Elhamdu lillahi Rabbil alemin. Vel akibetü lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugünkü dersimizin ana konusu Müslümanların Kur’an karşısındaki tavırları. Ali İmran suresinin 16. Ayetindeyiz. Ama konu bütünlüğü olsun diye 14’ten başlayacağız. Burada Allah-u Teala şöyle buyuruyor.
(3/ Ali İmran 14)
“Zuyyine linnâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîn”
“İnsanlarda iştahla, büyük bir istek insanların hoşuna gidiyor, kadınlardan, oğullardan”
“vel ganâtîril mugantarah”
“kantarlar dolusu mallara karşı büyük bir sevgi ve istek vardır insanlarda”
Bu onların hoşlarına gidiyor.
“vel ganâtîril mugantarati minez zehebi vel fiddah”
“kantarlar dolusu altın ve gümüş sahibi olmak insanların çok hoşuna gidiyor”
“vel haylil musevveme”
“ve iyi yetişmiş atlar”
“vel en’âmi vel hars”
“küçük ve büyükbaş hayvanlar ve ekinler”
“zâlike metâul hayâtid dunyâ,”
“bu dünya hayatının metaıdır”
İşte bu dünyada yararlandığınız kadar yararlanırsınız.
“vallâhu ındehû husnul meâb”
“Aslında güzel netice Allah-u Teala’nın katındadır”
Yani insanların dünyaya yaratılıştan bir düşkünlükleri vardır, çünkü imtihan dünya ile ahiret arasındaki tercihle ortaya çıkacaktır. Eğer insanın dünyaya karşı bir aşkı, bir hevesi olmasa imtihanın da bir anlamı olmaz.
(3/ Ali İmran 15)
“Gul eunebbiukum bihayrin min zâlikum”
“Size bundan daha hayırlısını söyleyeyim mi?”
Tamam bunlar hayırsız şeyler değil, burada sayılanlar, ama daha hayırlısı var, o da şu,
“lillezînettegav ınde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihel enhâr”
“kendilerini yanlışa karşı koruyanlar için Rableri katında bahçeler olacak ki, içinden ırmaklar akan bahçeler”
“hâlidîne fîhâ”
“orada ölümsüz olarak kalacaklardır”
“ve ezvâcun mutahheratun”
“tertemiz eşler olacaktır” Kötü huyları olmayan eşler.
“ve rıdvânun minallâh”
“Allah’ın da rızası olacaktır”
“vallâhu basîrum bil ıbâd”
“Allah kullarını görmektedir”
Şimdi insanların, normal durumda herkes, her insan Allah’a karşı çok saygılı, Allah’ın rızasını birinci sıraya alan, doğruların peşinde koşan bir anlayış içerisindedir. Ne zamana kadar? Ne zamanki menfaatleriyle Allah’ın rızası çatışırsa o zamana kadar. Menfaatleriyle Allah’ın rızası arasında bir çatışma olduğu an, insanlar içerisinde Allah’ın rızasını öne alıp menfaatlerini geriye itenlerin sayısı son derece azalır. İşte imtihan orada verilir. Yoksa imtihan bilgi imtihanı değil. Bilgi imtihanı olsa hocalar kazanır, vatandaş kaybeder. İmtihan böyle olduğu için kaybedenler içerisinde herhalde oran olarak hocaların oranına yetişecek pek olmaz gibi geliyor bana. Bunu samimi olarak söylüyorum, biraz sonra okuyacağımız ayetlerden göreceksiniz.
(3/ Ali İmran 16)
“Ellezîne yegûlûne rabbenâ innenâ âmennâ fağfirlenâ zunûbenâ ve gınâ azâben nâr”
“Bunlar şöyle diyen insanlardır”
” Rabbimiz” Yani bu cenneti hak edecek olan insanlar
“Rabbimiz, inandık, bizim suçlarımızı ört”
“ve gınâ azâben nâr”
“bizi o ateşin azabından koru”
(3/ Ali İmran 17)
“Essâbirîne ves sâdigîne vel gânitîn”
“Bunlar sabreden insanlardır”
Zaten insanı günaha sürükleyen şey esas sabırsızlığıdır. Biraz sabırlı olsan, biraz dirensen Cenab-ı Hakk mutlaka bir açıklık, bir kurtuluş imkanı verecektir.
“Essâbirîne”
“Bunlar sabreden”
“ves sâdigîne”
“dürüst olan insanlardır.”
Yani içi dışına uygun. Şimdi günah işleyen insanların tamamı yaptığı yanlışın farkındadır. Onun için bunlar dürüst insanların yanında pek olmak istemezler. Kendileri gibi arkadaşlar ararlar. Doğruları söyleyen insanlar, hakka çağıran insanlar bunların pek hoşuna gitmez.
“Essâbirîne ves sâdigîn”
“Bunlar sabreden ve sadık olan insanlardır, içleri dışları birdir”
“vel gânitîn”
“ve itaatkardırlar ama içten gelen bir şekilde”
Cenab-ı Hakk ne diyorsa o olsun diye menfaatlerini, beklentilerini, her şeylerini Allah rızasına feda edecek durumda olan insanlardır.
“vel munfigîn”
“ve mallarından harcayabilen kimselerdir”
Çünkü harcayarak dünyayı ahirete tercih etmediğini göstermen gerekir.
“vel mustağfirîne bil eshâr”
“Seher vakitlerinde kalkıp Allah’tan bağışlanma dileyen kimselerdir”
Seher vaktini biliyorsunuz, bizim takvimlerimizde ilk defa ayrıca vakit olarak ilan ediliyor. Tan yerinin ağarmasından önceki aydınlığın olduğu vakittir. Yani seher vaktinde tabiat uyanmaya başlar, vücut uyanmaya başlar, eğer kendinizi kalkmaya alıştırmışsanız vücudunuzda ısı değişikliği meydana gelmeye başlar. O, güneş ışınlarının dünyamıza geldiği ilk vakittir. Yukarıdan aşağıya doğru yavaş yavaş ışınlar iner, büyük bir kubbe meydana getirir, bu seher vaktidir. Ne zamanki ufukta enine ufuğu kesen kızıl bir ışık meydana gelirse o zaman sabah namazı vakti girmiş olur. Yani seher vakti karanlıkla aydınlığın karışık olduğu vakittir. Sahur yemeğini yeme vaktidir. İşte o zaman kalkar tevbe istiğfar ederler. Henüz gündüz olmadığı için o saatte teheccüd namazı da kılınır.
(3/ Ali İmran 18)
“Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve”
“Allah şahit, kendisinden başka ilah yoktur”
“vel melâiketu”
“Buna melekler de şahittirler”
“ve ulul ılmi gâimem bil gıst”
“her şeyin hakkını vermeye çalışan, o konuda dik duruşla olan bilginler de buna şahittirler”
Yani ister tabiat bilgini olsun, ister din bilgini olsun hiç fark etmez. Yani Allah’ın yarattığı ayetleri ya da indirdiği ayetleri okuyanların tamamı, Allah’tan başka ilah olmadığı konusunda eğer dik duruşlu olur doğruyu söyler, dürüst olurlarsa şahitlik ederler.
“lâ ilâhe illâ hu”
“Ondan başka ilah yoktur”
“el azîz”
“güçlüdür”
“el hakîm”
“Doğru karar verendir”
(3/ Ali İmran 19)
“İnneddîne ındallâhil islâm”
“Din Allah katında, bu İslam dinidir”
Allah katında din İslamdır. Yani Allah’a teslim olma dinidir. Bu son derece önemlidir. Yani insanların çoğusu, hatta tamamı kendisini Cenab-ı Hakk’a inanmış kabul eder. Fakat Allah’a teslim olmaya sıra gelince bakarsınız ki orada insanlar dökülmeye başlamışlardır.
Şimdi Hicr suresinin ilk ayetleri olacak. ..Kaçıncı sayfa? 261. Sayfa. Bende 263. Burada Allah-u Teala şöyle diyor. 15. Sure bu, ilk ayetler.
(15/ Hicr 1)
“Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbi ve gur’ânin mubîn”
“Bu kitabın ayetleridir ve açıklayan Kur’an’ın ayetleridir”
“Rubemâ yeveddullezîne keferû”
“O kafirler”
Yani Allah’ın ayetini görmezlikten gelenler. Yani siz Allah’ın ayetini okursunuz- biraz sonra ayrıntısı gelecek- Allah’ın ayetini okursunuz, ama şu var der, ama bu var der, onu bir şeyle örtmeye çalışır. Onu duymak istemez. İşte onlar zaman zaman şunu çok isterler.
“lev kânû muslimîn”
“keşke Müslim olsalar, teslim olabilseler, keşke ben de bunun gibi yapsam der”
Bak “lev kanu müminin” değil, çünkü kendisinin inandığını düşünüyor. Şimdi bizde biliyorsunuz, imanın şartları nelerdir? Dendiği zaman ne söylenir? İşte, Allah’a inanmak… Adam diyor ki, ben inanıyorum. Meleklerine inanmak, kitaplarına inanmak, elçilerine inanmak ve ahiret gününe inanmak. Tamam ben bunların hepsine inanıyorum diyor. Fakat işin esası Allah’a teslim olabilmektir.
Şimdi o açıdan bakarsanız İblis’te bunların tamamına inanan bir varlıktır. Mesela. Allah-u Teala’ya inancında herhangi bir problem yoktur. Hatta, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın diyor. Ondan sonra meleklerle zaten bir arada olan bir varlık, onu inkar etmesi söz konusu değil. Allah’ın kitaplarına sıra gelince henüz indirilmiş bir kitap yok o sırada, ama Allah-u Teala’nın Levh-i Mahfuz’daki olan bilgilerden hareketle birtakım şeyler yapıyor, onlara da inanıyor. Nasıl yapıyor? İşte şöyle olursa, böyle olacak diye oradan biliyor. Mesela oradan ahirette yeniden dirilmenin olduğunu biliyor, ya Rabbi bunlar yeniden dirilene kadar bana süre tanı diyor. Yani ahirete de inanıyor. Henüz bir nebi de gönderilmiş değil. Şimdi bu açıdan bakarsanız İblis de kendisini mümin kabul eder. Onun için iki tane ayette inni ehafullah der, ben Allah’tan korkarım der. Yani bu, lafa sıra geldiği zaman herkes kendini mümin sayar. Peki İblis’in problemi ne? İblis’in problemi teslim olamamaktır. Yani Allah-u Teala, “Adem’e secde edin“ dediği zaman, ya ben kim, o kim? Demeye başladı. Halbuki, madem Allah dedi, yaparım. İşte “Allah katında din İslamdır” sözünün anlamı bu. Yani Allah ne diyorsa o, diyebiliyorsanız Müslimsiniz. Kendi menfaatlerinizi Allah’ın emirleri karşısında ikinci sıraya koyabiliyorsanız o zaman siz İslam dininin mensubusunuz. Ama! Diyorsanız, Peki yani şunu ne yapacağız? Diyorsanız…
Geçenlerde bir televizyondaydık. Televizyondaki programdan sonra bir hoca televizyonun sahibini aradı. Diyor ki, peki bu Abdulaziz Hocanın anlattıklarına bakarsak biz kitaplarımızı atmamız lazım. O da diyor ki, atın. Eğer Allah’ın kitabına aykırıysa atın. E ama! Falan filan, başlıyor şimdi savunmaya.
Şimdi; doğrular yani Allah’ın emirlerini öğrendikten sonra teslim olabiliyor musun? Allah ne demişse odur diyebiliyorsan sen Müslimsin. İşte problem teslim olmaktadır, inanmak kolay. Sizin en inançsız kabul ettiğiniz kişi de Allah’ın varlığına ve birliğine inanır. Zaten siz imanı böyle tarif ettiğiniz için, herkes kendini mümin kabul ediyor. Halbuki bir teslimiyet olarak, Cenab-ı Hakk’ın anlattığı gibi…. Allah katında din İslam….İslam sadece bir isim oluyor, içi boş. Halbuki teslim olman gerekiyor, var mı teslimiyetin? İşte Allah katında din odur. Bakın İblis’te İslama girememiştir. Teslim olamamıştır. Ama Adem As teslim olmuştur. Yani hata etmiş Allah-u Teala niye yaptın? Dediğinde “ya Rabbi ben yanlış yaptım” demiştir. Teslim olabilmektir esas olan. İşte Adem As’dan beri son nebiye kadar ve kıyamete kadar da Allah katında din İslam’dır. Yani Allah ne diyorsa o diyebiliyorsan, sen o dinin mensubusun. Ama… falan diyorsan hiç kusura bakma. O dini çok çok iyi bilebilirsin, İblis gayet iyi bilen bir varlıktı. Bilmek bir şey ifade etmiyor.
Peki Allah katında din İslam. Bakıyorsunuz ki insanlar tamam, Allah ne demişse odur, ben günahkarım, yaptığım yanlış diyor. Güzel. Şimdi bakalım ki imtihan sırasında ne oluyor? Şimdi hatırlayın İblis de Cenab-ı Hakk’a teslimiyet gösterenlerden, Allah-u Teala,
“yeryüzünde halifesi olan bir varlık yaratacağım”
dediği zaman, meleklerle birlikte tabi itiraz edenlerden birisi de o, ama ondan sonra ne diyor? Bakara 30. Ayette. Diyor ki şimdi,
(2/ Bakara 30)
“ve nahnu nusebbihu bihamdike ve nugaddisu lek”
“Yani sen yaptığın her şeyi düzgün, doğru yaptığın için biz sana boyun eğeriz, biz senin her şeyi tertemiz yaptığını da kabul ediyoruz” diyor.
Yani itiraz ediyoruz ama sen de doğrusunu yaparsın, güzelini yaparsın, onun için biz sana boyun eğeriz diyor. Sonra Allah-u Teala Adem As’a,
“eşyanın isimlerini say” dedikten sonra,
“hadi siz de sayın” deyince ne diyor? İblis de onların içerisinde.
(2/ Bakara 32)
“subhâneke lâ ılme lenâ illâ mâ allemtenâ”
“ya Rabbi sana biz boyun eğeriz, bizim bilgimiz olmaz ki, senin öğrettiğinden başka bir şey bilemeyiz” diyorlar.
“inneke entel alîmul hakîm” diyen…
Ama ne zamanki “Adem’e secde et” dendi, menfaatiyle çatıştı, o zaman etmedi. Dolayısıyla işte insanların Müslümanlığı orada ortaya çıkar, menfaatinize çatıştığı zaman ortaya çıkar. Birtakım beklentileriniz olur, mevki beklersiniz, makam beklersiniz, kadro beklersiniz, ne bileyim şunu, bunu beklersiniz. Ondan sonra… Bir yatırım yapacaksınızdır, Allah-u Teala faizi haram kılıyor, “ne yapayım, yapmam lazım, sonra tövbe ederim” diyerek alırsın faizli krediyi, işte orada kaybedersin. Yani teslimiyet esastır.
(3/ Ali İmran 19)
“Ve mahtelefellezîne ûtul kitâbe illâ mim bağdi mâ câehumul ılmu bağyem beynehum”
“kendilerine kitap verilenler ne zaman ihtilafa düştü”
Şimdi Müslümanlar kendilerine kitap verilenlerden mi? Şimdi bu ayetleri okurken biz genellikle topu taca atar, Yahudi ve Hıristiyanları şey yaparız. Tamam, elbette ki onları da işin içerisine almak zorundayız ama, biz de bu işin içerisindeyiz.
“Kendilerine kitap verilenler, kendilerine o açık belgeler geldikten sonra ihtilafa düştüler”
Şimdi mesela bir Türkiye’yi düşünün. Ben şimdi kendi hayatımı bir gözden geçirdim bu ayetleri okuyunca. Bir zamanlar… kalktık, biz Hanefi mezhebindeniz. E bazıları da Şafii.
Bir gün bir adam gelmişti İstanbul Müftülüğüne, adam diyor ki, ya hocam, bir delikanlıya kızımızı verdik, temiz, ahlaklı, iyi bir aile çocuğu, abdestinde, namazında, çok hoşumuza gitti. Bir de öğrendik ki, Şafiiymiş. Ana bir tarafta, ben bir tarafta ağlıyoruz şimdi. Kıza da bir şey diyemiyoruz. Perişan olduk. E kız oğlanı seviyor, oğlan kızı seviyor. Bak sanki bir kafire vermiş gibi değil mi?
Bir gün Fatih camisinde Pazar vaazı yapmıştım, çıkıyorum. Bir adam geldi son derece sinirli.
-Hocam az daha camide elimden bir kaza çıkacaktı dedi.
-Hayırdır inşallah, ne oldu?
-Adam resmen namazla dalga geçiyor dedi.
-Ne yaptı?
-Eğiliyor ellerini kaldırıyor, kalkıyor ellerini kaldırıyor.
-Hani şimdi rükuya varırken de şey yapıyorlar, kalkarken de. Şafiiler yapıyor ya.
-Ya dedim o Şafii mezhebinde sünnettir.
-Haa öyle mi? Falan dedi.
Şimdi, yani bir zamanlar sadece bizim mezhep. Daha sonra şu tartışılmaya başladı. Telfik caiz midir? Yani ben abdest alıyorum, Şafii mezhebinde kan abdesti bozmuyor, e bir elim kanadı, tamam Şafiiye uydum deyip namaz kılsam olur mu? Hayır asla olmaz! Niye? Abdest alırken Hanefi’ye göre almıştın. Şimdi bazıları bu defa, ya olur, molur demeye başlandı. Çok ciddi tartışmalar oldu Türkiye’de. E ne güzel, kadına elini dokundun Hanefiye göre, efendim kan geldi Şafiiye göre. Oh. Bir zamanlar bunlar tartışıldı ciddi ciddi. Halbuki ayeti kerimeye ve ilgili hadislere baktığınız zaman, ne kadına eli sürmek abdesti bozar, ne kan abdesti bozar, ikisi de bozmaz.
Neyse şimdi, bu defa, tamam mezhepler arasında iki mezhebi bıraktık, dört mezhep, derken başka mezhepler, hadi bu telfik denen şeyler, caizdir, değildir, derken birazcık durulma oldu. Artık cevaz vermeye başlandı. İstanbul Müftülüğünde fetva verirken muhatabımızın problemini çözebilmek için bütün mezhepleri araştırmaya başladık falan. Sonra baktık ki gene olmuyor, bir vesileyle Kur’an’ı Kerim’e yöneldik. Şimdi Kur’an’ı Kerim’e yönelince tam bu ayetteki durum ortaya çıkmaya başladı.
“ve mahtelefellezîne ûtul kitâb”
“kendilerine kitap verilenler ihtilafa düşmediler”
“illâ mim bağdi mâ câehumul ılmu bağyem beynehum”
“kendilerine o bilgi geldikten sonra”
Şimdi artık ayetler okunmaya, fıkhın konuları ile ilgili deliller, kitap sünnet bütünlüğü ile meseleler ortaya çıkmaya başlayınca artık o eski, mezhep, telfik, melfik hepsi unutuldu, bütün geçmişe dört elle sarılmaya başlandı. O ben müslümanım diyenler, Kur’an’ı Kerim’e karşı ciddi manada bir tavır almaya başladılar. Şu anda onu yaşıyoruz öyle değil mi? Bana ayet okuma! diyor adam. Hatta birisi bana geldi. Hoca. Sen Kur’an’a ve sünnete uyuyorsun! Dedi böyle. Ya neye uyacaktım? Dedim. Bununla suçluyor beni. Peki niye böyle?
“bağyem beynehum”
“aralarındaki yok benim dediğim olacak, senin dediğim olacak”
Peki tamam bunlar doğru ama, niye bunu hep siz söylüyorsunuz? Bir de biz söyleyelim. Söyleyin kardeşim, ne manisi var yani. Yani bunları biz bizim sözümüz olarak söylüyorsak haklısınız, ama Allah’ın ayeti olarak ortaya konuyorsa ne yapacağız? Şimdi 8. Surenin ilk ayetlerini bir açalım lütfen. Bende 178, sizde 176’dır. Bak şurada 2. Ayeti okuyalım.
(8/ Enfal 2)
“İnnemel mué’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet gulûbuhum”
“müminler sadece şu kimselerdir, Allah’ın adı zikredildiği zaman içleri ürperir”
Gerçekten öyle mi? Adam Allah’ı bırakıyor Abdulkadir Geylani’ye sığınıyor. Allah’ı bırakıyor diyor ki işte… yani Allah’ın rasulünü Allah’ın yerine koyuyor. Ve gelenekte şu vardır. Kur’an’la sünnet çatışırsa neyi tercih edeceğiz? Ya böyle bir soru olur mu? Kur’an’la sünnet çatışır mı? Kur’an’a rağmen Rasulullah’ın bir şey yaptığını söylemek ona en büyük iftira olmaz mı?
Mezhep tabi…. Mezhep görüşü çatışırsa kesin Kur’an’ı Kerim’i bırakırlar, o kesin. Mezhebin görüşüyle çatışıyorsa o zaman zaten Kur’an’ı sünneti düşünen hiç kimse yoktur. Bizim mezhebimiz böyle.
Bir keresinde bir hocayla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti. Kendisi Şafii mezhebine mensup bir hoca. Ben bu kıyasın, fıkıhtaki şekliyle kıyasın bir delil olamayacağını bu toplantıda söylemiştim. Ki Fatih Hoca da o konuda doktora yaptı, hakikaten… Verecekleri bir tek örnek de yok yani. Fıkıhtaki anlamıyla kıyasın delil olması imkansız. Neyse bir hoca beni öbür hocaya şikayet etti. Ben de o hocaya dedim ki, hocam, tamam ben kıyası asla kabul etmiyorum da, bu mezhepler keşke kıyasa uysaydı, hiç olmazsa gene iyi kötü bir şeye dayanmak zorunda kalırlardı. Çünkü kıyasa uyanlar işte şu ayete, şu hadise dayanıyoruz diyorlar. Ben ona bile razıyım dedim yani. Bak kıyasın delil olmadığını, olamayacağını kesinlikle söylüyorum ama, bu mezhepler onu bile yapmamışlar.
Mesela dedim, hocam Şafii mezhebinde bir kimsenin elbisesi üzerinde az bir necaset ya da vücudunda az bir necaset olsa, elbisesinde az bir necaset olsa, çok küçük bir şey, başka da bir elbisesi olmasa, ne yapar? Dedim. Dedi ki çıplak namaz kılar. Peki dedim daha sonra? Daha sonra da namazını iade eder, dedi. Peki hocam bunun Kur’an’ı Kerim’den delili var mı? Dedim. Vardır muhakkak dedi. Vardır muhakkak olmaz, sen bu konunun uzmanısın, var mı, yok mu? Söyle bana. Var dedi, işte şeyde Müddessir suresinde Cenab-ı Hakk
(74/ Müddessir 4)
“Ve siyâbeke fetahhir” demiştir.
“Elbiseni tertemiz et”
Dedim hocam sizin ulema demez mi ki, namaz miraçta farz kılınmıştır. Müddessir suresi de ilk inen surelerdendir. Kaldı ki burada hiç namazdan bahis yok, kalk, uyar…
(74/ Müddessir 2- 4)
“Gum feenzir. Ve rabbeke fekebbir. Ve siyâbeke fetahhir.” Var. Yani
“halkın karşısına çıkacaksın tertemiz bir elbiseyle çık” diye
Cenab-ı Hakk söylüyor orada. E vardır, dedi. Hocam dedim, bakın ben size bu görüşün yanlış olduğunu Şafii mezhebiyle ispatlayayım mı? Dedim. Şafiiden bir delil getireceğim, Şafii kendi içinde bu konuda nasıl çelişiyor göreceksin dedim. Söyle dedi. Dedim şimdi Şafiiler olarak siz demez misiniz? Bir insan büyük abdest yaptığı zaman üç taşla temizlenir. Evet bu üç taş afedersiniz o pislik yerini temizlemez ama, Rasulullah’dan böyle rivayet var onun için kabul ediyoruz. E peki madem temizlemiyor, siz o büyük abdesti de necis sayıyorsunuz, -tamam, ona da bir şey demiyorum- ama bakın bedeninde herhangi bir pislik olursa namazı olmaz diyorsunuz, burada da olur diyorsunuz, nasıl oluyor? Bak o hiçbir şeye dayanmıyor, bu da bir hadise dayanıyor. Peki dedim bu adam oturduğu zaman ya da elbisesini giydiği zaman bu pislik elbisesine bulaşmayacak mı? Benim işim var kardeşim dedi, çekti gitti. Şimdi mezhepten kesinlikle taviz verilmiyor, mezhep dediğiniz zaman dinin önünde bugün. Şimdi bak ne diyor Allah-u Teala,
(8/ Enfal 2)
“izâ zukirallâhu vecilet gulûbuhum”
“Allah böyle diyor dediğiniz zaman adamın içinin titremesi lazım.” Allah Allah diyecek.
“ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhû zâdethum îmâna”
“Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanları artar”
Bugün ben dindarım diyen beş vakit namaz kılan insanların büyük çoğunluğuna ayeti okuduğun zaman ayet karşısında imanları artıyor mu? Yoksa nefretleri mi artıyor? Söyleyin bakalım. Hangisi artıyor?
“Ve alâ rabbihim yetevekkelûn”
“Ve Rablerine dayanırlar, güvenirler”
Yani çok enteresan, yani cevap verirken şunun bunun sözüyle cevap veriyorlar. Peki Allah’ın ayetiyle cevap verin. Hani kader tartışmaları sırasında, e işte, Allah zamandan münezzehtir, Allah için geçmiş gelecek yoktur diye hala iddia eder dururlar, çünkü söyleyecek lafları yok, ancak böyle bir yalanla kendilerini savunmaları mümkün. Böyle bir iftirayla daha doğrusu. Buna evet, iftira diyorum ve inanarak, ısrarla söylüyorum, bu bir iftiradır. Çünkü Cenab-ı Hakk kendisini zamanla ifade ediyor. Diyorlar ki zaman ayrı bir varlıktır. Nerede yazıyor? Ben zamanı yarattım diye bir kelime var mı? Zaman geçmiş ve gelecek arasındaki eylemler arasındaki bir sıralamayı ifade etmek için bizim kullandığınız bir kavramdır.
Şimdi bir hoca geldi vakfımızda üç saate yakın konuşma yaptı. Hangi ayeti okuduysak cevap yok. En sonunda dedim, ya hocam nedir bu? Bu dedi anlaşılmaz akılla. E ayete aykırı, akılla da anlaşılmaz ve sen dinin en önemli bir inancı için bunu delil getiriyorsun. Yani inanç olarak uydurulmuş bir şey için delil getiriyorsun. Bu ne biçim bir şey? Evet. Şimdi… Bak ne diyor Allah-u Teala
(3/ Ali İmran 19)
“Kendilerine kitap verilenler, o bilgi geldikten sonra ihtilafa düştüler.”
Yani bakın, mezhepler ortaya çıktı ihtilaf olmadı, ufak tefek tartışmalar oldu. Efendim bizim mezhep sizin mezhebi döver. E dövsün önemli değil. Öbürü de diyor benim mezhep senin mezhebi döver. Mezheplerin arasında telfik olur mu, olmaz mı? Orada da ufak tefek tartışmalar oldu ama bölünmeler olmadı. Ne zamanki Allah’ın ayetlerine insanlar çağırılmaya başlandı, o zaman bölünmeler oldu. Halbuki bu insanlara lafla söylersen şunu hepsi de söyler. Kur’an varsa başüstüne. E tamam buyur. Sünnet de baş üstüne. Tamam buyur. Lafla olmuyor bu iş, işte teslimiyet. Lafla değil teslimiyetle olur bu. Evet. Ondan sonra ne diyor Allah-u Teala, biliyor musunuz?
(3/ Ali İmran 19)
“ve men yekfur biâyâtillâhi”
“Kim Allah’ın ayetleri karşısında kafirlik ederse”
Ne demek? Kafir neydi? Örten. Yani Allah’ın ayetlerini bir şeyle örtmeye çalışıyor. Birisinin sözüyle, birisinin şusuyla, busuyla örtmeye çalışıyor. Yani
“kim Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse.”
“feinnallâhe serîul hısâb”
“Şurası gerçektir Allah hesabı çok çabuk görür” Çok çabuk görür.
İşte siz de görüyorsunuz nasıl çaresiz hale düştüklerini. Cenab-ı Hakk hesabı çok çabuk görür. Kendilerine sorsanız onlara talebe olamayacak kişinin karşısında nasıl aciz hale geldiklerini. Sen bana talebe bile olamazsın diyecekleri kişilerin yanında. Kardeşim sen Kur’an okumasını biliyor musun? Bilmiyorum. Arapça biliyor musun? Bilmiyorum. Tamam hocam ben onların hiçbirisini bilmiyorum, ama şu ayeti biliyorum, buna ne diyeceğiz? Dediğin zaman, onu anlamak için şu kadar ilim lazım, falan…. Peki onu nereden çıkarıyorsun? Allah-u Teala bunu anlaşılmasın diye mi gönderdi? Ben anlamayacaksam nasıl sorumlu olurum?
(3/ Ali İmran 20)
“Fein hâccûk”
“Sana karşı delil getirirlerse” Ki getiriyorlar. Ne dememiz lazımmış?
“fegul eslemtu vechiye lillâh”
“Ben kendimi Cenab-ı Hakk’a teslim oldum” İşte İslamiyet bu.
“teslim ettim, ben her şeyimle Cenab-ı Hakk’a teslim olmuşumdur, yüzümü ona çevirdim”
“vemenittebeani”
“benimle beraber olanlar da öyle” Allah’a teslim olmuşlardır.
“ve gul lillezîne ûtul kitâbe vel ummiyyîn”
“Sen kendilerine kitap verilmiş olan insanlara ve ümmilere şunu söyle”
Yani bir grup var ki, kitabı biliyor. Ayetleri okuyorsunuz, bu ayet değildir demiyor. Yanlış anlam veriyorsun da demiyor. Yani hani şu kelimeye yanlış mana vermişsin de demiyor.
Ramazandaki imsâk olaylarını biliyorsunuz. Bir hoca diyor ki, tamam senin söylediklerinin hepsi… talebelerime diyorum bu hocanın söylediklerine pek kulak asmayın ama, imsâk da haklı olabilir. Yani orada olabilir. Niye olabilir diyorsunuz? Dedim. Allah-u Teala ayeti kerimesinde demiyor mu? Estauzubillah
(2 /Bakara 187)
“ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr,
“O fecir tarafından yani kızıl ışığın enine yayıldığı taraftan siyah iplik beyaz iplikten kesin olarak ayrılıncaya kadar yemeye içmeye devam edin” diyor.
Ben şimdi yemeği, sahrada mı, dışarıda mı yapacağım? Evimde yiyeceğim, evimin penceresinden de bakacağım. Bunun başka yolu var mı? O sana göre, dedi. Nasıl bana göre? Dedim. Bu ayeti kerimeye mana verirken, bak sen Arapça’yı çok iyi bilen birisisin, bir hata ettim mi? Burada bir yanlışlık var mı onu söyle. O sana göre dedi tekrar. Peki dedim, sen hayatında bir kere olsun çıkıp da imsâkle ilgili gözlem yaptın mı? Hayır dedi. Yetmişe yaklaşmış yaşı. Bak dedim, hem hatamı söylemiyorsun, şu ayete şurada yanlış mana verdin diyorsun, hem de dedim bir kere çıkıp bakmamışsın. O zaman bundan sonra sen benimle beraber olma. Olur, tabi, önemli değil. Ne demek bundan sonra beraber olma? Ne demek? Senin yolun başka, benim yolum başka. Peki bu şahısa sorarsanız ömrünü dine hizmete ayırmış. Ne oluyor peki? Hep ehli kitaba şey yapıyoruz. Ya kardeşim olay bu. Teslim olabiliyor musun? Mesele o. Allah ne demişse odur diyebiliyor musun? Ne diyor Allah-u Teala?
Ha bir de ümmiler diyor bak, kendilerine kitap verilenler ve ümmiler. Ümmi ne demek? Ümmi demek, şimdi bir kitap okuyor, ona bir dini kitap veriyorsunuz, okuyor, ya da bir fıkıh kitabı, neyse artık kelam kitabı… şimdi onu okurken diyor ki, muhakkak bu kitabı yazan Kur’an’a ve sünnete uygun yazmıştır. Öyle inanarak okuyor. Siz öyle inanarak okumuyor muydunuz daha önce? Şimdi gerçekten öyle mi değil mi? Onu bilmiyor. Ama öyle düşünüyor. Şimdi burada mesela Bakara 78. Ayeti açarsanız orada Cenab-ı Hakk onu daha net bir şekilde söylüyor. Diyor ki,
(2 /Bakara 78)
“Ve minhum ummiyyûn”
“onlar içerisinde kendilerine kitap verilenlerden ümmiler vardır”
Yani konuyu bilmeyen, delillerini bilmeyen kimseler vardır. Bunlar kim?
“lâ yağlemûnel kitâb”
“Kitabı bilmezler”
Yani okuduğu kitabın Allah’ın kitabına uygun olup olmadığını bilmez.
“illâ emâniyye”
“Sadece bir kurgular”
Der ki, ya muhakkak böyle düşünmüşlerdir. Yani mümkün değil yani, Allah’a iftira ederek kitap yazacak değiller ya der.
“ve in hum illâ yezunnûn”
“Bunlar sadece zannederler”
Dolayısıyla bunların kurtulma ihtimali çok çok yüksektir. Bilmiyor, Allah’ın emrine uygundur diye okuyor. Ama ne diyor?
(2 /Bakara 79)
“Feveylun lillezîne yektubûnel kitâbe bieydîhim”
“O kitabı elleriyle yazanlar var”
Bunlara dini kitaptır diye verenler var. Yazmış ve vermiş. Müellifleri. Bunlar kitabı okuyor, bir de müellifleri var. Kitabı yazmış. Ondan sonra,
“summe yegûlûne hâzâ min ındillâh”
“Bu Allah katındandır diyor”
Ne diyor? Burada dinimizin bütün hükümleri müdellel, müdakkak, çok güzel bir şekilde yazılmıştır. Onun doğruluğunda şüphe edemezsin, son derece doğru bir kitaptır. Peki. “Yazıklar olsun onlara” diyor. Şimdi burada elleriyle Tevrat’ı, İncil’i ya da Kur’an’ı yazacak değiller. Onlara kimse bir şey dokunduramaz. Binlerce kişinin ezberinde olan kitaba kimse dokunamaz ama kitap yazar, bu Allah’ın emirlerine uygundur der.
“Yazıklar olsun onlara”
“liyeşterû bihî semenen galîlâ”
“bununla az bir bedel satın almak isterler”
Yani yazmışlar bir itibar olacak, yazmışlar para kazanacaklar, benim falanca kitabımı alın… Para kazanacaklar.
“feveylun lehum mimmâ ketebet eydîhim”
“elleriyle yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara”
“ve veylun lehum mimmâ yeksibûn”
“ondan elde ettikleri kazançtan dolayı yazıklar olsun onlara”
Bile bile yanlış yapıp yalan söyleyen, ki maalesef, bize Allah’ın dinini anlatan kitaplar diye anlatılanların çok büyük bir bölümü böyle maalesef. Beni esas şaşırtan da, tefsirlerin böyle olmasıdır. Akaid kitaplarının böyle olmasıdır. Şimdi burada Allah-u Teala ne diyor? Diyor ki,
(3/ Ali İmran 20)
“ve gul lillezîne ûtul kitâb”
“kendilerine kitap verilmiş olan o insanlara sor, yani kitaptaki” Yani Kur’an’ı biliyor adam.
“vel ummiyyîne”
“ümmilere de sor”
O da bilmiyor. Falancanın kitabını okumuş, doğru söylemiştir diyor. Ama ayeti gösteriyorsun o zaman bilmeye başlıyor.
“ona sor”
“eeslemtum”
“Teslim oldunuz mu?” Yani İslam oldu ne demek? Allah ne diyorsa o, değil mi?
“fein eslemû fegadihtedav”
“Tamam Allah ne diyorsa o derlerse, yola gelmiş olurlar”
Ama işte şu kadar kitabı ne yapacağız? Şimdiye kadar herkes yanlıştı da sen mi doğrusun? Hani ayet ne dedi? Kıskançlıklarından dolayı böyle yapıyorlar.
Size daha önce anlatmıştım, bir arkadaşım odaya geldi, bundan birkaç sene evvel. Üstad hazmedemiyorum, dedi. Hayırdır neyi hazmedemiyorsun? Herkes yanlış da sen mi doğrusun? Dedi. Dedim ki, bak bu dünyada senden daha güçlü, benden daha zayıf insan olmaz. Bak şu odada dolu kitapları gösterdim, bu kitapların hepsi beni yanlışlıyor. Ne kadar İslam Üniversitesi varsa onların hepsi benim söylediğimin tersini söylüyor. Ne kadar medrese varsa, ne kadar ulema varsa hepsi tersini söylüyor. Dünyanın en güçlü adamı sen, en zayıf adamı da benim dedim. Öyle değil mi? Evet öyle dedi. Peki dedim, o zaman nerede yanlış yaptığımı onu bir gösterin bana dedim. Hatamı gösterin ben de düzelteyim. Haklısın dedi, kalktı. Yo, öyle şey yok. Ya hatamı gösterirsin, ya da sesini kesersin dedim. Ama hala aynı yolda yürüyorlar. Onun için
“fein eslemû fegadihtedav”
“Teslim olurlarsa”
Neye? Bana mı? Hayır Allah’ın ayetine. Biz kendimize çağırmıyoruz ki kimseyi. Allah burada böyle diyor, gelin hadi bakalım. Şimdi bu Kur’an’ı Kerim’e vurduğumuz zaman ulemanın çoğusu ümmi çıkar. Az önceki ayeti kerime. Ama şimdi sizler gidiyorsunuz bu ayetleri okuyorsunuz, okuduğunuz ayetler karşısında artık ümmilikleri bitiyor. Bu defa karar vermek zorunda kalıyorlar. Ya teslim olacaklar ya da yoldan çıkacaklar. Ya kafir olacaklar. Ya teslim olacak, ya kafir olacak. Üçüncüsü yok, ortası yok. Yani ya ayeti görmezlikten gelecek ya da ayete teslim olacak.
“fein eslemû fegadihtedav”
” Teslim olurlarsa yola gelmişlerdir”
“ve in tevellev”
“Yüz çevirirlerse, duymak istemezlerse, seninle konuşulmaz derlerse, bir daha seninle görüşmeyelim derlerse”
Bak tevellev de ne kadar uyuyor, yüz çeviriyor, bundan sonra görüşmeyelim diyen hocanın durumuna.
“feinnemâ aleykel belağ”
“Sana sadece tebliğ düşer, gerisini boşver” Ne yaparsa yapsın.
“vallâhu basîrum bil ıbâd”
“Allah o kulları görüyor, bütün kullarını görüyor”
Evet. Şimdi demek ki, ben inandım demek yetmiyor. Bütün insanlar, ne kadar insan varsa hepsi zaman zaman keşke Allah’ın dediği gibi ben de davranabilsem der. İşte Hicr suresinin 2. Ayetinde
(15/ Hicr 2)
“Rubemâ yeveddullezîne keferû”
“o kafirler zaman zaman şunu çok isterler, canı gönülden isterler”
“lev kânû muslimîn”
“keşke teslim olabilseler, keşke yapabilsek” Ne manisi var, yap! Ne manisi var?
Yani bir gün ateist olarak tanınan, yani Türkiye’nin meşhur ateistlerinden bir tanesi ile konuşuyorum. Ta 1985 midir? 84 müdür? O zamanlar. Dedi ki,
-ya hoca düşünüyorum da eğer ahret varsa her şeyi bırakıp vakti ibadetle geçirmeye değer.
-Evet, dedim. Şurada nihayet elli-altmış senelik bir ömrümüz var, bilemedin yüz sene.
-Aman hoca bırak Allah’ını seversen, yüz milyon sene olsa ne yazar? Dedi.
-Bir gün ölmeyecek miyim? Bak dedi matematikte bir kural vardır, sonsuz karşısında bütün rakamların değeri sıfırdır. Bu öyle bir kumardır ki, dünyada bu kadar kazançlı olan bir kumar yoktur dedi.
Hadi oyna da göreyim dedim. Yanımdan çekti gitti. İşte bakın nasıl içinden çok istiyor keşke ben de bu işi yapsam diye, görüyor musunuz? Ve bu adam ateist olduğunu söyleyen ve Türkiye’nin en önde gelen ateistlerinden olan birisi. Öldü gitti. Şimdi, yani en uçta olan da en şey olan da çok ister. E tamam yap, ne manisi var? İşte bütün imtihan nedir? İmtihan bilgi imtihanı değil, imtihan menfaatlerinizi Allah’ın emirleri karşısında feda edebiliyor musunuz? Edemiyor musunuz? O imtihandır. Onun için burada her babayiğit bu imtihanı kazanamaz. Evet şimdi bir ara verelim.