Bugün Ali İmran suresinin 33. Ayetindeyiz. Bu ayet vesilesiyle, Allah-u Teala’nın bir kimseyi seçmesinin ne anlama geldiğini görmeye çalışacağız. Çünkü Allah-u Teala rasulleri seçiyor. Bazı toplumları seçiyor. Bunun anlamı nedir? Bununla ilgili ayetleri … okumuş olacağız. Burada Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor.
(3/ Ali İmran 33-34)
“İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle ımrâne alel âlemîn”
“Allah Adem’i seçti. Nuh’u da. İbrahim ailesini de, İmran ailesini de. Kendi çağdaşları içerisinden seçti ve seçkin hale getirdi.”
“Zurriyyeten bağduhâ min bağd”
“Biri diğerinin soyundan”
Zaten bütün insanlık Adem As’ın soyundandır. İbrahim As, Nuh As’ın soyundandır. İmran ailesi de, İbrahim As’ın soyundandır. Rasulullah SAV’de biliyorsunuz İbrahim as’ın soyundandır.
“vallâhu semîun alîm”
“Allah-u Teala işitir ve bilir”
Allah-u Teala’nın seçmesi ne demek? Biliyorsunuz yaklaşık bir yıldır kader konusunu gündeme getirdiğimiz için artık yavaş yavaş insanlar bu işi özümsemeye başladılar. Çok ciddi tepkilerden sonra. Bu defa küflenmiş sorular ortaya çıkmaya başladı. Hiç katı açılmamış şeyler, bakıyorsunuz ki her gün bir yerden bir soru geliyor. Tabi o sorular da bizim en büyük zenginlik kaynağımız, çünkü o sorular olmasa, o sorulara cevap verme gayreti olmasa, gelişme olmaz.
Allah-u Teala’nın seçmesi nasıl bir şey oluyor? Yani biz seçme dediğimiz zaman, sanki böyle bir şey halinde düşünüyoruz. Yani işte… cennetlik olarak seçiyor, bir de hani geleneksel bir şey var, ezelden şunlar şunlar olmuştur diye bir takım iddialar var biliyorsunuz. Esas olan, bunun cevabını Kur’an’ı Kerim’e göre vermektir. Yoksa her insan oturur kendine göre uzun uzun konuşmalar yapabilir.
Araf suresinin yani 7. Sure, 144. Ayetini açabilirsek seçmenin ne demek olduğunu orada görmüş olacağız inşallah. Allah-u Teala burada Musa As’a hitaben şöyle diyor. Araf suresi 7. Sure biliyorsunuz.
(7/ Araf 144)
“Gâle yâ mûsâ innıstafeytuke alen nâsi birisâlâtî ve bikelâmî”
“Seni insanlar üzerine seçtim” Neyle seçtim?
“birisâlâtî”
“sana emirlerimi insanlara tebliğ etmek üzere vererek seçtim”
“ve bikelâmî”
“ve seninle konuşmamla seçtim”
Yani seninle konuştum, bu senin için bir ayrıcalıktır, sana kitap indirdim insanlara ulaştırasın diye, bu da bir ayrıcalıktır.
“fehuz mâ âteytuke”
“öyleyse sana verdiğime sıkı sarıl”
“ve kum mineş şâkirîn”
“teşekkür edenlerden ol”
Teşekkür edenlerden ol, meselesi çok önemlidir. Çünkü insanlar ikiye ayrılıyor. Bazıları şakir, teşekkür eden. Teşekkür demek, nimeti vereni ve verdiği nimeti tanımak ve değerli bilmektir. Biliyorsunuz Allah-u Teala, İnsan suresinde, 76. Sure, insanı anlatırken diyor ki,
(76/ Insan 3)
“inna hedeynahussebil”
“onu o yola yönlendirdik”
“imma şakiran ve imma kefura”
“ya teşekkür eder ya da nankörlük yapar”
Şimdi, Musa As’a ne diyor Cenab-ı Hakk?
(7/ Araf 144)
“ve kun mineş şâkirîn”
“teşekkür edenlerden ol”
Bak ben sana farklılık verdim, seninle konuştum, sana ben kitabımı verdim, sakın nankörlük etme demiş oluyor değil mi? Eğer ezelden Musa As’ın ne yapacağı belliyse, “sakın böyle yapma!” denir mi? Teşekkür edenlerden ol denir mi? Demek ki, onun orada seçilmiş olması, cenneti garantilemesi anlamına gelmez. Bir kere bunu çok iyi şey yapalım. Zaten Allah-u Teala Tin suresinde bütün insanlar için benzer şeyler söylüyor.
(Tin suresi 4. Ayet 95/4)
“Legad halagnel insâne fî ahseni tagvîm” diyor.
“İnsanı en güzel kıvamda yaratmışızdır”
Yani yarışa girerken aslında fazlaca da birbirimizden farkımız yok. Fark şu, kimin elinde nimet fazlaysa sorumluluğu o kadar artıyor. Allah’ın rasullerinin elinde nimet biraz fazladır, ona göre sorumlulukları fazladır. Mesela zengin insanlarda mal vardır, zekat sorumluluğu vardır, sadaka sorumluluğu vardır. Birisinde ilim varsa, o ilmini anlatma sorumluluğu vardır. Yani herkes kendine verilmiş olan nimetlerden dolayı sorumlu tutulacaktır. Mesela Tekasur suresinde, yani
(102/ Tekasur 1)
“Elhâkumut tekâsur” diye başlayan,
“çoklukla övünmeniz sizi helak etti” diye başlayan surenin son ayeti şöyle biter.
(102/ Tekasur 8)
“Summe letus’elunne yevmeizin anin naîm”
“Sonra o gün size verilen nimetlerden elbette ki sorumlu tutulacaksınız”
Dolayısıyla Musa As’a Allah-u Teala onunla konuşma ayrıcalığını tanımış, ona kitabını indirme ayrıcalığını tanımışsa, onun sorumluluğu kendine verilen nimetler kadar artıyor.
Şimdi bize bütün sıkıntı şudur, biliyorsunuz bazı kimseler kutsallaştırılır, sorumsuz hale getirilir, rasuller korunmuş denir, dolayısıyla cennet garantidir onlar için, yani kitaplarda yazılan odur. Maalesef Müslümanların kurtulmasının tek yolu, şu ana kadar geçmişten bize gelen dini anlatan kitapların yüzde yüzünün yeniden gözden geçirilmesi. Tabi Kur’an’ı Kerim ışığında ve sahih sünnet ışığında. Simdi burda,
Musa As’a Cenab-ı Hakk kendi kelamını vermiş, onunla konuşma ayrıcalığını vermiş, arkasından da şükredenlerden ol demiş de, orada mı bırakıyor? 33. Surenin yani Ahzab suresinin 7 ve 8. Ayetlerini açarsak orada seçilmiş nebilerin durumunun ne olduğunu görürüz. Şimdi burada Cenab-ı Hakk şöyle diyor.
(33/ Ahzab 7-8)
“Ve iz ehaznâ minen nebiyyîne misâgahum”
“Nebilerden kesin söz aldığımızda” Bütün nebilerden, işte bunlar seçilmiş olanlar.
“Nebilerden kesin söz aldığımızda”
“ve minke”
“ya Muhammed senden de”
“ve min nûhın”
“Nuh’tan”
Şimdi bütün nebiler… Sonra, hani insanların çok böyle yıldız kabul ettiği nebilerin isimlerini söylüyor burada.
“minke”
“Muhammed SAV”
“ve min Nuhin”
“Nuh As”
“Ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni Meryem”
“İbrahim, Musa ve İsa Aleyhimisselam” Meryem oğlu İsa.
“ve ehaznâ minhum mîsâgan ğalîzâ”
“onlardan çok sağlam bir söz aldık” Sağlam.
O şeyde Zümer suresinde geçiyor.
(39/ Zümer 65)
“Ve legad ûhıye ileyke ve ilellezîne min gablik” 65. Ayet. 39. Sure.
“Sana şu vahyedildi ve senden önceki tüm nebilere de”
“lein eşrakte leyahbetanne ameluke”
“Hele şirke düş, bütün yaptığın yok olur gider”
Yani öyle sen nebisin, rasulsün, hiç ayrıcalığın yok kusura bakma. Onun için işte burada diyor ki,
(33/ Ahzab 7)
“mîsâgan ğalîzâ”
“çok sağlam bir söz almışızdır” Niye böyle yapmış Cenab-ı Hakk?
“Liyes’eles sâdigîne an sıdgıhim”
“Sadıkların doğruluklarını soruştursun”
Yani sadık ne demek? Kime sadık denir? Verdiği sözü tutana denir, değil mi? Özü sözü bir olana sadık denir. Verdikleri sözde duran nebilere sadık denir.
(33/ Ahzab 8)
“Liyes’eles sâdigîne an sıdgıhim”
“Allah’a verdikleri sözde sadık olan nebilere sıdkları, sadıklıkları sorulsun diye” Neler yaptın diye soruluyor.
Biliyorsunuz İsa As’a Cenab-ı Hakk ahrette soracak.
(5/ Maide 116)
“eente gulte linnasittehızûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh” Maide suresinin 116. Ayeti.
“Sen mi dedin insanlara beni ve anamı Allah’la sizin aranızda iki tane ilah edinin diye”
Bak burada soruşturmadan geçiriliyor. Bu nedir, bu şirkle alakalı bir soruşturmadır değil mi? Dedin mi? Demedin mi? Evet. 116. Ayetmiş. Maide 116’ymış. Tabi İsa As ne cevap veriyor? İsa As diyor ki,
“gâle subhâneke mâ yekûnu lî en egûle mâ leyse lî bihagg”
“ya Rabbi, hakkım olmayan bir şeyi nasıl ben söylerim?” diyor.
“in kuntu gultuhû fegad alimteh”
“Eğer dediysem sen bunu çok iyi bilirsin”
“tağlemu mâ fî nefsî ve lâ ağlemu mâ fî nefsik”
“Sen bende olanı bilirsin ama ben Sende olanı bilmem ki ”
“inneke ente allâmul ğuyûb”
“Sen gayıbları bilensin” Orayı atladıktan sonra aşağıya doğru şey yapalım.
(5/ Maide 119)
“Gâlallâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdigîne sıdguhum”
“Bu bir gündür ki, sadıkların sıdkı onlara fayda verecektir”
Yani verdikleri sözde duranların sözlerinde durmuş olmaları kendilerine yarar sağlayacaktır. İşte şimdi buradaki
(33/ Ahzab 8)
“Liyes’eles sâdigîne an sıdgıhim”
in örneği o değil mi? Kur’an’ı Kerim’de Allah-u Teala her şeye bir örnek vermiştir. Hatta birkaç örnek vermiştir ki, mesele çok iyi anlaşılsın.
Şimdi İsa As’a, Musa As’a, Rasulullah’a… Evet onları seçmiş, doğru, birtakım şeyler vermiş. Aslında hepimizde de kendimize göre bir seçkinlik vardır. Herkese Allah-u Teala farklı bir kabiliyet vermiştir. Birinin şu tarafı güzeldir, birisinin bu tarafı güzeldir ve biz o nimetlere göre de sorumlu olacağız. İşte rasullerine de kelamını vermiş, elçiliğini vermiş. Bunu da söylüyor açıkça. Bak
“Sadıkların sıdkını sormak için” Burada ne dedi?
(5/ Maide 119)
“hâzâ yevmu yenfeus sâdigîne sıdguhum”
“Bu sadıkların sıdkının fayda verdiği gündür”
Yani işte sen Allah’ın rasulüsün, gel sen bu tarafa, yok. Gel bakalım! Bak bu insanlar seni ve anneni ilah ediniyorlar sen söyledin mi onlara? Ne yapıyor?
(33/ Ahzab 8)
“Liyes’eles sâdigîne an sıdgıhim”
Soru soruyor mu Allah İsa As’a? Yes’ele de o işte. Doğrudan doğruluklarını soracak. O da ne diyor? Hayır ya Rabbi ben öyle bir şey söylemedim, söylemiş olsam sen zaten bilirsin diyor. Peki?
“Ve eadde lilkâfirîne azâben elîmâ”
“Allah kafirlere de, yani nankörlük edenlere de”
Kafir nankör demektir, yani o verilen nimetin kıymetini bilmeyenlere… Burada hangi nimetten bahsediliyor? Nebilikten değil mi? Bak kafir kelimesi de nebiler için kullanılıyor. İçlerinde kafir olanlar olursa, onlar için de acıklı bir azap hazırlamıştır Allah. Acıklı bir azap hazırlanmıştır.
Öyleyse gelelim tekrar ayetimize, Ali İmran suresinin 33. Ayetine. Diyor ki Allah-u Teala,
(3/ Ali İmran 33)
“İnnallâhestafâ âdeme”
“Allah Adem’i seçti”
“ve nûhan”
“Nuh’u seçti”
“ve âle ibrâhîme”
“İbrahim ailesini seçti”
“ve âle ımrâne”
“İmran ailesini de seçti”
“alel âlemîn”
“o aleme, yani kendi çağdaşlarının üstünde bir yer verdi onlara”
Nasıl vermiş? Kitap vermek suretiyle. Peki bu aile nasıl üstün geliyor? Ailenin üstünlüğü nasıl oluyor?
İsra suresinin 17. Surenin 15. Ayetini açarsak, orada Cenab-ı Hakk’ın sadece rasulleri değil, kendine kitap verdiği kişileri değil, o kitabı gönderdiği kişiler için de aynı şekilde seçme söz konusudur. Yani bu kitabı Allah-u Teala, Muhammed SAV’e verdi. Kitabı almakla, O’ndan, Cenab-ı Hakk’tan bunu almakla onun bir seçkinliği var, ama bunun içindeki emirleri yerine getirmeseydi seçkinliğin hiçbir anlamı olmazdı. Peki bu kitap şimdi kimde? Bizde değil mi? Bu kitaba uymazsak bu kitabın bizde olması aslında bizim aleyhimize olur, lehimize olmaz. Yani Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetler güzel mi, kötü mü? Efendim nimet kötü olur mu? Nimet kötü olmaz da, kötüye kullanırsan hesabı çok ağır olur. Sen Allah’ın verdiği nimeti kötüye kullanabilirsin, onun için Allah’ın bu kitabını kullanarak, Allah’ın adını kullanıp insanları pekala saptırıp kendi hizmetine sokabilirsin. Ki biz görüyoruz sayısız insan grupları var, bu kitabı kendi menfaatleri için kullanan. Yani kitaba uymayan, kitabı kendilerine uyduranlar. Evet şimdi İsra suresinin yani 17. Surenin 15. Ayetini okursak orada görürüz. Bakın şimdi, ne diyor Cenab-ı Hakk orada?
(17/ İsra 15)
“Menihtedâ feinnemâ yehtedî linefsih”
“Kim doğru yola girerse kendisi için girmiş olur”
Yani bu tıpkı şey gibi, yani yemek yediğin zaman kendi midene giriyor, namaz kılarsan kendine kılarsın kardeşim. Kılmazsan zararını sen görürsün. İnanırsan faydası sana, inanmazsan zararını sen görürsün.
“ve men dalle feinnemâ yedıllu aleyhâ”
“Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine yoldan çıkmış olur”
Yani zararını kendisi görür. Onun için bir kişinin en büyük dostu da kendisidir, en büyük düşmanı da kendisidir.
“ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ”
“Kimse kimsenin yükünü çekmez”
Ben yemek yediğim zaman sizin karnınız doyar mı? Ben ibadet yaptığım zaman da siz sevap falan alamazsınız. Sizin ibadetinizden de ben alamam. O zaman herkes bir kere Cenab-ı Hakk’ın huzurunda kendini kurtaracak işler yapmalı. Peki burada ne diyor Allah-u Teala?
“ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ”
“Rasul gönderinceye kadar azap edecek değiliz” diyor.
Rasul gönderinceye kadar azap edecek değiliz. Elinizdeki nimetin… Kim o, bir rasul. Bir nimet var, o nimetin kıymetini bilirseniz Cenab-ı Hakk sizi yükseltir. Hem dünyanız güzel olur, hem ahretiniz güzel olur. Ama siz o nimetin kıymetini bilmezseniz o zaman dünyanız da kötü olur, ahretiniz de kötü olur. Her şeyinizi kaybedersiniz.
Nur suresinin 54. Ayeti olacak, bakayım yanlış hatırlamıyorsam. 55’miş. Hatta 54’ü okuyalım. Bak diyor ki Allah-u Teala orada,
(24/ Nur 54-55)
“Gul etîullâhe ve etîur rasûl”
“De ki Allah’a ve bu rasule itaat edin”
Rasule itaat onun getirdiği kitaba itaattir. Şahsına itaat değildir. Çünkü onu Rasul yapan şeye itaattir.
“fein tevellev feinnemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum”
“eğer yüz çevirirseniz o rasulün üstlendiği kendi aleyhinedir”
Yani ona verilmiş olan kitap aslında onun aleyhinedir. Niye? Yanlış yaparsa yani, yüz çevirirse, – o da yüz çevirebilir, siz de çevirebilirsiniz- o yüz çevirirse zararı ona, sen yüz çevirirsen zararı sana.
“feinnemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum”
“kendisine yüklenen onun aleyhine olur, size yüklenmiş olan da sizin aleyhinize olur”
Yüklenen nedir? Bu kitap değil mi? Yani kitabın emir ve yasakları.
“ve in tutîûhu tehtedû”
“Siz o rasule itaat ederseniz”
Tekrar ediyorum bak, rasule itaat onun şahsına değil onun getirdiği kitaba itaattir.
“Tehtedu”
“yolunuzu bulursunuz. Doğruyu bulursunuz. Doğru yola girersiniz” Peki?
“ve mâ aler rasûli illel belâğul mubîn”
“Bu rasule düşen size açık bir şekilde tebliğden başka bir şey değildir”
Tebliğ. Neyi tebliğ yapıyor? Allah’tan aldıklarını. Allah şöyle buyuruyor der, orada bırakır. Yoksa o sizi alıp da yola falan getiremez. Sizi ne yoldan çıkarabilir, ne yola getirebilir. Size tebliğ eder, ister yaparsınız, ister yapmazsınız. Hani Türkçe’de bir söz var ya, paşa gönlünüz bilir. Nasıl olsa sonucuna katlanmak zorundasınız. Peki emri tutanların durumu nedir? Bak,
“Ve adallâhullezîne âmenû minkum ve amilus sâlihât”
“Allah sizin içinizden inanan ve iyi işler yapan, Allah’ın uygun gördüğü işleri yapanlara söz vermiştir”
“leyestahlifennehum fil ard”
“bu toprakların halifesi kılacaktır sizi”
Yani öncekilerin yerine geçeceksiniz, bu kesin. Ama şartı ne? İnanmak ve iyi davranış göstermektir. O zaman demek ki biz bu kitaba uyarsak Allah ne söz veriyor? Bu toprakların hakimi siz olacaksınız diyor, bulunduğunuz bölgenin hakimi. Mesela Rasulullah oldu mu? Kaçmak zorunda kaldığı Mekke onun hakimiyetine girmedi mi? Medine onun hakimiyetine girmedi mi? Bütün çevre onun hakimiyetine girmedi mi?
“leyestahlifennehum fil ard” Peki … Yani
“bu durumu yapanları o toprakların hakimi yapacağız” diyor.
“kemestahlefellezîne min gablihim”
“ondan öncekilerini yaptığı gibi”
İşte önünüzde örnekler var. Nuh As’a karşı çıktılar, sayıları topu topuna 80 tane rivayet ediliyor. Dokuz yüz elli sene uğraştı. Peki sonunda o topraklar kime kaldı? Hepsi geçti gittiler, Nuh As ve inananlara kaldı. Devam eden kimin soyu oldu? Onların soyu oldu. Diğerlerinin hepsi yok oldu gittiler. Arkasından bütün nebilerin hayatlarını hatırlarsanız aynı şeyin olduğunu görürsünüz.
Peki Rasulullah SAV’e o sıkıntıyı çektiren Ebu Cehil’in soyu ne oldu? Ya da o bölgede o sıkıntıyı çektiren insanların soyu ne oldu? Bakın bu işte sizin önünüzde bir örnek. Ondan sonra,
“ve leyumekkinenne lehum dînehumul lezirtedâ lehum”
“Onlar için razı olduğu dini de onların içlerine yerleştirecektir, sağlam bir şekilde”
Siz yeter ki doğru gidin. Onun için doğru gittiğiniz zaman Cenab-ı Hakk size neler açacak neler. Çizgini bozmayacaksın. Şuna buna bakarak vazgeçmeyeceksin. Nuh As, ya dokuz yüz elli sene uğraştık kardeşim, topu topuna işte seksen kişi olduk, ya azcık bir taviz verelim de etrafımızda sayılar artsın deseydi, Nuh As da yok olanlar arasında olmaz mıydı? Onun için burada sayı hesabı yapılmaz, kelle hesabı yapılmaz. Maddi hesap yapılmaz. Allah’ın emrine ne ölçüde uyduğuna bakılır, çünkü mülk O’nundur. Hakimiyet O’nundur. O kendi tercihine göre verir. İşte tercihini nasıl kullanacağını da burada söylüyor.
“ve leyubeddilennehum mim bağdi havfihim emnâ”
“korkularından sonra onları güvene kavuşturacaktır”
Müslümanlar hep korkuyordu, birisi gelecek bizi kapıp götürecek diye. Çünkü son derece güvensiz bir durumda, etrafında herkes sana düşman. Peki,
“yağbudûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â”
Peki bunların tam özelliği ne? Bana kulluk eder, hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Yani Allah emrettiyse her şey bitmiştir. Allah ne demişse o. Bunu diyen insanlardır.
“ve men kefera bağde zâlike feulâike humul fâsigûn”
“Bundan sonra kim kafirlik yaparsa”
Yani kimseye de garanti yok, böyle giderseniz bu hakimiyet sizde olacaktır. Ne zaman nankörlük edersen o zaman yoldan çıkmış olursun, bitti. Ne rasule garanti var, ne sahabiye garanti var, ne tabiine garanti var, ne şuna, ne buna. Hiç kimseye garanti yok, Allah-u Teala herkesi verdiği nimete göre sorumlu tutuyor. Öyleyse, dünya hakimiyeti istiyor musun? Yapacağın nedir? Allah’ın emrine uymak, başkasının değil. Peki, ahret mutluluğunu istiyor musun? Yapacağın Allah’ın emrine uymaktır. Peki yapmazsan ne olur? İşte yapmazsan İsra suresindeki durum olur.
(17/ İsra 15)
“Menihtedâ feinnemâ yehtedî linefsih”
“Kim yola gelirse kendisi için gelmiş olur”
“ve men dalle feinnemâ yedıllu aleyhâ”
“Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkmış olur”
“ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ”
“Kimse kimsenin yükünü taşımaz”
“ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ”
“Biz rasul göndermeden de azap etmeyiz”
O zaman, bak azap ettiği toplumlara bakın Cenab-ı Hakk’ın, hep rasul gönderdiği toplumlardır, değil mi? Hep rasul gönderdiği toplumlardır. Peki şimdi anladınız mı neden İslam alemi diğer toplumlara göre daha kötü durumda? Anladınız mı şimdi? Çünkü ellerinde Allah’ın kitabı var, ama Allah’ın kitabıyla alakaları yok. Evet kitabı çok seviyorlar, kimseye de vermiyorlar. Her sene milyonlarca hafız yetiştiriyoruz, güzel. Kur’an okuma yarışmaları yapıyoruz, güzel. Okullar açıyoruz falan. Ne okutuyorsunuz? Ne yetiştiriyorsunuz o medreselerde? O okullarda, o üniversitelerde ne yetiştiriyorsunuz? Eskilerin uydurdukları şeyleri ilim diye okutmuyor musunuz? Bir eleştirisini yapıyor musunuz? Ya yanlış yaptılarsa ne olacak? Diyor musunuz. Yok efendim bizim ulemamız… Ya Allah-u Teala rasullerine garanti vermezken, siz nasıl olur da bazı insanları kutsallaştırırsınız? Allah-u Teala Mümtahina suresinin 12. Ayetinde Rasulullah’la ilgili olarak kadınlardan biat alırken bir şart koşuyor.
(60/ Mümtahina 12)
“vela yağsineke fi mağruf” diyor.
“Marufta sana isyan etmeyecekler”
Burada Allah’ın rasulü, rasul kelimesi geçmiyor orada nebi kelimesi geçiyor, çünkü rasul tebliğ edendir, kendinden bir şey katarsa rasullüğü o anda biter. Cenab-ı Hakk şah damarını koparır. Ama, uygulamada hatalar olabilir. Çünkü uygulama ayetten hüküm çıkarmaktır. Hüküm çıkarırken yanlış yapabilir. Dolayısıyla kadınlara diyor ki, bu nebiye marufta itaat edeceksiniz. Baktınız ki, bir ayete aykırı gördünüz, hemen, ya Rasulallah bu senin dediğin şu ayete aykırı değil mi? Demeniz gerekir, demiş oluyor. Ya Rasulallah dedi, ya Nebiyallah diyelim, yani ey Allah’ın nebisi. Çünkü rasul kelimesi tebliğle ilgilidir. Peki bugün İslam alemi dediğimiz bu alem rasulle nebinin farkını bilmeyecek noktaya gelmişse ne olacak? Bu İslam aleminin kitapları işi tam tersine çevirmişse ne olacak? Kitaplarda rasule nebi, nebiye de rasul deniyor. Tam tersine çevrilmiş. Sorgulamasız bir İslam alemi. Ve maalesef Abbasilerden itibaren medreseler zihinsel köle yetiştirmişlerdir alim değil, maalesef öyle. Bugün de aynı şey devam ediyor. Buna çok güçlü bir şekilde karşı çıkmamız lazım. Yoksa İslam aleminin iflah olması mümkün değil. Yani elimizdeki bu nimet neye dönüşüyor o zaman? Büyük bir külfete dönüşüyor değil mi? Uymadığın zaman ne olacak? Bunu kendine uydurduğun zaman ne olacak? Ne olacağını söyleyeyim ben size. Ali İmran suresinin 86. Ayetinde olan olacak. Bak burada ne diyor Allah-u Teala,
(3/ Ali İmran 86 – 87)
“Keyfe yehdillâhu gavmen keferû bağde îmânihim”
“İnandıktan sonra kafir olan”
Ben mü’minim, Kur’an’a inanıyorum, Allah’ın rasulüne inanıyorum dedikten sonra, ayetleri önüne koyuyorsun, görmezlikten geliyor. Sen adama diyorsun ki, Allah’ın şu ayeti nedir? O da diyor ki, sen muğdal hadis nedir bilir misin? Diyor. Bahçelerde muşmula, gel bize bazı bazı. Madem yüzme bilmiyordun niye çıktın minareye?
Yani enteresan bir şey yani. Allah’ın ayetini okuyorsunuz, gelmiş nelerle uğraşıyorlar. Şimdi, diyor ki, Allah-u Teala,
“Keyfe yehdillâhu gavmen keferû bağde îmânihim”
“inandıktan sonra kafir olan,”
yani ayetleri görmemeye başlayan Çünkü hesabını bozuyor ayetler, ayetleri görmemeye başlıyor.
“ve şehidû enner rasûle haggun”
“Rasulün hak olduğunda da şahit olduğu halde”
Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluh demiş, yani ayetleri görmüş bakmış ki ancak bu sözler Allah’ın sözleri olabilir, bunu getiren ancak Allah’ın rasulü olur diye kesin bir kanaate de varmış, inanmış.
“ve câehumul beyyinât”
“kendilerine açık açık ayetler de gelmiş” Görmüşler, biliyor, bilmiyor değil.
“vallâhu lâ yehdil gavmez zâlimîn”
“Allah bu yanlış yapan, yanlışlar içersine dalan bu insanları Allah o yanlışlardan çıkarmaz”
Allah kimseyi daldığı yanlıştan çıkarmaz, çıkmak isteyecekler ki çıkarsın. Siz düşünün, birisi bir kuyuya düşmüş, adama diyorsun ki, elini uzat da seni buradan çıkarayım, git işine diyor. Ne yaparsın? Çıkarabilir misin onu o kuyudan? “Ulâike cezâuhum”
İşte buradan bakın İslam alemi bugün niye perişan, niye birbirlerini boğuyorlar? Allah’ın bu kadar nimetine rağmen neden bu karda, kışta, kıyamette o çocuklar çıplak ayakla, naylon çadırların içerisinde? Gerçekten bunda hepimizin sorumluluğu var, bunlarla uğraşmamız lazım, onlarla mutlaka ilgilenmemiz lazım. Ama niye böyle? Neden İslam aleminde de diğer taraflarda değil bu? Asıl soru o yani. Diyor ki bakın Allah-u Teala,
“Ulâike cezâuhum”
“bunların cezası şu” Elinizde kitap olmasına rağmen böyle mi davranıyorsunuz?
“enne aleyhim lağnetallâh”
“Allah’ın laneti bunların üzerindedir” Allah’ın laneti bunların üzerindedir.
Niye batılılar, niye şunlar bunlar, bu sıkıntıyı çekmiyor da Müslümanlar çekiyor. Çünkü onların elinde Kur’an gibi bir nimet yok ki. Böyle bir nimet olmadığı için Allah-u Teala cezayı mü’minlere veriyor. Siz misiniz elinizde…. Dedi ya ayette, İsra 15’te,
(17/ İsra 15)
“ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ”
“Rasul göndermeden azap etmeyiz”
Bu kitap elimizde olması hem çok büyük bir nimet, hem de çok büyük bir sıkıntı kaynağı. Uyarsan Allah-u Teala hakimiyet sözü veriyor, uymazsan işte böyle rezil oluyorsun. Hem dünyada hem de ahrette.
(3/ Ali İmran 87- 91)
“Ulâike cezâuhum enne aleyhim lağnetallâh vel melâiketi ven nâsi ecmeîn”
“Allah’ın laneti, meleklerin laneti, tüm insanlığın laneti onların üzerinedir”
Niye tüm insanlık? Çünkü bu kitap senin elinde. Yani şuna benziyor, işte orada çocuklar ayakkabısız, çorapsız, karın üzerinde, sen evinde keyifte yatarken onun hesabı sana sorulmayacak mı? O zaman senin elinde Kur’an var, öbür insanların elinde bu yok. Bunu niye onlara götürmüyorsun? Onlara götürmen gerekirken sen de okumuyorsun kardeşim. Onun için bütün insanlığın laneti senin üzerindedir. Sen ne kadar Allah’ın kuluysan o da o kadar Allah’ın kulu, onun da bu Kur’an’ı Kerim’e ihtiyacı var, götürmen lazım.
“Hâlidîne fîhâ”
“Bunların bu lanette olmaları süreklidir” diyor Allah. Sürekli lanet içinde kalacaklardır diyor.
“lâ yuhaffefu anhumul azâb”
“Siz bu sıkıntının hafifletileceğini beklemeyin” O azap onlardan hafifletilmez.
“ve lâ hum yunzarûn”
“Yüzlerine de bakılmaz”
Siz kendi kendinize gelin güveyi olun, başkalarını beğenmemeye devam edin, hiç kendinizin ne halde olduğunu… hiç aynaya bakmıyorsunuz, acaba Allah’ın kitabına uyuyor muyuz? Uymuyor muyuz? Diye. Peki hiç mi kurtuluş yok?
“İllellezîne tâbû mim bağdi zâlik”
“Bütün bunlardan sonra dönüş yapanlar başka”
Ciddi bir dönüş lazım, yüz seksen derecelik bir dönüşe ihtiyacımız var Müslümanlar olarak. Bu yanlış bir yol, bu yoldan dönmek zorundayız. Allah’ın kitabına dönmek zorundayız.
“ve aslehû”
“ve durumlarını düzeltenler başka”
“feinnallâhe ğafûrur rahîm”
“İşte o zaman Allah ğafurdur, sizin bütün hatalarınızın üstünü örter, merhametlidir, size her türlü ikramda bulunur” Kapılar açılır o zaman. Ama peki,
“İnnellezîne keferû bağde îmânihim”
“İnandıktan sonra kafir olan”
“summezdâdû kufre”
“her geçen gün küfrü artırıyor”
Her geçen gün yeni ilahlar ortaya çıkarıyor, falan efendi ilah oluyor, filan efendi ilah oluyor. Falan büyüğümüz şöyle dedi, filan büyüğümüz şöyle dedi, yok işte bugünlerde biliyorsunuz törenler mörenler falan filan. Oh ne güzel. Televizyonlar ağzına kadar şeylerle dolu. Siz biraz zor iflah olursunuz. Zor iflah olursunuz. Allah’ın kitabını anlatanları görmeyin, ama hurafe pompalayanları baş tacı yapın, görürsünüz. Aklınız başınıza gelmez.
“İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffâr felen yugbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben”
“Yeryüzünü dolduracak kadar altın verseler hiçbirisinden kabul edilmeyecektir” Ahirette altının bir değeri yok çünkü.
“ve leviftedâ bih”
“bunu kendisini kurtarmak için vermiş olsa bile” Geçtikten sonra ne olacak?
“ulâike lehum azâbun elîm”
“Bunlara acıklı bir azap vardır”
“ve mâ lehum min nâsırîn”
“Kimse de onlara yardım etmez”
Şimdi bakın işte Suriye’deki problem için batılılardan, Hıristiyanlardan yardım bekleniyor. Ediyorlar mı?
Evet, şimdi tekrar ayetimize gelelim ve dersin bu bölümünü bitirmiş olalım.
(3/ Ali-imran 33-34)
“İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle ımrâne alel âlemîn”
“Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini aleme üstün kıldı”
Neyle? Kendi kitabını vermekle. Yani çünkü onlara da kitap indirilmişti. Peki bize de bu kitap indirildi, demek bizim de bir üstünlüğümüz var elbette. Ama kıymetini bilmezseniz… Kur’an’ı Kerim’in büyük bir bölümü israiloğullarının yanlışlarını anlatıyor. Halbuki o israiloğulları İbrahim As’ın soyundan gelen insanlardır. Soy neyi ifade eder ki? Yani bizim bir katkımız var mı? Benim babam şu, anam şu, bunu seçmede benim bir yetkim var mı? Öyleyse bu bana ne artıdır, ne de eksidir. Sen, senin yapabildiğin şeyle sorumlusun.
“Zurriyyeten bağduhâ min bağd”
“Birisi diğerinin soyundan”
“vallâhu semîun alîm”
“Allah işitir ve bilir” Öyleyse yapacağımız nedir? Doğru gitmek.
Bakın gözümüzün önünde büyük de bir örnek var, israiloğulları örneği var, işte az önce söylediğim gibi. İsrailoğulları örneği var. İsrail kimin adı biliyor musunuz? Yakup As’ın. Yani israiloğulları Yakup As’ın on iki oğlunun soyundan gelendir. Soy sop olarak gayet güzel. Ama ne yapar ki? Ne olur ki yani? Ne olur? Şimdi onlar bugün Kur’an’ı Kerim’e inanmak zorunda değiller mi?
Bizim şimdi Kitap ve Hikmet dergimizin yeni sayısı çıkıyor, herhalde yılbaşında. Değil mi? Allah nasip ederse. Arkadaşlarımız onu namaz sayısı olarak ayırmışlar. Geçende Vedat da şey yapmış, israil’den birisiyle irtibata geçmiş. Onların kıldığı namazları tekbiriyle, kıyamıyla, kuuduyla, rükusuyla, secdesiyle resimleyerek yeni sayıda inşallah yayınlayacağız. Göreceksiniz ki, her şeyi bizimle aynı. Nasılsa bir tek yatsı namazında tek rekat diye geçiyor, orada bir problem var. İnşallah bir gün onu da çözmek nasip olur. Rekatları da aynı. Hem kılınma şekli, hem şey.
Peki onların kitapları Muhammed SAV’e inanmalarını mecbur kılmıyor mu? Peki inanmıyorlar, inanmıyorlar da ne elde ettiler? Medine’de Rasulullah’a inanmayınca Medine’deki hakimiyetlerini kısa sürede kaybetmediler mi? Kısa sürede. Dört sene içerisinde hepsi oradan silinip süpürülmedi mi? Yani sürekli Almanya’daki o Nazi kamplarında başlarına neler geldiğini… Hala… bilmiyorum son herhalde son çekenlerden birisi ölmüştü galiba değil mi? Neyse yani çok yakın bir zamanda olan bir şeydir. Bakın onlarla ilgili Allah-u Teala ne diyor? İnanmadıkları takdirde başlarına gelecekler. Araf suresinin 167. Ayeti. 7. Sure, 167. Ayet.
(7/ Araf 167)
“Ve iz teezzene rabbuk”
“Rabbin şunu ilan etmiştir”
“leyeb’asenne aleyhim ilâ yevmil gıyâmeh”
Hani az önce okudum ya, siz yanlışlara devam ederseniz… Aynısı işte Müslümanlar için de geçerlidir, yani bunu Yahudilere mahsus olarak almayın lütfen. Çünkü az önce okuduğum o son ayet bunun bizim için de geçerli olduğunu gösteriyor.
“Ve iz teezzene rabbuke”
“Senin Rabbin şunu ilan etmiştir”
“leyeb’asenne aleyhim ilâ yevmil gıyâmeh”
“kıyamet gününe kadar elbette onlara gönderecek”
“men yesûmuhum sûel azâb”
“Onlara azabın en çirkinini tattıracak birisini gönderecek”
“inne rabbeke leserîul ıgâb”
“Senin Rabbin cezayı çok çabuk verir”
“ve innehû leğafûrur rahîm”
“o elbette ki ğafur ve rahimdir”
O zaman şimdi Müslümanların çektiklerini buradan hareketle değerlendirelim ve aklımızı başımıza toplayalım. Elimizde yani Cenab-ı Hakk’kın seçmiş olması çok güzel bir şey de, verilen nimetin kıymetini bilmediğiniz zaman işte öyle olur. Zeki olmak çok iyi bir nimet değil mi? Ama zekanı nerede kullandığın önemlidir. Güçlü olmak Allah’ın nimetidir, gücünü nerede kullanıyorsun kardeşim? Zengin olmak Allah’ın nimetidir. Ama onu nerede kullanıyorsun? Muhtaçları kurtarmak için de kullanabilirsin, yardım için de kullanabilirsin, o muhtaçların ezilmesi için de kullanabilirsin. Evet. Buna dikkat edelim. Demek ki sonuç olarak Cenab-ı Hakk’ın seçmiş olması aslında bir nimet ama o nimeti bizim kullanmamıza göre sonuç doğacak. İyi kullanırsak iyi, kötü kullanırsak kötü, bu nebiler için de öyle, bizim için de öyle. Cenab-ı Hakk iyi kullananlardan eylesin.