Elhamdü lillahi rabbil alemin. Vel akibetü lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugünkü dersimizin ana başlığı olabilecek olan husus Peygamber SAV’in Kur’an’ı Kerim’i açıklama yetkisi var mıdır? Yok mudur? Öteden beri İslam âleminde şu konuda tam bir ittifak vardır. Tam bir icma vardır. Peygamberimiz SAV, Kur’an’da olmayan hususları kendisine gelen bir başka vahiyle açıklar. Kur’an’da olanları da açıklar. Yani iki türlü açıklaması vardır. Bir grup açıklaması Kur’an’ı Kerim’deki ayetleri açıklama şeklindedir. İkincisi de Kur’an’da olmayan hususları açıklama şeklindedir. Kur’an’da olmayanlara da, genellikle işte namazın rekâtları, namaz vakitleri gibi şeyler örnek gösterilir. Şimdi biz bugünkü ayetlerle Allah-u Teâlâ’nın ne dediğini anlamaya çalışacağız. Ve peşin olarak söyleyeyim göreceğiz ki, ne Peygamberimizin ne de bir başkasının Kur’an’ı Kerim’i açıklama yetkisi yoktur. Bunu baştan söyledikten sonra ilgili ayetleri okumaya başlayalım. Bakara suresinin 159. Ayetinden başlıyoruz. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor.
(2/ Bakara 159.Ayet)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâb ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn.”
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ”
“İndirdiğimizi gizleyenler”
“Minel beyyinât”
“Gerçeği açıklayan ayetler”
“ Vel hudâ”
“Doğruyu gösteren ayetler”
Açıklayıcı ayetlerle,yani muhkemle müteşabih ayetleri gizleyenler. Muhkemler huda denen ayettir, müteşabihler de beyyinat, yani muhkemi açıklayan ayetler.
“Min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâb”
“O ayetleri bu kitapta insanlara beyan ettikten sonra gizleyenler”
Beyan etmek, yani ortaya çıkarmak, göstermek, indirmek. Şimdi burada iki kelime birbirine karışacak. Yani mesela açıklama kelimesini kullanacağız. Falanca bir açıklama yaptı, denir Türkçemizde. Yani bir şeyi anlattı anlamına, yani başkalarının bilmediği bir şeyi anlattı manasına. Bir de şu konuyu açıkladı, halka gizli kalan şu konuyu açıkladı, denir. Yani biri şerh etme manasına, yani tefsir etme manasına açıklama, biri de olan bir şeyi dile getirme, insanlara duyurma manasında açıklama. İşte Türkçede de her ikisi aynı kelimeyle ifade ediliyor. Bundan dolayı da bir karışma meydana geliyor. Arapçada da beyyene kelimesi hem tefsir etme manasında kullanılıyor, hem de ifade etme anlamında kullanılıyor. Şimdi, ayetler bunun hangi manada kullanıldığını bize çok net bir şekilde ifade ediyor. Ama burada yapılması gereken Cenabı Hakk’ın emrine uymaktır. Yani sadece bir ayeti kerimeyi alarak bir konuyu anlamaya kalkışırsanız çok yanlış yapmış olursunuz. Yani Allah-u Teâlâ bunu kendisini Tanrı yerine koymak olarak değerlendiriyor. Biraz sonra ilgili ayeti okuruz inşallah.
(2/ Bakara 159.Ayet)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ”
“İndirmiş olduğumuz açıklayıcı ve doğruyu gösteren ayetleri”
“Min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâb”
“Bu kitapta insanlara onu açıkladıktan sonra gizleyenler var ya.”
Yani Kur’an’ı Kerim’de olmasına rağmen gizleyenler.
“Ulâike yel’anuhumullâh”
“Allah onlara lanet eder”
“Ve yel’anuhumul lâınûn”
“Lanet edenler de onlara lanet ederler.”
Lanet edenler kimmiş biraz sonra onu Cenab-ı Hak açıklayacak. Yani mesela bir yerde bir ayeti kerimeyi anlatmanız gerekiyor onu anlatmıyorsunuz, gizliyorsunuz. Gizlerseniz Allah-u Teâlâ lanet eder.
Şimdi İsa As’ın nüzulü ile ilgili, yani İsa As tekrar inecek diye bir inanç vardır biliyorsunuz. Onunla ilgili olarak… Evet, bunlar yazdıklarına göre söylemekte bir mahzur yok. Ebubekir Sifil bir yazı yazmış. Nüzul-u İsa diye. Bunu bir söyleşi şeklinde dergilerinde neşretmişler. Ali Rıza Demircan bunlara diyor ki, “Siz neden Maide suresinin 117. Ayetini yazmamışsınız?” Çünkü Maide suresinin 117. Ayetini yazarsanız tüm sistem çöküyor. Çok ısrar ettiği halde hala yazmış değiller. Çünkü Allah-u Teâlâ estauzubillah,
(3/ Ali İmran 55.Ayet)
“innî muteveffîke ve râfiuke ileyye” buyuruyor.
(Ali İmran suresi 55. Ayet 3/55) Ali İmran değil miydi? Nisa’da mıydı? Ali İmran’da mıydı?
Yahya Şenol: 56. Sayfa. Ali İmran 55.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet 56. Sayfada. Ali İmran 55. Evet.
“İz gâlallâhu yâ îsâ”
“Bir gün Cenab-ı Hak dedi ki, ey İsa”
“İnnî muteveffîk”
“Ben seni vefat ettireceğim”
“Ve râfiuke ileyye”
“Ve seni kendime yükselteceğim”
“Ve mutahhiruke minellezîne keferû”
“Seni şu kâfirlerin elinden kurtaracağım.”
Onların pisliğinden seni arındıracağım.
“Ve câılullezînet tebeûke fevgallezîne keferû”
“Sana uyanları bu kâfirlerden üstün kılacağım.”
“İlâ yevmil gıyâmeh,”
“Kıyamet gününe kadar.”
Şimdi, rafiuke, bu ayeti kerimeye… Sadece bu ayeti kerimeye bakarsanız buradan şöyle bir anlam çıkar. Seni vefat ettireceğim sözü hem ölüm manasına gelir, senin canını alacağım anlamına gelir, hem seni uyutacağım anlamına gelir.
Çünkü Zümer suresinin 42. Ayetinde Allah-u Teâlâ, estauzubillah
(39/ Zümer 42.Ayet)
“Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ”
“Allah ruhları ölümü sırasında çeker alır”
“Velletî lem temut fî menâmihâ,”
“Ölmemiş olan kişilerin de ruhunu uykusunda alır.”
Bu alır diye tercüme ettiğimiz kelime vefat kelimesidir. Şimdi ben seni vefat ettireceğim kelimesi tek başına ölüm anlamına gelmez. Ölürken de ruhlar alınıyor, uyuduğumuz zaman da alınıyor. Dolayısıyla sadece bu ayete dayanarak insanlar İsa As’ın yeniden geleceğini söyleyebilirler. Fakat Hud suresinin başındaki ayetler. 11. Sure. Bunlar son derece önemli hususlardır. Orada diyor ki Allah-u Teâlâ,
(11/ Hud 1.Ayet)
“Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet min ledun hakîmin habîr.”
“Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış,”
Yani hüküm ifade eden, şu şöyledir, bu böyledir diye. Mesela az önce vefat ettireceğim dedi, tamam, belli yani. Ama vefat ne? Açıklamaya ihtiyaç var.
“Summe fussılet”
“Sonra açıklanmıştır.”
Yani bu mana, fussilet ayırd edilmek demek, şimdi o vefatta iki tane mana var. Biri uyku, biri ölüm. Bunlardan hangisini Cenab-ı Hak kastetmişse, kastetmediğini ayıklıyor. Fussilet, o demek.
“Summe fussılet min ledun hakîmin habîr.”
“Hakîm ve habir tarafından tafsil edilmiş, yani netleştirilmiştir.”
Önce, acaba diye birtakım sualleriniz olur, sonra netleşir. Peki, bu açıklamayı Cenab-ı Hak niye yapıyor?
(11/ Hud 2.Ayet)
“Ellâ tağbudû illallâh,”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”
Açıklamayı Allah yapmaz da insanlar yaparsa kim olursa olsun karşı taraf onu Allah’ın açıklaması zanneder, Allah’a itaat ettiği düşüncesiyle bir insana itaat eder. O insan kendisini Allah’ın yerine koymuş olur, bu çok ağır bir sorumluluktur. Çok ağır bir sorumluluktur. Şimdi dolayısıyla burada bir ayet gördüysek,
“ey İsa ben seni vefat ettireceğim” görüldüyse, mutlaka bu vefat ettirmenin manasını Cenab-ı Hak mutlaka bir başka yerde açıklamış olması lazım. Niye? Çünkü orada ne dedi? Hud suresinde. Önce muhkem yani belli, anlaşılır bir ifade, ama açıklamaya ihtiyacı var. Çünkü vefatın iki ayrı manası var.
(11/ Hud 1.Ayet)
“Sümme fussilet”
“sonra ayıklanmıştır.” Yani o hangi mananın kastedildiği ifade edilmiştir. Kimin tarafından?
“Min ledun hakîmin habîr.”
“Hakîm ve habir tarafından,”
yani Allah tarafından ifade edilmiştir. Allah öyle dediğine göre bize düşen nedir? Açıklamayı kendimiz yapmamalıyız. Buradaki vefat kelimesinin anlamını Kur’an’ı Kerim’den öğrenmeliyiz. Acaba Allah-u Teâlâ burada neyi kastetti? Neyi kastetti dediğimiz zaman bakın hemen Maide suresinin 117. Ayetini açarsanız görürsünüz. 126. Sayfada.
(5/ Maide 116.Ayet)
“Ve iz gâlallâhu yâ îsebne meryeme”
“Bir gün Allah-u Teâlâ diyecek ey Meryem oğlu İsa”
“E ente gulte linnasittehızûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh,”
“Allah’la kendinizin arasına beni ve annemi iki ilah olarak koyun dedin mi sen?”
Ona iki ilah olarak tutunun dedin mi? Diye soracak.
“Gâle subhânek”
“İsa As diyecek ki ya Rabbi ben sana boyun eğerim”
“Mâ yekûnu lî en egûle mâ leyse lî bihagg,”
“Hakkım olmayan bir şeyi ben nasıl söylerim?”
Yani böyle bir şeyi ben nasıl söylerim?
“İn kuntu gultuhû fegad alimteh,”
“Eğer demişsem sen kesin olarak bunu bilirsin”
“Tağlemu mâ fî nefsî ve lâ ağlemu mâ fî nefsik,”
“Sen bende olanı bilirsin”
Ben tabi 116’dan başladım ki olay anlaşılsın, 117 ye geleceğiz biraz sonra.
“Ben sende olanı bilmem, sen beni bilirsin ama ben sende olanı bilmem, sen bildirirsen bilirim tabi”
“inneke ente allâmul ğuyûb.”
“Gaybları bilen sensin”
(5/ Maide 117.Ayet)
“Mâ gultu lehum illâ mâ emartenî bihî”
“Sen bana neyi emrettiysen onlara sadece onu söyledim” O da nedir?
“Eniğbudullâhe rabbî ve rabbekum,”
“Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kul olun dedim”
“ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim,”
“İçlerinde yaşadığım sürece onlara şahittim”
Ne demek? Ne dediklerini duyuyordum, biliyordum. Yaşarken ne dediklerini duyup biliyordum.
“Felemmâ teveffeytenî”
“Ne zaman sen beni vefat ettirdin”
“Kunte enter ragîbe aleyhim,”
“Onlar üzerinde gözcü sen oldun ya Rabbi,” Sadece sen.
“Ve ente alâ kulli şey’in şehîd.”
“Sen her şeye zaten şahitsin.”
(5/ Maide 118.Ayet)
“İn tuazzibhum feinnehum ıbâduk,”
“Onlara azap edersen onlar senin kullarındır”
“ve in tağfir lehum feinneke entel azîzul hakîm”
“Bağışlarsan sen güçlüsün, doğru karar verirsin.”
(5/ Maide 119.Ayet)
“Gâlallâh”
“Allah-u Teâlâ şöyle diyecektir”
“hâzâ yevmu yenfeus sâdigîne sıdguhum,”
“Bu doğruların doğruluğunun fayda verdiği gündür.”
Bu hangi gün? Mahşer günü. Bakın mahşer günü ne diyor İsa As? Sen beni vefat ettirdiğin zaman. O zaman buradaki vefat hangi anlama geliyormuş? Ölüm anlamına geliyormuş. Artık uykuya bir ihtimal var mı? İsa As’ın o vefattan sonra dünyaya gelmesine ihtimal var mı? Ama bu ayetleri yazdığınız zaman İsa tekrar gelecek diyemiyorsunuz. Onu demek için bunları yazmamanız gerekiyor. Gizlemeniz gerekiyor. İşte Ali Rıza Hoca, bugün tekrar sordum ona, dedim hani bu akşam konuşacağım, yanlış bir şey söylemeyeyim. Israrla söylediği halde, internete de baktım. Yazılmamış. Evet, şimdi tekrar ayetimize dönüyorum. Bak ne diyor Allah?
(2/ Bakara 159.Ayet)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ”
Bakın beyyinat, açıklayıcı olan ayetler. Az önce açıklayan hangi ayetti? Son ayet değil mi?
“Vel huda”
“Doğruyu gösteren.”
Bunları gizleyen, ikisini… Birisini gizlemen zaten yetiyor.
“Min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâb”
“İnsanlar için onu Kur’an’ı Kerim’de açıkladıktan sonra”
Kur’an’da yazılıysa, bitti. Şimdi birçok kimse bize der ki, “ya kardeşim, yani bunları açıklamanın zamanı mı?” Zamanı gelmeseydi Allah indirmezdi ki. Allah indirmişse zamanıdır. Bitti. Bu işin sağı solu yok. Peki, gizleyenlerin durumu neymiş? Diyor ki Allah-u Teâlâ,
“Ulâike yel’anuhumullâh”
“Allah onları lanetler” Allah onları dışlar diyor.
“Ve yel’anuhumul lâınûn.”
“Lanetleme durumunda olanlar da lanetlerler.”
(2/ Bakara 160.Ayet)
“İllellezîne tâbû ve aslehû ve beyyenû”
“Ama tevbe eden, durumunu düzelten” Bu yetiyor mu? Hayır.
“Ve beyyenu.”
“Ve de o açıklamadığı ayeti açıklayacak.”
Sen onu açıklamadıktan sonra git… Mesela böyle bir makale yazmış dün, İsa As inecek diye. Ayetin birini yazıyorsun, öbürünü yazmıyorsun, ikisini yazsan zaten o makaleyi yazamazsın. Git sen kulağından tavana çiviyle çak, sabaha kadar kulağını aşağı sallan, estağfirullah de, Cenab-ı Hak senin hiçbir günahını affetmez. Öyle şey yok. Açıklayacaksın. Açıklayacaksın!
“Ve beyyennu” diyor.
Yani ezharu manasına. Burada…. Diyeceksin ki bak bu ayet de var. Açıkladıktan sonra
“Feulâike etûbu aleyhim,”
“Onların tevbelerini kabul ederim.”
Açıklamadan yok. Bakın mesela şeytanla ilgili ayeti kerimede Cenab-ı Hak ne diyor. Şeytan insanlara ne diyor?
(59/ Haşir 16. Ayet )
“Kemeselişşeytâni iz gâle lil insânikfur,”
“Şeytan gibi ki, insana kâfir ol diyor”
“Felemmâ kefera gâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel alemîn.”
“Adam kâfir olunca, ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım diyor”
Öyle değil, bunu gidip o adama söyleyeceksin. O kişiye söyleyeceksin. Ondan sonra tevbe edeceksin. Öyle şey olmaz. Önce yaptığını bir temizleyeceksin, sonra ya Rabbi beni affet diyeceksin.
Şimdi… Gizlemek… Şimdi şurada bir kalem var. Görüyorsunuz değil mi bu kalemi? (kalemin önüne bir kâğıt koyduktan sonra) şimdi görüyor musunuz? Ne yaptım? Gizledim değil mi? Bunun bir başka ifadesi nedir? Küfürdür. Örtmek. Gizlemekle örtmek. Şimdi bakın ayette ne diyor Allah-u Teâlâ.
(2/ Bakara 161.Ayet)
“İnnellezîne keferû ve mâ tû ve hum kuffâr”
“Örtmüş olarak ölenler”
“Ulâike aleyhim lağnetullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeîn.”
Şimdi bakın az önce lanet edenler lanet eder dedi ya, lanet edenlerin kim olduğunu burada açıklıyor. Diyor ki,
“Ulâike aleyhim lağnetullâh”
“Allah’ın laneti”
“Vel melâiketi”
“Meleklerin laneti”
“Ven nâsi ecmeîn.”
“Tüm insanların laneti onun üzerinedir.”
Çünkü insanları yanlış yola yönlendirdin, o insanların doğruyu bulmasına mal oldun. Bugün Müslümanlar İslam diye, şeriat diye asırlardır Kur’an’la sünnetle uzaktan yakından alakası olmayan şeyleri uyguluyorlar. Bu konuda o kadar ayetler gizleniyor ki. Siz biliyorsunuz, her derste açıklaya açıklaya, yani onları, o gizlenenleri ortaya koya koya bitiremiyoruz. Yani bu kadar da çok olur mu? Her derste olmaz değil mi bu? Bir tane olmuyor. Birkaç tane geliyor peş peşe. Ama asırlardır ihmal edilmiş. Asırlar. Fakat gizlemenin bakın şu iki ayeti tekrar birlikte okuyayım da gizlemenin ne demek olduğu iyice ortaya çıksın. Bak birinci ayette dedi ki,
(2/ Bakara 159.Ayet)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn.”
“İndirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve doğruyu gösteren ayetleri bu kitapta açıkladıktan sonra,”
bu kitapta ortaya koyduktan sonra, açıklama demeyelim de,
“Ortaya koyduktan sonra gizleyenler var ya, onlara Allah lanet eder ve lanet etme durumunda olanlar lanet eder.”
Şimdi bu ayeti aşağıdaki ayet açıklıyor biraz daha. Diyor ki,
(2/ Bakara 161.Ayet)
“İnnellezîne keferû”
“O ayetleri örtenler” Yani kâfir olanlar manasına.
“Ve mâ tû ve hum kuffâr”
“Onları örtmüş olarak ölenler, açıklamadan ölenler”
“Ulâike aleyhim lağnetullâh”
“Onların üzerinde Allah’ın laneti vardır.”
Yani Allah onları dışlar, yüzlerine bakmaz. Dışladığı kişiyi affeder mi?
“Vel melâike”
“Meleklerin de laneti”
“Ven nâsi ecmeîn.”
“Bütün insanların laneti onların üzerindedir.”
(2/ Bakara 162.Ayet)
“Hâlidine fîhâ,”
“O lanetin içerisinde sürekli kalırlar.”
“Lâ yuhaffefu anhumul azâb”
“Bu azap onlardan hafifletilmez.”
“Ve lâ hum yunzarûn.”
“Onların yüzlerine de bakılmaz.”
Öyleyse demek ki bizim görevimiz ayetleri gizlememek, açıklamak.
(2/ Bakara 163.Ayet)
“Ve ilâhukum ilâhun vâhıd,”
“Sizin ilahınız bir tek ilahtır.”
“Lâ ilâhe illâ huver rahmânur rahîm.”
“Ondan başka ilah yoktur, rahman ve rahim olan odur.”
Akşam namazını biraz son vakte doğru şey yapacağız. Biliyorsunuz Peygamberimiz kırmızı şafağın kaybolmasına kadar kılınabileceğini söylemiştir. Herhalde haftaya düzelir zannedersem.
Şimdi bir de şu ayete bakalım. 174. Ayet aynı sure. Hemen bir sayfa çeviriyorsunuz.
(2/ Bakara 174.Ayet)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu minel kitâb”
“Allah’ın bu kitapta indirdiğini gizleyenler”
“Ve yeşterûne bihî semenen galîla”
“Onun karşılığında küçücük bir karşılık alıyorlar.”
Bir itibar, bir şu… Neyse artık, bir menfaat. Yani doğruları bir insan söylemiyorsa bir maksadı vardır elbette ondan. Bile bile söylemiyorsa. Bir hedefi vardır. Oradan da bir şeyler alır.
“Ulâike mâ yeé’kulûne fî butûnihim illen nâr”
“Bunlar karınlarını sadece ateşle dolduruyorlar”
“Ve lâ yukellimuhumullâhu yevmel gıyâmeh.”
Şimdi o dışlamanın ne olduğunu da daha da açıklıyor.
“Allah onlarla kıyamet günü konuşmayacak”
“Ve lâ yuzekkîhim,”
“Onları tezkiye etmeyecek, arındırmayacak”
“ve lehum azâbun elîm.”
“Onlar için acıklı bir azap vardır.”
(2/ Bakara 175.Ayet)
“Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ”
“Bunlar hidayeti verip sapıklığı satın alanlardır.”
“Vel azâbe bil mağfirah,”
“Mağfiret karşılığında da azabı alanlardır.”
“Femâ asberahum alen nâr.”
“Bunlar ateşe karşı ne kadar da sabırlıymışlar.”
Evet, şimdi, buralarda beyyene kelimesi geçti, Arapça bilenler için ifade edeyim. Burada beyyene, beyyennahu. Beyyene, ortaya çıkarmak, göstermek, anlatmak, ifade etmek. Şimdi Peygamberimiz SAV’in Kur’an’ı Kerim’i açıklama yetkisi vardır diyenlerin dayandığı bir ayet var. Şimdi o ayeti açık… Tek bir ayete dayanırlar. Tek bir ayetle hüküm vermek var mı? Allah bunu kabul ediyor mu? Etmiyor. Evet, oradaki beyyene kelimesini Allah-u Teâlâ acaba hangi anlamda kullanmış? Beyyene kelimesinin, evet bizim yani bir şeyi şerh etme, tefsir etme manasında açıklama anlamı var, yok değil. Ama az önceki vefat kelimesinin de iki tane anlamı vardı değil mi? Beyyene ortaya koyma manası da var, öbürü de var. Ama Allah-u Teâlâ hangi manayı kastetmiş? Şimdi bakın 271. Sayfa. Nahl suresi, 43-44.
(16/ Nahl 43.Ayet)
“Ve mâ erselnâ min gablike illâ ricâlen nûhî ileyhim”
“Senden önce elçi olarak gönderdiklerimiz kendilerine vahiyde bulunduğumuz erkeklerden başkası değildi.”
“Fes’elû ehlez zikri”
“Ehli zikre sorun”
Bu ehli zikir kimdir? Ehli kitaptır. Niye? Allah-u Teâlâ indirdiği kitapların tamamına zikir adını vermiştir. Peki, burada zikir kelimesini kullanmasının özel bir manası var. Ve diyor ki, estauzubillah.
(42/Şura 13. Ayet )
“Şeraa lekum mined dîni mâ ves sâ bihî nûhan”
“Allah Nuh’a neyi emrettiyse sizin için de bu dinin şeriatı yaptı.”
O zaman bütün kitaplar da aynı şeyi anlatıyor.
(16/ Nahl 44.Ayet)
“Bil beyyinâti vez zubur,”
“Mucizelerle ve kitaplarla gönderdi o rasulleri”
“Ve enzelnâ ileykez zikra”
“Sana da bu zikri indirdik.”
Bakın burada da ez zikir, yukarıda da ehli zikir. Arapça bilenler için söylüyorum. Yukarıda ehli zikir, burada da ez zikir. O zikrin aynısını aynı kitabı sana da indirdik. İşte Nuh’a ne indirdiyse sana da onu indirdi. Ufak tefek değişiklikleri var tabi o ayrı. Ama ana gövde değişmiyor. Niye?
“Litubeyyine linnâs”
“Şu insanlara beyan edesin diye”
“Mâ nuzzile ileyhim”
“Kendilerine indirilmiş olanı”
“Ve leallehum yetefekkerûn.”
“Belki tefekkür ederler.”
Şimdi bu ayette acaba, bu ayeti sana indirdik ki sen ayeti şerh edesin, açıklayasın. Öyle mi? Bakın Hud suresinde ne dedi Allah-u Teâlâ. Ben açıklarım dedi. Zaten açıklanması bize düşer diye başka ayetler de var. Neyse o kadarına daha sonra gideriz de, şuradan bakın, bu ayetle Maide 15. Ayeti karşılaştıralım. Benzerliklerden hareket, işte müteşabih ayetler bunlar. 109. Sayfa. Şimdi bu ehli zikir kimdi? Ehli kitap’tı değil mi? Kendilerine çünkü… Zikir kelimesi mecburen ehli kitap kabul edeceğiz başka çaresi yok. Sana da bu zikri indirdik, onlar da zikir ehli. Yani Peygamberimize indirilen zikir nedir? Yani kitap, Allah’ın son kitabı. Onlar da zikir ehli, onlar da ehli kitap demektir yani. Şimdi bakın burada ne diyor?
“Yâ ehlel kitâb” Bu ya ehlel zikir manasına gelmez mi?
“Ey kitap ehli,” ey kendilerinde o zikir bulunanlar.”
“Gad câekum rasûlunâ”
“Size elçimiz geldi.”
“Yubeyyinu lekum”
“Size gösteriyor”
diyeceğiz artık, açıklıyor karışmasın diye. Bakın burada da yubeyyinu, öbür ayette de tübeyyin. Aynı. Aynı kalıbın birisi ikinci şahsı, birisi üçüncü şahsı, o kadar. Fiil aynı fiil, anlam aynı anlam.
“yubeyyinu lekum”
“Size gösteriyor” diyelim, açıklıyor demeyelim de karışmasın.
“Size gösteriyor”
“Kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâb”
“Sizin o kitaptan gizlediğiniz birçok şeyi size gösteriyor.”
Çünkü aynı kitap olduğu için. Bakın işte ayetler şunlar, şunlar. Siz onları gizlemişsiniz. Şimdi mesela Kur’an’ı Kerim’e bakın, Kur’an’ı Kerim’de olan hükümlerin çoğusunu Tevrât’ta ve İncil’de bulamazsınız. Şimdi bakın burada
“yubeyyinu lekum,” orada “yubeyyinu linnas.” Arapça bilenler için “yubeyyinu lekum” ile “yubeyyinu linnas” arasında fazla bir fark yok. Çünkü buradaki linnas bir önceki ayetteki kişileri gösteriyor. Evet.
“Ve yağfû an kesîr,”
“Çoğusunu da affediyor”
Yani bir kısmını da affediyor. Bu da Mesih olayıdır. O mesihle ilgili konuşmalarımız da önce çok olmuştu, ona girmiyorum. Arzu edenler kurandersi.com sitesinden ilgili videoları dinleyebilirler. Şimdi Peygamberimiz SAV kendisine kitap verilmiş olan insanları bakın yubeyyinu aynı kelime, aynı kelimeyle anlatıyor. Şimdi bu yetmedi. Yetmedi bu. Daha da açıklama gerekiyor. Onun için Ali İmran suresinin 178 olabilir yanlış hatırlamıyorsam. 187. 178 değilmiş. 8le 7yi hep böyle yer değiştiriyorum devamlı. Burada diyor ki Allah-u Teâlâ, Bakın aynı ifadeler.
(3/ Ali-imran 187.Ayet)
“Ve iz ehazallâhu mîsâgallezîne ûtul kitab”
“Allah kendilerine kitap verilmiş olanlardan kesin söz aldığında”
“Letubeyyinunnehû linnâs”
“Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız” Açıklama ne demek?
“Ve lâ tektumûnehu,”
“Gizlemeyeceksiniz”
Yani burada vela tektumunehu diyerek bunun tefsir manasına olmadığını, ortaya çıkarmak, gizlememek manasına olduğunu gösteriyor.
“Fenebezûhu verâe zuhûrihim”
“Ama bunları sırtlarının arkasına attılar, gizlediler.”
Hocanın birisine şunu söyledim. Adım adım onların isimlerini de açıklarım ama şu anda açıklamayayım. İlerisinde açıklarım inşallah. Şu anda gerek yok. Dedim ki, şu mezheplerin Kur’an’ı Kerim’e çok açık ve net bir şekilde aykırı olan görüşlerini ayıklasak bunlardan hangisi kalır? Dedim. Yani aykırılığı tartışılmayacak şeyleri ayıklasak hangisi kalır? Bundan ilerisini anlatırsam işaretlerden kim olduğunu birçoğunuz hissedersiniz ondan sonrasını sadece özetleyeyim. Yeri geldiği zaman tamamını anlatırım inşallah. Yavaş yavaş, yani alıştıra alıştıra. Bir iki kelimeden sonra dedi ki, benim işim var dedi, kalktı gitti. Çünkü söyleyecek sözü yok. Bir başka arkadaş geldi dedi ki, üstad dedi, hazmedemiyorum dedi, hep sen haklısın, herkes haksız da sen mi haklısın? Dedim bak dünyada benden daha kötü senden daha iyi durumda olan hiç kimse olmaz. Bu kitapların tamamı seni tasdik ediyor. İslam âlemindeki mevcut üniversitelerdeki bütün hocalar senin gibi düşünüyor. Bütün makaleler senin dediğin gibi yazılıyor. Ben de tek başıma kalmışım. Benden daha kötü durumda olan bir insan olur mu? O zaman iki satır yazarsınız. İspatlarsınız benim yanlış yaptığımı. Haklısın dedi, kalktı gidiyor. Yo öyle kalkıp gitmek yok dedim. Haklısın la olmaz. Ya kesin sesinizi, ya da cevap verin. Yanlış mı? Öyle laf konuşmak kolay. Vatandaşı mesela Ramazan’da yapıldığı gibi teravih konusunda. Vatandaşı bize karşı böyle şey yapmak, efendim düşmanca tavırlar içerisine sokmak, nice camilerde imamlar, hutbelerde bizi kâfirlikle suçladılar. Nice vaizler… Birisi çıktı televizyonda bu en azından zındıklıktır dedi. Ne kadar kolay bu suçlamalar. Hadi bakalım niye bunlardan hiçbir tanesi şöyle bir kırıntı bir ilimle karşımıza çıkamadı. Arkamızda konuşmak kolay, çıkın bakalım karşımıza, bir tane küçücük bir bilgiyle çıkın bakalım. Şimdi de gene söyledikleri şu. Canım herkes yanlış da sen mi doğrusun? Tamam, kardeşim, buyurun. Doğru olduğunuzu ortaya çıkarın gösterin. Ne mani var? Şimdi bakın, “gizlemeyeceksiniz” diyor Allah-u Teâlâ,
(3/ Ali-imran 187.Ayet)
“Fenebezûhu verâe zuhûrihim”
“Bu emri sırtlarının arkasına attılar.”
“Veşterav bihî semenen galîlâ,”
“Bunun karşısında az bir ödül aldılar, karşılık aldılar.”
Çünkü doğruları söylemediğin zaman bir iki aferin oluyor. Doğruları söylemek baştan fatura ödemeyi gerektirir. Ama o faturayı ödediğin zaman da malın sahibi oluyorsunuz. Sonra da o malın sahibi olmanın zevkini yaşatıyor Cenab-ı Hak sana. O faturayı, çünkü faturasını ödemişsin. Ama ben hiç öyle yapmak istemiyorum, hep böyle şey yapacağım dersen onun bunun kapısında dilenmeye devam edersin ömür boyu.
“Febié’se mâ yeşterûn.”
“Satın aldıkları şey ne kötüdür.”
Bizde de demek ki, Peygamber efendimize litübeyyine demesinin manası şerh etmek değil. Neymiş? Gizlememek, açığa çıkarmak. Peki, şerh etmek nedir? O yok mu? O da var. Onun da prensibini Cenab-ı Hak koymuş. Onu da beyan ediyor Peygamberimiz. Kur’an’ı Kerim’de işte az önce okuduk ya, buradaki teybinin manası nedir? Ona baktık. Bulduk. Şerh etmek değil tefsir etmek değilmiş, gizlememekmiş. Tefsir kimin işi? Allah-u Teâlâ’nın işi. Peki, Allah’ın nasıl tefsir ettiğini anlamamız için ilgili ayetleri bulduğumuz zaman problem çözülüyor. Geçen hafta biliyorsunuz,
(2/ Bakara 158.Ayet)
“İnnes safa vel mervete” ayeti kerimesini okumuştuk hatırlarsanız. İşte
“Safa ile Merve Allah’a kulluğun simgelerindendir ki, bu beyti hacceder ya da umre yaparsa ikisi arasında sa’y etmesinde günah yoktur.”
Ayetini okuduğumuz zaman sırf bu ayete dayanıldığı için bunu açıklayan ayete hiç kimse bakmadığı için maalesef hiç kimse ona bakmadığı için mezheplerin bu ayet karşısında nasıl şaşkınları oynadığını burada anlattık. Peygamber SAV’in “Allah size sa’yi farz kıldı, sa’y edin” emrine de bir kaynak bulamadıkları için nasıl sıkıntıya girdiklerini gördük. Hâlbuki Peygamberimiz SAV, bu konu da mesela ilk inen geçen hafta iki ayetten bahsettik değil mi? Şimdi geçen hafta söylemediğim bir şeyi söyleyeceğim şu anda. Allah-u Teâlâ Taha suresinin 114. Ayetinde, bu ayeti okuduk ama o ayete bağlı olarak söylemediğim bir şey var. Taha 114’te, açalım isterseniz, hatta 113’le birlikte okursak daha iyi olur. 20. Sure. 319. Sayfa. Diyor ki
(20/Taha 113.Ayet)
“Ve kezâlike enzelnâhu gur’ânen arabiyyen ve sarrafnâ fîhi minel veîdi leallehum yettegûne ev yuhdisu lehum zikrâ.”
“İşte bunu Arapça bir Kur’an olarak indirdik, onda çeşitli tehditleri böyle ara ara tekrarladık, döne döne anlattık, belki kendilerini korurlar ya da onlar için bir bilgi ortaya çıkar.”
İşte o bilginin ortaya çıkması Safa-Merve şeyiyle ilgili.
(20/Taha 114.Ayet)
“Feteâlallâhul melikul hagg,”
“Allah-u Teâlâ pek yücedir.”
“Ve lâ tağcel bil gur’âni min gabli ey yugdâ ileyke vahyuhu,”
“Sana vahyi tamamlanmadan Kur’an’la hükmetmekte acele etme”
Kur’an ayetler kümesi, daha önce defalarca şey yapmıştık.
“Vahyi tamamlanmadan acele etme”
Yani malzeme tamamlanmadan yemek pişirme demek gibi bir şeydir. Şimdi Peygamber SAV’e ilk inen ayet Bakara suresinin 196. Ayetidir. O Peygamberimiz Hudeybiye’deyken inmiştir.
(2/ Bakara 196.Ayet)
“Ve etimmul hacce vel umrate lillâh,”
“Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın.”
Peygamberimiz o zaman, oraya kadar geldi geri döndü. Haccı ve umreyi. Oraya sadece umre için geldi. Yani rivayetlerde vardır. Bana göre hac için gelmiştir, fark etmez. Bir tek şey için geldi. Ama emir haccı ve umreyi tamamlayın şeklinde. Peygamberimiz buradaki, “haccı ve umreyi tamamlayın” ın anlamını bilmediği için, yani onu açıklayan ayeti bilmediği için hiçbir şey konuşmamıştır. Veda haccında iken işte şimdi okuduğumuz ayetler indi.
(2/ Bakara 158.Ayet)*
“İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh,”
Çünkü Hac ve umre yapanlar Safa ile Merve arasında sa’y etmiyorlardı. Oradaki putlardan dolayı insanların sa’y ettiğini zannediyor ve yapmıyorlardı. Sonra şu ayet indi ki,
Safa ile Merve Allah’a kulluğun simgelerindendir. Kim hac ya da umre yaparsa bu ikisi arasında sa’y etmesinde günah yoktur.
Deyince eksiğin ne olduğu ortaya çıktı. Hac ve umrede müşterek olan eksikliğin ne olduğu ortaya çıktı. O zaman “Ve etimmul” emri Peygamberimiz, artık o emir açıklandığı için, üç sene önce inmiş olan o emir açıklandığı için, ne dedi? innallàhe ketebe aleykümüs-sa’y fe İs’av
(“İs’av, feinnallàhe ketebe aleykümüs-sa’y” Ahmed ibn-i Hanbel)
Allah size sa’yi yazdı, sa’y edin.” İşte bu iki ayetten bir bilgi ortaya çıktı. Yani iki çarpı üç ne yapar? Altı. Altı ne ikidir, ne üçtür. Ama ikisinin sonucudur. Peygamberimizin hadisi de “Allah size sa’yi farz kıldı, say edin.” Ne o ayettir, ne öbür ayettir. Ama ikisinin sonucudur. İşte bir bilgi ortaya çıkmış oluyor. Bu bilgi o ayetlerin gereğidir. Şimdi iki kere üç altı dediğiniz zaman bana göre diyebiliyor musunuz? İşte burada da bana göresi yok, sana göresi yok. O ayetlerin sonucudur. Kesin. Çünkü Allah’ın açıklamasıdır o. Dolayısıyla Peygamberimiz SAV bize Allah’ın yaptığı açıklamayı bize göstermiştir. Bundan dolayı son söz… bir dakikam kaldı hesabıma göre… Kur’an’ı Kerim’de bizim tefsir manasına kullanılan kelime tafsil’dir. Tafsil. Fassala. O fassala fiillerinden hiçbir tanesinin faili Peygamberimiz değildir. Ama beyyene’nin faili Peygamberimiz de vardır, diğer insanlar da vardır. Fassala’nın… Peygamberimizin faili olduğu bir tek fassala cümlesi yoktur Kur’an’ı Kerim’de. Neyse bu kadar dar bir zamanda ancak bu kadar oldu. Şimdi namaza geçiyoruz.