Abdulaziz Bayındır: Al-i İmran suresinin okumaya devam ediyoruz. Bugün surenin daha önce okuduğumuz son ayetleri tekrar okuyacağız. 75,76 ve 77. ayetler. Allah-u Teala şöyle diyor:
Esteuzubillah
“Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke),”-“Ehl-i Kitaptan öyle insanlar vardır ki, kantar dolusu altın versen hiç gramına dokunmadan tam olarak sana geri verir.”
“ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke”-“ama içlerinde bir dinar versen (Yani küçük bir altın lira versen ki 4.35 gram altından yapılarn paradır) onu sana geri vermez.”
“illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen),”-“ancak tepesinde dikilir de vazgeçmezsen mecuren verir.”
“zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun),”-“bunun sebebi şu, onlar derler ki; kendilerinde kitap olmayanların bizim üzerimizde bir hakları yok, onlar bize hizmet etmek zorundalar.” Yani kendilerinin dışındakilerini kendilerine hizmetkar görürler, köle görürler.
“ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).”-“bu yalanı Allah’a karşı bile bile söylerler.” (3/Al-i İmran-75)
Şimdi bu kendisine kitap verilenler gerçekten Cenab-ı Hakk’a karşı çok büyük yanlışlar içerisinde giriyorlar. Sanki Allah-u Tealanın özel kullarıymış, sanki Allah-u Teala onları hiçbir şekilde cezalandırmazmış gibi, kendi keyflerine göre Allah’ın emirlerini evirip çeviriyorlar.
“Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ”-“Hayır, kim verdiği sözü tastamam yerine getirir, ve kendisine de korursa”
“fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).”-“Allah kendilerini koruyanları sever.” (3/Al-i İmran-76)
Demek ki elinde kitap olanların Cenab-ı Hakk’a verdiği bir sözleri var. Şimdi bizim de hepinizin elinde kitap görüyorum benim de önümde Allah’ın Kitabı var, o zaman bizim de verdiğimiz söz var değil mi. Bakalım hangi sözü vermişiz. İşte bunu yaptığımız zaman kendimizi korumuş oluruz.
“İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen”-“Allah’a verdikleri sözü ve yaptıkları yemini az bir bedel karşılığında değiştirenler, (Bu dünyanın tamamı ahiret karşılığında yine azdır, dolayısıyla) dünyayı ahirete değiştirenler, dünya için Allah’ın emirlerini ve yasaklarını görmezlik eden, ondan taviz verenler”
“ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati”-“onların ahirette bir payları yoktur.”
İşte o az bedel dediği bu dünyanın yani geçici bir bedel, “kalil” kelimesinin anlamı odur. Geçici manasına da gelir.
“ve lâ yukellimuhumullâhu”-“Allah onlarla konuşmayacak”
“ve lâ yenzuru ileyhim”-“onların yüzlerine bakmayacak”
“yevmel kıyâmeti”-“O kalkış gününde”
“ve lâ yuzekkîhim”-“onları tezkiye etmeyecek” yani onları aklamayacak.
“ve lehum azâbun elîm(elîmun).”-“Onların paylarına düşen acıklı bir azaptır.” (3/Al-i İmran-77)
Şimdi bakalım biz bunlardan oluyor muyuz olmuyor muyuz. Asıl konu o. Şimdi Allah’a karşı verdiğimiz taahhüt nedir acaba? İnsanlar Cenab-ı Hakk’a karşı nasıl söz veriyorlar? Tabi bu konuda Kur’an-ı Kerime baktığım zaman dört çeşit söz olduğunu gördüm.
Birincisi her insanın Cenab-ı Hakk’a vermiş olduğu söz, yani Allah-u Teala’nın varlığını ve birliğini kesin olarak anladıktan sonra verdiği söz.
İkincisi kendisine kitap verilmiş olanlardan Cenab-ı Hakk’ın almış olduğı söz.
Üçüncüsü Cenab-ı Hakk’ın rasullerden almış olduğu söz.
Dördüncüsü de insanların yemin ederek herhangi bir konuda Allah-u Teala’yı kendilerine şahit tutmaları şeklinde verdikleri söz. İşte bu Allah’a karşı taahhüt çok önemli olduğu için bu yeminler Allah’ın adıyla yapılır, Allah’tab başkasının adıyla yapıldığı zaman insanların o konuda o yeminlerinde bağlı kalma ihtiyacı duymaları beklenemez. Yani zaten eğer sözünde duran birisiyse yemin etmese de durur, ama sözünde durmayan birisiyse hiç olmazsa Allah’tan korktuğu için sözünde durabilir. Şimdi burda her insanın Cenab-ı Hakk’a verdiği bir söz var. Her insanın verdiği söz neydi? “Elestu birabbikum”-“ben sizin Rabbiniz değil miyim” sözü. Bu nerde oluyordu? Ergenlik çağında evet. Bunu geçen hafta okumuş muyduk? Okumadık mı? Şimdi birçok yerde konuşunca acaba nerde konuşmuştuk diye karıştırıyorum. Şimdi isterseniz çok hızlıca o ayetlere bakalım Araf suresi 172-173. Ayetler 6. sure, 7. Sure niye 6 diyorum ben ya. 172. sayfa, 172. Ayet 172. Sayfada yani. Evet diyor ki Allah-u Teala burda:
“Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme”-“Rabbin ademoğullarından aldığı zaman”
Adem’den değil Ademoğullarından. Biliyorsunuz bizde anlatılan bu söz kimden alınır? Adem’den alınır değil mi. Halbuki ayet ne diyor, ademoüulları diyor. Ademoğulları dendiği zaman kadınlar da girer. Yani burda kadın-erkek ayrımı olmaz. Kadın da ademoğludur erkek de. Ademoğlu ifadesine kadın- erkek bütün insanlar girerler.
Allah-u Teala ademoğullarından aldığı zaman, peki burda ademoğlu olmayan kim var? Var mı? Sandalyeler var işte. Herkes ademoğlu burda değil mi? Öyleyse ademoğullarından aldığı zaman dediğine göre, hepimiz buna muhatap olmuş oluyoruz. Neyi alıyor?
“min zuhûrihim zurriyyetehum”-“sırtlarından soylarını aldığı zaman.”
Arkalarından, bel tarafından ya da artık neyse o uzmanların söyleyeceği şey, sırtlarından soylarını aldığı zaman. Sırttan soy ne zaman alınıyor? Soy olacak şekilde. Yani bir çocuk olacak şekilde sırttan.. çocuk sırttan mı doğar? Yok. Çocuk ana rahminden doğar. Sonra erkek de doğurmaz. Beni Adem dediği zaman ilk akla gelen erkeklerdir, ama kadınlar da o işe dahil oluyor. Peki sırttan alınan nedir? Belden alınan? O soya sebep olan tohumdur değil mi. İşte o tohum o soyu ne zaman yapabilecek kıvama gelir? Buluğ çağında gelir. Yani erkek buluğ çağında, kadın buluğ çağında ana ve baba olabilecek kıvama gelir. Yani soyu oluşabilecek kıvama gelir. İşte o zaman diyor Allah, zamanını öyle veriyor. Sorumluluk ne zaman başlıyor? O zaman başlıyor. Şimdi bu nasıl alıyor Allah bakalım:
“ve eşhedehum”-“(Onlardan alığı zaman) onları şahit tutuyor, Allah onları şahit tutar.”
Kime karşı şahit tutar? “alâ enfusihim,”-“Kendilerine karşı (şahit tutar)”
Yani kendilerini bağlayıcı bir şahitlik yaparlar. Başkasına karşı değil, herkes kendine karşı şahit. Ondan sonra ne der
“e lestu birabbikum,”-“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der
Peki, Kuzey kutup noktasından Güney kutup noktasına kadar yeryüzündeki bütün insanlar ademoğlu sayılıyor mu? Öyleyse onların hepsinden bu sözün alınmış olması lazım. Yani annesi, babası öğretmiş, öğretmen öğretmiş falan değil, şahit tutuyor Allah kişiyi. Kendilerini bağlayıcı şekilde şahit tutuyor, ve diyor ki: “e lestu birabbikum,”-“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Yani senin bir sahibin var, göklerin,yerin bir sahibi var, sen, bir yaratan var bunu ne yapıyor kişi; kendi gözlemiyle kesin olarak kavrıyor.
“kâlû belâ,”-“Evet Rabbimizsin” dediler her birisi
“şehidnâ”-“biz buna şahit olduk.” Şahit olduğumuzu ne ile ifade ediyoruz biz? “Eşhedu” diyerek “Ben şahidim.” “en la ilahe illallah”-“Allah’tan başka ilah olmadığına ben şahidim.” Eğer böyle olmasaydı,babam öyle diyor derdik değil mi. Öğretmenimden öğrendiğme göre Allah’tan başka ilah yok. Böyle bir din olmaz ki. Ben şahidim, e nasıl şahitsin? İşaretlerini görüyorsun. Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yok, çünkü Allah’tan başka ilah olsaydı bu düzen böyle olmazdı, bunu herkes kendine göre bilir. Herkesin kendine göre bir şeyi vardır, vardığı kanaatin sebeperi vardır, kendine göre yorumları vardır. Bu şahitlik dikkat ederseniz ölünceye kadar devam eder. Yani siz zaman zaman bunu sıklıkla tekrarlarsınız, kendi Cenab-ı Hakk’la böyle başbaşa kaldığınız zaman bağlılığınızı bildirirsiniz. Olmuyor mu, sürekli olur. Bu sadece müslümanlarda değil, bütün insanlarda olur. İşte size söylüyorum ya ben Allah’a inanmam diyen adamlara, ben de senin inanmadığına inanmam dememizin sebebi bu işte. Cenab-ı Hakk’tan bunu öğrenince, herkesi yaratandan öğrenince tamam artık bu konuda şüphe edilmez değil mi. Ben de senin inanmadığına inanmam dedim mi o zaman ne diyor; tabiiki inanıyorum diyor. Yani mesela kafir neydi biliyorsunuz, kafir örtendi değil mi. Bak şimdi mesela, şimdi şurda su var (reklam olmasın) bu dergi ile bunun önünü kapattım tamam mı. Görebiliyor musunuz?
Yahya Şenol: Kamera da zoomlamasın
Abdulaziz Bayındır: Kamera da zoomlamasın diyor. Şimdi göremiyorsunuz, ama Yahya görüyor burda suyun olduğunu. Ben şimdi burda su yok ki dediğim zaman Yahya –bu ne ? dediği zaman ne yapacağım ben, hemen anında sıkıntıya gireceğim. Şimdi o inancını gizleyen kişilere ben inanmıyorum diyen insanlara, ben de inanmadığına inanmıyorum dediğin zaman, aynen –peki bu ne? Demiş oluyorsun adamlara. Şimdi o zannediyor ki hep etraftaki insanlara söylemiş, inanmıyorum dediği zaman ha hı falan kabul ediyorlar ya. Ya işte kardeşim sen niye öyle diyorsun? –ya seni yaratan böyle diyor. Yani ben şu ana kadar, ben de senin inanmadığına inanmıyorum deyip de -tabiiki inanıyorum, demeyen adama rastlamadım. Perdeyi kaldırıyorsun tamam. Biliyorsunuz kafir o inancı örten kişiydi. O kesin inanca vardığı için yanına bir başkasını katınca müşrik oluyor. Şimdi diyor ki burda Allah-u Teala:
“en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).”-“sonra kalkar kıyamet günü derdiniz ki eğer böyle olmasaydı, Ya Rabbi sen bizi şirkten sorumlu tutuyorsun bizim hiç haberimiz yoktu.” (7/Araf-172)
Bak bunu eşhedu seviyesinde söyletiyor her insana. En kesin bilgi olarak. –ben biliyorum’da bilgin yanlış olabilir, ama –ben şahidim dediğinde bilgin yanlış olmaz bilgin çok kesindir, hiç şüphen yoktur yani.
“Ev tekûlû”-“şöyle de diyebilirdiniz”
“innemâ eşreke âbâunâ min kablu”-“kalktık (anam-babam) babamlarımız müşrikti” mesela İbrahim (as) kalktı annesi, babası, çevresi hepsi müşrik değil mi. İbrahim (as) kendi aramasıyla Allah’ın varlığını ve birliğini yakaladı. Sadece İbrahim (as) mı? Babası da yakaladı hepsi yakaladı. Herkes bunu kesin olarak kavradığı için, insanlar aslında şirki de reddederler. Hiç kimse kendine müşrik demez. Herkes muvahhittir. Peki bu şeyler ne? –onlar bizi Allah’a daha çok yaklaştıracak derler. Yani daha dindar görüntü vermeye çalışıyorlar.
“innemâ eşreke âbâunâ min kablu”-“Kalktık babalarımız müşrikti” ne yapalım.
“ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim,”-“biz onların arkasından gelen onların soylarındandık”
“e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn(mubtilûne).”-“hakkı batıl gösterenlerinin yaptığından dolayı bizi helak mı edeceksin?” (7/Araf-173)
Yani Allah inancını onların annesine babasına bıraksaydı, onlar –eşhedu diyebilirler miydi? Kimseye bırakmıyor, bunu bizzat Cenab-ı Hakk’ın kedisi öğretiyor. ve her insana bir de sıklıkla tekrarlatıyor. Sovyetler Birliği yeni hürriyetine kavuşmuş, Kazakistana gitmiştik Kazakistanda da çok süper zeka bir delikanlyı bize rehber olarak verdiler. Ve gittiğimiz yerlerde de hep tanınıyordu yani ordan seçilmiş, Moskovalılar yüksek zekalılar okuluna gitmiş, orda talebeymiş. Şimdi ona dedim ki, siz dediö Allah’ın varlığına birliğine inanıyor musunuz? –tabiiki inanıyoruz, o zaten elde bir. Allah’a inanmadığın zaman o hayatın hiçbir anlamı kalmıyor ki. Bize ateizmi anlatan hoca da inanıyordu dedi. Zaten eski ateistler yeni dönemde din dersi hocası oldular Rusya’da. Peki çok kesin olarak inanırlari en küçük şüpheleri yoktur. Ondan dolayı Kur’an-ı Kerim’i okuyorsunuz, dikkat edin Allah’ın hiçbir nebisi Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamıştır. Buna hiç kimsenin ihtiyacı yok ki. Onun için yok efendim işte şu kitapta Allah’ın varlığını ispat eden bin tane delil varmış, ya sen git onu bir başka galaksiye git onu ordaki adamlara anlat ama orda bulabilirsen tabi. Bu dünyada hiç kimsenin ona ihtiyacı yok.
Bizim kelam kitaplarında Allah’ın varlığını ispatı vacip diye bir bölüm koyarlar, okuyan adam inanıyorsa bile vazgeçeceği gelir. Ya bu ne Allah’ını seversen ya. Ya ne oluyor yani, yok efendim hudus delili bilmem ne diyorlardı.. imkan delili falan acayip şeyler yani. Hiç kimsenin ihtiyacı olmayan şeylerle kitapları dolduruyorlar, ama her nebinin mutlaka üzerinde durduğu, Kur’an-ı Kerim’in ısrarla üzerinde durduğu şirk konusu da konu olarak almazlar. Bu kimin kelam kitabı? Onu sormak lazım, yani hangi inancın kelam kitabı?
Peki burda bakın Allah-u Teala “ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye bu insanlardan bir söz alıyor mu, onlar da “eşhedu” diyor mu? Bizzat Cenab-ı Hakk’a verilen söz değil mi bu? Ben senin Rabbim olduğuna şahidim diyor, çok kesin bilgim var. E peki sen ondan sonra tutar da bir başkasını Allah’tan önceye alırsan, yani senin Rabbin bu. Rab ne demek, senin sahibin seni yaratan o, seni yediren içiren o, besşeyen büyüten o, öldürüp yeniden diriltecek olan o, herşey onun, e ondan sonra sana hiçbir şey vermeyene kulluk edeceksin. Bunun hesabını soralar değil mi. Siz yanınıza maaşını verdiğiniz bir kişinin başkasına çalıştığını gördüğünüz zaman ne yaparsınız, derhal onu kovarsınız değil mi. Bu ne kardeşim ya, sen kimin şeyisin, işcisisin, kimin yanında çalışıyorsun, kimin adına çalışıyorsun? Değil mi sorulur. Şimdi bunu her insan biliyorsa o zaman herşeyisi veren Allah elbette ki emir de verecektir. Elbette ki senden bir takım isteklerde de bulunacaktır.
İşte şimdi bu Al-i İmran 77’de
“İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen”-“Allah’a verdikleri taahhüdü ve yeminlerini az bir bedelle satanlar.”
İştira kelimesi hem satma hem satın alma manasına gelir. Yani bu şeyi veriyor, tutuyor Allah-u Teala’nın varlığı birliği herşeyi tamam, Allah’tan önce başkasının emrine giriyor. Niye? Çünkü ona bir takımi şunu verecek bunu verecek. Ya sana herşeyi vereni bırakacaksın, bir iki şey taahhüt eden kişinin emrine gireceksin. O zaman o küçücük bir bedel karşılığında Allah’a verdiğim sözü ne yapmış oluyorsun? Satmış oluyorsun. Hani biz türkçede deriz, beni sattın deriz ya. Evet.
“ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati”-“Bunların ahirette alacakları herhangi bir payları yok.”
(3/Al-i İmran-77)
Şimdi kendisine dindar diyen insanların çok büyük bir bölümü kendileri böyle yaparlar. Şeytan biliyorsunuz bir dört dörtlük müslüman kılığında şeye oturur, doğru yolun üstünde oturur, oraya gelenleri böyle avlar teker teker. Şimdi aslınad bunlara bir takım dünyalıklar vaad eder ama hepsini kendisinin kölesi yapar. Ahirette de hep beraber doğru cehenneme giderler. Bir de şey var biliyorsunuz, en başta Bakara suresinin 28. Ayetinde, 27. Ayeti. Hatta 26 ile birlikte şey yaparsak cok daha iyi anlarız. 4. Sayfada. Şimdi burda Cenab-ı Hakk, işte
“İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen”-“Allah-u Teala örnek vermekten çekinmez”
“mâ beûdaten fe mâ fevkahâ”-“ister sivri sinek ister (örnek bakımından) daha ist seviye birşey olsun”
Allah örenk vermekten çekinmez, yani neyi örnek verşrse versin mükemmel örnektir. Çünkü Allah’ın yarattığı herşey mükemmeldir.
“e emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen),
“e emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim,”-“inananlar bilirler ki bu Allah tarafından bir gerçektir.” Cenab-ı Hak bir örnek verdiyse bu tam örnektir tamam. Yani Allah ne diyorsa o yani Allah’a inanan Allah’a güvenen demektir, bak bunu da burda iyice anlayalım. Biz inanan dediğimiz zaman ne deriz, yani Allah’ın varlığını bilen. Allah’ın varlığını bilmek başka birşeydir, inanmak başka birşeydir. Mesela iblis Allah’ın varlığını birliğini bilnmiyor mu? Ama inanıyor mu, yok. Hani dersiniz ya “sen bana inanmazsın” dersiniz, peki sana inanmayan adam senin gibi bir adam olmadığını mı iddia ediyor?
“İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim,-“ müminler bilirler ki örenk ne olurda olsun Cenab-ı Hak tarafından gelen bir gerçektir, çünkü Allah’ın yaptığı herşeyin doğru olduğuna prensip olarak inanırlar (Allah’a güvenleri vardır).”
“ve emmellezîne keferû”-“kafirler (yani gerçekleri görmek istemeyen bir problem çıkarmaya çalışanlar) söyle derler:”
“fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen),” bak bunu Allah vermemiş demiyorlar.
“Allah (başka birşey bulamamış mı) bu örneği niye vermiş?” hiç olacak şey mi? Bak Allah diyor dikkat ediyor musunuz? Allah’ı inkar ettiği değil. Ama ona güveni yok tam bağlanamıyor. Şimdi Allah-u Teala diyor ki:
“yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ(kesîran)”-“Allah verdiği örneklerle birçoğunu sapıklıkta bırakır, birçoğunu da hidayete erdirir.”
Onların karşısındaki tavırları şey.. bunlar birer imtihan.
“ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn(fâsıkîne).”-“fasıklardan başkasını da sapıklıkta bırakmaz.” (2/Bakara-26)
Yani Allah kendisi saptırmıyor, fasık olanı sapıklıkta bırakıyor. Fasık ne demek? Doğru yoldan çıkan demek. Allah yoldan çıkmayanları da sapık saymaz, adam kendisi yoldan çıkar ondan sonra Allah sapık sayar. Çünkü Allah hiç kimseyi yoldan çıkarmaz, hiç kimseyi de yola getirmez. Sen kendin gelirsin ya da sen kendin çıkarsın. Şimdi yoldan çıkanlara ne diyor bakın, yoldan çıkanları tarif ediyor:
“Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî),”-“Misakından sonra (kesin söz verdikten sonra) Allah’a karşı verdikleri sözü bozanlar,”
Nedir bu, buna ne şey.. dipnotlarda birşey var mı sen bi oku bakalım ne anlatmışlari herhangi biriniz okuyun. Bu ayeti genellikle şey yaparlar da, akraba komşu ile ilişkiyi kesmeye şey yaparlar, yani bizim ulema Kur’an’ın anlaşılmaması için ellerinden gelen herşeyi yani elinden geleni ardına koymamış. Akrabayla, komşuyla, annesi, babasıyla ilişkisini kesen kişi kafir mi olur? Kafir olur mu? Allah burda kafirlerden bahsediyor. Ya siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına.
“Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî),” .. yazıyor mu orda oku bakayım hadi. Oku da görelim.
Fatih Orum: 27. Ayetin mealinin dipnotunda şöyle demiş: fasık, Hak yoldan sapan kimsedir, kesin olarak verilen söz de Ehl-i Kitabın Tevrat ve İncilde geleceği bildirilen ahir zaman peygamberine iman edeceklerini söylemeleridir ki gelince iman etmediler ve sözlerinde durmadılar. İslam’ın çok değer verdiği akraba, komşu ve yakınlarla ilgilenip bunlara yardım etmeyi terk ettileri fitne ve fesat unsuru oldular böylece hem dünyada hem de ahirette zarar gördüler.
Abdulaziz Bayındır: Bizimle bir alakası yok değil mi Ehl-i kitapla ilgili. Ya kardeşim taahhüt bir tek konuda değil ki. Şimdibak burda ne diyor, sağlam birşekilde bağladıktan sonra.. az önce her insandan Cenab-ı Hakk aldığı taahhüdü gösterdi mi? Eşhedu dedirtti mi her insana, zaten sık sık tekrarlıyoruz evet Ehl-i Kitabtan da aldığı taahhüt var, gelecek nebiye inanacaklar o da bir başka taahhüttür. Ama bunun içerisine biz de giriyoruz. Peki bak dşyor ki burda:
“ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale”-“Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi keserek böyle yaparlar.” Bu hal cümlesi. Yani keserek akdini bozarlar. Birleştirmesini emrettiği şey nedir Allah-u Teala’nın? Allah ile kendi arana herhangi birşeyi sokmamaktır. Yani Allah inancını senin kalbinle, senin kendinle bütünleştireceksin. Ne diyor Allah-u Teala:
“ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.”-“kişiye bu şah damarından çok daha yakınız.” Diyor değil mi. Şimdi burda tam bir bütünlük var mı şimdi Cenab-ı Hakk ile, zaten istesen de istemesen de Allah sana şah damarından daha yakın ama insanların kendisi kesiyor. Mesela bu şah damarıyla insanın arasına girecek herhangi birşey ne yapar o insanı? Öldürür. Peki Allah ile kendi arasında soktuğu şey de dinini öldürür. Allah ile ilişkiyi keser işte bu insanlar.
Ne diyorlar, efendim işte Allah’ı bilmem Cumhurbaşkanına benzetiyorlar, Allah’ı bilmem işte bir okulun veya biryerin müdürüne benzetiyorlar, valıye benzetiyorlar, araya bir aracı girip sizi ona tanıtacakmış. Peki o ne olıyor o zaman senin için birinci sırada.. şimdi mesela gittin valinin özel kalem müdürüne, ben seni görüştüremem dedi; yapacağın birşey var mı? Senin için birinci sırada odur değil mi. Onunla Allah’a karşı olan ilişkini kesmiş oluyorsun. Onun için, Allah ile olan ilişkisini keserek verdikleri sözü bozarlar. Olay bu. Bu ilişkiyi kesmek işte araya başkasını sokmaktır. Şimdi sen tut burda, şeyi akraba ilişkisini bilmem şeyi bu ayet-i kerimenin içerisine sok.. ne alakası var? Yani akrabayla ilişkiyi kesen adam kafir olması lazım. O zaman Yusuf (as)’a ne diyecek bu insanlar, babası yıllarca bunun hasretini çekti kardeşlerini gördü bir çiğnem sakızı bile göndermedi babasına, bırak selam bile göndermedi değil mi. Üstelik kardeşini de aldı babasının yanından. Ancak üçüncüsünde kendini açığa vurdu. E o zaman bu matığa göre Yusuf (as)’ın yeri neresi?
İşte Kur’an-ı Kerim’e bütüncül bakmamak ne haşe getiriyor değil mi insanları.
“ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).”-“Bunlar kaybeden insanlardır.” (2/Bakara-27) keybetmek çok ciddi bir olaydır. Evet anneye babaya itaat falan güzel ama, yani ihsan dağıtmak güzel ama onu burayla irtibatlandırırsan olmaz, yanlış yapmış olursun.
Şimdi bir de Cenab-ı Hakk’ın aldığı ikinci bir söz var. Yani şimdi dört tane söyledik iki tanesini biz bu akşam okuyalım, diğerlerini daha sonta inşallah, önümüzdeki haftalar zaten ayetler geliyor onu da önümüzdeki haftalar okuruz.
Şimdi burda Al-i İmran 187. Ayet, yani bu okuduğumuz surenin 187. Ayeti 74. Sayfa. Bak şimdi burda bir misaktan daha bahsediyor Allah. Bu 77. Ayeti tekrar hatırlatayım yani:
“İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen”-“Allah’a verdikleri taahhüdü ve yeminlerini az bir bedelle satanlar.” Yani o imanlarını Allah ile kul arasına birisini katıp da ona bağlananlar, ondan birşeler bekliyorlar. İşte ahiretlerini onun karşısında satıyor. Bir de şimdi ikinci bir husus var. Burda diyor ki Allah-u Teala:
“Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe”-“Allah kendilerine kitap verilenlerden söz aldığında.”
Ne dedi?
“e tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu)”-“onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz.” Beyan ne? “ve lâ tektumûneh(tektumûnehu)”-“gizlemeyeceksiniz.”
Bir yerde bir ayet okumak gerektiği zaman okuyacaksınız. Birşey söylemek icap ettiği zaman söyleyeceksiniz. Efendim tamam da herşeyin yeri var kardeşim yani burda söylemeyelim. Orda söylemeyelim ne demek. Efendim işte şimdi karşıdaki adam rahatsız olur, e olsun banane Cenab-ı Hakk’ın rahatsız olmasından daha mı iyi. Söyelemediğin zaman Allah’a karşı günah işlemiş olacaksın. Bak:
“e nebezûhu verâe zuhûrihim”-“onu sırtlarının arkasına attılar.”
“veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen)”-“onun karşılığında az bir bedel aldılar.”
Şimdi buraya da bakın 77. Aynı şey değil mi. “semenen kalîlâ(kalîlen)” “sırtlarının arkasına atıp az bir bedel aldılar.” Yani adamı üzmemek için. Şimdi benim bu konuda o kadar çok hatıram var ki. Yani şimdi böyle gördüğümüz yanlışı hemen anında söylediğimiz için çok rahatsız olan kişilere rastlamışımdır çok. Niye efendim adam çok zenginmiş, niye efendim adam itibarlıymış, mevki makan sahibiymiş. Banane ben itibarsız mıyım, ben de Allah’ın kuluyum ya. Allah’ın kulu olmaktan daha yüksek bir seviye mı var? Allah’ın emrini tutmaktan daha iyi birşey mi var?
“e bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne)”-“satın aldıkları şey ne kötüdür.” (3/Al-i İmran-187)
Şimdi buna bir de şey yapalım. Biz ne zaman söz verdik acaba? Şimdi bu kendisine kitap verilenler diyor, e biz de kitap verilenlerdeniz Allah bizden nasıl bir söz aldı? Onun için de Bakara suresinin 159 değil mi, 159. Ayetini bir açarsak eğer. Doğru mu 159? Tamam.
Şimdi burda diyor ki Allah-u Teala hani gizlemeyeceksiniz dedi ya:
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ”-“indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve doğruyu gösteren ayeti (muhken ve mufassileyi) gizleyenler var ya (ayetlerden herhangi birisini gizleyenler var ya)” ki biliyorsunuz işte bu derste de her derste de bunları saya saya bitiremiyoruz. Bize din diye bir sürü enkaz yığınını getirmişler, böyle birkaç tane ayet sosuyla süslemişler üzerini, dışardan bakan zannediyor ki İslam. Burda diyor ki Allah-u Teala. Mesela bakın ki bu ayetler, bak şimdi okuyacağız bizim en temel verdiğimiz sözlerdendir. Bir de müslümanları bu ayetlerin yanında bir değerlendirme yapın bakalım. Mesela ilahiyat tahsili görmüş olanlar bi kendi hayatlarına baksınlar. Ya da ne bileyim yani her müslümanın bundan haberdar olması gerekir değil mi, çünkü Allah bizden söz almış.
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ”-“indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve doğruyu gösteren ayeti (muhken ve mufassileyi) gizleyenler var ya” ne zaman?
“min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi”-“insanlar için bu kitapta onu ortaya koyduktan sonra.” Bu kitaba koyduk herkese bildirdik. “Bu kitapta yer aldıktan sonra gizleyenler” canım herşeyin bir zamanı var. Şimdi az önce de söyledim ya bana yapılan itirazların hepsi o. Hep öyle yapmışladı, şimdi son zamanlarda artık baktılar ki bu adam olmayacak daha yapmıyorlar o itirazı. Ya hocam tamam senin dediğin doğru ama herşeyin bir zamanı var. Mesela şirk ile ilgili ayetleri okuduğumuz zaman en çok o tarikatçılar ya da cemmatçiler ya tamam ama herşeyin bir zamanı var, nedir zamanı? Bir bekle, ne kadar bekleyeceğiz? Allah öyle mi diyor.
“min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi”-“insanlar için bu kitapta onu ortaya koyduktan sonra.” Bu kitapta var mı o ayet? Öyleyse gizleyemem kardeşim kusura bakma. Varsa gizleyemem. Ne oluyor:
“ulâike yel’anuhumullâhu”-“Allah onları lanetler” lanetlemek ne demektir? Dışlamak. Şu İslam alemini görüyor musunuz Allah hepsini dışlamıştır. Niye dışlandığımızı anlayın işte. Batılılar daha iyi çünkü onların elinde ayet yok ki dışlanmış olsunlar. Onlara da Kur’an-ı Kerim tebliğ ederiz de dışlarlarsa onlar da bizim konumuza gelirler.
“ulâike yel’anuhumullâhu”-“Allah onları lanetler (Allah onları dışlar)”
“ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).”lanet ediciler de lanet ederler (diğer dışlama durumunda olanlar da dışlarlar).” (2/Bakara-159)
Kim bakalım onu da Alah burda açıklayacak.
“İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû”-“ama hatasını anladıktan sonra tövbe eden, durumunu düzelten ve açıklayan” bak tövbe edeceksin durumunu düzeltip açıklayacaksın.
Şimdi size söylemiştim ya, faize fetva veren bir hoca beraber bir toplantıda, beraber bulunuyoruz, ona dedim ki –bu mubaret dini maskara göstermeye hakkın yoktur- dedim. –sözünü geri al- dedi, aldım dedim ne değişti? Değişik böyle şekiller içerisinde, laf kalabalığıyla ona haftaya ilgili ayeti okuyacağız, fetva veriyor. Neyse sonra ezan okundu dedi –kalkıp namaz kılalım da Allah günahlarımız affetsin- mantık ne? O da günaha girdiğini biliyor, namaz kıldım, affedilecek öyle mi. Şimdi bakın ki affediliyor muymuş.
“İllellezîne tâbû” tövbe edecek bir kere, ne diyecek? Diyecek ki ben çok yanlış birşey yaptım.
“ve aslahû” kendisini düzeltecek bir daha öyle birşey yapmayacak.
“ve beyyenû” ondan sonra da açıklayacak, beyler ben size falanca zaman şöyle şöyle demiştim ya bak bu böyledir ha. Ondan sonra tövbe edecek. Ondan sonra Allah onu affedecek.
“e ulâike etûbu aleyhim”-“ben onların tövbesini kabul ederim” diyor. Böyle tövbe estağfrullah, bözle birşey yok. Yapmamaya karar verirsin, kendini düzeltirsin ondan sonra açıklarsın yanlışlarını ondan sonra estağfrullah dersin. Hemen bizimkiler bakıyorsunuz ki birisi azıcık birşey dedi mi, ha bak tövbe etmiş. Ne tövbesi kardeşim, dur bakayım düzeltsin. Şimdi Rasulallah’ı hatırlasanıza bedir savaşında. Mekke’yi fethetmeden Cenab-ı Hakk onun tövbesini kabul etti mi? Öyle şey yok. iyi hertürlü rezilliği yap, şimdi birçok kimse var duymuşlar hacca gittim mi motoru sıfırlıyorsun. Her türlü rezilliği yaprıyorlar ondan sonra milletten tırtıkladıkları paralarla hacca gidiyorlar, orda sıfırlıyorlar tekrar geliyorlar. Bu ne demek? Bak bu işin yolu burda işte, bak ne diyor Allah; 1-tövbe edersin 2-kendini düzeltirsin 3-yapmadığın açıklamayı yaparsın.
“İşte ben onların tövbesini kabul ederim.” Bunları yaparsanız tövbenin kabul edilir.
“ve enet tevvâbur rahîm(rahîmu).”-“ben tövbeleri çok kabul eden ve merhametli olanım.” (2/Bakara-160)
Şimdi asıl burda şu, gizleyen. Gizlemek bu, göstermiyorsun yani ayetin üzerini örtüyorsun. Bunlara ne denir aynı zamanda, kafirlik denir değil mi. Bak işte burda devamı o.
“nnellezîne keferû” bakın ayetleri gizleyene ne diyor Allah? Kafirler diyor.
“ve mâtû ve hum kuffârun”-“açıklamadan ölenler” gizlemiş ve göstermeden ölmüş. Kafir olarak ölenler.
“ulâike aleyhim la’netullâhi”-“onların üzerinde Allah’ın laneti vardır.” Lanet edeceklerin kşm olduğu burda. Sen açıklamadın öyle mi.
“vel melâiketi”-“meleklerin laneti vardır”
“ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).”-“tüm insanların laneti vardır.” (2/Bakara-161)
Bütün insanların hakları vardır, niye açıklamıyorsun niye söylemiyorsun? Şurda belki birisi bundan istifade edip yola gelecek. Bakın:
“Hâlidîne fîhâ”-“o lanet içerisinde sürekli kalırlar. “
“lâ yuhaffefu anhumul azâbu “-“onlardan bu azap ta hafifletilmez”
Şimdi bu insanlar kendilerini dört dörtlük müslüman saymaz mı? Bir de çok akıllı müslüman sayarlar, her söz heryerde söylenmez kardeşim. Bu her söz değil, bu Allah’ın sözü. Bu her yerde söylenir. Yeri geldi mi sözleyeceksin.
“ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).”-“yüzlerine de bakılmaz.” (2/Bakara-162)
Şimdi bakın tekrar 77. Açalım az önce okuduğumuz Al-i İmran ve karşılaştıralım, o müteşabih ayet konusunda az önce öbürleriyle karşılaştırdık bir de bununla karşılaştıralım bak;
“İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen”-“Allah’a verdikleri taahhüdü ve yaptıkları yemini..” Allah misak aldım dedi ya, söz aldım. “yaptıkları yemini az bir bedel karşılığında değiştirenler,” ki hepimiz de zaman zaman Cenab-ı Hakk’a kesin söz veritoruz, ya Rabbi tamam senin kitabına uyacağım, senin kitanını açıklayacağım falan diye.
“ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati”-“ahirette onların alacakları bir pay kalmaz.” (3/Al-i İmran-77) Peki burda ne diyor Allah? Ahirette Allah’ın laneti olduğu zaman alacakları bir pay olur mu? Meleklerin laneti var, tüm insanlığın laneti var. Ne alacaklar? Hep dışlanmış. Ondan sonra;
“lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).” (2/Bakara-162) Burda ne diyor Allah?
“ve lâ yukellimuhumullâhu” (3/Al-i İmran-77) Allah lanetlediği kişiyle görüşecek mi? Gördünüz mü bak. Orda lanet, burda Allah konuşmaz diyor onlarla.
“ve lâ yenzuru ileyhim”-“ onlara bakmaz.” (3/Al-i İmran-77) =
“ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne)”-“onlara bakılmaz.” (2/Bakara-162) gördünüz mü bak.
“yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim”-“kıyamet günü onarı arındırmaz” (3/Al-i İmran-77)
Onun için ne dedi burda “Hâlidîne fîhâ”-“orda süreki kalacaklar.” (2/Bakara-162)
“onarı aklamayacaktır.” (3/Al-i İmran-77)
“ve lehum azâbun elîm(elîmun).” (3/Al-i İmran-77) Ondan sonra da burda aynı şeyi “lâ yuhaffefu anhumul azâbu” diyerek “onlardan azap hafifletilmez.” (2/Bakara-162)
E şimdi Allah’ın ayetlerini öğrenmek çok güzel. Arapçayı bilmek de güzel ya da mealleri ezberlemek de güzel, ama yeri gelip de söylemez gizlersen günahı ne kadar ağırmış değil mi. Peki müslümanların bu ayetle ilişkileri ne? Bir yerde Allah’ın dinini anlatanlar Allah’ın ayetlerini mi okuyorlar yoksa onun bunun sözlerini mi okuyorlar? Okumaları gereken Allah’ın ayetleri değil mi. Bakıyorsunuz ki eğer ortam uygun değilse, Allah artık karşı tarafa.. biliyorsunuz bir 28 Şubat geçti milletin üzerinden, mesela 12 Eylülden önce başörtüsü farzdı biliyorsunuz. 12 Eylülde Kenan Evren Adana’da bir konuşma yaptı bu defa baktınız ki başörtüsüne fetva verenler patır patır dökülmeye başladı. 12 Eylül’de artık insanlar müslümanlıktan uzak olduklarının yarışına girmeye başladılar bazı mevki ve makamlara karşı. Ne oluyor ya? İmtihan o imtihandır, halbuki her yerde her zaman doğruları söyleyeceksin. Allah’ın emirlerini bilmek yetmezi söylemek gerekirç söylemediğin zaman cezası ne kadar ağırmış değil mi. Cenab-ı Hakk’ın bizden aldığı söz. Bir, herkesten aldığı söz-Allah ile bağlarını koparmayacak; iki, kendisine kitap verilenlerden aldığı söz-bir tek ayet de biliyorsa yeri geldiği zaman o ayeti okuyacak, on tane ayet biliyorsa onu okuyacak. O zaman okumak için ayetin manasını bilmek gerekmiyor mu? Manasını bilmedikten sonra istersen hatim oku ne olacak hiçbir anlamı yok yani. Şimdi hep Fatih’in kayınvalidesini örnek veriyorum, istersen sen anlat onu da. Çok ilginç bir örnek.
Fatih Orum: Bu Karacaahmet mezarlığında onların dedeleri, babaları hep metfun. Her hafta gider oraya Yasin okumak için hatta bazen beni de götürürdü. Bir gün dedim ki kendisine, bir kere de mealinden okusana gittiğinde dedim; -ya olur mu meal okunur mu- dedim olur bence gittiğinde bir oku. Ondan sonra o hafta gitmiş, akşam geldi hemen ya dedi ben dedi bugün gittim bir sayfa okudum ondan sonra okuyamadım dedi, neden dedim, ya dedi öyle şeyler var ki dedi onları ölüyü hiç ilgilendirmeyen şeyler ya dedi bana hitap ediyor dedi. Ondan sonra artık ben o alydan sonra hiç gittiğini hatırlamıyorum sadece bayramda işte çiçeklerin düzenini yapmak için gider. Böyle bir hadise yaşanmıştı.
Abdulaziz Bayındır: İşte bakın görüyor musunuz yani Kur’an-ı Kerim’in manasını bilenle bilmeyen arasındaki farkı görüyor musunuz. Her hafta Yasin okumaya giden babasına okumaya giden hanım, birinci sayfayı ancak okuyabiliyor mealinde, o zaman öyleyse her müslümanın Kur’an’ın mealini bilmesi farz değil mi? Bilmezen kime ne anlatacaksın. Peki böyle mi oluyor, müslümanlara Kur’an mı öğretiliyor? Ne deniyor –sakın Kur’an meali okumayın inancınız bozulur- ki çok doğru söylüyorlar. Şimdi Allah’ın lanetlediği, meleklerin lanetlediği, tüm insanlığın lanetlediği kişilerin inancı tabii ki bozulur. Belki müslüman olma ihitmalleri ortaya çıkar değil mi. Müslüman lma ihitmalleri ortaya çıktığı zaman inançları bozulacak yani. Lanetlenmekten kurtulmuş olacaklar, ama adam illa da lanette kalmak istiyor, e kalsın ne yapalım. Ama biz asla! Yani şunu söylememiz lazım, herkes sapıtır ama ben asla! Çünkü ancak kendime sözüm geçer. Peki Allah yardımcımız olsun.