Bu gün okuyacağımız ayet Bakara 259. Bu ayet vesilesiyle Üzeyir as.ın nebi olup olmadığı konusu üzerinde birazcık duracağız. Tevrat ve İncil’in iddia edildiği gibi tahrif olan bir kitap mıdır. Yoksa saklanan bir kitap mıdır. Onu anlamaya çalışacağız. Yani bu akşamki çalışmamız Allah nasip ederse daha çok dinler tarihine bir katkı şeklinde olacak. Yani Kur’an’ı Kerim kaynaklı bir katkı olacak.
(Bakara 2/259): Yada şu kişiyi gözünde canlandırdın mı. Bir şehre uğramıştı. O şehir tavanları üzerine çökmüş. Yani binaların tavanları yere düşmüş duvarlar da direkler de tavanlar üzerine yıkılmış. Yani ne tavanı var ne de tabanı. Hep böyle tümüyle yıkılmış bir şehir. Tavanlar çökmüş duvarlar tavan üzerine yıkılmış bir şehir. Şöyle baktı “Burayı Allah bu şehri ölümünden sonra nasıl diriltecek” dedi. Bir umutsuzluğa kapıldı. Allah onu hemen oracıkta öldürdü. Yüzyıllığına yüzyıl öldü orada. Sonra Allah onu kaldırdı, diriltti. “Burada ne kadar kaldın” dedi. Tabii Allah direk konuşmaz biliyorsunuz. Ya perde arkasından yada bir melek vasıtasıyla konuşur. Yada kişinin içerisine ilham eder ama buradaki direk konuşma olduğu için melek vasıtası ile olması çok daha akla yatkın. Ne kadar kaldın diye sordu Allah’u Teâlâ ona. Burada bir gün kaldım, belki daha da az. Yüzyıl önce ölmüş, Allah yeniden diriltmiş. Ne kadar kaldın diye soruyor. O da diyor ki, “Bir gün kaldım, belki daha da az”. Bakıyor, güneşe göre cevap veriyor. Ben buraya geldiğim zaman uyuyakalmışım güneş şuradaydı, şimdi buraya gelmiş. “Bir günden daha az kalmışım” diyor. Hayır, dedi Allah’u Teâlâ. Burada yüzyıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak bakalım, bozulmamış. Deniyor ki, bir bahçeden geçmiş, biraz incir, biraz üzüm koparmış. Üzümün suyunu bir kaba sıkmış, suyun bir kısmını içmiş, bir kısmı da yanında duruyor. Bakıyor ki, ne incir bozulmuş ne üzüm. Yiyeceğine ve içeceğine bak. Hiç yıllanmamış. Yani üzerinden yıl geçmişe benzemiyor, taze. Eşeğiyle beraber gelmiş oraya, eşeğin nerde, eşeğine bir baksana diyor. Bakıyor ki eşek yok, ölmüş. Birkaç kemik parçası var çevresinde. Seni insanlar için bir ayet yapalım diye bu böyledir. Ayeti biliyorsunuz: mucizedir. Yani mucizeye ayet denir. Senin kendini insanlar için bir ayet yapalım. Şimdi kemiklere bak. O kemikleri böyle nasıl yerden kaldıracağız birbirlerine eklenerek. Eşeğin iskeleti oluşacak. Sonra ona et giydireceğiz. Elbise gibi eti bütün kemikler giyinecek. Her şey onun için çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkınca dedi ki tamam. Demek ki Allah her şeye bir ölçü koymuş. Yeniden dirilmenin bir ölçüsü var. Uyuyup uyanmanın bir ölçüsü var. Her şeyin bir ölçüsü var.
Bununla ilgili değişik rivayetler var. Ama bana en makul olanı bu zatın Üzeyir as. olmasıdır. Onun Kur’an’ı Kerim’de açıkça nebi olduğuna dair bir işaret yoktur. Açık bir işaret yoktur.Kur’an’ı Kerim’de sadece bir ayette Üzeyir kelimesi geçiyor. O da Tevbe suresinin 30. ayetidir. Burda diyor ki: Yahudiler dediler ki: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” Nasraniler (Hıristiyanlar) da dediler ki, “Mesih Allah’ın oğludur.” Bu kendi ağızlarıyla söyledikleri sözdür. Yani bu kendi iddialarıdır. Bunlar daha önceki kafirlerin sözlerine benzer söz söylüyorlar. Yani onların ağzını kullanıyorlar. Allah kahretsin onları. Nereden bu iftiraya getiriliyorlar. (Tevbe 9/30) Bu yalanı nereden uyduruyorlar. Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu nereden uyduruyorlar.
Dinler tarihçileri bu konuda ciddi manada sıkıntı içerisindedirler. Bu günkü Yahudiler diyor ki: Siz bize iftira ediyorsunuz. Biz Üzeyir’e Allah’ın oğlu demiyoruz. Yahudilik tarihinde Ezra adını verdikleri bir zat Üzeyir as.a tıpatıp uyuyor. Onlar diyor ki: Sürgünden sonra (Biliyorsunuz Yahudiler iki büyük sürgün yaşadılar. Bir tanesi Nabukat Nazar, dedikleri. Bizim Buhtun Nasr diye geçen Sasani hükümdarının Kudüs’ü işgal edip her tarafı yerle bir edip bütün Yahudileri Babil’e götürmesi ki Yahudiler buna büyük sürgün, diyor.) Bunlar Babil’de yetmiş yıl kaldılar ve döndüler. Ezra’nın da onlarla birlikte Babil’e sürgün edildiği söyleniyor. Buradan hareketle gidelim ve şöyle ifade ediliyor. Deniliyor ki Babil sürgününde Tevrat nüshaları kayboldu.. Dinler tarihçileri açısından bugün ittifak edilen bir husus. “Ezra Tevrat’ı ezberlemişti, dönüşte ezberinden yazdırdı. Yada işte Tevrat’ın bir nüshasını buldu ve yazdırdı” ifadesi kullanılıyor. Bana göre burada hem doğru hem yanlış bilgiler var. Bu sürgüne gitmesi olayı oldukça mantıklı gözüküyor. Zaten, Ezra’nın Üzeyir as. olması halinde kendisine Tevrat’ın verilmiş olması gerekiyor. Onu da ilgili ayetlerden inşaallah okuyacağız.
Her zaman söylüyoruz bir metot meselesi: bizim geleneğimizde maalesef Kur’an’ı Kerim, ilgili ayetler birleştirerek okunmuyor. Yani bir konuya bakılınca insanlar Kur’an’a uyacağına Kur’an’ı kendilerine uyduruyorlar. Öyle olduğu zaman da hiçbir problem çözülemiyor. Zaten ondan sonra da diyorlar ki: Kur’an’ı Kerim’e göre hiçbir problem çözülmez. Maalesef öyle bir kanaat var.
Bu şehrin tavanları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmış olan şehrin Kudüs olduğu ifade ediliyor ki son derece mantıklı. Kudüs 70 yıl sonra yine bir Sasani hükümdarı tarafından yeniden yapılmış. Babil’den Yahudiler oraya getirilmiştir. Bazı kitaplarda şöyle bir ifade var. Üzeyir as. yada Yahudilerin ifadesi ile Ezra, bizim kaynaklara göre Üzeyir as. Babil sürgününe gidenlerden bir tanesi. Orada esir ediliyor, esir edilenlerin arasında, kırk yaşlarında, bazıları elli yaşlarında diyor ama kırk yaş oldukça mantıklı gözüküyor. Kırk yaşlarında bir yolunu bulup, Babil’den kaçmış. Kudüs’e doğru geliyor. Bunları Kudüs’ten çıkarmışlar şehri tamamen yıkmışlar, her şeyi altüst etmişler, hiçbir şey bırakmamışlar. Oraya bir yolunu bulup, bir eşeğe binip geliyor. Tabi o çıktığı şekilde bir şehir düşünerek geliyor. Şehrin tamamen yıkıldığını düşünmüyor. Oraya gelince bakıyor ki şehir tamamen yıkılmış. Hani taş üstünde taş kalmamış, hiçbir tane bina yok. bütün binalar çökmüş. Tavanlar çökmüş duvarlar üstüne yıkılmış, hiçbir şey yok. Şimdi bu mantıkla bu ayeti tekrar okuyalım.
İsra suresinde Kudüs’ün tamamen tarumar edildiğine dair de ayet var. Kudüs olması, ayetleri birlikte değerlendirdiğiniz zaman da son derece uygun düşüyor,. İsra suresine şöyle bir bakalım önce. 17/4. ayette şöyle diyor Allah’u Teâlâ O kitapta İsrailoğulları aleyhine şu hükmü koyduk. Yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız ve çokta büyüyeceksiniz. O fesattan birincisi geldiği zaman üzerinize kullarımızı gönderdik. İşte Buhtun Nasr, Çok güçlü, evlerin aralarına kadar girip oradan kim var kim yok çıkardılar. Hiç kimseyi bırakmadılar. Yerine getirilmiş bir söz oldu. Sonra bir kere daha size fırsat verdik. Yani bu birinci sürgün, diğerlerine karşı, Mal ve çoluk çocukla sizi destekledik askeri yönden de çok daha güçlü hale getirdik. Daha çok iyilik yaparsanız iyiliği kendinize yapmış olursunuz, kötülük yaparsanız kendi aleyhinize olur. İkinci sözün zamanı gelince yüzünüz kara olsun, ilk girdikleri gibi o mescide girsinler ve hakimiyet kurdukları her şeyi tamamen tahrip etsinler, yakıp yıksınlar. (İsra 17/4-7)
“Hakimiyet kurdukları her şeyi tarumar etsinler” dendiği zaman şehirde hiçbir şey bırakmamış oluyorlar. Dolayısıyla bu ayet, iki kere Kudüs’ün yıkıldığından bahsediyor, aslında üçüncü dördüncü onlar da olur. Tekrar şımarırsanız tekrar aynı cezayı çekersiniz. Diye Cenabı Hakkın tehdidi hala devam ediyor. Birincisi Babil sürgününe sebep olan olaylar, ikincisi de yetmiş yılında Romalıların gelip Kudüs’e girerek orayı yıkmış olmaları. Şimdi eski Kudüs’ten sadece ağlama duvarı duruyor. Onun dışındaki her taraf yıkılmış vaziyette.
Bu ön bilgiden sonra tekrar Bakara 259 a gelirsek. Kudüs yıkılmış, Üzeyir as. diğerleriyle beraber sürgüne gitmiş, bir fırsatını bulup buraya gelmiş. Kırk yaşlarında – Yani kırk yaşları olması önemli. Çünkü kırk yaşları insanın güçlü kuvvetli olduğu bir yaştır. Daha ileri yaşlar biraz daha zor olur oralara gelmek- oraya tek başına geliyor. Çünkü kaçıyor da geliyor. Çoluk çocuğu bir şeysi falan yok. Onlar, herkes sürgünde. Tek başına olması da kaçtığının bir delili olur. (Bakara 2/159) Allah burayı ölümünden dolayı nerden diriltecek diyor. Bitmiş artık Kudüs bitmiş. Mümkün değil bu şehir bir daha ayağa kalksın. Allah onu hemen onu orada yüzyıl ölü olarak bıraktı sonra tekrar diriltti ve kaldırdı. “Ne kadar kaldın” diye sordu. “Herhalde bir gün kalmışımdır yada daha az.” Çünkü uyuyan ve ölen kişinin durumu aynı. Uyuyan kişi uykuda geçen sürenin farkına varmadığı gibi, ölen kişi de ölümde geçen sürenin farkına varmaz. Hatta Kamer suresinde olacak O kıyamet olayı bir göz açıp kapayıncaya kadardır. Gözünü yumdun açtın, işte o kadar. Arada geçen sürenin farkında değilsin. İster Adem as. olsun, ister en son ölen olsun fark etmiyor. İşte burada da yüz sene Üzeyir as.ı ölü bırakıyor, ondan sonra tekrar diriltiyor. “Ne kadar kaldın” diye soruyor. O da “Bir gün yada daha az” diyor. Neye bakıyor. Güneşe bakıyor. Güneş şuradaydı buraya gelmiş, işte bu kadar, birkaç saat. Çünkü ölürken olanları unutmuyor. İnsan ölürken ne yaptığını da unutmaz. Veda haccında bir Müslüman Arafatta atındın düşüyor, başı yarılarak ölüyor. Rasulullah sav. diyor ki: Bunu yıkayın, koku sürmeyin, başını ve ayaklarını açıkta bırakarak kefenleyin. Yarın ahirette lebbeyk diyerek kalkacaktır.” Çünkü o öldüğünü bilmiyor. Arafatta vakfede olduğunu düşünüyor. Uyumuş uyanmış, tamam. Lebbeyk diyecek, sonra bakacak, her şey değişmiş.
Onun için de hadisi şerifte vardır. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz, diye.
İşte burda Üzeyir as. da öldükten sonra dirilmenin bir örneği. Diyor ki Allah’u Teâlâ : Sen burda yüzyıl kaldın, diyor. Yüzyıl kaldığını kendisinin de test etmesi gerekir. Sen yüzyıl kaldın ama sen yiyeceğine içeceğine bak. Sanki onlar hiç yıllanmamış. Üzerinden yıl geçmemiş. Yani hiç bayatlamamış. Üzüm almış sıkmış bir kısmını içmiş, kalanı duruyor. Normalde ekşimesi, şaraba dönüşmesi lazım. Ama hiçbir şey olmamış. Taze incir koparmış, olduğu gibi duruyor. Şimdi eşeğine bak. Seni insanlara bir ayet yapmak için. Ayet nedir? Mucize, mucizedir. Senin kendini insanlara mucize yapacağım. Mucize kimin için olur? Nebiler için olur değil mi. O zaman bu zat nebi olması gerekiyor. Şu insanlara mucize olacaksın. Kalkıyor, bakıyor ki aa.. şehir yapılmış, Kudüs yeniden inşa edilmiş. Tabi anlıyor onu. Hani taş üstünde taş yoktu. Kudüs yeniden inşa edilmiş. O zaman demek ki uzunca bir süre kalmışım. Eşeğine bak diyor. kemiklere baksana etrafında. Eşek çoktan ölmüş kemik parçacıkları var. Bak şu kemiklere onları nasıl böyle kaldırıyoruz yukarıya doğru bir iskelet olarak, nasıl ona et giydiriyoruz gör. Şeyde öyledir yani, ana rahminde de önce kemikler yaratılır, sonra et. Her şey onun için ortaya çıkınca, dedi ki: ben çok iyi biliyorum, Allah her şeye bir ölçü koymuş, demek ki. Şimdi iyice öğrendim dedi.
Tevbe suresinin 30. ayetinde İsa as. ve Üzeyir as. ikisinden bahsedilir. İsa as.ın nesi mucizeydi? Kendisi değil mi. Kendisi mucizeydi. Babasız olarak Meryem validemizden doğmuş. Şimdi orada birisi diyebilirdi ki – hatta diyenleri de duyuyoruz.- “Canım Meryem birisiyle evlenmiş de ondan hamile kalmış da”. Ama beşikteyken de insanlarla konuşmuştu. Dolayısıyla ona itiraz etseler bile buna itiraz edemeyecekler. Yani İsa as.ın kendisi mucize. Ondan dolayı ona Hıristiyanlar ne dediler. “Allah’ın oğlu,” dediler. Üzeyir as.ın da kendisi mucize değil mi. Nasıl mucize. Kendisini mucize olması için o halkın eskiden Üzeyir’i tanıyor olması gerekir. O zamanda ömürlerinin kısa olmaması gerekiyor demek ki. Yüz sene kaldıysa yüz kırk yaşında oraya gidiyor ama kırk yaşında gidiyor. Yüz kırk yaşında diye bir şey yok. Kırk yaşında. İhtiyarlama falan yok. Oraya kırk yaşında gelmiş, kırk yaşında gidiyor Kudüs’e. Anlatılan hikaye oldukça uygun gözüküyor.
Deniyor ki, gidiyor oraya kendi evini arıyor. Tabi evlerin tamamı değişmiş ama kendi mahallesini falan arıyor. Bakıyor ki evinin kapısında çok yaşlı bir kadın oturuyor, gözleri de görmüyor. Diyor ki, “Ben Üzeyir’in evini arıyorum.” “Evladım Üzeyir çoktan kayboldu. Öldü mü yaşıyor mu bilen yok. Ben diyor onların hizmetçisiyim.” diyor. O da diyor ki, “Üzeyir benim.” “Ne Üzeyir’i, sen genç bir adamsın” diyor. Sonra anlatıyor tabii, sonra tanıyanlarla konuşuyor. Yaşlılar gelip bunu imtihan ediyor. Tanıyorlar ama, birisi, torunu falan olabilir, çok benzeyebilir. Soruyorlar, şey yapıyorlar aa.. gerçekten Üzeyir. Yaa bu kırk yaşında. Yüz kırk yaşında olması gereken bir adamdı. Bu, nasıl oluyor. Diyor ki, Allah beni yüz sene öldürdü, diriltti. Gerçekten son derece doğru. O zaman onun kendisi kendinin nebi olduğunun mucizesi olur mu. Tıpkı İsa as.ın kendi nebiliğine kendi vücudunun mucize olması gibi.
İsa as.a nasıl “Allah’ın oğlu” dedilerse, buna da ister istemez işi başka tarafa çekmek isteyenler Allah’ın oğlu derler. İkisi de mucize yani, kendileri mucize. buna Yahudiler der, öbürüne de Hıristiyanlar der. Şimdi burada da bir şey kalıyor. Yahudi tarihinde Ezra – bizdeki Üzeyir- mesela biz İsa diyoruz onlar ne diyorlar. Cesüs diyorlar, biz Musa diyoruz onlar Moşe diyorlar. Yani bu telaffuzlarda farklılıklar olabilir, önemli değil yani. Dolayısıyla Ezra ile Üzeyir arasında öyle, fazla bir uzaklık yok. Oldukça yakın.
Yahudi kaynakları ve dinler tarihçileri diyor ki, Babil sürgününde Tevrat kaybolmuştu, Ezra onu çeşitli yerlerden bularak yeniden yazdı. Bu yanlış işte. Az önce onun için söylüyorum. Kur’an’ı Kerim’i okumasını bildiniz mi tarihi kurandan üretebiliyorsunuz. İşte bak gördüğünüz gibi. Ayetler arasında ilişki kurabiliyorsunuz. Üzeyir as.ın Tevrat’ı yazmış olması değil Tevrat’ın Üzeyir as.a inmiş olması gerekiyor. Şimdi diyeceksiziniz ki, “Tevrat Musa as.a indi” diyeceksiniz değil mi. Hayır. Musa as.a Tevrat indiğine dair bir tek ayet bulamazsınız Kur’an’ı Kerim’de. Yani bizim Kur’ân’dan ne kadar uzak olduğumuzu görüyor musunuz. Musa as.a Tevrat indiğine dair bir tek ayet yoktur. Peki ne vardır. Musa’ya o kitabı verdik. Tevrat’ın bir bölümüdür Musa as.a verilen, tamamı değildir. Orada diğer nebilere verilenler de birikmiş Tevrat’ı oluşturmuştur. Ama o Tevrat Üzeyir as. –tarihçiler haklıdır- o Tevrat’ı Yahudilere tebliğ etmiştir ama yazdırarak değil, bir takım parçalarını bularak değil. Ezberinden, kelimesi doğru olabilir. Çünkü bir rasule indirildiği zaman, yazdırıldığı zaman insanlar onu ezber diyebilirler. Ama ‘falan yerden parçaları bulmuş yazdırmış,’ bu yanlış. Peki niye bu kadar kesin yanlış derseniz, En’âm suresinin 83. ayetini açın derim.
Keşke Müslümanlar şu Kur’an’ı Kerim’i bir keşfedebilseler ah ah. Şimdi burada İbrahim as.ın kavmiyle ilk karşılaşması anlatıldıktan sonra, hani o yukarıdaki Kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccetimiz, delilimizdir diyor. Emrettiğimiz kişini derecelerini yükseltiriz. Allah doğru karar verir ve bilir. Yani hak eden kişi yükselir. İbrahim as. da hak etmiştir. Şimdi yukarda İbrahim as. geçti. Sayın bakalım. İbrahim bir, İshak ve Yakup, ona verdik, etti üç. Her birisini de doğruları gösterdik. İbrahim’den önce Nuh’a doğru yolu göstermiştik. Dört etti. İbrahim’in soyundan Davud ve Süleyman’a da, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’a da doğru yolu gösterdik. Biz samimi davranışta bulunanları işte böyle mükâfatlandırırız. (En’âm 6/84.) Sadece kendisi değil soyu bile şad olur. Cenabı Hak bizlere de nasip eylesin. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da on dört, (doğru yola iletmiştik). Hepsi iyilerdendir. (En’âm 6/85). Bunlar da İbrahim as.ın soyundan. İsmail as. da Muhammed sav.ın dedesine kadar geldi değil mi. , Elyesa’, Yunus ve Lût’u da –on sekiz oldu, tamam.- En yukarıda Musa as. en aşağıda İsa as. İbrahim as. ortada kalıyor. Tarih olarak en eski Nuh as. bize en yakın olan da burda sayılanlardan İsa as. Tabi İsmail as. da var ama İsmail as. ondan eski. Bunların hepsini kendi çağdaşlarının üzerinde fazilete sahip kıldık, üstün kıldık. (En’âm 6/86)
Bunların babalarından, Nuh as.ın babaları, kime kadar çıkar. Adem as.a kadar çıkar. Soylarından, Nereye kadar gelir? Muhammed sav.e kadar gelir. İsmail as.ın torunu değil mi. Kardeşlerinden yanlara doğru. Onları seçtik ve onları doğru bir yola yönlendirdik. (En’âm 6/87). Burada kaç tane nebiye ismen atıfta bulundu. Burada on sekiz tane nebiye atıfta bulundu. Kaç tanesine işaret edildi? Tamamına işaret edildi. Adem as.dan Muhammed sav.e kadar ne kadar nebi varsa hepsine işaret edildi mi? Edildi. Şimdi bakın ne diyor. Bunların arasında Üzeyir as. da var mıdır. Mecburen olacak değil mi? Başka çare yok. Çünkü Allah kendisini mucize yaptı, diyor. Bu onun nebi olduğunun delilidir. Niye Üzeyir diyorsanız, kendi vücudu delil olan sadece ikinci bir kişi var o da İsa as. isa as.dan bu yana zikrediliyorsa, vücudu delilse, başka çaresi yok. Mutlaka Üzeyir as. olacak. Üzeyir ismi geçiyorsa, öbür tarafta da ona işaret var. Bakın Kur’an bir yerde açıklıyor, öbür tarafta örneğiyle açıklıyor değil mi. Detaylı bir açıklama yapıyor. Ayetler arasındaki ilişkiyi kurdun mu o ismi de oradan çıkarırsın. Artık tarihlere bakmaya gerek yok ama tarihlerle de irtibat kurdun mu iş daha da güzelleşiyor.
Tamam güzel de Tevrat’ı nerden aldı Üzeyir as. diye soracaksınız değil mi. Tevrat Üzeyir as.a indirilmiştir dedik. Bu Allah’ın gösterdiği yoldur ki: kullarından seçtiği kişileri bu yola yönlendirir. Bu nebiler şirke düşselerdi, -Muhammed as.a kadar- yaptıkları yok olur giderdi. (En’âm 6/88) O zaman içerisinde masum olan varmıymış. Hiçbir tanesi masum değil. Herkes bizim gibi imtihana tâbi. Onlar – Kim onlar dediği? Bütün nebiler değil mi- kendilerine kitap verdiğimiz kişilerdir. (En’âm 6/89) Üzeyir as. Tevrat’ın oluşmasından sonra nebi olduğuna göre ona hangi kitap vermiş olacak Allah. Tevratı verecek. Yeni bir kitap vermesine gerek yokki. Zaten bu Kur’an da Nuh as.a indirilen kitabın aynısı. Allah’u Teâlâ Şura suresinin 13. ayetinde ne diyor. (Şûrâ 42/13) Allah Nuh’a neyi emrettiyse sizin için bu dini şeriat yaptı. Nuh’a da kitap verdiğini söyledi mi burda. Söyledi. kendilerine kitap verdiğimiz kişilerdir. (En’âm 6/89) O zaman kaç tane nebiye kitap inmiş. Tamamına. Dört tane değilmiş değil mi. Hüküm yani hikmet verdiğimiz. Hepsine kitap ve hikmet verilmiş. Hikmet de: oradan çıkarılan doğru hükümlerdir. Nebilik verilmiş. (En’âm 6/89) O zaman kendine kitap verilen nebiymiymiş, rasulmüymüş. Nebiymiş değil mi. O zaman Üzeyir as.da kendi vücudu delil olduğuna göre -insanlar için delil kendisi için değil- bak ayetelninnas dediği zaman kendi dışına taşıyor. Leke demiyor. İnsanlar için diyor. İnsanlar için delili ne olur. Mucize olur. Gidecek insanlar onun nebi olduğunu kendi vücudundan anlayacaklar. Bunu Allah’tan başka kimse yapamaz diye anlayacaklar ve tamam. O zaman o nebiyse Allah onada kitap verdiğine göre bu ayete göre o kitap hangi kitap olacak. Mecburen Tevrat olacak. Başkası yok. Tevrat oluştuktan sonra bu olay olmuştur çünkü.
Eğer bu insanlar bunu görmezlikten gelirlerse onu görmezlik etmeyen bir kavmi onu yerine geçiririz. (En’âm 6/89) O zaman bunları görmezlikten gelmeye lüzum yok. Mesela bakın. Bizdeki zavallılığa bakın. Kur’an’ı Azimüşşan’da hiçbir ayette Musa’ya Tevrat’ı verdik ifadesi olmadığı halde bize çocukluğumuzdan beri ne öğretiyorlar. “Tevrat Musa’ya verildi”. ve ben hayret ettim. Ben gelmeden önce bazı kitaplara baktım, dinler tarihiyle ilgili, başka şeylerle ilgili, onlarda aynı şeyi söylüyorlar. Hiç kimse acaba burda bir yanlışlık var mıdır diye şey yapmıyor. Musa’ya o kitabı verdik diyor ama ondan sonra, mesela Tevrat’a bakın. İçerisinde Davut as.la ilgili, Süleyman as.la ilgili ve diğer bir çok nebilerle ilgili bölümler vardır.
Birde bizde Tevrat ve İncil nasıl bir kitap olarak bilinir. Bugün asliyeti duruyor mu? Duruyor. Onlar hiç de sizin dediğiniz manada tahrif olmuş kitaplar değildir. İspatla diyeceksiniz, demeniz için söylüyorum zaten bunu. Tevrat ve İncil bugün tahrif olmuş kitap değildir. Yani bizim anladığımız manada bir tahriflik yoktur. Zaten tahrif ne demektir biliyor musunuz. Kur’an’ı kerimde …(43,20dak). Ayetler geçer. Orada: anlam kaydırmak, demektir. Kelimelerin anlamını sağa sola kaydırırlar. Onu Yahudiler yapıyordu şimdi dik alasını Müslümanlar yapıyor. Ayetlerin anlamlarını tahrif ediyorlar. Her derste bunu anlatıyoruz. Örnek vermeye gerek yok. Ayetlerin anlamını sağa sola çekerek bunların dikalasını Müslümanlar yapıyor. Eğer tahrif oysa Kur’an’ı Kerim de tahrif edilmiştir. Yani, anlamı başka tarafa çekilmiştir. Ama kelimeleri olduğu gibi durur. Şimdi Üzeyir as. Allah’ın nebisi olduğuna göre, Allah bütün nebilere kitap ve hikmet verdiğine göre ona verdiği kitap tabiî ki Tevrat olacaktır.
İncil ve Tevrat tahrif olmamıştır. Şimdi size ayetlerini okuyacağım. Yani bize öğretildiği manada tahrif olmamıştır. Yani asliyeti duruyor bunların. Şeye bakın. Maide 15. ayeti açalım lütfen. Bakın burda Allah cc. ne diyor: Ya ehlel kitap, Bunlar kim oluyor? Yahudi ve Hıristiyanlar. Size elçimiz geldi, sizin için ortaya koyuyor. Sizdeki kitaptan gizlediğiniz bir çok şeyi, Olan şey gizlenir değil mi. Olmayan şey gizlenir mi. Elinde olacak ki gizlesin. Gizlediğiniz bir çok şeyi ortaya koyuyor. Bu günkü Tevrat ve İncil’e baktığınız zaman Kur’an’daki ayetlerin büyük bir bölümünü bulabiliyor musunuz. O zaman gerçek Tevrat ve incili gizlemişler demek ki değil mi ayete göre. Gizlemişler. Bir çoğunu da affediyor, açıklamıyor. Gene sizde var. O kitabı mübin, size Allah’tan bir nur, her şeyi açıklayan kitap gelmiştir. (Maide 5/15)
Geçen sene Almanya’da Götingen diye bir şehir var üniversitesi var. O üniversiteye gittim. Orada çok iyi karşıladılar yani adeta törenle karşıladılar, ondan sonra da çok güzel de misafir ettiler. Çok iyi ilgi gösterdiler. Evancelislerin fakültesine gitmiştim. Orada gençlerle epeyce bir sohbet ettik. Yardımcı doçent, doçent seviyesine kadar olanlarla. Son derece mutlu oldular bu anlattıklarım şey onları son derece mutlu etti. Dedim ki şey: “Gelin Tevrat İncil ve Kur’an’ı karşılaştırmalı olarak okuyalım” dedim. “Ooo ne kadar güzel olur” dediler. Hocaları orada değildi. Hocaları geldi. Ona söyleyince fena halde bozuldu. Her sene onları heyet halinde vakfa getirirdi. Duyuyorum geliyormuş. Hiç bize uğramadan gidiyormuş. Aslında biliyorlar yani, bilmiyorlar değiller.
Dolayısıyla Kur’an’ı Kerim’in hiçbir ayetinde o tahrif edilmiştir diye bir ifade yok. Onu biz kendi kafamızdan tarif ediyoruz. Kur’an’ı Kerim tasdik edici olarak geliyorsa musaddikan değil mi. Tasdik edici geliyorsa demek ki olacak ki tasdik etsin. Ben mesela çok söylemişimdir. Getirin birlikte okuyalım. Duymazlıktan gelmişlerdir. Asıl diyalog o tabi. Hatta Katolik kilisesine de bir mektup vermiştik. Ben hani buradan Roma’ya gittiğim zaman, kendi kendime dedim ki “Yani Allah’u Teâlâ bana yarın diyecek, sen gittin Katolik kilisesine ne tebliğ yaptın diyecek” değil mi. Onun için ben mektup yazdım burda – o mektup bizim sitemizde vardır- gittik orada Tübingen üniversitesi Katolik fakültesinin dekanı bir akşam yemeği sırasında böyle bir “Yarın gidiceğiz Vatikan’a ben bir mektup vereceğim” dedim. Ne yazdın? İşte dedim. “Aa bunun altına bende imza atarım” dedi. Aldı oradan kendisi gece sabaha kadar mektubun üzerinde çalıştı. Çok güzel bir metin ortaya çıkardı. Öyle şey yok. Ben özellikle baktım. Altına imza atmayacaktım. Öyle bir saygı, maygı ifadesi yok. Sadece resmi ifadeler vardı o kadar, başka bir şey yok. İmzayı attık, ertesi gün oradaki Jan Lui Turan’a götürdük. Orada diyalog kurulu başkanı olan kişi. Vatikan başbakanı. Şöyle söyledi “Siz Kur’an’a uyarsanız sizinle diyalog olmaz” dedi. Açıkça söyledi yani. Ben de dedim ki, “Sen ne konuşuyorsun Kur’an’a uymazsak bizimle diyalog yapamazsınız” dedim. Epeyce ayet okudum. Sonra “Tabi canım dedi. Elbette ne demek yani sizinle diyalog yapmayıp da kiminle yapacağız” dedi. Sonra anlattım dedim ki, “Bakın, akşam bize gelin çay içelim bir iki de laklak ederiz. Böyle diyalog olmaz. Diyalog gerçekçi manada olur”. Dedim ve yazıyı verdim. “Bak dedim burda yazılanları görüyorsunuz. Gelin Tevrat’ı incili, Kur’an’ı, hatta insanları kutsal metin dediği ne kadar metin varsa yeryüzünde vedalar olsun, Ginzalar olsun, Gatalar olsun, hangisi olursa olsun, hepsini bir araya getirelim. Birlikte okuyalım. Birde fıtratı da alalım. Yani Allah’ın yarattığı kainatı. O yazıda var yani. Biliyorsunuz bugün bütün dengeler bozulmuştur. Böylece dengeyi kurup denge çağına ulaşalım hep birlikte.” Okudu tabi çok etkilendi. Ben size mutlaka cevap vereceğim dedi. Hala bekliyoruz.
Siz insanlara sizin kitabınız bozulmuştur, bizimkisi sağlamdır, diye gittiğiniz zaman bu olmaz. Madem Kur’an’ı Kerim tasdikten bahsediyor değil mi. Kur’an’ın tasdik ettiği kitaba sen nasıl bizim geleneksel manada tahrif edilmiş diyeceksin. Tekrar ediyorum. Anlamı kaydırılmış, manasında denmez bizde tahrif. Aslı kalmamış, denir. Bakın bu ayet açıkça söylüyor. Diyor ki: Size rasulüm geldi. Gizlediğiniz bir çok şeyi ortaya çıkarıyor. Bir çoğunu da affediyor. (Maide 5/15) Demek ki kendilerinde var.
Aynı sure 43. ayet. Rasûlullah sav.e zina eden iki tane Yahudi getiriliyor. “ Ya Muhammed bunların cezasını ver diye. O zaman bu ayet iniyor. Diyor ki: Bunlar seni nasıl hakem tayin ediyorlarki. diyor. İnanmıyorlar sana. Yanlarında Tevrat var. Dinler tarihçileri diyor ki “Tevrat o sürgünde kayboldu, bir daha asıl nüshası ortaya çıkmadı zaten” diyorlar. Kardeşim öyle değil. Allah Yanınızda Tevrat var diyor. Yani Rasûlullah zamanında oradaki, Medine’deki Yahudilerin yanında Tevrat’ın olduğunu Kur’an’ı Kerim söylüyor mu. Ondan sonra ne diyor. onun içinde Allah’ın hükmü var. Sonra bu var ondan yüz çeviriyorlar sana geliyorlar. (Maide 5/43) Ama Rasûlullah sav. ne yapıyor. “Tevrat’ta bunun hükmü nedir diyor. Henüz Kur’an’ı Kerim’de zina ile ilgili hüküm inmemiş. Zaten az önce okuduğumuz Enam suresi 89. ayette de diyor ki: Yol gösterdiğimiz kişilerdir onlar, sen onların yoluna uy diyor. (Enam 6/89). Yani Tevrat’a uy, bulduğun zaman İncil’e uy. Emri Allah’u Teâlâ Rasûlullah sav.e veriyor. Dolayısıyla Kur’ân’dan bir hüküm gelinceye kadar uyma mecburiyeti var. Bu Mekke’de verilen bir emirdir. Onun için ne yapıyor. Hadi bakalım Tevrat’ta ne var. Hep beraber gidiyorlar. Beyti Midras’a. Midras kelimesi bizim medrese var ya aynı kökten. Beyti Mitras: yani Tevrat eğitiminin yapıldığı yer. Oraya gidiyorlar. Rasûlullah sav. Abdullah bin Selem ile birlikte gidiyorlar. Diyor ki, “Size Tevrat’ı indiren Allah hakkı için doğru söyleyin. Tevrat’ta zinanın hükmü nedir? Orada genç birisi diyor ki, “Ya Muhammed bu yemini verdirmeseydin söylemezdim. Bizde zinanın hükmü, recimdir” diyor. Peki nasıl değiştirdiniz. Diyor ki: “Zamanında fakirler zayıf insanlar zina ettiği zaman recm uyguladık, itibarlı kişiler yaptığı zaman uygulamadık.. millet isyan etti. Bu defa orta bir yol bulduk. Herkesin yüzünü karartıyoruz, eşeğe ters bindirip gezdiriyoruz. Böyle oldu.” Oda diyor ki: “Ya rabbi bunlar senin hükmünü öldürmüşler ben bunu ilk defa ihya eden kişi olacağım” diyor ve recmettiriyor. Ne zamana kadar. Kur’an’ı Kerim’in Nisa 15-16. ayetleri inip kadınlar için ev hapsi, kadın ve erkekler için ayıplanma cezası gelinceye kadar. Daha sonra da yüz değneğe iniyor ve son şeklini alıyor ve daha kolaylaştırılıyor.
Dolayısıyla Tevrat kaybolmuş değil ama gizlemişlerdir. Bu gün hala gizli. Bakın ayeti kerimenin şahitliği ile hala gizlidir. Bütün bunları birleştirdiğimiz zaman ne oluyor? Anlatılan hikayelerle karşılaştırdığımız zaman, Üzeyir as.a bunların Allah’ın oğlu demiş olmaları, İsa as. karşılaştırması ile normal değil mi. İsa as. da zaten İsrailoğullarını nebi olarak gelmiştir. O da İsrailoğullarını gelmiştir. Ali İmran 48. ayeti açarsak. Allah’u Teâlâ, İsa as.a yazmayı öğretiyor. Hikmeti öğretiyor, Tevrat’ı öğretiyor. (Al-i İmran 3/48) Tevrat’ı indirmiyor, öğretiyor. Demek ki İsa as. zamanında Tevrat vardı zaten. İsa as. Babil sürgününden çok sonra geliyor. İncili öğretiyor. Zaten İncil’i indirdiğine dair başka ayeti kerimeler var. İsrail oğullarına elçi. Kim? İsa as. O zaman İsa as.a aslında Allah’ın oğlu diyenler İsrailoğulları’ndan. Peki ona babasız dünyaya geldiği için çocukken beşikte konuştuğu için Allah’ın oğlu diyen, yüz sene ölü olarak bekleyip, akranları yüz kırk yaşındayken şehre kırk yaşında gelen bir adama ne demez ki. Allah’ın oğlu demez mi. Bakın o kafa burda da aynı şekilde şey yapar. Şimdi ayetleri birleştirdiğiniz zaman sistem oturuyormu oturmuyor mu. Benim zihnimde oturuyor. Sizi bilmem. Yani sizi evet demeye zorlamıyorum. Hayır da diyebilirsiniz. Peki böylece bu dersimizi bitirmiş olduk.