‘’Elhamdulillah’i Rabbul Alemin Vel Aqibeti lil Muttaqin Vessalat-u Vesselam-u Al’a Rasul’ina Muhammed’in ve A’la Alihi ve Sahbihi Ecmain’’
‘’Qalallhu Teâla Azze ve Celle fi Kitabihil Kerim’’
‘’ Bedî’u assemâvâti vel-ard ve-iżâ qadâ emran fe-innemâ yeqûlu lehu kun feyekun’’ (Bakara, 2/117. Ayet ) Sadakallahul Azim.
Bakara Suresinin okuduğum 117. Ayetinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
‘’ Bedî’u assemâvâti vel-ard’’ mealen ‘’ Allah göklerin ve yerin Bedi’ i dir’’
Bedi’ kelimesinin anlamı ‘’ örneksiz meydana getiren’’ demektir. Yani Allah-u Teala gökleri ve yeri herhangi bir örneği olmadan yaratmış olandır.
‘’ ve iza qata emran ’’ mealen ‘’ Allah herhangi bir işe karar verdi mi ’’
‘’ fe-inneme yequlu lehu kun ‘’ mealen ‘’ onun için ona sadece ol der ‘’
‘’ feyekun ’’ mealen ‘’ o da oluşmaya başlar ‘’
Allah-u Teala’nın bir Bedi’ ismi vardır, bir de Bari’ ismi vardır. Haşr Suresinin 24. Ayetinde (59/24) Allah-u Teala şöyle buyuruyor;
‘’ Hu-vallah-ul haliqul bari’u ‘’ mealen ‘’ O yaratandır, Bari’ dir ‘’
Bari’ demek: (02:35-02:39 dk. arası anlaşılmıyor) beri. Onun berisinden yani ondan biraz uzak manasındadır. Bari’ dir, onun anlamı ‘’ yarattığı her şeyi diğerinden farklı yaratır’’ demektir. Allah hem Bedi’ dir hem Bari’ dir. Yani Cenab-ı Hakk gökleri, yeri ve bu ikisinin arasında olanları yarattığı zaman herhangi bir şeyden örnek almış değildir. Örneksiz olarak yaratmıştır. Bari’ dir, yarattığı her şeyi diğerinden farklı yaratmıştır.
Mesela şimdi burada ne kadar insan varsa hepsi görüntü olarak birbirine benzer ama gerçekte hiç kimse diğerine benzemez. Yani dikkat edin terimiz, sesimiz, saçımız, vücudumuzdaki herhangi bir deri parçası bile hepsi kendimize has özelliklerdir. Yani Allah-u Teala her bir insanı özellikleri itibariyle kendine has yaratmıştır, farklı bir şekilde yaratmıştır. Bütün insanları yaratırken ise herhangi bir varlıktan örnek alarak yaratmamıştır. İşte Allah-u Teala gökleri ve yeri benzersiz olarak yaratandır ve o ikisinde olanı benzersiz olarak yaratandır.
Herhangi bir işe karar verdiği zaman, karar vermenin bir takım safhaları vardır. Allah-u Teala’nın bir İrade safhası vardır, İrade’ nin de iki ayrı zamanı vardır :
Mesela Allah-u Teala her insanın Mü’min olmasını irade eder, ama bir kanun koymuştur, o kanundan dolayı emretmez. Çünkü Allah emrederse, o iş kesinlikle olur. Ama irade ettiği zaman olması gerekmez. Yani istemenin arkasından emir gelmezse o iş olmaz.
Mesela siz bir yerin amirisiniz, bir takım şeylerin sizin emrinizdekiler tarafından yapılmasını istiyorsunuz, sizin istemenizle o iş olmaz, onu emir haline getireceksiniz, o zaman yapmadıkları için sorumlu durumunda olurlar. İşte Cenab-ı Hakk içinde bunu söyleyebiliriz. Yani Allah-u Teala bir şeyi irade etti diye onun gerçekleşmesi gerekmez. Dolayısıyla insanların iradesi Allah’ın iradesine ters bir irade, yani Allah’ın isteğine ters bir istekte bulunabilirler.
Şimdi Nisa Suresi 26. Ayeti (4/26) açalım:
Allah-u Teala diyor ki: ‘’ Yurîdullâhu liyubeyyine lekum veyehdiyekum sunene-lleżîne minkablikum veyetûbe ‘aleykum vallâhu ‘alîmun hakîm(un) ‘’
Mealen: ‘’ Allah size (herşeyi) açıklamayı ister/irade eder, sizden öncekilerin yoluna sizi sokmak ister ve tövbenizi kabul etmek ister, Allah bilir ve doğru karar verir ‘’
Ayette geçen ‘’sizden öncekiler’’ ile kastedilen peygamberler, sıddıklar, Salihler yani dürüst insanlar. Fatiha Suresini okurken Cenab-ı Hakka şöyle deriz:
‘’ ihtinas sıratel mustaqim sıratellezine en’amte aleyhim ‘’ (Fatiha Suresi/5.ayet) Mealen: ‘’ Bizi o doğru yola yönelt, kendilerine nimet verdiğin kişilerin yoluna ’’
Yani peygamberler, sıddıklar ve şehitler. Allah-u Teala Onların yolunu bize gösterir çünkü Onlar gibi olmamızı ister.
Burada anlaşılacağı üzere Allah-u Teala her insanın Mü’min her insanın iyi insanlar gibi olmasını istiyor. Peki Allah istedi diye oluyor mu , fakat ‘’ Ol ‘’ derse o zaman mecburen herkes iyi insan olur, olmaması diye bir şey söz konusu olamaz.
Bundan dolayı Allah-u Teala’nın bir şeye ‘’ Ol ‘’ demesi için bizim de O’nun isteğine uygun davranış göstermemiz gerekir. Mü’min olmak için gerekeni yaparsak, öncekilerin yoluna girmek için gerekeni yaparsak, o zaman Allah’ın ‘’ Ol ‘’ emri çıkar ve Mü’min kişi veya iyi insan oluşmaya başlar.
‘’ Vallâhu yurîdu en yetûbe ‘aleykum veyurîdu-lleżîne yettebi’ûne-şşehevâti en temîlû meylen ‘azîmâ ‘’ (Nisa Suresi 4/ 27. Ayet)
Mealen: ‘’ Allah sizin tövbelerinizi kabul etmek ister, fakat şehvetlerine uyanlarda büyük bir eğrilikle eğilmenizi isterler ‘’
Ayetten anlaşılacağı üzere Allah’ın iradesine karşı irade olabiliyor. Ama Allah-u Teala
‘’ Ol ‘’ derse, buna Meşiyet derler, Allah’ın Şae fiili ile yaptığı, yani ona karşı durulamaz.
‘’ Ve ma teşaune illa inşa’allah ‘’ mealen: ‘’ Sizin yapabileceğiniz şey ancak Allah’ın emrettiği şeydir’’ Siz bir şeyi yapmak için bütün gayretinizi gösterirsiniz, Allah’ın emri gelmezse o şey olamaz. Ama siz gayret göstermezseniz o şey olsa bile, olan şey sizin olmaz, başkasının olur. Dolayısıyla Allah-u Teala bir konuda kararını verirse, ‘’qada emran’’ yani ‘’bir konunun kesinleştirilmesi’’ demektir. Örneğin; biz abdest aldık, namaz kılmak için secadenin başına geçtik, biz o gereken bütün çalışmaları yapmamıza rağmen Cenab-ı Hakk bize o namaz için gereken gırsatı ve imkanları vermezse kılamayız. İşte o zaman Allah’ın ‘’Ol’’ emri gelir ve bizim namaz kılmamız için bütün imkanlar oluşmuş olur.
Demek ki insanlar, Allah’ın iradesine aykırı bir irade ortaya koyabilirler. Bu konuda bir ayet daha okuyalım iyice konunun anlaşılması için, çünkü maalesef bu konu gereksiz yere akaid kitaplarında, ’’ Allah bir şeyi irade etti mi mutlaka olur’’ şeklinde geçmektedir.
Enfal Suresi 67. Ayeti bu konu için inceleyecek olursak kısaca ayette konu şu şekildedir, Bedir savaşında Müslümanlar kafirleri iyice yenmeden esir alınca Allah-u Teala’da Müslümanları ve Peygamberi ayıplamıştı.
‘’ Mâ kâne linebiyyin en yekûne lehu esrâ hattâ yuśḣine fî-l-ard turîdûne ‘arada-ddunyâ vallâhu yurîdu-l-âḣira vallâhu ‘azîzunhakîm’’ (Enfal Suresi 8/ 67. Ayet)
Mealen: ‘’ Hiçbir peygamberin, savaş meydanında, düşmanı iyice yere sermeden, esir almaya hakkı yoktur. Siz dünya malı istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor, Allah en iyi hükmedendir’’
Ayette açık bir şekilde Peygamberimiz dahil olmak üzere Mü’minlerin iradesi Allah ile ters düşmüştür. (Bu bağlamda Muhammed Suresi 4. Ayeti inceleyiniz)
Allah-u Teala, Peygamberimize söz vermişti, ya Suriye’den gelen kervan yada Mekke’den gelen ordu, ikisinden birisi senindir diye söz vermişti. Bu bağlamda Enfal Suresi 7. Ayeti inceleyecek olursak,
‘’ Ve-iż ya’idukumullâhu ihdâ-ttâ-ifeteyni ennehâ lekum veteveddûne enne ġayra żâti-şşevketi tekûnu lekum veyurîdullâhu en yuhikka-lhakka bikelimâtihi veyakta’a dâbira-lkâfirîn ‘’ (Enfal Suresi 8/ 7. Ayet)
Mealen: ‘’ Hani Allah size vaat ediyordu, o iki gruptan birisi sizindir (Suriye’den gelen kervan yada Mekke ordusu). Çok istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun, Allah ‘ta istiyordu ki Kendi sözleriyle hakkı ortaya çıkarsın ve kafirlerin kökü kurusun ‘’
Bu söze dayanarak Müslümanlar Medine’den çıkmışlar (Hicret’ten bir buçuk sene sonra ) ve kervanın peşine düşmüşlerdir. Fakat hiç beklemedikleri anda kervanı ellerinden kaçırdılar Mekke ordusuyla karşı karşıya geldiler. Halbuki Allah, Mekke’den gelen orduyu Müslümanlara verecekti, Müslümanlar o ordu üzerinde tam bir hakimiyet kuracaktı ve sonrasında Mekkeli kafirlerin kökü kuruyacaktı, Sizde rahat bir şekilde Mekke’yi ele geçirecektiniz. İşte Allah, bunu sizden istiyordu. Peki Allah, bunu istedi de oldu mu ? Müslümanlar, Allah’ın verdiği emre göre hareket etmediler ve Bedir’de, düşmanı tamamen yere semeden esir aldılar, Allah’ın koymuş olduğu kurala aykırı hareket edince, Allah’ta ‘’Ol’’ emrini vermedi. Yani kafirlerin kökünün kurutulması emrini vermedi, kafirler geri çekildiler. Fakat ertesi sene Uhud’a geldiler daha sonra Hendek’e geldiler. Eğer en başta Cenab-ı Hakk’ın Enfal Suresi 67. Ayetteki belirttiği kurala uygun hareket etmiş olsaydı Müslümanlar, Uhud ve Hendek savaşlarına gerek kalmadan Mekke Müslümanların kontrolüne geçmiş olacaktı.
Fakat bu olayın bize getirisi KADER konusudur. Bunlar Kitap’ta var ama bizim Müslümanların kaynakların da nasıl acaba ?
Kader, Allah’ın koyduğu kural demektir. Siz o kurala uygun davranırsanız, Allah ‘’ Ol ‘’ der ve oluverir. Eğer kurala aykırı davranırsanız Allah ‘’ Ol ‘’ emrini vermez ve o da olmaz.
Tekrar başa dönecek olursak Bakara Suresi 2/117. Ayet ,
‘’ Bedî’u assemâvâti vel-ard ve-iżâ qadâ emran fe-innemâ yeqûlu lehu kun feyekun’’
Göklerin ve yerin Bedi’i dir Allah. Yani onu örneksiz ve eşsiz bir biçimde yaratmıştır ve herhangi bir şeyi yaratmaya karar verirse O’nun yaratmadığı hiçbir şey olmaz. Örneğin; ‘’Ben şimdi size buradan konuşuyorum, eğer Allah şartları yaratmazsa ne Ben size burada konuşabilirim ne de siz beni dinleyebilirsiniz. ‘’ Bir saniyelik hayatımızın çalışması için kim bilir ne kadar mekanizmanın çalışması gerekir hiç düşündük mü ? ve tüm bunlar Allah’ın emriyle çalışan sistemlerdir. ‘’ Peki bana düşen nedir ? Bana düşen bu gece size sohbet yapacaksam bu sohbet için gerekli hazırlıkları yapmamdır. Yapmazsam burada konuşamam. Peki size düşen nedir ? Sizin de yapmanız gereken bu sohbeti dinlemek için gerekli hazırlığı önceden yapmanızdır. Yapmazsanız dinleyemezsiniz ‘’
İşte Kader budur, Allah’ın her şey için koymuş olduğu yasadır. Eğer bu yasaya uyarsanız başarılı olursunuz, yok uymazsanız peygamber dahi olsanız ve Allah sözde vermiş olsa (Enfal Suresi 8/7. ayet) bir işi başaramazsınız. Fakat ayette Allah Peygambere ve Mü’minlere söz verdiği için Bedir savaşını Müslümanlar kazanmıştır. Bunun içinde Allah-u Teala Enfal Suresi 8/ 68. Ayette:
‘’ Levlâ kitâbun minallâhi sebeka lemessekum fîmâ eḣażtum ‘ażâbun ‘azîm’’ (Enfal Suresi 8/ 68. Ayet)
Mealen: ‘’ Allah bir şeye söz verdi mi, onu mutlaka kayda geçirir, elbette ki almış olduğunuz esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı.’’
Ayetten anlaşılacağı üzere eğer Allah Mü’minlere, Mekke ordusu veya kervan sizindir diye söz vermiş olmasa, emre aykırı davranışınızdan dolayı size büyük bir azap dokunacaktı yani Mekkeliler dönüp dolaşıp sizi orada perişan ederlerdi. Ama Allah söz verdiği için Müslümanlar galip geldi. Fakat Mekke’ye hakim olamadılar. Dolayısıyla başarılı olmanın tek yolu vardır istenilen iş için gerekeni yapmaktır.
Onun için Allah-u Teala şöyle buyuruyor;
‘’ Ve en leyse lil insani illa ma se’a ‘’ (Necm Suresi 53/39. Ayet )
Mealen: ‘’ Kişinin kendi gayretiyle yaptığının dışındaki, kendisinin değildir ‘’
Tekrar başa dönersek;
‘’ ve-iżâ qadâ emran ‘’ mealen ‘’ bir işe karar verdi mi ‘’ işte Allah-u Teala’nın bir işe karar vermesinin de süreci vardır, kuralı vardır. O kurallar olmadan Allah kararını vermez ve ‘’ Ol ‘’ emrini vermez, Bedir savaşında olduğu gibi.
‘’ fe-innemâ yeqûlu lehu kun feyekun’’ mealen: ‘’ onun için sadece ol der ve oda oluşmaya başlar ‘’
Hemen oluşmaz çünkü Allah oluşum içinde kanunlarını koymuştur. Yekunu fiili uzari fiildir, yani bir süreçten bahsetmektedir. Her bir oluşum içinde ayrı bir kural vardır ona göre oluşumlar tamamlanmaktadır.
Bakara Suresi 118. Ayette Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
‘’ Vekâle-lleżîne lâ ya’lemûne levlâ yukellimunallâhu ev te/tînâ âye keżâlike kâle-lleżîne min kablihim miśle kavlihim teşâbehetkulûbuhum kad beyyenne-l-âyâti likavmin yûkinûn ‘’ ( Bakara Suresi 2/118. Ayet )
Mealen: ‘’ Bilmeyenler şöyle diyorlar: ‘Allah bizimle konuşsaydı ya da bize bir mucize gelse olmaz mıydı ?’ Bunlardan öncekilerde aynı bunlar gibi konuşmuşlardır. Kalpleri birbirlerine benzedi. Ayetleri kesinlik peşinde olanlar için açıklamışızdır. ‘’ ( Bakara Suresi 2/118. Ayet )
Bu ayette geçen bilmeyenler Ehl-i Kitap olmayanlar yani Mekkeliler olmaktadır. Mekkelilerin sözlerinden de anlaşılacağı gibi Allah’tan bir mucize beklemektedirler. Bugün de insanların isteği hep bu yönde olmuştur. Her zaman uçma, kaçma peşindedir günümüz insanları. Örneğin; ‘’ Gittim şeyhe/hocaya/mollaya neyse benim kalbimden geçeni bildi.’’ Halbuki hiçbir peygamberin böyle bir vazifesi yoktur. İnsanların böyle zaaflarını bilenlerde tezgahlarını çok iyi kurarlar. Ama peygamberlerde hiçbir zaman böyle uçma, kaçma falan yoktur.
Peygamberimizin peygamberlik belgesi Kur’an-ı Kerim’dir. Kainattaki her şey Cenab-ı Hakk için bir belgedir, Peygamberimiz için de Kur’an-ı Kerim’dir. Eğer Kur’an insan eseri ise buyurun siz de yapabilirsiniz, yok eğer yapamıyorsanız anlayın ki Allah’ın eseridir. O zaman Allah’ın sözünü getirende Allah’ın elçisi olur bu çok açık ve net biçimde ortadadır. O zaman da inanmak zorundasınız.
Ayetin son cümlesinden de anlaşılacağı üzere kesin delil isteyenler için ayetleri bizzat Allah-u Teala açıklamaktadır, zan peşinde koşanlar için değil. Öyleymiş, olmaz mıymış, Allah’ın gücü yetmez mi? (!) , olsa olmaz mı? (!) , olamaz mı? (!) gibi saçmalıklarla kendilerini aldatanlara söylenecek bir söz yoktur bu ayette.
Bu bağlamda Ankebut Suresi 50 ve 51. Ayetleri incelersek:
‘’ Ve kâlû levlâ unzile ‘aleyhi âyâtun min rabbih kul innemâ-l-âyâtu ‘indallâhi ve-innemâ enâ neżîrun mubîn. Eve lem yekfihim ennâ enzelnâ ‘aleyke-lkitâbe yutlâ ‘aleyhim inne fî żâlike lerahmeten veżikrâ likavmin yu/minûn ‘’ (Ankebut Suresi 29/ 50,51. Ayetler )
Mealen: ‘’ Dediler ki: ‘ Muhammed’e Rabbinden mucizeler/ayetler inseydi olmaz mıydı?’ De ki: ‘Ayetler Allah katındadır, ben sadece açık bir uyarıcıyım.’ ‘’
‘’ Sana bu Kitabı indirdik, onlara okunuyor, yetmedi mi? Bu Kitapta gerçekten rahmet vardır ve inanacak bir toplum için de doğru bilgiler vardır. ‘’ (Ankebut Suresi 29/ 50,51)
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere müşrikler, Peygamberimizden mucize talebinde bulunuyorlar ve Allah-u Teala’ da Kur-an’ nın onlara yetmediğini soruyor.
Olayı günümüze taşırsak, keramet vs. hikayelerle insanları uyutmaya çalışırlar ve dini kendilerine uyarlarlar. Halbuki olayı üstelersek ‘’ kim görmüş, ne zaman ‘’ gibi sorulara hiçbir zaman yanıt alamayız. Fakat peygamberlerde böyle şeyler görülmemiştir.
Dikkat edersek bu gün de dini kendine uydurmak isteyenlere de Kur’an hiçbir şekilde yetmiyor. Bu kitabın tamamını da okusanız, onları kesmiyor, tatmin etmiyor. Çünkü bu tiplerin istekleri, dine uymak değil dini kendine uydurmaktır.
Kur’an-ı Kerim’in ne kadar büyük bir kitap olduğunu her zaman görüyoruz.
Tekrar Bakara Suresi 118. Ayete dönelim ,
‘’ Bilmeyenler şöyle diyorlar: ‘Allah bizimle konuşsaydı ya da bize bir mucize gelse olmaz mıydı ?’ Bunlardan öncekilerde aynı bunlar gibi konuşmuşlardır. Kalpleri birbirlerine benzedi. Ayetleri kesinlik peşinde olanlar için açıklamışızdır. ‘’ ( Bakara Suresi 2/118. Ayet )
Ayette Allah-u Teala, ‘’Kalpleri birbirlerine benzedi. ‘’ ifadesini kullanmıştır. Bunun nedeni ise, normalde ayette bahsedilen kişiler akıllarıyla gerçeği gayet iyi anlayan insanlardır. Fakat ‘’ Bu doğru ama bu niye söylüyorsun şimdi, milletin bir geleneği var, insanların yerleşmiş anlayışları var, sen bunlara ters düşüp insanları birbirine düşürüyorsun ‘’ gibi ifadelerle olayı başkalaştırmaya çalışıp üstünü kaparlar.
Ben şahsen etraftan duyuyorum kendim için çok sert konuşuyor diyorlar, hiç taviz vermiyor diyorlar. Eğer taviz vermeye yetkimiz varsa verelim. Bu bağlamda taviz veren kişi kendisinden taviz verir yani kendisini ateşe atmış olur. Bir insan kendini bilerek ateşe atar mı? Okuduğumuz ayetlere laf söyleyemeyenler bize laf söylüyorlar. Ayetler açık olduğu için.
Bu bağlamda En’am Suresi 123 ve 124. Ayetleri inceleyelim.
‘’ Vekeżâlike ce’alnâ fî kulli karyetin ekâbira mucrimîhâ liyemkurû fîhâ vemâ yemkurûne illâ bi-enfusihim vemâ yeş’urûn. Ve-iżâ câet-hum âyetun kâlû len nu/mine hattâ nu/tâ miśle mâ ûtiye rusulullâh allâhu a’lemu hayśu yec’alu risâleteh seyusîbu-lleżîne ecramû saġârun ‘indallâhi ve’ażâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûn ‘’ ( En’am Suresi 6/ 123,124 Ayetler )
Mealen: ‘’ Her yerde büyüklerini günahkarlar yaptık. Orada insanlara çaktırmadan kötülük yapsınlar diye. Onların yaptıkları bu oyun sadece kendilerinedir ama bunu şuurunda değillerdir. Onlara bir ayet geldiği zaman derler ki ‘ Allah’ın Resullerine verilen ayetlerden bize de verilmediği sürece inanmayız.’ Allah kimi elçi yapacağını iyi bilir. İşte bu günahkarlara ilerisinde, kurdukları bu oyun sebebiyle, Allah katında bir alçaklık ve şiddetli bir azap isabet edecektir ‘’ ( En’am Suresi 6/ 123,124 Ayetler )
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi önce büyük insan konumuna gelinir, büyüklüklerini devam ettirmek için zorbalık yaparlar ve kanun koymaya başlarlar. Bu sefer Haşa insan kendisini Allah’ın yerine koymaya başlar tıpkı şeytan gibi ondan sonrada yanlış yollara sapma başlar. Daha sonra insanlar bunları görmesin, yaptıklarını bilmesin diye yaptıklarını güzel gösterecek şekilde hile ve dolap çevirirler. Yani söyledikleri başka işin iç yüzü başka durumdur. Fakat bu mutlaka bir gün ortaya çıkar. Bundan sonrada ne büyüklük kalır ne de başka bir şey.
Kendileri büyük olduğu için!! Allah’ın sadece Resullerine gönderdiği gibi kendilerine de ayetler verilmesini beklerler.
Bu büyüklenen kişiler gerçeğin farkındadırlar fakat bulundukları konumu kaybetmek istemezler. Bütün mesele budur aslında. Bu kişiler aslında şunu ima ederler büyüklük her zaman bizdedir. Fakat unuttukları nokta şurası ki, büyüklük sadece Allah’a aittir ve bize kalan ise ona itaattir.
Örneğin; Peygamberimiz, peygamber oluncaya kadar, Medineli Yahudiler, bir peygamber beklentisi içinde olduklarını ifade ediyorlardı ve Medine halkını bu konuda hazırlamışlardı. Onun içindir ki Medine halkı çok kolay Müslüman olmuştur. Fakat Yahudilerin itirazı da aynı şekilde idi ‘’ Neden o peygamber bizden biri olmadı ? ‘’ ve bu şekilde olunca da Peygamberimize inanmadılar.
Ebu Cehil’e soruyorlar: ‘’ Muhammed, Allah’ın elçisidir ve yalan da söylemez. Bu konuda ne diyorsun ? ‘’ dedi ki: ‘’ Vallahi eskiden beri Haşimoğulları’yla aramızda bir yarışma vardır. Bazen Mekke’ye onlar hakim olur bazen de biz. Şimdi biz tam Mekke’ye hakim olmuşken, onlardan bir peygamber çıktı, bizim de ona karşı bir peygamber çıkarmamız mümkün değil. Vallahi Haşimoğulları’nın peygamberine inanmam. ‘’ Yani doğru olup olmaması önemli değil, neden ben değil de başkası?!!! Zaten insanları yoldan saptıran bu kibirdir. Bu kibirden dolayı bir çok yanlış düşünce ortaya koyarlar. İşte insanların dini kendilerine uydurmalarının sebebi de budur.
Hurafecilerin, yalan yanlış din anlayışlarına bakarsak, hepsinde anormal bir kibir olduğunu fark ederiz. Ama o kibri de tevazu yalanının altına gizlerler. En kötü kibir de aslında bu türdür.
Peki Allah bu insanlara ayet indirecek olsa ya da bunlara istedikleri gelse ne olur:
Bu bağlamda En’am Suresinin 111. Ayetini incelersek:
‘’ Velev ennenâ nezzelnâ ileyhimu-lmelâ-ikete vekellemehumu-lmevtâ vehaşernâ ‘aleyhim kulle şey-in kubulen mâ kânû liyu/minû illâ en yeşâallâhu velâkinne ekśerahum yechelûn ‘’ ( En’am Suresi 6/111. Ayet )
Mealen: ‘’ Biz bu insanlara melekleri indirsek, o büyükleri kalkıp kabirlerden onlarla konuşlar, her şeyi onların karşısına getirip döksek, inanacak değillerdir. Allah emretmiş ise o başka. Ama bunların çoğusu bu gerçeği de bilmezler ‘’ ( En’am Suresi 6/111. Ayet )
Ayette de anlaşıldığı gibi, bu insanların inanmama sebepleri gerçeği anlamama değil, zaten biliyorlar. Gerçeği kabul etmemekten kaynaklanmaktadır.
Yani Allah ‘’ Ol ‘’ derse yapacak bir şey yoktur fakat Allah şartlar oluşmadan ‘’ Ol ‘’ emrini vermeyeceğini daha önce ifade ettik.
Günümüz meallerde bu şekilde yansıtılmaz. Genelde şu şekildedir ‘’ Allah dilemedikçe onlar imana gelemezler ‘’ sanki Haşa Allah Mü’min olmalarını dilemiyor gibi bir düşünce ortaya çıkıyor. Bu sefer de derler ‘’ Allah irade etti mi olur ‘’ , bu şekilde bir sonuca varılamaz. Önce kelimenin manası değiştiriliyor sonra Cenab-ı Hakk’ın sanki ikilemdeymiş Haşa havası görünüyor. Çünkü Nisa Suresi 4/ 26, 27. Ayetlere bu ifadeler ters düşmektedir. Şa’e fiili ‘ Emera ‘ demektir, yani Allah bir şeye ol dedi mi artık yapacak bir şey kalmaz. Fakat Allah’ın emir vermesi için insanların inanmaya karar vermeleri gerekir. Allah kuralı koymuştur.
Demek ki, insanların çoğu gerçeği bilmediğinden değil, gerçeği kabul etmediğinden kaybeder.
Bir çok kimse yalan söyler, peki yalanın kötü olduğunu bilmeyen var mıdır ?!! Bu sebepten dolayı insanlar günahı bilerek işlemektedirler. Yalan söyleyerek belki insanlar kandırılabilir ama Allah asla kandırılamaz. Eğer insan bilmeden bir şey yapmışsa hatasını bulup özür diler.
Bakara Suresi 118. Ayete dönecek olursak;
İnanmayanlara her şey apaçık gelse gene de inanmazlar çünkü kararlarını kesin vermişlerdir. Muhammed’in peygamber olduğunu bilmediğinden değil, Allah’ın varlığından ve Birliğinden haberdar olmadığından değil, gayet biliyorlar. Ama hesaplarına gelmiyor. Örneğin; şeytanın bilgi konusunda bir eksikliği var mıydı?!!! Bu gün şeytan kadar bilgili bir alim bulmak mümkün dahi gözükmemektedir. Fakat bilmek yetmez, teslim olmak gerekir bu yüzden dinimizin adı İslam’dır. Allah’a teslim olunur fakat bazıları bana teslim olun derler, aynı şeytanın dediği gibi.
Peki neden şeytan kafir oldu?
Kendini büyük görerek direndiğinden dolayı. İşte bu tip insanlar da kendini büyük gördüğü için boyun eğmek istemiyorlar.
Şimdi Bakara Suresinin 119. Ayetini incelersek:
‘’ İnnâ erselnâke bilhakki beşîran veneżîrâ velâ tus-elu ‘an ashâbi-lcehîm ‘’ ( Bakara Suresi 2/ 119. Ayet )
Mealen: ‘’ Ey Muhammed, seni elçi olarak gönderdik, gerçek bilgilerle. Sen, cehennemliklerden sorguya tutulacak değilsin. ‘’ ( Bakara Suresi 2/ 119. Ayet )
Yani insanlara geçek bilgileri ulaştırıyorsun ve onlarda bunun gerçeğin ta kendisi olduğunu biliyorlar.
Beşir’sin yani müjdeci. Getirdiğin haberlere uyanları dünya ve ahiret için güzel şeylerle müjdeliyorsun ve o müjdelerde gerçekleşti ve gerçekleşmeye devam edecek.
Örneğin; Ömer bin Hattab, putlara taptığı sırada, o sert Ömer’e birisi deseydi: ‘’ Sen yirmi sene sonra İran’ın, Arap Yarımadası’nın ve Mısır’ın hakimi olacaksın. ‘’ deseydi. Ömer de dalga geçecek başka adam bulamadın mı deyip kılıcını çekip adamı öldürmeye kalkardı. Ama Ömer buralara İslam’ı taşıdı. Hiç hayal edebilirler miydi Mekkeliler böyle bir şeyi. Ama aradan asırlar geçmesine rağmen hala saygıyla kendilerini hatırlatıyorlar bizlere. Bu şekilde Allah’ın izniyle ahiretleri de güzel olacaktır.
Peygamberimiz dünya ve ahiret için müjdecidir ve her iki yerde de başarı sağlayacak kuralları insanlara aktarmıştır. Bundan gerisi insana kalmıştır. Yoldan çıkan kendi iradesiyle çıkar, yola giren ise kendi iradesi ile girer, kimse kimsenin günahını üstlenmez. Allah-u Teala hiçbir peygamberi, insanları cennete sokmakla görevlendirmemiştir ve cehennemden kurtarmakla da görevlendirmemiştir. Burası imtihan dünyasıdır. Örneğin; bir öğretmen, sınıfta imtihan yapıyorsa ve imtihan olanlar üzerinde bir baskı kurarsa, o imtihan olur mu? İmtihan salonunda sorulara tam bir hürriyet ile cevap verebilecek bir ortamın olması gerekir. işte bu dünya da öyle bir ortam vardır. Allah-u Teala imtihan ettiği için, imtihana tabi tutulanlar tam bir hürriyet içindedir. Herkesin sınıfta kalma hürriyeti vardır fakat kalırsan cehenneme gideceksin. Bunun yanında herkesin sınıf geçme hürriyeti de vardır geçenler cennete gidecektir.
Şimdi şöyle bir rivayet naklediyorlar, sözde Ebubekir demiş ki: ‘’ Ya Rabbi vücudumu o kadar büyük yap ki cehennemi doldurayım, oraya kimse girmesin ben gireyim. ‘’
Haşa, demek oluyor ki Ebubekir Allah’tan daha merhametli öylemi!!! Yani Ebubekir insanlar için yanacak, onlarda cennete gidecekler. Fakat ayet açık, Allah, sen cehennemliklerden sorumlu değilsin diyor.
Birileri de diyor ki: ‘’ Milletimin imanını kurtardığını görürsem cehennemde yanmaya razıyım. ‘’ bunu söyleyene verilecek cevap şudur; buyur gidip yan. Yanmaya razıymış ta o zaman buyur denilebilir. Sanki cehennemde yer mi yok. Allah’tan daha merhametli olmaya çalışıyor bazıları Haşa.
Malumdur Peygamberi bir kurtarıcı olarak gösteriyorlar. Örneğin; mevlit kandili vs. bir çok kandil uydurdular. Müslümanlık o gecelere has kılınmaya başlandı. Yani belli zamanlarda Müslüman ol ondan sonra serbestsin öyle mi?!!! Bu kimin dini acaba?!!!
Diyorlar işte ‘’ camilere gelseler yanlış mı? ‘’ tabi ki yanlış. Camiye mevlit kandili değil namaz kılmaya gelinir. Neden Allah, farz namaz kılmayı emrettiği halde camiye gelmiyorlar da mevlit gecelerinde doldurup taşırıyorlar camileri?!!! Ki mevlit ise dört asır sonra çıkmış bir hurafedir. Sabah namazına gidin kimse yok ama mevlit dendi mi hemen koş camiye öyle mi?!!!
Sonuç olarak Allah ne demişse onu yapmalıyız kendi kafamızdan din uydurmaya kimsenin hakkı yoktur.