Elhhamdülillahi rabbil alemin vel akibeti lil muttakin vessalatü vesselamü ala rasulüna muhammedin ve ala elihi ve sahbihi ecmain..
Cenabı Hakkın yardımıyla bu akşam da anlaşılamamış bir konuyu anlatmaya çalışacağız. Biz bu kelimeleri söylerken maalesef bazı insanlar bunu kibir diye algılıyorlar. Böyle bir şey söz konusu değil, bu bir metot. Yani Kur’an-ı Kerim’in, Kur’an-ı Kerimle açıklanması metodu. Bu metodu uyguladığınız zaman sonuçlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani bizden kaynaklanan bir şey yok. Dolayısıyla burada herhangi bir kimseyi yargılama ve aşağılama söz konusu değil. Bu gün okuyacağımız ayetlerin anlaşılamadığını, herhangi bir tefsir okuduğunuz zaman ya da herhangi bir meali okuduğunuz zaman görürsünüz. Geçen hafta da zaten gördünüz. Konunun son derece de önemli olduğunu biliyoruz. Fakat, birazda zor bir konu, onu inşallah, anlaşılır bir şekilde, Cenab’ı Hak lütfederse anlatmaya çalışacağım. En baştan Nisa suresinin on birinci ayetini açalım. Konumuz vasiyetle alakalı biliyorsunuz. Artık derse aradan katılanlar biraz zor intikal ederler ama, hiç olmazsa bu gün, en başta gelmişsiniz çoğunlukla. On birinci ayette şöyle bir şey var; Allah’u Teala burada iki tane vasiyetten bahsediyor. Birincisi; Esteuzu billah,
(4/ Nisa 11.Ayet)
“Yusikümüllahu fi evladikum lizzekeri mislü hazzil ünseyeyn”,
“Evladınız konusun da erkeğe iki kız payı, Allah size vasiyet eder”,
Allah size görev yükler diyor. Bu Allahın vasiyeti. Sonra devam ediyor; ve on ikinci ayetin sonunda,
“Vasiyyeten minellah”,
“Allah tarafından bir vasiyet olmak üzere”
Allah tarafından bize yüklenen bir görev bu. Bunun oranları belli; kıza iki, erkeğe bir. Babanın payı belli, annenin payı belli, karının payı belli, kocanın payı belli. Bu paylar da hiçbir oynama yapmaya yetkimiz yok. Erkeğe iki, kıza bir. Yanlış mı söyledim? Tam tersini söyledim, tamam sağ olun. “lizzekeri mislü hazzil ünseyeyn” burada bir takım oranlar belirlemiş Allah’u Teala, erkeğe iki pay, kıza bir pay. Kız yalnız olursa yarısını alır, iki ya da daha fazla olursa, mirasın üçte ikisini alır. Anne ve baba mirasın altı da birini alır. Ölenin çocuğu varsa, çocuğu yoksa , baba üçte iki, anne üçte bir alır. İşte karı kocanın payları, çocuk bırakmadan ölen kişinin anne bir kardeşleri varsa payları, Nisa yüz yetmiş altıda, çocuğu olmadan ölen kişinin, diğer kardeşlerin payları, hepsi detaylı olarak anlatılmış. Ve Nisa on üçüncü ayette şöyle buyurulmuştur;
“Tilke hududullah”,
“Bu, Allah’ın koyduğu sınırlardır.”
Mirasın sınırlarını burada Allah belirlemiştir.
“Ve men yuti illahe ve rasulehu yudhilhu cennatin tecri min tehtihel enhar”,
“Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onu içinden ırmaklar akan cennetlere koyar”,
“Halidine fihe”,
“Sürekli orda kalmak üzere.” Diyor ki Allah;
“ve men ye’sillahe ve rasulehu ve yeteadde hudu dehu yudhilhu neran haliden fihe”,
“Kim Allah’a ve Rasul’üne isyan ederse, çizdiği sınırları aşarsa”,
o sınırlar Allah’ın mirasta belirttiği sınırlardır. Neyse, o. Çünkü , Allah’u Teala sistemini ona göre kurmuş. Onu kim aşarsa, “onu da ölümsüz olarak” , yani ölmemek üzere, “cehenneme koyar”, ölse kurtulur.
“Ve lehu azabun muhin”,
“Ona alçaltıcı bir azap vardır.”
Şimdi bu Allah’ın vasiyeti. Vasiyet neydi? Birisine, bir konu da, bir görev yüklemek. Bu Allah’ın Müslümanlara yüklediği görevdi.
“Yusi kumullahu”,
“bize vasiyet eder”
Birisi öldüğü zaman erkeğe iki, kıza bir pay diye. O zaman, ölene değil, değil mi? Yaşayana yüklenen bir görevdir. Geçen hafta okuduğumuz ayeti tekrarlayalım. Bakara süresi, yüz sekseninci ayet. Orada Allah’u Teala diyor ki;
(2/ Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum” yani
(4/ Nisa 11.Ayet)
“Yûsîkumu’nun” bir değişik ifadesi bu,
“Allah size görev yüklerle,”
(2/ Bakara 180.Ayet)
“kütibe aleyküm”,
“size farz kılınmıştır”
aynı anlama geliyor. Bakara yüz seksen evet.
“Yusi kümüllahu”,
“Allah size görev yükler”, yok,
“kutibe aleykum, “yu’sikumullahu”(4/11) nun bir değişik ifadesi.
“Size Allah farz kılmıştır”
çünkü, Allah’ın yüklediği görev farzdır, değil mi?
(2/ Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum”,
“Size farz kılındı” ,
“ize hadara ehadukümül mevtu”
,”Sizden birisi daha yeni ölmüş”,
“ İn terake hayran”,
“Geriye hayır mal bırakmışsa”, “hayr”
burada mal anlamına geliyor, yani faydalanılan şey. “Mal” değil de, “hayr” denmiş olması önemlidir, bir takım haklar da bu işin içine girer o zaman.
“El vesiyyetu lilvalideyni vel ekrabine bil mağruf”,
“belli ölçülerdeki o vasiyet”
yani Allah’ın Nisa on bir ve on ikinci ayetinde Mü’minlere yüklediği görevi yerine getirmek size farz kılınmıştır. İçinizden birisi öldüğü zaman onun malını Allah’ın emrettiği şekilde mirasçılar arasında paylaştıracaksınız. Mirasçılara bu görevi yüklemiyor, çünkü mirasçılardan her hangi birisi ne kadar adil davranırsa davransın, herkesi memnun edemiyor ve o mirasçıların arasında bir soğukluk meydana geliyor. Hal bu ki, bir başkası devreye girdiği zaman soğuklukta meydana gelmez ve kimseye de haksızlık yapılmaz. Yani normalde yapılmaz, gene bir başkası da haksızlık yapabilir ama, aile içerisin de ailenin kendi içerisin de halletmesinden her zaman çok daha iyidir, zaten bu Allah’ın yüklediği bir görev. Mirası aile paylaştırmıyor, mirası dışardan mirasçı olmayanlar paylaştırıyor. Bu Allah’ın Müslümanlara yüklediği görevdir. Hem “Yu’sikumullah”daki emirdir Allah size emreder diye, ölene değil bu hem “kutibealeykum”daki emirdir. “El vesiyyetu” de Allah’ın Nisa süresindeki on bir, on ikinci ayetlerde ve yüz yetmiş altıncı ayetlerde yüklediği görevi yerine getirmek. Anne baba ve en yakınlar için yüklediği görevi yerine getirmek.
“Bil mağruf” diyor, “belli”,
“bilinen miktarlar da”, çünkü ne miktarda verileceği o ayetler de belli.
“Hakkan alel muttekin”,
“ Muttekiler üzerinde Allah’ın Hakkıdır”,
yani Allah böyle bir görevi muttakilere, Allahtan çekinenlere yüklemiştir.
(2/ Bakara 181.Ayet)
“Femen beddelehu”,
“Bu oranı kim değiştirirse”,
şimdi birçokları çıkıp kalkıp diyor ki, “canım işte o zamanın Mekke’sin de Medine’sin de kadınlara hiç pay vermiyorlardı. Peygamber de ne yapsın, işte bu kadar verdi. Şu anda şartlar değişti. Şöyledir, böyledir. Hatta belki televizyonda izleyenler olmuştur; bir akşam, bir hoca, “işte kız çalışıyor, erkek yatıyorsa, kıza iki erkeğe bir pay verilebilir, diye beni de aramışlardı belki hatırlayanlarınız olur. Bu böyle keyfi bir şey değil, diyor ki Allah,
“Femen beddelehu”,
“Kim o oranı değiştirirse”,
“Bagde ma semiuhu”,
” işittikten sonra”, işte ayeti dinliyor, işitiyor,
“feİnnema ismuhu alellezine yübeddilu nehu”,
“günahı değiştirenedir” diyor.
Oranlar değişmez. Oranların değişmez olduğunu, Allahu teala hem Nisa on dördüncü ayette hem burada tekrar tekrar bildirdi.
“İnnellahe semiun alim”,
“Allah işitir ve bilir”
Şimdi, işin bir tarafı bu, bu Allah’ın Müslümanlara yüklediği bir görev. Şimdi tekrar Nisa süresi on birinci ayetini açalım. Burada mirasın paylaşılmasıyla ilgili, Cenab-ı Hak diyor ki;
(4/ Nisa 11.Ayet)
“Yusikumullahu fi evladikum lizzekeri mislü hazzilünseyeyn”,
“Evladınız konusunda Allah size, erkeğe iki kız payı emrediyor”, görev olarak vermenizi yüklüyor”.
“Fein kunne nise en fevgasneteyni”,
“Eğer kızlar ikiden fazlaysa”,
“felehunne sülüse ma terak”,
“üçte ikisi onlarındır”,
iki kıza da üçte ikinin verileceği, Bakara süresnin verileceği bu surenin yüz yetmiş altıncı ayetinden anlaşılıyor. Ondan sonra,
“Ve in kanet vahideten felehen nisf”,
“Kız bir tekse mirasın yarısı verilir”,
“Veliebeveyhi likulli vehidin minhumas sudusu mimma terake in kene lehu veled”,
“Anne babasını her birine geriye bıraktığından altıda bir verilir”, eğer şey, yanlış mı?
“veli ebeveyhi…” haa,tamam!
“Eğer çocuğu varsa ölenin altıda bir verilir.”
“Fe in lem yekun lehu veledün ve verisehü ebevehu feliummihis sülüs”,
“çocoğu yokta annesi babası mirasçı kalmışsa anneye üçte bir, babaya üçte iki verilir”,
“fein kane luhu ihvetün feliümmihis südüsü min beğdi vesiyyetin yusi bihe evdeyn”,
“ölenin baba bir kardeşleri varsa, anneye altı da bir verilir”, ondan sonra diyor ki,
“ min bağdi vasiyyetin yusi biha evdeyn”,
“min bağdi vasiyyetin yusi biha…”,
“ ölenin yaptığı vasiyetten sonra” ya da “borçtan sonra”
Şimdi burada bir vasiyetten daha bahsetti değil mi ayet? Bu kimin vasiyeti? Demek ki, iki türlü vasiyet var! Mirasla ilgili iki türlü vasiyet var. Bir Allah’ın yaptığı vasiyet; mirasın kime ne kadar pay edileceği? Bunun uygulanmasıyla ilgili kısım da Bakara, yüz seksen ve yüz seksen bir de. Bir de ölen kişinin daha önce yapmış olduğu bir vasiyet var. “O vasiyetten ya da borçtan sonra”, “o vasiyetten ya da borçtan sonra” “Vasiyette ve borçtan” sonra dediğimiz zaman burada başka bir şey var. Yani bu gün fıkıh kitaplarımız da açıp okuduğunuz zaman gördüğünüz vaziyet ya da size bu kelimeyi söylediğim zaman zihninizde çağrışan vasiyet değil bu. Bu, başka bir vasiyet. Bunun ne olduğunu ilgili ayetlerden anlayacağız. Bizim bildiğimiz vasiyet nedir? Kişi ölmeden önce malının bir kısmını şuna şuna şuna verir. Fıkıh kitapların da bu üçte biri geçmez diye yazar, çok zayıf delillere dayanılarak o delillere varılmıştır. Tabi ayetlerde iyi anlaşılmayınca doğru bir sistemmiş gibi günümüze kadar gelmiş.
Burada, “vasiyetten veya borçtan sonra”, bakalım burada nasıl , “veya” kelimesini yazmışlar mı? Efendim? On birinci ayette? Burada “ve” demiş vasiyetten ve borçtan sonra, çünkü “veya” dediğiniz zaman işin içinden çıkamazsınız, mevcut bilgi birikimiyle işin içinden çıkamazsınız. Ama İnşallah bu akşam ben size anlatacağım. “Veya” olması gerektiğini “ve” olamayacağını göreceksiniz. Peki, niye “ve”,” veya” deniyor? Çünkü ölmeden önce insanların bir takım yerlere vasiyette bulunabileceği kabul edilmiştir. Önce vasiyet mi yerine getirilir? Borçlar mı ödenir? Önce borçlar ödenir. Ama burada önce “vasiyet” kelimesi geçiyor, değil mi? önce “vasiyet” kelimesi geçiyor. Peki, o zaman, niye “önce borçlar” da, “vasiyet” değil? Bakın, yani demek ki burada bir problem var değil mi? Ayet-i kerime, “önce vasiyet” diyor “veya borç” diyorsa, bizim fıkıh kitaplarında yazılanda da “önce vasiyet” şey pardon, “önce borç” sonra “vasiyet” diyorsa, burada bir problem vardır. Çocukluğumuzda bize ezberlettikleri mirasla ilgili bir şiir de şudur; geçen hafta onu söylemiştim, şöyle bir şiir ezberletmişlerdir. Hakikaten o kadar güzel şiirler haline getirmişler ki bir kere ezberliyorsunuz daha da unutmuyorsunuz. Diyor ki; “terikeyi meyyite hukuka erbeate taalluk eder, teçhizi tekvin gadayidiyun tenfizi vesaye kısmet beynel verese” çok açık bir Türkçeyle,
“ölünün bıraktığı mallara dört hak taalluk eder. Onunla ilgili dört hak vardır. Önce ölen kişi kefenlenir, defin edilir . İkinci sırada borçlar ödenir, üçüncü sırada vasiyetleri yerine getirilir, dördüncü sırada artan kısımdan miras paylaştırılır.”
Şimdi burada bakıyorsunuz ki, ayette ters bir şey var. Önce “vasiyet” diyor “ve” demiyor “veya borçlar” diyor. Niye böyle? İşin içinden çıkamayınca “ve” diye tercüme ediyorlar bu şeyleri, problemleri görmüş olalım diye söylüyorum. Şimdi burada iki çeşit vasiyeti gördük değil mi? Birisi; Allah’ın yaptığı vasiyet. O nedir? Bakın ölümden sonrasıyla bir alakasının olmadığını görüyorsunuz. Haşa Cenab-ı Hakkın ölmesi diye bir şey söz konusu değildir. O zaman yüklediği bir görev. O bir kişi öldüğü zaman Müslümanlar onun malını nasıl paylaştırılacaklar? İkinci vasiyet de; ölen kişinin vasiyetidir. Ölen kişinin vasiyeti ne? Bu öyle bir vasiyet ki, ölen kişi onu yapmak zorundadır. Ölen kişi yapmak zorun da. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifi var; “ Bir kişinin vasiyet edeceği bir şey varsa, iki günden fazla onu yazmadan durması helal değildir.” Mutlaka yazması lazım. Peki ne bu? Şimdi işte bu gün okuyacağımız ayetten onu anlayacağız.
(2/ Bakara 182.Ayet)
“femen hafe min musin cenefen ev ismen fe esleha beynehum fela isme aleyh”,
“vasiyet eden bir kişiden kim korkarsa”
şimdi burada vasiyet eden kişi ölmüş değil hayatta, bir adam vasiyette bulunuyor, buradaki “min musin” kelimesi Arapça bakımından, bir önceki ayetteki vasiyetle ilişkili değil. Onunla ilişkili olsaydı, “minel musi” derdi, elif lam’lı olurdu, orayla bağlantı kurulurdu. Burada elif lam’lı değil. Tıpkı, Nisa on bir ve on ikinci ayetin başındaki vasiyet; Allah’ın yaptığı vasiyet, ikincisi; ölenin hayatta iken yaptığı vasiyet. Şimdi burada işte o ölenin hayattayken yapacağı vasiyetten bahsediyor. Ölmüş olarak kabul etmeyin lütfen, adam hayatta. Zaten kabul edemezsiniz ederseniz, ayeti anlayamazsınız
“femen hafe min musin” ,
“vasiyet eden kişiden, birisi korkarsa”,
“cenefen”,
“başka tarafa meyletmesi”,
“ev ismen” ya da
“günaha girmesi” Adam yanlış yapıyor.
“feesleha beynehum”,
“onunla vasiyet edilenler arasında sulh yapar aralarını bulursa”,
“fela isma aleyhi”
“onun üzerine bir günah yoktur”
Şimdi bak bizim geleneksel vasiyette, birisine vasiyette bulunuyorsan, vasiyette bulunan kişi hak iddia edebilir mi? Yani adam birisini bir tane apartman dairesi vasiyet etse, öbürüne de ben öldüğüm zaman şu süpürgeyi de ona verin dese, kendisine süpürge vasiyet edilmiş olan kişi, apartman dairesi vasiyet edilen kişiye karşılık, “ bana haksızlık edildi diyebilir mi?”diyemez. Kardeşim senin hakkın yok ki ne yapıyorsun? Ama bakın burada vasiyette bir haksızlık söz konusu. Onun için,
“Femen hafe min musi cenefen”
“Vasiyet eden kişi”,
önceki ayetlerle ilgisi yok, yani bu Allah’ın yaptığı vasiyet değil, insanların yaptığı vasiyet. Her hangi bir vasiyet eden kişinin, “başka tarafa meyletmesinden ” ya da “günaha girmesinden korkarsa” nasıl günaha girer vasiyet eden kişi? Yok! Bu vasiyet borç ikrarıdır. Borç ikrarıdır. Birisine borcun var, çekin senedin bir şeyin yok, öldüğün zaman nasıl ispatlanacak? Alacaklı ispatlayamaz, mirasçılar da vermez. O zaman kendisi bir yere yazarsa, bir de şahit de tutarsa tamam. Alacakların hakkı olur mu? Borç itirafı en güçlü delildir. Ama ispata sıra geldiği zaman birisi şahitleri suçlayabilir işte, “bu yanlış konuşuyor” falan diyebilir. Ama itiraf, adam bir yere yazar, itiraf ederse bu en güçlü delildir. Kimse burada sesini çıkaramaz. Peki, haksızlık yapabilir mi, borç itirafında bulanan kişi? Birisine olan borcunu itiraf eder, öbürüne itiraf etmez, değil mi? Birisine yüz lira borcu vardır öbürüne elli lira borcu vardır. Elli lira borcu olana, “yüz lira borcum var” der; yüz lira borcu olana der ki, “seksen lira borcum var.” Sizde bunu bilirsiniz, olabilir bunlar, olabilecek şeyler. Araya girip, arayı düzeltirseniz size bir günah yok. Nasıl düzeltiyorsunuz? Bir nokta da anlaştırırsınız bunları. Evet, bunların da borçları belli, maruf miktar da, ama bu Allah’ın koyduğu bir kural değil. Bu insanlar karşılıklı konuşup anlaşabilecekleri bir şeydir. O zaman araya birisi girer, o vasiyet eden borçluyla kendi lehlerine vasiyet yapan alacaklıları karşılıklı olarak anlaştırır. Burada illa da herkes borcunu tam olarak alacak diye bir şey yok. Bir nokta da anlaştırır, “ya sen şöyle fedakarlık yap, sen bunu yap, sen bunu yap” der. Buradaki oranlarda iniş çıkışlardan dolayı araya girene bir günah yok. Ama, eğer mirasta oranlar da oynanacak olsa günah var, çünkü mirastaki oranları Allah koymuştur , bu insanların alacaklarıdır, kişiler karşılıklı konuşmayla, biraz birisi fedakarlıkta bulunur, biraz birisi şey yapar, orta noktada anlaştırır. Anlaştıran kişiye bundan dolayı günah olmaz.
Katılımcı: hocam, vefat ettikten sonra vasiyet bıraktığı kişi bunu..
Abdulaziz Bayındır: Yok, yok vefat ettikten sonra değil, hayatta. Şimdi kendimden örnek vereyim. Benim birkaç kişiye borcum var. Onlardan birisi için, borcumdan daha fazla bir itiraf da bulunuyorum, birisi için daha az. Şimdi Yahya bakıyor, “bu hoca haksızlık ediyor, ben biliyorum bu böyle değil.” O zaman araya giriyor, benimle o, çünkü onlarda haksızlık olduğunu biliyor, birisini gelip araya sokuyorlar. Hatta belki bilmeyebilir de. Gelir birisi der ki, “ Ya bak benim bu kadar şeyim var, itiraf etmiyor adam”, “Öbürü der ki, “buna biraz fazla yapıyor” der, o zaman birisi araya girer bizi anlaştırır, bak daha ölüm söz konusu değil. Öldükten sonra bu bir borç itirafı olduğu için, şimdi vasiyetten veya borçtan sonra meselesi anlaşıldı mı? Vasiyet bu ne, bu vasiyet nedir? Borç itirafıdır değil mi? İkisinden birsisi oldu mu yeter. Ya vasiyet yapmış olursunuz ya da zaten ispatlı, şahitli, senetli bir borcunuz vardır. İkisi de aynı, ya o, ya o. Öyle değil mi? vasiyet şeklinde de olabilir, senet şeklinde de olabilir. Dolayısı ile vasiyet ayrı borç ayrı değil ayette, onun için “veya” diyor. Sadece ispat şekilleri farklı. Birisinde yazmışsınız şahidiniz yok, belge yok, şu yok, bu yok. Eğer siz itiraf ederseniz adam alacak yoksa alamayacak. Buna vasiyet diyoruz. Bir başkası da ispatlı şahitli. Peki, ispatlı şahitli borç nerde yazılı? Bakara iki yüz seksen iki de. Diyor ki, Allah’u teala bu ayette;
(2/ Bakara 282.Ayet)
“Ya eyyühellezine amenü ize tede yentüm bideynin ila ecelin müsemmen fektubuhu”,
“ belli bir süreye kadar karşılıklı borçlanırsanız onu yazın” ondan sonra,
“vel yektub beynekum katibun bil adl”,
“aranız da bir yazıcı tam adil olarak yazsın”,
“ve la ye’be katibün en yektube kema allemehullahu felyektub”,
“her hangi bir” herkes yazı bilmiyor ya, bilse bile herkes usulüne uygun yazamaz. o zaman, “o yazan kişi de” diyor, “yazmaktan kaçınmasın, yazsın” çünkü hak bu, adamın hakkı zayi olacak. Bir katib-i adl, işte noterlik buradan çıkmıştır. Katib-i adl derlerdi eskiden.
“velyümlilillezi aleyhil hakku vel yettegillehe rabbehu ve la yebhas minhu şey e”,bak “üzerindeki hakkı yazdırsın” ,borçlu hakkı yazdırsın”, borçlu hakkı yazdırdığı için itiraf oluyor.
“Allahtan korksun da, borçtan bir şeyi azaltmasın”
işte bu azaltırsa ya da birisine fazla verirse araya birisinin girmesi gerekecek, tamam mı? Peki adam böyle yazıyla tespit edilmemişse bir çok borçlar öyle değil mi? Öyleyse bunu vasiyette Peygamberimiz (SAV) vasiyet etmesi gerekirken etmezse iki günden fazla durursa günaha gireceği söylüyor. Hem günaha gireceğini söylüyor peygamberimiz hem de kendisi vasiyet etmeden vefat ediyor. Şimdi bizim bunu genel vasiyete hamlediyorlar. Birine borcunuz varsa yazarsınız. Rehin vermişseniz yazmanıza da gerek yok. Çünkü bak diyor ki, o Bakara, iki yüz seksen üç’te,
(2/ Bakara 282.Ayet)
“ve in küntüm ala seferin ve lem tecidu kiteben ferihenun mekbudah”,
“yolcusunuz yazacak kimse bulamadınız rehin verin” diyor.
Borcu sağlama bağlayacaksınız. İşte bu sağlama bağlanmış borçlar “deyn”, o miras ayetinde, “deyn”, “borç” diye geçiyor, vasiyetle belirlenmiş olanlara “vasiyet” deniyor. İkisi de borç, her ikisi birden olmayabiliyor. Adam sadece itirafta bulunmuştur önce o borcu ödenir. Ya da sadece belgeyle sabitlenmiştir, tamam. Peki, belgeyle sabitlenmemişse şahitlerle ispata gerekirse bunu ne yapmak lazım? Onun için de şeye bakmak lazım, Maide süresinin yüz altıncı ayetine, dikkat ediyor musunuz? Kur’an-ı Kerimdeki Metodoloji’ye uyduğunuz zaman en küçük nokta atlanmıyor ve asırlarca çözülmemiş problemler şöyle yukardan su akar gibi çözülüyor. Bak ne diyor Allah’u teala burda yüz yirmi dördüncü sayfa ;
(5/ Maide 106.Ayet)
“ya eyyühellezine amenü şehedetü beyniküm ize hadara ehadekumul mevtü hinel vasiyye” ,
“aranızdaki şahitlik şöyledir; içinizden birisine ölüm gelip çatmış”
burada da “hadaral mevt” var, geçen hafta okuduğumuz bu hafta en başta okuduğumuz ayette de var. Onunla bunun farkı, orda “geriye mal bırakmışsa” dediği için adamın öldüğünü anlıyoruz, burada henüz mal bırakmadığı için şimdi ölmediğini anlayacağız, biraz sonra bakın, yani Arapça açısından söylüyorum çünkü bazıları ister istemez bunu soracaktır.
“ Ya eyyühellezine amenu şehedetu beyniküm ize hadara ehadekumul mevtu hinel vesiyye” ,
“vasiyyet sırasında”, vasiyet sırasında çünkü adam şey yapacak borç ikrarında bulunacak,
“isnani zeva adlin minkum”,
“sizden güvenilir iki kişi”,
iki Müslüman yani kadın mı erkek mi? kadın mı erkek mi? fark etmez, fark etmez. Şimdi şahitlik konusunda da ayetler bütünüyle ele alınmadığı için kadınla erkler arasında şahitlikte farkı ortaya konur. Bu da çok ciddi bir problemdir. Onu bu akşam anlatmayacağım isteyenler onu bizim , DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabındaki –Kadınların Şahitliği – bölümünü okuyabilirler.
“Ev aharani min gayrikum “,
“ ya da sizden olmayan iki kişi”,
Gayr-i Müslim de olabilir. Mesela, bizim fıkıhta, Gayr-i Müslimlerin şahitliği kabul edilmez. Gayr-i Müslim’in aleyhine, Müslüman’ın lehineyse kabul edilir. Müslümanın aleyhineyse kabul edilmez. Hal bu ki burada ölen Müslüman, diğerleri de Müslüman. Başkaları da olabilir, iki kişi ne zaman?
“in entüm daraptum fil ard”,
“yolcuysanız,yolculuk sırasındasınız”,
“fe esabetkum müsibetul mevt” ,
“başınız ölüm musibeti geldi”,
ölümcül bir hastalık içerisindesiniz yada kaza olmuş ne ise, yani işte ölmek üzeresiniz. İşte borcu da itiraf etmesi lazım, o zaman şahitler gerekiyor. İlla Müslüman bulacağım diye şey yapma, iki tane Gayr-i Müslim de olabilir. Ondan sonra bunlar şahit oldu mu bunlar yolculuk sırasında? Şimdi gelecekler, önce mirastan o vasiyet alınacak değil mi? Yani ölenin itiraf ettiği borç çıkarılacak. O borcun çıkarılması için mirasçılar ispat isteyecekler değil mi? ispat et ondan sonra al kardeşim diyecekler. Burada diyor ki, bir psikolojik ortamda meydana getiriyor Allah’u Teala,
“tehbisunehume min beğdis salah”,
“namazdan sonra onları alıkorsunuz” diyor o iki tane şahidi, namaz kılarsınız namazın arkasından,
“feyuksiman” ,
“ikisi de yemin ederler” ,
“billahi”, “billahi” diye
“yemin ederler”
“billahi”,
“inirteptüm”
“eğer şüpheleniyorsanız”,
o şahitlerin şahitliğinden “burada bir oyun var, bizim yakınımız öldü, bunlar iki kişi şahit gibi ortaya çıkarak bizden mal kaçırmaya çalışıyorlar” diye bir şüpheniz varsa alıkoyar, yemin ettirirsiniz yoksa normaldeşahitlere yemin ettirilmez.
“feyüksimani billahi”
“ billahi diye yemin edenler“,
“inir teptüm la neşteri bihi semenen”,
“ biz bununla bir bedel almıyoruz”,
yani bizim bundan bir faydamız yok
“velev kaneze kurba”,
o lehine vasiyet yapılan kişi, alacaklı olan kişi benim yakınım bile olsa
“bundan benim bir menfaatim yok, diye yemin ederler.”
”ve la nektumu şehadetenallah”,
“ Allah için yapılan şahitliği de gizlemiyoruz”,
“ inni izen leminel asimin” ,
“öyle yapacak olsak elbette günahkar oluruz”
Şimdi burada bu özel bir durum olduğu için normal Bakara iki yüz seksen iki deki öyle şahitlerle normal bir şekilde tespit edilmemiş bir yolculuk sırasında olağan üstü bir durumda olduğu için, o kişide yolculuk sırasında ölmüş, burada mirasçıların da hakkının korunmuş, onlara da bir savunma hakkı tanınıyor. Diyor ki, burada Allah’u teala,
(5 / Maide 107.Ayet)
“Fe in usire alâ ennehumâstehakkâ ismen” ,
“eğer hissedilirse bunlar bir günaha girdiler”
Bunlar elinizde bir şey var, bir tercih etmenizi gerektiren bir emare var, bakıyorsunuz ki burada bir oyun oynanıyor, iki tane şahitle bizim vefat eden yakınımızın malını başka tarafa kaydırmaya çalışıyorlar.
“fe âharâni yekûmâni makâmehumâ minellezînestehakka aleyhimul evleyâni”,
“o iki şahidin aleyhine hak talep ettiği kişilerden”
yani o mirasçılardan iki kişi kalkar, bu aynen Matemetik gibidir, yani eksi iki a, artı iki a birbirini götürecek şimdi tıpkı Matematik gibidir. Zaten kuran böyledir. Diyor ki, şimdi onlar iki kişi şahitlik ettiler, olağanüstü şartlar falan filan, bu defa bunların bir oyun peşinde olduğu anlaşılıyorsa, ölenin mirasçılarından iki kişi kalkar, bu defa onlar karşı şahitlik ederler,
“fe yuksîmâni”,
“yemin ederler” onlarda yemin ediyor, çünkü o etti ya,
“billahi”,
“Allah’a yemin ederler” , ondan sonra şöyle derler,
“le şehâdetunâ ehakku min şehâdetihimâ “
”bizim şahitliğimiz onların yaptığı şahitlikten daha gerçeğe yakındır” Niye?
“ve ma’tedeynâ,”,
“biz kimsenin hakkını hak talep etmiyoruz ki”,
onlar bizim ölen yakınımızın malından talep ediyorlar. Biz kimseden bir şey talep etmiyoruz.
“innâ izen le minez zâlimîn”,
“öyle yapsak zalimlik yapmış oluruz” derler.
Böyle diyerek bunlar o iki şahidi etkisiz bırakmış olurlar. Şimdi bu da bakın olağanüstü durumda vasiyetten bahsediyor. Ama, objektif şekilde yapılıyor, bu da bir borç itirafı değil mi? Ölmek üzere olan bir kişinin. Şimdi işte burada, o mirasçıların durumlarını bilmiyorlar yani bilseler, bile bile haksızlık yapıyorlarsa tabi ki onun hesabını verecekler, Cenab-ı hakka karşı. Yoksa başka ne yapacaksınız? Yani siz ne kadar iyi hakim olursanız olun, siz, elinizdeki delillere göre ancak hüküm verebilirsiniz. Başka bir şey yapamazsınız. Peygamber (sav) diyor ki; “ Bana geliyorsunuz, davalarınızı getiriyorsunuz, bende tıpkı sizin gibi bir insanım” diyor, “olabilir ki, sizden biri kendisini çok güzel savunur, haksız olduğu halde, kendini haklı çıkarır, öbürü savunamaz, ben anlayamadığım için, o haksız lehine hüküm veririm” diyor. “Eğer böyle bir şey yaparsam bilin ki, elinize bir kor ateş vermişimdir”, Peygamber hükmetti diye falan, benim hakkım zannetmeyin. İster alın, ister bırakın. Nedir? Hakim ancak, objektif kurallara göre hükmeder. Gerçeği ancak Allah bilir. İç yüzünü bilmek mümkün değil ki. Dolayısı ile, olabileceğini yaparsınız daha fazlasını yapamazsınız. Burada da o anlatılıyor. Şimdi tekrar Bakara yüz seksene geliyoruz.
Yahya Şenol: “min bağdissalati” cenaze namazından sonra
Abdulaziz Bayındır: “min bağdissalati” cenaze namazından sonra olmaz. O cenaze olsa namazı olsa hepsi orda olması lazım. Kaldı ki, Kur’an-ı Kerim de cenazeye namaz denmez. Neydi ayeti o cenazeyle ilgili ayet?
(9/ Tevbe 84.Ayet)
“Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte”
o, “salli ala” ile geçiyor, “es salat” şeklinde geçmiyor, dua manasındadır o. Mesela, “salli ala muhammed”,deniyor değil mi? “Muhammed’e salat et!”( sav) o bir dua değil, şey af edersiniz, namaz değil, cenaze namazı, namaz değil, cenaze namazı bir duadır. Duadan ibarettir. Dolayısı ile, “min bağdissalati” cenaze namazından sonra değil.
Enes Alimoglu: “İstagfir lehum ev lâ testagfir lehum,”
Abdulaziz Bayındır: Evet,
(9/ Tevbe 80.Ayet)
“İstagfir lehum ev lâ testagfir lehum” ayet-i kerimesinde de bu ölen kişi için,
“Allah’ın bağışlamasını, dilemektir.”
Şimdi sonuca geliyoruz bir, özet yapayım, gerçekten çok zor bir konu. İki türlü vasiyet var, Nisa süresi on birinci ve on ikinci ayetlerde, birincisi; Allah’ın yaptığı vasiyet ki, bir kişi öldüğü zaman Müslümanlar, yani bu Allah’ın yüklediği bir görev manasında vasiyet, Müslümanlar mirası nasıl pay edecekler? Allah burada ki paylara hiç dokundurmuyor, neyse o. Kim buna dokunursa, “cehennemi hak eder” diyor. Birde insanların yaptıkları vasiyet var, insanların yaptıkları vasiyet bir borç itirafıdır. Neden borç itirafıdır diyorsunuz? Çünkü şu ayette diyor ki Allah,
(2/ Bakara 182.Ayet)
“Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen” ,
“vasiyet eden bir kişinin başka tarafa meyletmesinden “ ya da
“günaha girmesinden kim korkarsa”,
işte günaha girmek, başka tarafa meyletmek ancak borç itirafında olur, başka şeyde olmaz. Yoksa bizim bildiğimiz geleneksel vasiyette, “bana niye az vasiyet ettin? Şuna niye çok vasiyet etin?” dava açmaya hakkı olmaz. Bundan dolayı Peygamberimiz(sav); “vasiyet edecek bir şeyi olanın, iki günden fazla, onu yazmadan yatması helal değildir” buyuruyor.
Katılımcı: Borcu olan.
Abdulaziz Bayındır: Borcu olan, borcu olan demektir. Borcu olmadığı zaman vasiyeti yazması diye bir şey söz konusu değil. Bundan dolayı Nisa, on birinci ve on ikinci ayette “vasiyetten veya borçtan sonra” diyor. Şimdi o borç dediğimiz, Bakara iki yüz seksen ikinci ve iki yüz seksen üçüncü ayete göre belgelenmiş borç.
Katılımcı: Hasta masta değil..
Abdulaziz Bayındır: Hastalık masta değil zaten. Yo yo hastalık söz konusu değil, hastalıkla bir alakası yok, o hastalık durumu özel hal. O yolculuk sırasın da hastalanıyor, ölmek üzereyse, orada mecburen iki kişi şahit tutuyor. Öyle noter tutmak yazdırmak, bakın Bakara iki yüz seksen iki de bir katip tutup yazdırıyorsunuz ayrıca şahit getiriyorsunuz ve siz söyleyip yazdırıyorsunuz. Ama yolculukta yazdırmak yok nerde yazacak imkan bulacaksınız yani yolculuğun özel şartları var. O bütün şeyler şartlar oluşmadığı için de onun özel bir yargılama usulü var. İşte şahitlerin o iki kişi şahitleri dinleniyor, ölenin yakınlarından iki kişi kalkıyor onların yanlış söylediğini söylüyor, onları nötürleştiriyor ve mallarını kurtarıyorlar. Dolayısıyla şimdi burada yine Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler olsun, bu dersleri çok sayıda da ilim adamı dinliyor iyi Arapça bilen insanlar dinliyor, onlar için şunu söylemek zorundayım, içiniz de de, iyi Arapça bilenler var biliyorum. Burada şu çok önemli, lütfen buna çok dikkat edelim, “Fe men hâfe min mûsın”, eğer önceki ayetlerle ilişkisi olsaydı “minelmusi”olurdu, elif lam olurdu mutlaka. Onun için bu “min mûsın” Nisa süresinin on birinci ayetin içerisindeki borç itirafında bulunan kişinin yaptığı ölmeden önce yaptığı şeyden bahsediyor.
Katılımcı: Her hangi bir borçtan bahsediyor.
Abdulaziz Bayındır: Her hangi bir borçlu, borç itirafın da bulunuyor. Bakara iki yüz seksen ikinci ayetteki gibi, belgelenmiş bir borç değil bu. Belgelenmiş olsa zaten gerek yok. Ona da itiraf zaten oda belgeleniyor, “benim şuna, şu kadar var” şahitlerle falan yazdırıyorsunuz. Şimdi, adam borç itirafında bulunurken birisine haksızlık yapılabilir. O zaman araya girilir, anlaştırılır. Orda anlaştırırken oranlara dikkat etmek gerekmez. Ama mirasta oranlara dikkat etmek gerekir. Mirasta müdahale ettiğiniz zaman, Bakara yüz seksen birinci ayete bakalım lütfen
(2/ Bakara 181.Ayet)
“Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh”,
“o mirastaki oranları kim değiştirirse günahı değiştirenedir” diyor,
ama borçlardaki miktarlarda değişiklik yapılabilir, çünkü vasiyet eden burada, alacaklar orda hepsi bir arda. Ondan dolayı burada diyor ki,
(2/ Bakara 182.Ayet)
“Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum”
yani bir vasiyet eden kişi alacaklılarına karşı haksızlık edilecek diye araya giriyor, aralarını buluyor, miktarlarla oynanabilir;
“biraz sen fedakarlıkta bulun, biraz da sen, biraz sen”,
burada günah yok. Çünkü burada miktarları Cenab-ı Hak bildirmemiş siz kendi aranızda anlaşabilirsiniz. Araya da birisi girip anlaştırabilir, ama miras oranlarıyla oynanmaz.
Katılımcı: Araya girene sevap var mı?
Abdulaziz Bayındır: Orada tabi ki sevap var, araya girene tabi ki sevap var. Ondan sonra diyor ki Allah’u Teala,
“innallâhe gafûrun rahîm”,
“Allah gafur ve rahimdir”
böylece inşallah anlatabilmişimdir. Ama Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler ediyorum, çok şükrediyorum, gerçekten benim bildiğim kadarıyla bilmiyorum, yani kitaplar da doğruyu söylüyorsa, bu ayetler herhalde ilk defa doğru anlaşılmış oldu, sonsuz şükürler olsun Allah’u Tealaya. Evet, ikinci bölümde devam ederiz inşallah.