Bu akşamki dersimizde ekonomik konulara değineceğiz Allah nasip ederse. Daha çok faiz konuları inşallah, işlemeye çalışılacak. Bakara suresinin 274. ayetinden başlıyoruz. Allah’u Teâlâ burada şöyle buyuruyor. “Mallarını gizli açık, gece gündüz infak edenler/hayır için harcayanlar, onların ücretleri rableri katındadır. Üzerlerinde korku olmaz, bunlar üzülecek de değillerdir.” (Bakara 2/274)
Geçen hafta anlatmıştık bu hafta da kısaca bir özet yapalım. Mal insan için son derece önemlidir. Küçücük bir çocuğun elinden bir oyuncağını alsanız ağlar. Yani yaratılıştan var mal sevgisi insanda. Dünya sevgisi var. Malı Allah rızası için kaldırıp verebilmek kolay bir iş değildir. Mal canın yongasıdır derler. Malı Allah rızası için vermek adeta kişinin canını yongalaması gibi, canından bir parça koparması gibi ona sıkıntı verir. Biliyorsunuz biz insanlar olarak bu dünyada bilgi imtihanından geçmiyoruz. Şimdi şöyle düşünün bundan önceki derslerden, Rasulullah sav. Bedir’de düşmanla karşılaşmış, daha önce Allah’u Teâlâ ona zafer vaadinde bulunmuştu. Yine daha önce Allah’u Teâlâ, düşmanı tamamen yere sermeden, ezmeden esir almaması gerektiğini de bir kural olarak kendisine bildirmişti. Rasulullah sav. Enfal 67. ayetin şahitliği ile Bedir’deki imtihanı kaybetmişti ve ashap da kaybetmişti. Orada biliyorsunuz şöyle diyor Allah’u Teâlâ: “Hiçbir nebi savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden esir alma hakkına sahip değildir.” (Enfal 8/67) Rasulullah elbette ki bunu biliyordu. Fakat düşmanın geri çekilmesi, esirlerin ortaya çıkması, ganimetlerin orada bulunması bir anda kendisine hakim olamayarak o esirleri almaya karar verdi. Ve ayeti kerimede Cenabı Hak diyor ki: (Enfal 67de) “Siz dünyalık istiyorsunuz. Hemen elinize geçecek bir şeyler istiyorsunuz. Allah daha sonrasını istiyor.” (Enfal 8/67). Bunun muhatabı Rasulullah sav. ve ashap. O imtihanı kaybettiklerini hemen sonraki ayetten daha net anlıyoruz. “Eğer daha önce Allah’ın size bu gün için zafer sözü olmasaydı aldığınız bu mallardan dolayı size büyük bir azap yakalayacaktı.” (Rum 8/68). Demek ki o imtihanı kaybetmiş oluyorlar. Ne imtihanı? Bu bir bilgi imtihanı mı? Bilgi imtihanı olsa her halde hepsi de yüz puan alır. Burda bir de lütfen şuna çok dikkat edelim. Tevbe ile ilgili olan. Nisa suresinin 17. ayetinde Allah’u Teâlâ şöyle diyor: “Allah’ın kabul sözü verdiği tevbe cehaletle kötülük işleyen kişinin tevbesidir.” (Nisa 4/17)
Şimdi cehalet nasıl oluyor? Rasulullah sav. orada bu hükmü bilmiyor mu? fakat o an kendisine ait olan hakimiyetini kaybediyor. Cehalet kelimesinin anlamı burada: Kendini tutamamak kendine engel olamamak demektir. Kendisine engel olamayarak günah işleyenin tevbesidir Allah’ın kabul etme sözü verdiği tevbe. İşte bu hepimiz için söz konusudur. Bir olayla yüz yüze gelinceye kadar imtihanı kazanacağımızdan hiç birimizin şüphesi yoktur. “Ben kesin bunu yaparım canım.” Mesela Uhut savaşında Müslümanların bir kısmı geri dönmüştü. Halbuki daha önce “Biz düşmanla yüz yüze gelelim” diye Rasulullah’a karşı talepte bulunuyorlardı. İşte o en kıritik anda kişinin tercihidir imtihanı kazanıp kazanmaması. En zor andaki tercihidir. Şimdi siz Rasulullah sav.e bakın, işte önümüzde çok büyük bir örnek. O anda esirlerin ve ganimetin cazibesi Muhammed suresindeki ayeti unutturuyor. Aslında unutmuyor da Cenabı Hakkın bir kanunu vardır. Allah’u Teâlâ mutlaka bir uyarı yapar. Uyarı yapmadan her hangi bir ceza vermesi söz konusu değildir. Fakat işte o andaki karşı tarafın cazibesi, çekiciği insana unutturur ve insanın imtihanı kaybetmesine sebep olur. Yoksa herkesin yapısı ve fıtratı sevap için hazırlanmıştır. Ondan dolayı işlenin günahlar herkesi rahatsız eder. Bazılarında alışkanlık meydana getirir, artık rahatsız etmemeye başlar o ayrı.
İşte şeyde herhangi bir şeyle yüz yüze gelinceye kadar diyebilirsiniz ki; Ben malımı veririm canım ne demek. Allah için malım feda olsun, canım feda olsun,” dersiniz, tam olayla yüz yüze gelinceye kadar. Yüz yüze geldiğiniz an malın gücü, canın gücü, cazibesi işte tam imtihan noktası, orada kaybedersiniz. Buna son derece dikkat etmek lazım. Yani insanlar imtihanı cehaletten dolayı kaybederler. Bu cehalet: Bilgisizlik değil, kendisine hakim olamamak ve orada direnç gösterememektir. Onun için Allah’u Teâlâ adem as. için de: “Onun için kararlılık bulamadık onda.” Kararlılık gerektirir. İşte bu kararlılıkta da imtihanın en ana can alıcı noktası, dünyayı ahirete tercih edip etmeme meselesidir. Dünyanın dayanılmaz bir cazibesi vardır insan üzerinde. Bu herkeste böyledir. İşte siz kendi kendinize büyük bir baskı yaparak o dünyanın dayanılmaz cazibesini yenip Allah’ın emirlerini öne almak için, malınızı Allah yolunda verebilmek için, çok ciddi bir cihat verirsiniz kendi içinizde. O zaman da bunun karşılığı Allah’u Teâlâ tarafından tabi büyük bir karşılık olarak verir. Onun için diyor ki Cenabı Hak Bakara 274. ayetinde. “Mallarını gece gündüz, gizli açık, infak edenler, harcayanlar, hayra harcayanlar, onların ecirleri rableri katındadır.” (Bakara 2/274). Çünkü kolay değildir. Malı verebilmek kolay bir şey değildir. Onun için “Ücretleri Allah katındadır. Onların üzerlerinde korku olmayacak ve üzülmeyecekler de.” (Bakara 2/274). Bu sebeple gerçekten imtihan son derece zor. Son derece zor. Her babayiğit bu imtihanı kazanamaz. O zaman yapacağımız şey, ben bu imtihanı mutlaka kazanmalıyım diye kendimizi şartlandırmamız ve sonuna kadar dik durabilmemiz, geriye asla adım atamadan yürümek. İşte dünyayı ahirete tercih ettiğiniz an imtihanı kaybedersiniz. Dünya dediğimiz maldır, dünya dediğimiz itibardır, dünya dediğimiz makamdır, dünya dediğimiz işte dünyalık olan her şeydir. O dünyalık şeyleri Allah’ın emirleri ve yasakları karşısında ikinci plana atabilen kişi imtihanı kazanır. Mesela bir çok kimse namaz kılmaya karar verir, namaz vakti olur, bir sürü işler çıkar, sonra kılarım der. Bugün kesin kararlıyım sabah namazına kalkacağım der. Ezanlar okunur, uyku biraz daha tatlı gelir. İşte imtihan böyle kaybedilir. Bu herkeste vardır ama ne zaman kazanırsınız? Kararlılık gösterirseniz, azimli olursanız, her şeye rağmen Allah’ın yolunda yürürseniz o zaman kazanırsınız.
Ondan sonraki ayete geçiyoruz. “Faiz yiyenler şeytanın sarsıp yapısını bozduğu kişinin davranışından farklı bir davranış göstermezler. Bu şundan dolayıdır. Alım satım tıpkı faizli işlem gibidir, derler. Allah alım satımı helal, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime rabbinden bir öğüt gelirde faizli işlemden vazgeçerse daha önce aldığı kendisinindir. Onun işi Allah’a kalmıştır. Kim de geri tekrar faize dönerse bunlar cehennemliktir. Ve o cehennemde ölümsüz olarak kalacaklardır. (Bakara 2/275)
Şimdi burada faiz yiyenlerin yapısından bahsediyor Allah’u Teâlâ. “Diyorlar ki: Alım satım tıpkı faizli işlem gibidir,” (Bakara 2/275). diyorlar. Alım satım tıpkı faizli işlem gibidir. Şimdi ne derler, her yerde söylenen odur. Derler ki: “İşte siz peşin fiyatı on lira olan bir malı, bir ay vadeli on bir liraya alıyorsunuz. Bu caizse ben de on lirayı bir vadeli on bir liraya satıyorum. Bu da aynı. Ne farkı var ki derler. Her ikisi de mal, on lirayla on bir lirayı değiştiriyorum. Sen de on liralık malı on bir liraya değiştiriyorsun. Ne fark eder.” Şimdi dış taraftan baktığınız zaman hakikaten insana sanki aynıymış gibi gözükebiliyor. Zaten şeytan insanı bu şekilde aldatır. Ayeti kerimeleri vardır biliyorsunuz. Böyle birkaç ayet de vardır. “Şeytan onların kötü amellerini süslü gösterir.” (Enam 6/43-Fatır 35/8). Neden süslü gösteriyor? Az önce de söylemeye çalıştığımız gibi insanoğlunun fıtratı günah için yaratılmış değil. Yani insanlar günah için değil sevap kazanmak için yaratılmıştır. Ondan dolayı dikkat ederseniz işlenen her günah insanı rahatsız eder. İşlenen her sevap da insana zevk verir. Fakat sevabın önü yokuş, günahın önü iniştir. Günah cazip geldiği için insanlar kendisini günah işlemek için zorlarlar. Hoşlarına gider çünkü. Fakat kendini günahkar görmeyi asla kabul etmez hiç kimse. O zaman da ne yapar? O zaman o çirkin işleri güzel görmeye başlar. Şeytan da tam orada devreye girer. “Şeytan onların amellerini süslemiştir.” Onların işlerini süsler. Bu sebeple bakarsınız ki bu defa faizin lehine ne kadar şeyler söylerler. İşte bu faiz olmazsa ekonomi nasıl hareket edecek. Bir yerde bir toplantıdaydım, o toplantıda konuşan şahıs beni gördü. Faizle meşgul oluyorlar. Bana cevap verircesine öyle faize karşı olmak, lafla karşı olmak kolay işin içerisine girip de görmek lazım. Ben de şimdi ona söylüyorum ben seni görürüm dur. Bir gün söyleyeceğim sana ama onu bir kenara not ettim. İnşallah tövbekar olursun. Efendim işte ihtiyaç var şu bu falan. İhtiyaç olmadan yeryüzünde faizli kıredi alan bir akılsız olur mu? Yani kim derki bir kenarda bir param olsun, biraz faizli kıredi alayım. Tabii ki ihtiyaç olacak. Elbette ihtiyaç olmadan olur mu. Ondan sonra da efendim işte başlanır çeşitli oyunlar oynanmaya.
Şimdi burda şu ayeti kerimeyi iyi anlamaya çalışalım. Faiz yiyenler … bu ayeti hemen bizim müfessirlerin şeyidir, işleri budur. Az bir şey buldu mu hemen ahirete pas ederler. “Faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış kimsenin katlığı gibi kalkarlar.” Ben şimdi söyleyelim, hiç şeytan çarpmış kimsenin ayağa kalktığını gördünüz mü şimdiye kadar? Hiç göreniz var mı? Nedir yani? Öyle bir şey var mı ki Cenabı Hak ona benzetsin. Kabrinden şeytan çarpmış gibi kalkacak. Sen hayal edeceksin, her halde şöyledir, böyledir diyeceksin. Biraz sara nöbetine tutulmuş falan diyeceksin. O da ayağa kalkmaz zaten, durumu biraz farklıdır onun. Sonra Kur’ân’ı Kerim’de şeytan çarpma diye bir örnek yok ki. Bu Ayeti Kerime şeytan çarpmasından bahseder. Ama şeytanın kişiyi yoklaması vardır. “Şeytandan şöyle bir esinti geldiği zaman müslümanlar hemen akıllarını başlarına alırlar.”
Şimdi burda tahabbeta kelimesi Arapça bilenler için söyleyeyim. … yani ona habeliyle dokundu… demektir. Yani bunun Türkçesi şu. Aklını ve organını bozmuş bir kişi. Kafasını bozmuş, hani bir de dilimize yeni girmiş kelime var, kimyası bozulmuş deniyor. Kafası bozulmuş, kimyası bozulmuş bir insan gibi davranır. “Şeytanın ona dokunarak, ona bir esinti vererek, bir vesvese vererek aklını çeldiği ve davranışlarını bozduğu bir kişinin davranışından farklı bir davranış göstermez.” (Bakara 2/275) Yani çünkü, ne yapar şeytanın aklını çeldiği kişi? Çirkin amellerini güzel göstermeye başlar. Kendisinin asla yanlış yaptığını söylemez. Mutlaka güzel şeyler yaptığını ifade eder.
Neden dolayı böyledir. Şimdi buna da bakalım, ayete niye bu manayı verdik. Bu şundan dolayıdır. Yani bu adamlar aklını yemiş Türkçe karşılığı olarak, bu adam kafayı yemiş. Denir ya Türkçede. İşte onun Arapça karşılığı. “Kafayı yemiş insanlar gibi konuşurlar. Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir derler.” (Bakara 2/275) Bakın faiz alım satım gibidir demiyorlar. Daha da ileri gidiyor. Alım satım faiz gibidir diyor. Yani faizi daha üst konuma sokuyor. Çünkü herkes alım satımın iyi olduğunu bilir. Alım satım olmazsa hayat olmaz. İmkansız yani ben şimdi şurada size hitap ediyorum. Bu hitabımı yapmak için işte şurada mikrofon var, birisinin bu mikrofonu üretmesi ve birçok kişinin de zincirleme alışveriş vasıtası ile bunu bize kadar satmış olması lazım ki ben burda size hitap edeyim. İşte buradaki internet ağı da aynı şekilde yapılıyor. Önümüzdeki bilgisayar işte elimdeki Kur’ân’ı Kerim, giydiğim ceket, gömlek, her şey. Bunların tamamı bir alım satım sebebiyle buraya kadar geliyor. Ve insanlar çok iyi biliyor ki her insan biliyor. İster dağda yaşasın ister çölde yaşasın, alım satım olmadan hayatın devam etmesi mümkün değil. Çünkü sizin, hayvanınız olur, süt üretirsiniz, et üretirsiniz, yün üretirsiniz, sütle etle yünle geçinemezsiniz ki. Mecbursunuz onun fazlasını verip oradan buğday almaya, bir kısmını başkasına verip elbise, ayakkabı almaya, bir kısmını başkasına verip işte ev yaptırmaya, falan yani, bunların hepsi alışveriştir. Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın. İnsan hayvan değil ki. Bir hayvanı mesela bir koyunu suyu olan, otu olan, kenarda da azıcık barınacağı yeri olan küçücük bir alanda bağlayın, bütün ömrünü orada geçirir. Hiç başka bir şeye de ihtiyacı olmaz. Tam da verim verir. Etini de alırsınız, sütünü de alırsınız, yününü de alırsınız, her şeyini de alırsınız. Ama insanlar için bu imkansızdır. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Yani şöyle bir bakın sabahleyin yada şu anda buradan eve gitmenizi düşünün. Buradan eve gitmek için o kadar çok mal ve hizmete ihtiyacınız olur ki. Dolayısıyla birileri bunları yapması lazım. İşte ekonomik kıriz bu ağlardaki bozulmadan meydana gelir.
Şimdi mesela buradan eve gitmek için yolun açık olması lazım. Yolun açık olması büyük bir hizmettir. Güvenlik gerekiyor. Güvenlik hizmetleri lazım değil mi? Ondan sonra yolların, otomobillerin yürümesine, insanların yürümesine uygun olması lazım. Bunun için de büyük bir ekip çalışması gerekir. İşte bir çok yerde elektiriklerin yanıyor olması lazım. Gittiğiniz evde bunun olması lazım. Sayısız hizmetler gerekiyor. Birileri bunları yapması lazım. Bunlardan bir tanesi olmasa, mesela çıktınız güvenlik sağlanamamış, eve gidemezsin. İşte kıriz. İşte kıriz. Geceyi sokakta geçireceksin yada burda bir yerde geçireceksin. Kıriz böyle olur. Yada yaya olarak gitmek zorunda kaldınız arabayı bıraktınız, o da bir kıriz. Yada toplu arabalarla gitmek zorunda kaldınız, otomobilinizi bir yere bırakmak zorunda kaldınız, o da bir kırizdir.
Yani ekonominin yürümesi için esas olan mal ve hizmet üretimidir, bunun dolaşımıdır, bu da ticaretle olur. Bütün insanlar bunu çok iyi bildikleri için faizciler kendilerini buna benzetirler. Ne derler? “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir.” Yani faiz benzetilendir, benzeyen değil. Yani ana öğedir, esas unsurdur, temeldir. Onun için bakın kapitalist sistem denir batıdaki sisteme. Kapitalin merkezde olan bir sistemdir. Kıredi sistemi denir. Sistemin adı olmuştur bu. Kıredi ne demek? Bizim karzın batıya gidip fötr şapkası giyerek geri dönmüş şeklidir. Bizdeki karz sistemi batıda kart şey yapılır biliyorsunuz. Batılılar bunu almış karz şeklinde telaffuz edememişler kıredi diye telaffuz etmişler. Bizimkiler de sanki bir şey varmış gibi kelimenin bizden gittiğini unutarak bu defa kıredi demeye başlamışlar. İşte kıredi sistemi deniyor. Karz sistemi değil de, borç sistemi değil de, kıredi sistemi deniyor.
Peki aradaki fark ne?
Az önce bir şey söyledim bir saatlik hayatımızı devam ettirebilmemiz için dünya kadar mal ve hizmete ihtiyacımız vardır. Oturun sayın bakalım. Şu anda şu olmazsa yapamam, bu olmazsa yapamam, dersiniz. Şu sandalyeler olmasa oturamazsınız. Şu lamba yanıyor olmazsa oturamazsınız, şu elektirik çalışıyor olmasa beni dinleyemezsiniz. Şuradaki bu ısı olmasa şey yapamazsınız. Şu camlar olmasa dışarıdan ışık gelmez. Sayın da sayın.
Peki bunların içerisinde hiç borç var mı? Saydıklarımızın arasında borç var mı? Yok, yok bu, yok. Kendin bunu yapamadığın zaman mecbur kalırsan birinden borç alırsın. Öyleyse borca dayalı bir sistem tabii bir sistem değildir. Normal değildir yani. Normal bir sistem değildir.
Peki ticaret nedir? Ticaret: Mal ve hizmet satımıdır. Üretimi de katarsanız ekonomi olur o. Ticaret: Mal ve hizmet satımıdır. Satmak için bunların üretilmesi gerekir tabi. Mal ve hizmet satımıdır. Bu bir ekonomik faaliyettir. Çünkü birisi alacak bunu tüketecek ki orada birçok kimse de bunu üretebilsin. Üretimde dünya kadar adam çalışacak. Herkes işin bir tarafından tutacak ve toplum hayatı devam edecek. İnsanlar rahat bir şekilde yaşamaya devam edecekler. Peki borç verme işlemi bütün bu anlattıklarımızdan hangi mal ve hizmetin üretimidir? Söyler misiniz bana? Birisine borç verirken bir mal ve hizmet üretimi var mı burda? Yok. Peki adam neyin karşılığında para alıyor? Şimdi az önce Sait suyu getirdi buraya koydu. Çünkü tabiattan suyu almış birisi, ambalajlamış getirmiş buraya koymuş. Şeyi de var, hiç şüphelenmeyeceğimiz şekilde tertemiz bir sudur diye. Sizinle konuşurken suya ihtiyacımız odlumu hemen alıp içeceğim ve bu konuşmamı devam ettireceğim.
Peki borcun böyle bir ekonomik tarafı var mı? Bir mal ve hizmet üretimi midir? Bak onu iyi anlayalım. Ben şimdi cebimde yüz lira var ben sana borç veriyorum. Bu işlem, ondan sonrakini saymayın. O yüz lirayı aldıktan sonra mal ve hizmet üretebilirsiniz. O başka bir şey ama ben şimdi cebimden yüz lira çıkarıyorum size veriyorum. Diyorum ki “Bir ay sonra verirsin.” Tamam bir ay size bu parayı size kullanma hakkı vermişim ama bu parayı size vermem bir mal ve hizmet üretimi midir? Değil. O zaman bunun karşılığında alınacak bir şey yoktur ama bunu (suyu göstererek) üretmek bir mal üretimidir. Buraya getirmek de bir hizmet üretimidir. Dolayısıyla bundan dolayı bir kişi karşılığını da alma hakkına sahip olmuştur. Onun için borçtan gelir elde etmektir, faizin tanımı. Faizin tanımı: Borçtan elde edilen gelirdir. Bunu Rasulullah sav. yapmış tarifi. “Riba sadece borçta olur” demiş. Öyle bir tanım ki bugün de, dünde, dünyanın her yerinde de bu çok kolay, çok basit, herkesin hemen anlayacağı bir tanım. İşte Rasulün sözü böyle olur. Faiz: Borçtan elde edilen gelirdir. O zaman faiz için ne gerekiyor? Borç vermek gerekiyor. Verdiğiniz borçtan dolayı bir mal ve hizmet üretimi olmaz. Karşı taraf aldığı o parayla bir takım mal ve hizmet üretebilir. Kâr da eder, zarar da eder. Ama borç veren kişi olarak onun ne kârı sizi ilgilendirir, ne de zararı. Siz verdiğiniz borcu bilirsiniz. Tamam hakkınız yüz lira verdiniz yüz lira alabilirsiniz doğru. Ama yüz bir lira istiyorsanız bu bir lirayı neyin karşılığında alıyorsunuz. Ne yaptınız ki alıyorsunuz. “Ben ona yüz lirayı bir ay kullandırdım.” Güzel. Bak senin yüz liranı bir ay sakladı. Ona para ver öyleyse. Sen o sorumluluktan kurtuldun ona devrettin sorumluluğu. Parayı saklamak kolay bir iş mi?
Alım satım faiz gibidir. Gelelim çağımıza, bu gün de bankalar öyle söyler. “Biz de para alışverişi yapıyoruz derler. Biz de para bakkalıyız derler. Öbürüde gıda bakkalıysa biz de para bakkalıyız. O gıda satarak para kazanıyor biz de para satarak para kazanıyoruz” derler. Gerçekten öyle mi? Şimdi, İslam’ın güzelliği burada. Allah’ın dini olduğu için koyduğu her sistem evrensel. Yani siz ne yaparsanız yapın kadını erkek yapamıyorsunuz. Siz ne yaparsanız yapın suyu bal haline getiremiyorsunuz. İşin tabiatını değiştiremiyorsunuz. İşte siz ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin faizi alış veriş haline getiremezsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle değildir. Onun için bu büyük bir yalandır. Niye büyük bir yalan?
Bugün Türkiye’de herkesin alışveriş yapma hakkı vardır. Herkesin, yediden yetmiş yediye, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, mecbursunuz buna. Ama faizli borç verme yetkisi kimdedir? Faizli borç verme işi. Vatandaşlar bunu yapabilirler mi? Bir vatandaşın birine faizli borç verdiğini görse devlet, ne yapar? Adamın canını yakar. Hani alışverişti? Köyden alırsınız, tarlanızdan koparırsınız şeyi efendim lahanayı, marulu, domatesi, hatta gidersiniz sağdan soldan bir takım insanların yemek yaptığı otlardan toplarsınız, tarlanız da olmasa, getirir koyarsınız pazarın bir kenarına satarsınız. En fazla zabıta memuru der ki “Buraya koyma da buraya koy.” Yada birisi der ki “Benim yerimi işgal etmişsin. Sen git falan yerde sat” der o kadar. Buna dünyanın hiçbir yerinde yasak konmaz. Yasak sadece yer itibariyle ve bazı şeylerde vergi açısından yasak olur o kadar. Yoksa yapılan işlemi yasaklamaz hiçbir ekonomi.
Ama ben banka kuracağım deyin bakayım. Dünyanın hiçbir ekonomisi ben banka kuracağım diyen adama izin vermez. Onun için çeşitli şeyler işte, hazinenin denetiminden geçersiniz, bankalar birliğinin denetiminden geçersiniz, bakanlar kurulu karar vermesi lazım, belli bir sermaye tabanı olması lazım, bir sürü şartları yerine getirmeniz lazım falan filan ki çok ciddi bir şey lazım. Hani alım satımla faiz aynıydı? Bazen banka müdürleri bana telefon açarlar hocam. Ne var? İşte birisi gelmiş. Bizden kıredi istiyor ama faiz diyor, almıyor. “E bizde mal satıyoruz.” Nasıl mal satıyorsunuz? “Şey yapıyoruz işte adam araba alacakmış, biz de arabayı alıp satıyoruz.” Gerçekten alıyor musunuz müdür bey? “Canım işte o alıyor biz de finanse ediyoruz.” Siz alında bir göreyim bakayım. Senin karşında çocuk mu var. Hadi bakayım. Bir al da göreyim seni. Bir arabayı al da sat bakayım. Yapabilir misin? Al da sat. Onun için bu büyük bir yalan. Onunla insanlar kandırılıyor.
Şimdi bakın ayeti kerimeyi görüyor musunuz. İki kelimeyle tüm sistemi özetliyor. İki tane kelime. “Onların alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir demeleri sebebiyledir. Allah alım satımı helal faizi haram kılmıştır.” (Bakara 2/275) Bunlar birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Birisi borçtan gelir elde etmektir. Birisi mal ve hizmet üretim ve satışıdır.
Şimdi burada iki tane yüz lira var. Bir tane de on lira koyalım şuraya. Ben birisine yüz lira verdiğim zaman bana karşılığında böyle başka bir yüz lira verdimi borcunu ödemiş oluyor. Bu iki tane yüz lira birbirinin tam dengidir değil mi? Ama karşılığında bir on lira daha verirse denklik var mı? İşte bu on lira karşılıksız fazlalıktır. Riba kelimesinin anlamı budur. Karışlıksız fazlalık: riba. Bu bunun dengi (yüz lira, yüz liranın dengi.) Peki bu (On lira neyin dengi)? Bunun karşılığı yok. Diyorlar ki: “Efendim onun kirasıdır diyorlar, paranın kirasıdır.” Kirada ne olur? Bir adamdan bir bina kiralarsın belli bir süre içerisinde oturursun binayı geri verirsin. Binanın kendisinden yararlanırsın, binayı tüketmezsin. Şimdi bu yüz lirayı aldın. Yüz liraya ihtiyacın var. Bunu kiraya tuttun ha iyi. Ne yapacaksın? “Şey yapacağım duvara asacağım gelip giden şöyle görsün. Bir ay şöyle asılı kalsın sana yüz on lira vereceğim.” Bunun için mi alınıyor. Bu para tüketilmeden bundan yararlanılabilir mi? Birisine ya borcumu ödeyeceğim, ya gidip mal alacağım yada bir şey alacağım. Elimden çıkması lazım ki paradan istifade edeyim. Elden çıkan bir mal kiralanır mı? Kimi kandırıyorsunuz siz. Çocuğunuz mu var karşınızda. Şimdi bu faize kira dedikleri için kiraya da rant diyerek onu da faizin kapsamına sokuyorlar. Bırakın Allah’ı severseniz ya.
Onun için Almanya’daki ekonomiye ilgili toplantıda ben cümleye şöyle başlamıştım. “Siz ekonomiden anlamazsınız.” Bunu bilerek söyledim. Bir tanesi kalkıp da anlarız deseydi bakalım, hadi. Batılılar ekonomiden anlamazlar. Onlar sadece sömürüyü bilirler başka hiçbir şeyi bilmezler. Hayatları o çünkü başka bir şey yok. Bizimkiler de onlara aşık.
Peki, şimdi, bu yüz lira bu yüz liranın karşılığı, bu on lira karşılıksız kaldı. Ama ben şimdi su alacağım. (Bir eline suyu diğer eline on lirayı aldı göstererek) Bunların arasında eşitlik var mı on lirayla su arasında? Ne benzerlik var ne de eşitlik var. Alış veriş, birbirinden farklı iki malın değişimiyle olur. İki aynı mal olmaz. Birbirinden farklı iki mal. Birbirinden farklı olduğu için bu malı ben alır tüketirim. Benim verdiğimi de karşı taraf tüketir. Ben bunu tükettiğim için bunun yeni üretim zinciri harekete geçer. Onlarca kişi yeni üretim yapmak için çalışır. Peki bu paradan dolayı, parayı üreteniniz var mı içinizde? Bu parayı her hangi biriniz üretebilir misiniz? Ama bu (su) üretilebilir değil mi? Hizmet de üretilir, mal da üretilir. Birisi gider suyu çıkarır. Birisi bunun ambalajını yapar, birisi bunun paketlenmesini yapar, birisi servisini yapar, birisi şunu yapar bunu yapar.
Peki ben bu insana, adam getirip suyu on liraya satıyorsa bu adam kar etti mi etmedi mi? Onu bilemezsin ki. Eğer yerine bir tane daha bundan alabiliyor da artıyorsa aldığı para o zaman kar etmiş olur. Yani on liraya sattıktan sonra dokuz liraya bundan alıyorsa bir lira kar etmiş olur. Alamıyorsa kar etmemiştir. “Efendim çok kar ediyor. Adamlar acayip kar ediyorlar.” Etsinler. Orada öyle bir sistem vardır ki alış verişte. Bu kapı herkese açık olduğu için.
Bir gün Rasulullah sav.e gelip diyorlar. Diyorlar ki: “Ya Rasulullah fiyatlar aldı başını gidiyor narh koy” diyorlar. Narh koymak ne demek? Yani fiyatları sınırla diyorlar, sınırlandır. Rasulullah’ın verdiği cevap muhteşem. Diyorsunuz ki işte Allah’ın rasulü bu kardeşim. Bu sözünden başka hiçbir sözü olmasa bu kişinin Allah’ın rasulü olduğuna şehadet edersiniz. Diyor ki: “Fiyatları artıran ve azaltan Allah’u Teâlâ’dır. Ben Allah’ın huzuruna hiç birinizin hakkı üzerimdeyken gitmek istemem,” diyor.
Allah’tır ne demek? Bunun dinde bir yeri var. Yani piyasa serbest olarak oluşur, demektir. Ben piyasaya müdahale edersem sizlerin hakkını yemiş olurum, diyor. Şimdi diyelim ki buğday fiyatları aldı başını gidiyor. Bir kile buğday bir dinardı olmuş iki dinar. Oo ne olacak? Kardeşim eğer sizin ambarlarınızda yeteri kadar buğday yoksa, sen parayı yiyemezsin ki. Bak ben susadığım zaman şu suyu içerim değil mi? Ama buranın dolusu param olsa susuzluğumu giderir mi? Karnımı doyurur mu? Sırtımı giydirir mi? Onun için para ister altın olsun ister kağıt olsun insanın hiçbir fiziki ihtiyacını karşılayamaz. Rasulullah müdahale etmiyor. Piyasa müdahale son derece tehlikelidir. Peki serbest piyasada fiyatın artması ne demektir? Fiyatın artması ucuzluğun en güvenilir delilidir. Çünkü dışarıdan duyacak ki insanlar, mesela Hayber’den duyacaklar, Mecit’den duyacaklar, Yemen’den duyacaklar. Medine’de buğdayın kilesi iki dinarmış. Yok ya gerçekten mi? Herkes oraya mal yığacak. Ondan sonra buğdayın fiyatı yarım dinara düşecek. Peki duysalar ki orada iki dinar olmuş ama narh koymuş Muhammed sav. bir dinar. Boş ver oraya götürülmez mal. Ne olacak o insanlar acından ölecek değil mi? Şimdi anladınız mı Rasulullah’ın ekonomiyi ne kadar iyi bildiğini. Müdahale etmiyor serbest bırakıyor.
Dolayısıyla alışverişin şartları çok farklıdır, borcun şartları çok farklıdır. Bir yerde eğer faiz varsa, tabi bu çok uzun bir konu. O kadar önemli bir konu ki. Ama ben şimdi buradan ayeti okuyayım da en iyisi haftaya kalsın kalan kısımları. Ama size her zaman verdiğim bir örnek var. O örneği vereyim de ondan sonra, duymayanlar tekrar duymuş olsunlar.
Kıredi hiçbir ekonominin ihtiyacı değildir. Kıredi olağan üstü şartların getirdiği şeydir. Yani borç. Olağanüstü şartlarda oluşan bir şeydir. Dolayısıyla borç çok tehlikeli bir şeydir. Borca Arapçada deyn denir. Din ve deyn ikisi aynı kökten gelir. Din kişinin Allah’a olan borcu, deyn de kişinin insanlara olan borcudur. Borç insanı köleleştirir. Yani başkasına kul yapar. Onun için İslam’ın borca dayalı bir sistemi kabul etmesi imkansız. Zaten insanlık onuruna aykırı bir şeydir. Dolayısıyla kapitalist sistemlerde köleler ve efendiler oluşur. Ama Cenabı Hakkın emrettiği sadakaya dayalı bir sistemde köleler efendiler yoktur. Herkesin asgari ihtiyacı karşılanır. Hiç kimse bir başkasına köle olma ihtiyacı duymaz. Herkes Cenabı Hakkın kölesi olur.
Şimdi şöyle bir örnek vermiştik. Vücudun hücrelerini birer insan yada dükün olarak kabul edin. Kalbi banka sayın. Kanı da para. Hiçbir hücre kan üretemez. Hiçbir insanın para üretemeyeceği gibi. Ama her hücrenin kana ihtiyacı vardır. Çünkü kan tıpkı para gibi gider barsak pazarından gıdayı alır, götürür karaciğer fabrikasında onu işletir. Ondan sonra onları oradan alır, -Bakın mal ve hizmet görüyor musunuz? Sadece siz sanayici değilsiniz, o da sanayici.- Oradan alır şeyi bütün hücrelere dağıtır gıdayı. O hücrelerin atıklarını da alır götürür boşaltma organlarına. Böyle yürür. Kan olmasa bu hizmetleri yapacak hiçbir şey yok. Para olmasa da aynı şekilde yani, para evet hiçbir işe yaramaz ama bütün işleri para görür. Yiyemezsin içemezsin ama mal ve hizmet akışını ancak parayla sağlarsın. Vücuttaki kan gibi işlem görür. Kalp hücrelere dese ki: “Bin size kan veririm ama bir şartla, ayda şu kadar miligram sizden fazla kan isterim” dese. Hücre ne yapacak? Kanı nerden bulayım? Ama kansız da yaşayamam, hemen ölmektense daha sonra ölmek biraz daha iyidir der. Tamam vereyim der. Başka çare yok, ne yapsın. Peki vermeye sıra geldiği zaman güçlü hücre zayıf hücreden alacak kanı. Güçsüz hücreler bakacaksınız ki ölmeye başlamış. Küçük dükkanlar nasıl kapanıyorsa bu ekonomide. Ondan sonra bakacaksınız ki bir müddet sonra kapanan hücreler artmış. Kapanan köyler gibi. Küçük şehirler gibi. Bakarsınız ki bazı organlar işlememeye başladı. Ayağım uyuşuyor, elim uyuşuyor, midem çalışmıyor, demeye başlarsınız, kafam çalışmıyor demeye başlarsınız. Peki kalp fazla kanı alıp da ne yapacak. Kalbin hiçbir işine yaramaz. O defa ana damarlara fazla kan verecek, bu defa damarlar patlayacak, adam kısa sürede ölüp gidecek. İşte kıriz de budur.
Dolayısıyla ama şöyle olsa. Kan alamayan hücrelere özellikle kan pompalayan bir sistem olsa, o zaman devre dışı kalan hücreler çalışır hale gelir değil mi? Vücut her zaman fonksiyoner olur. İşte sadaka öyledir. Sadaka sıkıntı içerisinde olanları sıkıntıdan kurtarıp ekonomiye kazandırmaktır. Ama faiz ekonominin öğelerini dışarıya atar. Sürekli dışarıya atar. Dolayısıyla tam ters olan sistemdir. Onun için hiçbir Allah’ın kulu alış veriş tıpkı faizli işlem gibidir diyemez. Bunu diyebilmek için şeytana uymak lazım. Başka da yolu yok. Şeytana uymak için de dünyayı ahiretten daha çok sevmek lazım. İnsanlar o konuda biliyorsunuz en fazla imtihanı kaybeden konumdadırlar.
Şimdi şu ayeti okuyayım. “Faiz yiyenler şeytanın aklını çelip, yapısını bozduğu kişilerin davranışından farklı bir davranış göstermezler. Kafayı yemiş insanlar gibi olurlar. Bunun sebebi şudur. Derler ki: Alım satımda tıpkı faizli işlem gibidir. Halbuki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır. Kime rabbinden öğüt gelir de faizli işleme son verirse daha önce aldıkları kendinin. Yani daha önce aldıkları faizleri sahiplerine bulup da vermesine lüzum yok. Yeni bir beyaz sayfa açılır. Bunun işi Cenabı Hakka kalmıştır. Tekrar faizciliğe dönerse onlar cehennem ashabıdır / Cehennemliktirler. Cehennemde ölümsüzleşirleşeceklerdir.” (Bakara 2/275)
Evet şimdi dersin birinci bölümünü bitirdik.