Vel akıbetu lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Bugün birçok kimsenin zihnini karıştıran şehitlerin ölmemesi konusuyla ilgili ayetleri okuyacağız.
Bakara suresinin 154. ayeti şöyle.
Estauzubillah.
(2 / Bakara 154. Ayet)
“Ve lâ tegûlû limen yugtelu fî sebîlillâhi emvât, bel ahyâun ve lâkin lâ teş’urûn.”
“Allah yolunda öldürülenlere, ölüler demeyin. Onlar diridirler ama siz onu anlayamazsınız.”
Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Şimdi öldürülüyor görüyorsunuz, yani alıyorsunuz götürüp kabre defnediyorsunuz. Peki, neden Cenab-ı Hak, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin” diyor? Çünkü onlar gerçekte ölmüyorlar.
“Ve lâkin lâ teş’urûn” da diyerek, onların diriliğini bizim anlayamayacağımızı ifade ediyor.
Şimdi burada çok önemli bir takım hususlar var. Bu tür konularda insanlar fazlaca efsane uydururlar, sınırları aşar, yoldan çıkarlar.
Allah-u Teâla’nın bir kuralı var. Der ki, Estauzubillah
(6 / En’am 160.Ayet)
“Men câe bil haseneti felehû aşru emsâlihâ”
“Kim bir iyilik yaparsa onun alacağı yaptığının on katıdır”
“ve men câe bis seyyieti”
“kim de kötülük yaparsa, kötülükle gelirse”
“felâ yuczâ illâ mislehâ”
“onun denginden başka, onun mislinin dışında bir cezaya çarptırılmaz.”
Yani onun, yani işlediği suçun cezası o suçun dengidir. Yaptığı iyiliğin cezası, onun on katıdır. Bir de, bu yapılan iyilik eğer Allah yolunda olursa, bunun katları çok yükseklere kadar çıkıyor.
Mesela diyor ki, Estauzubillah
(2 / Bakara 261.Ayet)
“Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâh”
“Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği”
“kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile”
“yedi başak bitirmiş olan bir buğday tanesine benzer”
“ fî kulli sumbuletin mietu habbeh”
“her başakta yüz buğday tanesi olur”
“ vallâhu yudâıfu limen yeşâé’”
“Allah gereken çalışmayı gösterenlere bunun katlarını verir.”
Yani Allah yolunda olduğu zaman katlarının nereye kadar çıkacağı belli olmaz.
Şimdi şehit diyoruz da o kelime de yanlış. Şehit dediğimiz zaman anlaşılanla, Allah yolunda öldürülmüş dediğimiz zaman anlaşılan arasında bir fark var. Burada Allah yolunda öldürülen, yani kişi canını o yolda feda ediyor. Şimdi matematik hesabı, kimin matematiği kuvvetli ise – öndeki oturanların kuvvetli olması lazım arkadakiler de öyledir herhalde- şimdi bakın matematik hesabı yapın. Savaşta yani herhangi bir durumda Allah yolunda canınızı veriyorsunuz. Allah yolunda canınızı veriyorsunuz. Öleceğinizi bile bile, ölebileceğinizi bile bile – ya da öleceğiniz demeyelim ölebileceğinizi bile bile- mücadeleye giriyorsunuz. Allah rızası için. Ve öldünüz. Ne yapmış oldunuz? Allah’ın huzuruna bir iyilikle gittiniz değil mi? O iyilik nedir? Canınızı vermektir. Farz edin ki yirmi sene daha yaşama imkânınız vardı – tabi siz bilmiyorsunuz ömrünüzün ne kadar olduğunu onu Allah-u Teâla biliyor- yirmi sene daha yaşayabilecektiniz, o yirmi senelik ömrünüzü Allah yolunda harcadınız. Peki, Cenab-ı Hak buna karşılık onun dengi en az on katını vereceğine göre ne verir? İki yüz senelik ömür verir değil mi? Peki bu kişinin canını Allah yolunda vermiş olması için ölmesi gerekmiyor mu? Ölmeden canını Allah yolunda vermiş olmaz. Dolayısıyla bizim açımızdan nedir bu kişi? Ölmüştür. Peki, Allah-u Teâla açısından niye ölmemiştir? Çünkü Cenab-ı Hak diyor ki, “kim bir iyilik yaparsa onun on katı” -ki en az on katı daha yukarılar da var- Allah-u Teâla verdiği sözden cayar mı? Caymadığına göre bu kişinin yirmi senelik ömrü varsa, buna iki yüz senelik ömür kesin verir. Kesin verir. Şimdi biz bunlara inanmak zorunda olan insanlar değil miyiz? Yani Allah bu kuralı kitabına koymuş mu? Öyleyse biz bu kitaba inanıyorsak -ki elhamdülillah inanıyoruz- Allah yolunda canını veren kişi en az on kat hayat kazanmış oluyor. Ve daha fazlasını. O zaman mecburen siz Allah yolunda öldürülenlere ölü diyemeyeceksiniz. Çünkü Allah ona o yaptığı iyiliğin en az on katını vereceğine söz vermiş, siz de buna inanan insanlarsınız. İnandığınıza göre buna ölüler diyemezsiniz.
E peki, bize göre ölmüş? Allah buna bir hayat bahşediyor. Onun için diyor ki,
(2 / Bakara 154.Ayet)
velakin la teş’urun”
“ama siz onu anlayamazsınız”
Yaşar ama siz yaşadığını fark edemezsiniz.
Anlayabildik mi şimdi, matematik hesap tamam mı? Anlayamadık mı? Bir daha anlatayım.
Katılımcı: Nerde yaşar?
Abdulaziz Bayındır: Ha nerde yaşar? Matematiği anladıysan, ondan sonrası kolay. Onunla ilgili ayetleri okuyacağım. Nerde yaşar sorusunu… soru oysa kolay. Şimdi, yaşar. Nerde yaşar da, Cenab-ı Hak elbette ki Kuranı Kerimde açıklayacak değil mi? 3. Surenin 169. Ayetini açın. 71. Sayfa. Diyor ki burada Allah-u Teâla,
(3 / Âli-imran 169.Ayet)
“Ve lâ tahsebennellezîne gutilû fî sebîlillâh”
“Allah yolunda öldürülenler”
bakın burada ölen ifadesi değil dikkat edin. Ölmek zaten kaderde var, herkes için bu söz konusu. Ölümden kurtulma diye bir şey yok. Ama bu kişi bu işin içine girmezse yaşayabileceğini bildiği halde kendi inancına göre, belki o anda ömrü bitmiş mi bitmemiş mi o ayrı bir konu. Bu kişi kendi inancına göre kendisi için en değerli şey olan canını Allah yolunda veriyor. Bile bile veriyor. Ama ölüm geldiği zaman bize sormuyor değil mi? Orda bile bile vermek olmadığı için onun bir mükâfatı yok, o zaten herkes tarafından yaşanacak olan bir olaydır. Allah yolunda öldürülen kişi öldürüleceğini bildiği halde o davası yolunda mücadeleye devam ediyor. Dolayısıyla onun mükâfatını hak ediyor. İşte burada diyor ki Allah-u Teâla;
“Ve lâ tahsebennellezîne gutilû fî sebîlillâh”
“Allah yolunda öldürülmüş olanları hesap etmeyin sakın ha!”
“emvâten”
“ölüler olarak hesap etmeyin”
çünkü Allah verdiği sözden asla caymaz. Şey de öyle… Siz Allah yolunda bir harcama yapacaksınız da karşılığını en az on kat almayacaksınız, bu mümkün değil. Ama o kişiye nasıl ölümü tattırıyorsa sana da Allah yolunda harcamanın acısını bir kere tattırır. O malı verdiğin zaman böyle canından gider. Ama mal sevgisi ile Allah sevgisi arasında tercihi Allah sevgisinden yana koyduğun zaman yine canın yanar ama orda kesinlikle kar etmişsindir, en az on kat. En az on kat. Bu bir yatırım, yani bir yere yatırım yaptığınız zaman mal elinizden çıkar. Fakat eğer iyi bir yatırımsa onun kat kat fazlasını alacağınızı bildiğiniz için çekinmeden yatırım yaparsınız. İşte Allah yolunda yapılan yatırımlar da kazancı kesin olan yatırımlardır. En büyük yatırım da kişinin canıyla yaptığı yatırım. Onun için Allah-u Teâla malınızla ve canınızla Allah yolunda cihad edin diyor. Kötülüklere karşı mücadele edin. Çünkü asıl kazanç bu. Dünyayı da böyle kazanırsınız, ahireti de. İşte diyor ki Allahu Teâla,
(3 / Âli-imran 169.Ayet)
“Ve lâ tahsebennellezîne gutilû fî sebîlillâh”
“Allah yolunda öldürülmüş olanları hesap etmeyin” Ne hesap etmeyeceğiz?
“emvaten”
“ölüler diye hesap etmeyin, bunlar ölü değiller”
“bel ahyâun”
“hayır bunlar diridirler”
“ınde rabbihim yurzegûn” nerde dediniz ya.
“Rableri katında rızıklandırılırlar” Yani “rableri katında”
Allah’ın katı olmayan hiçbir yer yok. İşte bir yerde rızıklandırılıyorlar. Yani Cenab-ı Hakkın özel misafiri olarak rızıklandırılıyor. Ölüler bir şey yer mi? Yeme içme yok. Ama bunlar yiyip içiyorlar. Bunlar eğleniyorlar, bunlar hayatın tadını çıkarıyorlar. Nasıl hayatın tadını çıkarıyorlar?
(3 / Âli-imran 170.Ayet)
“Ferihîne bimâ âtâhumullâhu min fadlihî”
“Allahın ikramından onlara verdikleri şeylerle mutludurlar, sevinçlidirler.”
Doğrudan doğruya Cenab-ı Hakkın… Yer, içer, giyinir. Her şey var. Bütün ortam onları mutlu etmek için hazırlanmış vaziyette. Peki, dünyadaki yakınları ne olacak?
“ve yestebşirûne billezîne lem yelhagû bihim min halfihim”
“Henüz onlara karışmamış olanlara da müjde vermek isterler.”
Dünyada yaşayan kişiler. “Yahu bir fırsat olsa da gitsem, şu insanlara bir söylesem”
“ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “
“Eğer bu yolda çalışırlarsa korku yok, üzüntü de yok”
Yani siz bu mücadeleye devam edin, bu mücadeleyi yapanların korkması için, üzülmesi için hiçbir sebep yok. Başka?
(3 / Âli-imran 171.Ayet)
“Yestebşirûne biniğmetin minallâhi ve fadl”
“Allahın nimetini de müjdelemek isterler”
“Müthiş bir kazanç anormal bir kazanç, hayal edemeyeceğiniz bir güzellikler var. Ah bir bilseniz, bir gelseniz” demek isterler.
“ve ennallâhe lâ yudîu ecral mué’minîn”
“şunu da söylemek isterler. Allah müminlerin ücretini zayi etmiyor”
Cenab-ı Hak zayi etmiyor fazlasıyla veriyor. Bunu da insanlara müjdelemek isterler.
Şimdi neredeymişler? Tabi, neredeymişler sözünün cevabı tam bitmedi değil mi? Biraz daha ilave açıklama isteyeceksiniz. O zaman hemen Yasin suresini açıyorsunuz. Yasin suresinde Allah yolunda öldürülme olayı var bir tane biliyorsunuz. Kuranı Kerime dikkatle bakarsak, Cenab-ı Hak mutlaka her konuda bir örnek vermiş. Biz bu örnekler üzerinde çalışınca onları bulabiliyoruz. Her konuda mutlaka örnekler var.
İşte burada bildiğimiz bir şey var biliyorsunuz. Yani Yasin suresinin 13. Ayetinden itibaren. Şöyle özet olarak ben size anlatayım. Onlara o şehir halkını örnek ver diyor Allahu Teâla. Hani hepimizin bildiği şey. Antakya’da geçen bir olay burada anlatılıyor. Oraya iki tane İsa As’ın elçileri geliyor. Ki şeye bakarsanız, incilde elçilerin işleri ile burayı karşılaştırırsanız benzerlikler bulursunuz. Birebir aynı değil ama, ciddi benzerlikler olduğunu görürsünüz.
Birde burada şunu her zaman söylemeye çalışıyoruz. Kuranı kerimde asıl metin elimizde, yani kuranı kerim peygamber sav’e inen ana metin elimizde. Dolayısıyla mealdeki hataları hemen ana metne göre düzeltme imkânı buluyoruz. Buna rağmen kuranı kerimin mealinde ne kadar çok hata olduğunu her defasında görüyoruz değil mi? Tevrat’ta ve incilde asıl metin yok, bunların tamamı meal. Tamamı tercüme olduğu için, buralardaki hataları görme şansımız yok, yani ana metinle karşılaştırıp da düzeltme şansımız yok. Dolayısıyla olaya bu açıdan da bakarsak belki incilin başka metinlerinde bu ayetlerle birebir benzerlikler olabilir.
Antakya’da… Hepinizin bildiği şey kısaca özetleyeyim. İki kişi İsa As tarafından elçi olarak gönderiliyor, onları insanlar yalanlıyorlar. Sonra üçüncüsüyle destekleniyor. İnsanlar bunlara karşı da “siz bizim işlerimizi bozdunuz, uğursuzluk getirdiniz” falan diye konuşuyorlar. İnsanlar bunlara inanmak istemiyorlar. O sırada şehrin uzakça bir yerinden koşa koşa gelen birisi –bu adamın marangoz olduğu söyleniyor- geliyor, şöyle diyor. “Ve câe min agsal medîneti raculun yes’â…
Yahya Şenol: 20. Ayet.
Abdulaziz Bayındır: 20. Ayet evet. Yasin suresi 20. Ayeti.
(36/Yasin 20. Ayet)
“Ve câe min agsal medîneh”
“şehrin en uzak yerinden geldi”
“raculun yes’â”
“bir kişi koşa koşa geldi”
“gâle yâ gavmittebiul murselîn”
“dedi ki ey kavmim bu elçilere uyun”
(36/Yasin 21. Ayet)
“İttebiû men lâ yes’elukum ecran vehum muhtedûn”
“Sizden bir ücret istemeyen bu kişilere uyun. Ve bunlar doğru insanlar, doğru yolda olan insanlardır” (36/Yasin 22. Ayet)
“Ve mâ liye lâ ağbudullezî fetaranî ve ileyhi turceûn”
“ben niye beni yaratana kulluk etmeyeyim ki? Onun huzuruna döndürüleceksiniz”
Bakın o kadar da nazik konuşuyor ki, “siz niye ibadet etmiyorsunuz?” demiyor orada. “Siz niye, sizi yaratana ibadet etmiyorsunuz?” demiyor. Kendisi, kendi kendine diyor ki,
“Ve mâ liye lâ ağbudullezî fetaranî”
“ben beni yaratana niye ibadet etmeyecekmişim ki?” Ondan sonra onlara dönüyor
“ve ileyhi turceûn”
“bak onun huzuruna döndürüleceksiniz”
diye onların konuyu anlamasını sağlamaya çalışıyor.
(36/Yasin 23. Ayet)
“Eettehızu min dûnihî âliheten”
“ben Allah’tan önce başka ilahlar edinir miyim hiç. Allah’la benim arama başka ilahlar koyar mıyım?” “in yuridnir rahmânu bidurrin”
“eğer rahman birine zarar vermek isterse”
“lâ tuğni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yungızûn”
“Onların şefaatleri benden hiçbir şey engelleyemez, onlar beni kurtaramazlar da”
Şimdi o toplulukta… Tabi her yerde şefaat konusu çok önemlidir. Her yerde. Bakın bizde de öyle maalesef. Cenab-ı Hakka karşı bir kurtarıcı arar insanlar. Onlar da Cenab-ı Hakkı biliyorlar işte, o araya koydukları ilahlar bunları Allah’a karşı kurtaracak. Ona da şefaat derler. İşte bu kişi orada diyor ki, “ben” diyor, “Allah’la kendi arama hiç ilahlar koyar mıyım? Onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ki. Hiçbir ihtiyacımı karşılamaz ve beni kurtarmaz da Cenab-ı Hakka karşı”
(36/Yasin 24. Ayet)
“ İnnî izel lefî dalâlin mubîn”
“Durum böyleyse ben apaçık sapıklıktayım”
Bakın siz böylesiniz demiyor, o kadar nazik konuşuyor, hep kendi üzerinden örnek vererek konuşuyor. Son derece nazik ifadeler.
(36/Yasin 25. Ayet)
“İnnî âmentu birabbikum”
“Ben sizin rabbinize inandım” diyor.
Sizin rabbinize inandım derken de, büyük bir naziklik var.
“fesmeûn”
“Beni dinleyin” diyor.
Ama bütün bu nazikliğe rağmen, bütün maharetine rağmen bu adamı öldürüyorlar. Bu ne oldu şimdi bu kişi? Allah yolunda öldürülmüş oldu değil mi? Canını verdi. Ama mücadelede geri durmadı. Bütün nezaketini ortaya koydu. Her şeyi söyledi ve canını verdi. Şimdi bu verdiği cana karşılık Cenab-ı Hak buna en az on can verir değil mi?
(6 / En’am 160.Ayet)
“Men câe bil haseneti felehû aşru emsâlihâ”
“kim bir iyilik yaparsa onun alacağı bunun on katıdır.”
Bu kişi diyelim ki otuz yaşındaydı, altmış yaşına kadar yaşama durumu vardı. Otuz yıllık ömrünü hiçe sayarak kendi canını Allah yolunda verdi. Allah buna en az üç yüz yıllık bir ömür verir. Ama canını Allah yolunda vermiş olması gerekiyor. Bize göre ölmüş olması lazım ki, biz de yarın Allah yolunda canımızı vereceğimiz zaman onun durumuna gireceğimizi bilmemiz lazım. Bizim açımızdan ölmüştür o. Ama Allahu Teâla, “bir iyilik yapana en az on katını veririm” dediğine göre, bu Allah yolunda canını verdiğine göre, en az on kat can bunun karşılığında alması lazım. Ki, Allah on katını vermiyor, insanların cennete gireceği zamana kadar buna can veriyor.
Şimdi bu kişi ne yapıyor? Bakın nereye gittiğini görelim buradan.
(36/Yasin 26. Ayet)
“Gîledhulil cenneh”
“Ona dendi ki gir cennete. Gir cennete.”
“gâle yâ leyte gavmî yağlemûn”
“Dedi ki ah keşke kavmim bir bilseydi” dedi.
(36/Yasin 27. Ayet)
“Bimâ ğafera lî rabbî”
“Rabbim beni neye karşılık affetti”
Ben günahsız bir adam değilim. İşte affedildim. Ve beni ikrama boğdu.
“ve cealenî minel mukramîn”
“ikram görenlerden eyledi, beni ikrama boğdu rabbim.”
Şimdi bakın şeyle bir karşılaştıralım. Ali imrandaki ayetlerle bir karşılaştıralım.
(3 / Âli-imran 169.Ayet)
“Ve lâ tahsebennellezîne gutilû fî sebîlillâhi emvaten” 71. Sayfa 169. Ayet.
“Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölüler demeyin”
“bel ahyâun ınde rabbihim yurzegûn”
“Onlar canlıdır rableri katında rızıklanırlar” İşte bu ne dedi?
“Beni ikrama boğdu Allahu Teâla” dedi.
Değil mi? Bu da o rızıklanmanın bir başka ifade şekli. Ondan sonra,
(3 / Âli-imran 170.Ayet)
“Ferihîne bimâ âtâhumullâhu min fadlihî”
“Allahın ikramından onlara verdiği şeylerle mutludurlar” Evet bu da öyle diyor.
(36/Yasin 27. Ayet)
“Bimâ ğafera lî rabbî ve cealenî minel mukramîn” diyor
“rabbim beni affetti ve beni ikrama boğdu,” mutluluğunu ifade ediyor.
Ondan sonra ne diyor?
(3 / Âli-imran 170.Ayet)
“ve yestebşirûne billezîne lem yelhagû bihim”
“kendilerine kavuşmamış olan kişilere de müjde vermek isterler”
Bu da istiyor mu?
(36/Yasin 26. Ayet)
“Ya leyte kavmi yalemun”
“Keşke kavmim bilseydi”
Benim durumuma girerlerdi önündeki mükâfatı… Keşke ben bunlara söyleyebilseydim diyor değil mi? Keşke söyleyebilseydim. Ama söyleyemiyor. O zaman, bizim bildiğimiz bir hayat yaşasaydı söyleyemez miydi? Gelir konuşurdu. Bir hayat yaşıyor ama bizim anlayıp kavrayabileceğimiz bir hayat değil bu.
İşte bakın burada ne diyor?
(3 / Âli-imran 170.Ayet)
“ve yestebşirûne billezîne lem yelhagû bihim”
“kendilerine henüz karışmamış olanlara müjde vermek isterler”
“Min halfihim”
“arkalarından”
Bunlar arkada kalmış, onlar yaşıyor. Onlar yaşıyor, bunlar ölmüş. Şimdi bu durum tamı tamına Yasin suresinde var mı? Orda da onu öldürenler yaşıyor, bu ölmüş. Ama ölmemiş, diri. “Şunlara bir haber versem” diyor ama hayır, arada engel var. O yaşıyor ama, bizim bildiğimiz bir hayatta yaşamıyor. Onu biz kavrayamıyoruz.
İşte bu da burada diyor ki,
(36/Yasin 26. Ayet)
“ya leyte kavmi yalemun”
“Keşke kavmim bilselerdi.”
(36/Yasin 27. Ayet)
“Bimâ ğafera lî rabbî”
“Rabbim beni neye karşılık affettin?”
Müthiş bir sevinç içerisinde, herkese… İşte kendisini öldürenlere bile müjde vermek istiyor. “Ya siz de bu işten vazgeçin, bakın çok güzel bir durum var. Siz de geleceğinizin iyi olmasını istiyorsunuz. İşte olmak istiyorsunuz bu tarafa gelin” demek istiyor ama diyemiyor.
İşte burada da diyor ki,
(3 / Âli-imran 170.Ayet)
“ve yestebşirûne billezîne lem yelhagû bihim min halfihim”
“arkalarından onlara henüz eklenmemiş olan, yaşayan insanlara da müjde vermek istiyorlar”
“ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” tabi bu silah arkadaşlarına müjde vermek istiyor burada.
“Onlar için korku yok, üzülecek de değiller” ama böyle bu yolda devam ederlerse tabi.
(3 / Âli-imran 171.Ayet)
“Yestebşirûne biniğmetin minallâhi ve fadl”
“Allahın nimetini ve ikramını onlara müjdelemek isterler”
“ve ennallâhe lâ yudîu ecral mué’minîn”
“ve Allahın müminlerin ecrini zayi etmediğini de müjdelemek isterler”
İşte burada da bu kişi de diyor?
(36/Yasin 27. Ayet)
“Bimâ ğafera lî rabbî ve cealenî minel mukramîn”
bunun arkasında kendisinin silah arkadaşları yok, o tek başına orada. Onu da öldürdüler. Ama ikna edemediği insanlara bunu söylemek istiyor. Beyler “bakın Cenab-ı Hak bana neler verdi demek istiyor ama diyemiyor”
Onun için “ya leyteni” diyor. Ya leyte,
(36/Yasin 26. Ayet)
“leyte kavmi yalemun”
Leyte kelimesi Arapçada olması mümkün olmayan ifadeler için kullanılır. Mesela şöyle bir örnek verirler. “leyte le ilmi Merzuka” Keşke ilim rızık gibi yani ekmek gibi yenilir şeyden olsaydı. Ama olmaz. Keşke öyle olsaydı ki olmaz. Olmaz.
(78 / Neba 40.Ayet)
“Ya leyteni küntü türaba” da var ayeti kerimede.
“Keşke toprak olsaydım diyecekler ahirette kâfirler” ama
“ve yekulul kâfir” Kâfir diyecek,
“ya leyteni küntü türaba”
“Keşke toprak olsaydım ama olmayacak”
Yani leyte ifadesi geldiği zaman, olmayacak bir şeyi temenni etmektir. İstiyorum ama olması mümkün değil. Onun için,
(36/Yasin 26. Ayet)
“ya leyte kavmi yalemun”
“keşke kavmim bilseydi ama bilmesi mümkün değil”
Şimdi bilmesi mümkün değil ne olur? Hangi kelimeyle ifade edilir? Ayeti kerimedeki
“velakin la teşurun”
Şimdi tekrar ilk ayetimize dönelim.
“Ve lâ tegûlû limen yugtelu fî sebîlillâhi emvât”
“Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölüler demeyin”
Şimdi biz, “şehitler” diyerek, bu kapıyı çok genişletiyoruz. Cenab-ı Hakkın burada söylediği, Allah yolunda öldürülmek. Ondan sonra efendim bu böyle olur da o olmaz mı diye, öbürünün seviyesi bundan daha yüksektir diye onu da şehitlere katıyoruz.
Bir kere, kendi kafamızdan hüküm koyamayız. Hükmü Allah-u Teâlakoyar. Bizim yapacağımız ona uymaktır. Dolayısıyla burada tekrar ediyorum, buradaki durum, Allah yolunda öldürülmektir, ölmek değil. Öldürülmek. Ölme işi zaten herkesin başına gelecek olan bir iştir. Öldürülmede kişi kendi isteğiyle, isteyerek Allah yolunda canını veriyor.
Dolayısıyla yine tekrar edeyim.
(6 / En’am 160.Ayet)
“Men câe bil haseneti felehû aşru emsâlihâ” diyor Allahu Teâla.
“Bir iyilik yapana onun on katı sevap veririm” diyor.
Bunun iyiliği canını vermek. Bunu da on katı değil daha fazlasını veriyor. İşte, rızıklandırıyor. Rızıklandırıyor, yaşatıyor, öldürmüyor. Öldürmemesi gerekir, çünkü Allah’ın kanunu bu. Mükâfat, yaptığı eylemin karşılığıdır. Hangi eylemi yaparsa, o konuda alır mükâfatını.
Şimdi mesela sizler de, eğer cimrilik yapmazsanız Cenab-ı Hak size onun çok katlarını verir. Şimdi şu anda aklıma geldi. Bir tahdisi nimet olmak üzere söyleyeyim. Çünkü Allah-u Teâla estauzubillah
(93 / Duha 11.Ayet)
“Ve emmâ biniğmeti rabbike fehaddis” diyor.
“Rabbinin nimetini de konuş, anlat” diyor.
Niye konuş anlat ki insanlara örnek olsun. Şimdi ben şahsen, arkadaşlarım da gayet iyi bilirler. Size de zaman zaman söylüyorum, kendi açımdan hayret ediyorum. Hakikaten. Allah-u Teâla her defasında, öyle problemleri çözmeyi nasip ediyor ki, akıl alır gibi değil. Ve diyorum “Allah, ya Rabbi diyorum, bu ne büyük bir ikramdır” Yani öyle problemleri çözüyorsunuz ki bu çözdüğünüz problem hem Müslümanların derdine derman oluyor, hem tüm insanlığın derdine derman oluyor.
Allah razı olsun. Mesela şimdi, Vakfımızda bir toplantı vardı. Burada o toplantıya katılan arkadaşlarımız da var şimdi. Bunları nasıl daha çok ulaştırabiliriz diye canla başla çalışıyorlar. Eminim ki hepiniz de aynı şeyi yapıyorsunuzdur. Çünkü Cenab-ı Hakkın vaadi kesin. Şimdi yani, az önce aklıma geldi bu ayetleri anlatırken. Allah-u Teâla elbette ki biliyor, biz yaptığımız hizmetlerin hiçbirisinden Allah rızası dışında bir karşılık beklemiyoruz. Bir dünyalık karşılık, insanlardan teşekkür, şu, bu… Bir de saklamıyoruz. Anında insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz, belki birisi yararlanabilir. Demek ki, Cenab-ı Hak bu yapılan şeye en az on kat karşılık veriyor. E şimdi siz burada da her derste şahit oluyorsunuz. Öyle açılımlar oluyor ki, insan hayret ediyor.
İnşallah kuvvetle ümit ediyorum ki… Birkaç gündür gece sabaha kadar hep onun rüyasını görüyorum. Şu kutuplardaki namaz meselesiyle alakalı. Dün sabah baktım böyle bütün vücut ter olmuş, kalktım çamaşırları değiştirdim. Çünkü sabaha kadar o kutuplardaki hesapları yapıyorum, ilgili ayetleri okuyorum, ayetler arası ilişkilere bakıyorum falan filan. Vücut olmuş, fena halde kalktım, yani dinlenmiş olarak değil yorgun olarak gibi yani. Gerçi vücut dinlenmiş ama yani sürekli gece çalışarak. İnşallah onu da Allah’ın izniyle çok yakın bir zamanda inşallah şey yapacağız.
Demek ki siz Allah yolunda, karşılığını yalnız Cenab-ı Haktan bekleyerek hizmet ederseniz, Allah karşılığını çok fazlasıyla veriyor. Bu da insanları şaşırtıyor. Niye şaşırıyorsunuz ki? Siz küçücük bir bulgu buluyorsunuz, onunla itibar kazanmaya çalışıyorsunuz. Ondan sonra bir yerde bir makale şeklinde yayınladığınız zaman, işte kimse görmesin, etmesin, mutlaka benden referans versin, şu olsun, bu olsun, mutlaka benim itibarım artsın diyorsunuz.
Biz de diyoruz ki, “kim alırsa alsın, bizden bahsetmesine asla gerek yok.” Zaten bizden bahsetmesini de istemiyoruz. Bu çok yanlış bir şey olur. Önemli olan bizim sözümüzün yayılması değil, Cenab-ı Hakkın kelamının yayılmasıdır. Önemli olan Allah’ın kelamının anlaşılmasıdır. Biz dediğimiz zaman bu defa bir hata yaparız bu hatayı savunmaya başlarız bir müddet sonra. Ama Allah’ın kelamı yayılsın dediğiniz zaman da hatanızı anlamanız da kolaylaşır ve doğruların yayılmasına da sebebiyet verirsiniz.
Onun için, hakikaten herkes yapabileceğini yapmalı, şunu çok iyi bilelim ki, Cenab-ı Hakkın vereceği mükâfatı hiç kimse veremez. Hiç kimse veremez. Ve biz bunu her gün yaşıyoruz. İnşallah hep birlikte yaşarız. Şimdi bu akşamki arkadaşlarımızın o heyecanı, o büyük arzuları gerçekten, – ben her ne kadar toplantılarına katılmadıysam da, böyle bir iki şöyle heyecanlarına birazcık şahit oldum, çok hoşuma gitti- hepiniz de eminim ki aynı heyecanı yaşıyorsunuzdur.
Şunu kesin olarak bilelim ki, işte Allah canını verenlere can veriyor. Malını verene mal veriyor. İlmini verene ilim veriyor. Ve Cenab-ı Haktan daha da zengin yoktur. Allah hiçbir zaman sözünden caymaz.
Şimdi gelelim bu konularda yapılan hurafelere. İnsanı yoldan çıkaran ne biliyor musunuz? Kibir denen bir olay var. Kibir ne demek? Büyüklenmek demek. Senin boyun 1.70’se, kendini 1.75 göstermeye çalıştığın zaman, olduğundan büyük gösteriyorsun demektir. İşte bu kibirlenmedir. Neysen o. Neysen o şekilde göstermeye, vakar denir. Neyse o. Bazıları da kendisini olduğundan daha aşağıda göstermeye gayret eder, ona da tevazu denir. Ama olduğundan fazla göstermeye şey yaptığınız zaman o kibir olur. Ve kibirdir insanı yoldan çıkaran. Şeytanı kâfir yapan kibridir. Cenab-ı Hak ne diyor?
(2/ Bakara 34.Ayet)
“Ebâ vestekbar ve kâne minel-kâfirîn”
“Direndi ve kendini büyük gördü.”
Kime karşı büyük gördü? Allah’la. Allah’la eşit görmeye çalıştı. Yani Cenab-ı Hak’la pazarlık edecek, şart koşacak bir durumda gördü kendisini.
(38/ Sad 76.Ayet)
“Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, ben ona nasıl secde ederim” dedi.
Allah’ın verdiği emrini yanlış buldu.
Şimdi burada da Allah-u Teâla diyor ki, “siz anlayamazsınız” diyor. Öbür taraftan İslam adına ortaya çıkan birçok insanlar ne diyor? “Biz anlarız” diyorlar. Şehitleri savaşlarda, savaştırırlar değil mi? Savaşlara katarlar. Bilmem işte onlarla görüşürler. Yetiş ya Hz Hamza! Diye onu çağırırlar. Ondan sonra yardımına geldiğine inanırlar. Ondan sonra bilmem, çeşitli hayat mertebeleri oluştururlar kendilerine göre. Bu nedir? Bu sınırı aşmaktır.
Yani Cenab-ı Hak, “anlayamazsınız” diyor, “yok anlarız sen bakma. Öyle desin.” İşte bununla şeytanın sözü arasında hiçbir fark yoktur. Onun
(38/ Sad 76.Ayet)
“ene hayrun minhu” demesi. Cenab-ı Hak diyor ki,“buna secde et.” O diyor ki,
“ben daha hayırlıyım.”
Allah-u Teâla diyor ki, “anlayamazsınız.” O diyor ki, “anlarız, sen bakma” Nereye bakmıyorum? Sen Allah’ın sözünü hiçe sayıyorsun.
Şimdi şehitlerle ilgili bin bir türlü hikâyeler anlatmazlar mı sağda solda? Ondan sonra da şunu söylerler. Efendim bu Allah yolunda öldürülmüş. E falanca bundan çok daha üstün. Şimdi bazı kimseler. Bu ölmediğine göre, filanca hiç ölmez. Mesela Peygamberimiz SAV için bazı cemaatlere öldü dedirtemezsiniz. Niye? Çünkü lazım. Arada sırada görüşecek, milleti heyecanlandırmak için, bir dakika ona bir yer açın diyecek. Bilmem işte, şimdi geldi falan filan. Yurtlarını okullarını teftiş edecek. Bu nedir? İşte bu yoldan çıkmadır. İnsanlar böyle yoldan çıkarlar. İnsanlar böyle yoldan çıkarlar.
Haddimizi bilelim. Cenab-ı Hak ne demişse, Allah, “anlayamazsınız” dediyse anlayamayız. Allah-u Teâla, “Allah yolunda öldürülenler” diyor. Peygamberimiz Allah yolunda öldürüldü mü? Öldürüldü mü? Öldü mü? Öldüyse o zaman onunla ilgili böyle bir şey konuşamazsınız. Öyle kendi kafana göre, yok efendim o öyle oluyor da, bu böyle oluyor da. Cenab-ı Hakkın peygamberimize nasıl bir mükâfat hazırladığını sen nerden biliyorsun? Bu Allah’ın koyduğu bir kanunun uygulamasından ibarettir.
Cenab-ı Hak ne dedi? Tekrar ediyorum.
(6 / En’am 160.Ayet)
“Kim bir iyilik yaparsa ona on katı.”
Bu şahsın iyiliği canını vermektir. Tabii ki buna Allah can verecektir. Ama elbette sen anlayamayacaksın. Aksi takdirde öldüğünü görmen lazım ki, mükâfatı hak etmiş olsun.
Peki, peygamberimiz SAV’in yaptığı nedir? Onun yaptığı çok büyük bir iştir. Her an ölümle yüz yüze, her an insanların onu öldürmeleri söz konusu olduğu halde, o asla geri durmadan mücadelesini devam ettiriyor. Allah-u Teâla ona nasıl mükâfat verecek? Elbette ki bu kural onun için de geçerli. Yaptığı iyiliğin en az on katını elbette o da alacak. Bizim için de aynı şey söz konusu. Ama Allah-u Teâla’nın öldürülenler için koyduğu bu kuralı başkasına uygulayamayız. Bu tür şeyleri kendi arzumuza uyduramayız. Kendi keyfimize göre din olmaz. Bu Allah’ın dinidir, Allah nasıl diyorsa öyledir.
Şimdi Cenab-ı Hak, Müslümanları meleklerle destekler. Peygamberimiz SAV’ide desteklemiştir. Bedir savaşında desteklenmiştir, ayetler gayet açık bir şekilde var. Peki, bizi desteklemiyor mu? Cenab-ı Hak bizi de destekler. Melekleriyle de kendi yardımıyla da. Müminlerle de destekler. Estauzubillah
(33/ Ahzap 43. Ayet)
“Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhû.”
“Size salat eden melekleri de salat eden O’dur.”
Yani sizi destekleyen, melekleriyle de destekleyen O’dur. Cenab-ı Hak İsa As’ı Ruh-ül Kudüs’le desteklediğini bildiriyor.
Dolayısıyla Allah-u Teâla’nın desteği her zaman, her müminle beraberdir. Ama biz o desteğe layık olmamız lazım. Yani Cenab-ı Hak önümüze suyu koydu. Şimdi burada bu bardakta su var. Ben bu suyu içme yerine bardağı yalamaya kalkışsam her halde ağzıma bir damla su gitmez. Her şeyi kuralına göre yapmak zorundayım. Onun için kendimiz kural koyamayız kuralları Allah-u Teâla koyar. Bize düşen o kurallara uymaktır. Başkası değil.
Evet. Yahya burada bana uyarıda bulunuyor. Yahya’ya da başkası uyarıda bulunmuş öyle mi? Salı ve cumartesi derslerine bu dersten itibaren ara veriyoruz. Yani cumartesi günü de ders yapmayacağız, Salı günleri de yapmayacağız. 2 Ağustosta inşallah sizleri bekliyoruz. Yani Ramazanın ilk salısı. Ve cumartesi için de 6 Ağustosta Allah nasip ederse, Ramazan’ın ilk cumartesi günü. Yani 6 ağustosta cumartesi derslerine, 2 ağustosta Salı derslerine başlayacağız. Tabi şimdi de ara veriyoruz. Sonra sorularınızla ikinci bölüme devam edeceğiz.