Şimdi, bugün Ali İmran suresinin 21 ve devamı ayetler, sırası gelen ayetler ama, bütünlüğü sağlamak için dersimize 19. Ayetten başlıyoruz. Bugünkü konumuz da ilgili ayetlerde Allah’ın kitabında yazılanlara teslim olup olmama hususunda odaklanıyor. Allah-u Teala 19. Ayette şöyle diyor.
(3/ Ali İmran 19)
“İnneddîne ındallâhil islâm”
“Allah katında din İslamdır” Yani O’na teslimiyettir. Allah ne demişse o diyebilmektir.
“Ve mahtelefellezîne ûtul kitâbe illâ mim bağdi mâ câehumul ılmu bağyem beynehum”
“kendilerine kitap verilenlerin farklı görüşlere düşmeleri bu bilgi kendilerine geldikten sonra olmuştur”
Yani siz insanları Allah’ın kitabına çağırmaya başladığınız an o kitaba uyduğunu söyleyenler arasında ihtilaf başlıyor. Geçen hafta anlatmıştık. Biz bir zamanlar, mezhepler arası geçiş olur mu, olmaz mı onu tartışıyorduk. Ona telfik deniyordu. Herkes şu konuda kesin bir kanaate sahipti ki, mezhep imamları Kur’an ve sünnetin dışında herhangi bir görüşü ortaya koymazlar. Aradaki içtihat ve anlayış farkıdır. O zaman siz herhangi bir mezhebe bağlıysanız, o mezhebin doğru olduğuna inanıyorsunuzdur. Başka mezhebe uydunuzmu yanlış olduğuna inandığınız görüşü uymuşsunuz diyerek karşı çıkarlardı. Onu savunanlar da derdi ki, kardeşim, bunların her birisi de son derece saygıdeğer insanlar, büyük İslam alimleridir. Bu alimlerden birisinin kendine göre doğru dediği diğerine göre yanlış olabilir ama, bizim için her birisi de önemli olduğundan hangisinin görüşünü alırsak doğru bir şey yapmış oluruz.
Şimdi yıllarca bu konular tartışıldı durdu, ne zamanki Kur’an okunmaya başlandı, mezhepler Kur’an’ı Kerim’le karşılaştırılmaya başlandı, bu defa yanlışlar ortaya çıktı. Mezheplerin görüşlerinin Kur’an’a uymadığı ortaya çıktı. Yanlışlık bilgisi tamamen bilinir oldu, herkes yanlışları öğrendi ve bildi. O zaman bir kısmı o mezheplere… hatta büyük bir kısmı o mezheplere tutunmaya devam ediyor. Geçmişten gelen din anlayışını bırakmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bir kısmı da, tamam Allah ne demişse o olur diyor. Yani bir kısmı Allah’ın dediğine teslim oluyor, bir kısmı da gelenekte çakılıp kalıyor. Onun için burada Allah-u Teala diyor ki,
“ve mahtelefellezîne ûtul kitâbe illâ mim bağdi mâ câehumul ılm”
“Bu bilgi kendilerine geldikten sonra, kendilerine kitap verilenler ihtilafa düştüler” Niye böyle yaptılar?
“bağyem beynehum”
“Aralarındaki bağiyden dolayı”
Mesele şu. Aslında, söylenenlerin yanlış olduğunu kimse ortaya koymuyor. Dikkat ederseniz, şu konuda yanlış yapıyorsunuz diyen yok. Ama işin esası şu. Canım şimdiye kadar hiç kimse bilmiyordu da siz mi biliyorsunuz? Bu nereden kaynaklanıyor? Bizim hocalarımız sizi döver. Benim babam seni döverden kaynaklanıyor. Benim babam senin babanı döver.
Bu Tarikatçılığa Bakış kitabının yazılmasına sebep olan görüşmeler var. Mahmut Efendi, Cübbeli Ahmet ve diğerlerinin bulunduğu toplantıda Mahmut Efendi bana demişti ki, senin bilgin mi daha çok, İmam Rabbaninin mi? Dedim vallahi hiç düşünmemiştim. Ama bana göre benim bilgim ondan daha fazla dedim. Fakat bırakalım, boş verin, bir terazi getirin, bir tarafa benim bilgimi koyalım, bir tarafa da İmam Rabbani’nin bilgisini. Hangisi daha ağır basıyorsa ona göre hareket edelim. Sonra dedim, bu ne biçim bir sözdür? Yanlış bir şey söylüyorsam cevabını verin. Bu sizin dediğinizi sokak çocukları yapar dedim, benim babam senin babanı döver demiş oluyorsunuz. Olur mu böyle bir şey? Şimdi, burada bir bilgi yarışması yapılmıyor, insanlar Allah’ın kitabına çağırılıyor. Gelin, Allah-u Teala ne demişse öyle yapalım. Ondan sonra dedi ki, sen Abdulkadir Geylani’ye inanmıyorsan seninle yapacağımız hiçbir şey yok. Ben de dedim, Abdulkadir Geylani’ye inanmak imanın kaçıncı şartı? Dedim.
Şimdi, ne oluyor biliyor musunuz? Bütün mesele şu. O kim? Bu kim? Ya bunu bırakın, burada eğer herhangi birisi “gelin bana inanın” diye çağırıyorsa bir kere, bana inanın diye çağıran bir kişinin arkasından gidilmez. Ama diyorsa ki, “gel Allah’ın kitabına inan” diyorsa, tamam elbette Allah’ın kitabına inanacağız. Peki Allah’ın kitabından okuduğu ayete yanlış mana veriyorsa, o ayeti yanlış anlıyorsa şunu söylersin. Bak bu ayet böyle değildir, sen böyle anlıyorsun. Söylenecek o değil mi? Ama öyle söylenmiyor bugün, tamamen duygusal, işte bütün mezhepleri tanımıyorsunuz, geçmişi inkar ediyorsunuz. Ya kardeşim Allah-u Teala neden sorumlu tutacak bizi? Eğer Ebu Hanife’den sorumlu tutacağına dair bir deliliniz varsa elinizde, getirin. Ahmet bin Hanbel’den, İmam Malik’ten. Efendim bu zatlar yaşamış gitmiş, bunlar yanlış mı yapmış? Bu zatların yanlış yaptıklarını söylememiz mümkün değil. Niye? Biz onların hiçbirisini tanımıyoruz ki. Ama bugün onlara nisbet edilen kitaplar var. Onlar şöyle şöyle demiştirler deniyor. Gerçekten demişler mi, dememişler mi onu da bildiğimiz yok. Belki onlara iftira edilmiştir.
Şimdi, mesela işte İslam aleminde böyle bir yapı var. İsa As gibi bir nebi-rasul, bugün insanlara nasıl tanıtılıyor? Kendisini Allah’ın oğlu olarak tanıtan bir şey ve tanrılaştırılıyor. Bunda İsa As’ın suçu var mı? Ama işte insanlar böyle. İşin esası ne? Bağiy, bak bağyen beynehum. Bağyen beynehum, (3/ 19) çok önemli bir şeydir. Bağyen beynehum ne demek? Yani “hakimiyet bizde kalsın, üstünlük bizde kalsın.” Yani şimdi biz üstünlüğü onlara mı teslim edeceğiz? Ya kardeşim, üstünlüğü bana teslim edin diyen varsa etmeyin elbette, burası bir dünya iktidarı değil ki.
Dün iki kişi geldi, iki hoca. İşte bu kader tartışmalarından sonra Süleymaniye Vakfının itibarı bayağı sarsıldı dedi. Dedim ki, vallahi biz itibar peşinde değiliz ki, sarsılıyorsa sarsılsın. Etrafımıza insanlar toplansın diye bir gayret içerisinde değiliz. Doğruları söylemeye çalışıyoruz. Kayboluyorsa olsun kardeşim. Bu tür şeylerle değil de, söylediğiniz şu şeyler yanlış deyin, tamam düzeltelim kendimizi. Aksi takdirde Yunus As’ın tek başına kalmış olması, Yunus As’ın başarısızlığı olarak gösterilmesi lazım. İsa As’a topu topuna işte on iki havari, onlardan bir tanesi de yerini söyledi, on bire düştü. Peki İsa As’ı Cenab-ı Hakk başarısız mı sayıyor? Onun için bu yola girenler… işte bu bağiy kelimesi çok mühimdir. İtibarımız kaybolmasın. Şimdi de ne kadar geçmişe sarılanlar varsa, bu defa şimdi birbirlerine sarılarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bu da uzun sürmeyecek elbette, bir müddet sonra o da bitecek Allah’ın izniyle. Şimdi diyor ki burada Allah-u Teala, (3/ Ali İmran 19)
“ve men yekfur biâyâtillâhi feinnallâhe serîul hısâb.”
“Kim Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse, şunu bilsin ki Allah hesabı çabuk görür.”
Yani şimdi siz Allah’ın ayetini okuyorsunuz, sen böyle diyorsun diyor. Ya bu benim sözüm değil Allah’ın sözü, yok diyor sen böyle diyorsun. Allah Allah! Şimdi, “o Allah’ın sözü değildir” diyemiyor, tıpkı İblis gibi. Yani İblis, ya Rabbi ben senin emrini tutmam dedi mi? O kim, ben kim! Dedi. Yani Adem’i küçük görmeye çalıştı, topu taca atmak derler ya. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Güzel, yaratan bensem, emri de ben veriyorum. Sanki emri Adem veriyormuş gibi bir hava ortaya koydu. Dikkat ederseniz, iblise bakın.
Mesela siz sıradan insan, çok iyi düşünmeyen kişilere sorun, hatta tefsirlerin bir çoğuna bakın, büyüklendiğinde kime karşı büyüklendi diye sorarsanız ne cevap verirler? Adem’e karşı derler. Hayır ne cevap verirsiniz demedim. Ne cevap verirler dedim. Adem’e karşı büyüklendi der. Çünkü öyle gösteriyor. İşte bu da aynı yapı. Bakın İblis, -bu cumartesi dersimizi dinleyenler artık iyice görmüştür- bir melek. Adem As’ı kıskandığı için yoldan çıkıyor, Allah’ın emirlerini görmezlik ediyor, sanki o emri Adem vermiş gibi yapıyor. İşte burada da, bağyen beynehum aynı şeydir. İblisi yoldan çıkaran neyse, bugünkü Müslümanların büyük bir bölümünü yoldan çıkaran da odur. O kim? Biz kim? Allah Allah. Ya eğer kendine çağırıyorsa bunu söyle, zaten at gitsin ya, çöpe at. Ama Allah’ın ayetleriyse, ne yapacaksın? Evet. Bak
“ve men yekfur biâyâtillâhi”
“kim Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse”
“feinnallâhe serîul hısâb.”
“Allah hesabı çok çabuk görür”
Gerçekten ben, bu yola girdikten sonra, şok üstüne şoklar yaşadım. Yani Kur’an’ı Kerim’e uyma konusunda çok hassas düşündüğüm nice insanlar Kur’an’ı Kerim’i çok rahatlıkla dışlayabildiler. Yani inanılır gibi değil. Gerçeği anlayıp kavradıktan sonra. İşte bunlar hep böyle.
Bak “ve men yekfur biâyâtillâh” Kim? Kendilerine kitap verilenler. Bugün Müslümanlar kendilerine kitap verilenler değil mi? Bu bilgi kendilerine geldikten sonra, beyler yaptığınız Kur’an’a uymuyor dedikten sonra ihtilaflar ortaya çıkıyor. Evet. “Kim Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse, Allah hesabı çabuk görür.” Peki
(3/ Ali İmran 20)
“fe in hâccûke”
“Sana delil getirmeye kalkışırlarsa” Ne yapıyor? Kendilerini ispatlamaya gayret ediyorlar.
Şimdi dün birisi diyor ki, Allah zamandan münezzehtir, mekandan da münezzehtir. Yani Cenab-ı Hakk’ın zaman, geçmiş, gelecek, şimdi birdir. Peki buna dair bir tek ayet bana söyler misin? Öyledir. Bunu kim söylüyor öyledir oldu. Kim söylüyor? Cenab-ı Hakk insanların yapacaklarını bilir. Bir tane ayet söyle bana. Öyledir. Bunu kim söylüyor? Ya sen kendi kafana göre bir Allah tanımı yapıyorsun, Allah’a rol biçiyorsun, ayetleri ona uydurmaya çalışıyorsun. İşte delil getirilmeye çalışılıyor. Ya ne oluyor kardeşim? Ondan sonra da diyor ki, Cenab-ı Hakk kavranamaz. E kavranamazsa sana ne oluyor? Allah’ın ayetine uysana. Niye sen Allah’ın ayetini sağa sola çekiyorsun?
“Fein hâccûke”
“Sana delil getirmeye kalkışırlarsa”
“fegul eslemtu vechiye lillâhi”
“Ben kendimi Cenab-ı Hakk’a teslim ettim de”
İşte İslam bu, ben yönümü Allah’a çevirmişim kardeşim, Allah ne emrederse başüstüne.
“vemenittebeani”
“Bana tabi olanlar da öyle yapmışlardır”
“ve gul lillezîne ûtul kitâbe vel ummiyyîn”
“Kendilerine kitap verilmiş olanlara şunu söyle, ümmilere de”
Şimdi kendilerine kitap verilmiş, bu defa ümmileri de katınca ikiye ayrılıyor bu. Ümmi ne? Az önce söylediğim gibi bir zamanlar bizim olduğumuz şekil. Evet İstanbul Müftülüğünde fetva verecek noktaya gelmişiz ama; “hangi fetva, hangi ayete dayanıyor? Doğru mu? Yanlış mı?” Diye birisi sorsa, vereceğimiz cevap şu. Sen kimsin ki bize soru soruyorsun? Gerçi Allah’a şükür öyle bir şey söylediğimi hiç hayatta hatırlamıyorum ama, cevap budur. Neden cevap bu? Çünkü; ya kardeşim bizim ulemamız kılı kırk yarmış, hiç mümkün mü Ebu Hanife’nin, İmam Şafii’nin, Ahmet bin Hanbel’in Kur’an’a aykırı bir fetvası olsun? O Ebu Hanife ki, kırk yıl yatsının abdestiyle sabah namazını kılmış. Gerçi ben onu hayatta hiçbir zaman söylemedim, bunu söyleyenlere derdim ki, böyle bir adam ancak aptal bir kişi olur, Ebu Hanife olmaz. Çünkü Rasulullah’ın, öyle bir kere yaptığına dair bir şey gösterebilir misiniz? Kimin peşinde bu? Evet.
Bizim ulemamız Kur’an’a yüzde yüz uymuştur diyen, ama işin esasını bilmeyenler. Çünkü Bakara suresinin 78. Ayetinde Allah-u Teala diyor ki,
(2/ Bakara 78)
“Ve minhum ummiyyûne lâ yağlemûnel kitâb”
“İçlerinde ümmiler vardır, bunlar kitabı bilmezler”
Yani Kur’an’ı bilmezler, kendilerine din diye anlatılanın hangisi Kur’an’a uyar, hangisi uymaz bilmezler.
“illâ emâniyye”
“Sadece birtakım kurguları vardır” Öyledir canım, elbette….falan demek.
“Ve in hum illâ yezunnûn”
“Bunlar sadece zannederler”
İşte ümmiler bunlar. Bir de kendilerine kitap verilenler, yani kitabı biliyor, en azından bir konuda biliyor ki bu Allah’ın emrine uygun ya da değil. Diyor ki burada,
(3/ Ali İmran 20)
“ve gul lillezîne ûtul kitâbe vel ummiyyîn”
“o kitap verilenlere ve ümmilere söyle”
Yani din diye uyguladıkları şeyin Kur’an’a uyup uymadığını bilmeyen kişilere ve bilenlere söyle.
“eeslemtum”
“Siz de teslim oldunuz mu?” Allah ne diyorsa o diyebiliyor musunuz?
“fein eslemû fegadihtedav”
“teslim olmuşlarsa onlar da yola gelmişlerdir”
Çünkü İslam bu, ama! dediğin zaman olmaz. Şimdi bizim ulemamız hep yanlış yolda mı? Sana ne, hesabını sen mi vereceksin? Sen kendi hesabını vereceksin. Ya yanlış yoldaysa ne yapacaksın? Neden rahatlıkla Hıristiyanların, Yahudilerin ulemasının yanlış yolda olduğunu söylüyorsun, böyle zevkle, keyifle söylüyorsun da senin uleman yanlış yolda olamaz mı? E ama o bizim. E onlar da, o bizim diyecek.
“Fein eslemû fegadihtedav”
“eğer teslim olurlarsa yola gelmişlerdir”
“ve in tevellev”
“eğer yüz çevirirlerse”
Yani tamam Kur’an’ı Kerim’e kurban olayım ama…. falan filan diyorlarsa… O zaman ne yapacaksınız?
“feinnemâ aleykel belağ”
“Sana sadece tebliğ düşer” Söyle geç, canı isterse.
“vallâhu basîrum bil ıbâd”
“Allah kullarını görmektedir”
Çünkü sen hiç kimseyi zorla yola getiremezsin, bu imkansızdır. Anlatırsın, karar karşı tarafın, ister kabul eder, ister etmez.
(3/ Ali İmran 21)
“İnnellezîne yekfurûne biâyâtillâh”
“Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelenler” Ki bunlar tabi Yahudiler’de çok olmuştur.
“ve yagtulûnen nebiyyîne biğayri hagg”
“Haksız yere nebileri öldürenler”
“ve yagtulûnellezîne yeé’murûne bil gıst”
“Bir de herkesin hakkını teslim edilmesini isteyenleri öldürenler”
Ya insanlara haksızlık yapmayın bak, herkesin hakkını verin, yapmayın, dendiği zaman öldürenler. Çünkü herkes doğrudan yanadır, herkes adaletten yanadır ama kendi lehine olursa. Kendi aleyhine odlumu, o aleyhine olan şey ne adalettir ne de doğruluktur. İşte doğrudan yana olmak onun için zor bir şeydir.
“Ve yagtulûnellezîne yeé’murûne bil gıst”
“kıstı emredenleri öldürenler”
Kardeşim dürüst davranın, insanların hakkını yemeyin, bak haksızlık ediyorsunuz diyenleri öldürürler.
“ve yagtulûnellezîne yeé’murûne bil gıstı minen nâsi febeşşirhum biazâbin elîm”
“Onlara de ki, müjde, müjde!” Ne oldu? “Acıklı bir azaba çarptırılacaksınız”
Böyle müjde mi olur? E sen ancak böyle müjdeyi hak edersin. Sana başka bir şey olmaz.
(3/ Ali İmran 22)
“Ulâikellezîne habitat ağmâluhum fid dunyâ vel âhırah”
“İşte bunların yaptıkları dünyada da ahirette de yanmıştır”
Ne demek? Bunlar birçok hayırlı işler elbette yapıyorlardır. Hocam öyle söylüyorsun ama bak şu kadar Kur’an kursu açıyor, şu kadar talebeye yardım ediyor. Tamam, doğrudur. Fakat asıl hedef ne? Cemaatini mi büyütmek? Çevresini mi büyütmek? Neyse… Yoksa Allah’a teslim olmak mı? Onun için bak ne diyor?
“habitat ağmâluhum”
“ Amelleri var. Ama yandı.”
Çünkü barajı geçemiyorlar. Şirkten kurtulamıyorlar. Allah’ın emrini birinci sıraya alamıyorlar. Allah’ın yanında başka… Allah’ın emrinin önüne aldıkları emirler var. Evet.
“Ulâikellezîne habitat ağmâluhum fid dunyâ vel âhırah ve mâ lehum min nâsırîn”
“Dünyada da ahrette de onların yaptıkları yanmıştır, amelleri yanmıştır, onlara yardım edecek hiç kimse de yoktur”
(3/ Ali İmran 23)
“Elem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâb”
Şimdi bu ayetler tabii ki, öncelikle Yahudilerle ilgili inmiştir ama bizimle de alakası… hiç fark etmez ki, sistem aynı sistemdir. Yani Allah-u Teala ne diyor Şura suresinin 13. Ayetinde?
(42/ Şura 13)
“Şeraa lekum mined dîni mâ ves sâ bihî nûhan”
“Allah Nuh’a neyi emrettiyse sizin için bu dinin şeriatı yaptı”
Dolayısıyla fark yok. Bu Kur’an’ı Kerim’de geçiyor.
(3/ Ali İmran 23)
“Elem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâb”
“Şu adamları görmedin mi? Kitaptan bir nasipleri var.”
Ayetleri okumuşlar, ezberlemişler, kavramışlar, öğrenmişler… Biliyorlar.
“yud’avne ilâ kitâbillâhi liyahkume beynehum”
“Allah’ın kitabına çağırıyorlar, gel ayetlere bakalım, aramızda ayetler hakem olsun” Böyle diyorsunuz.
“summe yetevellâ ferîgun minhum ve hum muğridûn”
“Bakıyorsunuz ki, onlardan bir grup gerisin geri dönmüş kaçınıyor”
Sıvışmaya çalışıyor oradan, ben biliyorum, ediyorum falan demeye başlar. Kardeşim sen biliyor musun, bilmiyorsun demiyorum. Gel aramızda Kur’an’ı Kerim hakem olsun. Şimdi bu ehli kitapla ilgili olduğu için onunla ilgili söylüyor ama, bizimkilerde de aynı şey var.
(3/ Ali İmran 24)
“Zâlike biennehum gâlû”
Ben şimdi Kur’an dedim, çünkü Allah’ın kitabı aynı kitaptır, fark etmez ki. Nuh As’dan itibaren bütün kitaplar aynı kitap.
“Zâlike biennehum gâlû”
“Bu şundan dolayı, şöyle derler”
“len temessenen nâru illâ eyyâmen mağdûdât”
“Ateş bize dokunsa dokunsa birkaç gün dokunur”
Yani cehennemde kalsak kalsak birkaç gün kalır çıkarız.
“ve ğarrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn”
“Kendi iftiraları, kendi dinlerinde kendilerini aldattı”
Kendi uydurdukları şey. Sen Allah’ın ayetini ikinci plana koyduğun an, İblisle aynı konuma geliyorsun. Kendi uydurdukları neler? Bizi Rasulullah kurtaracak. Haşa. Gel şefaat eyle kemter kuluna!! Bizi efendi kurtaracak! Bizi falan filan… Ya peki Allah Allah. Allah-u Teala da diyor ki,
(82/ İnfitar 19)
“Yevme lâ temliku nefsun linefsin şey’â,” (İnfitar suresi 19. Ayet 82/19)
“o gün kimsenin kimsenin lehine hiçbir şeye gücü yetmez” diyor.
“vel emru yevmeizin lillâh”
“O gün emir irade Allah’a mahsustur”
Kendi uydurdukları şey kendilerini aldatıyor. Size söylenen bir söz var mı?
(3/ Ali İmran 24)
“ve ğarrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn”
“Yaptıkları bu iftira kendi dinlerinde onları aldattı”
Yani kendi eştikleri kuyuya kendileri düştü. Zaten bir insanın kendinden daha büyük düşmanı olmaz.
(3/ Ali İmran 25)
“Fekeyfe izâ cemağnâhum liyevmin lâ raybe fîh”
“olacağından en küçük şüphe olmayan o gün bunları bir araya getirdiğimiz zaman ne olacak?
“ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet”
“herkese kazandığı tastamam verilecek”
“ve hum lâ yuzlemûn”
“Bunların hiçbirisine haksızlık yapılmayacaktır”
Şimdi burada, bir şey konusunda size birkaç kelime söylemek istiyorum. Bakın yukarıda okuduğumuz ayetlerden birisinde, 21. Ayette şöyle bir şey geçti.
(3/ Ali İmran 21)
“İnnellezîne yekfurûne biâyâtillâh”
“Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelen”
“ve yagtulûnen nebiyyîne biğayri hagg”
“nebileri haksız yere öldürenler”
Peki nebileri haksız yere öldürmek ne demek? Yani haklı yere öldürülebilir mi nebi? Şimdi, aslında Müslümanlar da nebileri öldürmüştür biliyor musunuz? Bu Yahudilerle ilgilidir. Müslümanlar da nebileri öldürmüştür. Zihinlerinde öldürmüşlerdir. Çünkü nebiyle rasulun farkını ortadan kaldırmışlardır. Rasule itaat eden Allah’a itaat eder diye ayetler var.
(4/ Nisa 80)
“Men yutıır rasûle fegad etâallâh” Şimdi
“Rasule itaat eden Allah’a itaat eder”
Rasul neydi? Elçi. Kendi sözünü söyleyene elçi denir mi? Denmez. O zaman rasul sıfatıyla kimin sözünü söylemiş oluyor? Allah’ın.
Türkçemizde de öyle. Bir adam elçi olarak bir kızı bir delikanlıya istemek için gitse, o ev sahibi de dese ki, mesela yaşlı bir adam diyelim, altmış yaşında bir adam, on sekiz yaşındaki bir kızı delikanlıya istemek için gitse, birisi de dese ki, yaşından utanmıyorsun bu gencecik kızı istemeye geliyorsun dese, ne derler? Ya sen kafayı mı yedin? derler değil mi. Ben elçiyim ya. Ben kendi sözümü söylemiyorum, ben falanca için istiyorum, o kadar. Onun sözünü size naklediyorum. Dolayısıyla Allah’ın rasulü de elçi olarak kimin sözünü nakleder? Allah’ın. O zaman o söze itaat kime itaat olur? Allah’a itaat olur. Ama siz tutarsınız da, Muhammed’e itaat Allah’a itaattir derseniz, o zaman işi bozmuş olursunuz. Çünkü Allah-u Teala rasullerine hep şunu söylettirmiştir.
(18/ Kehf 110)
“İnnemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye”
“Ben de tıpkı sizin gibi bir insanım, ama bana vahiy geliyor”
Yani ben vahiy alıyorum, farkım o. Peki vahyi tebliğ etme konusu? Tebliğ etme konusunda her müslümanın görevi vardır. İşte vahiy burada. (Kur’an’ı Kerim’i göstererek) Bunu rasulullah… herkes alacak değil ki, bir kişi almalı. Cenab-ı Hakk Muhammed SAV’i seçmiş, her bakımdan güvenilen, son derece saygın bir zatı seçmiş, ona kendi kitabını indirmiş, o zat Allah’ın nebisi olmuş. O zat Allah’ın rasulü olarak Allah’ın kitabını tebliğ etmiş. Peki bu hata etmez mi? Etmez efendim. O zaman bu ayetler hatalı öyleyse.
(3/ Ali İmran 21)
“ve yagtulûnen nebiyyîne biğayri hagg”
“Nebileri haksız yere öldürenler”
Peki haklı yere öldürürse ne olur? Öyle şey olur mu? Ya bırak kardeşim!
Kur’an’ı Kerim’in, mesela 60. Surenin 12. Ayetini bir açalım lütfen. Burada Cenab-ı Hakk… 550. Sayfa. Bak diyor ki burada,
/60/ Mumtehine 12)
“Yâ eyyuhen nebiyyu” Bak nebi kelimesiyle söyleniyor, ey nebi! Ey rasul değil, ey nebi.
“izâ câekel mué’minâtu yubâyiğneke”
“Mümin kadınlar sana beyat etmek için gelirlerse”
“alâ el lâ yuşrikne billâhi şey’en”
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla” Bir.
“ve lâ yesrıgne”
“hırsızlık yapmamak” Bazı hanımlar kocalarından çalarlar.
“ve lâ yeznîne”
“zina etmemek şartıyla”
“ve lâ yagtulne evlâde hunne”
“Kendi evlatlarını öldürmemek” Kadınların çokça işlediği suçlardandır bu da.
“ve lâ yeé’tîne bibuhtânin yefterînehû beyne eydîhinne ve erculihinne”
“elleri ayaklar arasında, yani gayrimeşru bir şekilde hamile kalıp da bunun babası falandır diyerek ya da başkalarından hamile kalıp kocasının çocuğu şeklinde davranış da göstermesin” Ondan sonra ne diyor?
“ve lâ yağsîneke fî mağrûfin”
“ve lâ yağsîneke”
“sana isyan etmesinler”
“fî mağrûfin”
“herhangibir marufta”
Ne demek maruf? Doğru bir şeyde. Doğru bir şey söylediğin zaman isyan etmesinler. Bak
“ve lâ yağsîneke fî mağrûfin”
Nebi sıfatıyla olduğu zaman, bir marufta sana isyan etmesinler diyor. Böyle olurlarsa,
“febâyığ hunne”
“Sen de onlarla beyat et”
Yani o kadınlara diyor ki, bak Allah’ın rasulü doğru bir şey yaparsa isyan etmeyin. Peki yanlış yaparsa? İsyan edebilirsiniz. Olmaz böyle şey! Diyebilirsiniz.
Ondan dolayı Enfal suresinin 67. Ayetinde Rasulullah’ı uyarmadıkları için diğer müminler de suçlanmışlardır. Orada şöyle biliyorsunuz. Enfal 67’yi açın isterseniz.
(8/ Enfal 67)
“Mâ kâne linebiyyin ey yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fil ard”
“Savaş meydanında düşmanı tamamen ezmeden hiçbir nebinin esir almaya hakkı yoktur”
Çünkü Allah-u Teala Muhammed 4. Ayetinde düşmanı ezmeden esir almayın diyor. Bedir’de düşmanı tamamen ezmeden esir aldılar.
(8/ Enfal 67)
“turîdûne aradad dunyâ”
“Siz dünya malı istiyorsunuz”
Bak burada önce nebiye söyledi, hiçbir nebinin almaya hakkı yoktur, sonra bütün Müslümanlara söyledi. Ya niye uyarmadınız? Demiş oluyor Rasulullah SAV’i,
“vallâhu yurîdul âhırah”
“Allah ahireti ya da daha sonrasını istiyor”
Allah istiyordu ki, Bedir’de Müslümanlar Mekke’ye girsinler. Enfal’ın 7-8. Ayetlerinde böyle
(8/ Enfal 68)
“Lev lâ kitâbum minallâhi sebega lemessekum fîmâ ehaztum azâbun azîm.”
“Eğer Allah’tan daha önce bir yazgı geçmiş olmasaydı aldıklarınızdan dolayı büyük bir azap size dokunacaktı”
Biliyorsunuz Rasulullah’ın ve Müslümanların yaptığı o davranışa Cenab-ı Hakk günah demiştir. Fetih suresi Mekke fethinin kapısı açılınca, “sana fethin önünü açtık.”
(48/ Fetih 1-2)
“İnnâ fetahnâ leke fetham mubînâ”
” Liyağfira lekallâhu mâ tegaddeme min zembike ve mâ teahhara”
“Senin önceki günahını ve ondan sonra işlediğin günahını Allah affetsin diye”
Hala duruyor, Mekke’yi o gün fethedecektin, etmedin. Ne zaman Mekke’nin fethi müyesser olduysa o zaman,
(110/ Nasr 1-3)
“izacae nasrullahi vel feth”
“Allah’ın yardımı ve fetih gelir de”
“veraeytennase yedhulune efvaca”
“insanların öbek öbek Allah’ın dinine girdiğini görürsen”
“fesebbih bihamdi rabbike vestağfirhu”
“o zaman Rabbinin her şeyi güzel yapması sebebiyle Allah’a boyun eğ, işte o zaman ya Rabbi beni affet de” Çünkü artık Mekke’yi fethettin.
Şimdi burada “ve lâ yağsîneke fî mağrûfin” ( 60/ 12) anlaşıldı mı? Bak Allah’ın nebisi de olsa yanlış yaptığı zaman ona uyulmaz. Ama rasul olarak, yani Allah’tan aldığını tebliğ ediyorsa o zaman tartışmasız, ne derse başüstüne denir. O da şeyde, Ahzab 36. Ayeti lütfen açalım. 33. Sure 36. Ayet. 422. Sayfa.
(33/ Ahzab 36)
“Ve mâ kâne limué’minin ve lâ mué’minetin”
“Bir mümin erkek ve mümin kadının hakkı yoktur ki”
“izâ gadallâhu ve rasûluhû emran”
“Allah ve rasulü bir işi kesinleştirdiği zaman”
“en yekûne lehumul hıyeratu min emrihim”
“içlerinde herhangibir tercih hakkı olsun”
Bak şimdi eğer siz rasul ve nebi farkını ortadan kaldırırsanız o zaman “hiçbir nebinin esir almaya hakkı olmaz”ın hiçbir anlamı olmaz ve Kur’an’a ters bir ifade olur. Efendim, “sana marufta isyan etmesinler”in bir anlamı olmaz. Şimdi nebiyi öldürmüşlerdir Müslümanlar derken yanlış mı söylüyoruz? Meallere bakın, hepsinde aynı. Peygamber diye anlam vermişler, nebi midir, rasul müdür belli değil. Ondan sonra ne diyor burada?
“ve men yağsıllâhe ve rasûlehû fegad dalle dalâlem mubînâ”
“Kim Allah ve rasulüne isyan ederse”
Bak fi mağruf falan yok, rasul oldumu asla karşı çıkamazsın. Niye? Allah’ın emrini söylüyor çünkü. Nebi oldumu, o Allah’ın emrine göre bir yorum yapıyor, yanlış da olabilir. Uygulama yapıyor. Nebi sıfatıyla kitap ve sünneti uygular, rasul sıfatıyla tebliğ eder. Tebliğde ne ilave, ne çıkarma yapar. Ama uygulamada hata edebilir. İşte Bedir Savaşı’nda olduğu gibi. Müslümanlar olarak karşı çıkacaksınız. Peki bu dinde Allah’ın rasulünün bile denetlenmesi gerekmiyor mu? Nebisinin, rasul sıfatıyla değil. Bakacaksınız, ayeti mi tebliğ ediyor? Bedir’de böyle yapmıştı ashabı kiram. Başlangıçta öyle yaptılar ama sonradan bunu devam ettirmediler. Konuşlanma askeri yerleştirdi, Hubab dı galiba, Hub bin el Münzir olması lazım. Ya Rasulallah askeri böyle yerleştirdiniz, bu Allah’ın emri mi? Yani rasul sıfatıyla mı yaptın? Öyleyse başüstüne. Hayır dedi, benim kendi görüşüm. O zaman yanlış ya Rasulallah, yanlış yaptın. Şimdi bakın bu ümmet nebisini denetlemek zorunda olan bir ümmettir. “ve lâ yağsîneke fî mağrûfin” Yani Allah’ın ayeti okunuyorsa hiç kimse sesini çıkarmaz. Ama oradan bir yorum çıkarılmışsa o yorumu nebi bile çıkarsa denetleyeceksin. Onun için mesela Aişe validemize soruyorlar. Rasulullah böyle demiş. Öyle demiş olamaz diyor. Kur’an’a aykırıdır. Çünkü onlar böyle yetiştirilmişlerdir. Peki bizde okuyun kitapları bakalım. Onun için az önce okuduğum ayetlerin meallerine bakarsanız bir şey anlayamazsınız, tefsirleri… çünkü nebi kavramı öldürülmüştür. Nebiyi denetlemesi gereken ümmet Sahabeyi kutsallaştırmadı mı? Efendim Sahabe’nin icması oldumu bitti, farzdır. Ya başında nebi olmasına rağmen bütün Sahabe orada olmasına rağmen Bedir’de yanlış üzerinde ittifak ettiler mi Kur’an’ın şahitliğiyle? Siz neye dayanarak diyorsunuz ki, bu ümmet hata üzerine ittifak… Yani ortaklaşa, bir yanlışta ittifak etmez. Neye dayanarak söylüyorsunuz? İşte etmişler. Efendim siz icma diye bir delil ortaya koyarsanız bu ayetlerin üzerine kapatmak zorundasınız. E şimdi, Allah’ın nebisini denetlemekle görevli bir ümmet tutar da falan alimi, filan alimi kutsarsa, o demişse doğrudur derse bu ümmet hak yolda olur mu? Bu konularda son derece dikkatli olmamız lazım.
Onun için Allah’ın ayetleri okunduğu zaman başüstüne demek zorundayız. Çünkü Allah’u Teala Enfal suresinin ilk ayetlerinde bunu söylüyor. Bak diyor ki, 176. Sayfa. 2. Ayet.
(8/ Enfal 2-3)
“İnnemel mué’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet gulûbuhum”
Ben mümin miyim, değil miyim diye kendinize sorun bakalım. Eğer bizim kararımıza bırakılacak olursa yeryüzünde bir tane kafir bulamazsınız. Herkes kendine göre dindardır. Ama Cenab-ı Hakk’a göre dindar mıyız? Şimdi Allah-u Teala ne diyor?
“İnnemel mué’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet gulûbuhum”
“Müminler şunlardır, Allah’ın adı anıldımı içleri ürperir”
“ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhû zâdethum îmâna”
“Ayetleri okunduğu zaman da imanları artar”
“ve alâ rabbihim yetevekkelûn”
“Ve Rablerine dayanırlar”
Şimdi size bir yerde Allah’ın ayeti okunduğu zaman; ha öylemi başüstüne! Mi diyorsunuz? Tamam ama, işte bu ayet aslında şöyledir… Kendi kafanıza göre bir yapı oluşturup ayetleri ona mı uydurmaya çalışıyorsunuz?
“Ellezîne yugîmûnes salâte ve mimmâ razagnahum yunfigûn.”
“Namazlarını tam kılan ve kendilerine verilen rızıktan harcayan insanlardır bunlar”
“Ulâike humul mué’minûne haggâ”
“İşte gerçek müminler onlardır”
E ayet okuduğunuz zaman nefreti artanlara mümin diyor mu Kur’an’ı Kerim? Ya da Allah’ın kitabına çağırdığın zaman fersah fersah kaçanlara Allah mümin diyor mu? Allah’ın mümin demediğine ben mi mümin diyeceğim? O zaman ben de Cenab-ı Hakk’a isyankar olmaz mıyım? Evet.
“Lehum deracâtun ınde rabbihim ve mağfiratun ve rizgun kerîm”
“Onların Rableri katında dereceleri vardır, Allah tarafından bağışlanma ve güzel bir rızık vardır”
Evet, böylece dersimizin sonuna geldik. Yalnız bakın size de bir şey söyleyeyim. Artık bu gün geçtikçe siz de farkındasınız, Süleymaniye Vakfını yalnızlaştırma çalışmaları müthiş bir şekilde, organize bir şekilde yürütülüyor. Lütfen bu çalışmalara siz katılmayın, elinizden gelen desteği verin. Neye gücünüz yetiyorsa onu yapın lütfen. Yani bu işler öyle bir iki kişinin sırtına bırakıldığı zaman, üç beş kişinin sırtına bırakıldığı zaman taşınamayacak yüklerdir. Lütfen herkes kendine düşeni yapsın. Ha bu zor geçitler hep böyle olur, geçilir, ondan sonra da bir başka zor geçit gelir. Çünkü imtihan bitmez hayat boyu. İmtihan ne zaman biter? Allah’a canını verdiğin zaman biter. Ondan sonra da hesap başlar. Peki Allah hepinizden razı olsun.