Bugün Al-i İmran suresi 116 ayetinden itibaren anlamaya çalışacağız. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; “innelleżînekeferûlentuġniyeanhumemvâluhumvelâevlâduhumminallâhişey’â”, “kâfir olanlar, onların ne malları, ne de evlatları, Allah huzurunda işlerine yarayacaktır”. “ulâikeashâbun nâr”, “onlar; cehennem ashabıdır, “hum fîhâḣâlidûn”, “cehennem içerisinde ölümsüz olacaklardır”. “innelleżînekeferû”, “kafir olanlar, yani her zaman söylüyoruz, “kafir”; örten demektir? Neyi örtecek? Tabii, bir kimsenin ayıbını kusurunu örtme kelimesi de, aynı kökten, Allah-u Teâlâ, kullarının günahını örter, mesela; “keffaret” kelimesi, “küfür” kelimesiyle aynı köktendir, ama ne olur, günahı örtecek olan işlem için kullanılır. Allah-u Teâlâ’ya dua ettiğiniz zaman “ve keffirannaseyyiatina” deriz, aynı kökten, “keffir”, yani “küfür” kökünden “keffirannaseyyiatina”, “bizim kötülüklerimizi ört”, diye dua ederiz Allah’a. Şimdi, “küfür”; örtmek demek olduğu için, toprağa tohumu atan çiftçiye, Araplar kâfir derler, kelime anlamıyla. Tohumu toprağa atıyor ve üstünü örtüyor. O zaman kâfirin anlamı; “örten” olmuş olur, “kapatan”. Örtersiniz, kapatırsınız, gizlersiniz. Toprağın içerisine tohum attığınız zaman, tohum toprağın içerisindedir ama dışarıdan gözükmez. Onun için, bütün kâfirlerin imanı, kalbinin içindedir, üstünü örttüğü için, dışarıdan göremezsiniz. Herkesin içinde imanı var.
Geçende birisi gelmiş, biraz psikolojik bunalıma girmiş. Ona anlattım, biraz inanç konusunda da çok problemi var, yani inançlı birisi olarak gözükmüyor. Dedim, senin kalbinde inancın var tabii, değil mi? dedim. Bir şey söyleyemedi falan, sonra telefonu böyle koydum buraya, işte bunu örttüm üzerine, bak, ondan sonra bir şey daha koydum. Şimdi dedim, imanın telefon gibi, üstü birçok şeylerle örtülmüş, aşağıdaki bir türlü kendi varlığını, işlevsel hale getiremiyor. Evet dedi, o var, o doğru dedi. Şimdi, kendi imanını çeşitli şeylerle örttüğünün farkında, ondan dolayı kâfirler, zaman zaman keşke Allah’a bir teslim olabilsek derler, yani içlerinde o iman, o inanç olsa bile, üstünü örtmüş olsalar bile, kendilerini imanlı kabul ederler. Hiç birisi kendisini kâfir saymaz,kendisini kâfir sayan bir tane kâfir yoktur yeryüzünde. Herkes kendisini inançlı kabul eder. Ateist dediği zaman, sizin inancınızı beğenmediği için ateist der, yani “ben ateistim” diyenler, aslında Allah’a inanmadıkları için değil, karşı taraftakine bir tepki olsun diye, öyle davranırlar. Mesela Avrupa’da, Tanrı kilisedir, Dolayısıyla kilise, eğer kişiyi eğer vaftiz ederse, cennete gönderir. Kilise kişiyi reddederse, cehenneme gönderir. Her şey onun elinde. Günahını affetmek de onun elinde, cehenneme göndermek de onun elinde. Eee, şimdi böyle bir dine insanlar inanamıyor.
Biliyorsunuz; bizim Temel Hollanda’ya gitmiş, haberiniz var mı? Size anlatmadım mı? İş bulamıyor, öyle beklerken, bir kilisenin önünde oturduğunu anlıyor. Bakıyor ki, millet kuyrukta, hayırdır, ne var? Diyorlar ki; cenneti satın alıyoruz, haa iyi ben de kuyruğa giriyorum diyor. İçeri giriyor, sıra kendisine gelince; “ben cehennemi istiyorum”, diyor. Papaz diyor ki; ne yapacaksın cehennemi? Orası işte şöyle kötü böyle kötü falan, yok diyor, ben cehennemi istiyorum, ben zaten batmışım diyor. Tamam diyor, haydi vereyim. Kaç lira? Yavv, tamam, 10 Euro ver tamam, yeter diyor cehennem için. Ama tapusunu da isterim, tamam diyor. Bir belge düzenleyip veriyor, ertesi gün gidip kilisenin kapısına oturuyor. Her gelene, belgeyi gösteriyor; cehennem benim diyor, hiçbirinizi içeri sokmayacağım. Onun için, mecburen cennete gideceksiniz. Daha gidip de cenneti almanıza gerek yok. Şimdi papaz bakıyor ki, yavv gelen giden yok. Ne oluyor böyle? Neyse dışarı çıkıyor, bakıyor ki; Temel kimseyi içeri sokmuyor adam. Ben cehenneme kimseyi sokmam diyor, onun için mecburen cennete gideceksiniz. Neyse, papaz yüklüce bir para ödüyor da cehennemi geri alıyor.
Şimdi, hakikaten oradaki din anlayışı böyle. Şimdi böyle bir dini kim kabul edebilir, hiç kimse kabul etmez. Ondan dolayı kabul etmiyorlar hatta papazlar da kabul etmiyor. Kilise görevlileri de kabul etmiyor, ama iş gereği kabul etmiş gözüküyorlar. Şimdi, ben Tanrıyı kabul etmiyorum derken, orada Tanrı kilise olduğu için, kiliseyi kabul etmiyorlar aslında. Kiliseye karşı çıkıyorlar, ama daha sonra bu ateist falan diye adlandırılıyor.
Şimdi Türkiye’de de bu tür şeyler oluyor. Epey zamandır konuşuluyor, sık sık da tekrarlıyoruz, bugün çizilen çizgi, bugün birisi bana bir video göndermiş, bir kadın zina ettiğini itiraf ettiği için recm cezasına çarptırmışlar. Recmetmek için orada konuşuyor, konuşan kişi işte, kadına bir sürü nasihatler ediyor, sen itiraf ettin, recm edilirsen günahın affedilir, Ahirette şöyle olacaksın, böyle olacaksın diye. Ben gerisini dinleyemedim, hemen kapattım, yani ilerisini dinleyemedim. Baktım dayanamadım ilerisini dinlemeye. Eee, şimdi Kur’an-ı Kerim’de zinanın cezası belli, evlilerle ilgili ceza belli, bekârlarla ilgili evlilerle hiç bir fark olmadığı, çok sayıda -altı tane ayet tarafından- anlatılıyor. Şimdi bir gelenek oluşmuş, bir tane hadise üç tane ayeti nesh ettiriyorlar. Yani bir hadis ortaya koyarak, ayetleri yürürlükten kaldırıyorlar. Ondan sonra milleti recm ediyorlar. Eee, şimdi bunu gören insanlar, bakıyorlar; eğer din buysa, ben yokum diyor. Din buysa, ben yokum diyor. İşte geçen cumartesi günü anlattım.
Benim bir mastır öğrencim var. Çok iyi İtalyanca biliyor. İtalya’ya giderken kızımla beraber onu da götürmüştüm; orada İtalyanca tercümeleri o yapmıştı. İngilizcesi çok iyi, kendisi avukat uluslararası çalışıyor, Arnavut, gelmiş burada şey yapmış, hani orada uzun süre komünist idaresi olduğu için, dine karşı büyük bir hasret var, bu dini Türkiye’de öğrenirim diye buraya geliyor. İşte bir cemaate dâhil oluyor, üniversiteyi bitirene kadar diyor başörtülüydüm diyor, sonra bana anlatılan din, öyle bir nefret oluşturdu ki diyor içimde dedim ki din buysa ben yokum. Eğer din buysa, ben yokum demiş, ondan sonra Hıristiyanlığı araştırmış. Bakmış ki, Hıristiyanlıkta daha kötü.
Büyük Larousse ansiklopedisi vardı. Ben, onun yazarlarındandım,işte 1985 tarihinde çıkmaya başlamıştı. Ansiklopediyi ateistler çıkarıyorlardı, ben de haftada bir kere götürüp, yazılarımı teslim ediyordum. Ayda bir kere bir haber çıkardı sol gazetelerde; “işte şu kadar Türk genci Hıristiyan oldu diye”, orası da onların merkezi durumunda yani, bu işi idare edenlerin tepesi durumunda. Oranın başkanı bana dedi ki; “Hoca” dedi, “bu kadar haberler çıkıyor, şu kadar Türk genci Hıristiyan oldu falan, bunlara inanıyor musun?” dedi. “Ben ne bileyim dedim, yani yazıyorlar, konu hakkında da haberim yok”, “inanma” dedi, “Bir adam Müslümanlığı bırakacak da Hıristiyanlığı kabul edecek, bu imkânsız” dedi. “Bu attan inip eşeğe binmeye de benzemez” dedi, “attan inip sürünmeye benzer yerde” dedi.
Şimdi dolayısıyla, işte o hanım avukat da, Hristiyanlığı araştırıyor, bakıyor şey yapmıyor, işte geldi bizde mastır yaptı, evlenme ve boşanmayla alakalı bir mastır yaptı. Tabii, İtalyancayı iyi bildiği için, Roma kanununun ana metinlerinden biraz çalış falan demiştim. Kendisi de hukukçu dediğim gibi, yapıyı ortaya çıkardı. Baktıkki ki Roma’nın evlilik hukuku şeriata uyarlanmış, çünkü orada kadının hiç bir değeri yoktur, çünkü bizdeki talak ve nikâh sistemi, yani evlenme ve boşanmayla ilgili sistem Kur’an ve sünnete % 100 aykırıdır, yani % 1’lik uyan tarafı yoktur. Dört mezhepte de öyledir. Yani % 1 uymaz, oradaki o yapılan uygulama açısından, evlenmede işte evlenilmesi haram olan kısımları falan onları kastetmiyorum, yani evlenme işlemi bir de boşanma. Kur’an-ı Kerim’in kadına verdiği boşanma hakkı, zaten elinden tamamen alınmış, acayip bir hale getirilmiş falan. Tabii, onu görünce yeniden İslam’a yönelmiş oldu. Şimdi dolayısıyla insanlar, yani herkes kendisini dindar sayar, bunu çok iyi bilelim. Kendini dindar saymayan bir tek insan olmaz yeryüzünde. İblis de dâhil olmak üzere, herkes dindar sayar. Fakat hangi dinin dindarısın? Allah’ın dininin dindarı mı? Yoksa sen kendi kafandaki dinin dindarı mısın? Tüm mesele bu, burada asıl kararı verecek olan Cenabı Hak’tır. İşte, esirlerin öldürülmesi, esirlerin köleleştirilmesi, cariye haline getirilmesi falan, dikkat ediyorsanız, artık millet; yavaş yavaş bunları tartışmaya başladı. Ama maalesef, ben buna hayret ediyorum, yılardır bunları söylüyoruz, yazılıyor, insan bir merak eder, bir bakar. Yok yani, onun için bu hocalarda bir şey yok, ne varsa sizde var. Gerçekten öyle yani, iyi anlıyorum, neden? Allah’ın elçilerine karşı çıkanlar, o dönemin din adamlarıymış. Çünkü onların kurduğu düzeni bozucu, her türlü çalışma onlar tarafından reddediliyor. Hâlbuki gerçeği yüzde yüz biliyorlar. Bilmek önemli değil ki.
Cumartesi günü dersi dinleyenler varsa görmüşsünüzdür. Mesela; orada Yahya birçok çok güzel alıntılar yaptı, okudu, Fatih’te yaptı, okudu. Gayet güzel inşaallah devam edecek inşaallah, Allah nasip ederse. Yepyeni bir din oluşturulmuş ki, o dinin hakikaten İslam’la alakası yok. İşte şimdi insanlar o dini görünce; tıpkı o Arnavut öğrencimiz gibi, din buysa ben yokum diyor. Yaa, insanlara bir doğru dini tebliğ edin de, insanlar kâfir oluyorsa olsun, sana ne? Onun için ; “innelleżînekeferû” dediğimiz zaman, adam ne zaman kâfir olur? Doğru inancı görür, kendini ona kapatır, o zaman kâfir olur. Kendinin ona kapatması iki şekilde olur; Bakara suresinin baş tarafında Cenabı Hakk’ın bildirdiği gibi; burada diyor ki, Allah-u Teâlâ; “innelleżînekeferû”, “örtenler”, neyi örtüyor acaba? Bakalım şimdi neyi örttüğünü görelim; “sevâun aleyhim eenżertehum em lemtunżirhum lâ yu’minûn”, “onlar için fark etmez, ister uyar ister uyarma” 6. ayetini okuyoruz Bakara’nın. İnanacak değillerdir, inanmıyorlar yani. Sanki Allah, kalplerine mühür basmış, kalplerini örtmüş bu adamlar, kalplerini kilitlemişler, ondan sonra kulaklarına mühür basmış, gözlerinde de perde var. Yani bunlar kendisini öylesine kapatıyorlar ki, güneş orada duruyor. Siz gözünüzü yumduğunuz zaman ya da siyah perde çektiğiniz zaman evinize, siz karanlıkta kalıyorsunuz ama güneş yine dışarıda. İşte, bunlarda kendi gözlerini kapatıyorlar, ayetleri gösteriyorsunuz, görmek istemiyorlar, kulaklarını kapatıyorlar dinlemek istemiyorlar. Kazara duymuş olsalar, kalplerini kapatıyorlar, inanmak istemiyorlar, tamam mı?
Dolayısıyla, burada kâfirleri şöyle tanımlayabiliriz, Türkçe açısından; “kendini doğrulara kapatan kişiler”, kendini doğrulara kapatan kişiler. Siz istediğiniz kadar doğruları söyleyin, hiç önemli değil, bir de münafıklar var. Münafık, kendini Müslüman kabul ediyor. Kâfir, kendini kâfir kabul etmez. Kendini doğrulara kapatırken, sen öyle diyorsun der. Çünkü kendine göre bir takım doğruları vardır, kendi kafasına göre, bir hayat tarzı çizmiştir. Onun için doğru odur, ona aykırı olan hiç bir şeyi kabul etmez. O, kendi hayat tarzını etkileyecek hiç bir şeyi kabul etmez. Bir de münafıklar var: bunlar, önce inandıklarını açıkça söylüyorlar, “biz inanıyoruz” diyorlar, fakat inanıyorsun da; eee, zina etmeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın, faiz yemeyeceksin, beş vakit namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, bir gün değil beş gün değil bu, Şimdi, kendine göre kurguladığı bir hayata ters düşüyorsa, yavaş yavaş kıyısından köşesinden bakarsınız ki, uzaklaşmaya başlamış, ama uzaklaşmaya başladığı zaman da, uzaklaştığını hissettirmez karşı tarafa, çünkü herkesin kendini mü’min görmesini ister. O zaman, bunlar ne olur? Bakarsın sen, namaz da kılarlar yani, ama nasıl? “ve-iżâkâmûilâssalâtikâmûkusâlâ”, “namaza tembel tembel kalkarlar, mecbur olmadıkça kılmazlar yani, namazı, mecbur olunca kılarlar. Peki, bunlar nelerini kapatıyorlar? Bak, “summun, bukmun, umyun” diyor Allah-u Teâlâ Bakara suresinin on sekizinci ayetinde. Onlar da gözlerini kapatırlar, kulaklarını kapatırlar, yani şimdi siz bunları çok görürsünüz hayatınızda. Ayeti okursunuz duymazlar, dinlemezler yani. Tabii ki duyar yani, ses çıktığı için ağzınızdan duyuyor, ama dinlemiyor. Gözünün önüne koyarsınız, görmezler, kendileri bildiği halde konuşmazlar. Bunlar münafık olanlar, tabii ikisi de kâfir. Şimdi burada Cenabı hak diyor ki; “innelleżînekeferû”, “kendisini doğrulara kapatmış olanlar”, bu şekilde tercüme etmek, manayı daha güzel aktarıyor, “kendisini doğrulara kapatmış olanlar”, “lentuġniyeanhumemvâluhumvelâevlâduhumminallâhişeyâ”, “ne malları, ne çoluk çocuğu Allah’tan yana onların hiç bir ihtiyacını karşılamayacaktır ahirette; malı veren O, canı veren de O. Çoluk çocuğu veren de O. O’nun istediği gibi yapmazsan, yapmazsan bunun hiç bir faydasını göremezsin. “veulâikeashâbunnâr”, “onlar cehennem ashabıdır. “hum fîhâḣâlidûn”, “o cehennemin içerisinde ölümsüzdürler”, yani ölmezler ki kurtulsunlar. “meśelumâyunfikûne fî hâżihilhayâtiddunyâ”, “onların bu dünya hayatında yaptıkları harcama, şuna benzer: “kemeśelirîhinfîhâsirrun”, “bir rüzgar gibidir” ,içinde soğukluk var yani, soğuk bir rüzgar, “asâbetharśe kavmin zalemûenfusehum”, “kendilerini kötü bir duruma düşürmüş olan; bahçesine, bağına isabet eden, dokunan, içi soğuk bir rüzgar gibi olur. “feehlekethu”, “o ürünü işe yaramaz hale getirir, bu; tarımla meşgul olanlar bunu bilirler. Sabahleyin gidersiniz ki, bütün ürün yanmış. Aslında, o yanma, soğuktan yanma, yani, sıcaktan değil. O, soğuk rüzgâr, her şeyi bitirmiş. İşte bunlar da, yani uğraşıyorlar, didiniyorlar, bir takım şeyler yapıyorlar ama o içlerinde niyet olmadığı için, Allah rızası olmadığı için, sevap diye bir şey ellerine bir şey geçmiyor. Yani bir tarlayı niye hazırlarsınız? Ürününüzü alasınız ve aldığınız üründen istifade edesiniz. Bunlar da; yaptıkları bir sürü yatırım vardır. İşte, hayır yapmış olabilirler, bir takım insanları yetiştirmiş olabilirler ama orada Allah rızası değil, başka rıza olduğu için, birisi bana iyi desin, birisi bana güzel desin, televizyonlarda anlatsınlar, gazeteler de bizden bahsetsinler, falan, filan dediğiniz zaman, sizin bütün beklentiniz o olur. Ama beklentiniz yalnız Allah’tan olursa, isterseniz bütün dünya bana tükürsün, hiç önemli değil dersiniz. Yalnız Allah rızası için olursa, onun karşılığını alırsınız. İşte diyor ki, Allah-u Teâlâ burada; “bunların yaptıkları iyilikler öyle”, niye? Birisine bir şey veriyor, mesela bir yardım yapıyor ama mesela diyelim ki; bu suyu veriyor, veriyor ama bu suyu verirken, başka niyetlerle veriyor; Ya gösteriş yapmak istiyor, ya karşı tarafı kendisine bağlamak istiyor. Yani Allah rızası için vermiyor, başka sebeplerden dolayı veriyor. Onu da alır ya da almaz, önemli değil, ama Allah’tan alacağı bir şey yok bunun. Dolayısıyla verdiği an, kaybolup gidiyor. Yani bunun neticesini almıyor. Toprağa atılan bir tohumun neticesini almıyor, hâlbuki Allah rızası için, bir insan, toprağa bir tohum atarsa, ne oluyordu orada? “meśelulleżîneyunfikûneemvâlehum fî sebîlillâhkemeśelihabbetinenbetetsebasenâbile fî kullisunbuletinmietu habbe”, 43. sayfa evet, Bakara suresi 261. ayet. “meśelulleżîneyunfikûneemvâlehum fî sebîlillâh”, “mallarını Allah yolunda harcıyorlar, Allah rızası için harcıyorsanız, yani karşı taraf size teşekkür etse de etmese de umurunuzda değil, teşekkür ediyorsa o kendi iyiliğine. Yani şöyle düşünün: Cenabı Hak, bize bunca iyilik ve ikram da bulunuyor da, insanlar gidip, Allah rızası için gidip bir vakit namaz kılmıyorlar. Senin yaptığın, bir bardak suya teşekkür mü bekliyorsun ya? Allah her şeyi veriyor, teşekkür etmiyorlar, sana teşekkür ederler mi? Dolayısıyla, insandan teşekkür beklersen yandın. Allah rızası için yapacaksın. Allah rızası için yaptın mı, Cenabı Hak onun karşılığını verir. İşte diyor ki, Allah-u Teala; “”meśelulleżîneyunfikûneemvâlehum fî sebîlillâh”, “mallarını Allah yolunda, Allah rızası için, doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilere harcayanlar”, “kemeśelihabbetinenbetetseb’asenâbile”, “bunların yaptıkları da, yedi başak bitiren bir tane gibidir.Yani o taneli bitkiler var ya, “bir tane gibidir”, “fî kullisunbuletinmietuhabbeh”, “her başağında 100 tane var”, “vallâhuyudâ’ifu limen yeşâ”, “işini doğru yapan, doğru tercihte bulunan kişi için, Allah onun katlarını da verir, sizin niyetinize ve gayretiniz bağlı”, “vallâhuvâsi’unalîm”, “Allah’ın imkânları geniş ve her şeyi bilir”. Yani içinizdeki niyetinizi, her şeyinizi bilir, ona göre verir. Ama öyle değil de, böyle basit niyetlerle yaparsanız, karşı taraf aferin desin, millet görsün, işte şu olsun, bu olsun, bu olmaz. O zaman yok olur gider, bütün yapmış olduğun yardımlar.
Cenabı hak İsra suresinin 18. ayetinde diyor ki; “men kâneyurîdulâcileteaccelnâlehufîhâmâneşâu limen nurîd”, “kim hemen eline bir şeyler geçsin isterse”, bana bu dünyada lazım, adam diyor ki, “sen bu dünyada bana bir kilim verde, ahirette bir halı alırsın diyor”, yani onun için şu anda bir şeyler lazım, ahireti düşündüğü yok. Diyor ki; “men kâneyurîdulâcileh”, “kim hemen eline bir şeyler geçmesini istiyorsa, gerisini düşünmüyorsa, “accelnâlehufîhâmâneşâu limen nurîd”, “bizim tercih ettiğimiz kadarını, istediğimiz kişiye hemen veririz”, “śümmece’alnâlehu cehenneme”, “ama onun payına cehennemi hazırlarız, arkasından ona cehennem gelir, cennet yok. “yaslâhâmeżmûmenmedhûrâ”, “kınanmış ve kovulmuş olarak, yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer ve orada kızarır ama “vemenerâdelâḣirate”, “kim ahireti ister de”, “ve seâlehâsa’yehâ”, “onun için, gerekli çalışmayı yapar”, “vehuvemu’minun”, ama inanarak yapacak, inancı yoksa yine bir şey yok, işte içinde inanç olacak ki, inancı çıkarırsan, soğuk rüzgâra dönüşüyor o. “feulâikekânesa’yuhummeşkûrâ”, “bunların çalışmaları teşekkürle karşılanır”, ne demek? Daha fazlasıyla karşılığını alırlar. Onu da zaten öbür ayette okuduk. Ondan sonra da diyor ki Allah; “kullennumidduhâulâi ve hâulâiminatâirabbik”, “ama ona da ona da Allah’ın ikramından veririz, yani bu dünyada bakarsınız ki, Allah çok zenginleşebilir, ahirette bir payı olmayan,”vemâkâneatâurabbikemahzûrâ”, “Allah’ın vereceği ikramlar engellenemez”, Allah verirse verir, kimse onu engelleyemez.
Evet, şimdi tekrar Al-i İmran suresine dönüyoruz; 117. ayeti okuduk, bitmedi galiba. “meśelumâyunfikûne fî hâżihilhayâtiddunyâ”, “yani bu kâfirlerin, doğrulara kendini kapatmış olanların, bu dünya hayatında yaptıkları harcama, “kemeśelirîhinfîhâsirrun”, “içinde soğuk olan bir rüzgâra benzer”, yani soğuk bir rüzgâra benzer, buz gibi bir rüzgâr, “asâbetharśe kavmin zalemûenfusehum”, “kendini kötü duruma düşürmüş, kötülüğü kendisine yapmış olan, bir toplumun ekinine isabet etmiş, “feehlekethu”, “onu yok etmiş, ona benzer”, yani sen ne kadar iyilik ve ikramda bulunursan bulun, sen de Allah rızası beklentisi olmadığı için, yani boşuna yatırım yapmış olursun. Yani emeğin boşuna gider. “vemâzalemehumullâh”, “Allah onlara zulmetmiş değildir”, “ve lâkin enfusehumyazlimûn”, “ama onlar kendilerine zulmetmişlerdir”. Neden? Çünkü onlar kendi kafalarına göre bir hayat tarzı belirlemişler ve dünya, onlar için öyle, yaa sen Allah-u Teâlâ’nın bir kulu olarak Allah’ın emrettiği şekilde nasıl davranmazsın? Hani, herkes Allah’ın kulu olduğunu da bilir, herkes görevlerinin de farkındadır, ama dünyayı ahirete tercih ettiği için, bakarsın ki kendi kafasına göre, Allah’ın emirlerini, evirip çevirip kendisine benzetmiştir. Yani, dini kendisine uydurur, kendisini dine uydurmaz ve bu insanların sayısı çoktur, maalesef. Ondan sonra, kendisini avunduracak şeylerde bulur; işte bu zamanda, şimdiki insanlar, işte bu devirde, işte bu şartlar altında, hep böyle. Yani derlerse, “su samuru kürk olsa, kimse giymez” diye, yani gidin şöyle bütün hapishaneleri dolaşın, bir tane suçlu bulabilecek misiniz? Herkes bir başkasına atar, herkes bir başkasını gerekçe gösterir, ama yarın ahirette de öyle yapacaklar, fakat tutmayacak tabii, Ne diyor Allah-u Teâla; ” el yevmenahtimualâefvâhihim ve tukellimunâeydîhim”, “sürekli konuşarak kendilerini savunmaya çalışacaklar, susmadıkları için Allah-u Teala, ağızlarını mühürleyecek, bu defa ağızları, elleri konuşmaya başlayacaklar, evet.
“yâeyyuhelleżîneâmenû”, Allah-u Teâlâ bize emrediyor, “lâ tetteḣiżûbitânetenmindûnikum”, “sizin dışınızda olanları”, “bitâne” edinmeyin, “bitâne”, “batın” kelimesi var, “batın” iç demek yani, bu “batın” kelimesini duyarsınız yani, bir şeyin içi, “bitâne” şu iç gömlek, yani vücuda en yakın olan. O zaman ne diyeceğiz? Sırdaş diyeceğiz buna, yani sizin iç işlerinizden haberdar olan, şimdi sizin vücudunuzda mesela, yanık olabilir, yara olabilir, bilmem ne olabilir. Şu gömleğinizi giyersiniz, onu kapatır, dışarıdan gözükmez. Ama o gömlek, sizin içinizde ne olduğunu bilir. İşte o insanı öyle “bitâne” yaparsanız, bütün iç sırlarınızı açarsanız ona, o da gider, başkasına anlatır. Sizin dışınızda olanı, sırdaş edinmeyin, herhalde öyle mana mı vermişler? “Sırdaş” demişler değil mi, yani doğru bir mana. Öyle diyeceksin, bilmiyorum başka hangi kelime var, yani işte içişlerinize de karıştırmayın da denebilir, ama o da “sırdaş” demektir. Peki, ne olur? “la ye’lûnekumḣabâla”, yani “la ye’surunekumḣabâla”, “size kötülük yapmaktan geri durmazlar”, mutlaka size bir kötülük yapmaya çalışırlar, bir fırsatını bulup, sizi; kötü duruma düşürmenin bütün yollarını arar, gayretler içerisinde olur. “veddûmâanittum”, “sizi sıkıntıya sokacak şeyi çok isterler”, yani ne yapalım, sizi sıkıntıya sokalım. Bir radyomuz vardı, orada bunlardan neler çekmiştik. Yayın bozuluyor, adamı gönderiyorsun, teknik elemanı tamir ettirmeye, bu defa dışarıdan yapıyorlar, duvarın içerisine öyle bir şey yapıyorlar ki, 1-2 saat sonra tekrar bozuluyor. Bu defada nereden bozulduğunu bulamıyorsun. Yani çok çekmiştik, o radyoyu bıraktık ta kurtulduk.
“kadbedetilbaġdâuminefvâhihim”, “aslında size olan kinleri ağızlarından anlaşılır”, yani konuşmalarına bakarsınız, konuşmalarında açık verirler, açık verirler, anlarsınız, ama”vemâtuḣfîsudûruhumekber”, “içlerinin sakladığı daha büyüktür”, yani büyüğünü saklar, size söylemezler, ama konuşmalarına bakarsanız, konuşmalarından dikkat edin anlarsınız, adamın işte dost olmadığını.”kadbeyyennâlekumulâyâti in kuntum ta’kilûn”, “onların işaretlerini size açıkladık, aklınızı kullanabilirseniz”, eğer aklınızı kullanırsanız, bunların size karşı ne kadar yanlışların içerisinde olduğunu anlarsınız. “hâentumulâituhibbûnehum”, “siz öyle insanlarsınız ki, tutup onları seversiniz”, ya işte canım yine abdestli, namazlı adamlar, yani diğerlerinden iyidir falan filan dersiniz “ve la yuhibbunekum”, ama “onlar sizi sevmezler”, yani şöyle bir söz vardır:
Dime düşmene düşmen,elinde silahı ola,
Veli müşkül budur, sureti Hak’tan gelen
Elinde silahı olan düşman, düşman değildir, onu zaten görüyorsun, ama dost olarak gelendir, asıl düşman olan. Suret-i haktan gözükendir. Evet, “hâentumulâituhibbûnehum ve lâ yuhibbûnekum”, “siz onları seviyorsunuz, onlar sevmiyor”, diyorsun ki, ya işte yine de diğerlerinden iyidir falan. Değil kardeşim, diğeri hiç olmazsa açıkça kimliğini ortaya koyuyor, bu gizliyor. “ve tu’minûne bil kitâbikullihi”, “siz kitabın tamamına inanıyorsunuz”, ama o, tamamına inanmıyor. Bazı yerlerine inanıyor, bazı yerlerine inanmıyor. Yani hesabına gelen yere inanıyor, hesabına gelmeyen yere inanmıyor. “ve iżâlekûkumkâlûâmennâ”, “sizinle yüz yüze geldi mi, “amenna”, elbette biz zaten inanıyoruz, diye gayet sizden daha dindar gözükürler, yani.
Şimdi aklıma geldi de. Bir ara Müslümanlara karşı, çok tanınmış bir sima da, tanımayacağınız şekilde anlatmaya çalışacağım kendini. Müslümanlara bayağı kan kusturan birisi. Şimdi oturduk, uzun uzun konuştuk kendisiyle. Öyle bir dindar anlatıyor ki, kendisini. Bizim ailemiz belli, işte babam şöyle yapmış, …Tamam sen ne yaptın kardeşim? Ondan sonra, hiç kimse benden daha çok Müslüman olamaz, diyor. Sanki karar ona kalmış. Evet, öyle bir Müslüman gösteriyorlar ki kendilerini, bakıyorsun ki sen ben zayıf kaldık. “ve iżâḣalevaddûaleykumulenâmileminelġayz”, “ama kendi adamları ile baş başa kaldıkları zaman, size istediklerini yapamadıkları için tırnaklarını yerler, ay, ah yine bir şey yapamadık, falan. “kul mûtûbiġayzikum”, “deki; o kininizle beraber geberin gidin, “innallâhealîmunbiżâtissudûr”, “o kalplerde, o göğüslerde ne olduğunu Cenabı Hak bilir. Şimdi bir şey var; bu insanlar sağlıklı karar veremezler, sağlıklı karar veremedikleri için yani, o duyguları kendi ufuklarını kararttığı için, bunlara karşı başarılı olmak çok kolaydır. Çok dikkatli olacaksınız, falan. Elinizden geldiği kadar, siz doğru olursanız, problem yok. Şimdi burada Allah-u Teâlâ burada; bunları tanımak gerçekten zordur. Eee, peki ne yapacağız ya Rabbi? Ne yapalım yani? Burada söylüyor bak, “in temseskumhasenetuntesu’hum”, “iyi bir duruma gelseniz, bu onları üzer. Üzer yani, iyi bir konumda olmanız, onları fena halde üzer. “ve in tusibkumseyyietunyefrahubihâ”, “başınıza bir kötülük gelse, bundan son derece mutlu olurlar. Ben bu tür şeyleri çok görmüşümdür, siz de görmüşsünüzdür mutlaka.
Şimdi, doktora yapıyorum, doktoranın son günleri. Yani, uzatmanın da son haftasının son günüde teslim edebildim. Bazıları öyle bir seviniyor ki, bu adam doktor olamaz diye. Ama hep duyuyorum yani, müthiş bir şekilde seviniyorlar. Eee bir de kardeşim, sabahtan akşama kadar hem o kadar fetvayla uğraş, hem doktora yap, kolay bir şey olmuyor, tabii, Bir de araştırmacılara yardımcı ol. Şimdi doktor olunca, birçok kimsenin nasıl üzüldüğünü hatırlıyorum. Evet.
“ve in tasbirû ve tettekû”, ama ne diyor Allah-u Teâlâ? “sabredin, boş ver, hani ne yapacaksın? ne yaparsa yapsın. Çok affedersin, bizim Türkçede vardır ya, “it ürür kervan yürür”, boş verin, onla mı uğraşacaksın. Boş verin, ben yoluma devam ederim. “ve in tasbirû ve tettekû”, “kendinizi korur, yanlış yapmazsanız, yani onların eline malzeme vermeyeceksiniz, onlar size her şeyi yapmak ister ama eee, iftira ederler, iftira da uzun süreli olmaz. Fakat ellerine bir malzeme verirsen, kendini koruyacaksın yani, yanlışlara karşı koruyacaksın, ama sabırlı olacaksın, aceleci olmayacaksın.
“lâ yadurrukumkeyduhumşey!â”, “onların tuzakları size hiç bir şekilde zarar vermez”. Yani siz işinize devam edersiniz. Bakın, yani Allah’a çok şükürler olsun, sonsuz şükürler olsun, bizim Süleymaniye Vakfı, çalışmasın diye o kadar çok uğraşanlar var ki, ilk günden beri. Ama kendi yolunda; her geçen gün biraz daha ileriye, hiç durmadan, hiç beklemeden, sürekli ileri, ileri, ileri gidiyor. Ehh, çok şükür bu gün elhamdulillah, dünyada bir yıldız haline geldi. Sadece Türkiye’de değil, çok şükürler olsun. Sabreder, takva ile kendinizi korursanız, hiç bir şekilde şey yapmaz, niye? “innallâhebimâya’melûnemuhît”, “çünkü Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır, Allah’tan habersiz hiç bir şey yapamazlar. Siz sadece sabırlı olun, ondan sonra, kendinizi koruyun, yanlış yapmayın, karşı tarafa fırsat vermeyin, imkân vermeyin. Size hiçbir şekilde zararları olmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ onların yapmış oldukları şeyi tamamen kuşatmıştır.
Evet, böylece birazcık ara verelim, saat sekiz de devam ederiz.