Derse başlamadan önce geçtiğimiz cuma gününden bugüne kadar yapmış olduğum Amerika seyahatini size kısaca özetleyeyim. Birkaç saat önce geldim. Bizim derslerimize sürekli gelen Nuri Birtek beyefendinin oğlu Mehmet Kemal Birtek’in başkanı olduğu İSTOMNET diye bir vakıf var. O vakfın düzenlediği 3 günlük bir kamp vardı. Oraya gittik, orada çok yoğun bir çalışma yaptık. Çok ilgiyle takip edilen toplantılardı. Toplantıya katılanlar Amerika’da iş sahibi olmuş, eğitim yapmış, doktorasını yapmış belli seviyelere gelmiş olan kimselerdi. Hepsinin selamları var onu da getirmiş olayım.
Cenaba Hakka çok şükür bu Kuran çizgisinin artık eski tepkilerinin değişmeye başladığı yerini takdirin almaya başladığını her gittiğimiz yerde görüyoruz. Almanya’da karşılaşmış olduğumuz durumu Amerika’da bir kez daha teyit etmiş olduk. Şunu gösteriyor, hatta orada şöyle bir duygu içerisine kapıldım kendim: Acaba yurt dışına gitmesem mi? Çünkü burada yapmış olduğumuz çalışmalar son derece etkili oluyor. Bir de insanlar buradan öğrendiklerini güvenerek ve inanarak savunabiliyorlar ve anlatabiliyorlar. Onun için merkezin çok güçlendirilmesi gerektiği her defasında ortaya çıkıyor. Hakikaten mesela dünyanın hemen her tarafından takip edilen bir çalışma yapıyoruz Allah’a şükürler olsun ve oldukça da etkili olan bir çalışma yapıyoruz yani herkesin yaptığını yapmıyoruz biliyorsunuz. Son derece zor bir çalışma aynı zamanda, hem yanlışları ortaya koyacaksınız, hem doğrusunu göstereceksiniz. Bu ikisinin birlikte yapılmasının ne kadar zor olduğunu herkes anlar ve takdir eder. Bu sebeple merkezimizin yani burada yapılmış olan çalışmaların çok daha kuvvetlenmesi gerektiği ortaya çıktı.
Allah nasip ederse bu cuma günü Trabzon’da Dünya Hafızlar Günü dolayısıyla iki konuşma yapacağız bir de zannediyorum bir de cuma vaazı yapılacak, ondan emin değilim. Ondan sonra Erzurum’a geçeceğiz, orada fıkıhçılar toplantısında kuzey kutupta yapmış olduğumuz gözlemleri anlatacağız. İnşallah haftaya salı günü yine buradayız Allah nasip ederse. Evet, yani hepimize çok büyük sorumluluklar düştüğünü unutmayalım. Her defasında sorumluluk birkaç kat artıyor. Orada Azerbaycan’dan gitmiş doktora yapan birkaç tane öğrenci vardı. Sırf bizim ismimizi duydukları için gelmişler. Son derece gayretli, aklı başında yani konuyu içselleştirmiş kişiler. Şimdi bakıyorsunuz yani sıradan insanlar değil. İstikbal vaat eden veya halen çok etkili konumda olan kimseler. O açıdan mesela yüksekçe bir yere çıkabilirsiniz, o nispeten kolaydır. Fakat orada kalmak ve biraz daha yukarı çıkmak oldukça çoktur. Şu anda hamdolsun bizim konumumuzun yüksekçe bir yer olduğu açık ve net. Ama hem burada kalmaya yani artık geriye dönmemeye biraz daha ileri götürmeye mecburuz. İnşallah o konuda da başarılı olacağız. Burada yapmamız gereken en önemli çalışma geçen haftaki konuşmada olduğu gibi mutlaka çevrenizde birkaç kişiyle, bir kişi, iki kişi, üç kişi, beş kişi, kimseyi bulamazsanız evinizde eşinizle, çocuklarınızla mutlaka o Kuran anlama halkalarını kurmak zorundayız, onu kuralım. Yani bu işte yapacağınız en büyük katkı odur ve onun gereğini de hep birlikte yaparız.
Geçen hafta Bakara 151. ayeti okumuştuk. Bu ayeti tekrar okuyalım. Burada Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Nitekim sizin içinizde birini elçilik göreviyle görevlendirdik, sizden biri olanı. Size ayetlerimizi okur, sizi geliştirir, size kitabı ve hikmeti öğretir. Size bilmediklerinizi öğretir. Siz beni anın. Yani yaptığınız her işte, her davranışta ben aklınıza geleyim. Benim verdiğim emir ve yasaklar aklınıza gelsin. Ona göre davranın.”. Allahü Teâlâ’nın her işte emir ve yasaklarının aklımıza gelmesi için ne yapmamız lazım? (Bir izleyici: Okumak lazım.) Okumak yetiyor mu? Kuran-ı Kerim’i iyice kafamıza yerleştirmemiz lazım. Yani her an kullanabileceğimiz bir bilgi haline getirmiş olmamız lazım. Bir olayla karşı karşıya kaldık, “vel kuruni” diyor Allah, beni hatırlayın diyor, burada benim ne dediğimi hatırlayın. Onu hemen hatırlayabilmek için o konudaki bilgiyi iyice olgunlaştırmış olarak kafamıza yerleştirmemiz gerekiyor. İşte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashabını bu şekilde yetiştirmiş. Hakikaten Peygamberimizin yetiştirdiği ashaba baktığımız zaman onların iki grup olduğunu görüyoruz; birisi muhacirler, birisi ensar. Bunların içerisinde en uzun süre Kuran eğitiminden geçen kim? Muhacirler. Onlardan da bakın ilk olanları; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. İlkler bunlar ve bunlar yıldız. Yani Kuran’ı ne kadar çok öğrenmişlerse o kadar çok yıldızlaşmışlar ve çok güçlü insanlar haline gelmişlerdir.
Şimdi düşünüyorum mesela bizde kitapları açın okuyun kader konusunu anlamak hemen hemen imkansızdır. Yani kitaplara baktığınız zaman hemen hemen kelimesine de gerek yok, imkansızdır. Ama bakıyorsunuz ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yetiştirmiş olduğu Hz. Ömer bunu iki kelimeyle ifade ediyor. O kadar kolay, o kadar basit, o kadar anlaşılabilir, o kadar net ki. Kuran-ı Kerim’de ilgili bütün ayetleri okuduğunuz zaman, çok güzel mütalaa ettiğiniz zaman, onu hazmedilecek gıda haline getirdiğiniz zaman bakıyorsunuz onun söylediği iki kelime ortaya çıkıyor. Ama o sözleri bugün bize nakledilen kitaplardan çıkarma imkanımız yok, kaderi tanımlayan kitaplardan çıkarma imkanımız yok. Halbuki nice insanlar o konuda doktora yapıyorlar, nice insanlar profesör oluyorlar, nice insanlar kitaplar yazıyorlar, bir şeyler yapıyorlar ama Hz. Ömer’in seviyesine ulaşamıyorlar. Çünkü o bilgisini ana kaynaktan öğrenmiş ve tabi çok uzun bir zaman içinde öğrenmiş.
Biliyorsunuz Ömer r.a. ilk Müslümanlardan, geçen hafta okuduğumuz Müzemmil suresinin her gece, gecenin yarısı, üçte biri, üçte ikisine yakın bir süre 15 yıla yakın bir zaman içerisinde bunu yapmış. Onunla kalmamış her gün Kuran okumaya devam edilmesi şeklindeki emri de yerine getirmiş Medine’de. Dolayısıyla 23 yılın tamamını Kuran’ı kavramak için geçirmiş. O da yetmemiş Hz. Ömer zamanında o sahabeyi Medine’den dışarı çıkarmıyordu, sahabenin önde gelenlerini yani Kuran’ı iyi bilenlerini Medine’den çıkarmıyordu. Niye? Yeni ortaya çıkan olayları birlikte değerlendirsinler diye. Hani biz sürekli vurgu yapıyoruz bu iş ekip işidir diye. Tek başına öğrenilemez diye. İşte Hz. Ömer, bunu Peygamberimizden çok iyi öğrendiği için kimseyi çıkarmamış. Hz. Osman zamanında bunların çıkmasına müsaade edilmiş. Ondan sonra ipin ucunun kaçtığını zaten herkes biliyor. Yani o istişare meclisi dağılmış.
İşte o Hz. Ömer, Şam tarafında veba hastalığının bulunduğu bir yere ordusunu sokmuyor. Ona karşı zannedersem Ebu Musel Eşariydi değil mi öyle hatırlıyorum? Ebu Musel Eşari olacaktı hatırlayan var mı? Ubeydullah Bin El Cerrah o muydu? Evet, Şam valisi. Neyse şimdi bunlar muhacir değiller. Diyor ki “Sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyor. Hz. Ömer gayet kısa ve öz: “Evet” diyor, “Allah’ın bir kaderinden öbür kaderine kaçıyorum.”. Çünkü kader, ölçü demektir. Cenabı Hak bir ölçü koymuş, bulaşıcı hastalıkların bulunduğu yere girersen hasta olursun. Bu Allah’ın kaderi yani koyduğu ölçü. Yine başka bir ölçüsü var, girmezsen olmazsın. İkisi de, o da Allah’ın kaderi, bu da; “Allah’ın o kaderinden bu kaderine kaçıyorum.”. Şimdi bu kader anlayışı var mı bugün.
Bu insanlar bu başarıları tesadüfi olarak elde etmiş değillerdir. İki kelime söylüyor ama muhteşem kelimeler. Çünkü kaynağı çok sağlam. Çünkü çok iyi bir eğitimden geçmiş. Yıllarını vermiş.
O zaman haftada bir kere salı akşamları burada toplaşacağız, elbette yine devam edecek inşallah. Bizim cumartesi günkü dersleri de Allah ömür verdiği sürece devam eder. Tabi burada 3 hafta yapamıyoruz. Geçtiğimiz cumartesi Amerika’da olduğumuz için yapamadık. Bundan sonraki cumartesi Erzurum’da olacağım için yapamayacağız. Onu takip eden cumartesi yine bir namaz vakitleri rasatı için Ege Bölgesi’nde olacağız, yapamayacağız. Ondan sonraki cumartesi de yine yapamayacağız. Ama bu, elde olmayan sebeplerden dolayı. 11 Haziranda yapacak mıyız? 11 Haziranda yapacağız tamam, buradayız o zaman.
Yani şimdi çalışmaları sadece buradaki salı akşamı sohbetlerine ve cumartesiye indirgemeyelim. Cenabı Hakk’ın emrettiği gibi her gün bunu yapalım. Yapalım ki buraya geldiğiniz zaman da anlaşılamayan yerleri bize bildirirsiniz, biz de yine arkadaşlarımızla çalışırız. Vardığımız sonuçları sizinle bir sonraki toplantıda paylaşırız. Yani bu çalışma işte burada Abdülaziz Hoca ve beraberindeki birkaç kişinin yaptığı çalışmalarının sonuçlarını size aktarması şeklinde olmasın. Sizin yaptığınız çalışmalar, bizim de yaptığımız çalışmalar, hepsinin harmanlanması ve hep birlikte Kuran-ı Kerim’i anlama faaliyeti olarak olsun. İnşallah asıl hedefimiz Kuran’ı anlama çalışmalarını tüm Türkiye’ye yaymak olmalı. Türkiye’de herkes Kuran-ı Kerim’i anlamak için ekipler oluşturmalı ve işte geçen hafta söylemiştik cami imamları, Kuran kursu hocaları, müftüler, ilahiyat fakültesi hocaları, okullarımızdaki din dersi hocaları; bunların her birinin de işte birkaç ekibin başı olarak bu işe girmeleri lazım. O zaman eğer Kuran bilgisiyle iyice donanırsak karşımızda durabilecek hiç kimse kalmaz. Ve çağımızda İslam’ı tüm dünyaya tebliğ etmenin büyük bir şerefiyle Cenabı Hakk’ın huzuruna gitmiş oluruz.
Burada çok önemli iki tane kelime söylüyor Allahü Teâlâ: Kitap ve hikmet. Bu aslında İbrahim aleyhisselamın duasının kabul edildiğini de gösteriyor. Bakara suresinin 129. ayetinde İbrahim aleyhisselam o Kabe’nin temellerini yükselttiği zaman şöyle dua ediyor: “Ya Rabbi kendi içlerinden bir elçi gönder onlara, senin ayetlerini onlara okuyan bir elçi. Kitabı ve hikmeti onlara öğreten bir elçi. Onları geliştiren…” İşte öylesine geliştiriyor ki bu kitap ve hikmet insanları Mekke’de kendi öz kızını diri diri toprağa gömen Ömer, bütün dünyaya adalet örneği Ömer’e dönüşüyor. “Yüzekkihin”, onları geliştiren. Şimdi siz lütfen kendinize bakın. Şurada Kuran’dan öğrendiğiniz şeyler sizi nasıl geliştiriyor ona bir bakın. Haftada bir kere olanları bu kadar geliştiriyor. Bir de her gün yapsanız bunu? Ondan sonra organize çalışma olarak bunu yapsanız ve bu çalışma İstanbul çapında, Türkiye çapında ve dünyanın her yerindeki Müslümanlar çapında olsa o zaman herkes, her gün Kuran konuşacak ve herkesin bulmuş olduğu birtakım hikmetler, güzellikler yaygınlaşacak. O zaman toplumumuz anormal bir şekilde gelişecektir.
İşte Allahü Teâlâ, İbrahim aleyhisselamın duasını kabul etmiş. Aynı kelimelerle bugün okuduğumuz 151. ayeti indirmiş: “İçinizde sizden olan bir kişiyi elçilik göreviyle görevlendirdik. Size ayetlerimizi okur, sizi geliştirir, size kitabı ve hikmeti öğretir. Size bilmediklerinizi öğretir.”. Şimdi bu kitap ve hikmet öyle bir şey ki Allahü Teâlâ bunu bütün peygambere vermiş. Kitap ve hikmetin verilmediği tek bir peygamber yok. Onun için yani kısadan gidecek olursak mesela İbrahim aleyhisselama, Cenabı Hak onun soyundan gelenlere kitap ve hikmet verdiğini bir ayette bildiriyor. Ama o kadar şey yapmayalım çünkü fazlaca vaktimiz yok. Birkaç kere tekrarladığımız Enam suresinin ayetleri var. Allahü Teâlâ orada 83’ten 90. ayete kadar. Şimdi burada Cenabı Hak, Nuh aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar 18 tane peygamberi sayıyor. İçlerinde İbrahim aleyhisselam var, İsmail aleyhisselam var. Ondan sonra diyor ki bunların babalarından -babaları diyerek Adem aleyhisselama kadar çıkıyor. Kardeşlerinden diyerek mesela Musa aleyhisselamın kardeşi Harun aleyhisselam -gerçi o ikisi de geçiyor burada- bizim adını bilmediğimiz birçok peygamberi ve soylarından diyerek Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme kadar gelen yani Adem aleyhisselamdan Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme kadar gelen bütün peygamberleri işaret ederek şunu söylüyor: Bütün nebileri -ki sayıları 124.000 mi, 224 000 mi, daha mı fazla onu Allahü Teâlâ bilir- diyor ki 89. ayette “İşte onlar kendilerine kitap verdiğimiz ve hüküm verdiğimiz kimselerdir.”. Hikmet, doğru hüküm anlamına gelir. Tabiki Allah’ın peygamberlere verdiği hüküm, doğru hüküm olacağı için ister istemez hikmet olacaktır. İşte onlar kendilerine kitap ve doğru hüküm verdiğimiz kimselerdir ve nebilik verdiğimiz, peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.
Şimdi bu kitap ve hikmet eğitimi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yapmış olduğu kitap ve hikmet eğitimi öylesine güçlü bir eğitim ki siz bu kitap ve hikmetle Medine’de bulunan Yahudileri kökünden kazıyıp atıyorsunuz. Çünkü o kitap ve hikmet onlarda da var. Buna inanmaları gerekiyor. Âl-i İmrân 81’de Cenabı Hak diyor: “Allah nebilerden söz aldığı zaman şöyle demişti: Size bir kitap ve hikmet veririm de sizinle beraber olanı tasdik eden bir resul gelirse ona mutlaka inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız.”. Zaten Yahudiler de bunu biliyordu. Yahudiler bildikleri şeye inanmayınca oradaki varlıklarının bir anlamı kalmadı. Kendilerine olan güveni kaybetmiş oldular. Çünkü yalan söylemek en çok o yalan söyleyen kişiyi rahatsız eder. Hiç kimsenin aklından, hayalinden geçmediği halde 4 yıl gibi kısa bir süre içerisinde Medine o Yahudilerden temizlendi. Bunu kim temizledi? Bunu Mekke’den kaçmak zorunda olan bir avuç Müslüman… Olacak şey değil. Bugünkü ölçülerden hiçbirine uymaz. Onlar oraya çok uzun süreden beri gelip yerleşmişler, güçlü bir ekonomik yapı oluşturmuşlar, mahallelerinin çevresini de surlarla çevrilmişler. Kendilerine göre hiç kimse onlara dokunamaz. Ne Müslümanların aklından geçiyordu böyle bir şey, ne Yahudilerin aklından geçiyordu. Ama o bilgi gücü var ya, o kitap ve hikmet bilgisi, o bilgi Yahudilerde olan o bilgiyle ilişki kurunca Yahudiler bunun doğru olduğuna kesin olarak kanaat getirdiler. Mutlaka inanmaları gerektiğini anladılar. İnanmayınca kötü duruma düştüler, kendi içlerinde parçalandılar. Kendi kendilerine anlatacakları bir şey kalmadı, zihinleri parçalandı ve kısa sürede Medine’yi terk etmek zorunda kaldılar.
İşte kitabı ve hikmeti çok iyi öğrenmiş olan Müslümanlar Suriye’den Hıristiyanların hakimiyetine ebediyen son verdiler. Aynı şekilde Kuzey Afrika’da aynı durumu yaptılar. Bizans tarih sahnesinden silindi Müslümanlar tarafından. Aslında burada yapılan şu, o insanlar ihya edilerek siliniyor. Yanlış inançlar siliniyor. Dolayısıyla mesela Şam’a yeni insanlar ithal etmediler ki. Şam’da yine eski ahalisi kaldı. Ama o insanların zihnindeki yanlış inançlar gidince onlar yepyeni bir ahali durumuna gelmiş oldular.
Yani biz burada Kuran-ı Kerim üzerinde çalıştığımız takdirde bütün eski din mensuplarıyla doğrudan ilişkiye geçme, onların kabul edeceği, bunlar haklı söylüyorlar diyebilecekleri bir konuma gelme durumunda oluyoruz ve bu bize müthiş bir güç kazandırıyor. Sadece onunla irtibata geçmiş olmuyorsunuz aynı zamanda mesela bugünün dünyasını düşünürseniz kendisine ateist diyen, mevcut dinlerden hiçbirisini benimseyemeyen birçok insan var, o insanlarla da birebir ilişkiye giriyorsunuz. Çünkü o insanlarda kitap yoksa da hikmet var. Mesela Mekkeli müşriklerin elinde kitap yoktu ama hikmet vardı. Ne demek hikmet? Yani doğru bilgi vardı onlarda da. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hep o doğru bilgilere vurgu yaparak mensubu olduğunu iddia ettikleri İbrahim aleyhisselama, onun sözlerine aykırı, onun tebliğine aykırı davranışlarına vurgu yaparak onları da temelsiz hale getirmişti. Dolayısıyla Mekke toplumu da dönüştü. Mekke öylesine dönüştü ki hala Müslümanların hakimiyeti içerisinde. Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının gittiği yerlerde adeta susuzluktan tamamen çöl haline gelmiş olan topraklara su vererek artık o çölü yok ediyor. Çölü yok etmesi, o toprakları yok etmesi değil. Çölün yerine yepyeni bir tarım arazisi gelmiş oluyor.
Allahü Teâlâ diyor ki: “Gereken gayreti gösterene Allah hikmeti verir.”. Bu da Bakara suresinin 269. ayeti: “Kime de hikmet verilirse mutlaka büyük bir hayır verilmiş olur.” diyor Cenabı Hak. Dolayısıyla o hikmet aslında bütün insanlarda olan doğru bilgi oluyor. Bunun bir başka adı da zikir. İşte şimdi siz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sahabesini yetiştirdiği gibi yetişince bütün insanlara yani ateistine de, dindarına da, her insana onun doğru kabul edeceği, reddedemeyeceği bir bilgiyle gidiyorsunuz. İşte asıl hakimiyet, bilgi hakimiyetidir. Bilgi hakimiyeti kalıcı olur. Ama sizde bilgi yoksa kılıç hakimiyeti, hakimiyet değildir. Para hakimiyeti de hakimiyet değildir. Kılıçla parayla insanların gönlünü fethedemezsiniz. İnsanlar size içten bağlı olmaz, aksine size düşmanlık besler, ilk fırsatta sizi alt etmeye çalışırlar. Ama bu hikmetle, bu bilgiyle gittiğiniz zaman o insanların gönlünü fethedersiniz, o insanlara hayat götürmüş olursunuz. O insanlar hem dünyada hem ahirette mutlu olmuş olurlar ve sömürgecilikten, sömürülmekten de kurtulmuş olurlar.
Dolayısıyla gerçekten çok büyük bir sorumluluğumuz var, çok büyük de imkanlarımız var. Bunları inşallah şey yaparız. Allahü Teâlâ, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme de zaten emir verirken diyor ki: -Nahl suresi 125. ayeti, 16. sure, 125. ayet- “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.”. Yani öyle doğru şeyler söyleyeceksin ki herkes diyecek ki yahu gerçekten doğru söylüyor. Size karşı çıkanlar da yanlış olduklarını bile bile karşı çıkacaklar. O, tabi kendi kişiliklerini yok edecek. İşte bu hikmet kelimesi öyle evrensel bir kelime ki herkesin sizi doğru kabul etmesine sebep olan bir şeydir. İşte o hikmeti ancak Kuran-ı Kerim’i iyice özümserseniz elde edebilirsiniz. Yani şimdi bu nedir? Bugün mesela insanlarda dünyanın her tarafında üniversiteler var, araştırma merkezleri var, bilim, teknoloji, iletişim araçları, şunlar bunlar… İşte siz Kuran-ı Kerim’in dediği şekilde gittiğiniz zaman o insanların tamamının “Bu insanlar doğru söylüyor. Gerçekten öyle olmalı.” diyecekleri bir noktada bulunuyorsunuz. Yoksa insanlar üzerinde baskıcı filan olmuyorsunuz. Müslüman ol, olmazsan cehennemde cayır cayır yanarsın, küllerin göğe savrulur, işte dünyan batar, ahiretin batar böyle birtakım şeylerle değil. Müslüman ol. Niye? İşte bizim efendi uçuyor, kaçıyor, sen de onun eteğine yapışır, uçar kaçarsın. Yani hurafelerle değil gerçeklerle, evrensel doğrularla insanları İslam’a çağırırsın.
İşte şimdi Müslümanların ne kadar sıkıntılı durumda olduklarını görmek için de hikmet kelimesi üzerinde birazcık durursanız bu yeter. Allahü Teâlâ, kitap ve hikmet diyor. Kitap konusunda ciltlerle kitaplar yazılmıştır Kuran-ı Kerim, Kuran-ı Kerim’in mucizeliği, inişi, ayetler arasındaki insicam, sureler arasındaki insicam, Kuran-ı Kerim’in kelimeleri, kavramları, okuma usulü, anlama usulü, tefsir usulü gibi çeşitli şeyler. Peki, hikmetle ilgili yapılan bir çalışma var mı diye sorarsanız, yok. Öyle olunca da Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemin sadece hikmetten ibaret olan o güzel sözleri de anlaşılmaz oluyor. Çünkü o bağlantıyı kopardığınız zaman bir işe yaramıyor ve kitapla sünnet arasındaki ilişki de kopuyor. Ayıkla pirincin taşını, o noktalara geliyor.
“Rabbinin yoluna hikmetle çağır. Doğruları göstererek çağır”. Doğrular gösterilirken yanlışlar gösterilir mi gösterilmez mi? Bize en çok itiraz burada. Yani diyorlar ki tamam siz doğruları söyleyin ama niye yanlışlardan bahsediyorsunuz. Ortaya çıkıyor mu gerçekten yani. Doğruları söylediğiniz zaman yanlışlar ortaya çıkıyor mu? Yoksa insanlar sizin söylediğiniz doğruları kendi yanlışlarıyla uyuşturmaya mı çalışıyorlar. (Bir izleyici, …. anlaşılmıyor) Tamam doğruları söyleyeceksin ama yanlışları söylemeden mi duracaksın? Şimdi bize yapılan en büyük itiraz bu. Diyorlar ki niye yanlışları söylüyorsunuz?
Şimdi burada zaman zaman mesela Katolik Kilisesinin inançlarıyla ilgili şeyleri okuyoruz. Mesela sen tekrar getir onu, bu açıdan bir daha bakalım, Allah inancı meselesine. Mesela Mekkeli müşrikler, iki tane Allah var diyorlar mı? Allah birdir dediğiniz zaman onlar da tabi elbette birdir diyorlar, Allah ikidir demiyorlar ki. Ama Allah’tan başka ilah yoktur dediğin zaman problem ortaya çıkıyor. Ne demek, sen bizim ilahlarımızı inkar mı ediyorsun diyorlar. Yani “la ilahe” ile başlıyor değil mi? Başka bir ilah yok: İllallah, sadece bir Allah var.
Mesela Katolikler diyor ki: “Allah birdir, ondan başka tanrı yoktur.”. Tamam sen de bunu söylediğin zaman problem yok. “O gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur. O insanlara yakındır ve her şeyi bilir. O her zaman vardır, varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir. O kendiliğinden var olandır.”. Hiç problem yok ama İsa aleyhisselamı Allah’la kendi aralarına koymamaları gerektiğini söylediğin an problem çıkıyor.
Bakın, buralara kadar okursanız buradan anlıyorsunuz ki araya bir başkası girmemeli. Yani bu çok önemli bir husus. Şimdi bakın burada şu Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri’nde Allah tanımına baktığınız zaman Allah’la insan arasına başka bir şeyin girmemesi gerektiği anlaşılıyor. O açıdan bir dikkatle dinleyin tekrar.
“Allah birdir, ondan başka tanrı yoktur.”, peki ondan başka tanrı yoktur diyen Katolik Kilisesi İsa’ya nasıl tanrı der? Tanrı diyor değil mi İsa’ya? “O gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır.” Bir de şey var çok garipsedim, geçende Amerika’ya giderken uçakta güvendiğim bir alimin yazısını okudum. Allah’tan başka tanrılara yaratıcılık vasfı vermek şirktir diyor. Bu Hıristiyanlar İsa bizi yaratmıştır diyor mu? Hiç duydunuz mu böyle bir şey? Ya da Mekkeli müşrikler bu putlar bizi yarattı mı diyor? Yani acayip şeyler anlaşılıyor.
“Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur. O insanlara yakındır.”, şimdi insanlara yakındır diyen Katolik Kilisesi arada İsa olmazsa biz sesimizi Allah’a duyuramayız sözünü söyleyebilir mi? Ama söylüyor. “Her şeyi bilir, her zaman vardır.”, peki her şeyi bilir diyorsun o zaman nasıl diyorsun ki İsa ile ilgili şimdi o Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Her şeyi bilene karşı bir avukatlık olur mu? Ne söyleyeceksin? Her şeyi biliyorsa avukatlığın yeri mi?
“O her zaman vardır, varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir. O kendiliğinden var olandır. Allah’ın ‘Baba’ olarak adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üzerine titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir, ne kadın. Allah, Allah’tır.”.
Biz bunları söylediğimiz zaman bunlar, doğruları söylemek olur. Birebir örtüşüyor muyuz şimdi onlarla? Peki şu yanlışlarını söylemeyecek miyiz? Madem Allah insanlara çok yakındır diyorsunuz Allah’la insanın arasına nasıl bir boşluk bırakıp da İsa’yı ve Kutsal Ruh’u yerleştiriyorsunuz, Kiliseyi yerleştiriyorsunuz. Madem Allah, insana yakındır niye böyle yapıyorsunuz? İşte bu hikmet. Bunu söylediğiniz zaman o kişi diyecek ki ya doğru söylüyor gerçekten. Şimdi senin doğru söylediğin şey, onun eğer menfaat dünyasını yıkıyorsa kendisini suçlu saymak yerine seni suçlu sayıyor. Niye sen benim dünyamı yıktın, niye yanlışları söylüyorsun, işte doğruları söyle geç. Çünkü o yanlışları söylemezsen onun zihnindeki o putlar yıkılmıyor.
Mesela İsa aleyhisselam için diyorlar ki Baba’nın elçisidir. Problem yok. Yani Baba tamam, o sizin bildiğiniz gibi değildir diyor, Allah ne erkektir ne dişidir diyorlar. Tamam peki, öyleyse öyle. Zaten Kuran-ı Kerim’de “baba” kelimesinden dolayı değil, “oğul” kelimesinden dolayı suçlanıyorlar.
“Baba onu Kutsal Ruh’la mesh etmiş; rahip, peygamber ve kral yapmıştır. O kendiliğinden bir şey yapamaz, her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır.”, güzel. Kendiliğinden bir şey yapamaz ise neye dayanarak insanların avukatlığını yapıyor, delil ne?
“Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır.”, kendisini gönderen bakın, resul yapan yani. Ondan sonra ne diyor: “Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır.”, nasıl aracılık edecek? Arayı uyuşturacak. Ne oluyor yani nasıl bir şey oluyor? “Kendisi aracılığıyla Allah’a tamamen kurtarmaya gücü yeter.”, hani her şeyi Allah’tan alıyordu, şimdi Allah’a karşı daha da güçlü hale gelmiş oldu, güçlü bir tanrı haline geldi?
Şimdi bu yanlışları söylemeden olur mu? Peygamberler hep bu yanlışları söylemiş. Zaten o yanlışları söyledikleri için toplumların tepkisini şey yapmışlar. Şimdi onlar biliyor ki bunun söylediği doğru. Ama kendi yanlışını bırakmak istemiyor. Bırakmak istemeyince sizi suçlu sayıyor.
İşte hikmetle çağırdığınız zaman herkes sizin doğru olduğunuz anlar, bilir. İşte az önce Mekkelilere karşı olduğu gibi. Ama arkasında durmak lazım. Asla geriye gitmemek lazım. Yalnız Allah rızası için din yapmak lazım. Eğer herhangi birimizin aklından geçerse ki işte biz bu dini anlatalım, şu hakimiyeti elimize geçirelim, şunu yaparız, bunu yaparız yani dünyalık amacıyla yapmaya kalkışırsanız Cenabı Hak başarı vermez. Çünkü bizim asıl hedefimiz insanları öldürmek değil, insanların içindeki yanlış inancı öldürmektir. İnsanların malını, mülkünü, ülkesini elinden almak değil, kendi malına, mülküne ve ülkesine doğru bir şekilde faydalı olmasını sağlamaktır. İşte öyle olduğu zaman zaten o insanların gönlünü fethettin mi dünyanın en güçlü adamı durumuna zaten geçiyorsun, kendiliğinden geçiyorsun. Sevilen ve istenen, sevgiyle ve doğru bir bilgiye dayalı olarak eğer bir insan size yaklaşmışsa yani sadece duygusal değil tamamen bilgiye dayalı bir şekilde aynı zamanda sevgiyle size yaklaşmışsa sizin hakimiyetinizi kimse kaldıramaz. İşte bakın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının sevgisini hiç kimse bizim kalbimizden silemiyor. Halbuki biz Arap değiliz, onlara çok uzak toprakların, tarihi olarak bakarsanız işte gelmişler, birtakım yerlere işte bizim hakimiyetimizi ortadan kaldırmışlar, biz aslında şuyuz buyuz denebilir ama hiç kimsenin aklından geçmiyor bu çünkü o insanlar gelmiş bizi ihya etmişler. O zaman onlara sürekli teşekkür ediyoruz.
Dolayısıyla son söz olarak şunu söylüyorum. Kuran-ı Kerim’i içselleştirelim. Bütün insanlara kitap ve hikmetle Allah’ın yoluna davet edelim. Ama önce kendi kafamızda bir zikir haline gelsin o hikmetler. Her konuda Cenabı Hakk’ın emir ve yasakları aklımıza gelecek kadar sağlam bilgi sahibi olalım ki bugün elimizde bulunan bakın yani bu ne büyük bir nimettir ki sabah saat 06.00’da New York’tan kalktım. İşte buraya geldik 15.30-16.00 civarında. Şimdi buradayız. Bu, büyük bir nimettir. İşte bu nimetten de yararlanarak işte internet var, şu var, bu var. İşte gidiyorsunuz orada bakıyorsunuz birçok kimse sizi internetten takip ediyor. Bu büyük imkanı da kullanarak Allah’ın kitabını, Allah’ın kitabındaki hikmetleri bütün dünyaya, bütün insanlığa ulaştıralım. Çünkü Cenabı Hak bize ne kadar yakınsa onlara da o kadar yakın. Herkes Allahü Teâlâ’nın kulu. Dolayısıyla herkesin Allah’ın kitabından yararlanma hakkı vardır.
Allah yardımcınız olsun.