Vel akibetü lil müttakin.Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Çok şükür bir Ramazan-ı Şerife daha yetiştik. Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz ki, bu Ramazan’dan alacağımız feyzi alalım inşallah. İbadetlerimizi tam olarak Allah-u Teâla’nın rızası için yapalım. Şimdi her Ramazan’da olduğu gibi, oruçla ilgili ayetleri okuyacağız. Ve hep beraber anlamaya çalışacağız.
Bakara suresinin 183. Ayetinden başlıyoruz. 27. Sayfa elimizdeki Kur’an’ı Kerim’in. Euzu billahi mineşşeytanirracim
(2/Bakara 183. Ayet)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min gablikum”
“Müminler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç, size de farz kılınmıştır.”
Sizden öncekiler deyince, Adem As’a kadar bunun ucu gider. Yani bütün peygamberlere Allah-u Teâlâ orucu nasıl farz etmişse, aynı şekilde bize de farz etmiştir.
“Leallekum tettegûn.”
“Belki bu şekilde korunursunuz.”
Bu korunmanın çok yönleri var. Öncelikle Allah için yemeyi, içmeyi, cinsel ilişkiyi terk ederek kendimizi dizginlemek. Yani ahireti dünyaya tercih ettiğimizi, yapmış olduğumuz oruç ibadeti ile göstermek. Bununla beraber de sağlığımız açısından, sosyal açıdan, insanları daha çok düşünebilme açısından da, birçok özellikler kazanmak. Bizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç bize de farz kılınmış. Bir de hemen 187. Ayeti, yani sayfayı çevirin, oradaki ilk ayete bakalım. Orada diyor ki Allah-u Teâlâ,
(2/Bakara 187. Ayet)
“Uhılle lekum leyletes sıyâmir rafesu ilâ nisâikum,”
“oruçlu bulunduğunuz günlerin gecesinde eşlerinizle ilişki kılmak size helal kılınmıştır.”
Şimdi o iki ayeti birleştirdiğimiz zaman ne anlıyoruz? Birinci ayette ne dedi?
“Kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min gablikum”
“Oruç size farz kılındı, sizden öncekilere farz kılındığı gibi.”
Sonra bu ayette ne diyor?
“Uhılle lekum”
“Sizin için helal kılındı”
“leyletes sıyâmir rafesu ilâ nisâikum,”
“oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişkide bulunmak size helal kılındı.”
Ne anlıyoruz buradan?
Katılımcı: Öncekilere yasakmış.
Abdulaziz Bayındır: Öncekilere demek ki, oruçlu bulundukları günlerin gecelerinde eşleriyle ilişkide bulunmak yasakmış. Bir başka yasak daha var, onu da,
“Ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr,” diyor.
“Fecirden, sabahleyin doğu ufkundan siyah iplik beyaz iplikten sizce kesin olarak ayırd edilinceye
kadar, yemeye içmeye devam edin” diyor.
Bu da bizden öncekilerde yokmuş. Onlar işte akşam iftar ediyorlar, hava kararıncaya kadar. Yatsı namazının vakti bittiği zaman oruca başlıyorlar. Yani akşam bir buçuk saat kadar yaklaşık, yani en fazla bir buçuk saat kadar yeme içme müsaadesi var, ama karı koca ilişkisine müsaade yok.
Buradan şunu anlarız. Yani birinci ayetten. Başlangıçta, Müslümanlara da aynen önceki ümmetlere farz kılındığı gibi oruç farz kılınmıştır. Bakara 187. Ayet daha sonra inmiş, çünkü orada Allah-u Teâlâ diyor ki,
(2/Bakara 187. Ayet)
“Alimallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fetâbe aleykum”
“Allah bildi ki, siz kendinize karşı hainlikte bulunuyorsunuz, yani alttan alta işler çeviriyorsunuz.
Allah sizin tevbelerinizi kabul etti.”
Bu ne demek? Başlangıçta demek ki oruçlu bulunduğumuz günlerin gecelerinde karı koca ilişkisi yok, belli bir saatten sonra yeme içme yok.
Peki, o zaman bu ikinci ayet, birinci ayeti ne yapmış oluyor? Nesh etmiş oluyor. Nasıl nesh ediyor? Misliyle mi, hayırlısıyla mı?
Katılımcı: Hayırlısıyla.
Abdulaziz Bayındır: Daha hayırlısıyla nesh ediyor. Demek ki, yani… şimdi bazıları Kur’an’ı Kerim’de nesih var mıdır? Yok mudur? diye çok gereksiz tartışmalara giriyorlar. Tabi bu tartışmanın sebebi, neshe verdikleri anlamın Kur’an’da olan anlam olmamasıdır. Yani Kur’an’ı Kerimde Cenab-ı Hakkın neshe verdiği manayı vermeyince, tabii ki işin içinden çıkılamıyor. Demek ki Cenab-ı Hak oruç konusunda hükümlerde hafifletmeye gitmiş. Başlangıçta Müslümanlar önceki ümmetlerde olduğu gibi oruçlarını işte iftar güneş batınca yani akşam olunca iftar ediyorlar, hava kararıncaya kadar yiyip içebiliyorlar. Ama oruçlu bulundukları günlerin gecelerinde karı koca ilişkisinde bulunamıyorlar. Ama daha sonra Allah-u Teâlâ, Muhammed ümmetine has olmak üzere bir kolaylaştırma yapıyor. Ve yeme içmeyi tan yerinin ağarmasına kadar uzatıyor.
Gün ne zaman başlıyordu? Güneşin doğmasıyla, akşam değil. Gün güneşin doğmasıyla başlar, güneşin doğmasıyla biter. Bunun delili neydi? Hatırlayanınız var mı? Zaten çok sayıda ayet var da onlardan en kısa, en temel olan. Estauzubillah, Yasin 40. Ayet olması lazım.
(36/Yasin 40. Ayet)
“Leş şemsu yembeğı lehâ en tudrikel gamer velel leylu sâbigun nehâr,”
“Güneş aya yetişemez, gece de gündüzü geçemez.”
Gece gündüzü geçemeyince, önce gündüz, sonra gece olur. Gece güneş doğana kadar devam ediyor. Peki, gece güneş doğana kadar devam ettiğine göre, oruca da sabah namazı vaktinde başladığımıza göre, oruç gece ibadeti mi? Gündüz ibadeti mi?
Katılımcılar: Gündüz.
Abdulaziz Bayındır: Hem gece hem gündüz ibadeti. Çünkü sabah namazı vakti gecenin üçüncü parçasıdır. Üçüncü bölümüdür. Sabah namazının vakti gecenin üçüncü bölümüdür. Bizim gelenekte günü tan yerinin ağarmasından başlatırlar, bu ayetlerden dolayı ve işin içinden de çıkamazlar, bir sürü sıkıntılara sebep olurlar ondan dolayı. Dolayısıyla yani tan yerinin ağarmasından güneşin doğmasına kadar gecedir, güneşin doğmasından itibaren gündüz başlar. Akşam oluncaya kadar devam eder. Şimdi burada bir şey daha, akşam güneş battı, yatsının son vakti ne zamandı? Havanın karardığı zaman. Hava iyice kararınca yatsının son vakti oluşuyordu. O zaman insanlar yirmi dört saatlik günün en fazla bir buçuk saatinde yiyip içebiliyorlar, geriye ne kalıyor? Yirmi iki buçuk saat mi? Öyleyse şimdi, günler uzun falan diye şikayet etmenin bir alemi yok değil mi? Havalar sıcak demenin de bir alemi yok. Çünkü bu orucun ilk farz kılındığı yer olan Mekke ve Medine’de herhalde havalar buradan çok çok daha sıcaktı. Ve ilk günlerde de çok daha uzun dönemlerde insanlar oruç tutuyorlardı. Evet.
Şimdi oruçta ümmeti Muhammed’e mahsus olmak üzere birtakım kolaylıklar getirildiği çok açık olarak gözüküyor. Ondan sonra Allah-u Teâlâ diyor ki,
(2/Bakara 184. Ayet)
“Eyyâmen mağdûdât,”
“Sayılı günlerde oruç tutun.”
Şimdi buradan şu anlaşılıyor, bunlar buradan itibaren yani o az önce okuduğumuz ayete kadar olan kısım bütün ümmetlerde aynı olması gerekiyor. Peki, sükût orucu diye bir oruç var, Meryem Validemizin ve Zekeriya As’ın tuttuğu, onlar farklı bir şey. Yani bizim şu tutmakla sorumlu olduğumuz oruç değil. Çünkü eğer oruçtan maksat o olsaydı, 87. Ayette onunla ilgili de ifadeler olurdu ve Müslümanlar başlangıçta oruç tuttukları zaman kimseyle de konuşmazlardı. Diyor ki Allah-u Teâlâ, burada
(2/Bakara 184. Ayet)
“Eyyâmen mağdûdât,”
“Sayılı günlerde orucu tutun.” Diyor.
“ femen kâne minkum merîdan ev alâ sefer”
“içinizden kim hasta ya da yolculuk halinde olursa”
“feıddetun min eyyâmin uhar,”
“başka günlerde, tutamadıkları sayısınca oruç tutar”
Kim? Hasta ve yolcu. Başkasına ruhsat var mı? Sadece iki kişi. Hastaya ve yolcuya ruhsat var.
“Ve alellezîne yutîgûnehû fidyetun taâmu miskîn,”
“Oruca gücü yetenlere bir şey daha gerekir. Bir miskin doyuracak fidye.”
Miskin ne demek? Çaresiz kalmış bir kimse demektir. Aç ve çaresiz olan bir kişi, bir ekmek bulursa bayram eder değil mi? Onun için oruç fidyesi en alt noktaya göre hesap edilir. Bugün insanlar zannediyorlar ki, bu oruç fidyesi işte bizim yediğimiz, evimizdeki yiyeceğin ortalamasıdır. Kesinlikle böyle bir şey değil. Evimizdeki yiyeceğin ortalaması orucun değil, yemin kefaretinin karşılığıdır. Çünkü
(2/Maide 89. Ayet)
“min evsetı mâ tut’ımûne ehlîkum” diye Cenab-ı Hak orada belirtiyor.
Yani bir insan bir yemin eder de yeminini bozarsa, on tane fakire birer fidye vermesi gerekir, o fidyeyi hesap ederken kendi mutfak masraflarının ortalamasından hesap etmesi icap eder. Ama oruç fidyesi, yani fitrede öyle değil. Bir miskin doyuracak, çaresiz kalmış bir kişiyi doyuracak kadar. Neden böyle? Çünkü o miskin de, fitre vermek zorundadır. Yani o çaresiz olan kişi de fitre verecek. O da bir başkasından alıp verecek, çünkü bu fitre oruca gücü yetenlere gerekiyor.
Fakat siz gayet iyi biliyorsunuz ki, bu ayeti Kerimenin anlamı bozulmuştur. Mesela elinizdeki meale bakın, ben şuradan okuyayım size. 184. Ayet. Şöyle meal verilmiş ayete, “Sayılı günlerde olmak üzere oruç size farz kılındı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde kaza eder. Ondan sonra parantez içerisinde ihtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da, bunlar ayette olan değil, parantezde, oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir. Bu ayeti Kerimeye tamamen ilavedir. Maalesef iftiradır. Çok açık ve net. Kur’an’ı Kerim’e iftiradır. Çok açık ve net konuşuyorum. Maalesef öyledir. Ama hangi meale bakarsanız böyledir, hangi tefsire bakarsanız böyledir.
Şu Müslümanların hali gerçekten içler acısı. İslam dini öyle bir hale getirilmiş ki, adeta insanlığa deniyor ki, “Sakın ha! Müslüman olmayın. Oturun oturduğunuz yerde.”
Geçende Kazakistan’dan ve Kırgızistan’dan eşleriyle beraber birkaç kişi gelmişti, Akabe Vakfı’na gelmişler, bizi de ziyarete geldiler. Orada gelenlerden bir hanım sordu, dedi ki, “Siz hep Kur’an’daki hükümler diyorsunuz, bununla neyi kastediyorsunuz?” Dedim, “Sen evli misin?” “Yok dedi bekarım.” Dedim, “Bak, üç mezhebe göre, senin baban seni, sana sormadan istediği kişiyle evlendirebilir. Hanefi mezhebine göre de birisi seni kaçırıp zorla sana nikah kıyabilir. İslam dinini bu şekilde Kazakistan’daki Müslüman olmayanlara anlatsan kabul eder mi?” Dedim. “Hayır dedi, etmez, kesinlikle etmez” dedi. “Bak dedim, ama Kur’an’ı Kerim’de karar senindir, baban sadece denetim yapabilir, eğer anlaşamazsan yetkili makama başvur”… “Ha tamam.” Dedi. Onun gibi on, on beş tane şey saydım. Şimdi tabi konuyu dağıtmamak için bu kadarla iktifa edelim. Şimdi şuraya gelelim.
(2/Bakara 184. Ayet)
“Ve alellezîne yutîgûnehû” diyor
“Ona gücü yetenler”
Buradaki hu zamiri gücü yetme. Neye gücü yetecek? Oruca gücü yetecek değil mi? O savm kelimesine gidiyor.
“Ve alellezîne yutîgûne savme” demek, oruca gücü yetenler, oruç tutabilecek durumda olanlar. O zaman çocuklar bu işe girer mi? Girmezler.
“Ve alellezîne yutîgûnehû”
“oruca gücü yetenler”
Şimdi bu takat kelimesi, zaten takat Türkçe’mizde de vardır. Takatım kalmadı deriz, değil mi? Ya da takatim var Allah’a şükür, gücüm var demektir. Şimdi Allah-u Teâlâ, Bakara suresinin 285. Ayetinde… 286 da değil mi?
Yahya Şenol: Son ayetinde.
Abdulaziz Bayındır: Son ayetinde, Bakara’nın en son ayetinde diyor ki,
(2/Bakara 286. Ayet)
“La yükellifullahu nefsen illa vüsaha, leh ama kesebet ve aleyha mektesebet”
“Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz.”
E şimdi burada diyorsun ki, gücü yetmeyenler de şöyle yapsın. Ondan sonra da bize bir dua ettiriyor,
“Rabbena la tuhammilna ma la takate lena bih”
“ya Rabbi takatımız olmayan bir şeyi bize yükleme” diye dua ettiriyor.
Takatın olmayan şeyden sorumlu olmayacaksın. Zaten bu ayette “la yutikunehu” demiyor, “yutikunehu” diyor. Olumlu cümleyi olumsuza çeviriyorlar. Tabi o gücü yetenlerin Ramazan’ın sonunda bir tek fidye vermesi lazım, bak “fidyetun taâmu miskîn,”diyor. Bir fidye verecek. Bir fidye. Şimdi bunların oruç tutamadığı günler sayısınca diye de bir ilave yapmaları gerekiyor tabi. Onlarca ilaveden sonra bir hüküm ortaya konuyor. Hastalar ve… işte hastalar oruç tutamazlarsa, yaşlılar oruç tutamazlarsa, tutamadıkları oruca karşılık fidye verecekler. Böyle bir şey yok. Tutamıyorsa tutamıyor, tutabilirse tutar. Tutarsa tutar, tutamazsa tutamaz.
Şimdi ayetin devamında biraz, yani öbür ayette biraz daha bu konu üzerinde dururuz inşallah. Yani burada emredilen, Ramazan orucunu tutabilecek, tutma gücünde olan insanların bayramda… Yani Ramazan orucunu tutma gücünde olduğunuz ne zaman anlaşılır? Ay bitecek ki anlaşılsın, arada ölürseniz tutamadınız demektir değil mi? Ay ne zaman bitiyor? Ramazan ayı ne zaman bitiyor?
Katılımcılar: Bayram’da.
Abdulaziz Bayındır: Bayram akşamı mı, sabahı mı?
Katılımcılar: Akşam.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu ay yirmi dokuz. Yirmi dokuzuncu gün akşam mı yoksa sabah. Az önce boşa mı konuştuk. Akşamı nerden çıkardınız? Eğer yirmi dokuzuncu günü akşamı Ramazan bitseydi, bayram namazını o akşam namazı vaktinde kılmamız gerekirdi değil mi? Fitreyi de hemen o zaman vermemiz icap ederdi. Niye Bayram namazı ertesi sabaha bırakıyoruz? Çünkü daha bitmedi ki. Dolayısıyla ertesi gün güneş doğduktan sonra namazdan önce, asıl şeyi o, sevabı o. Ondan dolayı biz güneş doğduktan sonra bak… Güneş doğduktan sonra namaz kılmanın caiz olduğu ilk vakitte bayram namazını kılıyoruz dikkat ediyorsanız. Çünkü ayın bitiminden sonra. Yani güneşin doğmasıyla ay bitiyor, namaz kılmanın caiz olduğu ilk vakit, kerahet vaktinin geçtiği kuşluk vakti yani duha zamanı, işte o zaman bayram namazını kılıyoruz. Ve işte o zaman, bizim gücümüzün yetip yetmediği anlaşılıyor. Şimdi aslında bunu bizim ulema bunu kitaplarına koymuş ta, buradaki yanlışlık şu, onlar tan yerinin ağarmasına kadar diyorlar, çünkü günü oradan başlatıyorlar. Ama ayeti Kerimelere baktığımız zaman güneşin doğmasından itibarendir. Şimdi
(2/Bakara 184. Ayet)
“femen tetavvea hayran fehuve hayrun leh,”
Şimdi deniyor ki, “efendim yani çok küçücük bir şey, işte üç ekmek parası versen yeter, hatta üç ekmek için un versen de olur, buğday da versen olur.” “ Yani ne olacak, o kadar şeyle karın mı doyar?” Şimdi sen kendini düşünme. Buradaki, yoksul yiyeceğidir. Çünkü o yoksul olan, daha bir öğün yemeği olmayan bir kişi bile Ramazan Bayramı’nda o fitreyi verecek. Onun için Cenab-ı Hak en alt seviyede bu işi belirlemiş. Ondan sonra da ne diyor?
“femen tetavvea hayran”
“kim bir hayrı içten gelerek yaparsa”
“fehuve hayrun leh,”
“onun için daha hayırlı olur.”
Tamam içinden gelerek bunu artır artırabildiğin kadar. İstediğin kadar ver ama, şimdi rakamı yüksek tutarsan diğer adam hiç veremez. Şimdi fitre ilanlarına bakın, ben İstanbul Müftülüğü’ndeyken hep buna dikkat ederdim. Yani fitreleri ona göre ilan ederdik Ramazan’da, ama şimdi bakıyoruz ki, yüksek yüksek rakamlar. “Efendim o rakamın neresi yüksek?” dersiniz. Sana göre, neresi yüksek. Ama bir de parası olmayan bir adamı düşün. Allah-u Teâlâ hangi kuralı koymuşsa o, bizim ilave ya da çıkarmaya yetkimiz yoktur.
Ondan sonra da diyor ki Cenab-ı Hak “ve en tesûmû…” Zaten Peygamberimiz SAV’in şöyle bir hadisi şerifi var. Ebu Hureyre’den geliyor. Diyor ki, Rasulullah SAV oruç sadakasını farz kıldı, diyor Allah’ın Rasulü. Allahın Rasulü kendiliğinden bir şeyi farz kılabilir mi? Mutlaka Kur’an’ı Kerim’den çıkarıyor. Zaten ayet açık. Çünkü Rasul olarak onu tebliğ ediyor. Bunu diyor, oruç tutan için temizlik olsun diye böyle yaptı. Niye? Çünkü
“Uhılle lekum leyletes sıyâmir rafesu ilâ nisâikum,”
“eşlerinize karşı oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde rafes helal kılınmıştır”
Rafes kelimesi sadece cinsel ilişki değil, cinsel ilişkiyi çağrıştıran sözler de rafestir. E peki adam oruçlu olduğu günler bu tip sözleri söylerse ne olacak? İşte diyor ki hadisi şerifte, eğer böyle bir rafeste bulunmuş, yani böyle kaba sözler söylemişse oruçlu kişi, ya da boş sözler söylemişse ondan dolayı bir temizlik olur diyor. Zaten fidye kelimesinin şeyi de o, bir eksiği kapatmaktır fidye. Peki, ondan sonra? Fakir fukaraya da, muhtaçlara da yiyecek olur diyor. Dolayısıyla Peygamber Efendimizin SAV ağzından çıkan sözler gerçekten yani bakıyorsunuz Kur’an’ı Kerim’le karşılaştırdığınız zaman söylediği hemen her söz, – içlerinde tabiî ki insanların laf karıştırdıkları da var,- ama Peygambere ait olduğu her halinden anlaşılıyor, bu hadisi şerifte olduğu gibi. Diyorsunuz ki, bunu ondan başkası söyleyemez. Çünkü Kur’an’ı Kerim’e birebir uyuyor.
“Ve en tesûmû hayrun lekum” diyor Allah-u Teâlâ. Şimdi yolcusunuz, hastasınız, oruç tutmayabilirsiniz. Peki tamam. Ama yolcu olmanıza rağmen, hasta olmanıza rağmen, oruç tutmanız sizin için hayırlıdır.
“in kuntum tağlemûn.”
“Bunu bilseniz öyle yaparsınız.”
Evet, ben size zorluk vermiyorum, ama hasta olmanıza rağmen oruç tutarsanız, bunun faydasını görürsünüz diyor Allah-u Teâlâ. Eğer bilirseniz.
Şimdi, Allah rahmet eylesin, Asaf Ataseven vardı, Vakıf Guraba Hastanesinde uzun süre Başhekimlik yapmıştı. Bir gün onu Süleymaniye kürsüsüne çıkardık, dedik ki, ya şu kimler oruç tutmaz onu bir anlat burada. Şimdi anlattı, sadece ülserin belli bir seviyesinde olana dedi ki, oruç tutmayabilir dedi. Diğerleri tutmalıdır, faydalıdır, faydalıdır, faydalıdır. Tamam. Sonra dedim ki, Asaf Hoca, bak senin dediğini Kur’an’ı Kerim söylüyor.
“ve en tesûmû hayrun lekum” diyor.
“Oruç tutmanız hayırlıdır” diyor ama,
Allah-u Teâlâ sadece bir kolaylık veriyor, sen kolaylığın da önünü kapattın dedim. Yani senin dediğin doğru, Kur’an’ı Kerim senin dediğini tasdik ediyor. Ve dikkat ederseniz, hastalığın tarifini de yapmıyor. Zaten bir sonraki ayet onu da açıklıyor. Diyor ki Cenab-ı Hak burada,
(2/Bakara 185. Ayet)
“Şehru ramedân”
“Ramazan ayı”
“ellezî unzile fîhil gur’ân”
“içinde Kur’an indirilmiş olan aydır Ramazan.”
“huden linnâs”
“insanlara doğruyu gösteren Kur’an”
“ve beyyinâtin minel hudâ”
“o doğru yolun belgelerini ortaya koyan Kur’an”
“vel furgân,”
“hakla batılı ayıran Kur’an, o ayda inmiştir.”
“ femen şehide minkumuş şehra felyesumhu,”
“kim o ayda hazır olursa, yani yaşarsa, ölmemişse, hayattaysa, o ayı oruçlu geçirsin”
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi Yahya hatırlatıyor. Şimdi bazı insanlar, Allah’ın dinini kendi babalarının çiftliği zannediyorlar. Akıllarına ne geliyorsa, ilk akıllarına gelen şeyi de ilim zannediyorlar, böyle… son derece rahat bir şekilde şey yapıyorlar. Mesela
(2/Bakara 184. Ayet)
“eyyamen mağdudat”
“sayılı günler,”
diyor ki, eyyam kelimesi çoğuldur, çoğullar en az üçü gösterir, üç gün oruç tutsan yeter. Güzel de peki, şehru Ramadan nedir? Ramazan ayı. Canım o kadar hafız değilim ya demeye çalışıyor. Ama bunu söyleyen çok iyi hafız olduğunu da söylüyor, o ayrı bir konu.
(2/Bakara 185. Ayet)
“Şehru ramedân ellezî unzile fîhil gur’ân… femen şehide minkumuş şehra felyesumhu”
Diyor ki Allah-u Teâlâ,
“kim o aya şahit olur, o ayda hayatta olursa o ayı oruçlu olarak geçirsin.”
Ramazan ayında oruçlu. Şimdi bugün Ali Rıza Hoca söyledi, geçen sene de duyuyorduk, Ali Rıza Demircan Hoca. Zannedersem gene aynı şahıs, şunu söylüyormuş. Ramazan ayı sabitlenebilir.
Yahya Şenol. Kışın. Kış mevsimi.
Abdulaziz Bayındır: Yani kış mevsimi. Peki, nerenin kış mevsimi? Kuzey yarımkürenin mi? Güney yarımkürenin mi? Sonra bu şehru Ramedan diyor, Ramazan ayı, bu aylar dünyanın yaratıldığı günden beri on iki ay olarak Allah tarafından belirlenmiş ve kameri aylardır, sürekli dolaşır. Bu sürekli dolaşmasında çok anormal hikmetler ve güzellikler var. Öyle ki mesela, işte günlerin bugün en uzun olduğu kuzey bölgelerinde yarın da çok kısa oluyor.
Gerçi bizim çalışmalarımız Allah’a hamdü senalar olsun kuzey kutupla ilgili son derece güzel sonuçlara ulaştı. Şimdi ondan bahsedecek durumda değiliz, çünkü teknik faaliyetler… Bizce mesele bitti de, teknik hesaplamalarında problem var. Ben şahsen zannediyordum ki, kutup bölgesine gider geliriz, millet bizi havada şey yapar, vallahi kimsenin umurunda bile değil. Gitmişiz, orada o kadar uğraşmışız, geceler boyu uykusuz kalmışız, üşümüşüz. Hiç kimsenin umurunda bile değil. Hiç. Gitmeseydin kardeşim. Dünya kadar iş varken diye gidiyorsun? Ne güzel. Ama en çok kimin umurunda? Ateistler fena halde rahatsız oldular. Bir tek onların umurunda, çünkü Müslümanlarla oynayacak oyuncakları ellerinden alındı bu şekilde. Ama teknik çalışmaları yapmadığımız için henüz, biraz daha oynamaya devam edebilirler. Eğer birazcık ilgilenilseydi biz Ramazan’dan bir hafta öncesinden bütün rasatları, bütün takvimleri, dünyanın her noktası için yayınlayabilirdik. Ama yapamadık. Yani gücümüzün üstünde bir durum olduğu için, yapamadık maalesef. Çünkü o teknik bilgi bizde yok. O apayrı bir şey, o bilgi olan arkadaşlarımızın elinde program yok, elinde program olanlar da vermediler. Kıskançlık ettiler. Evet. Program olmadığı zaman da hesaplama çok uzun sürüyor tabi.
(2/Bakara 185. Ayet)
“Femen şehide minkumuş şehra felyesumhu”
“Kim o aya yetişirse oruçlu geçirsin”
emri sebebiyle, bu ay Ramazan ayıdır, kameri aylardan bir aydır ve yılın her tarafını dolaşır. Bu Allah-u Teâlâ’nın yeryüzünü yarattığı günden beri koyduğu kanundur. Tevbe suresi 45. Ayet miydi? Bakar mısın?
Yahya Şenol: 36.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tevbe 36. Ayette Cenab-ı Hak… Kaçıncı sayfa.
Yahya Şenol: 191.
Abdulaziz Bayındır: 191. Sayfa, evet. Cenab-ı Hak diyor ki, estauzubillah.
(9/Tevbe 36.Ayet)
“İnne ıddeteş şuhûri ındallâhisnâ aşera şerha”
“Allah katında ayların sayısı on ikidir,”
Bunlar kameri ay. Niye kameri ay? Biraz sonra göreceğiz.
“fî kitâbillâhi”
“Allah’ın kitabında böyledir”
“yevme halegas semâvâti vel arda”
“Gökleri ve yeri yarattığı günden beri böyledir”
“minhâ erbeatun hurum, “
“Bunun dört tanesi haram aylardır.”
“ Haram ay kavramı, güneş takviminde yoktur. Sadece kameri takvimde vardır.
“zâliked dînul gayyim”
“Sağlam hesap budur”
“felâ tazlimû fîhinne enfusekum”
“O günlerde kendinize zulmetmeyin” diyor.
Yani o haram aylarda. Şimdi dolayısıyla bu on iki ay kameri ay, üç yüz elli dört günlük yıl, şemsi aya göre her sene on bir gün fark eder. Yani, işte üç gün olsa olur diyenlerin herhangi bir delilleri yok. Ondan sonra, işte sabitlenebilir diyenlerin de herhangi bir delilleri yok. Ama Hıristiyanlar kendilerine farz olan orucu perhize çevirmişler, bizimkiler de yapabilirler. Yani herkesin cehenneme gitme hürriyeti var, kimse buna engel olamaz. Ama ben cennete gitmek istiyorum diyenler varsa, Allah ne demişse öyle hareket etmeleri gerekir.
(2/Bakara 185. Ayet)
“ve men kâne merîdan ev alâ seferin, feıddetun min eyyâmin uhar” Allah-u Teâlâ burada tekrarladı, “kim hasta olur ya da yolculuk halinde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar.”
Allah niye bunu tekrar ediyor? Bir önceki ayette de vardı, burada da vardı. Niye bunu tekrar ediyor? Cenab-ı Hakkın sözünde gereksiz ifadeler olur mu? Tabi muhkem müteşabih ayrı, bir de burada az önceki anlayışın asla olamayacağı bir kere daha vurgulanmış oluyor Kur’an’ı Kerim’de. Diyor ki Allah-u Teâlâ
“yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usr,”
önceki oruç tutmanız daha hayırlıdır ayeti Kerimesine karşılık, oruç tutmanız daha hayırlıdır dedi, peki, madem hayırlıdır niye emretmiyorsun ya Rabbi?
“Allah size kolaylık istiyor, zorluk istemiyor”
Şimdi Cenab-ı Hak kolaylık istiyor, ama bizim kitaplara baktığımız zaman öyle bir hastalık tarif ediliyor ki, Allahın tarif etmediği tarif ediliyor. Ben bu ayetleri okuduğum zaman, size de defalarca anlatmışımdır. Öğrencilik yıllarımdaki durum aklıma geliyor. Ben Erzurum’da öğrenciyim, hem de İslami İlimler Fakültesi İslam Hukuku Bölümünde. Diplomamın üzerinde İslam Hukuku diye yazar, Türkiye’de kısa bir süre o bölüm oluştu, ondan sonra kapandı. Şubat tatilinde İstanbul’a gelmişim, Ramazan’da Şubata rastlamış. Bir fırıncı bana soru sordu, dedi ki, bende kalp hastalığı var, dilaltı hapı aldım, ne yapmam lazım? Keffaret dedim. Kesin. Hastayım, mastayım. Yok, canım ölecek miydin? Yani adam ölecek ki orucunu bozsun. Yoksa yok. Şimdi Kur’an’sız fıkıh insanları bu hale getiriyor. Öldükten sonra tamam, bozabilirsin. Şimdi Allah-u Teâlâ burada ne diyor? Diyor ki,
“yurîdullâhu bikumul yusra”
Bakın bir önceki ayette diyor ki, oruç tutmanız daha hayırlıdır diyor. Tamam. Ama biz maalesef çoğu zaman kendimizi Allah’ın yerine koyuyoruz hâşâ. Allah adına hükümler ortaya koyuyoruz. Ve dini yaşanmaz hale getiriyoruz.
“yurîdullâhu bikumul yusra”
“Allah size kolaylık ister.”
“ve lâ yurîdu bikumul usr”
“zorluk istemez size Cenab-ı Hak”
Kolaylık istiyor, zorluk istemiyor, onun için tutmayabilirsiniz diyor. Yoksa tutmanız daha hayırlıdır. Öyleyse o zaman hastalığın tarifini bizim yapmamıza gerek yok. Her hastalığın, her vücuttaki seyri farklıdır. Doktorlar öyle diyor, bilmiyorum. Öyle değil mi Süleyman Bey. Başka bir şey deme şeyi yok herhalde, beni yalancı çıkarmamak için. Ama öyle duydum ben yani. Her hastalığın, her insan vücudunda seyri farklıdır. Her vücutta. Doğru mu? Ha doğruymuş bakın. Bunu Asaf beyden duymuştum, Allah rahmet eylesin.
Şimdi, efendim diyorlar, siz öyle derseniz hiç kimse oruç tutmaz. Ya orucu benim için mi tutuyor bu insanlar? Benim için tutuyorlarsa da hiç tutmasınlar. Hesabı Allaha verecek kardeşim, Cenab-ı Hak’kı da kandırma imkanı yok bu adamın. Öyle değil mi? Tutmuyorsa tutmasın, bana ne yani. Ben jandarma falan değilim. Allah-u Teâlâ Peygambere vermemiş o yetkiyi. Diyor ki, eztauzubillah
(88/Gaşiye 22. Ayet)
“Leste aleyhim bimusaytır.”
“Sen onların başına dikilecek değilsin.”diyor,
ben mi dikileceğim? O zaman Allah-u Teâlâ ne demişse onu anlatmamız lazım insanlara. Ondan sonraki karar, kendilerine kalmıştır. Şimdi şuraya dikkat edin.
(2/Bakara 185. Ayet)
“ve litukmilul ıddeh”
İki sebebi var bunun. Başka günlerde oruç tutarsınız diyor ya. Bir dersiniz ki, “ya Rabbi madem kolaylık diyorsun, öyleyse hiç oruçla mükellef tutma bu insanları. Oruç tutmasınlar. Tamam, hastaysa tutmasın, yolcuysa tutmasın, bir daha da niye oruç tutsun diyorsun başka zamanlarda?” Diyor ki,
“ve litukmilul ıddeh”
“sayıyı tamamlayasınız diye”
Şimdi iki kişi yarın mahşere gidecek, birisi Ramazan’da hasta olduğu için oruç tutmamış olacak, sevabı da yok, günahı da yok. Yani farz edin ki, Allah-u Teâlâ oruç tutmayan kişiyi kazayla da mükellef kılmadı, öyle düşünün. İki kişi gitti Allah-u Teâlâ’nın huzuruna, birisi oruç tutmuş otuz gün, birisi tutmamış. O tutmama da, Allahın verdiği ruhsatla tutmamış. Kendi keyfine göre değil. Şimdi oruç tutan otuz gün oruç sevabıyla oraya girmiş olacak, berikinin elinde sevap da yok, günah da yok. Onun için Allah-u Teâlâ diyor ki
“ve litukmilul ıddeh”
“Sayıyı tamamlayasınız diye”
Sizin de bir eksiğiniz kalmasın diyedir bu böyle. Yani Allahın huzuruna giderken, defterinizde bir eksik olmasın. Hesap tam olsun diye. Peki, hesabın tam olması kimin için verilen bir ruhsat? Kim? Hasta ve yolcu için. Adam hasta değil, yolcu değil, oruç tutmadı. Ona böyle bir ruhsat olur mu? Hayır. Onların kaza maza etmeleri yok. Yani keyfi olarak oruç tutmayanların kaza maza etmelerine gerek yok, bir de kefaret uyduruluyor. O zaten yok. Güya ben bir gün keyfi oruç bozarsam altmış bir gün tutacaksın falan. Böyle bir şey yok. Gitti, gitti.
Peygamberimiz SAV’in Buhari’de geçen, sahih hadis kitaplarında geçen bir sözü var. Diyor ki, “bir kimse hasta değil, yolcu değil, özürsüz olarak Ramazan’da oruç tutmazsa, ömrünün tamamını oruçlu geçirse, o bir günü kapatamaz.” diyor. Sen altmış bir günde kapattırıyorsun. Kardeşim orucun kaza edilmesi Allahın bir ikramı, bir ceza değil. Cenab-ı Hak oruç tutmama ruhsatı verdiklerine bir ikramda bulunuyor.
“ve litukmilul ıddeh”
“Sayıyı tamamlayasınız diye” diyor.
Diğerlerine bu şey yok, bu imkân yok. Hiç kusura bakmasınlar. E peki ne yapacağız? Tevbe edeceksiniz. E bir daha kendinizi ıslah ederseniz, Allahın orada da bir vaadi var. Allah günahlarınızı affeder, bir daha bu tarafa gelmezseniz sizi oruç tutmuş gibi de kabul eder. Niye? Çünkü ne dedi Cenab-ı Hak şeyde? Furkan suresi 68 miydi Furkan?
(25/ Furkan 68-71.Ayet)
“ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât,”
“Allah onların günahlarını sevaba çevirir”
Bak orada kapı kapalı değil gene. Gene kapı kapalı değil, yani tevbe edip ıslah olmak isteyenlere kapı her zaman açık. Ama biz kendi kafamıza göre bu fetvaları vermemeliyiz. Allah-u Teâlâ ne demişse onu anlatmak zorunda…
Yahya Şenol: 68-71 arası.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: 68’le 71 arası. Siz daha sonra okursunuz evinizde. Furkan suresi, 25. Sure, 68-71 arası. Yani, tevbe eder kendinizi düzeltirseniz önceki işlediğiniz günahlar ne olursa olsun, müşriklikte geçmiş sürelerinizin bile sevaba çevrilmesi söz konusu. Tamamen sevaba çevrilir. Peki, o zaman kârlı mı çıkacaklar onlar. Niye kârlı çıksınlar, sen o zamanlar sevap kazanıyordun. Bu eksiden sıfıra çıkıyor, sen zaten ilk yaptığında tavan yapıyorsun, onuncu sıraya çıkıyorsun en az. En az on. Onun sana yetişmesi için çok çalışması lazım. Yani Allah-u Teâlâ’nın hesabında bir yanlışlık söz konusu olamaz ve Cenab-ı Hak hiçbir kulunu diğerlerine karşı da kayırmaz. Biz kendimiz gayret gösterirsek o kadar. Peygamberlerini bile kayırmıyor. Peygamberlerine bile diyor ki, estauzubillah,
(39/ Zummer 65.Ayet)
“lein eşrakte leyahbetanne ameluke”
“hele bir şirke düş, bütün yaptığın yok olur gider” diyor.
Peygamberlerine bile öyle diyor.
Şimdi neymiş? Orucu kaza etmek neymiş? Allahın bir ikramıymış değil mi? Bu ikram sadece kime? Hasta ve yolcuya. Üçüncü bir şahsa yok. Keyfi oruç tutmuyor. Şimdi bir moda, “niyetli değilim” Sana bu ruhsatı kim verdi? Allah-u Teâlâ diyor ki,
“kim Ramazan’da yaşarsa, oruçlu geçirecek.”
O kadar. Ben müslümanım diyorsan böyle yapacaksın, Müslüman değilsen o ayrı bir konu. Tabi kimse zorla Müslüman yapılamaz.
Bizde bir de maalesef bu din devlet dini haline gelmiş, zaten o günden beri tanınmaz hale gelmiştir. Sırtını devlete dayayan hocalar, maalesef eskiden de, bugün de, bu dini maalesef bozuyorlar. Eğer sırtı devlete dayama diye bir şey olmasaydı, şimdi Türkiye’de hiç kimse elli dakika önceden oruca başlamayacaktı bugün. Bir devlet gücünü, sanki din gücüymüş gibi kullanan bir kurum, Müslümanları maalesef bu sıkıntılara sokuyor. Yatsı namazını da geç kıldırıyor. Milletin uykusundan çalıyor. Ertesi gün herkes leylek gibi dolaşıyor. Bu yeni anayasada, Diyanet İşleri Başkanlığının devlet kuruluşları arasından çıkartılması lazım. Bu iş Abbasiler zamanında başlamış, bu hale kadar gelmiş. Ben hep şunu söylüyordum, ya bu batıl üzerinde nasıl ittifak oluyor? Mantıken mümkün değil. Demek ki arkasında devlet olunca oluyormuş. Hiçbir din adamı gücünü devletten almamalı. Gücünü ilminden almalıdır. Ondan sonra güç gösterisine dönüştürülüyor, ilim güç gösterisine dönüştürülüyor.
Evet, şimdi kefaret konusu nereden kaynaklanıyor? Nasıl olsa ara vermeyeceğiz. Yani sekizi yirmi geçene kadar burada tutsaksınız, kusura bakmayın. Bu arada geliyor zaten sorular. Ara ara ver bana. Çünkü böyle bir ara verip de tekrar toparlanmak olmaz. İnternetten sen aktar bu tarafa o zaman.
Şimdi Araplarda zihar denen bir kadından ayrılma yöntemi var. Bizim bu bölgelerde bilinmez, fıkıh kitaplarımızda vardır, Kur’an’ı Kerim’de de vardır. Bir insan karısına diyor ki, sen bana anamın sırtı gibisin, dediği zaman, artık o andan itibaren onunla ilişkiye girmiyor, kadın evde kalıyor. Hem evli, hem değil. Evli, başkasıyla evlenemiyor. Değil, kocası onunla ilişkiye giremiyor. Şimdi, Müslümanlardan bir zat, sadece Ramazan’la sınırlı olarak… Karısına karşı hiç dayanamıyormuş. Çok düşkünmüş karısına. Ramazan’la sınırlı olarak bir zihar yapmış. Yani, Ramazan boyunca sen bana anamın sırtı gibisin demiş ki, Ramazan’da sadece ibadetle meşgul olsun, eşine düşkünlüğünden dolayı kendine hakim olsun diye. Ama bir gece ışığında affedersiniz eşinin bacağını görünce, dayanamamış ilişkiye girmiş. Gece. Şimdi ertesi gün bakmış, ben mahvoldum! Demiş. Kendi kavmindeki kişilere anlatıyor, hepsi diyor ki, vallahi sen ne halt ettiysen git sen kendin temizle! Diyorlar. Gelin Peygamberimize beraber gidelim. Peygamberimiz SAV’in yanına gidiyor ama yani, kafamı keseceksen kes! dercesine gidiyor. Şimdi diyor ki, ya Rasulallah, böyleyken böyle, dayanamadım diyor. Peygamberimiz diyor ki, – bu Mücadele suresinde bunun detayları var-, bir tane köle azat etmen gerekir diyor, eşinle ilişkiye girmeden önce. Ya Rasulallah, şu boyundan başka sahip olduğum hiçbir şey yok, diyor, yani sadece ben varım, başka kölem falan yok. Diyor ki, o zaman iki ay aralıksız oruç tut. E ben zaten oruçtan dolayı bu yemini yaptım diyor. O zaman, diyor altmış tane fakire birer günlük yiyecek ver. Ya Rasulallah diyor yani biz bu gece sabahleyin… yani gece yiyeceğimiz bir şey vardı, şu anda hiçbir şey yok evde diyor. O zaman Peygamberimiz SAV bunu zekâtla görevli kişiye gönderiyor. Diyor ki buna altmış fakire yetecek kadar hurma ver, biraz da fazlasını ver diyor. Bunları götür diyor, altmış tane fakire dağıt, artanını da siz evde yersiniz diyor. O da gidip diyor ki, bak Peygamberimiz SAV beni hem kurtardı bu sıkıntıdan, gidiyor kendi kavmine, hem de bakın işte ne kadar iyi noktalara geldim diye sevinerek gidiyor. Olay bu. Şimdi bunun değişik rivayetlerini alıp, mesela o kefarete delil aldıkları rivayette, şu vardır. O kişi diyor ki, işte elimde hiçbir şey de yok, e peki oraya bir sepet hurma geliyor, o zaman bu hurmayı al götür dağıt. Benden daha fakirine mi? O zaman git sen ye. E adam karlı çıktı! Peki, o zaman siz kitaplarda bunu yazın öyleyse. Peki, bu adamın karısı da o ilişkiye girenlerden birisi o mantığa göre. Niye onunla ilgili bir şey yok? Yani enteresan şeyler. Kur’an’ı Kerim’in dışında oluşmuş bir fıkıh maalesef.
Yahya Şenol: Ayeti tamamlayalım, yarım kaldı.
Abdulaziz Bayındır: Evet, ayeti tamamlayalım.
(2/Bakara 185. Ayet)
“ve litukebbirullâhe alâ mâ hedâkum”
“ Bir de Cenab-ı Hak’kın size yol göstermesine karşılık Allah’ı tekbir edesiniz.”
Allah’ı tekbir etmek de, Bayram namazı kılmaktır. Yani iş bittikten sonra Bayram namazında tekbirler var ya, onu biz daha önce bir dersini yapmıştık, şimdi o konuya giremem. Yani detay isteyenler sitemizde var, orada dinleyebilirler.
“ve leallekum teşkurûn.”
“Belki şükredersiniz.”
Evet, şimdi seni aşıp bana gelen bir soru var onu bir cevaplandırayım.
Sahur vakti ne zaman bitiyor?
Abdulaziz Bayındır: Sahur vakti, biz bu Haziran ayında bir, Temmuz ayında da bir olmak üzere iki kere Balıkesir Ayvalık’ta gözlemler yaptık. Orada yaklaşık bir saat kadar… Evet… Değil mi Ramazan? Evet. Bir saat kadar geç oluyor tan yerinin ağarması Diyanet Takvimine göre. Bir de Türkiye Gazetesi takvimi var ki, o bir saat yirmi dakika. Fakat şimdi orada, bir su buharı yoğunluğu var, belki bir şeyler olabilir falan diye, ben şimdi diyorum, yani bu Ramazan dolayısıyla elli dakika rahatlıkla şey yapılır ama, siz yine kırk beş dakika yiyin. Elli dakikaya bir on dakika daha ilave edin, sonra namazınızı kılın. Neden biliyor musunuz? Bu mevsimlere göre güneşin deklinasyon denen yani eğimi değişiyor, o eğimden dolayı da dakika değerleri değişiyor. Yani bu mevsimde böyle, ama öbür mevsimde de aynı olmaz. Yani şu anda siz gene kırk beş dakika yiyebilirsiniz.
Katılımcı: Ezandan sonra değil mi hocam?
Abdulaziz Bayındır: Ezandan. Zaten ezanla birlikte kalkıyorsunuzdur herhalde değil mi? Benim gibi. Şimdi bakın bu… Mesela ben iki gündür Ramazan başlayalı beri, sahurdan sonra yatmıyorum. Ya ne kadar güzelmiş meğer, kendimi tüy gibi hissediyorum yani. Çünkü o saatlerde yaptığınız zaman sahuru, tam Cenab-ı Hakkın koyduğu kanunlara uygun bir şekilde hareket ediyorsunuz. Öğlen vakti biraz yatıyorum onu söyleyeyim. Ama gerçekten müthiş verimli oluyor şey… zamanlar. Allah-u Teâlâ ona göre ayarlamış. Yatsı namazını da biliyorsunuz, ezan okununcaya kadar kılmış olmamız gerekiyor, yatsı ezanı okununcaya kadar, derken dinlenmeye epeyce bir vakit kalıyor. Evet, şimdi sen oku.
Yahya Şenol: Oruca niyetli olduğumuz zaman bozmak zorunda kaldığımızda bunun herhangi bir cezası var mı? Hastalık falan gibi.
Abdulaziz Bayındır: Hasta ve yolculara Allah-u Teâlâ ruhsat veriyor. İster oruca başladıktan sonra bozsun, ister başlamadan bozsun fark etmez. Mesela bugün bir arkadaş diyor ki, bizim hanım hasta migreni var, diyor. Şimdi migreni tutmuş, oruçlu, ne yapsın? Bozsun. Yani Allah-u Teâlâ oruç tutmama ruhsatı… Değil mi tutmayabilirsiniz diyor. Tuttuktan sonra da bozabilirsin yani, hastaysan bitti, yolcuysan gene. Yolculuğa çıktıktan sonra bozabilirsin. Evet.
Yahya Şenol: Hamileliğin hastalık ya da yolculuktan sayılmadığı malum. Ancak doktorlar, belli aylarındaki hamilelerin oruç tutması durumunda bebekte şeker hastalığı, kilo kaybı, ya da susuzluk nedeniyle sorun yaşanacağını söylüyorlar. Bu durumda ne yapmak gerekir? Oruç tutup bebek zarar görürse sorumluluk olur mu?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi hamile tabi sadece kendisini değil çocuğunu da düşünmesi gereken bir noktadadır. Eğer orada bir tıbbi problem varsa doktorlar da tutmamasını uygun görüyorsa tutmaz. Çünkü hastalık demek, vücudun normal seyrini devam ettirememesi demektir. Bunun herhalde mutlaka bir tarifi vardır ama yani ben öyle biliyorum. Yani vücudun normal gidişatını engelleyen durumlardır, öyle değil mi yani. Belki kelimeler doğru ya da yanlış. Şimdi o hanım hamile olmasaydı öyle olmayacaktı. Yani evet ona hastalık denmiyor ama, o da aslında hastalığın yapmış olduğu, verdiği etkiyi ortaya çıkarabiliyor zaman zaman, dolayısıyla o da o hükme girer.
Yahya Şenol: Yolculuğun tanımı nedir? Uçakla yapılan yolculuklarda da seferi sayılır mıyız?
Abdulaziz Bayındır: Bakın uçakla yapılan yolculuklar dediğine göre oda bunun yolculuk olduğunu…. İşte bir şey yolculuksa o yolculuktur. Bunun tanımı yok. Yani bir yere gittiğin zaman… şimdi siz mesela diyelim ki, Kartal’dan kalkıp gelenler var. Mesela bizim enişte Kartal’dan gelmiş, sen gelirken, “Ben yolculuğa çıkıyorum” dedin mi? Demedin ha. Şimdi yani örfen yolculuk… Ama İzmit’ten birisi kalkıp gelseydi yolculuğa çıkıyorum derdi. Yani yaşanan bölgede ne yolculuk sayılıyorsa, yolculuk odur. Uçak yolculuğu tabiî ki yolculuktur, otobüs yolculuğu da yolculuktur. Yani yolculuk yolculuktur.
Yahya Şenol: Evet, yutikune hu’daki hu zamiri ile alakalı ilave bir soru geldi. Şöyle bir mana verilebilir mi? Ona güç yetiren hasta ve seferiler tutamadığı gün kadar diğer günlerde tutsun, bir de fidye versinler.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi biz bir zamanlar öyle olur diye düşünüyorduk ta, sonra o işten vazgeçtik. Tabi bizim bütün sıkıntımız kendi kendimizin rakibi olmamızdır. Yani bakıyorsunuz bir noktaya kadar geliyorsunuz…
(2/Bakara 185. Ayet)
“Ve alellezine yutikune hu’
“da oruca gücü yetenler,”
oruca gücü yetenler dendiği zaman hasta ve yolcular da girer işin içerisine. Neden giriyor? Çünkü hastanın, yolcunun oruca gücü yettiğini ayet söylüyor. Ama Allah zorlamadığını ifade ediyor. Oruç tutmanız sizin için hayırlıdır diyor. Demek ki güçleri yetiyormuş, dolayısıyla onların da Ramazan Bayramı’nda fidye vermeleri gerekiyor. Yani o şekilde değil. Evet.
Yahya Şenol: İnsülin kullanmak orucu bozar mı? Diye bir soru var.
Abdulaziz Bayındır: Vücuda şırıngayla ilaç zerk etmek orucu bozmaz. Çünkü o yeme içme sayılmaz. Ağızdan alınanlar, yeme içme sayıldığı için oruç bozulur. Çünkü Allah-u Teâlâ yeme içmeyi yasaklıyor. Bir de beslenme amaçlı serumlar orucu bozar, çünkü onlar hazmedilmiş gıda gibi doğrudan damardan veriliyor. Değil mi? Hep sana atıfta bulunuyorum, kusura bakma. Süleyman Bey, yanlış mı söyledim? Doğru mu? Hazmedilmiş gıda gibi doğrudan damara veriliyor değil mi? Evet. Yok, açlık hissi değil besleyici. Yani ağızdan beslenemeyenler o şekilde besleniyorlar.
Yahya Şenol: Salon içinden gelen bir soru. Hocam ben fitreyi kavrayamadım. Öğrenciler ve benzerleri nasıl fitre verecek? Zaten fakir olan bir insan, bir başka fakire mi fitre verecek?
Abdulaziz Bayındır: Evet tabi. Fitre böyle. Bunu Şafii mezhebi güzel değerlendirmiş. Tamam, hem alır, hem verir. Tabi alan da verir. Mesela zaten Ramazan’da imkânı olanlar miskinlere, ihtiyaçlılara fitresini verecekler. O da bir taraftan alır, bir taraftan verir. Bu çok müthiş bir şey, her insan bir muhtaca yardım yapma zevkini de yaşamış oluyor Ramazan’da. Evet.
Yahya Şenol: Azerbaycan’dan. Bakü’den Ziya Veliyev sormuş. Hocam Diyanet Vakfı’nın Azerbaycan için de namaz vakitleri var. Biz de imsak vaktine kırk, kırk beş dakika ilave edebilir miyiz? Demiş.
Abdulaziz Bayındır: Evet bizim… Fegani burada mıydı?
Yahya Şenol: Burada.
Abdulaziz Bayındır: Sen siteye koydun değil mi? Koymadın mı? Ne sıkıntısı oldu. Takvimi yeniden işliyor. Sen gene de bununla ilgili bilgileri yaz siteye, tamam yani o Azerbaycan’la İstanbul aşağı yukarı 40 derece enlemdeydi değil mi? Bakmıştık. Kırk derece enlemdeydi. Yani orada kırk iki dakika kadar şey yapabilirler Azerbaycan’da. Yani o ilan edilen, Diyanet Takviminin ilan ettiği vakitten itibaren kırk iki, kırk üç dakika kadar yiyebilirler.
Yahya Şenol: İsveç’ten soru var. Fecrin doğuşunu şehir yerlerinde nasıl takip edeceğiz?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu şehir yerlerinde de olsa, fecir ışıkları şehir ışıklarından çok güçlüdür. Orada doğu tarafında çok net bir şekilde ağarmayı görünceye kadar yemeye içmeye devam edersiniz. Yani şehir ışıkları fecir ışıklarını hiçbir şekilde etkilemez. Çok güçlüdür. Onun için biz çekimlerimizi hep böyle şehir ışıklarının olduğu yerlerde yaptık ki millet görsün. Değil mi? Öyle yapmıştınız siz? Evet.
Yahya Şenol: Oruç kefareti ile alakalı şöyle bir hatırlatma var. Hocam demiş, Nisa suresi 92. Ayette de peş peşe altmış gün oruçtan bahsediliyor demiş.
Abdulaziz Bayındır: Nisa suresindeki ayet, hata yollu adam öldürenle ilgilidir. Yani o hata yollu adam öldürenin, iki ay aralıksız oruç tutma görevi vardır, bir de az önce anlattım, zihar kefaretinde vardır o. Evet.
Yahya Şenol: Zihar keffareti ile ilgili anlattığınız olayda, aynı işi hanımının da yaptığını fakat kadınla ilgili herhangi bir rivayetin olmadığını söylediniz. Böyle bir rivayetin olmaması doğal değil mi? Zira ziharı yapan erkek. Kadını bağlayan bir durum söz konusu olur mu?
Abdulaziz Bayındır: Ben de zaten onu söylemeye çalıştım, demek ifade edememişiz. Yani zihar olduğu için, sorumlu erkektir kadınla ilgili olmaması lazım. Ama bunu zihar keffareti değil de, oruç keffareti diyenlerin kadınla ilgili de bir şey söylemeleri lazım. Onu anlatmaya çalıştım. Yoksa yani, bu soru soran kişinin dediği gibi söylemeye çalıştım ama herhalde ifadeler biraz karışmış.
Yahya Şenol: Keffaret olarak bahsedilen köle azadı günümüzde nasıl olacak?
Abdulaziz Bayındır: Köle yoksa öbür tarafa geçilecek. Yani köle bugün yok, esir demek yani. Esir olmadığı zaman yapılacak şey diğerini yapmaktır.
Yahya Şenol: Evet. Yaptığınız gözlemlerde Türkiye koşullarında yatsı namazının başlangıcı ve sabah namazının başlangıçları güneş ufkun kaç derece altındayken girmekte?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi güneş ufkun kaç derecedir… çok kesin ve net ifadeleri inşallah daha sonra şey yaparız, çünkü o teknik çalışmaları henüz tam olarak bitiremedik. Yani en son yaptığımız…şimdi iş takvime geldiği zaman biraz zorlanma oluyor. Ama şimdilik bir, sekiz derece olarak değerlendirsin arkadaşlarımız, daha sonra farklı bir sonuca varırsak… yani şu anda öyle gözüküyor. Farklı bir sonuca varırsak onu da ilan ederiz inşallah.
Yahya Şenol: Evet şimdilik sorular bu kadar.
Abdulaziz Bayındır: Peki zaten vakit de doldu. Kaç saat?
Yahya Şenol: Sekizi on geçiyor, benim saatim. Daha bir ondokuz dakika daha bir şey var.
Abdulaziz Bayındır: Saat sekizi on mu geçiyor. İyi olsun.
Yahya Şenol: Yani son ayeti belki okuyabiliriz.İftar vakti gelirse de ilan ederiz.
Abdulaziz Bayındır: O zaman bir ayet daha okuyalım. Vakit var nasıl olsa. Şimdi bu ayeti de okuyayım da ben size. Estauzubillah. Yani 186. Ayeti.
(2/Bakara 186. Ayet)
“Ve izâ seeleke ıbâdî annî feinnî garîb,”
“kullarım sana beni soracak olursa ben onlara yakınım.”
“ucîbu dağveted dâı izâ deâni”
“bana seslenen seslendiği zaman seslenmesine karşılık veririm”
Yani bana dua eden, dua ettiği zaman duasına karşılık veririm. Allah duaları mutlaka kabul ediyor. Ama biz tabi hemen karşılığını bekliyoruz, öyle değil, Allah imtihan da yapacak, duanı da kabul edecek. Duanın neticesi belki yıllarca sonra çıkabilir. Ya da ahirette çıkabilir. Fakat Allah-u Teâlâ’nın kanunu işler her zaman için. Diyor ki Allah-u Teâlâ, ben onların çağrılarına cevap veriyorum ama
“felyestecîbû lî”
“onlar da benim çağrıma cevap versinler”
Bakın ben de onlara çağrıda bulunuyorum, gelin şunu yapın, şunu yapın diye.
“ vel yué’minû bî”
“bana inansınlar, güvensinler”
“leallehum yerşudûn.”
“belki olgunlaşırlar”
Yani bunun faydası onlaradır. Benim çağrıma cevap verdikleri zaman faydayı kendileri görecektir. Mesela şimdi oruç tutuyoruz, o orucun bize ne kadar, bizi rahatlattığını hepimiz yaşıyoruz.
Şimdi kardeşim burada da, bizim Kartal’daki mahallede oturan bir kızcağıza, oruç tut demiş. O da demiş ki, ölürsem parasını babandan alırım demiş. Öleceğini zannediyor, akşama kadar. Tabi Allah-u Teâlâ diyor ki, bana inansınlar, bakın ben onlara bu emirleri verdiysem, demek ki yapabilirler. Benim isteğimi yerine getirsinler, bu onların olgunlaşması içindir, faydasını kendileri görür. Evet, gelmiş mi?
Yahya Şenol: Geldi sorular. Sadi Özsaraç sormuş. Yolculuk yaparak gittiğimiz yerde kaç gün kalacaksak yolcu sayılıp oruç tutmama ruhsatına sahip oluruz?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi şu kadar gün insanlar oruç ruhsatına… yolcu sayılırlar şeklinde Peygamber SAV’den bize gelen bir ifade yok. Kur’an’ı Kerim’de de öyle bir şey yok. Ama ayeti Kerime diyor ki,
(2/Bakara 283. Ayet)
“âlâ seferin”
“yol üzerinde”
yani yolculuk üzerinde, yolculuk halinde. Dolayısıyla bu yolculuk halinde olma işi yine kişilerin durumuna göredir. Şimdi siz gidersiniz bir yere, işte bugün gideceğim, yarın gideceğim, aylarca beklersiniz. Hep böyle tetikteyiz. Ne zaman? Vallahi tetikteyiz, her an gideceğiz ama işte olmuyor. Denir. Bu sürekli yolculuk halindedir. E bir de yerleşik durumda olursa, o da farklı olur.
Şimdi burada âlimlerin değişik kriterleri var. Mesela Şafii mezhebine göre, dört gündür, giriş çıkış günleri hariç. Yani yolcu, dört gün, yolculuk ruhsatından yararlanabilir. Onlar bu fetvayı verirken Peygamber SAV’in veda haccına bakmışlar. Veda haccı sırasında Peygamberimiz yolculuk ruhsatından yararlanmış, namazlarını iki rekât kılmış. Yani namazda ruhsat yok, namazı mutlaka iki rekât olacak da, oruçta ruhsat var. Gerçi orada oruç söz konusu değildi, veda haccı sırasında. Hanefiler Tebük seferindeki duruma bakmışlar, işte gittikleri yerde on beş gün kadar kalmışlar, Tebük’e giden ordu. On beş gün boyunca seferilik hükümlerinden yararlanmışlar. Hanefiler onu esas alıyorlar. Malikiler de Peygamber Efendimizin Mekke’yi fethettikten sonra Mekke’deki kalış süresini, işte on dokuz gün falan olacak yanılmıyorsam, çünkü bu bilgiler çok eski bilgilerim, yani şu anda hata edebilirim. On dokuz gün gibi hatırlıyorum Malikileri. Yani bunların hiçbirisi, Peygamberimiz şöyle demiştir, değil. Uygulamaya bakarak, kendilerine göre hükümler vermişler. Ama mesela bu konuda Zahirilerin görüşü biraz daha uygun gözüküyor. Yani insan kendisini ne zaman işte gidiyorum, gideceğim şeklinde düşünürse o yolcu sayılır. Mesela rivayetlerde Hz Ömer’in oğlu Abdullah, Fegani’nin memleketinde altı ay kalmış. Azerbaycan’da. Altı ay boyunca seferilik hükümlerini uygulamış. Şimdi bunu değerlendirenler diyorlar ki, o demek ki altı ay içerisinde sürekli her an gitmeye hazır vaziyette olduğu için öyle yapmıştır ki, bu değerlendirme ayeti Kerimeye uygun düşüyor. Yani sonuç olarak, “şu kadar gün” ifadesini kullananlar da, elde fazla malzeme olmadığı için mevcut duruma göre bir takım değerlendirmeler yapmışlar. Yani benim söyleyebileceğim şu kadar gün değil, kişi ne zaman kendisini yolculuk halinde hissediyorsa, o yolcudur. Evet.
Yahya Şenol: Ersin Yel sormuş. Astım ilacı orucu bozar mı? Diyanet İşleri Başkanlığı astım ilaçları hakkında olur verirken, hocamızın videolarında olur vermediği gözüküyor. Hangisine uyacağız?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi benim öğrendiğim yani… bilgilerimde hata varsa düzeltirim ama, benim bildiğim o astımda, fıs fıs dedikleri şey ilacı tazyikle yani bir basınçla ciğerlere ulaştırmaktır. Ciğerlere ulaşan ilaçtır değil mi? Başka bir şey değil. Ve bu ağızdan ilaç almaktır. Dolayısıyla orucu bozar. Almasın dediğimiz yok tabi, alacak yani şey değil, Allah’ın verdiği ruhsat bu. Ama mesela bazen de aşıyla oluyormuş diyorlar. O bozmaz. Niye biri bozar, biri bozmaz? Vücuda ilacın girmesi meselesi değil, ağızdan girdiği zaman yeme içme sayılır da ondan dolayı, yoksa başka bir şeyden dolayı değil. Ama Diyanet İşleri Başkanlığının bu konudaki değerlendirmesi nedir, o konuda, yani, onların fetvasına uyulmaz da diyemiyorum şahsen.
Yahya Şenol: Bursa’dan yaptığım rasatlarda güneşin batışından önce doğu ufkunun karardığını gözlemledim. Buna göre kırk beşinci derecenin üstündeki enlemlerde ya da Türkiye’de güneş daha batmadan akşam namazının vakti başlıyor olabilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Yo öyle Bursa’da. O bir göz yanılmasıdır. O Kırk beş dereceye kadar batmadan başlamaz akşam namazının vakti, batacak ondan sonra. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Sahur gibi iftarlarda da dakika problemi var mı?
Abdulaziz Bayındır: İftarlarda Diyanet İşleri Başkanlığı güneşin batışına yedi dakika ilave eder. Yani gerçek batıştan yedi dakika sonradır, yapılan iftarlar. Buna da ihtiyaç var. Neden ihtiyaç var? Yani mesela şimdi biz burada kendimizi İstanbul’da sayıyoruz, Çamlıca’nın tepesinde olanlar, Istrancalar’da olanlar da öyle sayıyor. Şimdi bütün bunları, hepsini birden düşündüğünüz zaman buna mecbur kalıyorsunuz.
Yahya Şenol: Evet yine Azerbaycan’dan soru. Fitre akrabaya verilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Zaten yardımlar önce yakınlara verilir. Yani bir insanın işte ana, baba, evlat dışındaki yakınları, kardeşler mesela, öncelikli yardım edilmesi gereken kişilerdir. Ana babaya zaten mecburdur bakmaya dendiği için, yoksa onu da açıkça yasaklayan bir hüküm yoktur, yani o da bir içtihattır. Evet.
Yahya Şenol: Bu kadar.
Abdulaziz Bayındır: Bu kadar mı? Peki.
Yahya Şenol: Son kontroller yapılmış. Yüz elli kişi için iftar yemeği aşağıda hazır bekliyormuş. Öyle de bir duyuru var. Bu da işin güzel tarafı olsun.
Abdulaziz Bayındır: Yani herkes için iftar yemeği var aşağıda. Ben şimdi bir dakika, bir şey daha söyleyeceğim. Şimdi muhterem arkadaşlarım, Allah’a hamdolsun bizim Vakfımızın çalışmaları, yani hem Türkiye’de hem de dünyanın birçok yerinde ciddi manada etkili olmaya başladı. Dolayısıyla merkezi güçlendirme mecburiyetimiz var. Bu Ramazan’da bağışlarınızı ve zekâtlarınızı mutlaka bekliyoruz. Eşinize dostunuza da söyleyin. Yani bu işler bedava olmuyor. Yani lütfen zekâtlarınızı ve bağışlarınızı Vakfımıza bekliyoruz. Evet. Allah kabul eylesin.