rasulullah diyor ki: “Bu faizdir yapamazsınız. Bunu yapıyorsanız yüz onu, yüz ona satın.”
Öyle muhteşem bir sistem kurmuş ki. İnsanların alış veriş yolunu kullanarak faizcilik yapmasının önünü her şekilde tıkamış. Her şekilde tıkamış. Fakat müslümanlar bunu aşmanın yollarını bulmuşlardır. Tabi konu bir fıkıh konusu bir de herkesi ilgilendiren bir konu değil, yani biraz ekonomik konuları anlatmak biraz zordur. Herkes ekonomiden hoşlanırda bu işin ilmine indiğiniz zaman insanlara biraz sıkıcı gelir. Rasulullah sav.in koyduğu bu muazzam sistem. Mezhepler tarafından öyle bir hale getirilmiştir ki. Bugün dört mezhebin dördüne göre asla faiz olmayan ama yüzde yüz faiz olan bir banka kurulup işletilebilir. Çünkü Rasulullah’ın sözü ile ayetler arasındaki ilişki koparılmıştır. Sanki Rasulullah başka bir şey söylüyor. Kur’ân’ı Kerim başka bir şey söylüyor. Öyle acayip sistemler getirmişlerdir ki, ben burda onun üzerinde durmak istemiyorum ama öğrenmek isteyenler varsa bizim Ticaret Ve Faiz kitabında bu ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bütün mezheplerin görüşleri ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oradan bakıp okuyabilirsiniz. Rasulullah’ın konuyu asıl anlatan hadisleri devre dışı bırakılmıştır. Hep öyle yaparlar. Ayet ile hadis arasında irtibatı koparırlar. Hadisleri de bütünüyle almazlar. Ondan sonra yeni bir sistem kurarlar. Ondan sonra da çıkar, hiç Allah’tan korkmadan bizim, hadise uymadığımızı söylerler.
Burada ben defalarca ilan ettim. Sizin en hadisçi dediğiniz mezhep hangisi? Ahmet Bin Hanbel mi? Hodri meydan. Herhangi bir fıkhi konuda Hanbeli mezhebini getirin, bir de bizim yazdığımızı getirin. Bakalım hangimiz daha çok hadis kullanmışız. Çünkü onların yöntemleri Kur’ân Sünnet bütünlüğüne dayanmadığı için hadisleri kullanmaları mümkün değil. Öyle hadisi bir depodaki mallar gibi yığmak değil, onu işletmek lazım.
Şimdi Rasulullah sav. diyor ki: “Altını gümüşle peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satabilirsiniz.” Diye bir hadisi var. Bir başka hadiste de diyor ki: “Günün rayiciyle olmak şartıyla istediğiniz gibi satabilirsiniz,” diyor. Günün rayiciyle. Günlük fiyatla yani. Şimdi bu günlük fiyatla kısmını mezheplerin hiçbirisi görmemiş. Halbuki sahih bir hadistir. Abdullah Bin Ömer rivayetidir. Hiçbir tanesi görmemiş. Diyorlar ki: “altını gümüşle istediğiniz gibi satabilirsiniz.” Öyle mi tamam. O zaman şimdi şey yapalım. Mesela bugün ki anlayacağımız şekilde Dolarla Türk lirasının değişimini düşünelim yani. Altın ve gümüş o zamanın iki ayrı parasıdır. Bu gün de Dolarla Türk lirası. Mesela bugün dolar ne kadar? 1,800 lira diyelim. Şimdi Doların bir rayiç fiyatı var 1,800 lira. Bin Dolar 1800 lira değil mi? Şimdi ben bu bin Doları Yahya’dan peşin 2000 liraya da alabilirim, 2500 liraya da alabilirim mezheplere göre. Ama Rasulullah’ın emrine göre, rayiç fiyattan ne yukarı alabilirsin ne aşağı. Şimdi geliyorum Yahya’ya, diyorum ki: Yahya sen zengin bir adamsın, sen bana bin dolar borç ver diyorum. Veriyor bin dolar borç. Ne zaman ödersin? “Altı ay sonra ödeyeceğim.” Senetleri imzalıyoruz, altı ay vadeli bin dolar borcum var. Şimdi anlaşmamız öyle değil o bin doları ona satmam lazım. Diyorum ki bu bin doları 1600 liradan sattım, al. Peşin. Rayici 1800 lira önemli değil. Ona bin doları satıyorum 1600 liraya, ondan 1600 lira parayı alıyorum. Buradan 1600 lirayla çıkıyorum. Borcum bin dolar. Altı ay sonra bin dolar getiriyorum ama aldığım para 1600 lira. Mezheplerin tamamı buna cevaz verirler. Rasulullah’ın açık hadisine rağmen.
Alışveriş görüntüsü altında faiz. Peki bu gün ne yapılıyor. Sukuk diye bir şey çıkardılar. Bir sertifika çıkardılar. Bir de Allah’tan korkmadan adına faizsiz sukuk diyorlar. Mezhepler yaparda bugün Türkiye’deki, dünyayı ahirete tercih edenler yapamaz mı? Yaptıkları ne? Şöyle örnek vereyim anlaşılması için. Benim bir evim var. Evde oturuyorum. Yüz bin liraya ihtiyacım var. Bu defa Enes Hoca’ya satayım. Enes Hoca’ya geliyorum diyorum ki “Enes Hoca bu evi sana yüz bin liraya sattım. Ama bir şartla ki bir sene sonra ben sana bu yüz bin lirayı iade edeceğim sen de evi bana geri vereceksin. Bu bir sene içerisinde evin kirasını sana ödeyeceğim. Ayda bin lira sana kira ödeyeceğim.” Bir sene içerisinde ona on iki bin lira veriyorum. Bir sene sonra da yüz bin lirasını veriyorum. Evi geri alıyorum. Aslında evi satma geri alma diye bir şey yok. Baştan böyle bir anlaşma var. Evi satmış gibi bir işlem yapıyoruz. Satmış değiliz. Bir yıl boyunca onun parasını kullanıyorum. Bir yıl içerisindeki faizi kira gibi ödüyorum ona. Bunu Osmanlılar uygulamışlardır. Beybil İstiglal demişlerdir. Beybil Vefa, diye bir uygulama var buna da Beybil İstiglal demişlerdir. Bunu Maveraül Nehir uleması ortaya çıkarmıştır ilk önce, yani orta Asya’daki ulema. Buhari’yle alakası yok. Hadis kitaplarında böyle bir şey yok. Mesela Fetavahu Gadihan’da ben ilk defa bunu gördüm. Orada şöyle söylüyor. “Rasulullah’ın bunu emrettiği rivayet edilmiştir.” diyor. Ne ravi var, ne şu, ne bu. Uydur uydur söyle ne olacak. Bunu değil de Beybil Vefa ile alakalı, Beybil İstiglal haline getirmiştir.
Beybil Vefa şu: Malı satıyorsunuz tekrar geri almak şartıyla. Ama bu defa karşı tarafa malı teslim ediyorsunuz. Hani Anadolu’da vardır, para faizsiz tarla icarsız, diye bilirsiniz değil mi? Yani adama tarlayı verirsiniz o da size bir para verir. Siz geri alıncaya kadar tarlayı o eker biçer. Buna Beybil Vefa deniyor daha sonra Beybil İstiglal haline getirilmiş. Bina benim satmış gibi gösteriyorum.
Bu günkü susuk aynı. Ne yapılıyor? Bir şirket kuruluyor. Devlete ait olan bir mal, devletin kurduğu o şirketi satılıyor. Hazine garanti veriyor, diyor ki: “Şu kadar sene sonra senden bunu aynı fiyata geri alacağım,” diye. Kendi şirketinden geri alacak. Ve o şirkete satmış olduğu, -diyelim ki bir hastane. Mesela Cerrahpaşa Hastanesi.- Kaça sattın? Bir milyar dolara sattım. Aylık kirası ne kadar? Mesela işte on milyon dolar diyelim, neyse. Şimdi bunu küçük parçalara bölerek vatandaşa satıyorlar. Böylece efendim vatandaş bu binanın sahibi oldu. Dolayısıyla kirayı vatandaş alacak. Ama bir şartla ki, iki sene sonra hazine o fiyatla geri almayı garanti ediyor. Yani vatandaş iki sene sonra, verdiği parayı alacak o arada da kira adıyla, -aynen Enes Hocayla aramızdaki şey gibi- gelir elde edecek ve bunun adı da faizsiz sukuk olacak. Yani hastane devletin, ikinci bir şirket devletin, devlet kurmuş olduğu ikinci şirkete hastaneyi satmış gibi gösteriyor. Onu kiraya tutuyor. Ondan sonra senetler çıkararak vatandaşa satıyor. Vatandaşın parasını alıyor. O kira gibi dediği şeyi de vatandaşa kira bedeli diye ödüyor. Belli bir süre sonra da geri alıyor.
Şimdi bakın ayeti kerimeler, hadisi şerifler… Alım satım görüntüsü altında faiz oluşturuyor ve maalesef buna fetva veren hocaları bulmak da zor değil. Eskiden de veriyorlardı bu gün de veriyorlar. Şimdi bakın dikkat ediyor musunuz. Çok dikkat etmezseniz anlayamazsınız. Belki bir çoğunuz anlayamamışsınızdır ne dediğimi. Çünkü ayeti kerimede öyle diyor. “Dünyayı ahiretten çok seviyor, Allah’ın yolundan uzaklaşıyor, onda kimsenin göremeyeceği eğrilikler peşinde koşarak” (İbrahim 14/3) Yani öyle bir şey yapıyor ki dışarıdan baktın mı anlayamıyorsun. Çok iyice incelersen anlarsın. Ama arkasından ne diyor Allah’u Teâlâ “Onlar çok derin bir sapıklıktadırlar.” (İbrahim 14/3) Diyor. Çok derin bir sapıklıktadırlar.
Bunlara çok dikkat edelim. Hakikaten imtihan son derece zordur. Hele insanlar dünyaya yaklaştıkça imtihan daha da zorlaşır. Dünya insanı fena halde etkiler. Asıl imtihan zaten dünyayı tercihle başlar. Çok dikkat etmek lazım. Başkalarını tenkit etmek kolay ama kendimiz de bu işleri yapmamamız lazım. Evet şimdi diyor ki Allah’u Teâlâ: “Kime rabbinden bir öğüt gelirde vazgeçerse daha önce almış olduğu kendinindir. Bunların işleri Allah’a kalmıştır. Kim de tekrar bu işe dönerse onlar cehennemliktir. Ölümsüz olarak orada kalacaklardır.” (Bakara 2/275)
Demek ki herhangi bir oyuna girmeye lüzum yok. Açıkça bir alışveriş olması için bir malın bir başkasının mülkiyetine geçmesi gerekir. Adam o malın sahibi olacak ve kullanabilecek hale gelmesi lazım. Bugün birçok yerde mesela Malezya’da bu iş çok rahatlıkla yapılıyor. Bir çok İslam ülkesinde bu şeyler yapılıyor. Zaten İslam ülkesinin dışında bunu yapmaya gerek yok ki. Diğerlerinde problem yok. İslam ülkesinde faizcilik yapabilmek için bir takım örtülü işler olması lazım. Çünkü insanlara öyle bir sistem göstereceksiniz ki adam görünürde, ha tamam diyecek arkasından… Yani doğru yolun üstüne oturur ya iblis, o doğru yolun gereğini yapmak lazım. Başka şekilde olmaz.
“Allah ribayı noksanlaştırır, daraltır, küçültür,” Yani faizli işlemlerde darlık meydana getirir “ama sadakaya dayalı sistemleri geliştirir.” (Bakara 2/276) Bu şeyde Arapların çok güzel bir tabiri var. Mihakul kamer, diyorlar. Ayın son üç gününe. Yani ay önce şey olur biliyorsunuz. Dolunay şeklinde olur. Bakarsınız gayet güzel her tarafı aydınlanır. Sonra Nasrettin Hoca’nın dediği gibi ne yapıyor. Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar. Parça parça, azalır azalır sonra bir hilale dönüşür. Sonra da gözükmez olur. İşte faizli ekonomiler de aynıdır, böyle olur. Başlangıçta çok güzel görürsünüz. Sonra kırpılır kırpılır, azalır azalır, sonra bakarsınız ki batmış. Son üç günlük şeyin hilalin mihakul kamer dedikleri dönemdir. Allah faizli sistemi böyle yavaş yavaş kırize ve batmaya götürür.
Çünkü, geçen hafta anlatmaya çalıştık bir vücut örneğiyle. Şimdi de şöyle mesela sizi bir piyasa olarak düşünün kendinizi. Bende para var. Siz esnafsınız, sizin elinizdeki toplam para on bin lira olsun. Kolay anlaşılsın diye. Benim cebimdeki toplam para da bin lira. Ben tek kişi olduğum için sizin onda birlik paranıza sahibim. Çok kişisiniz ama evet her ne kadar bin lira on bin liradan daha az olsa bile her gün işlerinize kullanacağınız paralar sebebiyle bende çok fazla para var. Şimdi size, yani piyasaya o bin lirayı bir yıl vadeli bin yüz liradan versem, bir sene sonra sizin paranız 9900 e düşer. Benimki 1100 e çıkar. Her verdiğimde sizin paranız azalır, benim param artar. -O ay’ın kırpıldığını düşünürseniz- her defasında piyasada darlık olur. Öyle bir hale gelirsiniz ki bana borcu ödeyeceğiniz gün piyasa perişan hale gelir. Para bulamazsınız. Para darlığı olur. Bende para çok birikir. Siz şey yaparsınız. Bir müddet sonra borcunuzu ödemek için dükkanınızı satarsınız. Büyük büyük mallarınızı satarsınız. Şunu yaparsınız bunu yaparsınız. Artık parasızlıktan kıriz başlar. Şimdi Allah’tan kağıt para sistemi var. Devletler habire kağıdı para diye piyasaya sürüyorlar da o biraz kırizi erteliyor. Eğer eskiden olduğu gibi altın ve gümüş para sistemi olacak olsa hiçbir ülke bu faizli sistemde ayakta kalma şansına sahip değildir. İşte bu “Allah faizli sistemi daraltır” (Bakara 2/276) demek, yani Allah’u Teâlâ’nın koyduğu kanundur bu.
Türkiye’ye bakın, bankalar çok kar etmiş gözüküyor. Bankaların kar ettiği bir ekonomi batıyor demektir. Şu anda öyle aydınlık maydınlık gibi zannedersiniz ama her gün -kırpar kırpar yıldız yaparlar- sonra bakarsınız ki bir müddet sonra batmışsınız. Onun için bütün dünyaya örnek olmamız gerekirken maalesef, örnek olmamız gerekenleri örnek alıyor son derece kötü durumlara düşüyoruz.
Ama diyor ki Allah’u Teâlâ: “Allah’u Teâlâ sadakaları geliştirir.” (Bakara 2/276) Riba kelimesinin bir anlamı var. Riba, artmak demektir. Bir insan faize niye verir malını? Artsın diye. Faizcilerin hepsi ne yapar? “Ekonomi bununla gelişir derler.” Hep bunu söylerler. Allah’u Teâlâ diyor ki “Faizi Allah daraltır.” Yani siz o artmaktan bahsediyorsunuz ya o da daralmaya sebep olur. Ama sadaka cebinizden çıkıyor gidiyor. Ben yüz lira sadaka verdiğim zaman yüz liram azalıyor. “Ama sadaka artırır, geliştirir” diyor. Yani şimdi şurada bin kişi olsa herkesin birbirine yüzer lira borcu olsa ben ilk kişiye Allah rızası için kaldırıp yüz lirayı Yahya’ya versem. Herkes diğerine verse, herkes birbirine olan borcunu öder, benim verdiğim yüz lirayla. Bu bin kişinin birbirine olan toplam borcu yüz bin liradır. Bir müddet sonra herkes birbirinin borcunu öder son kişi olan Enes Hoca da bana olan yüz lira borcunu öder. Gene benim o yüz lira cebime girer. Ve bu milletin hepsi de borçtan kurtulmuş olur. Ve birisi benim dükkanıma müşteri olarak gelir, birisi işçi çalıştırır. Birisi evinin kirasını verir, birisi şunu yapar bunu yapar. Piyasada bir hareket başlar. Evet faizli şeyde de öyle olur ama verdiğinizden fazlasını aldığınız için her bir hareketin sonunda dolaşan para miktarı azalır. Dolayısıyla mal üretseniz bile satacak adam bulamazsınız. Çok ciddi bir sıkıntı doğar.
Allah’u Teâlâ bu konuyu şeyde çok güzel anlatıyor. Rum suresinin 39. ayetinde. “İnsanların malları içerisinde artsın diye faize vermiş olduğunuz mallar Allah katında artmaz.” (Rum 30/39) Yani faizle arttığını görüyorsunuz ama gerçekte bir artış yaşanmaz demektir. Allah katında yani Allah’ın koyduğu kanuna göre artmaz. Yani siz faizci olarak bir gelir elde etmiş olurusunuz doğru ama bu gelir uzun vadede size ciddi sıkıntı olarak yansır. Yani o faizci kuruluşlar da batar mesela işte Amerika’da en büyük faiz kuruluşlarının nasıl battığını gördük. Onlar da batar. Niye batıyorlar? Çünkü onlar paraları arttıkça daha fazla kıredi vermeye başlarlar. Verdikleri kırediyi geriye alamadıkları zaman batarlar. Bankaların bir sermaye tabanları vardır. O sermaye tabanının birkaç katı merkez bankalarının uygulamış olduğu politikaya göre verecekleri kırediler vardır. Yani hiçbir bankanın alacağı kendi sahip olduğu para kadar değildir. Yani eğer bin lira mevduatı varsa on bin lira borç verir piyasaya. Böyle olunca başlangıçta bir rahatlama var gibi gözükür. Para dolaşmazda evrak dolaşır piyasada. -Tabi eğer çeklerle işler görülüyorsa, kıredi kartlarıyla işlem görülüyorsa. Onun da bir sürü şartları var tabi.- Ama piyasada bir daralma meydana geldiği an, şöyle söyleyelim. Bankadan mevduatın yüzde onu çekilmeye başladığı an bu yüzde onluk mevduatı karşılayacak banka kolay kolay bulunmaz dünyada. Ödeyemez hale gelir borcunu. Alacağı çoktur ama borcunu ödeyemez hale gelir. Küt diye batarlar. Dolayısıyla faizli sistemde bankalar rahat değildir. Onlar da çok tehlikededir. Hatta en tehlikede olanlar bankalardır. dolayısıyla onu hazine ayrı kontrol eder, merkez bankası ayrı kontrol eder, kendilerinin bir denetim sistemleri vardır. İç denetim vardır. Bir sürü şeyler vardır. Çünkü son derece tehlikeli bir noktada hareket ederler. İşte Allah’u Teâlâ burda diyor ki: “İnsanların malları içerisinde artsın diye faize vermiş olduğunuz şeyler Allah katında artmaz ama zekat olarak verdiğiniz şeyler var ya Allah rızasını isteyerek, işte gelirlerini kat kat artıranlar zekat verenlerdir.” (Rum 30/39)
Geçen hafta size anlatmaya çalıştım. Zekat ekonominin dışına çıkan öğeleri sürekli ekonomiye kazandırmaktır. Sürekli kazandırmaktır. Çünkü zenginden fakire akan bir şeydir, gelirdir. Ama faiz ekonominin öğelerini sürekli azaltmaktır. Sürekli ekonomi dışına atmaktır. Çünkü faizde fakirden zengine akan bir yapı vardır. İşte birisi küçücük tökezlediği zaman bakarsınız ki gitmiştir. Koskoca bir kuruluş görürsünüz, ekonomik bir kuruluş, çok büyük bir kuruluştur, malınız vardır her şeyiniz vardır. Trilyonluk bütçeniz vardır ama küçücük bir nakit ödeyemediğiniz için batarsınız. O malı bankaya para olarak yatıramazsınız, birisine para olarak veremezsiniz. Yani koskoca bir gövdenin kansızlıktan küt diye düşüp ölmesi gibi. Ama zekat, herkese su yetiştirmektir. Ekmek yetiştirmektir. Elbise yetiştirmektir, ev yetiştirmektir, şudur budur. Yani piyasayı sürekli canlı, sürekli hareketli ve sürekli insanların ekonominin bir öğesi halinde olmasını sağlayıcı bir sistemdir.
Rasulullah sav. diyor ki: “Faiz geliri çok da olsa sonu darlığa döner.” Gerçekten yani Rasulullah’ın sözleri son derece önemli. Kur’ân’ı Kerim’den çıkarılmış hikmetlerdir. “Allah faiz gelirini daraltır, sadakaları artırır.” (Bakara 2/276) Yani zekat verdiğin zaman artırır. “Allah’u Teâlâ nankörlük eden ve günaha dalan hiç kimseyi sevmez.” (Bakara 2/276)
Devlet yapıları, batıda oluşan devlet yapıları o kadar kötü bir yapı ki. Batılılar kiliseye karşı mücadele ettiler, çok haklı bir mücadele verdiler, kiliseyi yendiler çok güzel. Teokratik devlet anlayışını ortadan kaldırdılar, yani Allah adına yönetimi ortadan kaldırdılar. Fakat kendileri de bir başka teokratik devlet kurdular. İnsan irade hürriyetini ikinci sıraya alan, devleti tanrılaştıran, insanı tümüyle devletin kulu kölesi yapan, her şeyini kontrol eder hale getiren, bakın bir yerden bir yere beş kuruş bir para gönderseniz bu gün mutlaka kontrol ediyor. Kendi paranızı kullanamıyorsunuz hürriyet içerisinde. Bu yapı çok kötü bir yapıdır. Müslümanlara hiçbir şekilde yakışan bir şey değildir. Devlet diye bir şey olmaz. Bugünkü manada devlet son derece yanlış bir yapılanma içerisindedir. Ama müslümanlar bir şey varmış gibi, şu batı hayranlığı var ya hakikaten beni çıldırtıyor yani. Bir müslüman olarak çıldırtıyor. Bizim onlardan öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur bu konularda. Ama onların bizden öğrenmesi gereken sayısız, sınırsız şeyler vardır. Ama biz, biz olamıyoruz ki. Bu ne biçim şey yani.
Şimdi şey var, acayip bir vergi sistemi. Zekatla bugünkü vergi sistemini karşılaştırmak mümkün değil. Zekatta bir kere sizin temel ihtiyaçlarınız karşılanır. artandan verirsiniz. Ama bugün o kadar çok vergi borcuna batmış esnaf var ki tüm malını mülkünü verse borçtan kurtulması mümkün değil. Bu ne biçim yapıdır. Dolayısıyla bu zekatla bu vergi sistemini karşılaştırmamak gerekir. Arada çok ciddi farklar vardır. Yani bilmiyorum, bu kafayla bir şey yapılacağına kanaatim yok ama inşallah yavaş yavaş Kur’ân’ı Kerim’e yönelenlerin sayısı artarsa, çareyi Kur’ân’dan bulma arzusu toplumda gelişirse, belki problemleri çizmek de kolaylaşır. Oldukça zor bir hedef gibi gözüküyor ama Allah’tan ümit kesilmez. Niye biliyor musunuz zor hedef gözüküyor? Çünkü müslümanlar dünyaya yaklaştıkça dinden uzaklaşıyorlar. Dinden öylesine uzaklaşıyorlar ki kendilerini daha da dindar göstererek uzaklaşıyorlar. Bütün problem de orada çıkıyor. Şimdi eğer bir arzu ortaya çıkarsa onu ortaya koymak çok kolaydır. İslam’da problemleri çözmek son derece kolaydır. Ama önemli olan arzunun ortaya çıkmasıdır. Ama maalesef müslümanlar hikmeti kaybetmişlerdir. Yani Kur’ân’ı Kerim, Allah’u Teâlâ bütün nebilere kitap ve hikmet indirmiştir. Gerçekten son derece üzücü bir şey, İslam aleminde araştırın hikmeti bilen pek kimseye rastlayamazsınız. Hikmeti anlatan kitaba rastlayamazsınız. Hikmetten yoksun olan Müslümanların Kur’ân’ı anlamaları mümkün değildir. Hikmetten yoksun olan Müslümanların da problem çözmeleri de mümkün değildir. Bu da bir vakıa yani. Onu da unutmamak lazım. Yani bu noktalara öyle durup dururken gelinmiş değil.
“Allah faiz gelirini daraltır, sadakaları geliştirir.” (Bakara 2/276) Yani zekat, gelişme manasına da gelir. Zekat toplumu geliştirir. Çünkü zekatta öyle bir şey ki. Mesela bugün bir gelir vergisi mantığı vardır. Bu mantıkta da aslında vergi de fakirden zengine doğru akar. Çünkü fakir yatırım yapamaz, yatırım yapıp da vergiden düşüremez ama zengin yatırım yapar vergiden düşürür. Muhasebeyi bilenler gayet iyi bilirler yani. Onu vergiden düşürür dolayısıyla alacaklı çıkar. Vereceği vergiyi yatırıma dönüştürür ama fakirin yapacağı bir şey yok ki. Zaten az, zaten zor geçiniyor. dolayısıyla o azdan da vermek zorundadır. Ha vergisiz elbette ki olmaz. Vergi olmadan olmaz ama verginin de belli bir adaleti olması lazımdır.
Burda bir üzüntümüzü daha söylememizde belki fayda var. Bugün Müslümanların zekatı maalesef Kur’ân’ı Kerim’de anlatılan zekat değildir. Kur’ân’ı Kerim’de sekiz sınıfı zekat verilir ki bütün sosyal ihtiyaçlar, devlet dedik mi bugünkü devlet anlaşılıyor o zaman bizim verdiğimiz mesaj yanlış anlaşılıyor. Yani toplumun tüm sosyal ihtiyaçlarını karşılayan yapı vardır orada, ama Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’ni okuyun, Tevbe Suresinin 68. ayetinde sekiz sınıfa zekat verilir diye Cenabı Hak bildirir. Bir kere kafadan yedi sınıfa düşürmüşlerdir. Zekat yedi sınıfa verilir diye şey yapar hemen. İlk cümlede. Peki sekizinci sınıf, Hz. Ömer zamanında kaldırılmıştır. Hangi yetkiyle. Hangi yetkiyle. Tabi bu tür şeylerde bu büyük zatlara mâl edilir. Ben onların uzaktan yakından bu işlerle alakası olduğunu da kabul etmiyorum. Ondan sonra diğer yedi sınıf da iki sınıfa düşürülür. Fakirler ve zekat memurları. Öyle olunca, sosyal ihtiyaçları karşılayamayan bir zekat sistemi ortaya çıkınca bu defa devletler avarız adı altında yani geçici vergiler adı altında vergiler koymak zorunda kalmışlardır tarihimizde. O geçici vergiler kalıcıya dönüşmüşlerdir. Ve bunlar da bir sürü zulme sebep olmuştur.
Dolayısıyla gerçekten yani ben burada anlatırken İslam dediğim zaman hiçbir zaman mezhepleri kastetmiyorum. Bunu zaten gayet iyi biliyorsunuz. Bir de ehli sünnet diye şey çıkarılıyor biliyorsunuz şöyle çok hoşa giden, kulağa hoş gelen bir tabir var. Sünnet kelimesinin bir güzelliği var ya. İnsanlar zannediyor ki bunlar sünnete uyan insanlar, öyle zannediyor. Hayır hiç alakası yok. Uzaktan yakından alakası yok. Yeni yapıya adına ehli sünnet diyerek kutsallaştırılmış. Ondan sonra mezhepler orada çok güzel o yeni yapıya uygun hale getirilmiş. Ondan sonra İslam aleminin bütün iddiaları ortadan kaldırılmıştır. İşte şey yeter. Kur’ân’ı kerimin iki temel kavramı; kitap ve hikmet. Hikmet kaybolmuştur İslam aleminde. Yok. Var olduğunu iddia eden ortaya çıksın konuşsun bakayım kim nerde hangi neymiş hikmet. Bir tek İmam Şafi “Hikmet: sünnettir” demiş o da işin içinden çıkamamış.
Kitap ve Hikmet Dergisi, gerçekten yani bak hele ben istemeden bunu şey yapmış oldum. Biz bu dergiyi bunun için çıkardık. Kitap ve Hikmet Dergisini. İslam aleminde kaybolmuş olan hikmetin yeniden tesisi için ve maalesef İmam Şafi’den başka hikmetten bahseden yok. İmam Şafi’nin bahsettiği hikmetin de Kur’ân’daki hikmetle alakası yok. Bir o anlamış o da yanlış anlamış, maalesef yani. Maalesef. Şu anda elimde bir makale var. Bir Şafi sempozyumu oldu. Benden o konuda bir konuşma istedi. Dedim “Bak beni konuşturmayın” dedim. Arkadaşlarımız ısrar edince, peki dedik ve bu konuda bir konuşma yaptık. Bizim sitede yayınlanıyor. Yazılı hale getirilmesi istendiği için o gün bu gündür çalışıyoruz, sonuna doğru geldik, inşallah yayınlandığı zaman görürsünüz. Yani İslam aleminin ne kadar acı bir durumda olduğunu, niye problem çözemediğini görürsünüz.