Abdülaziz Bayındır: Elhamdülillah Elhamdülillahi Rabbil alemin Vessalatü vesselamü ala resulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün, Allah’tan başkasından yardım isteme konusu, inşallah işlenecektir. Dersimiz Bakara suresinin 153. ayetine geldi. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât”
“Müminler Allah’tan yardım isteyin sabrederek ve namazda namaz kılarak”
“innallâhe meas sâbirîn”
“ Şurası bir gerçektir ki Allah sabredenlerle beraberdir”
Biliyorsunuz, biz her gün namazlarımızda Fatiha suresini tekrar tekrar okuyoruz. Her namazda, Fatiha suresinin okunması gerçekten son derece güzel. İnsanı sürekli tazeliyor, sürekli cenabı hakka diyorsunuz ki “ihdine sıratal müs..” ee
“İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” diyorsunuz.
“Ya Rabbi kulluğu yalnız sana yapar yardımı yalnız senden isterim” diyorsunuz. Bunu, mesela sabahleyin ilk kalktığınız zaman, ilk yaptığınız iş, namaz kılmak oluyor ki, inşallah hepiniz teheccüde de kalkıyorsunuzdur. Teheccüd namazını kılarken, bunu söylüyorsunuz. Sonra sabah namazında söylüyorsunuz. Ya Rabbi, kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz, diyorsunuz. Dolayısıyla güne başlamadan önce, insan olarak bir çok şeye ihtiyacınız var. Bir koyunu, yanında küçük bir arkı olan bir otluğa bağlayın, bütün ömrünü orada geçirebilir. Ama en iptidai şartlarda, en ilkel şartlarda yaşayacak olan bir kimse çok sayıda insanın yardımı olmadan yaşayamaz. Şimdi o koyunun yerinde bir insan olsa, adama, o insana, ayakkabı lazım, o insan ot yiyemez, ekmek yemesi lazım. Ekmekte büyük bir sanayiyi gerektirir. O kişi sırf ekmek değil, yanına bir şeyler yemesi icap eder. Barınması gereken bir eve ihtiyacı olur, sırtına bir şeyler gitmesi gerekir. Bütün bunlar, çok sayıda insanın devreye girmesini gerektirir. Bu sebeple, insanlar başkasının yardım ve desteği olmadan yaşayamazlar. Peki “iyyake nabudu ve iyyake nestain” nasıl oluyor? İnşallah bu, bu konuyu, bu dersimizde, anlamaya çalışacağız.
“Ya Rabbi, kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz” diyerek güne başlıyorsunuz. Öğlene kadar öyle gidiyor. Öğlen vakti tekrar zihninizi toparlıyorsunuz “iyyake nabudu ve iyyake nestain” diyorsunuz. “Ya Rabbi, kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz” diyorsunuz. Çünkü; bir sürü yardım ve desteğe ihtiyacınız olan hayatın bir parçasını daha yaşayacaksınız. Aynı şeyi ikindide yapıyorsunuz, akşam namazında yapıyorsunuz ve yatsıda yapıyorsunuz. Sürekli zihniniz uyanık kalıyor, sonra da diyorsunuz ki
“İhdinas sırâtel mustakîm”
“Ya Rabbi bize o doğru yolu göster.”
“Sırâtallezîne en’amte aleyhim”
“Kendilerine nimet verdiğin kişilerin yolunu”
Tabi dünya nimeti de ahiret nimeti de her ikisi de söz konusu. Çünkü, dünya nimeti olmadan da yaşanamaz. Ahiret nimeti olmadan da, ebedi mutluluğa erilemez. Hep iyi kişileri karşınızda canlandırıyorsunuz. Onların yolundan gitmeyi istiyorsunuz. Dolayısıyla zihniniz sürekli uyanık kalıyor, sürekli en iyi olmaya doğru yöneliyorsunuz.
Şimdi bütün bunları yaparken insanoğlu sabırsız Allah-u Teâlâ’dan bir şey istedim vermedi. Hemen verecek olsa, ne olur? Düşünün ki Cenab-ı Hak’ dan isteklerinizi hemen size verdi. Burası ne olur o zaman? Burası Cennet olur. Buraya, biz imtihan için geldik. Cenab-ı Hak isteklerimizi verir ama bizi de fena halde imtihandan geçirir. Onun için Allah-u Teâlâ bize ne diyor? İsteunu, iyyake nestain diyoruz ya şeyde, Ya Rabbi, yardımı yalnız senden isteriz diye, diyor ki isteinu aynı kelimeyle, yardım isteyin. “bis sabir ves salah” sabırla. Niye sabırla? Çünkü istediğiniz şey hemen olmaz.
Allah-u Teâlâ, sizi imtihandan geçirecek, o sıkıntıyı size yaşatacak, arkasından da istediğinizi verecek. İsteyin o zaman, umutsuz olmayın demektir. O zaman gevşemeyin, başka taraflara gitmeyin, demektir. İşte bu Cenab-ı Hakka tam güveni gerektirir. Allah-u Tela’ya güvenleri noksan olanlar, hemen bakarsınız ki sağa sola gidiyor, haşa Allah-u Teâlâ’ya baskı yaptırmaya çalışıyor. Evet yardımı Allah’ın yapacağını biliyor ama “e ben istedim vermedi, sen istersen verir.” Ne yani Allah’a baskı mı yapacaksın? Haşa baskı mı kuracaksın? Yok falan yere gidelim, filan yere gidelim.
Biliyorsunuz bununla ilgili 22. surede çok açık ayetler var. Hac suresi 11. Ayet’den itibaren 332. Sayfa şimdi, Allah’a kulluk ediyoruz ve bu yaptığımız kulluk asla karşılıksız değil. Çünkü Cenab-ı Hak’tan sürekli de isteklerimizi yerine getirmesini talep ediyoruz. Bu hem dünya isteği ve hem ahiret isteği var. Hem aile mutluluğunu istiyorum, hem içimiz rahat olsun istiyoruz. Hem dünyamız, hem ahiretimiz iyi olsun istiyoruz. Allah-u Teâlâ’da bizi imtihan etmek istiyor. İşte Cenab-ı Hakka burada Allah’a güven konusundan testten geçiyoruz. Bunu hiç unutmayalım. Cenab-ı Hakk’ın, varlığı birliği konusunda kimsenin şüphesi yok. İşte iblisi düşünürseniz hemen zihniniz tazelenir.
Şimdi burada (Hac 22/11) diyor ki Allah-u Teâlâ Esteuzu Billah:
“Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf”
“Kimi insanlar Cenab-ı Hakka şöyle sınırda kulluk eder”
Hani mesela Cuma günü camiye girersiniz bazıları hemen kapıda namazı kılarlar, ilerleri boş olduğu halde gitmezler orada. Niye? Selam verilir, verilmez, kaçmak için J Tabi işi olur, orada kılabilir, onun bir sakıncası yok da, sadece meseleyi anlayalım diye bunu örnek veriyorum. Bazıları da böyle sınırda Cenab-ı Hakka kulluk eder. Yani her an başka tarafa kaçabilir. “fe in asâbehu hayrunıtmeenne bih” Eğer işleri iyi giderse, istediği malı elde ederse, dünyalığı elde ederse, ohhh der, elhamdülillah Allah yüzüme baktı, der. İşlerim açıldı, Allah’la aram iyi der, her tuttuğum altın oluyor der. Tamam
“ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî” Ama bir imtihandan geçirilecek olsa basar feryadı. Bakarsınız ki hemen gerisin geriyi dönmüş, artık Allah bizim yüzümüze bakmıyor der. Allah, verdiği zaman gayet iyi ama imtihana soktuğu zaman kötü. Ya burası imtihan dünyası tabi ki seni imtihana sokacak.
“hasired dunyâ vel âhıreh” hemen gerisin geri dönünce, ne yapacağını birazdan ayetlerde okuyacağız. Bu kişinin dünyası da battı, ahireti de. Niye dünyası da battı ahireti de? Çünkü, bir ayeti kerimede Allah-u Teâlâ şöyle diyor; yani Esteuzu Billah Tevbe suresi 51.ayette diyor ki:
“Kul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ”
“De ki Allah’ın yazdığından başkası bize isabet etmez”
Allah ne yazmışsa o, ama burada zihninizde şöyle bir soru işareti koyunda: bu yazma kelimesinin manası nedir? Onu da biraz sonra anlatacağım. Öyle biz doğmadan yazılmış falan değil. Böyle bir olayın olmadığını biraz sonra ayetlerden göreceğiz inşallah ama Allah ne yazmışsa o. Çünkü Cenab-ı Hak diyor ki; Esteuzu billah Hadid suresinde
“ Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum” 57.sure 22.ayet 539.sayfa “Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ”
“Yeryüzünde ve kendi içinizde hiçbir şey olmaz ki, biz onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce, bir kitaba yazmış olmayalım.”
Yani Allah-u Teâlâ size bir şey vermeyi murat ettiği zaman, onu bir kitaba yazar, sonra verir. Onu kimin eliyle verecekse verir. Orada siz de devreye girer de benim elimle olsun derseniz, sevabı kazanırsınız. Yani Allah-u Teâlâ’nın bize yardım edin demesi de budur. Birbirimize yardım ediyoruz ne diyor Cenab-ı Hak;
“…ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvân…” (Maide 2)
“İyilik ve takva üzere yarışın günah ve düşmanlık üzere yarışmayın” diyor.
Şimdi Cenab-ı Hak, bize bir şeyi vermeye, karar vermeden, hiçbirimiz diğerine bir şey veremeyiz. Yani o kararı önce Cenab-ı Hak yazacak bir deftere, bir yere. Onun için istediğimiz zaman Cenab-ı Hak’tan isteyeceğiz. “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” Ya Rabbi kulluğu yalnız sana yapar yardımı yalnız senden isteriz. Allah-u Teâlâ, o yardımı yapmaya karar verdiği zaman da bazı kullarını o iş için görevlendirir. Ama o kullar, arzu ederek de yapabilirler, isteyerek de yapabilirler, arzu ederek yaparlarsa o kulları da sevap alırlar. Dolayısıyla biz birbirimize de yardımcı oluruz ama Allah-u Teâlâ yazmadan bu yardımı yapamayız. Onun için “Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh” buyurulmuştur. Yani bir şeyin, siz hiçbir şeyi oluşuturamazsınız, o şeyi Allah oluşturmadan. Allah bir şeyi oluşturur, sonra siz onu oluşturursunuz. Allah kün emrini vermeden, siz hiçbir şey yapamazsınız. Ama Allah’ın kün emrini vermesi için de, yapılması gereken bir sürü hazırlıklar vardır.
Mesela Allah-u Teâlâ’nın yazması Musa (a.s)’mın Araf suresi 155, 156’ yı açarsanız, bunun eskiden, yani ezelden olmadığını görürsünüz. 6. Sure 169.sayfa 168, 169. Şimdi burada Musa (a.s) üzerinden bize bir örnek veriyor Allah-u Teâlâ . Diyor ki
“Musa (a.s) kavminden 70 erkeği seçti, yani bizim mikatımız için huzurumuza gelmesi için. Dağda bir sarsıntı onları tuttu Musa (a.s) dediki: Ya Rabbi sen emretseydin, bunları daha önce helak ederdin. Buraya çıkmalarına gerek kalmazdı. İçimizden bir kısım geri zekalıların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin Ya Rabbi? Bu senin yaptığın bir imtihandır, bununla verdiğin emre göre, senin emrini hak etmiş olanları dalalette bırakırsın ve yine senin emrini hak etmiş olanları da hidayete erdirirsin. Yani koyduğu kurala kim uyarsa delalet kuralına uyanı delalette bırakırsın, hidayet kuralına uyanı da hidayete erdirirsin. Sen bizim velimizsin, bizi affeyle, bize merhamet eyle, sen affedenlerin hayırlısısın. Ondan sonra diyor ki;
“Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ hasene”
“Ya Rabbi, bize bu dünyada bir güzellik yaz” diyor.
Şimdi, bize bu dünyada bir güzellik yaz diyor. Şimdi bizim akaid kitaplarında ne der? Daha önceden her şey yazılmış bitmiş der değil mi? Peki, her şey yazılmış bitmiş se Musa (a.s) neyin duasını yapıyor?
“Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ hasene” demesinin bir anlamı olur mu? Yazmış, bitmiş.
“ve fîl âhıre” “ahirettede güzelliği yaz”
Dolayısıyla güzelliğin yazılması olayı, yani yazılma olayı, sizin bir şeye karar vermeniz o karar verdiğiniz şeyle ilgili faaliyete geçmeniz, gerekli çalışmaları yapmanızla birlikte olur. O gereken çalışmayı yapmazsanız, zaten netice alamazsınız. Netice alamazsınız. Bize güzellikleri yaz diyor. Cenab-ı Hakk’ın yazdığı, Allah onu kayda geçmeden, hiçbir şey de meydana gelmez. Onun için az önce okuduğum ayet de Allah bize şunu emrediyor
“Kul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ” Tevbe suresinin 51. Ayetinde.
Allah’ın yazdığından başkası meydana gelmez. Bu yazı bak az önceki okuduğumla birlikte düşünürseniz, bu yazı eskiden olan değil, yani siz doğmadan önce falan, ezelde yazılmış olan değil. Siz herhangi bir şeyi, yapmak için gereken gayreti gösterdiğiniz zaman, oluşan şeydir. Ama önceden dua ediyorsunuz “Ya Rabbi hakkımızda hayırlısını yaz diyorsunuz” Allah hakkınızda hayırlısını yazar ama gereğini yapmazsanız sonuç gene meydana gelmez. Ama Allah yazmamışsa zaten olmaz.
Çünkü şöyle bir resmi daireleri düşünün, yani çalışma şeklini. Bu Allah’ın koyduğu kanuna göredir. Allah’ın kanunun insanların vücudunda, zihinlerinde tabiatta vardır. O kanunu bulanlar işlerini tıkırında yürütürler. İşte mesela o kanunun bir kısmı, bugün şöyle iyi çalışan işyerlerinde, bazı resmi dairelerde yürüyor. Bütün işler, yazılı hale getiriliyor, ondan sonra uygulamaya konuluyor. Allah-u Teâlâ’nın kanunu bu. Yani Cenab-ı Hak bir şeyi yaratmadan önce mutlaka onu kayda geçiriyor, ezelden değil. İşte bunu da 57. Surenin 22. Ayetinde bize bildiriyor diyor ki: Esteuzu Billah;
“Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ”
“Kendi içinizde ve çevrenizde yeryüzünde herhangi bir şey olmaz ki biz onu yaratmadan önce, bir kitaba kaydetmiş olmayalım.”
Dolayısıyla, bir yaprak düşse bile mutlaka kaydı tutuluyor. “ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâb” yaprakla ilgili ayet neydi hatırlasana “ve mâ teskutu min varakatin” Cenab-ı Hak mutlaka her şeyin kaydını tutuyor. İşte bu bizim almamız gereken derstir, yani hayatımızı böyle yürütmemiz… Enam suresi 59. Ayetmiş kaçıncı sayfa 133. Sayfa bak diyor ki burada Allah-u Teâlâ’nın tabiatta uyguladığı kanunu görüyor musunuz, bak
“Ve indehu mefâtihul gayb”mefatihul gayb evet ka dan sonra e yok.
“Ve indehu mefâtihul gaybi lâ ya’lemuhâ illâ hüve” Gayb anahtarları Allah katındandır, katındadır. O gaybı, ondan başkası bilmez, ondan başkası bilmez deyince ne bir peygamber bilir, ne melekler bilir, hiç kimse bilmez, yalnız Allah bilir.
“ve ya’lemu mâ fîl berri vel bahr” Denizde ve karada ne var onları da bilir.
“ve mâ teskutu min varakatin” Ağaçtan bir yaprak düşmez, ağaçtan düşen bir yaprak,
“illâ ya’lemuhâ” Allah onu mutlaka bilir.
“ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ ratbin ve lâ yâbisin” yerin karanlıklarındaki bir dane, kuru yaş,
“illâ fî kitâbin mubîn” bunu açıkça ortaya koyan bir defterde, mutlaka kaydı vardır. Yani düşen bir yaprağın da kaydı vardır, her şey. Kayda geçmeden hiçbir şey olmaz. Olmadan önce kayda geçer. Peki kayda niye geçer? Onu da Cenab-ı Hak bize bildiriyor.
“Mâ esâbe min” yani o 57. Surenin 22. Ve 23. Ayetlerinde
“Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ”
Yeryüzünde ve kendi içinizde meydana gelen herhangi bir şey, iyi ya da kötü hiç önemli değil, onu ayrı bir varlık olarak, nebrea kelimesinin anlamı o, ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce, mutlaka bir kitapta kayda geçer. Kayda geçtikten sonra artık değişmez yani kayda geçmeden meydana gelmez dolayısıyla bir olay meydana gelmişse o kayda geçmiştir artık ondan kurtuluş yok. “inne zâlike alâllâhi yesîr”
Şimdi dersiniz ki, ya bu kadar şey olur mu, yani şurada bir anda sayısız yaprak düşüyor. Bunların hepsi kayıda nasıl geçiyor diyebilirsiniz. Bir anda hiçbir sayıya sığmayan olaylar oluyor, bunlar nasıl kayda geçiyor diyebilirsiniz Allah-u Teâlâ ne diyor “inne zâlike alâllâhi yesîr” Bu Allah için kolaydır. Siz kendiniz gibi mi zannediyorsunuz Cenab-ı Hakkı haşa ama siz de buradan ibretinizi alın da siz de öyle yapın. Yani gücünüze göre yaparsınız kendi işlerinizi. Peki bunu niye böyle yapıyor?
“Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum” kaybettiğinize üzülmeyesiniz diye. Kaybettiyseniz Allah’ın olurundan sonra kaybetmişsinizdir. Ondan olur çıkmış sonra kaybetmişsinizdir. Allah’tan olur çıktıktan sonra daha yapılacak bir şey yok. Niye üzülüyorsun, geriye bakmayacaksın artık ileriye bakacaksın. Bir hatam var mı, kusurum var mı? ondan sonra “ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum” Allah’ın verdiği şeylerde şımarmayasınız, elinize bir imkan geçti diye niye şımarıyorsunuz? O da Allah’ın olurundan sonra elinize geçmiştir. Bu da bir imtihan sebebiyledir. İkisi de bir imtihan sebebiyledir, başınıza gelen sıkıntı da iyilik de.
Allah’ın oluru olmadan hiçbir şey olmaz. O zaman, ah keşke demenin anlamı yok. Hep ileriye bakacaksınız. Hatalarınızı bilip, bir daha aynısını yapmayacaksınız. Niye, çünkü Cenab-ı Hak diyor ki Esteuzu billah
“Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.” Kişinin kendi çalışma ve gayretiyle ortaya koyduğunun dışındaki, kendinin değildir. O zaman gereken gayreti göstermediysen şimdiye kadar bundan sonra göster, daha iyisi olsun. Çünkü başınıza gelen kötülüğün sebebi sizsiniz diyor ayetlerde. O zaman bir daha aynısını yapmayalım.
Şimdi mesela Allah-u Teâlâ peygamber (sav)’ me Enfal suresinin yedi sekizinci ayetlerinde, şimdi onları okumayacağım konu dağılır, sadece özet olarak söylüyorum, arzu edenler not alıp bakabilirler. O ayetlerde Suriye’den gelen kervanla Mekke’den gelen ordu, ikisinden birisini peygamberimize vermeye, söz verdiğini ifade ediyor. Müslümanlar Mekke’den şey Suriye’den gelen kervanı istiyorlardı. Çünkü o daha kolay, sıkıntısız ama Allah-u Teâlâ’da Mekke’den gelen orduyu Müslümanlar için yazmıştı. Onu orada bildiriyor. Mekke’den gelen orduyu yazmasının sebebi, şey yapmaları içindi; Müslümanlar Mekke’den gelen orduya sahip olsunlar, orduyu yensinler, Mekkeli kafirlerin kökü kurusun. Onların kökü kuruduğu zaman, kökü kesildiği zaman, doğru ellerini kollarını sallaya sallaya Mekke’ye gideceklerdi Bedir’de. Fakat Peygamberimiz (sav) Muhammet suresinin 4. Ayetinde belirtildiği gibi hareket etmedi. Hâkimiyeti tam kurmadan, esir aldı. Öyle olunca da Cenab-ı Hak, o yazdığı nimeti de vermedi. Bakın yazılmayan olmuyor, ama yazdığı zaman da olacak değil, gereken çalışmayı yapacaksınız. Onu yapacaksınız. Bak bir hata Müslümanların daha sonra Uhud, Hendek savaşlarını yapmalarına sebep oldu. Sonra Hudeybiye ve en son yedi sene sonra ancak Mekke fethedilebilmişti.
Şimdi bütün bunları bir araya getirin. Allah yaratmadan, Allah onaylamadan, Allah bir yere yazmadan, bir yaprak bile düşmüyorsa, bütün bu ayetlerden öyleyse her zaman iyyake nabudu ve iyyake nestain diyeceksiniz. Kulluğu sana yapar, yardımı senden isteriz ya Rabbi. E peki biz birbirimize yardımcı olmayacak mıyız? Elbette olacağız. Çünkü Allah-u Teâlâ emrediyor
“…ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvân…” (Maide 2) iyilik ve takva üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın, yardımı da bize emrediyor Allah-u Teâlâ. Şimdi peki biz birbirimizden yardım istemeyecek miyiz? Elbette isteriz. İstemez olur muyuz. Cenab-ı Hak ne diyor? Demiyor mu ki; Esteuzu billah “Ve emmes sâile fe lâ tenher.”(Duha 10)
“isteyene karşı ilgisiz davranma” diyor. Oradaki tenhar, ilgisiz davranmamak demektir. Yoksa onu başına kakma manasında değil, ilgisiz davranma. Senden birisi bir şey istediği zaman ilgisiz davranma. Demek ki biz birbirimizden bir şey de isteyeceğiz. O zaman peki ne oluyor, iyyake nestain, iyyake nabudu ve iyyake nestain ne oluyor?
Şimdi iki şey var; bir, bir kere Allah’ın onaylamadığı hiçbir şey olmayacağına göre herhangi bir isteğiniz oldu mu, ilk önce Cenab-ı Hakka arz edeceksiniz. Ya Rabbi, benim şöyle bir isteğim var. Benim için şartları kolaylaştır. O yetmez. O yetmez, onun için Bakara 200,201. Ayetleri açıp okumanız lazım. Ondan sonra, öncede benim su içmem lazım çünkü boğazımın şey yapması için yardım alacağım J Bu da Cenab-ı Hakk’ın yardımıdır. 30. Sayfayı açıyoruz. Şimdi Cenab-ı Hak’tan yardım istemenin kuralı var burada. Hiç kimse hayalci olmasın burası imtihan dünyası. Burada kurallar işler. Diyor ki Cenab-ı Hak Esteuzu billah insanlar anlatıyor ve minhum hee…
“fe minen nâsi men yekûlu” 200. Ayetin sonu
“feminennasi men yekul” insanlardan kimisi şöyle der;
Rabbena atina fid dünya haseneh yok,
“rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk”
Ya Rabbi, bana dünyalık ver, bana mal ver, araba ver, eş ver, aş ver, iş ver, ister de ister. Ahireti istemediği için ahiretle ilgili bir şeysi yok. Şimdi az önceki şeyi lütfen unutmayın. Bedir savaşı olayı son derece önemlidir ama Bedir savaşını siyer kitaplarından okumayacaksınız. Siyer kitaplarından okursanız, onlar bir çok gerçeği yansıtmıyor. Size ibret olacak şeyleri oradan bulamıyorsunuz. Bedir savaşını, Enfal suresinden okuyacaksınız. Enfal suresinin 7, 8 ve 67, 68 ayetlerini mutlaka okuyacaksınız ve onu yaparken de duygusal davranmayacaksınız. Gelenekte öğrendiğiniz bütün bilgileri sileceksiniz. Yani disketi tamamen temizleyeceksiniz, virüsleri mirüsleri de böyle atacaksınız ondan sonra okuyacaksınız.
Şimdi, “Ya Rabbi bana bu dünyada ver” diyeceğiz tabi. Allah’tan isteyeceğiz şüphesiz. Onların ahirette bir alacakları yok. Çünkü ahireti istemiyor ki. Bak Allah’tan istiyor bu da.
“Ve minhum men yekûl” kimi insanlar da derki
“rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr” Kimi insanlar da der k,i ya Rabbi, bize bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver. İkisini de ister. Bizi cehennem azabından koru. Peki netice elde etti mi? Birisi dünyalık istiyor? Birisi hem dünyalık hem ahireti istiyor. Elde edecek mi neticeyi? Hayır. Hayır. Gerekeni yapmadan olmaz. Niye olmaz? Çünkü Cenab-ı Hak diyor ki;
“Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû”
Bunların her birisinin kendi hanesine yazılan kazancından bir paydır. Yani ahireti, dünyayı istiyor musun çalışacaksın, çalışmazsan bir şey yok. Ahireti istiyor musun? Çalışacaksın, çalışmazsan bir şey yok. Hem dünya hem ahireti istiyor musun? Çalışacaksın, çalışmazsan bir şey yok. Evet önce cenabı haktan isteyeceksin, Allah-u Teâlâ bir yere yazmadan zaten onu asla elde edemezsin. Allah onu yazacak. Ama yazması; olması manasına değil. Fakat yazmadığı asla olmaz. Yazmazsa asla olmaz. Yazdığı zaman, mutlaka olacak demek değil. Niye değil? Şimdi ayeti kerimelerden okuruz görürüz.
“Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû” kazançlarından bir pay var.
“vallâhu serîul hısâb” Allah hesabı çok çabuk görür. Yatana hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. E bazıları, bazılarının sırtından geçinirler. Babadan kalma, atadan kalma malları yerler. Çok rahat gibi gözükürler. Ama onun sevabı, o para malı kim kazandıysa onadır. Yiyene değil. Herkes kendi kazancının karşılığını alır çünkü. Küllim bima kesebet şey… bima kesebe rahin değil mi, “Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh”(Muddesir 38) ikisi de var değil mi? Evet her insan kazancı karşılığında rehin alınmıştır. Herkes çalışması karşısında rehinedir. Bedelini ödersen Allah-u Teâlâ seni azad eder, ödemezsen bir şey yok.
Evet şimdi herhalde o Enfal suresindeki ayetleri okumazsak, bu iş eksik kalır gibi geliyor bana. 8. Sureyi lütfen açalım en baş tarafı 176. Sayfa. Şimdi bunu dikkatle dinleyelim lütfen. Allah-u Teâlâ diyor ki burada (Enfal 7) Esteuzu billah
“Ve iz yaıdukumullâhu ihdet tâifeteyni ennehâ lekum” bak hac suresi en son hac suresine tekrar geleceğiz unutursam bana hatırlatın. Yani hac suresindeki ayetlere tekrar gelmek için bu parantezi açtık.
“Ve iz yaıdukumullâh” “Allah size söz veriyordu.” Şimdi bunun kitaba kaydedildiğini de biraz sonra ayetten göreceğiz. Zaten kaydettiğini öbür ayette de okumuştuk. “Allah size söz veriyordu. İki gruptan birisi sizin: Şam’dan gelen kervan, o kervanı korumak için Mekke’den çıkan ordu. Ebu Süfyan komutasında bir kervanın, Şam’dan geldiğini duydular Müslümanlar. Çünkü o Medine’ye hicret eden Müslümanların malları mülkleri onlara kalmıştı biliyorsunuz, canlarını zor kurtarmışlardı. Şam’dan gelen kervan, bir de o kervanı vuracak diye korktukları için, Ebu Süfyan haber göndermişti kervanın başında olan, Mekke’ye Ebu Cehil komutasında bir ordu, kervanı korumak için yola çıkmıştı. Müslümanlar daha bir buçuk sene olmuş, Medine’ye hicret edeli. Allah bu iki gruptan birisinin sizin olduğunu vadediyordu.
“ve teveddûne enne gayre zâtiş şevketi tekûnu lekum” Çok istiyordunuz ki o güçsüz olan sizin olsun. Yani Şam’dan gelen kervan, onun etrafında kaç tane otuz kırk tane koruması var o kadar. Ama Mekke’den gelen, ordu bu. Müslümanların üç katı bir ordu. 900 kişi miydi? Öyle bir şeydi galiba, 1000 miydi işte o civarda bir şey. 300 kişiye 1000 kişi.
“ve yurîdullâh” “Allah’da istiyordu ki”
“en yuhıkkal hakka bi kelimâtihî”
“kelimeleri sebebiyle hakkı ortaya çıkarsın.”
Allah’ın iradesi bakın. Bizim şeylerde kelam kitaplarını okursanız şunu görürsünüz: Allah bir şeyi irade etti mi mutlaka olur derler. Önünüz de bakın ayeti kerime. Allah istiyordu ki, kendi sözleri sebebiyle, hak ortaya çıksın. Allah’ın iradesini yuridullah diyor Arapça bilenler çok daha iyi anlar.
“ve yaktaa dâbirel kâfirîn” “kafirlerin de kökü kurusun.”
Dolayısıyla Müslümanlara neyi vermeyi kararlaştırmıştı. Mekke ordusunu, Müslümanlar Mekke ordusuna hakim olacak, ve kafirlerin kökü kuruyacak, kökü kurumuş muydu, Bedir’de kafirlerin kökü kurudu mu? Kurumadı. Niye? Bak, Allah’ın iradesi yerine geldi mi? Allah irade ettiği zaman olmaz, kün dediği zaman yerine gelir. Kün demezse, ol emrini vermezse olmaz. Ol emrini verdikten sonra erade fiili şae ye dönüşür. Ama bizim kitaplarda erade ile şate ye aynı mana verdikleri için, yani Müslümanları gerçekten, öyle bir kötü duruma sokmuşlardır ki, erade ile şâe; erade istemek şae ne demek biliyor musunuz bir şeyi yapmak demektir. Şey yapmak. Allah bir şey yapmak istediği zaman ne yapar. Emir verir kün der. Ha kün dedikten sonra olmaması mümkün mü, imkansız. Ama iradeye gelince kün demedikten sonra irade yerine gelmez.
Şimdi biz de maalesef, uzun asırlar önce, öyle anlaşılıyor ki Emevilerden sonra bu kelimenin anlamı değiştirilmiş. Yani şae fiilinin anlamı erade manasına dönüştürülmüş, onun için Kur’ân-ı Kerim’de ki, okuduğunuz zaman zihniniz allak bullak olur. Allah bir adamın Müslüman olmasını istiyor mu istemiyor mu, bir türlü anlayamazsınız. Çünkü “yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşa” Allah istediğini sapıklıkta bırakır, istediğini yola getirir diye mana vermişlerdir. Halbuki öyle değil.
“Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum” Nisa suresi 26.ayet. “Allah sizin yola gelmenizi ister irade eder, sizden öncekilerin yoluna girmenizi iyi insanların yoluna girmenizi ister” Bu irade ama şae fiiliyle olduğu zaman, kün ol emri gelmiş demektir. Allah ol dedikten sonra hangi kafir, Müslüman olmayabilir ki. Ama o zaman imtihanın anlamı kalmaz. İşte burada Kuran-ı Kerim’deki ayetlerin manaları, öylesine çarptırılmıştır ki bugün siz hangi tefsiri okursanız okuyun bu işin içinden çıkamazsınız. Türkçe Arapça fark etmez. Çünkü Arapça bilenler için söyleyeyim fazla detay bilgi isteyenler bizim “Doğru bildiğimiz yanlışlar” kitabında da bulabilirler, internet sitemizde de bulabilirler. Bu konu üzerinde çünkü yıllarca çalıştık.
Şimdi ilk yazılan sözlük olarak, Halil Bin Ahmed’in ki yani önemli Arapça üstatlarındandır. El Ayn diye bir sözlüğü var. O sözlükte yani Arapça bilmeyenler bunu anlayamaz, detaya girmeyeceğim çünkü konu dağılır. Şöyle yazmış: “el meşietü el irade şae yaşeu meşiete” Arapça bilenlerin, bunun bir katliam olduğunu anlamaları hiç zor değildir. Bu acayip bir yanlış. Küçücük Arapça bilen bir adam bu hatayı yapmaz. Ama şartlanmalar tabi bu hatayı görmeyi engelliyor. “El meşietü el iradetü” diyor. “şae yaşeu meşieten” halbuki “şae yaşeu şeyen” olur. Meşie; mastar mimidir, asli mastar değildir. Şey manasından başka bir manaya gelmez, irade anlamı verilemez. Ondan sonra Şâe’ ye irade manası verilmiş, bütün sözlüklere bakın, birkaç sözlük korka korka bu kelimenin anlamını birazcık böyle kenarından köşesinden vermeye çalışmış ama sözlükleri de değiştirmişler maalesef. Ondan sonra okuduğunuz zaman Allah dilediğini saptırır dilediğini yola getirir, Allah Allah diyorsunuz. “Vermedi mabud neylesin mahmud” diyorsunuz. Ve Müslümanlar müthiş bir kaderci haline getiriliyorlar. Ve bu maalesef akaid kitaplarında da bize inanç esası olarak da okutulur. Okutulur.
Şimdi, şimdi tekrar bu ayeti kerimeye gelelim diyor ki Allah-u Teâlâ: “Allah size iki gruptan biri sizindir” diye söz veriyordu, siz çok istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun. Ama Allah’da istiyordu ki kendi indirdiği ayetler sebebiyle, hak ortaya çıksın kelimeleri, sözleri sebebiyle ve o kafirlerin kökü kesilsin, Mekke’de bitsinler artık onlar. Şimdi onun için yani bu Enfal suresini dikkatle okursanız bütün detaylarını bulursunuz. Ama ben sadece konumuzla doğrudan alakalı olan 67. ,68. Ayetlerini okuyacağım size. 184. Sayfa Şimdi burada Allah-u Teâlâ , Peygamberimiz (sav) o savaşta ilk anda kafirlere galip geldi, arkasından da herhalde nasıl olsa Cenab-ı Hak bunu bize vadetti diyerek esir aldı. Ben öyle düşünüyorum kendi bu bana ait olan bir düşünce yani nasıl olsa Cenab-ı Hak bize vadetti tamam işte biz bunlara galip geldik diyerek esir aldı. Ama orada Allah-u Teâlâ’nın savaş için koyduğu kurala uymadı. Savaş için koyduğu kuralı 47.ayetin 4. şey 47.surenin 4. ayetinde Allah-u Teâlâ bildiriyor. 506. Sayfa diyor ki:
“Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb” Savaşta, kafirlerle yüzyüze gelirseniz, savaş sırasında boyunlarını vurun. Çünkü onlarda sizi vurmak için gelmişler.
“Hatta izetumuhum” Onlar üzerine tam hakimiyetinizi kuruncaya kadar böyle gitsin. Yani düşmanı hareketsiz hale getirinceye kadar. Düşman hareketsiz hale geldiği zaman ne yapacaksınız?
“fe şuddûl vesâk” O zaman esir alıp bağı sıkı tutacaksınız. Sıkı tutun, çünkü kaçar gider, orada başka gruplarla birleşir size sıkıntı verebilir. Peki esirleri daha sonra ne yapacaksınız?
“fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen” Ondan sonra esirleri karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız. Köleleştirme, öldürme falan söz konusu değil. Böyle bir şey yok. Şimdi peygamberimiz bak “hattâ izâ eshantumûhum” yani Arapça bilenler, bu kelimeyi lütfen, “hattâ izâ eshantumûhum” Arapça bilenler bu kelimeyi düşünsün, bilmeyenler de “tam hakimiyet kuruncaya kadar” kelimesini düşünsün.
Şimdi burada diyor ki 184. Sayfadaki ayete dönüyoruz;
“Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard”
“Hiçbir peygamberin savaş meydanında tam hakimiyeti kurmadan” “yushıne fîl ard” , “eshantumûhum” İşte, bu iki kelimeye dikkat edin. Tam hakimiyeti kurmadan, esir almaya hakkı yok. Sen aldın bu esirleri diyor Cenab-ı Hak.
“turîdûne aradad dunyâ” Siz dünyalık istiyorsunuz,
“vallâhu yurîdul ahıreh” Allah ahireti istiyor ya da siz hemen bir şeyler elde etmek istiyorsunuz, Allah-u Teâlâ sonrasını istiyor. Yani bu kafirlerin kökü kurusun istiyor.
“vallâhu azîzun hakîm” Allah güçlüdür doğru karar verir.
“Lev lâ kitâbun minallâhi sebek” Allah’ın daha önce yazdığı bir yazgı olmasaydı, nedir o? Enfal suresinin başında gördüğümüz, bu iki gruptan birisi sizin, olmasaydı eğer, bir söz verdim
“le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm” aldığınız bu esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı. Bakın yazılmış olması kafirlerin kökünün kesilmesine sebep oldu mu? Oyunu kuralına göre oynamadınız. Peygamberde olsa Cenab-ı Hak zafer vermiyor.
Şimdi şeye gelelim vakit çok geçiyor galiba, evet Hac suresine ama ondan önce ilk ayetimizi okuyalım tekrar.(Bakara 153)
“Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât”
“Müminler sabrederek ve namaz kılarak yardım isteyin”
Sabretmek demek, tabi emir ve yasaklara harfiyen uymak da bu işin içerisine girer. Çok sıkıştım falan yok, öyle şey yok. İşi kuralına göre yapacaksın, öyle canını dişine takacaksın her şeyi kuralına göre yapacaksın.
“innallâhe meas sâbirîn”
“Allah sabredenlerle beraberdir.”
Hiç aceleciliğe gerek yok neyse o. Şimdi burada diyor ki Cenab-ı Hak, ha şimdi buradan şunu söyleyeyim de ondan sonra buraya geçiyim. Şimdi madem Allah yazmadan hiçbir şey olmuyor; öyleyse önce Cenab-ı Hak’tan isteyeceğiz. Peki bizim de yardımlarımız tabi ki olacak elbette biz birbirimizle yardımlaşacağız. Bana bir ekmek ver demek, Allah’tan başkasından o manada yardım istemek değil.
Bakın iki şeyi birbiriyle karıştırmayalım. Cenab-ı Hakk’ın görme sıfatı var mı? Peki sizin görme sıfatınız var mı? Sen de görürsün Allah’ta görür. Şimdi siz, şu duvarın arkasında ne olduğunu görebiliyor musunuz? Ya da şu masanın altında ne olduğunu? He siz sınırınızı aşarda, kendi görme sıfatınızı Allah’ın görme sıfatı gibi ortaya koymaya kalkarsanız Allah’lığa soyunmuş olursunuz. İşte bu olmaz. Birisi ben görüyorum, Allah’ta görüyor dediği zaman kafir mi olur? Ama kendi görmesini, Allah’ın görmesi gibi ona benzetirse o zaman kafir olur. Yani Allah’a mahsus olan kısımlar var, bizim yapabileceğimiz Allah’ın verdiği bir takım sınırlardır. Ben hayat sahibiyim, Allah’ta hayat sahibi hiç şüphesiz ama aynı mı? Şimdi insanlar sınırları hadlerini aştığı için yoldan çıkarlar.
Birbirimizden tabiki yardım isteriz. Mesela hep söylerler efendim siz hasta olduğunuz zaman doktora gitmiyor musunuz? Tabiki gidiyoruz. bu Cenab-ı Hakk’ın koyduğu bir kanun. Ama gidip te doktora, doktor bey bana şifa ver dersem, doktor hiç hastalığımı muayene etmeden, şey yapmadan, bana şifa ver dersem, o zaman doktoru Allah’ın yerine koymuş olurum. Şimdi birbirimizden yardım isteriz elbette. Ölmüş adamlardan yardım istersen ne olur? Ya ölmüş adam sana ne verecek? Sen ona belki bir iki dua edersen edersin onun için çünkü günahları affedilsin diye. O onu da yapamaz. Yani şimdi bu aşırılıklar bu yanlışlıklar, “Yetiş ya Abdülkadir-i Geylani” diyor. Ya nereden yetişecek kardeşim, seni nereden duyacak ayaklarımı var ki gelsin, elimi var ki yapsın. O zaman sen onu Allah gibi yapmış oluyorsun. O işte şirk olur. Şimdi işte bu ayeti kerimeleri okuyalım o zaman mesele ortaya çıkar. Hac suresi 11. Ayet ve devamı. “Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf”
“İnsanların kimisi, Cenab-ı Hakka sınırda kulluk eder.”
“fe in asâbehu hayrunıtmeenne bihi” İşleri iyi giderse, eline mal mülk böyle istediği şeyler geçerse Allah beni çok seviyor der. İşlerim tıkırında der ahh mutluluktan uçar.
“ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî” Ama Cenab-ı Hak ona bir sıkıntı verdiği zaman bir imtihan az geçirdiği zaman bakarsınız ki artık ters dönmüş. Allah artık benim yüzüme bakmıyor demeye başlar. Bu defa başka yardımcılar aramaya koyulur.
“hasired dunyâ vel âhıreh” Dünya’da gitti ahirette. Allah’ın vermediğini sana kim verebilir.
“zâlike huvel husrânul mubîn”
“Bu apaçık bir zarardır.”
Şimdi, Allah…, Allah’dan isteklerini şey yapar da, yerine gelmeyince, bu defa ne yapar? Mesela, İstanbul da yaşarsa, hemen “Eyüp Sultana gidelim” der. Ya da Telli Babaya şuraya, yani ölülerden yardım istemeye başlar. Oruç Baba bilmem ne. Ne yapar diyor, bak ayette (Hac 12)
“Yed’û min dûnillâhi mâ lâ yedurruhû ve mâ lâ yenfeuh” Eyüp sultan’ın, buna ne faydası olur, ne zararı, ölmüş bir insan. Gider ondan yardım ister. Kendisine faydası da zararı da olmayan bir şeyden yardım ister.
“zâlike huved dalâlul baîd” Bu çok derin bir sapıklıktır. İmtihandan kaçıyor çünkü çalışmak istemiyor tembel. Bedavadan geçinmek istiyor. Bu defa şeyde Eyüp sultan’da Cenab-ı Hakka baskı kuracak haşa. Ondan sonra baktı ki olmuyor. Bu da olmuyor o zaman ne yapacak işte ağzı dualı birisine gidelim. Bu defa onunla baskı kuracak haşa. İlla zorla alacak Cenab-ı Hak’tan.
“Yed’û le men darruhû akrabu min nef’ıh” Birisine gider ki, zararı menfaatinden daha yakın. Der ki; hele gel benden bir el al. Hele şunu yap hele bunu yap, önce ondan epeyce bir şeyler alır. Bir kere zarar kesin. Faydası var mı yok mu onu Allah bilir. “le men darruhû akrabu min nef’ıh” Menfaatinden daha yakın olan bir kişiye. Bu defa ondan yardım ister. Onu araya koymaya çalışır. İşlerim bozuldu aman işte şöyle yap böyle yap. Çünkü sabretmek istemiyor ya. İmtihandan da geçmek istemiyor. Hemen torpille, işini halletmeye çalışıyor.
“le bi’sel mevlâ ve le bi’sel aşîr” Çünkü, o der ki; gel bizim cemaate gir, der bizim tarafa işte şunu yap bunu yap falan filan “Ne kötü bir dost bu ne kötü bir cemaattir”. “İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti” Allah inanan ve iyi iş yapanlar, bakın ne dedi orada ıstainû bis sabri ves salât dedi. Sabret, Namaz kıl, ibadetlerini yap, Allah’tan iste, başkasından niye istiyorsun? Bu imtihanı o yapıyor. Cenab-ı Hak koyduğu kuralı senin için değiştirecek mi? İnanan ve iyi iş yapanları sokar , “cennâtin tecrî min tahtihel enhâr” içinden ırmaklar akan bahçelere bu dünyada da cennete sokar. Adam belki maddi olarak çok büyük sıkıntılar içerisindedir ama içi rahattır. Çünkü bilir ki bu Cenab-ı Hakk’ın imtihanıdır. Bu bir imtihan sorusu bunu mutlaka başarmalıyım dediği zaman hiçbir umutsuzluk olmaz hep ileriye doğru büyük bir umutla çalışır.
“innallâhe yef’alu mâ yurîd” “Allah istediğini yapar” Cenab-ı Hak sana bakmaz ki Allah murat ettiği, önce Allah’ın iradesi olacak sonra onu yapacak. Kün diyecek olacak. Şimdi sonra şunu söylüyor Allah-u Teâlâ :
“Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhıreh”(Hac 15) Şimdi bu insanlar büsbütün, “Ya Allah kardeşim, Allah’tan istedim vermedi, Eyüp sultana gittim olmadı, falan adamın duası kabul oldu, gene olmadı, yok canım bitti artık daha mümkün değil bir daha olmaz, iyice bunalıma girdim, intihar edeceğim falan filan” bakarsın duyarsın bunları. “Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhıreh” Kim Allah artık bana dünyada da, ahirette de yardım etmez, diye büyük bir umutsuzluğa kapılmışsa kapılmasın. “felyemdud bi sebebin iles semâi” Bir sebeple elini göğe açsın, o sebep ne namaz kılsın, tövbe etsin, temizlensin ve elini Cenab-ı Hakka açsın.
“summel yakta” Sonra diğer ilişkileri kessin, bıraksın şunu bunu. Doğrudan Allah’a yönelsin.
“felyenzur” baksın ki “hel yuzhibennekeyduhu” bu girdiği bu yol giderecek mi “mâ yagîz” kendisinin, sıkıntıya sokan şeyi giderecek mi gidermeyecek mi o zaman görsün.
Serkan Duman
E mail: [email protected]