Bakara suresinin 135. Ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz Allah nasip ederse. Burada Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Dediler ki; Yahudi olun yahut Hıristiyan olun o zaman yola gelmiş olursunuz. De ki; ‘hayır, İbrahim’in dosdoğru dinine gelin’. O müşriklerden değildi.” Müşriklerden değildi ifadesinden ne anlıyorsunuz? Yahudi ve Hıristiyan olun diyenler müşrik mi oluyorlar? Tabi “Yahudi olun” diyenler Yahudiler. “Hıristiyan olun” diyenler Hıristiyanlar. Zaten bakara 120.ayette Cenabı- Hakk: “Senden Yahudi’si Hıristiyan’ı asla razı olmayacaktır onların dinlerine girinceye kadar.” O zaman iki ayeti birleştirdiğimizde şu ortaya çıkıyor. Yahudi olun diyenler Yahudiler, Hıristiyan olun diyenler de Hıristiyanlar. Ama Allahu Teâlâ ne diyor? Hayır diyor, İbrahim’in hanif dininden olun. Yani dosdoğru dininden olun. Sağa sola sapmayan doğru olan dininden olun. “O, bu müşriklerden değildi.” diyebiliriz. Yani onun bu Yahudilerle Hıristiyanlarla herhangi bir ilgisi yoktu. Sonra bize şöyle emrediyor Allahu Teâlâ: “Deyin ki; biz Allah’a inandık güvendik ve bize indirilmiş olana(Kur’an-ı Kerim’e) da. İbrahim’e indirilene de inandık. İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve Yakup(a.s)’ın torunlarına indirilene de inandık. Musa ve İsa’ya verilmiş olana da inandık ve bütün nebilerin rablerinden kendilerine verilmiş olanlara da inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız.” Çünkü hepside emirleri Allah’tan almışlar ve hepside doğru şeyler tebliğ etmişlerdir. “Biz Allah’a teslim olmuş insanlarız.” Bizim teslimiyetimiz Allah’adır başkasına değil. Siz diyorsunuz ki Yahudi olun, Hıristiyan olun. Yok. Allah ne diyorsa o. Herkes kendi cemaatini artırmanın peşinde. “Eğer şu Yahudiler ve Hıristiyanlar da tıpkı sizin gibi inandığınız gibi inanırlarsa o zaman yola gelmiş olurlar.” Onlar ne dediler ilk ayeti hatırlayalım. Onlar bize yola gelmeyi tavsiye ediyorlar. Diyorlar ki “Yahudi ve Hıristiyan olun ki yola gelmiş olasınız.” Allah ne diyor:”Onlar sizin inandığınız gibi inanırlarsa yola gelmiş olurlar.” O zaman biz mi onlara uyacağız onlar mı bize uyacaklar? Onlar bize uyacaklar. “Eğer sizden yüz çevirirlerse bilin ki onlar tamamen ayrı düşmüşlerdir.” Yani doğru yol bir tarafta onlar bir taraftalar. Onlar yanlış bir tarafa sapık tarafa düşmüşlerdir. “Allah seni onlara yeterli hale getirecektir.” Yani senin gücün onlara karşı yeterli olacaktır Allah sana bu yardımı yapacaktır. “ Allah işitir ve bilir.” Demek ki, güçlü olmanın yolu neymiş? Allah’ın emrine uymaktır. İnsanlar kendi kafalarına göre bir takım yollar oluştururlar. Cenab-ı hakk’ın emrine aykırı yollardan giderek doğru sonuçlara varacaklarını zannederler ki o yol çıkar yol değildir. O yol sizi götürür, götürür bir uçurumun kenarına… Çoğu zaman da ordan aşağı düşersiniz. Çocukluğumda hiç unutmuyorum köye gittiğim zaman kendi kendime düşünürdüm şurada bir kestirme bir yol var oradan bir gideyim. Bizim köy çok dağlık bir yerdir. Çok derin vadileri olan bir yerdir. Giderdim köyü bilmiyorum tabi. Sene de bir iki ay gidiyorsunuz çocukken. O yoldan giderdim, giderdim bir uçurumun kenarına. En sonunda karar verdim ana yoldan ayrılmak yok dedim. Şimdi siz kestirme diye gidiyorsunuz ve bir uçurumun kenarına varıyorsunuz ve sonra tekrar geri dönüyorsunuz. Onun için Allahu Teâlâ’nın yolundan ayrılırsanız size kestirme gibi gelir ama o sizin nefesinizi keser. Sizi perişan eder. Hem dünyada perişan eder hem ahrette. “Allah seni onlar için yeterli hale getirecektir” tamamen dünyayla alakalı. Peygamberimiz zaten ahrette Cenab-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuştu. Bu dünyada da onlara yeterli hale geldi. Kendi hayatında iken biliyorsunuz Bizans’ı yenmişti Mute’de. O devrin en büyüklerinden olan İran’a bağlı bir beyliği kendisine bağlamıştı. Devrin iki büyük devleti vardı; Bizans ve Sasaniler. Her ikisine karşı da galip gelmişti. Vefatında Arap yarımadasında Türkiye’nin dört katı büyüklükte bir yere hâkim olmuştu. Yani dünyalık elde etmek istiyorsanız yolu Allah’ın emirlerine uymakla geçer. Ahreti elde etmek isterseniz yolu bu. Hem dünyayı hem ahreti elde etmek isterseniz yine yolu Allah’ın emrine uygun hareket etmekle geçer. Şimdi kâinatı yaratmış ve buraya bir düzen koymuş olan odur. O ne diyorsa onu yapmak lazım. Onun için:”Biz ona teslim olmuş olan kimseleriz.” O ne derse o. Onun için bizim adımız sadece İslam’dır. Biz sadece Müslüman’ız. Birisi diyor ben şucuyum, öbürü diyor ben bucuyum peki sen? Ben Müslüman’ım diyorsun ben değil miyim? Ne bileyim sen bilirsin. Sen bana sordun ben kendimi söyledin sen de kendine başka isimler veriyorsun. Onun için bizim adımız sadece Müslüman’dır. İslam… Onun dışında hiçbir ismi asla kabul edemeyiz.
“Allah’ın boyası. Boyası Allah’tan daha güzel olan kimmiş? Biz O’na kulluk eden kimseleriz. Allah’ın boyasıyla boyanın”. Şimdi Allah’ın boyası ne demek? Yani şimdi insanların çeşitli renkleri oluyor değil mi? Bir yerde birisi görüyorsun bu beyaz ırk, birisini görüyorsunuz bu zenci, bir başkasını görüyorsunuz sarı ırk, bir başkasını görüyorsunuz biraz daha kızılla çarpan bir rengi var. Bu şu bölgenin insanı, o şu bölgenin insanı. Allah’ın boyasıyla boyanmış insanın rengi ne olur? Gördüğünüz zaman o kişinin Mü’min olduğunu hissedersiniz anlarsınız. Yani kimliğiniz sizin dışınıza yansısın. Kendinizi asla gizlemeyin. Çünkü Allah’ın boyasından daha güzel bir boya yoktur. Kimliğiniz görüntünüze yansımalıdır. “Allah’ın boyasıyla boyanın.”
Hıristiyanları biliyorsunuz; vaftiz olmadıktan sonra bir kimsenin Hıristiyan olması mümkün değil. Yani papaz bir kişiyi suya batıracak tamam diyecek- vaftiz suyuna boyalı vaftiz suyuna- diyecek ki sen Hıristiyan oldun. Yani inanç kalp ile tasdik olmaktan çıkıyor birisinin tekeline girmiş oluyor. Onu kayıt altına alıyor. Almanya’da bulunduğumuz sırada şöyle bir bilgi edindik; bu sene rekor sayıda kiliseden kaydını sildiren olmuş. Bunun sebebi de para ödemek istemiyorlar. Peki, bu insanlar kaydını kiliseden sildirdikleri zaman Hıristiyanlıktan çıkıyorlar mı? Çıkmıyorlar. Niye çıkmıyorlar? Kilisenin bunları çıkarma kararı alması lazım ki çıksınlar. Fillandiya’dan bir luteryen papaz gelmişti. Onunla oturup epeyce konuşmuştuk. Dedim ki: İnsanları vaftiz yapıyorsunuz sebebi nedir? Dedi ki: İlk günahtan temizlenmek için. İlk günahı kim işlemiş? Adem aleyhiiselam… Adem aleyhisselam’ın günahından bu insanlara ne! Kaldı ki Adem aleyhisselam tövbe etti. Cenab-ı Hakk’ta tövbesini kabul etti. Adem aleyhiiselamın günahından bu insanlara ne? Ee ne bilelim belki var. Belki dediğin olur mu? Dedim ki yeni doğmuş bir çocuğu vaftiz ediyorsunuz. Vaftiz olunca ne oluyor. Vaftiz olunca işte dine girmiş oluyor. İsa aleyhisselamın hâkimiyeti altına girmiş oluyor ve ahrette kurtuluşu garantiliyor dedi. Yani cennet garanti. Peki, bu çocuklar büyüdükleri zaman kiliseyle tamamen ilişkilerini kesiyorlar ve kilisenin değerlerine inanmadıklarını söylüyorlar. Hatta batıda ateist demek bizim Türkiye’de kinden farklı, kiliseyi kabul etmeyen kimse demektir. Çünkü din dendiği zaman kilise akla geliyor. Kiliseyi kabul etmediğiniz zaman dinsiz olmuş oluyorlar. Batıda din dediniz mi kilisedir. Sosyal bilimlerle ilgili kitaplar Türkçeye tercüme edilince din kelimesi aynen muhafaza ediliyor. Bizde onları okuyanlar İslam zannediyorlar. Hâlbuki İslam’la Hıristiyanlığın inanç esasları itibariyle detay, temel olarak yapısal çok ciddi farklılıkları var. Hıristiyanlıkta gördüklerini Müslümanlığa mal ediyorlar, Müslümanlığı olmayan şeylerle tenkit etmeye başlıyorlar. Bizim bazı kimseler de sanki varmış gibi bu defa savunmaya geçiyorlar. Sonra dedim ki; bir insan dedim sizin kilisenize devam etse inançlarınızı canı gönülden kalpten içten benimsese fakat vaftiz olmasa bu kişi Hıristiyan olur mu? Ölünce cennete gider mi? Dedim. Hayır, gitmez dedi. Cehenneme gider. Niye öyle, çünkü ilk günah devam ediyor. Kendi işlediği günahtan değil Adem aleyhisselamın günahından gidiyor cehenneme. Peki dedim. Adam vaftiz olmak için papaza başvurdu. Papazda kabul etmedi. Eder. Ya etmedi, sevmiyorum adamı kabul etmiyorum dedi. O zaman gitsin başka kiliseye dedi. Peki, başka kiliseye giderken yolda öldü ne olacak? Cehenneme gider dedi. Dedim ki, Avrupa’da Müslüman olan birçok kimse var. Hıristiyanların birçoğu Müslüman oluyor. Evet dedi oluyorlar. Peki, size göre bunlar Müslüman mıdır? Hayır değil dedi. Onlar Hıristiyan’dır. Niye Hıristiyan’dır. Biz onları kiliseden çıkarmadık ki. Yani insanlar kendi hür iradeleriyle ne dine girebiliyorlar ne dinden çıkabiliyorlar. Dolayısıyla şimdi söyleniyor rekor sayıda kişi kiliseden kaydını sildirdi. Bu sadece para vermemek içindir. Kilise açısından onlar yine Hıristiyan’dır. Çünkü vaftiz edilmişlerdir. Şimdi bu kilisenin bir kişiyi dine kabul etmek için boyası. O kişinin şahsi bir tercihi söz konusu değil. Dikkat ediyor musunuz? Kişinin varlığı yok sayılıyor. Peki, kiliseye Cenab-ı Hakk böyle bir yetki vermiş mi? Hayır böyle bir yetkileri yok. E o zaman, işte Cenab-ı Hakk ne diyor. “Allah’ın boyasıyla boyanın.” diyor. Böyle vaftiz boyasıyla filan değil. Yani insanlar size baktıkları zaman sizin şahsınızda Allah’ın boyasını görürsünüz. Mesela; birisinin bir başkasıyla tanıştığını dost olduğunu bilirseniz onu gördüğünüz zaman hemen öbürü aklınıza gelir değil mi? Dersiniz ki falanca nasıl? Şimdi sizde öyle bir şekilde olun ki sizi gören kişi Allah’ı hatırlasın. Doğru şeyleri hatırlasın ve o anda kendisini dini bir hava içerisinde hissetmeye başlasın. Biliyorsunuz Allahu Teâlâ Yahudilere ve Hıristiyanlara ve önceki din mensuplarından bir söz almıştı. Al-i İmran suresi 81.ayette Allah diyor ki: “Allah nebilerden söz almıştı. Size bir kitap ve hikmet veririm de”. Kitap ve hikmeti Allah kime veriyor? Nebilere veriyor değil mi? Bunları tekrar etmek istiyorum çünkü bizim geleneğimizde nebiler kitap alır mı? Nebilere kitap verilmez değil mi? Mesela geleneğimize göre İbrahim aleyhisselama hadi bir kaç sayfa veriyorlar ama mesela İsmail aleyhisselamın kitabı var mı? Bizim bu akait kitaplarında yazılanlar da? Az önce okuduğumuz ayette Allahu Teâlâ Bakara 136. Ayette dedi ki; “İbrahim’e İsmail’e İshak’a Yakup’a Yakup aleyhisselamın torunlarına indirilene inanın.” dedi. Demek ki onların her birisine ayrı ayrı indirilmiş değil mi. Size indirilen ve onlara indirilen. Bu yanlışlar sürekli nice kafaya yerleşsin… Alışkanlıklar kolay kolay terk edilemiyor. Çocukluktan beri içimize yerleşmiş 4 tane büyük kitap indi; Tevrat, İncil, Zebur, Kur’an. Ondan sonra 100 tane suhuf indi. O da 4 tane peygambere, toplam 8 peygamber. Ya diğerleri? Ondan sonra nebi ve resul ayrımında, resullere kitap iner nebilerde inen kitabı tebliğ ederler deniyor. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın peygamber olarak göndermediği kişilerden herhangi birisine nebi dendiğinde dair bilgisi olan var mı içinizde? Yani Allah’ın kitap göndermediği kişilerden herhangi birisine nebi kelimesini kullandığına dair bilgisi olanınız var mı? Mesela Muhammed(s.a.v) nebi mi? … Nebilerin sonuncusu değil mi? İşte, bütün peygamberlerde nebilik var mı? Kendisine nebi denen peygamberlerin dışında bir insanı bileniniz var mı? Kur’an-ı Kerim’den böyle bir şeyden haberi olan var mı? Böyle bir şey yok. Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teâlâ’nın insanlara kendi dinini tebliğle görevlendirdiği kişiler dışında hiç kimseye nebi dediği baki olmamıştır. Böyle bir şey yok. Nebi dediklerinin tamamı Allah’ın kendisine kitap verdiği insanlara tebliğle görevlendirdiği kişilerdir. Bunların tamamı böyledir. Peki, ikinci soru Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kitap indirmediği kendi kitabını tebliğle görevlendirmediği kişilere resul dediği var mı? Var. Resul kelimesi insanlar için kullanılıyor. Melekler için de kullanılıyor. Mesela Yusuf aleyhisselama gelen kişi; biliyorsunuz Yusuf aleyhisselam hapisteydi. Melik, bir rüya görmüştü. Onun etrafında ki insanlar bu rüyayı yorumlayamamışlardı. Yusuf aleyhisselamla beraberken hapisten çıkan birisi, beni gönderin. Bunun yorumunu yaptırım geleyim dediği zaman- ,Yusuf suresi 50.ayette: “Melik dedi ki:’onu bana getirin.’” Yani Yusuf alehisselam rüyayı yorumladıktan sonra, gelip ona Melik’ e haber verdirdiler. Melik’in hoşuna gitti tabi bu rüya onu bana getirin dedi. “O resul Yusuf’a geldiği zaman”. Kime geldi? Kim o resul? Kralın gönderdiği elçi. Bakın nebi olmayana resul dedi mi Allahu Teâlâ. Bakın Allah’ın bir nebisine gelen kişiye ne dendi? Resul dendi değil mi. Resul kelimesi nebi olmayanlar için kullanılıyor muymuş? Şimdi sistem tamamen tersine döndü mü? Nebinin anlamını şimdi anladık mı? Peygamberimiz(S.A.V) nebilerin sonuncusu. Peki, niye resullerin sonuncusu değil? Çünkü Resullük devam ediyor. Kıyamete kadar da devam edecektir. Peki, o Yusuf aleyisselamın yanına gelen resul kimin resulüydü? Kralın resulü, yani kralın elçisi. Kralın ona söylemediği bir sözü Yusuf’a söyleseydi –kral adına- suçlu sayılır mıydı? O zaman Muhammed(s.a.s) nebidir. Bütün nebiler Allahu Teâlâ’dan kitap alıyorlar. Yusuf suresi 50.ayette belirtildiği gibi. Bütün nebiler kitap alıyor Cenab-ı Hakk’tan. Tekrar Al-i İmran suresine dönelim. Diyor ki allahu Teâlâ:” Allah nebilerden söz alıyor” resullerden demiyor. Bazen nebi manasında kullanıldığı var resulün. Onun için iki türlü resul var. Bir nebi olan resul var, birde nebi olmayan resul var. Nebi olan resul Allah’tan vahiy alan resuldür. Nebi olmayan resul de, Allah’tan gelmiş ayetleri insanlara aktaran kişidir. Nebi olan resul kendisine indirilen ayetleri aktaran kişidir. Mesela Muhammed(s.a.s) nebi olan resuldür. Allahu Teâlâ’nın kendine indirdiği ayetleri insanlara tebliğ eder. Ama resulullah tan aldıkları ayetleri insana tebliğ eden yani resulullaha inmiş olan Muhammed (s.a.s)’e inmiş olan. Ayetleri insanlara tebliğ edenler kendisine ayet inen değil, inmiş ayetleri tebliğ eden resuldür. Yani Kur’an-ı Kerim’e hiç dokunmadan herhangi bir ilave ve çıkarma yapmadan Allah ne demişse insanlara bunu anlatan herkes ne olur? Resul olur. Allah bunu bütün Müslümanlara görev olarak yüklemiştir. Al-i İmran 187.ayette: “Allah kendilerine kitap verdikleri kişilerden kesin söz aldı.” Şimdi Allah bize de bir kitap verdi mi? İçlerimizde o kitabı okuyoruz değil mi? Ne dedi:”Onları insanlara mutlaka beyan edeceksiniz gizlemeyeceksiniz.” O zaman bizim görevimiz nedir? Gizlemeden Allah’ın ayetlerini insanlara açıklamaktır. “Onlar sırtlarının arkasına attılar.” Bugün de öyle maalesef. Bugün bizim yaptığımız mücadele nedir, insanlara Allah’ın ayetlerine çağırırken insanlar bize düşman kesiliyorlar. Öyle değil mi 5 vakit namazını kılan böyle, sanki bütün ömrünü dine harcayan büyük bir kesim düşman kesiliyor. Hâlbuki onlara diyoruz ki; inandığınız Kur’an-ı Kerim’e gelin. Ezberlediğiniz Kur’an-ı Kerim’e gelin. Okuduğunuz Kur’an’a gelin. Başka bir şey söylediğimiz yok. “Sırtlarının arkasına attılar, ona karşılık az bir bedel aldılar. Satın aldıkları şey ne kötüdür.” Şimdi Yahya size bir kitap okuyacak:
YAHYA ŞENOL-Diyanet işleri başkanlığı İslam ilmihali, muhteşem Türk Seyfettin yazıcı… İlmihalin 59.sayfasında peygamberlere iman başlığı var. Orda şöyle bir yazı var; peygamberlerin bir kısmına kitap indirilmiştir. Onlara resul denir. Bir kısmına da kitap indirilmemiştir onlar kendilerinden önceki peygamberlere inen kitaplarla amel ederler o kitapları tebliğ ederler onlara da nebi denir. Bu tarife göre kendisine kitap indirilen resule nebi de denir. Fakat bir başka peygambere indirilen kitapla amel eden ve o kitabı tebliğ eden nebiye resul denmez. Başka bir ifadeyle her resul aynı zamanda nebidir. Fakat her nebi resul değildir.
Tam tersi değil mi? Yüzde yüz tersi. Bu gerçekten basit bir olay değil. Ben şimdi sizden şunu rica ediyorum. Lütfen Allah rızası için bunu yapın. Ahreti dünyaya tercih ettiğinizi lütfen gösterin. Dünya için yaptığınız gayretlerden daha çok ahret için gayret edin de, İslam âlemini hep birlikte bu bataklıktan kurtaralım. Hep birlikte. Şimdi bakın, her gün o kadar çok soru geliyor ki, yani öyle altında ezilip gidiyoruz. Şimdi, burada büyük bir cemaat, araştırmacılar ordusu oluşturmamız lazım, geçmişten gelen bu yanlışları temizlemek için. Sıfırdan inşa etmek çok kolay, ama eski bir binayı tamir etmek kolay mı? Şimdi nereye el atsanız bir sürü insan diyor ki; aman aman dokunma benim orada eşyam ver şuyum var buyum var. Dolayısıyla lütfen ahretinizi dünyaya tercih ettiğinizi gösterin de el birliğiyle bu işi yapalım. Bu iş öyle 3-5 kişiyle filan, 300-500 kişiyle de, olacak bir şey değil. İşte bakın diyanet işleri başkanlığının yayınladığı bir kitap. Bunu diyanet işleri başkanlığı değil de Mısır’da ki Mısır müftülüğü de aynı şeyi söyler, Mekke’de ki Rabıtatu’l Alem el-İslami de aynı şeyleri söyler. Mecnun-u el-Fıkhu’l-İslami de(bu ismi ilk defa duyduğum için tam yazamadım) aynı şeyleri söyler. Dünya da nerede İslami eğitim gösteren bir eğitim kurumu varsa hepsi aynı şeyi söyler. Şimdi mesela bunlara göre İsmail(A.S) nedir? Nebidir değil mi resul değildir. Az önce orda öyle bir ifade kullandı orda değil mi? Peki Allahu Teâlâ ne diyor? Meryem suresi 54.ayet: “Bu kitap’ta İsmail’i de an. O sözünde duran birisiydi.” Çünkü babasına demişti ki inşallah beni sabredenlerden bulursun demişti ve sesini çıkarmadan teslim olmuştu. “Nebi olan resuldü.” O kitap ne dedi? Sadece nebidir dedi değil mi? Nebi olan resuldü dedi Allahu Teâlâ… Ve az önce söylediğim gibi ayetten de okuduğumuz gibi Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın kitabını tebliğle görevli olmayan hiç kimseye nebi kelimesi kullanılmaz ama resul kelimesi kullanılır. Ben sadece bir örnek verdim. Çok sayıda var. Peki, bu kadar basit mi? Hayır. Biliyorsunuz bir müddet önce bu Kur’an-ı Kerim’i anlama usulü toplantılarına başlamıştık. Burada katılan arkadaşlarımız var. Son derece verimli geçmişti. 20 tane Türkiye’nin çeşitli yerlerinden akademisyen katılmıştı. Çok verimli geçmişti gerçekten. Onlar da şimdi tekrarlanmasını istiyorlar. Bu organizasyondan görevli olan hoca Fatih Orum. İnşallah bu şeyde önümüzde ki toplantı da nebi ve resul konusunda duracağız. Bu sistemi kökünden değiştiren bir şey bu kadar basit değil yani. Bense sadece birkaç kelimeyle söyledim ama sistemin kökünden değiştiren bir şeydir. Ona dalacak olsak başka bir şey konuşmamamız gerekir. Tekrar Al-i İmran 81.ayete dönelim.”Bir gün Allah nebilerden söz almıştı. Size bir kitap ve hikmet veririm de” Tekrar ediyorum size bir kitap ve hikmet verilen kişi kim? Nebi, bakın. Ne dedi o kitap? Nebilere verilmez dedi. Allah ne diyor? Maalesef Kur’an’dan uzak bir İslam dini oluşmuştur. Bu yeni değil ki, Osmanlıda da böyleydi, Selçukluda da böyleydi. Abbasilerde başlamış olan bir şey. Yani Abbasilerle yapısal bir şekle kavuşmuş olan bir şey. Bir din anlayışı. Tabi ki Emeviler döneminde başlamış. Ama bunu mutlaka değiştirmek zorundayız. Bunu yapmazsak İslam âleminin iflah olmasına imkân ve ihtimal yok. Bunu yaparsak hepimizin hem dünyası çok güzel olur hem ahreti. Onun için tekrar ediyorum lütfen ahreti dünyadan daha çok sevdiğinizi gösterin… “Sonra bir resul gelir sizle beraber olanı tasdik ederse ona mutlaka inanacak ve ona yardımcı olacaksınız.” Resul bakın, önce nebi dedi burada resul dedi buna da dikkat edin. Şimdi Muhammed(S.A.S) nebi ve o vefat etti değil mi? Eğer size bir nebi gelir deseydi bu ayette onun gitmesi gerekirdi her yere. Mesela bugün ki insanlar sorumlu olmazlardı çünkü nebi vefat etti bu iş bitti. Sizden herhangi biriniz bu Kur’an-ı Kerim’i herhangi bir yerde ki ehl-i kitaba götürüp tebliğ ettiğiniz zaman resul olursunuz. O zaman kıyamete kadar devam ediyor. “O’na mutlaka inanacaksınız.” Yani onun getirdiğine inanacaksınız. Onun getirdiğine diyor Allah’ın resulu olarak Muhammed(S.A.S)’i gösteriyor. Kendisini peygamber yerine koyacak değil ki… Koyacak olsa zaten sapıtmışın teki olur. “Ona yardımcı olacaksınız.” Bu kime verilen görev? Yahudi’ye ve Hıristiyan’a verilen görev değil mi bu? Bizim görevimiz onlara Allah’ın kitabını götürmek, bizim görevimiz onlara Tevrat’ı ve İncil’i orada Allahu Teâlâ’nın Kur’an’da tasdik ettikleri hükümleri tasdik ettiğimizi söylemek ve onları Allah’ın dinine davet etmektir. Geçende Goethe Üniversitesi’nde oradaki Protestan fakültesinin görevlileriyle konuştuk. Onlara gelin Tevrat İncil ve kuranı birlikte karşılaştırmalı okuyalım dedim. Onlarda düşünecekler bakalım. İnşallah olumlu bir cevapla gelirler. Şimdi bu şekilde ne yapmış olacağız biz onlara? Kur’an-ı Kerim’in Tevrat ve İncil’den nereyi tasdik ettiğini göstermiş olacağız. O zaman onlar Kur’an’la, Tevrat ve İncil arasında o bütünlüğü görecekler. Yani Kur’an-ı Kerim’in Tevrat ve İncil’i reddetmediğini görecekler. Zaten Tevrat’ta ve İncil’de gelecek peygambere inanma mecburiyeti halen yazılı. O zaman kendileri için bir sorumluluk doğacak. Ondan sonra ne yaparlarsa yapsınlar kendilerine kalmış bir şey. Gerçi biz bunları her karşılaştığımızda zaten anlatıyoruz. Ama şimdi onlara söyledim gerçekten de ben onu öyle kabul ediyorum. Asrın projesi olur dedim inşallah onlar içinde çok cazip gelir. Ümit ederim ki kabul ederler. Kabul etmezlerse de biz yolumuza devam ederiz tabi.
Dedi ki burada Allahu Teâlâ: “Kabul ettiniz mi? Buna karşılık benim ısrımı aldınız mı?” “Isrı” ne demek: Sırtını çatırdatacak kadar ağır bir yük. Yani şimdi onlar Kur’an-ı Kerim’in yoluna geldikleri zaman onlar kendi mevcut kimliklerini bırakıp ta Müslüman kimliğine bürünecekler mi? Bu çok ağır bir yük gerçekten. Böyle bir yük bizde var mı? Hatemin nebi olduğu için artık nebi gelmeyecek. Onun için Cenab-ı Hakk bize o “ısri” yüklememiştir. Onun için “Bizden öncekilere yüklediğin ısri bize yükleme.” Bakara 286. Duasını yaptırmıştır. Bizde öyle bir görev yok. Eğer iddia edildiği gibi İsa(A.S)’ın gelmesi, Mesih’in gelmesi diye bir şey, Mehdi’nin gelmesi diye bir şey olsaydı bizim sırtımıza da bir ısri olurdu değil mi? Biz de yok. “Evet, kabul ettik dediler. Allahu Teâlâ dedi ki: siz şahit olun bende sizinle birlikte şahitlerdenim. Bundan sonra kim yüz çevirirse onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” Peki, şimdi size asrın sorusu. Sık sık söyleniyor. Durum böyleyken kendilerine Kur’an-ı Kerim tebliğ edilmiş olan Kur’an-ı Kerim’e göre kendilerine davranışta bulunulmuş olan Yahudi ve Hıristiyanlar doğru yolda olurlar mı? Ne diyor Allah burada? Kim bundan sonra yüz çevirirse onlar fasıklardır diyor Allahu Teâlâ değil mi? Şimdi bazıları çıkıyor onları da cennete sokuyorlar. Tamam, güzel git filanca yerde bir bahçe yap oraya sok. Ama Cenab-ı Hakk’ın cennetinde bunların yeri yok. Sende onlarla beraber gidersin onda şüphe yok. Onlar nereye gidiyorsa sende oraya gidersin. Allah’ın dini senin keyfine mi uyacak. Ha kendilerine böyle bir tebliğ ulaşmamış olan kişilerin yapabileceği bir şey yoktur. Onlar şirke düşmezlerse doğru bildiklerini yaparlarsa elbette ki cennete giderler; ama tebliğ ulaştıktan sonra. Çünkü ayet ne dedi? “O resul onlara geldikten sonra bu sorumluluk doğruyor.” Onun için bizim hepimizin görevi gidip onlara bunları anlatmaktır. Anlattıktan sonra sorumluluk doğar. Ama anlatma olmazsa bu kitaba inanmak sorumluluğu doğmaz. O zaman da onlar şirke düşmemişlerse paçalarını kurtarmış demektir. Araf 157.ayette şöyle diyor Allahu Teâlâ: “O resule tabi olanlar ümmi nebiye…” “üm” anne demek, “ümmi” de annesinden doğduğu gibi kalmış, eğitim görmemiş, yani okuma yazma bilmeyen kişi demektir. Zaten ayetlerde “Sen daha önce kitap nedir bilmezdin. Sen onu elinle yazmamıştın.” Şeklinde belirtiliyor, açıklamalar yapılıyor. Şimdi batılılar için en sıkıntılı şey Muhammed(S.A.S)’e ümmi demektir. Şimdi okuma yazma bilmeyen bir kişinin böyle bir kitap getirmesi mümkün değil. Bu kitabın mükemmelliğini görüyorlar. Onun için batılılar Muhammed(A.S.)’in ümmiliğini asla kabul etmezler. Niye çünkü bu kitabı onun yazdığına inanmaya gayret gösterirler. Onun böyle bir kitap yazmış olması için ümmi olmaması lazım. Bizden batıya gidip gelenlerde bu konunun gereksiz yere ısrarla savunuculuğunu yapıyorlar. Anladık tamam bu kitabı Muhammed yazmıştır demek için; zaten İslam dini demezler Muhammedilik derler. Onu demek için böyle söylüyor sana ne oluyor? Peki, bunların ümmiliği peygamberimizin ümmiliği neymiş. “Bu peygamberi bütün bu vasıflarıyla birlikte yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de bulurlar.” Yani Yahudi ve Hıristiyanlar değil mi? İşte o mukayeseli okumalarda bunlar ortaya çıkar çok net bir şekilde. Gerçi bunları sık sık ortaya çıkaranlar varda. Şimdi tek taraflı olarak yapıyorsunuz karşı tarafta Hıristiyan olursa -bir de onlar İbraniceyi biliyorlar. Latinceyi biliyorlar- bu karşılaştırmalı metinler daha sağlıklı olur. “Bu peygamber onlara marufu emrediyor.” Şimdi resul ne yapar? Resul kendisine söyleneni karşı tarafa tebliğ eder. Nebi alır, resul tebliğ eder. Resul tebliğ ederse, resul kendiliğinden bir şey katabilir mi? Kendinden bir şey katsa ona elçi denir mi? O zaman elçiye itaat kime itaat olur? Onu gönderene itaat olur. Burada da o zaman resulle Allah arasına bir ayrım yapamazsınız. Çünkü resul Allah’ın sözlerine bir ilavede bulunacak olsa, Cenab-ı Hakk çok ağır bir şekilde cezalandıracağını bildiriyor. Peki, öyleyse resule itaat kime itaat olur? Onu gönderene itaat olur. Peki, resulün haram kıldığı kimin haram kıldığı olur? Allah’ın. Resulün helal kıldığı, Allah’ın helal kıldığı olur. Onun için Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ve resulüne itaat emri vardır. Ama Allah’a ve nebiye itaat emri yoktur. Nebi emri alır. Nebilik bir öğretmenlik gibi bir görevdir. Bir kişi 24 saat öğretmendir. Ya da 24 saat işçidir. 24 saat memurdur. Ama 24 saatlik öğretmenlik yapmaz, memurluk yapmaz, işçilik yapmaz. İşte bir nebi 24 saat nebidir ama 24 saat tebliğde bulunmaz. Tebliğde bulunduğu zaman resul ve nebidir. Dolayısıyla tebliğde bulunduğu sırada resul sıfatıyla bulur. Hiçbir yanlış bir şey yapmaz. O zaman resule itaat o resulü gönderene itaat olur. Resulün helal kıldığı resulü gönderenin; resulün haram kıldığı resulü gönderenin haram kıldığıdır. Yoksa orda helallik haramlıkta asıl fail gönderendir. Resulün kendisi değildir. Bakın nerden nereye gidiyor gördünüz mü? Şimdi diyor ki Allah burada:” Onlar marufu emreder, münkerden onları yasaklar, temiz şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri haram kılar.” Kendi adına mı? Allah adına. Onun için bu aslında resule helal ya da haram kılar demek onu gönderenin helal ya da haram kılar demek. “Onların sırtlarından ısırlarını kaldırır.” Bakın “ısrı” kaldırır. Isri neydi? Gelecek peygambere inanmak. İnandıkları an yük kalktı. Bitti. Artık o görev yok. Tamam bitti. “Üzerlerinde bulunan o ağır yükleri de kaldırır.” Çünkü din adına bir sürü sıkıntılar üstlenmişlerdir. “Ona inananlar” Bunlar kimler? Yahudi ve Hıristiyanlar değil mi? “Ona destek verenler, ona yardımcı olanlar.” Bil fiil… Öyle gönlüm senle beraber filan değil. Bilfiil yardımcı olacak. “Onla beraber indirilmiş nura uyanlar.” Nur nedir? Kur’an. “İşte iflah olanlar umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.” Başkası değil. Öyleyse cennete girecek olanlar kimlermiş. Muhammed (S.A.S)’e inanan ve ona tabi olanlar. Onlara uyanlardır.
Evvelki sene Roma’da papalık da diyalog kurulu başkanının odasında konuşuyorduk. Başkan bana dedi ki, işte Vatikan’ın başbakanı olan jum pi tulan: siz kur’an’a uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz dedi. Şimdi bunun sözünü bu ayet-i kerimeyle değerlendirin bakalım. Onları cennete gönderenler onlarla beraber onun gideceği yere gitsinler. Zaten başka bir yere gitmeleri de mümkün değil kafalarını değiştirmezlerse eğer. Değiştirirlerse problem yok. Kur’anı bilmezler mi? 25 sene Mısır’da kalmış o şahıs. Arapçayı gayet iyi biliyor. “İşte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.” Demek ki bizim vazifemiz gidip insanlara anlatmak. İster inanırlar ister inanmazlar. Şimdi, Allahu Teâlâ bu ayette resulün helal haram kılmasından bahsetti. Ama nebi kelimesini kullandığı yerde “Ey nebi Allah’ın sana helal kıldığını niye haram kılıyorsun.” Tahrim 1.ayet. Bu tıpkı öğretmene ne biçim ders anlatıyorsun demek gibi bir şeydir. Allah’ın sana helal kıldığını niye haram kılıyorsun diyor. Ama resul sıfatıyla olduğu zaman helal ve haram kılar diyor. Ama nebi sıfatıyla olduğu zaman niye bunu yapıyorsun diyor. O zaman bizim vazifemiz de bir yerde Allahu Teâlâ’nın ayetlerini tebliğ ediyorsak, Allah ne diyorsa onu söylememiz lazım. Kafamızdan hiçbir şeyi katmamamız lazım. Almanya’da ???? Konuşma yapıyorum. Birisi sürekli itiraz ediyor. Sonra oturdu konuştuk. Ayetleri okuyor, işte şöyle… Kendi siyasi bir tarafa çekmeye çalışıyor. Aç bakıyım ayeti dedim. Açtı okudu hiç dediği gibi değil. Bir başka ayeti aç dedim, sonra vazgeçti. Genellikle öyle oluyor. Onun için Allah’ın ayetlerini okurken asla kendimizden herhangi bir şey ilave ya da çıkarma yapmaya yetkimiz yoktur. Buna çok dikkat edelim. Demek ki sonuç olarak Yahudiler ve Hıristiyanlar Kur’an-ı Kerim’e uymadıktan sonra Cenab-ı Hakk onları yola gelmiş saymıyor. Allahu Teâlâ yardımcımız olsun.