Şimdi bakın Müslümanlar, tabi Müslümanların bir kısmı, Yahudi ve Hıristiyanların da bir kısmı bunu söylüyor, tamamı söylemiyor ki, onların içerisinde Cenab-ı Hakk da Kur’an-ı Kerim’de diyor ya hani:
Estaizubillah
“Leysu sevaa”
“Hepsi aynı değildir” (Ali İmran, 3/113)
Diyor. Dolayısıyla bu o grupla ilgili şey yapıyorum. Bakın mesela şu Aracılık ve Şirk kitabının doksan üçüncü sayfa, yanında olan varsa açıp bakabilir; peygamberimizle ilgili ne deniyor. Şimdi şu anda İslam Ansiklopedisi olarak Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan ansiklopedi var. O ansiklopedide hiç tenkit edilmeden, aksi görüş söyleyenler tenkit edilerek şu ifadeler var bakın, karşı çıkanlar tenkit edilerek şöyle ifadeler var, elinizde varsa bakabilirsiniz. Bir “Hakikat-i Muhammediye” diye bir kavram uydurulmuştur. Diyor ki:
“Hakîkat-i Muhammediye varoluşun başlangıcıdır. Onunla Allah (Hakîkati Muhammediye’yle Allah), aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir.”
Yani şimdi şuradan bakayım, bir demir para bulayım. Şimdi şu mesela paraysa, haşa haşa bir tarafı Allah, bir tarafı peygamber. Tamam. Şimdi başkalarına laf söylemek kolay, burada Hıristiyanları tenkit edin çok rahat herkes sizi alkışlar, Yahudileri tenkit edin nasıl olsa burada Yahudi, Hıristiyan yok, ama tenkidi kendimize getirdiğimiz zaman işler bozuluyor.
Şimdi, diyorlar ki “Abdülaziz hoca çok sert”. Hiç sert değilim, çok nazik ve yumuşakça okuyorum bakın, güle güle. Kardeşim ifadeler sert, suç bende mi, ne yapayım yani, ifadeler öyle. İsterseniz yani müzik eşliğinde okutturabiliriz bunları.
“Hakîkat-i Muhammediye varoluşun başlangıcıdır. Onunla Allah aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir (Hâşâ). Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar ondan ve onun için yaratılmıştır.”
Aynı ifade isa (a.s.)’la ilgili var. Bizim internet sitesinde görürsünüz, aynı ifade. Hıristiyanların İsa (a.s.) için söylüyorlar. Burada benim baban senin babanı döver hesabı var.
“O, bütün peygamberlerin ve velilerin ledünni ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır”
Şimdi, bu mu daha ağır ifade, “Allah’ın oğlu” demek mi daha ağır ifade? İşte buyurun. Tekrar ediyorum, tenkitsiz olarak Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde Hakikat-i Muhammediye maddesine bakın. Ben çok kısa özetlemiş bulunuyorum, orada tamamını okumak için epeyce sinirlerinizin sağlam olması lazım. Ve buna karşı çıkanlar tenkit ediliyor o maddede.
Mesela bundan epeyce önce, bu kitapta da vardır, bir dergide bir tarikatın dergisinde, o tarikat kendi arasında diyor muş ki, “biz Abdülaziz hocanın tenkit ettiği şeylerden hiçbirini yapmıyoruz, bizim tarikatımızda bir hurafe yoktur” diyorlarmış. Onun için dergilerini de bana gönderiyorlardı her ay, bende tabi okuma fırsatı bulamıyordum, bir ay açtım okudum, yani sadece bir yazıyı, şeyhlerinin yazısını okudum. Orada diyor ki:
“Ahad Ahmed’dir, kim mim eder fark,
O mîm içre olur bütün cihan gark.
Ahad yani Allah’tır.”
Manası şu: “Ahad Ahmed’dir” Ahmed kim? Peygamberimiz. Ahad? Allah. “Ahad ahmed’dir” diyor. “Arada mim fakı vardır” yani Arapça yazarsanız, hemzeyi yazarsınız, ha’yı dal’ı yazarsınız bu Ahad olur, bir tane mim katarsınız dal’dan önce, Ahmed olur. Arada mim fark eder. Peki, ‘mim’ lehte mi aleyhte mi? “Onun içerisindedir bütün cihan” diyor. Hangisi daha üstün? Ondan sonra da belki anlaşılmamış diye “Ahad yani Allah’tır.” diyor. “Ahad Allahtır, Ahad Ahmed’dir” o zaman Ahmed ne oluyor? Hıristiyanlar ne dediler, “İsa Allah’tır” demediler mi? Zaten aynı, bir madalyonun iki tarafıdır demek de başka bir mana ifade etmiyor.
İşte bu yanlış inançlar bulaşıcı hastalıklar gibi, hemen bulaşıyor. Onun için Cenab-ı Hakk bize “kendinizi koruyun” diyor devamlı. Bu bulaşıcı hastalıklara karşı kendimizi sürekli korumamız lazım.
Şimdi, bir “İnsan-ı Kâmil” kavramı vardır değil mi bizde. “İnsan-ı Kâmil” ne demek? Çok masum bir kavram, “olgun insan” gibi di mi, “kâmil adam, kâmil insan”. Acaba o mana da mı kullanılıyor? Mesela şeyhine “İnsan-ı kâmil” demeyen bir tarikat biliyor musunuz? Peki; “insan-ı kâmil” ne? (Aracılık ve Şirk kitabından okuyor) diyor ki:
“insan-ı kâmil Muhammed’dir.”
Muhammed (a.s.) yani (s.a.v.).Tamam bu çok güzel bir şey gibi gözüküyor.
“Ama onun tarihi şahsiyeti değil”
Yani şu tarihte doğup, peygamber olup, vefat etmiş olan Muhammed değil hâşâ.
“Âdem balçık halindeyken peygamber olan Muhammed”
Ama bundan Hâşâ, Cenab-ı Hakk’ın haberi yok. Çünkü Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de diyor ki:
Estaizubillah
Ve mâ muhammedun illâ resûl, kad halet min kablihir rusûl
“Muhammed sadece Allah’ın resulüdür, başka bir şey değil” (Al-i İmran. 3/144)
Yani Allah’ın elçisidir, Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ eden kişidir.
kad halet min kablihir rusûl
“Ondan önce de resuller gelmiştir.” (Al-i İmran. 3/144)
Ondan sonra ne diyor Cenab-ı Hakk:
Estaizubillah
Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin
“Muhammed sizden erkeklerinizden herhangi birisinin babası değildir, ama Allah’ın resulüdür ve nebilerin sonuncusudur” (Ahzab, 33/40)
Bak, Allah sonuncu olduğunu söylüyor, ondan önce çok peygamberler geldiğini söylüyor ama bunlar ne diyorlar;
“Adem balçık halindeyken peygamber olan Muhammed”
Hâşâ! Cenab-ı Hakk’ın bundan haberi yok. (Kitaptan İnsan-ı Kamil’i okumaya devam ediyor)
“yani Hakikat-i Muhammediyedir”
Hakikat-i Muhammediye’nin ne olduğunu biraz önce okuduk ya, İnsan-ı Kamil, hakikat-i Mhammediye’dir diyor.
“varlığın ve hilkatin gayesidir. Zira ilâhî irade ancak onun aracılığıyla gerçekleşir. Eğer insan-ı kâmil olmasa ALLAH bilinemezdi!”
Haşa, haşa! Tabi bunları şeyi olanlar okuyabilsin, yani böyle sinirleri sağlam olanlar okuyabilirler. Bu kitapta var. Çünkü böyle tamamını okumuyorum zaten geç başladık teknik arızalardan dolayı.
Mesela şeyi duyarsınız, “kutup, gavs” falan. Bakın size bir şey okuyayım. “kutup” ne demek? Bak kutup ne demekmiş burada okuyayım.
“En büyük velidir, erenlerin başı ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir”
“Kâinatta tasarruf” ne demek? Yani gökleri ve yeri yönetendir. Mesela Abdülkadir Geylani’nin bir kitabı vardır, orada Abdülkadir Geylani kendisi söylememiş olabilir yani bu Abdülkadir Geylani’nin şahsıyla alakalı değil ama o kitapta olanla ilgili şey. Yani o kitabın yazarı Abdulkadir kimse o diyor. Gerçek Abdulkadir’i Allah bilir, bilmiyoruz. Diyor ki;
“Bir elim balığın karnında”
Niye balığın karnında diyor; eskiden dünya balığın sırtında kabul edilirdi onun için bir eli balığın karnında.
“Bir elim de yedi göğün üstünde. Bu ikisinin arasında benden habersiz hiçbir şey olmaz”
Diyor.
“İbrahim benim merhametimle ateşten kurtuldu”
“Nuh tufanı benim avucumda gerçekleşti”
Diyor. Böyle gidiyor.
Şimdi, mesela İmam Rabbani’nin el-Mektubat’ı vardır, herhalde duymuşsunuzdur değil mi? Şimdi buna “Mektuplar”, şimdi, birçok mektup toplanmış, deniyor ki bunu İmam Rabbani yazmıştır deniyor. Biz bilemiyoruz yani, çünkü onun içerisinde çok güzel, en küçük Kur’an’a, sünnete aykırı olmayan mektuplar olduğu gibi, şimdi okuyacağım mektuplar da var. Hangisi onun? Sonradan da birisi ilave edebilir. O başka, ama bugün büyük bir iştahla okunuyor. İyisi kötüsü ayırt edilmeden. Şimdi bakın, orda Kutbu’l İrşad bir şeyden bahsediyor, Kutbu’l İrşad. Şimdi bunu kitabına alan şahsın adını da yazarım da birçoğunuzun ona güveni sarsılır, tarikatçı olarak bilmediğinizden dolayı söylemeyeceğim. Tarikatçı olarak bilseniz söylerim de, değil. Öyle bilmeyeceksiniz çünkü bazı şeylerinden faydalanabilirsiniz. Şimdi bak, diyor ki:
“Kutb’ul-irşad son derece az bulunur”
Herkes kendisine diyor ya, kendisi gibisi bir daha dünyaya gelecek değil ki, onun için son derece az bulunur.
“Uzun zamanlar ve asırlar geçtikten sonra ortaya çıkar, hidayet ve zuhurunun nuru ile karanlık cihanı aydınlatır. Onun irşadı bütün cihana yaygındır. Arştan yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşt, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun yolundan ulaşır ve ondan alınır.”
Ama bu işten Allah’ın haberi yok haşa! Çünkü Cenab-ı Hakk peygamberimiz (s.a.v.)’e diyor ki:
İnneke lâ tehdî men ahbebte
“Sen istediğin kimseyi yola getiremezsin” (Kasas, 28/56)
Diyor. Ama bu kutbu’l irşadın yola getiremediği kimse yok
“Arştan yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşt, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun yolundan ulaşır ve ondan alınır. Onun aracılığı olmadan bu devlet kimseye nasip olmaz.”
Kutbu’l irşad olmasa kimse mümin olmaz yani. Hâşâ!
“onun nuru, mesela büyük okyanus gibi cihanı kaplamıştır da bu denizde hiçbir hareket meydana gelmemiştir, sanki donmuş gibi durmaktadır. Ona yönelen ve samimiyetle inanan yahut onun yöneldiği talibin -yönelme sırasında- sanki kalbinden bir pencere açılır ve bu yoldan, yöneliş ve samimiyeti nispetinde nasip alır ve doyar.”
Şimdi, kutba yöneliyor Allah’a değil. Bak dikkat edin Allah’a yönelen için de söyleyecek, Allah’a yönelen ne yapacak. Ona (kutuba) yönelen bir kere her şeyi elde ediyor da…. Bak diyor ki, çok dikkat edin buraya:
“İnkâr ettiği için değil de onu tanımadığı, bilmediği için Allah’ın zikri ile meşgul olan”
onu bilmediği için Allah’ın zikriyle meşgul oluyor!
“ve gönlünü Allah’a yönelten kimse de – tıpkı o kutba yönelenler gibi- ondan istifade ederler;”
Allah’tan değil kutuptan istifade ediyorlar!
“ancak birinci durumdaki istifade daha ziyadedir.”
Çünkü öğrenseydi kardeşim! Haşa!
Ama şimdi esas şeye geleceksiniz, “kutbu inkar eden” imanın şartlarından bir tanesi o!…Mahmut efendi bana demişti ki o Tarikatçılığa Bakış kitabında vardır, “Sen Abdulkadir Geylani’ye inanmıyorsan seninle bizim işimiz yok” dedi. Bende dedim, “imanın kaçıncı şartı”. Bak burada ne diyor:
“Kutbu inkâr eden yahut ondan rahatsız olan kimselere gelince”
Kutbu inkâr ediyor, ondan rahatsız oluyor. Çok dikkat edin:
“Allah’ı zikir ile meşgul olsalar bile gerçek rüşd ve hidayetten mahrum olurlar.”
Ne demek?
Kâfir olurlar. Kutbu inkâr ettin, bitti. Hangisi daha yüce Allah mı, kutup mu? Tartışmasız değil mi… hâşâ!
Şimdi siz bu kitapların peşinden giden Müslümanların niye süründüğünü iyi anlayabiliyor musunuz? Allah’ın kitabı, neden Müslümanlara “Kur’an okumayın sapıtırsınız” diyorlar? Gerçekten sapıtırsınız okursanız. Bu yoldan sapıtırsınız! Ama hangi yola, doğru yola!
Mesela, yere göğe koymadıkları bir kitap vardır, “Şarani’nin Tabakatı” diye orada kutbun yirmi tane özelliği sayıyor. Üç tane özelliği şu, kutup dedikleri kişinin, böyle bir şey tabi yok, uydurma bunlar;
—Evvelin hâkimi olmak
Evvelden ne anlarız; taaa başa kadar yani, şimdiye kadar ne var ne yok hepsinin hakimi
—Ahirin hâkimi olmak
Yani sona kadar. Hâşâ!
—Evveli ve ahiri olmayanın hâkimi olmak
O kim? Gidin birçoğunuzun evinde vardır görürsünüz, kutbun özellikleri yirmi tane özellikten üç tanesi bunlardır, hâşâ.
Servet’le beraber gittik bu kitabı neşreden gurubun başıyla görüştük, ‘hocam tevil edilebilir’ dedi. Vallahi yani, Allah’ın oğlu da tevil edilebilir amma Cenab-ı Hakk kabul etmiyor ki, neyi tevil ediyorsun sen. Zırva tevil götürür mü, hâşâ! Yani savunuyor.
Son olarak bir şey daha okuyayım size, mesela nurcular tarikat konusunda ne derler; “devrimiz tarikat zamanı değildir” derler di mi. Şimdi dinleyin, bu kitabın 137. sayfası. Şimdi, Said Nursi’nin kendi ifadeleri, Kastamonu Lahikası 121 numaralı mektup. Diyor ki ben tabi sadeleştirilmiş olarak okuyorum:
“Açmayı aklımdan bile geçirmediğim bir sırrı açmaya mecbur kaldım. Şöyle ki, Risale-i Nur’un manevi kişiliği(yani, tabi kendisini kastediyor) ve onu temsil eden has şakirtlerinin manevi kişilikleri Ferit makamında (Ferit ne demek; birlik demek Arapça, fert) bir tek olma makamıyla şereflendirdikleri için, (bir tek olma kimin makamıdır? Salondan cevap: Allah’ın) onların üzerinde ne bir ülkenin kutbunun (az önce kutbun neler olduğunu gördük ya…), ne de zamanının büyük bölümünü Hicaz’da geçiren kutb-u azam’ın yetkisi vardır(Kutbu azam, en büyük kutup yani.) bu sebeple Kutbu azamın dahi emrine girmek zorunda değillerdir (bakın kutbu azam ne demek oradan okuyayım size de, hiç olmazsa şey yapın, ha kutbu okudum zaten demin size, o İmam Rabbani’den okuduğum oydu, tekrara gerek yok) her devirde var olan iki imam gibi onu tanımaya mecbur olmazlar. (şimdi, üçler oluşturulur. En başta Gavs-ı azam, altta iki imam, bunlar üçleri oluşturur. Ondan sonra işte yediler, kırklar falan gider. Bunlar tabi hayali şeyler gerçekle alakası yok.) ben eskiden Risale-i Nur’un manevi kişiliğini o imamlardan biri zannederdim. Şimdi anlıyorum ki Gavs-ı azam, hem kutup hem de gavs hem de ferit makamında olduğundan/ birlik makamında olduğundan, ahir zamanda şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet (yani birlik) makamıyla şereflenmişlerdir. Gizlemeye layık olan bu büyük sırra göre Mekke-i Mükerreme’de hiç beklenmeyecek bir şey olsa da risale-i nur aleyhine kutbu azamdan bir itiraz gelse, risale-i nur şakirtleri şaşırmamalı o mübarek kutbu azamın itirazını bir iltifat ve selam gibi saymalı, ilgisini kazanmak için itirazının odaklandığı noktaları o büyük üstatlarına izah etmeli ve ellerini öpmelidirler. (yani anlamazsa anlamaz çünkü seviyesi şey değil. Bunun seviyesi çok yüksek, anlamaz diyor. Onun için elini öpün şey yapın yani)
Şimdi, gavs ne demekmiş, bakın gavsın ne demek olduğunu okuyayım size.
“darda kalınca sığındıkları, yardım istedikleri kutuptur. Darda kalanlar “yetiş ya gavs” diye gavsa sığınırlar. Gavs olarak bilinen esma ve sıfat-ı ilahi mazharı sayılırlar”(Yani Allah’ın isim ve sıfatları onun üzerinde ortaya çıkmıştır.)
Daha fazla okumayayım çünkü dolu bu tip şeylerle. Ben bunu şunun için okudum, biz burada bakın en baş ayet-i kerimeye tekrar gelelim Bakara 116’ya, ilk okuduğumuz ayete,
Estaizubillah
Ve kâlûttehazellâhu veleden, subhânehubel lehu mâ fîs semâvâti vel ard kullun lehu kânitûn
“Dediler ki; “Allah çocuk edindi”, Allah bundan uzaktır. Hayır, göklerde ne var yerde ne var hepsi O’nundur, hepsi O’na boyun eğerler” (Bakara, 2/116)
Evet, şimdi burada “vay Hıristiyanlar İsa’ya Allah’ın oğlu diyorlar”, tamam da birde sen kendine bak, sen kendine bak. Bunları yazanlar çok iyi, bunları ortaya koyanlar çok kötü. E nasıl oluyor? Kardeşim kitaplarında var, dolu ağızlarına kadar. Gidin sohbetlerine katılın bakın ne söylüyorlar, gidin bakalım ki Allah’ın kitabını mı okuyorlar başka kitapları mı okuyorlar, Allah’ın kitabına mı uyuyorlar başka kitaplara mı uyuyorlar?
Bana soruyorlar; “sen hangi mezheptensin”, sen kendini ne şey yapıyorsun”… Kardeşim ben Allah’ın kuluyum, Allah bana “Müslüman” adını vermiş, ben bundan daha iyi bir isim bilmem. Cenab-ı Hakk ne diyor, Hacc suresinin son ayetinde, 22. sure son ayet:
Estaizubillah
Ve câhidû fillâhi hakka cihâdihî
“Allah yolunda hakkıyla cihat edin” (Hacc, 22/78)
Yani zorluklara karşı gerekeni yapın. Biz de bunu yapmaya gayret ediyoruz. Cenab-ı Hakk rızasından ayırmasın, bütün mesele o.bunlar Allah rızası olmazsa hiç kimse söyleyemez.
huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîn
“Sizi seçen O’dur, bu dinde size hiçbir zorluk yüklememiştir. Babanız İbrahim’in dinine girin(o yolda gidin). Allah size Müslümanlar adını vermiştir…”(Hacc, 22/78)
Başka bir ada ihtiyaç var mı?
“sen nesin?”
Ben Müslüman’ım.
“e ben değil miyim?”
O senin problemin bana ne. Sen bana sordun nesin diye ben söylüyorum ben Müslüman’ım kardeşim, bunun başkası yok.
“e sen Müslümansın da biz değil miyiz?”
Vallahi ben sana bir şey sormadım ki, sen bana sordun. Sen de kendini tanımla. Allah’ın verdiği isim. Ben bu ismi bırakıp başka bir isim mi kullanacağım?
“Allah size Müslimler adını vermiştir”(Hacc, 22/78)
“O’na teslim olanlar”, yani Allah ne demişse o, başkası ne demişseye bakmam ben, Allah ne demişse o.
min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum
“daha önce de (Allah Müslüman adını vermişti) bu kitapta da öyle. O rasul size örnek olsun.” (Hacc, 22/78)
Diyorlar ki; “şehit kelimesi, örnek manasında olur mu, şahit”. Güzel de, buradan diyorlar ki “peygamberimiz bizi görüp gözetiyor, amellerimiz ona arz ediliyor, o da Allah’a bildiriyor” haşa, haşa! Bu “şehit” kelimesi hem ism-i fail hem ism-i meful olur burada “meşhud” manasında, yani örnek anlamı lazım, numune. Siz gözünüzde onu canlandırıp, onun gibi yapmaya çalışacaksınız, o kadar.
ve tekûnû şuhedâe alen nâs, fe ekîmûs salâte
“siz de insanlara örnek olacaksınız, öyleyse namazı tam kılın” (Hacc, 22/78)
Örnek olmanın yolu budur.
ve âtuz zekâte va’tesımû billâh, huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
“zekâtı da verin. Allah’a yapışın (başka bir şeye değil). Sizin Mevlanız(dostunuz, yardımcınız, destekçiniz) O’dur. Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.” (Hacc, 22/78)
Bir tane ayet daha var. Şimdi, ,iki tarafımda iki tane hafız var onlara söyleyeyim de bulsunlar. En’am suresnde olacak, diyor ki Allah-u Teâlâ:
İnnellezîne ferrekû dînehum ve
“Dinlerini fırkalara ayıran,” (En’am 6/159)
İşte şu fırka, şu fırka, şu fırka, şu fırka, şu fırka
kânû şiyean
“şialar olan” (En’am 6/159)
Buradaki “şia” dan Şiiliği anlamayın. “Şia” taraftar demek, yani bir kişinin etrafında toplaşıyor ‘şucu’ ‘bucu’ denen.
Evet, 159. ayetiymiş, En’am 159.
Dinlerini şöyle gruplara ayırıyorlar, şu şu şu şu değişik böyle gruplar, cemaatler, şeylere ayrılıyorlar, her birisi birinin şiası, taraftarı oluyor. Allah ne diyor:
leste minhum fî şey’in,
“hiçbir konuda sen onlardan değilsin” (En’am 6/159)
Diyor. E Allah böyle diyecek de ben başkasını mı söyleyeceğim, hâşâ. Bu Allah’ın söylediği.
leste minhum fî şey’in, innemâ emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
“hiçbir konuda sen onlardan değilsin. Onların işleri Allah’a kalmıştır, yapmakta oldukları şu şeyler Allah sonra onlara tek tek bildirecektir.” (En’am 6/159)
Siz şöyle şöyle yaptınız verin bakalım hesabını. Evet, böylece dersimizi biraz gecikmeli de olsa bitirdik.