Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vel akibetülil müttakin vessalatü vesselamü ala rasuline muhammedin ve ala elihi ve sahbihi ecmain.
Bugün bakara suresinin 270. ayetindeyiz. Okuyacağımız ayetlerde sadakadan ve zekattan bahsediliyor. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor. “Herhangi bir nafakayı verirseniz yada Allah’a karşı bir sorumluluk altına girerseniz. Bir adakta bulunursanız,” Adak dediğimiz zaman Türkiye’de hemen kurban anlaşılır. Öyle değil. Cenabı Hakka karşı bir sorumluluk üstlenmek demektir. Tabi bir kurban kesmeyi de Allah rızası için üstlendiyseniz o da adak olur. “Allah’u Teâlâ onu bilir. Zalimlerin yardımcıları yoktur.” (Bakara 2/270)
Şimdi bu “Allah’u Teâlâ’nın bilmesi” meselesini görüyorsunuz, bak burda da var. Ne diyor? “Yaptığınız bir harcamayı ve bir adağı Allah bilir.” Bunu her defasında hatırlatmak lazım. Çünkü uzun asırlardan beri İslam ümmetinin kafası yanlış kader inancıyla iyice şartlandırılmış. Dolayısıyla bu hastalığın tedavisi kısa sürede olacak gibi gözükmüyor. Bu “bilme” konusunda karşı çıkanların en güçlü itirazı “şey” kelimesiyle alakalı. Ne kadar desek de Arapçada şey’in; mevcut, manasına olduğunu kimse kabul etmek istemiyor ama Kur’ân’ı Kerim’de bunun açık delilleri var. Onlardan bir tanesi de şu: “Her şey helak olur, yok olur Allah’u Teâlâ hariç.” (Kasas 28/88). Yok olmak için var olmak gerekir değil mi? “küllü şey’in hâlikun, ve huve bi küllü şeyin alim” Arapça bilmeseniz bile sesten anlarsınız. Külli şey, ve huve bi küllü şeyin alim “O her şeyi bilir.” O her şeyi bilir, dendiği zamanki kullanılan kelimenin aynısı, bu ayette de kullanılıyor. kullu şey’in hâlikun illâ vechehu, (Kasas 28/88). 28. surenin son ayeti. Kasas suresi son ayeti. “Her şey yok olur.” O zaman yok olması için ne gerekiyor? Var olması gerekiyor. O zaman “Allah her şeyi bilir” sözünün anlamı nedir. Var olandır. Allah’u Teâlâ bir şeyi planlamışsa elbette ki onu da bilir hiç şüphesiz. Her defasında bunu hatırlatmak lazım. Aksi takdirde ayar bozulabiliyor. Birde şöyle itiraz ediyorlar. Diyorlar ki: Abdülaziz Hoca böyle demeseydi, işte “Allah benim kiminle evleneceğimi bilmez” demeseydi bu problemler çıkmazdı. “İyi ki demişiz” diyorum her defasında. Elhamdülillah. Onu bilerek ve isteyerek o şekilde söyledik. Öyle demeseydik hiç kimse bu mesele üzerinde durmazdı. Öyle bir dolduruşa gelmek, birisi tarafından bilmem şey yapmak, böyle bir şey söz konusu olamaz. Boş bulunmak falan değil yani.
“Yaptığınız bir infak harcamayı yada Allah’a karşı üstlendiğiniz bir sorumluluğu Allah’u Teâlâ bilir. Zalimlerin, yanlış yapanların yardımcısı yoktur. (Bakara 2/270)
Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne güzel, ne hoş. Eğer sadakaları gizler fakirlere verirseniz bu sizin için hayırlıdır.” (Bakara 2/271). Şimdi burada tefsirlere baktım, bu ayette geçen sadakat’a, zekatın dışındaki sadakalar anlamı verilmiş. Yapılan iyilikler anlamı verilmiş. Öyle olunca İn tubdus sadegâti feniımmâ hî, ve in tuhfûhâ, ve tué’tûhe. ve tué’tûhe, ve in tuhfûhâ nın üzerine atıf yapılmış. Ama ben şahsen bunun ve tué’tûhe nın hal olması gerektiğini düşünüyorum ve tué’tûneha dır. Nun hasfedilmiştir mücaverattan dolayı. O şekilde bir şey yapan anlam bir tefsir de görmedim. Ama böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Şundan dolayı, biz tevbe suresinin 60. ayetinden biliyoruz ki Allah’u Teâlâ’nın sadakaların sekiz sınıfa verileceğini bize bildiriyor. Sadakalar sekiz sınıf diyor. Tevbe 60. ayeti açarsak orada görürüz. Diyor ki Cenabı Hak burada: Bakın bu sadakat kelimesi yani -tekrar edeyim, az öncede söyledim- Arapça bilmeseniz de anlarsınız sesten. Burada da sadakat diyor. “intüptüs sadakati” burda da “İnnemes sadekâtu” kelime sesi bile aynı değil mi? Diyor ki burada “Sadakalar fakirler içindir.” Sadece onlar için olsa, tefsirlerin verdiği öbür anlam tamam. Ama öyle değil. “Çaresiz kalmış kişiler için, sadaka konusunda çalışanlar için, kalpleri ısındırılanlar için. Esirler hakkında borçlular hakkında Allah yolunda ve o yolda uğraşanlar uğrunda verilir.”(Tevbe 9/60). Şimdi burda dört tane fi harfi ceri var. Dört tane de lam harfi ceri var. Dört tanesi kişilere verilir, dört tanesi de fon oluşturulur, demektir. Sekiz yer. Sekiz yerden bir tanesi fakirler.
Sadakalar sadece fakirler için olursa tamam. Ki bu anlamı veren müfessirlerin hepsi bunun nafile sadakalar yani farz olmayan zekatın dışındaki sadakalar olduğunu söylemişler ama bana göre Arapça bakımından hiçbir problem yok. tuneha olması lazım hal olması için. Oradaki nun mücaveretden dolayı hasfedilir. Onu tabi size açıklamama gerek yok. Arapça bilmeyenin anlaması da mümkün değildir. Bu dediğimi. Evet o manayı vermişler. Burda o şekilde, fakirlere gizli şekilde verirseniz, hal manası vermişler. Ama tefsirlerde öyle bir şey yok. Çünkü öbür manalar tutmuyor gerçekten. Yani burda öyle bir mana vermişler, bu meallerde. Bu mealde yani benim dediğim gibi, dediğime yakın bir anlam vermişler. Diyor ki: “Eğer sadakaları açıkça verirseniz ne kadar güzel.” Bunu şey yapmıyor. Sadakaları açıkça verirseniz. Çünkü bu Müslümanların ödemesi gereken vergidir. Eğer bir müslüman zengin, hayır yaptığını karşıdaki insanlara da bildirmezse hakkında dedi kodu yapılır. Adam hayır hasenat yapıyordur, kimse de bilmiyorsa dedi kodu ederler ve gereksiz şekilde suçlanır. Sekiz sınıftan sadece bazıları için gizli vermenin bir anlamı vardır, kişinin onuru kırılmaması için. Bu “el fukara” kapsamına oradaki mesakini de sokmak mümkün olabilir. Diyor ki: “Fakirlere verirken gizli verirseniz sizin için daha iyidir.” Çünkü incitmekten Cenabı Hak bizi yasaklıyordu biliyorsunuz şeyde –bir sayfa geriye getirirseniz- 263. ayette diyor ki Allah’u Teâlâ “Güzel bir söz ve bağışlama arkasından incitme gelen bir sadakadan hayırlıdır.” (Bakara 2/263).
Hatta incitme olmasa bile dün televizyonlarda bir haber vardı. Bir üniversiteli kız, bakandan yardım istiyor. Bakan da ona açıkta yardım verince ne kadar üzüldü değil mi? Sonradan getirdi onu iade etti. Şimdi insanların bu hassasiyetine çok dikkat etmek lazım. Ondan dolayı fakirlere verirken, ihtiyaçlı olan insanlara verirken gizli verirseniz bu daha iyi olur. Yoksa diğerlerini gizlemeye gerek yok. “Allah’u Teâlâ sizin günahlarınızı örter.” Yani sizin bu hassasiyetinize karşılık Cenabı Hak da size karşı ilave ikramda bulunur. “Allah yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır.” (Bakara 2/271). Bak ‘alim, habir’ görüyor musunuz.
Bu kaderle ilgili derslerin en başında size şunu söylemiştim. Kur’ân’ı Kerim’in bütün ayetlerini bu konuyla irtibatlandırmaya başladığınız an bu meseleyi anlamışsınız demektir. Aslında Kur’ân ve Sünnet bu hususta bize çok güzel malumat veriyor ama insanlar bir şeye şartlı baktıkları zaman göremiyorlar.
“Allah yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır.” Yapacağınız değil, yapmakta olduğunuz şeylerden, diyor.
“Onları yola getirmek senin görevin değildir (Bakara 2/272) ya Muhammet” sav. Mesela biz, hepimizde bu var. İnsanları yola getirme göreviyle görevli olduğumuz zannediyoruz. Hayır değil. Bizim öyle bir görevimiz yok. Bizim görevimiz insanlara yol göstermektir. Yola gelip gelmemek insanların kişisel kararıdır. Cenabı Hak bile kimseyi zorla yola getirmiyor. Sen nasıl yola getireceksin. Onun için diyor. Önce Rasulullah sav.e yapılan bir hitap, sonra bize yapılan hitaptır. Bu insanları yola getirmek senin görevin değil. Bazen bakıyorsunuz, mesela şimdi her gün çok sayıda email ve çok sayıda ziyaretçi defterine yazılan yazılar var. Bazen kendimizde de onları görüyoruz yani. Her ne kadar kendimizi firenlemeye çalışsak bile bazen de bizim de dozu aşırdığımız oluyor. Sanki karşı tarafı biz yola getirecekmişiz gibi bir farkına varmadan bir duyguya kapıldığımız oluyor. Öyle bir şey yok. Bizim vazifemiz insanlara doğruyu göstermektir. Onun için ben sık sık şunu yazıyorum. Bizim kimseyi ikna etmek diye bir görevimiz yok. Zaten ilim adamı ikna için uğraşmaz. Doğruyu bilenler, “Kardeşim doğrusu budur” der anlatır geçer. İster kabul eder ister etmez karşı taraf. Ona kalmıştır. “Bu insanları yola getirmek sana düşen bir görev değildir. Allah yola getirir.” Kimi? Men yeşau: Gerekeni yapanı. (Bakara 2/272) Kim gerekeni yaparsa Allah onu yola getirir. Ne demek? Yani çalışan talebeyi sınıf geçirir manasındadır. Kim gereğini yaparsa Allah onun yola gelmişliğini onaylar. Yani sınıf geçmek ne demek? Biz mesela hoca olarak şeyi imzalıyoruz. O not çizelgesinin altını. Bunun anlamı şudur. Yukarıdaki notlardaki talebelerin aldıkları notları onaylıyorum. Yani bazıları geçer bazıları kalır. Aynen onun gibidir.
“Ama Allah gerekeni yapanı yola getirir.” (Bakara 2/272) Bizde o kaderci anlayışın Kur’ân’ı Kerim’e de yerleştirilmiş olduğunu her zaman tekrarlıyoruz. Bakın bu ayete nasıl mana veriliyor. “Onları doğru yola getirmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini yola getirir.” (Bakara 2/272) Dilediğini doğru yola iletir, öyle bir şey yok. Menyeşa daki, işte bu, bir kere yeşa fiiline, dileme anlamı veriliyor. Bu son derece yanlış. Yine tekrarlamamız gerekiyor. Yani bu yanlışlar iyice yerleşmiş zihinlere. Şimdi “Dilediğini yola getirir” diye mana verirsek eğer, Allah kimin yola gelmesini diler? O zaman Nisa Suresinin 26. ve 27. ayetine bakacağız. Bakalım kimin yola gelmesini diliyormuş Allah? Mealden okuyayım. Burayı nasıl mealden okuduysam bunu da mealden okuyayım. Az önce okuduğum yerin meali şöyle. “Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 2/272) Şimdi buradaki mealde ne diyor?
“Allah size açıklamak ve sizi sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarını bağışlamak istiyor.” (Nisa 4/26) Allah kimi yola getirmek istiyormuş? Herkesi. E peki, istediğini yola getirirse, oradaki ifadede. Yola gelmeyen bir tek kişi kalır mı? Herkesin yola gelmiş olması lazım. Ondan sonra devam ediyorum. “Allah hakkıyla bilicidir yegane hikmet sahibidir.” (Nisa 4/26) Peki burda bilmenin anlamı ne? Hakkıyla bilinir, ne demek? Yani, yola gelmeyi kimin hak ettiğini gayet iyi biliyor. Zorlama olmadığı için. Ondan sonra 27. ayette diyor ki. “Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister.” Ne mani var? “Şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı ister.” (Nisa 4/27) Demek ki, burda işte imtihan sahası. Allah her insanın mümin olmasını istediği için imanı fıtratla tamamen örtüştürüyor. Dolayısıyla siz doğru inanca sahip olduğunuz zaman içiniz rahat eder, kafanız rahat eder, huzur bulursunuz. İşte bu Cenabı Hakk’ın isteğidir. Ama yanlış şeyler yaptığınız zaman huzursuz olursunuz. Kendi arzularınızı öne almış olursunuz. O da Cenabı Hakk’ın istemediğini sana bir şekilde göstermesidir. Ama bir müddet sonra artık o yeni duruma alışır ondan zevklenmeye başlarsın.
Dolayısıyla bütün bu ayetlere anlam verilirken de maalesef o kaderci anlayış Kur’ân meallerine Kur’ân tefsirlerine öylesine sinmiş ki bunu ayıklamak çok büyük bir iş gerçekten. Çok büyük bir iş. Bu sadece bu meale ait olan bir şey değil ki. Çok yaygın. Son senelerde, son birkaç senede, bizim bu ısrarlarımız üzerine meallerini ufak tefek düzelten kişiler olmaya başladı. İnşallah bundan sonra tamamen düzelir.
“Hayır için yaptığınız her harcama kendinizedir.” (Bakara 2/272) Ne yaparsanız kendinize yaparsınız. Bir insanın en büyük dostu da kendisidir en büyük düşmanı da kendisidir. Onun için ne yaparsak kendimize yaparız. “Ama Allah rızasını dilemeden başka harcama yapmamalısınız.” (Bakara 2/272) Zaten o bir sayfa geriye dönerseniz 264. ayette Allah’u Teâlâ şöyle diyor. “Yaptığınız sadakaları başa kakarak insanları inciterek değersiz hale getirmeyin.” (Bakara 2/264) Yaptığınızı Allah rızası için yapacaksınız. Karşı taraftan bir teşekkür beklemeyeceğiz. Teşekkür etmek onun görevidir ama etmeyebilir. Biz yaptığımızı Allah rızası için yapacağız. Ama birisi bize iyilik yaparsa mutlaka teşekkür etmeliyiz. Çünkü teşekkür edebilmek çok önemli bir şeydir. Herkes bunu yapamaz. “Yaptığınız her hayır size tastamam geri döner. Asla haksızlığa uğramazsınız.” (Bakara 2/272) Siz Allah rızası için bir şeyler yapın mutlaka karşılığını görürsünüz. Tabi orda belli bir süre sabretmek lazım.
Allah için yapılan harcamalar bir yatırıma benzer. Yani en basitinden tarlanıza tohum ekecekseniz elinizden o tohumu çıkarmanız lazım. Toprağa atacaksınız. Yani çürüyüp gitme ihtimali de vardır. Uzunca bir süre bekleyeceksiniz. Orada gereken bütün işlemleri yapacaksınız. Siz çok iyi biliyorsunuz ki biz tarlaya bir kile tohum ekersek işte şu kadar kile alırız. Ondan dolayı buna razı oluyorsunuz. Allah rızası için yaptığınız harcamaların da karşılığını en az bire on alacağınızı bilirseniz yaparsınız. Kaldı ki bire on değil daha fazlası. Tekrar sayfaya geri çevirin bakın ne diyordu Allah’u Teâlâ 261. ayette. “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği bir dane misalidir.” (Bakara 2/261) Yani toprağa atılıyor. Bir kere elinden çıkacak. Elinden çıktığı zaman onun bir yokluğunu hissedeceksin. Canın yanacak bir kere. O toprağa atılan tohum gibi Yedi başak bitirmiş, her başakta yüz dane var. Bire kaç? Yedi yüz. “Allah gereken gayreti gösterenler için onun katlarını da verir.” (Bakara 2/261) O yedi yüzde kalmaz çıkarda çıkar. Onun için Allah’u Teâlâ ne diyor. “Yapacağınız her hayır size tastamam iade edilir. Haksızlığa uğramazsınız” (Bakara 2/262) Ama insanların yapısında cimrilik vardır. Kendinizi zorlamazsanız hayır yapamazsınız. Hiç mümkün değil. Öyle hayır hasenatı rahatlıkla yapayım diyorsanız yapamazsınız. Çünkü o yapıdaki cimriliği yenmeniz lazım Allah rızası için. Yenmek bir emeği gerektirir onu yapacaksınız. Öyle kolay olsa herkes yapar hayır hasenatı. Kolay değildir. Yani insanın mal canın yongasıdır derler. Öyle kolay mı? Şimdi al bıçağı, şuranı kes (kolunu göstererek) bakayım, şuradan bir parça ayır bıçakla. Al bıçağı şuradan biraz yont. Yapabiliyor musun? Mal da insan için insanla bütünleşmiş olan bir şeydir. Dolayısıyla öyle harcarken kendini zorlamadan yapamazsın. Zorlayacaksın, biraz canın yanacak. İnsanlar bunu pek yapmadıkları için şöyle bir kolay yol bulmuşlar. Çoluğu çocuğu olmayan insanlara, “Hadi işte vasiyet et” diyorlar. “Ölene kadar senin öldükten sonra şeyin.” Bu, mirasçıdan mal kaçırmaktan başka bir şey değildir. Onun sıkıntısını kendin çekmeyeceksin başkalarına çektireceksin. Sen öldüğün zaman zaten o mal senin değil ki. O başkasının. Bir de hava atacaksın “Falan yere şu kadar mal bağışladım” diye. Haksızlığa uğramazsınız. (Bakara 2/272)
Gene kader açısından bak, yaparsan alırsın, yapmazsan bir şey yok, ama bizim geleneksel kadercilikte ne var? O baştan belli zaten. Ezelden belli. Peki bu insanlar, ezeli mi ki ezelden belli bunlar da. Ne oluyor? Görüyormusunuz her adımı dökülüyor.
Lil fugarâillezîne uhsırû fî sebîlillâh, en fugarâillezîne uhsırû fî sebîlillâh da olabilir. Essadakatülül fukarâillezîne uhsırû fî sebîlillâh olabilir. İki şekilde de düşünülebilir. “Allah yolunda mahsur kalmış olanlara harcayın.” (Bakara 2/273) Ne demek mahsur kalmış olan? İşte Allah’ın dini için çalışma yapıyor. Gecesini gündüzünü ona harcıyor. Ama o çalıştığından dolayı eline hiçbir şey geçmez. Mesela ilmi çalışma yapanlar, sosyal faaliyet yapanlar, ne bileyim bir takım çalışmalar. Bundan dolayı hiçbir gelir elde etmezler. O zaman onlara özellikle dikkat edeceksiniz. Yani siz bir ömrü ilimle geçirseniz o bir ömür boyu yaptığınız ilim size bir bardak su vermez. Başkalarının işine yarar da. Onun için özellikle onlara dikkat edin diyor. Allah yoluna yani din hizmetine kendilerini haslettikleri için gidipte çalışıp kazanacak fırsatları olmaz. Buna imkan bulamazlar. “İffetli davrandıkları için onların iç yüzünü bilmeyenler onları zengin zannederler. Ama sen onları görünüşlerinden anlarsın.” Dikkat edersen anlarsın. “Israr ederek insanlardan hiçbir şey istemezler.” Belki bir şeyi hatırlatır ama ısrar etmezler. “Yaptığınız her hayrı Allah’u Teâlâ bilir.” (Bakara 2/273)
Yaptığınız her hayrı bilir. Gene aynı, görüyor musunuz. Yapacaksınız biliyor Allah’u Teâlâ. Hemen tutup da buralarda herkes “Bilir” manası veriyor da. Aynı kelimenin velammayağlemillah hatta yağlemillah olduğu zaman yani Allah ilerisinde bilecek velayağlemillah dendiği zaman bakıyorsunuz ki şey kopuyor. E kardeşim yani aynı kelime orada da burada da o kelime. Yani ne oluyor. Şeyde bir toplantı yapmıştık şae fiiliyle ilgili olarak. O toplantıya katılanlardan birisi -bizim Servet anlatıyor,- demiş ki: “Keşke şu ayeti hiç görmeseydim.” Çünkü kendi iddiasını ispatlayamıyor ya. Şimdi de bu konudaki kişiler keşke şu velammayağlemillah hatta yağleme vele yağleme kelimeleri olmasa, bunlarda nerden çıktı diyorlar.
“Mallarına gece gündüz harcayanlar gizli ve açık,” (Bakara 2/274) Açıktan da harcama olur gizli de olur. Onun için en başta ne dedi Allah’u Teâlâ? “Sadakalarınızı açıkça verirseniz ne güzel ne hoş.” Yapmayın demiyor. Ama fakirlere verirken gizlerseniz daha iyi olur diyor. “Mallarına gece gündüz harcayanlar, gizli ve açık, bunların ücretleri rableri katındadır.” (Bakara 2/274) Allah’u Teâlâ bunların ücretlerini verecektir. Karşılığını ondan bekleyeceksiniz. “Bunların üzerinde korku ve üzüntü de olmaz.” (Bakara 2/274) Kurku ve üzüntü de olmaz.
Yine bu dersi hep baştan itibaren kader başlığı altında anlattık ya. Neydi o okuduğumuz Rasulullah’a isnat edilen ve ‘iftira edilen’ dememiz gerekir bir söz var. İşte “Ana rahminde bir adam şakiyse ömür boyu iyilikler yapsa son anda kötülük yapar ve cehenneme gider,” diyor değil mi? Peki Allah burda ne diyor. “Gizli, açık mallarını harcayanların üzerinde korku olacak değil.” Öbürü ciddi bir korku değil mi? Ne yapsak halimizin ne olacağı belli değildir diyorsunuz. Büyük bir boşlukta. Kardeşim ömür boyu, gece gündüz çalışsan bile sonumuzun ne olacağı belli değil. O zaman araya aracılar giriyor. ‘Gel ben seni kurtarırım’ diyor. Maalesef. “Bunların üzerinde korku da yoktur, üzülecek de değillerdir.” Ne korku var ne üzüntü var. Demek ki siz dürüst davranırsanız doğru davranırsanız Allah’u Teâlâ’nın dediği gibi yaparsanız korku, üzüntü yok. Bir sayfayı çevirin bir ayet daha okuyayım ben size 277. ayet. “İnanan ve iyi işler yapanlar ve namazı tam ve zamanında kılanlar ve zekatı verenler. Onların ücretleri rableri katındadır. Karşılığını Allahtan alırlar. Üzerlerinde ne korku olur, ne de üzülürler.” (Bakara 2/277) Demek ki Allah’u Teâlâ ne yapıyor. Bir teminat da veriyor.
Malların harcanması olayını biliyorsunuz. Kapitalist sistemle İslam arasındaki temel fark budur. Kapitalist kapitalden yana olanlar. Yani sermayeden yana olan bir sistemdir. Kelime adı öyle. Tüm sistem zenginlere çalışır. Tüm sistem zenginler ve fakirler diye iki guruba ayrılır. Borç temeline dayalı sistem oluşturur. Deyn. Borçla insanlar köleleştirilir. İnsanlar öyle bir hale getirilir. Köylerinden kentlerinden koparılır, şehirlere gelir. Ev kiradır, bütün her şeyi parayladır. Ne ahırında bir koyun vardır, ne kümesinde bir tavuk vardır, ne de ot yolacağı bir tarlası vardır. Hiçbir şeyi yoktur. İşsiz kaldığı gün, zaten işi olduğu zaman maaşını masraflarına yetiremez. İşsiz kaldığı gün her şey bitmiştir. Böyle bir sistem olduğu için de, bu köleliğin modern şeklidir. Adamlar niye köleliğe son verdiler? Niye bu kadar adamın niye sıkıntısını çekeceğim ki. İş olsa da olmasa da bunun karnını doyurmam lazım. Sırtını giydirmem lazım. Bir yerde yatırmam lazım. Ama öyle bir sistem getirmişler ki köleden çok daha beter. İşte bu kapitalizm. İşinizin bittiği an her şey biter. İşte buna karşılık mecburen işçi teşekkülleri oluşturuluyor haklarını koruyabilmek için. İşte sigorta sistemi oluşturuluyor. Son zamanlarda biliyorsunuz işsizlik tazminatı falan filan. O da bu defa topluma çok ciddi yükler getiriyor işverenlere. O zaman da uluslar arası rekabette şey yapıyorsunuz, bu defa ülkelerin köleleşmesi söz konusu oluyor. Yani insanların köleleşmesinden devletlerin köleleşmesi noktasına geçiliyor. Çünkü bu defa parası olanlar parası olmayanlara borç verdiği.. Zaten bir yerden borç aldığın gün hapı yuttun, bitti. O gün bitmişsindir. O kısa bir süre kendini aldatırsın, biraz rahatlamış gibi görünürsün ama her şeyini kaybedersin arkasından.
Burada şeyler, kapitalizmde bütün sermayenin akışı şeyedir zenginleredir. Onun için büyük zenginler oluşur. Ama bir müddet sonra fakirlerin alım gücü biter. Alım gücü bitince onların o malları hiçbir şeye yaramaz hale gelir. Paraları da hiç bir işe yaramaz hale gelir. İşte ortada büyük bir ekonomik kıriz olur. Ne yapacaklarını şaşırırlar.
İslamiyet’te öyle değil. Yani kapitalizm devamlı insanları ekonominin dışına atar. Zenginleri ekonominin dışına atar. Çünkü borca dayalı bir sistemdir. Aldığı borcu ödeyemediği an her şey biter. Bakarsınız ki koskoca bir holding sahibi bakarsınız ki bir müddet sonra kuru ekmeğe talim ediyor. Onlar böyle talim etmemek için de yasal takipten kurtulmak için sağa sola bir takım sermaye aktarmaları yaparlar. Yani yarın aç kalmamak için. Şeyde, onu inşallah zekatla ilgili derslerde daha ayrıntılı olarak anlatırız. İslamiyet’in ortaya koymuş olduğu sistem öyle değil. Orada ekonomi dışına çıkan öğeler sürekli ekonomiye kazandırılır. İşte fakiri, muhtacı, işi zayıf olanları, mesela borca batmış iş adamı. Onun borcu zekattan karşılanır. Bizde genel mantıkla çok ciddi çarpıklıklar vardır. Kur’ân’ı Kerim’e, zekat da maalesef Kur’ân’ı Kerim’e göre değildir. O sekiz sınıfı, şeye bakarsanız mesela gidin Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihaline bakın. Onu iki sınıfa indirdiklerini görürsünüz. Fakirler ve zekat memurları diye. Sanki Cenabı Hak onu demesini bilmiyordu haşa!
Bu ticari hayatın içinde olmayanlar yada işte sanayinin içerisinde olmayanlar dışarıdan baktıkları zaman işin özünü pek kavrayamazlar. Bu insanların bir fabrikası var diyelim. Orada çalışan işçiler var ama döner sermayesi yok. Borçlanmış işi yürütemiyor. Hemen bakarsınız ki çok kolayından ‘Satsın kardeşim ödesin borcunu’ derler. Güzel de sadece bu adam değil ki. Orada çalışan bir sürü insanlar var. O maldan, o üretimden yararlanan bir sürü insan var. Şimdi buna küçücük bir şey verirsiniz. Bu tıpkı şuna benzer. Eskiyi hatırlayın, su kuyularında tulumbalar vardı. Kuyudan su çıkarmak için bir bardak suya ihtiyaç olur. O emme basma tulumbasının baş tarafına bir bardak su döktün mü tonlarca su çıkar. Ama o bir bardak suda cimrilik yaparsanız herkes susuz kalır. İşte bu işletmelerde böyledir. Aslında bir bardak su ona verdin mi o iş, çark döner. Zaten birincisi ayda onun aldığından daha fazlasını verir. Burda çok ciddi bir fark vardır. Hiçbir öge ekonominin dışına atılmaz. Hiç kimse bir başkasının kölesi haline getirilmez. Onun için borca dayalı bir sistem değil. Onu inşallah onu önümüzdeki hafta faizle ilgili ayetleri okuduğumuz zaman anlamaya çalışacağız hep beraber. Borca dayalı bir sistem değildir. Borca dayalı bir sistemde kölelik kaçınılmazdır. Ama bu gönüllü köleliktir. Öbürü gibi zorunlu kölelik değil. Gönüllü kölelik kaçınılmazdır.
Aslında bütün dünyanın bizden alması gereken çok dersler var ama maalesef Müslümanların bundan da haberleri yok. Bakıyorsunuz inanamıyorsunuz, yani o ekonomik yönden fetva veren hocalar o faizcilerden daha faizci oluyorlar. Sömürücülerden daha fazla sömürücü oluyorlar. Tabi cehenneme gitme hakkını kullananlara söyleyeceğimiz bir şey yok.
Şeyler de insanın. Bakın her insanın, bir fakir var bir de miskin var. Fakir: herkesin bildiği fakir. Miskin de: herkesin bilmediği fakirdir. Adamın malı yok ama herkes ondan yardım istiyor. Kimsenin bilmediği fakirdir. O orada onları arayıp bulduğunuz zaman da ne yapıyorsunuz, onların kişiliklerini bozmadan sosyal sıtatülerini bozmadan hayatlarını devam ettirmelerini sağlıyorsunuz. Yani çok iyi bilinen çok zengin bilinen bir kişi birden bire fakir olabiliyor ama kimseye de anlatamıyor. Onun için bunlar hakikaten muhteşem bir şey. Dikkat ederseniz o Bakara suresinde üçüncü sayfa, bu sadakalarla ilgili ayetleri okuyoruz. Önümüzdeki hafta faizle ilgili ayetleri okuyacağız. O da ekonomiyle ilgili dördüncü sayfa. Ondan sonra borç evrakının tanzimiyle ilgili ayetleri okuyacağız. Arkasından rehin ile ilgili okuyacağız ki aslında ekonomik hayatın bütün ayrıntılarını Cenabı Hak Kur’ân’ı Kerim’de vermiştir ama tabi bizde çok büyük bir yanlışlık daha vardır. Kur’ân’ı Kerim bir kenara bırakılmıştır. Kur’ân bir kenara bırakılınca Sünnet de anlaşılamaz olmuştur. Kur’ân ve Sünnet anlaşılamayınca da bu defa el yordamıyla oluşturulmuş bir sistem ve buna da İslam demişlerdir. İşte halimiz ortada. Tüm bunlar çok dikkat etmemiz gereken şeylerdir. Cenabı Hak yardımcımız olsun. Allah hepinizden razı olsun.