Bakara suresinin 235. Ayetinden itibaren okuyacağız. Orada Allah-u Teala şöyle buyuruyor.
“Ve lâ cunâha aleykum fîmâ arradtum bihî min hıtbetin nisâi ev eknentum fî enfusikum” “İddet bekleyen kadınlara,” yani kocası ölmüş, kocası öldüğü için iddet bekliyor. Bundan önceki derste okumuştuk dört ay on gün, iddet beklemesi gerekiyor. Eğer hamile ise, doğum yapana kadar. O hususta da bir hadis-i şerif vardı. İlgili ayetle birleştirince anlamı uygun düşüyordu.
Diyor ki Allah-u Teala, “Ve lâ cunâha aleykum” “Size bir günah yoktur” “fîmâ arradtum bihî min hıtbetin nisâ” “böyle kadınlarla evlenmek istediğinizi onlara hissettirmenizde bir günah yoktur”
Yani üstü kapalı bir şekilde; mesela, “senden iyi bir eş olur” gibi, “seninle evlenmek istiyorum” şeklinde değil de, üstü örtülü bir şekilde bunu karşı tarafa hissettirmenizde bir günah yoktur.
“Ev eknentum fî enfusikum” “Ya da böyle bir şeyi içinizde saklarsınız. İddet beklerken onunla evlenmeyi düşünmenizde de bir günah yoktur.”
”Alimallâhu ennekum setezkurû nehunne” “Allah-u Teala biliyor ki; yakında bunu onlara açıkça söyleyeceksiniz.”
“Ve lâkin lâ tuvâıdû hunne sirran” “Ama onlarla gizlice sözleşmeyin, vaadleşmeyin.”
Yani “iddetini bitirince senle evleneceğiz, söz mü?” “Söz.” Hayır! Böyle olmaz.
“İllâ en tegûlû gavlen mağrûfâ” “Ancak güzel bir söz söylerseniz olabilir.”
Yani Allah-u Tealanın bu ayette belirttiği gibi “evlenme isteğinizi çıtlatırsanız onda bir günah yoktur.”
Şimdi burada dikkat ediyorsanız, tamamen kadınlar muhatap alınıyor.
Diyor ki Allahu Teala, “iddet bekleyen, kocası öldüğü için iddet bekleyen kadınlara, iddeti bitiminden sonra evlenme arzunuzu hissettirmenizde bir günah yoktur.” Kadının velisine değil, ailesine değil, annesine babasına değil, amcasına değil, kendisine.
Sonra diyor ki, “Alimallâhu ennekum setezkurû nehunne” “Allahu Teala biliyor ki, yakında bunu onlara açıkça söyleyeceksiniz.” Yine kadın söz konusu.
Buna burada vurgu yapmamın sebebini hepiniz biliyorsunuz. Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinde kadınlar nikahın tarafı olamazlar. İster bakire olsunlar, ister dul olsunlar. Nikahta onları velileri temsil eder, bir kadın kendisini temsil edemez. Halbuki bütün bu ayetler, o kadınların kendisini muhatap alıyor. Mesela “onlarla gizlice sözleşmeyin” derken de yine kadınların kendisi söz konusu.
“Ve lâ tağzimû ugdeten nikâhı hattâ yebluğal kitâbu eceleh” “O, kitapta yazılan süre, sonuna ulaşıncaya kadar nikah sözleşmesi yapmaya azmetmeyin. Böyle bir kararlılığınız olmasın.”
“Vağlemû ennallâhe yağlemu mâ fî enfusikum” “Bilin ki Allah sizin içinizde olanı bilir.” Yani bir kesin karar söz konusu olmasın.
“Fahzerûh” “O zaman Allah sizin içinizde olanı biliyorsa bundan kaçının.”
“Vağlemû ennallâhe ğafûrun halîm” “Yine bilin ki, Allah çok bağışlar ve halimdir. Yani cezayı hemen vermez.”
Dolayısıyla; kadınlar iddetlerini beklerken, rahatsız edilmeden, rahat bir şekilde bekleyeceklerdir. Zaten eğer, boşanmadan dolayı iddet bekliyorsa bir kadın, birinci ve ikinci boşamadan dolayı, ona hiçbir şekilde herhangi bir söz söylenmez. Çünkü süre bitimine kadar; onu boşayan kocasının, onu geri alma hakkı vardır. Ona herhangi bir çıtlatma, herhangi bir hissettirme falan söz konusu olamaz.
“Lâ cunâha aleykum in tallagtumun nisâe mâ lem temessû hunne ev tefridû lehunne ferîdah” “Size bir günah yok. Eğer kadınları kendilerine dokunmadan boşarsanız, mehir de belirlememişseniz, boşamanızda günah yoktur.”
Yani şimdi mesela nişan atma olayları vardır biliyorsunuz, bizim Türkçe’de bunun karşılığı o. Nikah da kıyıldı, nişan da atıldı ne olacak? Günah mı oldu falan? Allah-u Teala diyor ki, “günah yoktur.” Çünkü ayrılmayı kafaya koyduysan, gerdekten sonra ayrılmak daha çok sıkıntı verir. O zaman gerdeğe girmeden ayrılmakta herhangi bir günah yoktur. Mehir de belirlememişsiniz. Mehiri biliyorsunuz, evlenmede erkeğin kadına vermek zorunda olduğu belli bir maldır. O malın miktarı yok, herkes kendi gücüne göre, imkânlarına göre, karşılıklı anlaşmayla ya da geleneklere göre belirlenir. Yani anlaşma yapılmamışsa mehr-i misil denir. Yani o kadının dengi kadınların aldığı mehir ona verilir.
“Ve mettiûhunne” “Bu durumda o kadınları metalandırın” yani onlara bir şey verin. Nikahlamışsınız, mehir belirlememişsiniz ve kadını boşamışsınız.
Şimdi buradan mehir nikahın şartı mı, değil mi? Ne anlıyorsunuz? Efendim? (Katılımcı) Şart. Şart öyle mi? (Katılımcı) Değil. İhtilaf oldu. Şart diyenler parmak kaldırsın. Değil diyenler kaldırsın. Tamam. Değil diyenler kazandı.
Şimdi, ayet diyor ki, “ilişkiye girmeden ve mehir belirlemeden kadınları boşarsanız bunda bir günah yoktur.”
Şimdi mehir belirlenmeden nikah oluyor muymuş, olmuyor muymuş? Oluyor. Mehir belirlenmeden nikah olmasa, boşama diye bir şeyden de bahsedilemez değil mi? Şimdi boşama nasıl yapılıyordu? Talak suresinde ne diyordu Allah-u Teala. “Yâ eyyuhen nebiyyu izâ tallagtumun nisâe fetalligû hunne liıddetihinne” “Ey Peygamber kadınları boşadığınız zaman iddetleri içerisinde boşayın.”
Peki burada ilişkiye girmediği kadını boşarken acaba iddet şartı olur mu? Yani iddetleri içerisinde boşayın emri bura için de geçerli midir?
Şimdi bakın bir tane ayet okuyayım, ondan sonra kararınızı rahat verin. 33. Surenin 49. Ayetini açın. Diyor ki burada Allah-u Teala.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nekahtumul mué’minâti summe tallagtumûhunne min gabli en temessûhun” “Mümin kadınları nikahlarsınız da, onlara dokunmadan boşarsanız”
“Femâ lekum aleyhinne min ıddetin tağteddûnehâ” “sizin onların üzerinde beklemeleri gereken bir iddet hakkınız yoktur”
Yani ilişkiye girmeden bir kadın boşanmışsa iddet bekliyor mu? Peki, iddet beklemiyorsa, “ey peygamber eşlerinizi iddetleri içerisinde boşayın” emri bunlar için geçerli midir? İddeti yok. Öyleyse ilişkiye girmediği bir kadını boşamak için adetli midir, temiz midir? diye bakmaya gerek yok. Çünkü bunların beklemeleri gereken bir iddet yok. Beklemesi gereken iddet yoksa, iddeti içersinde boşama diye bir şey de olmaz.
Şimdi burada diyor ki, Cenabı Hak.
“Lâ cunâha aleykum in tallagtumun nisâe mâ lem temessû hunne ev tefridû lehunne ferîdah” “Size bir günah yok, dokunmadan ve mehir belirlemeden kadınları boşarsanız, bir günah yoktur” ama, “vemettiûhunne” “Onları nimetlendirin”, onlara bir şey verin, mehir belirlemediniz diye olmaz.
Şimdi burada Arapça bakımından bir şey var. “ev tefridû” “ev” kelimesinin anlamını “ev” diye alırsanız….
Mesela bakayım burada nasıl mana vermişler? Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden onları boşarsanız,,, Bu meal kesinlikle yanlış. “Veya” olmaz orda. Şimdi “ev” kelimesi var diye “veya” anlamı verilemez. Elinizde veya anlamı veren başka mealler var mı? Ya da, “veya” dan başka anlam veren var mı? Bakar mısınız? Orda ne diyor? “Veya.” Efendim? (Katılımcı) Ya da. “Ya da.” Aynı manaya gelir fark etmez. “Ve” manasını veren var mı? “Ve.” (Katılımcı bir ayet okuyor. Sözleri tam anlaşılmıyor) O ayrı, o ayrı ilk cümleyi soruyorum. (Katılımcı) Ey iman edenler, kadınları nikahlayın….. Ondan sonra veya mı demiş “ve” mi? Okuyun bir, yüksek sesle ayetin başından okuyun bakalım. (Katılımcı bir ayet okuyor. Sözleri tam anlaşılmıyor) Yok, Ahzap suresini okuyorsun. Bakara 236.yı soruyorum. Ahzab’ı değil. (Katılımcı) Şaban Piriş “ve” demiş. Şaban Piriş “ve” mi demiş? Tamam, o doğru yapmış meali. Efendim? (Katılımcı) Mustafa Yıldız da ve demiş. Mustafa Yıldız da, “ve” mi demiş? Güzel. (Katılımcı) Ahmet Varol da ve demiş. Ahmet Davutoğlu da “ve” demiş. Varol. Varol.
Şimdi burada, Arapça bakımından “ev” kelimesi bazen, “ve” anlamına gelir. Yani bunlar birbirlerinin yerine kullanılırlar. Çünkü, veya dediğiniz zaman olmaz. Niye olmaz? Şimdi buradan ayete meal vereyim, ya da şuradaki meali okuyayım ben size. Bakın uyuyor mu? Uymuyor mu?
Nikahtan sonra henüz dokunmadan, daha nikah kıydınız dokunmadınız veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden, veya mehir tayin etmeden, ya o ya o dendiği zaman, ikisi birden anlaşılır mı? O zaman mehir belirledikten sonra da boşanılabiliyor demektir. Bu anlam yanlış. “Ve” anlamı verilebilir. “Ve Lâ cunâha aleykum in tallagtumun nisâe mâ lem temessû hunne ev” “Ev”e “ve” manası verilir. Arapçada bu var.
Fakat; benim tefsirlerde görmediğim bir husus daha var. Mesela bu “ev” kelimesi, bu Arap dili açısından söylüyorum, “ev” kelimesi fiili muzarinin başına geldiği zaman ona “en” takdir edilir. Oradaki mana “ila en” ya da “illa en” anlamında olur. Bizim elimizdeki Arap dili ile ilgili kitaplara baktım. “İlla en’i yazan var ama, ila en’i yazanı göremedim.
Sonra gelirken Erzurum’da Arapça’yı iyi bilen bir arkadaşıma telefon ettim. Ya ben yanlış mı biliyorum? Bu “ev”, “ila en” anlamına gelir. Yanlış bilmediğimden de eminim ama, nereye baktıysam bunu göremedim. O da dedi ki, evet öyledir. Kâfiye de o şekilde yazar dedi. Dolayısıyla burada “ila en” daha uygun. (Katılımcı) Ve de. Ve de değil bak. Anlamı şöyle oluyor. “İla en” dediğiniz zaman anlamı şöyle oluyor. Arapça bakımından o daha uygun. Ama “ve” manası vermek de uygun, yani yanlış değil, tefsirlerde hep “ve” manası verilmiş.
Lâ cunâha aleykum in tallagtumun nisâe mâ lem temessû hunne (ila en) tefridû lehunne ferîdah manasında. “Onların mehirlerini belirleyinceye kadar, nikahladığınız kadınları boşarsanız size bir günah yoktur.”
Şimdi burada şu ortaya çıkıyor, mehri belirlemek nikahla birlikte olması gereken bir işlem değil. Sonra da olabilir demek ki. “Mehirlerini belirleyinceye kadar.” Bu daha uygun bir anlam olarak şey yapıyor, yani Arapça’da bu var. Ama bu anlamı veren bir tefsire ben şahsen rastlamadım.
“Ve mettiûhunne” “Onları metalandırın”
Peki ne kadar, ne vereceğiz? Nikahlanmışız, henüz mehri belirlemeden boşamışız kadını, ne vereceğiz?
Diyor ki, “alel mûsiı gaderuhû ve alel mugtiri gaderuhu” “İmkanları geniş olan kendi ölçüsüne göre, imkânları dar olan da kendi ölçüsüne göre versin.”
Yani zengin olan kendi ölçüsüne göre, zor durumda olan da kendi ölçüsüne göre versin. Şimdi burada kader ölçü olduğuna göre, demek ki burada, mehir belirlemede sadece kadın değil, erkek de dikkate alınıyor. Henüz miktar belirlenmediğine göre, o zaman onun ölçüsüne göre. Onun ölçüsü demek hayali bir şey değil, mehri misil dediğimiz şey ama, mehri misili tarif ederken fıkıh kitapları, kadının dengi olan diğer kadınları esas alırlar, ama bu ayeti kerime erkeği de devreye sokmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü erkek de ödeyecek olan taraftır, o da kendi imkânlarına göre bunu vermeli.
İşte demek ki, erkek de mehir belirlemeden önce nikahtan sonra boşama olursa erkeğin ölçüsüne göre, maddi durumuna göre bir mehir belirlemek lazım. Şimdi biraz sonraki ayeti okuduğumuz zaman bunun ne miktarının olduğu aşağı yukarı ortaya çıkacaktır.
“Haggan alel muhsinîn.” Ha, “Metâan bil mağrûf”“Marufa göre”, yani herkesin tamam bu iyi oldu, güzel oldu diyebilecekleri, yani geleneğin, kitabın sünnetin iyi oldu diyebileceği “bir ölçüyü ortaya koysunlar” diyor. “Haggan alel muhsinîn” “İyi davrananlar üzerinde bu bir haktır, görevdir.”Mutlaka yapmaları lazım.
Şimdi burada; az önce okuduğumuz ayette de aynı husus var. Ahzab suresinin 49. Ayetinde de. Diyor ki, Allah-u Teala.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nekahtumul mué’minâti summe tallagtumûhunne min gabli en temessûhunne femâ lekum aleyhinne min ıddetin tağteddûnehâ, femettiûhunne” “Müminler” diyor, “eğer mümin kadınları nikâhlarsanız, ilişkiye girmeden boşarsanız, sizin onların iddet beklemeleri gerekmez, ama onları metalandırın.”
“ve serrihûhunne serâhan cemîlâ” “ Ve güzel bir şekilde onları serbest bırakın.”
Şimdi burada metalandırın meselesi, bakın burada mehir belirleyip belirlememeden bahsedilmiyor. Yani kadına bir şey vereceksiniz. Şimdi birçokları şunu söylüyor, diyor ki, mehir kadından yararlanmanın bedelidir, diyor. Yani fıkıh kitaplarına baktığınız zaman bunu görürsünüz. Eğer mehir kadından yararlanmanın bedeli ise, bu adam bu kadından yararlandı mı?(Katılımcı) Hayır. E, niye Allah-u Teala ver diyor? Bakın birçok yanlışları Kur’an’ı Kerim nasıl ortaya çıkarıyor, görüyor musunuz? (Katılımcı) Belirlenmeden de faydalanabilir diyor. Belirlemeden de faydalanır da, ama mutlaka, belirlememiş olsa bile orada mehir kendiliğinden tahakkuk ediyor. Yani buradaki soru şu. Eğer mehir erkeğin karısından yararlanmasının bedeli ise o zaman hiç yararlanmadan boşadığı kadına herhangi bir şey ödememesi gerekir. Mesele o yani, soru o. Demek ki bu o değil. Burada başka bir şey var.
Şimdi bunu söyleyince arkasından şunlar oluyor. Yani, fıkıh kitaplarında onları görüyoruz. Kadını, bir esir kadına benzetiyorlar, hür kadını, Esir kadın satılırken ondan alınan ücretle, hür kadının evlenmesi sırasında alınan mehri birbirine benzetiyorlar. Dolayısıyla o hol’o dedikleri, yani kadına boşanma hakkını vermedikleri için, onu değişik bir şekle getirmişler, işte o parasını kadın geriye iade ederse kendini kurtarıyor kocasından. Ama bu defa esiri satın almaya benzettikleri için, kadının parasını; yani o mehir bedelini, bir başkası da kocasına verip, kadının haberi olmadan onu kocasından ayırabiliyor. Mezheplerde bu var. Çünkü mantığı yanlış ortaya koymuşlar. Kadının haberi yok. Adam diyor ki, “tamam.” Adamın mesela, paraya çok ihtiyacı var. “Sana şu kadar para vereyim, bunun karşılığında karını hul et.” O da “hul ettim” diyor. Tamam. Kadın ayrılıyor. Kadının hiç haberi yok. Bunu tıpkı şeye benzetiyorlar. Bir esirin hürriyete kavuşma bedelini, onu elinde bulunduran kişiye verdiğiniz zaman nasıl hürriyete kavuşuyorsa, bunu ona benzetiyorlar. Fakat orada şunu da söylüyorlar. Esir hürriyetine kavuştuğu zaman, kendi iradesini kendi eline alır. Ama kadın, bu durumda; evlenmede iradeyi kendi eline alamaz, bu irade velisine geçer diyor, Hanefi mezhebinin dışında olanlar. Yani esirden daha kötü duruma sokuyorlar.
Şimdi ben bütün bunları anlatıyorum. Şundan dolayı anlatıyorum. Bunları bilelim. Bizim görevimiz, geçmişin bütün bu yanlışlarını temizlemektir. Bu bizim en temel görevimizdir. Ama bakıyorum, sıkıntılara sıra gelince herkes kaçıyor. Ama herhalde eğer Cenab-ı Hak bir nimet verirse, o zaman galiba herkesi yanımızda göreceğiz gibi gözüküyor. Çok az insanlar hariç, üç beş kişi hariç, bakıyorsunuz ki, herkes kaçıyor.
Mesela şimdi SUSEM diye bir, geçen sene bir şey yaptık. Az önce Hakan’a sordum, topu topuna altmış kişi başvurmuş. Vallahi yani, hakikaten Allah rızası olmasa bu işler kesinlikle yapılmaz. O kadar sıkıntıya giriyorsunuz, kimsenin umurunda değil yani. Hiç. Sadece Cenab-ı Hakk’ın rızası olduğu için, insan zevkle yapıyor.
Sonra kendi kendime düşünüyorum, ya acaba Peygamberimiz bu insanları Bedir’e nasıl götürmüş? Eğer Bedir gibi bir şey olacak olsa, bizim arkamızdan bir tek kişinin geleceğinden şüphe ediyorum ben şahsen.
Bu ne biçim şeydir yani? Bakıyorsunuz hurafecilerin tamamı sizin karşınızda tek bir saf olmuş. Sizin yanınızda olması gerekenler de ortada duruyor. Eğer burası başarılı olursa, tamam biz zaten senden yanaydık diyecek gibi. Evet, biraz belki abartıyorum ama. Yani bunlar doğru şeyler değil. Canımızla malımızla bu işin içine girmediğimiz zaman başarı imkânsızdır, onu çok iyi bilelim.
Şimdi burada, bitirilmiş bir İslam dini var. Biz bunu nasıl ayağa kaldıracağız? Hep birlikte olmadıktan sonra, nasıl ayağa kaldıracağız? Şu anda daha vakfımızın, biliyorsunuz, vakfımızın mekânı da yok. Elimizdeki şey de istimlâk edildi, herhalde onu da biliyorsunuz yani. Herhalde bir konteynır kiralayıp orda duracağız bundan sonra, öyle anlaşılıyor.
Gerçi Allah’a şükür, ben herhangi bir sıkıntı içersinde değilim, son derece mutluyum, o ayrı bir konu da. Çok şükürler olsun. Şundan dolayı çok şükürler olsun diyorum. Cenab-ı Hak’tan başka dayandığımız hiçbir şey yok hamdolsun. Bunu da yaşayarak gösteriyoruz. O bakımdan da zaten çok da etkili olduğumuz herkes tarafından müşahede ediliyor Allah’a çok şükürler olsun.
Şimdi bakın, burada bu ayetler olmasına rağmen, bu kadar açık hükümler olmasına rağmen, siz tutacaksınız, kadının mehrini bir cariyenin satış bedeli haline getireceksiniz. Zaten cariyenin satılması olayı da yok, o da sonradan uydurulmuş bir şey. Onun satış bedeli haline getireceksiniz, kadını cariyeye benzeteceksiniz, mehri de; kadının cinselliğinden yararlanma bedeli diye tarif edeceksiniz. E, kadın ne oluyor? Edilgen. Tamamen edilgen. Peki, kadın kocasından yararlanma hakkına sahip değil mi? Burada şeyde yoktur, yani fıkıhta böyle bir haktan bahsedilemez. Sadece şu vardır, erkek büsbütün güçsüzse, işte bir yıl bir denemeden geçirilir, ondan sonra kadına boşanma hakkı tanınır.
Ondan sonraki ayet şu.
“Ve in tallagtumû hunne min gabli en temessû hunne” “Eğer onlara dokunmadan boşarsanız,”
“Ve gad feradtum lehunne ferîdah” “Onlar için de bir, belli bir mehir belirlemişseniz,”
“Fenısfu mâ feradtum” “belirlediğinizin yarısı onların hakkıdır.”
Demek ki şimdi iki türlü bir şey var. Bir, kadını nikahladıktan sonra boşadınız. Nikahladıktan sonra boşanan kadının iki hali vardır. Bir; mehir belirlemiş olursunuz, o zaman mehrin yarısı. İki; mehir belirlememiş olursunuz. Bu defa erkeğin gücüne göre, erkeğin gücüne göre bir metalandırma söz konusu. Peki, mehirin belirlenmesi halinde buna da metalandırma deniyor mu?
Ahzab suresinin 49. Ayetinde bakın öyle deniyor işte. Diyor ki, “femettiuhünne.” Yani, “ilişkiye girmeden boşadığınız kadınların iddet beklemesi gerekmez, onları metalandırın.”
O zaman mehir belirlemiş olsanız da, yarısını vermek de metalandırmak. Belirlemediğiniz zaman vermek de metalandırmak. Belirlemediğiniz zaman neye göre miktarını ortaya koyacaksınız? Emsal mehir diyebilirsiniz. Ama bu emsal mehir, kadının emsali dediğiniz zaman biraz farklı. Bir de erkeğin tarafı da çok önemli, onun için Allah-u Teala burada erkeği esas alıyor. Demek ki; onun gibi bir erkek, o maddi güce sahip olan bir erkek evlendiği zaman, eşine ne kadar mehir veriyorsa onun yarısını vermesi gerekir.
“İllâ en yağfûne” “Ama kadınlar affederlerse,” ben istemiyorum diyebilir kadın, “tamam istemiyorum dediği zaman zorla verecek değilsiniz.”
“Ev yağfuvellezî biyedihî ugdetun nikâh” “elinde nikah düğümü olan taraf” yani erkek, talak o düğümü çözmek manasına gelir sözcük olarak “elinde nikah düğümü olan taraf, eğer affederse o da başka.” Yani derse ki, tamam mehrin tamamını veriyorum, o da başka.
Ondan sonra diyor ki, “ve en tağfû agrabu littagvâ,” “ey erkekler sizin affetmeniz” yani mehrin tamamını vermeniz “takvaya daha yakındır.” Yani boşanmışsınız ilişkiye girmeden mehrin yarısını kadın hak eder ama, isterse hiç almayabilir, fakat siz mehrin tamamını karşı tarafa verirseniz takvaya bu daha uygundur diyor.
“Ve lâ tensevul fadle beynekum,” “Allah’ın aranızdaki faziletini de unutmayın. Cenab-ı Hak birinizi diğerinizden üstün kılmıştır, bunu da unutmayın”
“İnnallâhe bimâ tağmelûne basîr.” “Allah-u Teala yapmakta olduğunuz şeyi görüyor.”
Şimdi burada, bu konuyla ilgili bir ayet daha var. Bakara 241. Ayet.
Allah-u Teala diyor ki, “Ve lilmutallegâti metâen bil mağrûfi, haggan alel muttegîn.”
“Ve lilmutallegât” “Boşanmış kadınlar için vardır.” “metâen bil mağrûf” “Marufa göre boşanmış kadınları metalandırmak vardır.”
El maruf, yani bilinene göre, yani boşadığınız kadınlara, bir şekilde onları yararlandıracaksınız, ama öyle hayali bir şekilde değil, maruf olarak. O Maruf da belli, sınırlarını Cenab-ı Hak çizmiş.
Talak suresinde de belirtiyor. Eğer kadın hamileyse; doğum yapıncaya kadar, onun geçimini ve kalacak yerini sağlamak kocaya düşüyor. Çocuğunu emzirecekse; emzirinceye kadar ona ücret vermek gerekiyor. Ama emzirmek istemezse, herhangi bir şekilde ona baskı yapılmaz.
Ama bugünkü gibi; öyle, sürekli kadına nafaka vermek diye bir şey yok. Kısa bir süreliğine. İddet bitinceye kadar nafaka verilir. İddet bittikten sonra, çocuk varsa çocuğu emziriyorsa, emzirme bitinceye kadar verilir, bitti. Yani ne erkek kadına yük oluyor, ne kadın erkeğe yük oluyor.
Ama her zaman burada tekrarladığımız gibi, bugün dünyada maalesef Katolik anlayışı hâkimdir. Tüm dünyaya onlar hâkim olmuştur, devletlere de onlar hâkim, şirketlere de onlar hâkim, kurum ve kuruluşlara da onlar hâkim, yani mantık olarak onlar hâkim.
İşte bir tüzel kişilik diye bir şey oluşturuluyor, ondan sonra Katolik evliliği gibi bir evlilik. Boşanmayı bir kere nasıl olmuşsa kabul etmişler. Bu defa öyle bir boşanma ki, erkek karısını sürekli beslemek zorunda, yani boşadığı kadını beslemek zorunda. Bu da tabi insanların evlenmek konusunda soğuk davranmalarının sebebi oluyor.
İşte görüyorsunuz bugün bütün dünyada insanlar evlenmekten kaçıyorlar, çünkü o kötü örnekleri görünce bir daha da evlenmek istemiyor. Onun yerine birlikte yaşamalar bakıyorsunuz başlamış. Şimdi bu birlikte yaşama denilen şey, bugünki kanunların yanlışlıkları karşısında bir sığınma kapısı olabilir. Ama bu, şartları belirlenmiş bir sözleşmeye bağlanırsa. Bir sözleşme olmalı, şartları belirlenmiş bir şekilde sözleşmeye bağlanmalı, tamam. İşte o, dinimizin istediği nikâh olur. Yoksa bugünkü gibi, adam bir kere evlendiği zaman, boşanmak için hâkimi ikna etmesi lazım. Hâkimi ikna etmek için de zaten adam bin defa ölüp dirilecek. Taraflar birbirlerinin aleyhine söylenmedik laf bırakmayacaklar. Bir daha da yüz yüze bakma imkânları olmayacak. Aradaki çoluk çocuk da zayi olacak. Bunlar son derece kötü şeyler.
Bakın şimdi bir taraftan, İslam diye yaşanan yanlışlıkları görüyoruz. Bir taraftan da, dünyada yaşanan ve Katolikliğin insanlara, Fransız ihtilâlinin, o ihtilâli yapanların meseleyi kavrayamamasından ya da bilgi eksikliğinden kaynaklanan şeydir, dünyaya uyguladıkları şeydir. Dünyadaki bütün bu yanlışlıkları bizim düzeltmemiz gerekir, başkasından beklemeyelim.
Az önce söyledim ya yani, mesela biraz konuşmam sert gibi olmuş olabilir ama, elimizde o kadar ciddi malzeme var ki. Mesela ben şahsen, bizden daha güçlü bir başka kuruluşun olduğuna inanmıyorum. Devletler de dâhil. Niye? Çünkü güç ilimdedir. Öbür güçler kaybolur ama, ilim hiçbir zaman kaybolmaz. Devletler yıkılır, zenginler çekip gider, o itibarlı kişiler ölür, ama ilim kalır. Dünya durdukça o ilim durur.
Zaten Allah-u Teala’nın Adem Aleyhisselamı, meleklerden üstün tutmasının sebebi de; Adem Aleyhisselam’a öğrettiği o ilimdir.
Dolayısıyla biz bu ilimle; ki o işte Kur’an’ı Kerim, elimizde. Biz bununla, hem Müslümanları, hem de bugün bütün insanlığı içinde bulundukları sıkıntıdan kurtarabiliriz. Her açıdan. Her açıdan kurtarabiliriz.
Şimdi bu kadar büyük bir imkâna sahipken, bunun gerekli müesseselerini kurmak, hem Müslümanları asırlardan beri süregelen yanlışlardan kurtarmak, hem de tüm insanlığa doğru çözüm yolları göstermek lazım.
Biliyorsunuz, Peygamberimiz SAV zamanında, Peygamberimiz Mekke’de on üç sene kaldı. Medine’ye hicret etti. Vefat ettiği zaman Türkiye’nin dört katına yakın bir bölgeye hâkimiyet kurmuştu. Böyle bu kadar kısa süre içerisinde bu başarı, akıl almaz bir başarıdır.
Ama az önce dedim ya, asıl güç ilim gücüdür. Siz bu ilimle gittiğiniz takdirde insanları gönlünden fethedersiniz, kafalarından fethedersiniz. Savaş yapmanıza gerek yok, o insanlar sizin problemlerini çözdüğünüzü görünce, size gereken saygıyı gösterirler.
Sonra Peygamberimiz SAV’den sonra ne oldu? Müslümanlık hızla yayıldı. Niye yayıldı? Askeri güçten dolayı mı? Tamamen ilim gücünden dolayı. Çünkü Müslümanlar problem çözüyorlardı. Herkes kendi problemlerinin çözülmesi için Müslümanların kendi ülkelerine hâkim olmasını istiyordu.
Sahabenin şeyine bakın yani Fas’tan, ta doğu Türkistan’a kadar uzanan o sahada Müslümanlar hâkim olmuşlardı. Çünkü problem çözüyorlardı. Ondan sonra ne oldu? Problem olmaya başladılar. Bakın o sahabenin gittiği yerlerde İslam hâlâ var. Problem olmaya başladılar. Problem olmaya başlayınca da, artık Müslümanların yayılması durdu. Şimdi biz problem çözmemiz lazım.
Geçenlerde bir film oynatılıyor. Peygamberimize hakaret ediliyor diye…. E ne oldu? Müslümanlar gitti, bir büyükelçiyi öldürdüler, bilmem, çılgınlıklar yaptılar. Ya, bu ne oluyor kardeşim? Bu sana yakışır mı? Sen çocuk musun? Bunlar çok büyük fırsatlardır.
Bakın burada Ömer Gerimligil (?????) oturuyor, hatırlayacaktır şimdi. On bir eylül olayı olduğu zaman, Amerika’daydın değil mi o zaman sen? Ben Süleymaniye’de bir vaaz ettim. Süleymaniye’de o zaman vaaz ediyordum. Dedim ki, bu on bir eylül olayını göreceksiniz, İslam’ın yayılmasında inanılmaz fırsatlar verecektir. O zaman İstanbul’da mıydın ki?, bana dedin ki, Hocam öyle şey olur mu?falan. Karşı çıktı. Ondan sonra, işleri Amerika’da olduğu için gitti ve geldi, şunu söyledi, Vallahi çok doğru, söylediğin. Ben daha önce; bir arkadaşıma bir İngilizce Kur’an’ı Kerim vermek için çok aradım, bulamadım. Ama şimdi her markette bir Kur’an’ı Kerim reyonu var, yani İslami eserler reyonu var. Dolayısıyla insanlar artık ilgi duymuş, okumaya başlıyorlar. Şimdi bunlar müthiş fırsatlar verir.
Allah-u Teala Ali İmran suresinin 186. Ayetinde diyor. Açın lütfen, 3. Sure 186. Ayet. 73. Sayfa.
“Letublevunne fî emvâlikum ve enfusikum” “Şurası kesin ki, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz.”
“Ve letesmeunne minellezîne ûtul kitâbe min gablikum ve minellezîne eşrakû” “ Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden de mutlaka işiteceksiniz.” Ne işiteceksiniz?
“Ezen kesîrâ” Çok eziyetler işiteceksiniz. Canınızı yakacaklar. Bu Allah_u Teala’nın kelamı. Peki ne yapalım Ya Rabbi? Susturalım mı, hayır.
“Ve in tasbirû ve tettegû” “Eğer sabreder ve koruma tedbirinizi de alırsanız,”
“Feinne zâlike min azmil umûr” “Bu kararlılık gerektiren işlerdendir”
Öyleyse; yok efendim, Danimarka’da karikatür olmuş. Kardeşim bu gayet normal, gayet normal. Hatırlasanıza, bundan birkaç sene evvel, apartmanlarda kilise açılıyor diye bir haber geldi. Ortalık birbirine karıştı. Kardeşim, siz ondan rahatsız oluyorsunuz da, Avrupa’lı orda camilerin yükselmesinden rahatsız olmuyor mu? Ya da Amerika’lı rahatsız olmuyor mu? Kiliselere bakıyorlar hiç kimse yok. Almanya’da bana Tübingen Üniversitesinde söylemişlerdi. Kiliselerde kimse yok. Ama, Almanya’da öyle camiler var ki, bunu Katolik fakültesinde bana söylediler. Almanya’da öyle camiler var ki, dört binin üzerinde cemaati var, tamamı Alman. Kardeşim bunu adam düşündüğü zaman tabiî ki şey yapacak.
Ama bize ne düşüyor? Bize o insanlara doğruları anlatmak düşüyor. İslam’ı hava gibi, su gibi götürmemiz gerekiyor. Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun. Bugün, bunu benim bilgime göre, dünyada Süleymaniye Vakfından başka yapacak bir kuruluş yok. Bugün yok. Birçok kimse elinden imkânları alındığı için çıldırıyor tabi. Birçok kimsenin foyası ortaya çıkıyor. Şimdiye kadar mücahit, İslam’ın büyük savunucusu, şusu, busu gibi gözükenlerin hepsinin foyası ortaya çıktı, adamlar çıldırıyorlar. Öbür taraftan bakıyorsunuz ki, çok hoşlarına gidiyor. O zaman, o dükkânı kapanacak olanlar, bağırıp çağırsınlar, onları hiç duymamak lazım. Onların dükkânları kapansın.
Ama bu çözümü, İslam’ın çözümünü bütün dünyaya götürmemiz lazım. Ama bu o kadar kolay değil. Niye o kadar kolay değil? Çünkü bugün İslam dediğiniz zaman insanlar ne anlıyor? Az önce söyledim, Ömer Gerimligil bir not getirdi bana. Bu Amerikada olan olayla ilgili. Sadece Kur’an değil Mevlana’ya ait, mezheplere ait kitaplar vardı. Niye? Çünkü batının kafasında İslam dediğiniz zaman Mevlana geliyor, mezhepler geliyor aklına.
Peki, bu yanlışları niye söylüyorum? Çünkü bu yanlışlar din diye bütün dünyaya anlatılıyor. Şimdi, o gayri Müslimlerde, biliyorsunuz bizim sekiz tane dilde yayınımız var dokuzuncusu deneme safhasında tam olarak yayına girmedi. Yayınlandığımız her yerde Allaha şükür, aklı başında insanlardan çok güzel tepkiler alıyoruz. Beni rahatsız eden organize olmamış olmamızdır. Organize olmamız gerekiyor. Çünkü Allah’a çok şükür gerçekten çok güçlü durumdayız. Çok güçlü durumdayız. Öyle az değil. Güzel organize olduğumuz takdirde hem İslam ümmetini kurtarma imkânımız var hem bütün dünyaya doğruları gösterme imkânımız var. Bunları gösterelim ki, yarın Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktığımız zaman alnı açık yüzü ak çıkalım. Sonra dünyalık açısından da bundan daha karlı hiçbir şey olmaz.
Peygamberimiz Mekke’de en büyük tüccar olsaydı, Medine’de bir çarşının sahibi olması kolay mıydı? Ya da Mekke’de kaç tane çarşının sahibi olacaktı? Ama vefat ettiği zaman Peygamberimiz Türkiye’nin dört katı kadar bölgeye hâkimiyet kurdu. Böyle bir şey birisi tarafından söylenseydi adama deli denirdi.
Fakat bizim hedefimiz hiçbir zaman hâkimiyet kurmak olmamalı. Asla. Eğer dünyalık arzusuyla hareket edersek, Cenabı Hak hiçbir şey vermez. Peygamberler nasıl hareket ettiyse, öyle hareket etmemiz lazım. Yalnız Allah’ın rızası. Çünkü biz insanlardan bir şey almak için gitmeyeceğiz, bir şey vermek için gideceğiz. Hep beraber bunu yapmak zorundayız.