Abdülaziz Bayındır:
(Alak Suresi ilk beş ayetini okuyor.) Kuranı Kerim’in ilk inen Alak Suresi’nin ilk inen ayetlerini okuduk. Okuduğum ilk beş ayet Peygamber’e (sav) ilk inen ayetlerdir. Peygamber efendimiz Duha Suresi’nde belirtildiği gibi, yapılan yanlışlıkları görüyor fakat çareyi göremiyor. Yani işin içinden nasıl çıkılır? Allahütealâ Duha Suresi’nde “Allah seni ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette buldu ve sana yol gösterdi. (Duha 93/7)” buyuruyor. İşte böyle bir noktada Peygamber (sav) ibadete çekiliyordu Hira dağına. Oradaki mağaraya. Bilhassa ramazanlarda kendi kendine ibadet yapıyordu.
Burada şunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Mekke toplumu Arap yarımadasının en dindar toplumuydu. İbrahim’in (as) soyundan geldikleri için herkes onlara saygı duyuyordu. Bir de Kâbe-i Şerif’in Mekke’de olması, bunların Kâbe’nin hizmetkârları olmaları da itibarlarını bir kat daha artırmıştı. Fil hadisesi olmuştu. Ebrehe’nin orduları Mekke yakınlarına kadar gelip orada bir yanardağ patlamasıyla perişan olmuşlardı. Bu da Mekkelilerin itibarını daha da yükseltmişti. Yani o bölgenin en dindar toplumu… İbrahim’den (as) kalma hac ve umre ibadetleri her zaman yapılıyordu. Bugün de aynı şekilde bir takım yanlışlıklar Peygamber (sav) tarafından düzeltilerek aynen devam ediyor o iki ibadet.
İşte o inzivaya çekildiği kenara çekildiği Hira mağarasında peygamberimize, ramazan-ı şerifin 27. gecesinde indiği genellikle kabul ediliyor, bu ilk beş ayet inmiş oldu. Ben ilk hacca gittiğim zaman Hira mağarasına çıkmıştım. Arka taraf sakin hiçbir hareket yok, kuş bile yok. Zaten hiçbir bitki yok orada, bitki olmayınca kuşların da gelmesinin bir sebebi yok. Geriye doğru döndüğünüz zaman da Kâbe-i Şerif oradan gözüküyor. O zaman öyleydi. Şimdi arka taraflar mahalle olmuş. Geriye doğru döndüğünüz zaman da otellerden herhangi bir yer gözükmüyor. O zaman belki psikolojik ama benim için çok etkileyici olmuştu o mağaranın durumu.
Burada Allahütealâ şöyle buyuruyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. (Alak 96/1)” Şimdi “Yaratan Rab” ifadesi çok önemli… Mekkeliler yaratan rabbi biliyor. Gökleri yeri kim yarattı diye sorsan Allah diyecekler. Göklerin yerin sahibi kimdir diye sorsan Allah derler[1]. Yaradan rabbi bilmeyen hiç kimse yok. Yani biz bunu sürekli söyleyerek zihinlere yerleştirmeye çalışıyoruz: yeryüzünde Allah’ı var ve bir bilmeyen hiçbir insan yoktur. Asıl olay şu, bazı insanlar Allah’la ilişkilerini kendi kararlarına göre yürütür kendilerini tanrı yaparlar. Bazıları da birilerinin kararına göre yürütür onları tanrı yaparlar. Bazılar da hiç kimsenin kararını dinlemez “Allah ne demişse odur” der yalnız Allaha kul olur. İşte Allahın istediği kişiler bunlardır.
“Yaratan rabbinin adıyla oku” dendiği zaman bütün Mekkeliler bunun Allah olduğunu kesin olarak bilirler. Şunu da yine hatırlatayım müşrik demek “ortak getiren, ortak koşan” demektir. Ortaklık en az iki kişi arasında olur. Burada neye ortak koşuyorlar? Allaha. O zaman Allah’ı biliyorlar değil mi? Yani iki şeyden birincisi devamlı Allah’tır. Hıristiyanlarda da öyledir, diğer müşriklerde de öyledir. O ortak koşulan devamlı Allah’tır. (Öte yandan) Allah için herkesin sayısız delili vardır, diğerleri için hiç kimsenin herhangi bir delili yoktur. Tek delil “kalktık böyle gördük, böyle duyduk” şeklinde olur.
“O insanı alaktan yarattı. (Alak 96/2)” Şimdi alakın tekili alaka. Şimdi bir “muallâk” kelimesi Türkçemizde kullanılır. Yani (bir şeyi) bir tarafından bir yere asarsınız alt tarafı sallanır “muallâkta” denir. Ama bir taraftan bağlıdır. İşte “benim falan yerle bir alakam var” yani bir bağım var demektir. “Bunun ne alakası var?” diye söylenir Türkçede, yani “nasıl bir bağ kuruyorsunuz?” anlamına gelir.
Şimdi ana rahminde annenin yumurtasıyla babanın spermi döllenir. Ona “nutfe” deniyor. Bizim en son yaptığımız çalışmalarda nutfenin Arapçada “inci” anlamına geldiğini öğrendik. Sonra döllenmiş yumurtanın resmine baktık ve birkaç kişiye gösterdik: “Bu nedir?” “İncidir” dediler. Bu inci değil bu döllenmiş yumurta (dedik). Tabi müthiş bir şey… Yaratılışı Allahütealâ… Hac Suresi’nden alayım oradan kısaca bir görelim. Cenabıhak burada şöyle buyuruyor “Ey insanlar! Siz öldükten sonra tekrar dirilme konusunda şüphe içerisindeyseniz, sizi topraktan yarattık (Hac 22/5)” Tabi kuru bir toprak değil. Suyla ıslanmış toprak. Ona “tıyn” deniyor. “Sonra da nutfeden… (Hac 22/5)” Yani “döllenmiş yumurtadan” yarattık.
Şimdi bu nutfeyi bizim kitaplarda bakıyoruz, tefsirlerde, “annenin suyu, babanın suyu” şeklinde ifade ediliyor, hayır. Annenin suyu değil babanın suyu. Annenin yumurtası. Şimdi bu konular üzerindeki yeni gelişmeler yeni ufuk açıyor. Az önce de söylediğim gibi nutfenin Arapçadaki tam karşılığı inci. İnci de annenin yumurtasına benzeyen bir yapıda. Döllenmiş yumurtanın resmi de tamı tamına inciye benziyor. İşte” sizi bir nutfeden yarattık” dendiği zaman oradaki tüm detayları Kuranı Kerim bize vermiş oluyor. Yani döllenmiş yumurtadan.
Sonra bu yumurta bölünüyor ikiye dörde, sekize, on altıya, otuz ikiye derken böyle katlanarak gidiyor ve o rahim kanalında da içeriye doğru yürüyor, gidip rahim cidarına yapışıyor. Yani o zaman alaka oluyor. İşte muallâk… Bir feneri evin tavanından asarsınız orada muallâk olur. İşte bu döllenmiş yumurta da çoğalıyor tabi onun teknik terimleri nedir onları ben bilmem. Gelip ana rahmine yapıştığı zaman orada muallâk oluyor onun adı da “alaka” oluyor. Ana rahminin cidarına yapışıyor ve oradan sürekli besleniyor.
İşte İkra Suresi’nde de “O insanı alaktan yarattı. (Alak 96/2)” diyor. Bakın Allah daha ilk ayetlerde yaradılışa dikkat çekiyor. Bu son derece önemlidir. Bunların üzerinde durmamız lazım. “İkra/oku. Rabbinin adıyla oku, yaratan rabbinin… (Alak 96/1)” Yeryüzünde ne varsa hepsi onun yarattığı şeydir. Bunu dünyada inkâr eden hiç kimse yoktur. Herkes kabul eder. Burada hemen genelden özelden geliyor. İnsanı da yaratmıştır. İşte alaktan. Döllenmiş yumurtanın gelip rahim cidarına yapışmasından. Tabi diğer detayları başka ayetlerde anlatıyor.
Bu nedir? Bu dikkatimizi tabiata çevirmedir hemen ilk anda. Yaratılışa bakacaksınız, insanın yaratılmasına bakacaksınız. Şimdi tüm ilimlerin kaynağı nedir? Tabiat değil mi? Yani dış dünyada gördüklerimiz değil mi, bütün ilimleri onlar oluşturmuyor mu? İşte Allahütealâ burada ne kadar ilim varsa hepsine dikkat çekiyor. Şimdi bu ilimlerin ulaştığı sonuçlar vardır. Bazı sonuçlar vardır ki doğruluğu kesinleşmiştir. Bazıları tartışmalıdır. Doğruluğu kesinleşmiş olanların bir kısmı halka mal olmuştur. Bu sürekli tekrarlanır, artık dünyanın her yerinde insanlar onu konuşur, ona göre düşünür, ona göre hareket ederler. Evrensel nitelik taşıyan bu doğru bilginin Kuranı Kerim’deki adı “zikir”dir. Kuran’ın adı da zikirdir. Dolayısıyla Allahütealâ bu doğru bilgiye vurgu yaparak herkesin bildiği şeyden hareketle Kuranı Kerim’e gelmesini sağlar. Bu kâinattaki düzeni yaratanın Allah olduğunu her insan bildiği için… O zaman bu düzenle birebir uyum sağlayan kitabın da Allahın kitabı olduğunu çok rahatlıkla kavrayacaktır. İşte Allahın indirdiği kitap bu, yarattığı kitap da kâinat… Allahın yarattığı kitap tüm ilimlerin kaynağı, indirdiği kitap da aynı şekilde… O ilimlerin yazılı şekli. O Kâinatı yaratan tarafından yazılmış olan kitap. Bize çocuğun yaratılışı ile ilgili bu kadar gelişme olmuş, ana rahmindeki çocuğun tüm safhaları resimleniyor. Ta ilk andan son ana kadar onlar öğrenildikçe Kuran daha iyi kavranıyor. Çünkü onu yaratanın kitabı bu… O zaman bunun bir başka manası şudur, siz bilimlere tabiattan buraya gelebilirsiniz bu bir yoldur. Yanlış da bir yol değildir. Ama bu çok yorucu bir yoldur. Hem Kuran’la, hem tabiatla birlikte hareket ederseniz o zaman uçarsınız. Hayal edilemeyecek gelişmeler sağlarsınız. İşte bizim Almanlarla yaptığımız ittifak. Allahın indirdiği kitapla yarattığı kitabı birlikte okuma üzerine bir (anlaşma yaptık). İnşallah uygulayabilirsek insanlık için çok büyük faydası olacağını düşünüyoruz.
Şimdi bu ayeti kısaca bitireyim daha fazla detaya inmeyelim. “Sonra bir çiğnem et görüntüsünde yaratır. (Hac 22/5)” ki aslında o et parçası değil, çiğnenmiş gibi gözüken kısım çocuğun omurgasını oluşturan kısımdır diğerleri de tüm organlarının aslında başlangıcıdır. Burada ne diyor. “O bir çiğnem et gibidir. (Hac 22/5)” Ama tam böyle belli belirsiz bir bakarsın insana benzer bir bakarsın benzetemezsin şöyle bir kesitini aldığın zaman. Bunu nerden anlatıyorum diyor ki “Size her şeyi açıklayalım diye bu böyle. (Hac 22/5)” “İstediğimizi rahimlerde belli bir süre kadar tutarız. (Hac 22/5)” O belli süre de bellidir zaten. Vücut da detaylara girmeden söyleyeyim bizim diğer sohbetlerde bunların detayları var. Yaklaşık 100 ile 105 gün arasında Kuran ayetlerine göre söylüyorum, vücudun yapısı tamamlanıyor. Başlangıçta bir kaba inşaat gibi sonra ince inşaatı bitiyor. Her şey bitiyor mobilyası da döşendikten sonra işte o 100 105 günlük bir çocuk. O zaman ruhun girmesi için hazırlanıyor. O zaman ruh giriyor, ruh vücuda girdikten sonra çocuk ana rahminde altı ay daha kalıyor. Bunlar ayetlerde gayet açık bir şekilde anlatılıyor. “Sonra sizi bir çocuk olarak oradan çıkarırız ana rahminden. Sonra da güçlü kuvvetli hale gelmenize kadar sizi yaşatırız. Kiminiz vefat eder, kiminiz de ömrün en rezil dönemine kadar çevrilir. (Hac 22/5)” Yani artık tutan eli tutmaz olur, düşünen kafa düşünmez olur tekrar yeniden çocuklaşır. “Kimin ömrünü uzun edersek yaratılışta onu geri çeviririz. (Yasin 36/68)” Sıfır noktasından başladı mı, yani çocukken başlar gelir gelişir tekrar çocukluk dönemine döner bakarsınız ki çocuk gibi olmuş. “O kadar bilgiden sonra hiçbir şey bilemeyecek hale gelsin diye böyle yaparız. (Hac 22/5)” diyor. Neyse burada bu kadarla bırakalım asıl konumuza devam edelim.
İşte insanı bu alaktan yaratmıştır Allah. Oku… Şimdi Peygamber’e (sav) “oku” diye emrediyor Cenabı hak. Hâlbuki peygamberimiz okuma bilmez. Peki, okuma emri, okuma illa da bir kitaptan mı olur? Peygamberimizin bilmediği bir kitaptan okumaktır. Okuma yazma bilmeyen bir adama bir Fatiha oku desen okuyabilir mi ezberlemişse? Okur. Zaten burada “oku”da da hemen tabiata dikkat çekiliyor. Her insan doğduğu günden öldüğü güne kadar zaten tabiatı okur. Çevresinin öğrencisidir. Onun için okuma yazma bilmeye lüzum yok. Gözlemler yapar şunu yapar bunu yapar oradan birtakım bilgiler elde eder. “Oku rabbin çok cömerttir. (Alak 96/3)” Bakın her şeyi size işte o veriyor.
“Kalemle öğretendir. (Alak 96/4)” Bundan sonra ikinci sure hangisidir inen biliyor musunuz? Kalem suresi. “Nun. Kaleme yemin olsun. İnsanların yazdıklarına da… (Kalem 68/1)” Kalem bir alettir. Yazan insandır. Onun için kalem değil fail insanlar. Demek ki kalemi kullanmaktır önemli olan. Ama kalem çok önemli bir alettir. Yazı yazma aletidir.
Peki, “İnsana bilmediğini öğretti. (Alak 96/5)” Allah, bu “alemle” fiiliyle hangi insana öğretmişti hatırlıyor musunuz? Âdem’e (as). Ne diyor “Âdem,’e bütün isimleri öğretti. (Bakara 2/31)” Niye isimler? Şimdi siz suyu bilirseniz hemen gördüğünüz zaman hemen bu su dersiniz ve ne işe yaradığını da bilirsiniz. Yanında limonatayı da hurmayı da tulumbayı da… Sonra bu bildiğiniz eşyalar arasında ilişki kurar cümleler oluşturursunuz değil mi? Eşyayı tanımadan hiçbir şey yapamazsınız ki. Onun için Allah Adem’e bütün eşyayı öğretti. Bütün isimleri öğretti. Peki, nasıl öğretmiş? Âdem (as) biliyor muydu daha önce? Bilmiyordu. Öğrettikten sonra neyle öğretti Âdem’e (as) ? “Kalemle” öğretti. İşte söylüyor Allahütealâ burada. “Kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti. (Alak 96/4-5)” Şimdi buradan şu net olarak ortaya çıkıyor. Demek ki yazının icadı tarihi diye bir şey yok. Yazı insanlıkla birlikte başlıyor. Bütün isimleri öğrettiyse o isimleri oluşturan harfleri de, o harflerin kullanımını da öğretmiş demek ki: (Üstteki ayeti tekrar okuyor.)
Bakın gözünüzle görün Bakara Suresi’nin 31. Ayetini açın, gözünüzle gördüğünüz zaman aklınızda daha iyi kalır. Bakın şu sese bakın. Arapça bilmeyenler için “ve alleme”, bu Bakara’da geçen. İkra’da geçen gene “alleme”. Yani Arapça bilmezseniz bile ses aynı ses değil mi? Aynı kelime. Ama burada insan, orada Âdem… İnsanlığın babası. “Âdem,’e bütün isimleri öğretti. (Bakara 2/31)” Şimdi Âdem’e (as) bilgi öğretti. Şimdi ben size fazla uzatmamak için ayetlerin (Arapçasını) okumadan anlatayım. Ondan bir önceki ayet, 30. Ayet. Allahütealâ meleklere ben yeryüzünde bir halifelik oluşturacağı dediği zaman, onlar demişlerdi ki yarabbi yeryüzünde fesat çıkaracak kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun.[2] Halifelik neyi hatırlatmış oldu onlara? Fesadı ve kan dökmeyi. Şimdi bazıları diyor ki “Allah ben kendime bir halife yaratacağım dediği zaman melekler böyle dedi.” O zaman bu ne demektir? Hâşâ o doğru olsa “Yarabbi senden çektiğimiz yetmiyor mu bir de bu milleti başımıza bela ediyorsun?” Manası o olmaz mı? Yani halifelikten anlaşılan kan dökme ise kimin halifesi oluyorsa onun dediğini yapar, onun yaptığını yaparsın değil mi? Son derece çirkin bir şey bu ama maalesef bakıyorsunuz ki her tarafta insan Allahın halifesi olmuştur. Kardeşim Allah ne zaman öldü de sen onun halifesi oldun hâşâ? Ya da Allah başka bir yere taşındı da burayı sana mı bıraktı? Bunlar son derece çirkin şeyler ama maalesef kitaplar dolu ağzına kadar. (Bir katılımcı “yeryüzündeki halifesi denemez mi?” diye soruyor.) İyi ya yeryüzünden çekilmiş Allah burayı bize bırakmış olacak. Başka bir anlamı yok onun.
Şimdi en önemli soruyu şöyle soruyorlar. Peki, melekler nereden biliyordu bu insanoğlunun fesat çıkaracağını? Daha önce başka insanlar mı vardı? Şimdi hemen zihinden gidiyorlar: “efendim önce çok Âdemler vardı da, onlar fesat çıkardı da Allah böyle deyince hemen melekler onu söyledi.” Onu da kafadan uyduruyorlar. Kardeşim Kuranı Kerim’de çok sayıda ayette, insanoğlu yaratılmadan tüm hayvanların bitkilerin yaratıldığı ifade ediliyor.
Şimdi bir kümeste iki tane horoz olur mu? Ne yapar? Biri diğerini öldürür. İşte bu bir halifelik mücadelesidir. Yani “ben senin yerine geçeceğim.” “Sen bu kümeste kral olmayacaksın ben olacağım.” Halifelik bu, yani “ben senin yerine geçeceğim.” Şimdi ihtilaller niye oluyor ülkelerde? Bu bir halifelik mücadelesidir. Kardeşler niye birbirleriyle ters düşüyorlar? O da bir halifelik mücadelesidir. “Senin olmasın benim olsun.”
Şimdi melekler hayvanları gözlemliyorlar. Bakıyorlar bir kümeste iki tane horoz olmuyor. Niye? İki tane horoz arasında halifelik mücadelesinde biri diğerini öldürüyor. Ya Allah öyle bir varlık yaratıyor ki bu varlıkta kadınlar da mücadeleye katılacak. Hadi bir de tavuklar arasında da halifelik mücadelesi olduğu zaman hadi bakalım bir tane kümes olmaz. Burada kadınla erkek arasında da mücadele olacak eyvah ki eyvah! Kan gövdeyi götürecek değil mi? Eyvah ki eyvah. Daha iki tane horoz anlaşamıyor bir de tavuklar arasında da halifelik mücadelesi bir de tavukla horoz arasında halifelik mücadelesi ooh yandık! Allahütealâ olmayacak demiyor ama “sizin bilmediğiniz şeyler var” diyor. İşte bilmedikleri şey eşyanın ismini öğretiyor, kalemle yazmayı öğretiyor, bilgiyi öğretiyor. Eğer halifelik mücadelesi bilgide olursa bilgideki mücadelede kimse kimseyi öldürmez, özellikle muhalif oluşturur ki bilgi gelişsin. İşte medeniyeti halifelikteki o bilgi oluşturur. Ama hayvanca bu mücadeleyi yapanlar olmayacak mı? İşte Irak’ın durumunu görüyorsunuz. Olacak. Allah olmayacak demiyor ki. “Sizin bilmediğiniz var” diyor. Hayvanca mücadele olduğu zaman da sizin bütün medeniyetiniz yok olur gider. Ondan sonra tekrar başlayın sıfırdan yeni bir medeniyet oluşturmaya. İnsanca mücadele bilimde olur. Onun için İkra suresinin başında Allah derhal bizim yaratılışımıza dikkatimizi çekiyor. Mesela bugün kök hücre dünyada bilimin ulaştığı en zirve olarak anlatılıyor. Bir de Kuranı Kerim’le gidin bakalım. Sizi nerelere götürecek o zaman görürsünüz.
Şimdi kâinata dikkati çekiyor, ilk insanın Allah tarafından eğitildiğini Allahın kalemle öğrettiğine yazıyı öğrettiğini dikkatimizi çekiyor ve mücadelenin ilim sahasında olması gerektiğini söylüyor. Hatta bir ayeti kerime de şöyle, şimdi orada ehli kitabı anlattıktan sonra onlar kâfirlerdir onların inançsız olduğunu söylüyor da diyor ki “her grubun kendine göre tutturduğu bir hedef vardır o tarafa yönelir.” Peki, ne yapalım yarabbi bu kâfirleri öldürelim mi? Yok diyor: “Hayırlı işlerde yarışın. (Bakara 2/148)” Yani ilimde yarışacaksın. Allah bu emri veriyor.
Sonuçta çağımızın en büyük problemlerinden birisi ya da en başta geleni bana göre din bilim ilişkisindeki kırılmadır. Din bilim ilişkisi birçok yerde çatışmacı ilişkidir. Din bilimi reddeder bilim dini reddeder. Maalesef bizde de yaklaşık bin yıldır belki biraz daha fazla böyle olmuştur. Tamamen İran tesiriyle bu hale gelmiştir. Dini ilimler dini olmayan ilimler ayrımı yapıldığı gün bu defter kapanmıştır. Müslümanların dünyayla ilgili iddiaları bitmiştir. Ondan sonra uzatmaları oynamışlardır. Müslümanların en büyük karı karşılarında rakibin olmamsıydı. O yüzden onun rantını uzun asırlar yediler. Sonra bir rakip oluşunca sahneden çekilmek zorunda kaldılar. Dinle bilim arasındaki ikinci ilişkisi “sen yoluna ben yoluma” ilişkisi üçüncü ilişki de birbirine tahammül ilişkisi ama bu bir riyakârca bir ilişki. Biri diğerini kabul etmiyor ama işte böyle olsun. Kuranı Kerime göre din ve bilim ayırımı asla ve kata kabul edilemez. İşte görüyorsunuz ilk inen ayetlerin bizi nerelere götürdüğünü açık ve net bir şekilde görüyorsunuz. Böylece dersimizin birinci bölümünü şimdi bitiriyoruz.
Yazıya geçiren: Efe Mısırlı ([email protected])
[1] Zuhruf 9, Ankebut 61, Lokman 25
[2] Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (Bakara 2/30) D.V. Meali