Elhamdu Lillahi Rabbil Alemin. Vel akibetü lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Geçende de söylemiştik, bu başlangıçta okuduğumuz duada Allah-u Teala’ya inancımızı ve güvenimizi ifade ediyoruz. Rasulullah SAV’e bağlılığımızı ifade ediyoruz. O bakımdan çok önemli, yani baştan kimliğinizi ortaya koyuyorsunuz. Diyorsunuz ki,
“elhamdu lillahi rabbil alemin” “varlıkların sahibi Allah ne yaparsa güzelini yapar.” “Vessalatu vesselamu ala Rasulina Muhammed” “arkasından gidip de desteklenecek olan da bize gönderilen elçi Muhammed’dir” demiş oluyoruz.
Evet, dolayısıyla burada ne yapmak istediğimizi, hedefimizin ne olduğunu açıklamış oluyoruz. Biliyorsunuz geçen hafta Ali İmran suresinin 7. Ayetini okuyorduk. Ayeti bitiremedik. Bu hafta yine o ayeti okuyacağız. Kur’an’ı Kerim’i açıklama yetkisinin kime ait olduğunu bir kez daha görmüş olacağız. Allah-u Teala bu ayette şöyle buyuruyor.
(3/ Ali İmran 7)
“Huvellezî enzele aleykel kitâb”
“Bu kitabı sana indirmiş olan O’dur.”
“Minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâb”
“Onun bir kısmı” oradaki “min” beyaniye de olur. Muhkem ayetler, onun ayetleridir şeklinde. Ama hep bağziye olarak alınmış, işte,
“bir kısım ayetleri muhkemdir, ki onlar kitabın anasıdır”
“hunne ummul kitab” O ikinci görüşü desteklemiş olur.
“ve uharu”
“diğer ayetler de”
“muteşâbihâtun”
“muhkeme benzeyen ayetlerdir”
“feemmellezîne fî gulûbihim zeyğun”
“kalplerinde kayma olanlar”
“feyettebiûne mâ teşâbehe minhu”
“Kur’an’dan kendi akıllarındakine uygun olanın hemen arkasına düşerler. “
Yani, kendi zihinlerinde olanı Kur’an’a söyletmek istedikleri için, zihinlerinin uygun gördüklerini hemen Kur’an’a söyleterek onun peşine takılırlar. Niye böyle yaparlar?
“İbtiğâel fitneti”
“Bu şekilde bir fitnenin peşine düşerek müslümanlar arasında yanlış bir görüşün, yanlış bir yolun ortaya çıkması arzusuyla böyle yaparlar.”
“Vebtiğâe teé’vîlihi”
“Ve o ayetin kendilerine göre bir açıklamasını yapma arzusuyla öyle yaparlar.”
“ve mâ yağlemu teé’vîlehû illallâh”
“Halbuki, Kur’an’ın açıklamasını Allah’tan başkası yapamaz.”
Yani insanların bir kısmı kendi zihinlerine uygun olacak şekilde, ilk akıllarına geldiği gibi Kur’an’ı Kerim’i açıklamaya çalışırlar. Böylece hem bir sıkıntı meydana getirmiş olurlar, onun peşinde koşarlar, hem de Kur’an’ı kendilerinin açıkladığını ifade etmeye çalışırlar.
“ve mâ yağlemu teé’vîlehû illallâh”
“Halbuki, Kur’an’ın açıklamasını, tefsirini Allah’tan başkası bilmez”
Sadece Allah-u Teala Kur’an’ın açıklamasını yapar.
“Ver rasihûne fil ılmi”
“İlimde rüsuh sahibi olan, ayakları yere basan, öğrendiğiyle tatmin olmuş, meseleyi kavramış olan uzman kişiler”
“yegûlûne âmennâ bihî”
“derler ki, biz bu kitaba inandık”
Kur’an’ı Kerim’e inandık. Hep buradakileri kitabun‘a gönderiyor, zamirleri
“Kullun min ındi rabbinâ”
“Hepsi Rabbimiz katındandır.”
Muhkemi de Allah-u Teala belirler, müteşabihi de O belirler, aradaki bağı O kurar, açıklamayı da O yapar.
“ve mâ yezzekkeru illâ ulul elbâb”
“Bu bilgiyi ancak ulul elbab kendi kafasına yerleştirir, kavrar”
Ulul elbab demek, elebbe bil mekani ekame bihi şeklinde şey yaparlar, yani dik duruşlu olanlar, başka tarafa meyli olmayanlar, içinde fitne ve fesat olmayan kişi, kalbinde kayma olmayan kişilerdir. Yani Kur’an’ı kendi istedikleri tarafa çevirmek istemeyen, kendileri Kur’an’a uymak isteyen kimselerdir. Onlar bunu kavrarlar.
Şimdi, bu ayetin açıklamasında ulema çok ciddi sıkıntıya düşmüştür. Te’vil nedir? İşte, müteşabih nedir? Muhkem nedir? Geçen hafta bunu konuşmuştuk, Kur’an’ı Kerim’de müteşabihi anlatan ayetleri okumuştuk. Biri diğerine benzeyen iki şeyden bahsediyordu. Teşabih kelimesinin zaten anlamı öyledir, karşılıklı benzeşmeyi gösterir. Benzetmeler bir meseleyi daha iyi anlamak için yapılır.
Allah-u Teala da ayetler arasında benzerlikler koyuyor. Kur’an’ı Kerim’i yalnız kendisinin açıkladığını ifade ediyor. Onu da biliyorsunuz, her zaman tekrarladığımız ayetler, Hud suresinin ilk ayetleri. 11. Sure.
“Elif lam ra, kitabun uhkimet ayatuhu”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmıştır.”
“Summe fussilet”
Muhkem, az önce anlatmaya çalıştık, hüküm ifade eden özet ayetler, özet hükümler şeklinde.
“Summe fussilet”
“Sonra ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır”
Yani fussilet ayatuhu. Ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Kim açıklayan?
“Min ledün hakimin habir”
“Hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.” Yani açıklayan kim? Allah-u Teala. Şimdi burada
“Kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet”
“kitabun fussilet ayatuhu” şeklinde de arapça bakımından anlamanın sakıncası yok.
Bakın kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet,
şimdi bunun benzeri olan ayet, Fussilet suresinde. 41. Sureyi açarsak eğer, orada göreceğiz onu. Allah-u Teala diyor ki, bende 478. Sayfa, (476 mı? İki sayfa fark edebiliyor baskılar ve numaralandırma itibariyle) Bakın burada diyor ki,
(41/ Fussilet 1- 3)
“Ha mim tenzilün minerrahmanirrahim”
“Rahman ve Rahim tarafından indirilmiştir.”
Yani tenzilun münezzelun. İsm-i mef’ul manasına alırsanız mastarı, yani
“hazel kitabu münezzelun minerrahmanirrahim.”
“Bu kitap Rahman ve Rahim tarafından indirilmiştir.” Ondan sonra,
“kitabun fussilet ayatuhu.” Şimdi
“kitabun fussilet ayatuhu”
“bu bir kitaptır ki ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır.” Şimdi
“kitabun fussilet ayatuhu” ile -Arapça bilenler için söylüyorum-
“kitabun uhkimet ayatuhu sümme fussilet”
arasında çok güçlü bir benzeşme vardır. Çok güçlü bir benzeşme vardır.
“Kitabun uhkimet ayatuhu sümme fussilet,”
“kitabun fussilet ayatuhu” Zaten arapça bakımından da
“kitabun fussilet ayatuhu” diye şeydeki Hud suresindeki ayeti anlamada da hiçbir mani yok. Şimdi
“kitabun fussilet ayatuhu”
“Bu bir kitaptır ki ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır.” Peki kimin için?
“Li kavmin ya’lemun“….
“Kur’an’en arabiyyen”
“arapça Kur’an olarak açıklanmıştır”
Arapça Kur’an olarak ne demek? Ne demek Arapça Kur’an olarak? Şimdi karaa kelimesi arapçada, cemaa ve damme, birleştirdi ve topladı anlamına gelir. Şimdi öbür ayette dedi ki,
“uhkimet sümme fussilet”
“muhkem kılındı sonra açıklandı”
Şimdi muhkem kılınanla sonra açıklanan birleştirilmiş oluyor mu? Şu muhkem, hüküm ifade eden ayet, şu da onu açıklayan ayet. Şimdi bakın az önce okuduğum ayetleri birbirini açıklıyor değil mi? Yani dedi ki,
(3/ Ali İmran 7)
“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun”
“Bu kitabı sana indiren O’dur, muhkem ayetler ondadır”
(11/ Hud 1)
“kitâbun uhkimet âyâtuhû”
“Ayetleri muhkem kılınmış bir kitaptır.”
Her bakımdan birbirine benzeyen ayetler bunlar. Ondan sonra
“kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet”
“Sonra açıklanan”
Çünkü muhkem-müteşabih, birbirine benzeyen, bak benzerliklerden hareketle Kur’an’ı Kerim’in açıklamasına ulaşıyoruz.
Şimdi, Kur’an açıklanmış, kimin için açıklanmış? Kur’an olarak açıklanmış, yani o ayet, o ayetle birlikte, o onunla birlikte, o onunla birlikte, bir kümeleşme var. Birleştirme var. Cemaa ve damme var. O ayetle o ayeti birleştiriyor. İşte birleştirmenin adı Kur’an’dır. Bu birleştirme Arapça olarak yapılır, başka şekilde yapamazsınız. Çünkü tercüme ettiğiniz zaman ayetler arasındaki benzerlikteki incelikler kaybolur. Peki kimin için açıklanmıştır?
(41/ Fussilet 3)
“Li kavmin ya’lemun”
“Bilenler topluluğu için” Bilenler Kur’an’ı açıklıyor mu? Açıklayabilir mi?
“Bilenler için açıklanmış”
Bilen için değil, bilenler topluluğu için. O zaman bu şunu gösteriyor, demek ki, bir tek kişinin işi değildir Kur’an’ı Kerim’in açıklaması, bir kişi bunu yapamaz. Bilenler topluluğu gerekir, o kavmi oluşturmak lazım. Neden? Çünkü o Kur’an Arapça bilen, Kur’an’ı bilen, yani ayetleri bilen, aradaki ilişkiyi bulabilen ve konuyu bilen insanlar bir araya geldiği zaman Kur’an’ın açıklamasına ulaşabilecekler. O zaman açıklamayı kim yapıyor? Alimler mi yapıyor? Peki kimin için yapılmış? Alimler için. Bak açıklamayı yapan alimler değil.
Bizim geleneğimizde Kur’an’ı Kerim’i kim açıklar? Alimler açıklar değil mi? İki türlü tefsirden bahsedilir. Rivayet ve Dirayet tefsirleri. Şimdi rivayet tefsirlerinde Kur’an’ı Kerim’i açıklayan hadislerden, işte bir takım ayetlerden de bahsedilir. Ama yine de büyük bir bölümü dirayettir o rivayet tefsirlerinin. Yani insanların yaptıkları açıklamalardan bahsedilir.
Peki Kur’an’ı açıklayan hadis, bizim gelenekteki kitaplar, Rasulullah’ın Kur’an’ı açıkladığı konusunda ihtilaf etmişler mi? Var mı böyle bir ihtilaf? Herkes ittifak eder değil mi? Rasulullah Kur’an’ı Kerim’i açıklar diye. Peki Hud suresindeki
(11/ Hud 1- 2)
“elif lam ra kitabun uhkimet ayatuhu”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış”
“summe fussilet”
“sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır”
“Min ledün hakimin habir”
“Allah tarafından, hakim ve habir tarafından”
Allah tarafından açıklanmış, başkası değil. Niye Allah tarafından açıklanmış?
“Ella ta’budu illallah”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”
Peki müslümanlar Rasulullah’a kulluk edebilirler mi? O zaman Rasulullah da açıklayamaz. Peki Rasulullah’ın görevi ne?
“inneni leküm minhu”
“ben de sizin için o kitaptan olanı”
“beşirun”
“müjdeleyen”
“ve nezirun”
“uyaranım”
Yani o Kitapla uyarırım, kitapla müjdelerim sizi. Açıklamayı yaparım değil, açıklamayı Rasulullah’da yapamaz.
Peki Kur’an’ı Kerim’in açıklamasını Rasulullah yapar diyenlerin delili ne? Biliyor muyuz onun delilini? Nahl suresinin 43. Ayetini delil alırlar. 44. Ayetini değil mi? Ama 43-44 belki birlikte… 44’ü delil alırlar da, onun da bir kısmını alırlar, ayetin tamamını değil.
Yahya Şenol: Fussilet suresi 4 .ayette “Beşîren ve nezîrâ” zaten kendisi “Beşîren ve nezîrâ”
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: A bak şimdi Yahya bir şey hatırlattı. Bu Fussilet suresinde de “Beşîren ve nezîrâ” ifadesi var.
Yani o müteşabihlik var ya, isterseniz önce oraya bakalım, sonra Nahl suresine bakarız. Nahl 44’e bakarız. Şimdi bende 478. Sayfada olan ayet.
(41/ Fussilet 2-4)
“Kitabun fussilet ayatuhu kuranen arabiyyen”
“Bu bir kitaptır ki ayetleri Arapça Kur’an olarak”
Yani şu ayet şu ayetle birleştirilerek açıklanmış oluyor, Kur’an o. Arapça’ya göre birleştiriliyor, tercümelerinden onun için olmaz, tercümelerinden açıklamaya ulaşamazsınız. Kimin için açıklanmış?
“li kavmin ya’lemun”
“Bilenler topluluğu için.”
Onun için dünyada en büyük alim de olsanız o ekibi oluşturmazsanız, o açıklamaya ulaşamazsınız.
“beşiran ve nezira”
“Bu kitap, bu kitabın indirilmesi müjdeci ve uyarıcı olsun diyedir.”
Peki müjdeleyen, uyaran ne olmuş oluyor burada? Kitabın kendisi oluyor değil mi? Kitabın kendisi müjdeliyor ve uyarıyor. Onun için Rasulullah’da
(11/ Hud 2)
“innenî lekum minhu” minel kitabi
(41/ Fussilet 4)
“nezîrun ve beşir”
Yani kitaptan alıp uyarıyor müjdeliyor ya, müjdeyi Rasulullah’ın kendisi vermiyor, kitap veriyor. Ama o alıp insanlara tebliğ ediyor.
(5/ Maide 67)
“bellığ mâ unzile ileyke min rabbik”
Peki aynı görevi biz yapamaz mıyız bugün? Yapmamız gerekir zaten, vazifemizdir. Beşir ve nezir olan Kur’an’ı Kerim’dir.
(41/ Fussilet 4)
“feağrada ekseruhum”
“Ama çoğusu bundan yüz çevirdi”
“fehum lâ yesmeûn.”
“Onlar dinlemiyorlar.”
Dinlemiyorlar gerçekten. Ayetler bütün açıklığıyla ortada olmasına rağmen dinlemiyorlar. Kendileri bilir, hesabı Allah-u Teala’ya kendileri verecek.
Şimdi, Nahl suresinin 44. Ayetine gelelim. Kur’an’ı Kerim’in 272. Sayfası değil mi? Şimdi orada, hatta 43’le birlikte okumamız gerekir doğru anlayabilmek için.
(16/ Nahl 42- 44)
“Ve mâ erselnâ min gablike illâ ricâlen nûhî ileyhim”
“Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkekleri elçi gönderdik.”
“fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ tağlemûn.”
“Eğer bilmiyorsanız ehli zikre sorun”
Ez zikr, ehluzzikr… Ne olur burada? Ehli kitap olur. Çünkü ezzikr bütün ilahi kitapların ortak adıdır. Bütün ilahi kitapların ortak adıdır ez zikr. Ondan sonra da diyor ki, iki ayet arasında öyle sıkı bir bağ kuruyor ki Cenab-ı Hakk, ikisini birbirinden ayırma imkanı yok. Diyor ki,
“Ve mâ erselnâ min gablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ tağlemûn”
“Siz bilmiyorsanız ehli zikre sorun” O rasulleri gönderdik. Neyle?
“bil beyyinâti”
“belgelerle” Yani mucizelerle.
“Vez zubur”
“Ve kitaplarla gönderdik”
Kitapla gelmeyen bir nebi, rasul olan bir nebi yok. Hepsinin elinde mutlaka kitap var. Peki,
“ve enzelnâ ileyke ez zikra”
Burada elif lamlı olarak zikir kelimesi tekrarlanıyor. Aynı şeyi ifade eder, yani diğer nebilere indirilen neyse Rasulullah SAV’e indirilen de odur. Onun için Şura suresinin 13. ayetinde
(42/ Şura 13)
“Şeraa lekum mined dîni mâ ves sâ bihî nûhan” diyor.
“Sizin için bu dinde işte Nuh’a neyi emretmişsek bu dinin şeriatı yapmıştır.”
Şimdi dolayısıyla şeyler… hatta o ayetin devamında her şeyi açık açık ifade ediyor Allah-u Teala. 42. Sureydi değil mi? Hemen bundan bir sonraki sure. 52 Diye aklımda kalmış, yanlış kalmış. Bak hemen 485. Sayfayı açıyorsunuz. Bak burada ne diyor? Diyor ki,
“Şeraa lekum mined dîni mâ ves sâ bihî nûhan”
“Allah Nuh’a hangi görevi yüklemişse sizin için de bu dinin şeriatı kılmıştır.”
Ondan sonra da ne diyor?
“vellezî evhaynâ ileyk”
“Sana yaptığımız vahiy” Kur’an
“ve mâ ves saynâ bihî ibrâhîm”
“İbrahim’e verdiğimiz emirler”
“ve mûsâ ve îsâ”
“Musa ve İsa’ya yüklediğimiz görevler” Hepsi nedir?
“en egîmud dîn”
“Bu dini ayakta tutan” Aynı din.
“ve lâ teteferragû fîhi”
” Orada tefrikaya düşmeyin”
İşte burada verilen ez zikir, yani diğer nebilere indirilen ne ise, Muhammed SAV’e verilen de odur, çok ufak tefek değişiklikler var, yani ana gövde değişmiyor. O ufak tefek değişiklikler de nesih olarak bize gelmiş biliyorsunuz. Diyor ki,
(16/ Nahl 44)
“ve enzelnâ ileykez zikra”
“Bu zikri de sana indirdik,”
“litubeyyine linnâs”
“Bu insanlara açık açık belirtesin”
Yani o ehlikitaba, bir önceki ayette, şu insana. Neyi söyleyeceksin?
“mâ nuzzile ileyhim”
“Onlara ne indirildiğini”
Onlara indirilen budur, Kur’an’ı Kerim’dir. Ey Yahudiler size indirilen kitap budur. Ey Hıristiyanlar size indirilen kitap budur. Ey Budistler, Brahmanlar size indirilen kitap budur. Ey Sabiiler size indirilen kitap budur. Onlara açık açık belirtmek lazım. Peki şimdi
“litubeyyine linnâs”
“O insanlara beyan edesin.”
Mesela Türkçemizde vardır, vergi beyannamesi. Ne yaparsın? Dersin, “işte buyur, benim durumum bu.” “Beyan edesin.” Açıklayasın değil, beyan. Ortaya koyuyorsun. Bak işte size de bu kitap indirilmiştir. Şimdi burada bu ayete dayanarak litübeyyine linnas‘ı insanlara Kur’an’ı açıklayasın diye anlam vermişlerdir. Ya yapmayın bak, Allah-u Teala bu ayetin açıklamasını mutlaka bir yerde yapmıştır, siz niye kendiniz acele ederek, niye kafanızdaki bir tarafa olayı çekmek istiyorsunuz. Bakın ne oluyor orada, vellezine fi kulubihim zeyğun…
Neyse oraya geçmeden önce bu konudaki zeyği de inşallah size anlatayım. Kalp kaymasını da anlatacağım.
Şimdi, peki Maide suresinin 15. Ayetine bir bakalım. 109. Sayfa. Bende 111 olur evet. İki sayfa fark edebiliyor, baskılara göre. Şimdi şuraya bir bakar mısınız?
(5/ Maide 15)
“Yâ ehlel kitâb” Öbür tarafta ehlizzikir diye geçen insanlara burada ehlikitap deniyor.
“Ey kendilerine kitap verilmiş olanlar”
“gad câekum rasûlunâ”
“Size bizim rasulümüz geldi”
“yubeyyinu lekum”
(16/ Nahl 44)
“litubeyyine linnâs” bu insanlara,
(5/ Maide 15)
“yubeyyinu lekum”
Aynı şey değil mi, Arapça bilenler için? Bak ondan dolayı Arapça bilenler, Arapça bilmeyenlere anlatmakta sıkıntı olur bu ayetlerin açıklamasını, çünkü buradakileri söylediğim doğru mu? Değil mi? Siz bana güvendiğiniz için evet dersiniz, ama Arapça bilenler bunu bildikleri için evet derler. Onun için,
(16/ Nahl 44)
“litübeyyine linnas,” yani
“bu ehlizikir olan insanlara açıklayasın,”
“ma nüzzile ileyhim”
“kendilerine indirilenin ne olduğunu” Şimdi burada diyor ki Allah-u Teala,
(5/ Maide 15)
“Yâ ehlel kitâb ”
“Ey kendilerinin elinde kitap olan insanlar”
“gad câekum rasûlunâ”
“İşte size bizim rasulümüz geldi.”
“Yübeyyine lekum”
“Size açıklıyor”
“kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâb”
“O kitaptan gizlediğiniz birçok şeyi size açıklıyor”
Şimdi, sana da bu zikri indirdik ki, onlara ne indirildiğini açıklayasın. Bak, gizlemişsiniz. Kur’an her şeyi açıklıyor. Gizlemediğiniz şeyler de burada var, gizledikleriniz de var.
“ve yağfû an kesîr”
“Bir kısmını da affediyor”
Açıklamıyor, çünkü o nesih olayı var ya, bir kısmını açıklamıyor. Mesela Tevrat’ta İncil’de recimden bahsedildiği halde Kur’an’ı Kerim’de bahsedilmez, çünkü o değiştirilmiş artık, hafifleme gelmiştir.
“gad caekum minallahi nurun”
“Allah’tan size bir aydınlık geldi.”
Bak sizi o kararttığınız şeyler aydınlatıyor. Gizlediğiniz şeyleri ortaya koyuyor. Ondan sonra
“ve kitabun mubin”
“Açıklayan kitap geldi.”
Şimdi ordakine, “li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim” ‘e efendim bu insanlara Kur’an’ı açıklayasın diye anlam verenler bu ayete ne mana verecekler? Ayetleri birleştirdiğiniz zaman mesele çok iyi. Peki sadece Rasulullah’ın görevi midir insanlara Allah’ın ayetlerini açıklamak? Allah-u Teala kendisine kitap verdiği her toplumdan bu konuda söz almıştır. Şimdi, Ali İmran 187’yi açalım. Bende 76. Sayfa. Diyor ki Allah-u Teala,
(3/ Ali İmran 187)
“Ve iz ehazallâhu mîsâgallezîne ûtul kitab”
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah kesin söz aldı.” Ne dedi?
“letubeyyinunnehû linnâs” Sadece rasulden değil, o kitaba inanan herkesten söz aldı.
“Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız” Açıklama ne demek? Şerh etmek mi?
“ve lâ tektumûnehu” Bunun ne demek olduğunun manasını da veriyor,
“gizlemeyeceksiniz”
Gizlememek demektir, zaten öbüründen anlaşılıyor. Bakın dikkat ediyor musunuz, ayetleri böyle peş peşe getirdiğiniz zaman hiçbir şüpheye yer kalmıyor.
“fenebezûhu verâe zuhûrihim”
“Ama onlar bunu sırtlarının arkasına attılar”
Müslümanlar da aynıdır bugün. Kur’an’sız ve sünnetsiz bir İslam. Şimdi bak bu konudaki Kur’an’sızlığı biraz sonra söyleyeceğim. Yani hangi konuya gelirseniz… hani şöyle, bir şeyi çürüttüğünüz zaman, o çürüme her bir noktaya nasıl ulaşırsa, geçmişten devraldığımız İslam anlayışındaki çürüme de maalesef her noktaya ulaşmış. Allah’a şükür ki elimizde Kur’an’ı Kerim var, ve Kur’an’ı Kerim’in onayladığı hadisler var. Bak diyor ki,
“onu sırtlarının arkasına attılar”
“veşterav bihî semenen galîlâ”
“Bununla çok küçük bir semen aldılar” Yani ne?
“Ayetin anlamını sağa sola çekerek bir dünyalık aldılar.”
Biz bunu hep yaşıyoruz, görüyoruz. Birtakım mevkiler ve makamlar için dinlerin nasıl satıldığını çok net bir şekilde her zaman görüyoruz. İvec peşinde koşuluyor, geçen hafta konuşmuştuk. Öyle bir sapma yapılıyor ki, vatandaş bu insanları dindar zannediyor. Ama dinin anasını ağlatanlar bunlar işte. Dindar görüntüsü altında bilen insanlar, öyle bir hale getiriyorlar ki bu dini, artık Allah’ın dini olmaktan çıkıyor. Ne diyor Allah-u Teala?
“febié’se mâ yeşterûn”
“Satın aldıkları şey ne kadar da kötüdür”
Peki bu kendisine kitap verilenlerden alınan misak. Bize de kitap verildi ama, şimdi denir ki, yok bu bizden değil, önceki ehlikitaptan alınan misak. Peki bizden de alındı mı? Bakara 159’a bir bakalım. Alınmış mı görelim orada? Bende 25 sizde 23. (sayfa) Şimdi burada ne diyor Allah-u Teala?
(2 / Bakara 159)
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ”
“beyyinat ve huda’dan” Huda, muhkem ayet, beyyinat, onu açıklayan ayetler. Bunlardan bir tanesini gizledin mi zaten yetiyor. Bu ayetleri gizlediğin zaman işte orada “litübeyyine linnas“a “Rasulullah açıklama yapıyor” diye anlam veriyorsun, diğer ayetlere bakmadınmı, sistemi çökertiyorsun.
Gerçi bu bütün müminlere verilen görev. Yani ayetlerden hiçbir tanesini gizlemeyeceksin.
“min bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâb”
“Bu kitapta onu açıkladıktan sonra gizleyenler.”
Ya şimdi zamanı mı kardeşim, yeri mi? Bir dakika ya. Yani şimdi, evet söylediklerin doğru ama… Mesela benim en çok karşılaştığım oydu, son zamanlarda söyleyemiyorlar bunu ama, her şeyin zamanı var kardeşim, şu anda biraz erken. E güzel, ölmeyi bekleyelim, ondan sonra ahirette açıklarız. Ama ne bize faydası oldu, ne başkasına. Bak,
“ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn”
“Allah onlara lanet eder, lanet edenler de ederler”
(2 / Bakara 160)
“İllellezîne tâbû ve aslehû ve beyyenû”
“Ama tevbe eden, durumunu düzelten ve açıklayan”
Yok efendim sen git orada bir gizle…İşte bir toplantıda tutup faize fetva verdi hocanın birisi, tabi böyle ivec yaparak, sanki değilmiş gibi bir yapı oluşturarak. Ondan sonra, hadi akşam namazı oldu, namazımızı kılalım da Allah bizi affetsin dedi. Olur mu öyle şey? Ne diyor Allah-u Teala?
“İllellezîne tâbû”
“tevbe eden” Dönüş yapacaksın.
“ve aslehû”
“kendilerini düzelten”
“ve beyyenû”
“Açıklayan”
Ben falan yerde böyle demiştim, bu yanlış, aman ha! Açıklayacaksın! Yani, tükürdüğünü yalayacaksın. Bu senin babanın çiftliği değil, bu Allah’ın dini.
“Feulâike etûbu aleyhim”
“Ben işte onların tevbesini kabul ederim.”
“ve enet tevvâbur rahîm”
“Tevbeleri kabul eden benim ve merhametli olan da benim”
Peki açıklamadan ölürlerse Allah bunlara ne diyor? Diyor ki,
(2 / Bakara 161)
“İnnellezîne keferû”
Bak keferu- ketemu.
(3/ Ali İmran 187)
“letubeyyinunnehû linnâs ve lâ tektumûnehu”
Keferu-ketemu. Arapça bilenler bilir bunu. Açıklamadı mı gizler, kafir de gizleyen demektir.
(2 / Bakara 161)
“İnnellezine keferu” Bak gizleyenlere kafir diyor Allah, dikkat edin Allah’ın ayetine.
“ve mâ tû ve hum kuffâr”
“Gizlemiş olarak da ölürlerse”
“ulâike aleyhim lağnetullâh”
“Allah’ın laneti”
“vel melâike”
“Meleklerin laneti”
“ven nâsi ecmeîn”
“tüm insanlığın laneti onların üzerinedir.” Söyleseydin belki birisi bundan istifade edecekti.
(2 / Bakara 162)
“lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn”
“Azap onlardan hafifletilmez yüzlerine de bakılmaz”
Bunlar kendisine Kur’an indirildiği -bu bizimle ilgili yani, Kur’an ayetlerini gizleyen insanlarla ilgili, kim olursa olsun. Gizleyemez. Peki şimdi ne oldu? Bakın bütün bu ayetler tebliğin görevini her müslümana veriyor mu? E ne oldu şimdi? “Litübeyyine linnas” “Rasulullah’ın açıklama görevi” mi? Gizlememe görevidir. Beyan etme görevidir.
(5/ Maide 67)
“Bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik, ve il lem tef’al femâ bellağte risâletehu”
“Sana bu kitaptan indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan, Allah’ın verdiği elçilik görevini yerine getirmiş olmazsın” diyor.
E peki şimdi ne oluyor? Şimdi şeye dönelim, Ali İmran 7. Ayetimize dönelim. Dönelim de orada resmi bir görmeye başlayalım. Şimdi burada diyor ki Allah-u Teala,
(3/ Ali İmran 7)
“Huvellezî enzele aleykel kitâb”
“O kitabı indirilmiş olarak sana indiren O’dur”
“minhu âyâtun muhkemât”
“Ayetlerin bir kısmı muhkemdir”
“hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât,”
“Diğeri de ona benzeyen ayetlerdir” Çünkü onlar, onu açıklıyor.
İşte bütün bak benzer ayetleri bir araya getirdik mesele anlaşıldı. Ama tek kişinin yapacağı iş değil ekip çalışması, biz mesela sürekli ekip çalışması yapıyoruz, sürekli yeni şeylere ulaşıyoruz Allah’a şükür. Cenabı Hakk nasip etmişti 1976’da İstanbul Müftülüğü’ne geldik, 1978’de ekibi kurduk. O gün bugün Allah’a şükür hep ekip çalışması, hep ekip çalışması. Demek ki bu neticeleri Cenab-ı Hakk onun için lütfetti, hamdolsun, çok şükürler olsun. Hala, sürekli ekip çalışması yapıyoruz.
“Feemmellezîne fî gulûbihim zeyğun”
“Kalplerinde kayma olanlar”
“feyettebiûne mâ teşâbehe minhu”
“Hemen zihinlerindekine benzeyenin peşine takılırlar.”
Şimdi mesela Rasulullah SAV’in sünneti, Kur’an ayetinin Kur’an ayetiyle açıklamasının sonucudur. Yani, şu ayeti şu ayetle açıkladığınız zaman ortaya bir açıklama çıkıyor. Açıklamazsanız o açıklamayı bulamıyorsunuz. İşte ayetleri bir araya getirdik. Bazı ayetlerin muhkem, bazı ayetlerin onu açıklayan ayetler olduğu, açıklanan ile açıklayan arasında bir benzerlik olduğu, bu benzerlikten hareketle birbirini açıklayan ayetleri ancak ilim adamları topluluğunun bulabileceği… hepsi ortaya çıktı. Ama adamın niyeti o değil. Kur’an’ı bir kenara bırakacak, sünneti alacak. Ayet uydurmak mümkün değil ama, hadis uydurmak mümkün. Uydurma bir hadiste dini kendi istediği tarafa çevirecek. Onun için de ne gerekiyor? Kur’an’ın onayı gerekiyor. O zaman bütün ayetleri bir araya getirse Rasulullah Kur’an’ı açıkladı diyemeyecek. Dolayısıyla sadece zihnindeki, Kur’an’ı Rasulullah açıkladı diyebileceği bir kelime var. “li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim.”( 16/ 44) Onu da, yukarısıyla aşağısıyla bütün bağlantılarından koparacak, onu söyleyecek. Ondan sonra da, sünnetle Kur’an’ın ilişkisini kestiğiniz zaman, hadisler Kur’an’ı Kerim’e ters gözükecek.
Yani tıpkı, işte bir çayla su arasında zıtlık göreceksiniz. Ya bu nereden? Siz bilmiyorsunuz bir çay ırmağı var sıcacık akıyor gidip oradan doldurup getiriyoruz. Çünkü çayın nasıl yapıldığını artık kimse bilmiyor. O zaman Rasulullah SAV’in hadisleriyle ayetler arasındaki çelişkide ne yapacağını şaşırıyor ulema. Şaşırınca ya ayetle hadisi neshettiriyor, ya hadisle ayeti neshettiriyor. Ya da İmam Şafii’nin dediği gibi diyor ki, ayet ayeti, hadis hadisi nesheder. Ayet hadisi, hadis ayeti neshetmez. Bunlar sanki haşa (Tövbe estağfurullah. İnsanın söylemeye dili varmıyor) iki ayrı hüküm kaynağı. Rasulullah bir şey söylüyor, Allah bir şey söylüyor, birbiriyle çatıştığı zaman Rasulullah’ı tercih ediyorsunuz. Bu ne biçim bir din anlayışıdır. Bu tıpkı Hıristiyanların üçüncü asırdan itibaren İsa As’a verdikleri farklı konumun müslümanlar tarafından Rasulullah’a verilmesidir, başka bir şey değil.
Şimdi ben size çok basit bir örnek vereyim. Nerelere varıldığını görmüş olalım. Nisa suresinin 101. Ayetini açalım lütfen. Şimdi burada ayeti kerimede diyor ki Allah-u Teala,
(4/ Nisa 101)
“Ve izâ darabtum fil ardı feleyse aleykum cunâhun en tagsurû mines salâh”
“Yeryüzünde yolculuk yaptığınız zaman o namazı kısaltmanıza size bir günah yoktur”
Yolculuk yapanların kıldıkları namaz hangi namaz olur? Yolcu namazı olur değil mi? Yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Tabi öyle de diyebilirsiniz, en tagsurû mines salâh, Kur’an’da anlatılan es salati, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur dersiniz. Ne zaman kısaltmanıza bir günah yoktur?
“in hıftum ey yeftinekumullezîne keferû”
“Kafirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız”
“innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubîna”
“Kafirler sizin apaçık düşmanınızdır”
Şimdi, ulema, fıkıh kitaplarına tefsirlere falan bakın, bu ayeti açıklayan ayete… yani böyle bir mantık zaten yok… Ama, bu akşam Fatih, Cessas’ta bazı şeyler bulmuş. Bunları söyleyen bazı kimseler de varmış, bir iki tane bulmuş. İyi inşallah, yani şimdi dedim ki, Cenab-ı Hakk lütfede, ama Allah-u Teala’nın lütfedeceğine kesin inanıyorum. Yani elbette ki Cenab-ı Hakk bizi boğmak için ellerinden geleni yapanların boğulduklarını bize gösterecektir. Ona ben inanıyorum. Bizi boğmak için gece gündüz uğraşanların boğulduklarını Cenab-ı Hakk bize elbette gösterecektir. Elbette ekipler kuracağız inşallah, eskilerin bütün kitaplarını, kimsenin dokunmadığı kitapları da ortaya çıkarırsak, burada bu size söylediklerimizi muhakkak yazanlar vardır. Ama bugün bizi bu kadar şeye rağmen, haberleşmenin, ulaşımın yaygınlaşmasına rağmen bizim sesimizi kısmaya çalışanlar eskiden elbette daha kolay kısmışlardır.
Bir gün Tunuslu Ğannuşi gelmişti Süleymaniye Vakfına, şöyle birkaç dakika oturduk, oranın siyaset adamlarından birisi, o zaman sürgündeydi. Vallahi dedi, sen dua et ki, bu devirde yaşıyorsun, eski dönemlerde olsaydı seni Allah rızası için çoktan idam etmişlerdi dedi. Ki çok doğru söylüyor, gerçekten maalesef öyle. Şimdi dini kendilerine uyduranlar, doğruları söyleyenleri öldürme dışında yapabilecek hiçbir şey bulamıyorlar. Ancak o zaman rahat edebiliyorlar. Nasıl olsa bunlar menfaat çevreleriyle çok rahat kol kola girdikleri için maddi olarak güçlü gözüküyorlar. Evet şimdi, şuraya bir bakar mısınız? Sırf bu ayeti kerimeyi aldığınız zaman seferde namazın iki rekat olduğunu bir yerden çıkarabilir misiniz? Diyor ki Allah-u Teala,
(4/ Nisa 101)
” Ve izâ darabtum fil ardı feleyse aleykum cunâhun en tagsurû mines salâh” Yani
“yolculuğa çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda bir günah yoktur”
“in hıftum ey yeftinekumullezîne keferû”
“Kafirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız”
Bu ayete baktınızmı yolda kafirler sizi sıkıntıya sokacaksa namazı kısaltabilirsiniz. Kafirler bizi sıkıntıya sokmuyor. O zaman namazı tam kılmamız lazım. Peki, Rasulullah SAV ömür boyu seferde namazları iki rekat kılmış. Kendi kafasından mı kıldı bunu? Hiç dört rekat kıldığına dair rivayet yok. Mekke’nin fethinden sonra da iki rekat kılmış, Hacc’a gittiği zaman da iki rekat kılmış, Mekke onun memleketi, orada hadi dört kılalım dersiniz. Yani yazın memlekete gidiyoruz ne olacak diye soranlar var. Ama Medine’ye yerleşmiş, orda yolcu o. Şimdi Hanefi mezhebi diyor ki, yani Hanefi ve Malikiler diyorlar ki, Rasulullah hep iki rekat kıldığı için biz de ona uyarak iki rekat kılarız. Ama ayeti kerimeye baktığımız zaman bu sadece savaş halinde kılınabilir. Şimdi Şafii, (yanlış hatırlamıyorsam ki Hanbeli mezhebi de öyle olacak) yani o Hanbeli’de biraz şüphem var, gerçi Hanbeli’de şüphe etmeye gerek yok, Hanbeli diye ayrı bir mezhep olduğuna ben şahsen inanmıyorum, genellikle Ahmet bin Hanbel’den üç tane görüş rivayet edilir. Birisi Ebu Hanife’ye uyar, birisi İmam Malik’e uyar, birisi İmam Şafii’ye uyar. Şimdi İmam Şafii diyor ki, ondan çok eminim yani, burada
“feleyse aleyküm cünahun” dendiğine göre,
“sizin için bir günah yoktur”
dendiğine göre, seferde namazı kısaltmak ruhsattır diyor. E peki ruhsatsa bir kere olsun Rasulullah dört rekat kılsaydı ya. Şimdi feleyse aleyküm cünahun’dan hareket edilir mi? Üç tane kelimeyi çekip alıyorsun. Peki onu şartı var.
“in hıftum ey yeftinekumullezîne keferû”
ne oluyor? Efendim o bir tarihi kayıttır diyor. Ne demek yani, Kur’an tarihsel kitap mı? Hanefi zaten… diğerleri hiç bu ayetlere dokunmuyorlar. Rasulullah öyle söylemiş, azimettir diyorlar. Şimdi görüyor musunuz? Kur’an’la sünnet arasındaki ilişki kopuk, bugün birçok kimse de çıkıp diyor ki, e bugün savaş yok, bir şey yok, namazların kısaltması diye bir şey yoktur. E tabi sen öyle dersen, bu da böyle der. Bu adamın görüşü senden çok daha sağlam. Hiç olmazsa bu Kur’an’a uyuyor, sen sünneti Kur’an’ın üstüne geçiriyorsun. Bakın bütün tefsirlere, ben bakabildiğim tefsirlere baktım, (ama şimdi hatırladım) Taberi’de küçük bir bölüm var, şu size anlattığım gibi anlatan. Bak gene varmış yani, büsbütün şey değil.
Şimdi ayet ne diyor bak, diyor ki, kitabun uhkimet ayatuhu sümme fussilet ( 11/ 1) bunu açıklayan ayet olması lazım. Sana mı kalmış ayet açıklıyorsun? Hani Rasulullah Kuran’ı açıklıyor diyordun? Hangi ayeti açıklamış göster bakayım? Gösteremez. Çünkü açıklamanın Allah tarafından yapıldığını bilmedikten sonra açıklamayı da anlayamazsın. Çünkü o ayetler kümesi bir araya gelecek, ilim adamları bir araya gelecek ki onu bulacaklar. Şimdi ondan sonraki ayete bakın. Allah-u Teala diyor ki, tekrar okuyorum.
“Ve iza darabtum fil ard”
“yolculuğa çıktınız”
“feleyse aleyküm cünahun en tagsuru mines salah”
Rasulullah yolculukta sürekli iki rekat kılardı, bu hicretin dördüncü yılından itibaren inmeye başlamış olan suredir, o zamana kadar zaten iki rekat kılıyordu. O kıldığı iki rekatta
“kısaltmanızda bir günah yoktur”
çünkü o yolculukta iki rekat kıldığına göre, o namazı kısaltmanızda günah yoktur diyor Allah-u Teala.
“Kafirlerin size sıkıntı vermesinden korkarsanız.”
“innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubîna”
“kafirler sizin açık düşmanınızdır” Şimdi açıklamayı yapıyor bakın, diyor ki,
(4/ Nisa 102)
“ve iza künte fihim”
Ya ben anlayamıyorum, ya bu çok açık bir Arapça. Fihimdeki hum zamiri o yolculara gider, başka hiçbir yere gitmez ki.
“Ve iza kunte fihim”
“sen de onların içinde olursan”
“fe egamte lehum es salate”
“sen onlar için namazı tam kılarsın”
Çünkü günah yoktur dediğine göre, tam da kılarsın, kısaltabilirsin de.
“Onlar için sen namazı tam kılarsan”
Bu ikame, ekame, ekamtum diyor, Arapça bilenler için diyorum.
“ fel tekum ” bu da kıyam, ikame değil bu.
“Feltekum”
“kıyama dursun”
“tâifetun minhum meake”
“onlardan bir grup”
“vel yeé’huzû eslihatehum”
“Silahlarını yanlarına alsınlar”
Karşıda düşman var, yolcusunuz, düşman çıkmış karşınıza.
“fe izâ secedû
“Secdelerini yaptiklari zaman”
“felyekûnû min verâikum”
“arkanıza geçsinler”
Yani vera çevre manasına gelir, düşmanın önünde sipere geçsinler. Kaç rekat kıldı bunlar? Bir. Secde yaptı oraya geçti. Ondan sonra,
“velteé’ti taifetun uhrâ lem yusallû felyusallû meake”
“Namaz kılmamış ikinci grup” dediğine göre birinci grup kılmış oluyor mu?
“gelsin seninle beraber kılsınlar”
Rasulullah tam kıldı bunlar ne kıldılar? Birer rekat onlar, Rasulullah iki rekat. Peki seferde namaz kaç rekatmış? İki rekatmış değil mi? Düşmanla karşı karşıya kalırsan bire düşebilirmiş, istersen, Rasulullah iki kılıp bunlar bir kıldığına göre, iki de kılabilirsin, bir de kılabilirsin. Akşam namazıysa birinci grup bir rekat kılacak, ikinci grup iki rekat kılacak Rasulullah.
Kur’an’da rekat yok falan diyorlar. Nasıl yok? Bakmazsan bulamazsın. Tabi bu ayetleri birleştirmezsen mümkün değil. Hiçbir şey bulamazsın. Peki niye böyle? Hemen atlayalım, bak ondan sonraki ayette diyor ki,
(4/ Nisa 103)
“innes salâte kânet alel mué’minîne kitâben mevgûtâ” Çünkü
“namaz müminler için vakitle sınırlı bir şekilde farz kılınmıştır.”
Yani o vakit çıktı mı namaz bitti, bir daha namaz kılamazsın. Ondan dolayı bir rekat da olsa kılacaksın. E tabi adamlar kaza namazına fetva veriyorlar. Böyle şey olur mu? Ya nerden çıkartıyorsunuz bunu? Şimdi gördünüz mü bakın? Şimdi şeye gelelim, örneği de verdik, hemen kısaca okuyayım,
(3/ Ali İmran 7)
“Huvellezî enzele aleykel kitâb”
“Sana bu kitabı indiren O’dur.”
“minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâb”
“Bir kısım ayetleri muhkemdir ki, kitabın anası onlardır”
“ve uharu muteşâbihât”
“diğerleri de benzer ayetlerdir ki, o muhkemleri açıklar” Çünkü diğer ayetlerle birleştirdiğin zaman
“feemmellezîne fî gulûbihim zeyğun”
“Ama kalplerinde kayma var”
Niye? Çünkü dünyayı dine tercih ettiği için birşeyler şey yapmak istiyor orada.
“feyettebiûne mâ teşâbehe minhu”
“O Kur’an’dan kendi zihinlerinde olana benzer olana uyarlar.”
Önce kendileri kuralı koyuyor, sonra delil arıyorlar. Niye?
“ibtiğâel fitneti vebtiğâe teé’vîlih”
” Fitne çıkaracaklar”
Birisi diyecek ki yok seferde namaz iki, birisi diyecek ki yok, birisi diyecek şu, birisi diyecek bu. E tabi herkes istediğini söyler ne olacak? Ondan sonra da diyecekler ki, usulu fıkıh kitaplarına bakın, efendim naslar sınırlı, olaylar sınırsızdır. Sınırlı naslarla sınırsız olaylara cevap verilemez. Aradaki boşluğu ulema dolduracak. Eyvallah! Ya bu, yani bir de bu, bırakın şimdi açıklamayı bir de yeni hükümler koyuyorlar. Bu ne ya! Kimin dini bu! İslam Alemi işte böyle yerde sürünüyor. Ben Kur’an’ı Kerim’e baktığım zaman Cenab-ı Hakk’a diyorum, Ya Rabbi sen ne kadar merhametlisin, hala bu ümmet ayakta. Ellerindeki kitaba rağmen. Sonra delil arıyorlar. Niye?
“ibtiğâe teé’vîlih”
“Kendine göre tefsirini arıyor”
kendi tefsir edecek, Allah’ın tefsirine şey yapmıyor, çünkü kendini Allah’ın yerine koyacak. Çünkü Allah-u Teala niye tefsir ediyordu?
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye” (11/ 2) diyor.
(3/ Ali İmran 7)
“ver rasihûne fil ılmi”
“İlimde artık oturmuş, ayakları yere basanlar”
herhangibir kötü niyeti yok, Allah rızasından başka hiçbirşey beklemiyor.
“yegûlûn”
“Şöyle derler”
“âmennâ bihî”
“Biz o kitaba inandık”
“kullun min ındi rabbinâ,”
“Hepsi, muhkem, müteşabih, te’vil hepsi Rabbimiz tarafındandır. Açıklamayı da O yapar, benzetmeyi de O koyar, hepsi Rabbimiz tarafındandır”
İşte Kur’an o. Bütün o küme.
“ve mâ yezzekkeru illâ ulul elbâb.”
“Ama bunu, ulul elbabdan başka bu bilgiyi kimse özümseyemez.”
Dik duruşlu olanlar. Dini kendilerine uydurmayanlar, dinden menfaat sağlamayanlar, Allah’ın yoluna
hizmet edenler.
(3/ Ali İmran 8)
“Rabbenâ lâ tuzığ gulûbenâ bağde iz hedeytenâ”
“Ya Rabbi bize doğruyu gösterdikten sonra kalbimizi kaydırma derler.”
“veheb lenâ min ledunke rahmeh”
“Kendi katından bize ikramda bulun derler.”
inneke entel vehhâb”
“Çünkü sen çok fazla hibede bulunansın”
Biz de Cenab-ı Hakk’tan bunu istiyoruz.
Rabbenâ lâ tuzığ gulûbenâ bağde iz hedeytenâ veheb lenâ mil ledunke rahmeh, inneke entel vehhâb. Evet.