İsra 17/9;
Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün Adiyat Suresini okuyacağız inşallah. Kuran’ı Kerim’in 100.suresi. Bu sureleri anlamak oldukça zordur ya da bir başka deyişle bu surelerin anlamı çok kapsamlıdır. Bunları ciddi bir ekip ancak anlayabilir ve bu ekiplerde de çok iyi uzmanların olması lazım. Onun için bu akşam yapacağımız ders bizim anlayacağımız kadarıyla olacaktır. (Adiyat 100);
Bismillahirrahmanirrahim
Bu da çok üzerinde uzun uzun durulması gereken ayetlerdendir. Ama dediğim gibi şahsen benim bilgim bu konuda yetersiz. Bunu uzmanlarıyla birlikte ele almak gerekir.
“Felmuriyat” “gösterenler” “kadhan”. Şimdi “kadh” kelimesi değişik manalara geliyor. Şimdi bir diyelim ki soğanı elinizle cimcikliyorsunuz onun üzerine bir iz bırakıyorsunuz, salatalığı cimcikleyip iz bırakıyorsunuz, iz bırakan bir şey, “iz gösterenler” denebilir. Ya da kadh kelimesi bir kabın dibinde kalan az su anlamına da geliyor. İşte karşı tarafı açıp kaçıranlar, iyice yere serenler ve az bir kişi bırakanlar, işte esir alanacakaz bir kişinin kalmasına sebep olacak olan düşmanı iyice püskürtenler denebilir. Ya da işte kadh kelimesi,temreli, yok çakmak değil, ona öyle lazimi bir mana veriyorlar, öyle ateş çıkaranlarfalan deniyor, işin esasında o yok. Onu şimdi biraz sonra anlatacağım ben. Onun bir temreni vardır, yani demiri vardır ucunda bir de yelek vardır arkasına tüy takarlar, kuş tüyü takarlar ki hedefekolay ulaşsın, doğru ulaşsın. Şimdi ucunda temreli, arkasında yeleği olmayan oka da kadh deniyor. Şimdi bu oka benzediği için kıvılcımlara kadh denebiliyor. Şimdi öyle olunca karşı tarafın açıklarını yakalayanlar manası olabilir. İşte mesela bugün kızılötesi ışınlar göndererek düşmanı gözetleyenler anlaşılabilir. Bu ışınlar da bu kadh anlamında gelebilir. Ya da öyle bir hücum ediyor ki karşı tarafın üzerindeki o kabuk durumundaki şeyleri kaldırıyor. Mesela zulüm ve işkence altında bulunan insanlar var. Ve bunlar dua ediyorlar. Şimdi Enes hoca belki şeyden bulur. “Ve musteda” diye başlayan bir ayeti kerime vardı. Onu bir şey yapar mısın? İşte dua ediyorlar ya Rabbi şu zalimlerden bizi kurtar diye dua eden insanlar var. Siz hücum ederek o insanları baskıdan zulümden kurtarıyorsunuz. Onların kabuklarını açıyorsunuz bu manaya da gelir. Dış taraflarını kaldırıyorsunuz(Nisa 75). Mesela diyor ki Allahü Teâla;
velmustad’afîneminer ricâli vennisâi“o zayıf düşürülmüş kadınlar ve erkekler”
velvildânillezîneyekûlûne“şöyle dua ediyorlar” (baskı altında dua ediyorlar)
rabbenâahricnâminhâzihilkaryetizzâlimiehluhâ“halkı zalim olan bu ülkeden bizi çıkar ya Rabbi” (artık iyice bunalmışlar, kim memleketini terk etmek ister? Kim evinden barkından uzaklaşmak ister? Öyle bunalmışlar ki artık ya Rabbi bizi bu ülkeden çıkar diyorlar)
vec’allenâminledunkeveliyyen“bize senin katından bir dost nasip eyle”
vec’allenâminledunkenasîrâ“senin katından bize bir yardımcı gönder” diye dua ediyorlar. İşte bu hücum edenler, onların önündeki bu engelleri kaldırarak. O insanların rahata kavuşmasına da sebep olabilirler bu manada anlaşılabilir.
Atladım mı?3.ayeti atladım değil mi?
“velayuminunekferihumbillahümüşrikun”. “Onların birçoğu ancak Allah’a şirk koşarak inanırlar”. Yeryüzünde ne kadar insan varsa, sürekli burada tekrarlıyoruz, Kuranı Kerim’de de bunun ayetleri çok, ne kadar insan varsa hepsi Allah’ı var ve bir bilir. Yani 2 tane Allah vardır diyenler o dedikleri noktada kalamazlar, bunu Hristiyanlar söylüyorlar, işte İsa Allah’tır diyorlar, ama o noktada duramıyorlar. İsa Allah’ın peygamberidir demek zorunda kalıyorlar. İsa Allah’ın emrettiğinden başkasını yapmaz demek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla bir noktada duramıyorlar. Sıra Allahü Teala’ya gelince orada kimsenin şüphesi yok. Bizim vakfa gelen Hristiyanlardan Tomkey adında birisi vardı Protestan profesör. Ona sordum dedim ki İsa’ya tanrı diyorsunuz, elinizde bir deliliniz var mı dedim. Yok dedi. Peki Allah’la ilgili deliliniz var mı? O çok dedi, Allah’la ilgili dedi. E peki bir delil olmadan, İsa’ya nasıl tanrı diyebiliyorsunuz, kendinizi nasıl savunacaksınız? İşte Cenabı Hak’la ilişkilerini onlar İsa’yı Allah’la kendi aralarına koyuyorlar, kendi hayalleriyle bir dünya kuruyorlar, o dünyaya bir kilise yerleştiriyorlar ve ayrı bir din oluşturuyorlar. Böylece körler sağırlar birbirini ağırlar cinsinden idare edip gidiyorlar. Cenabı Hak’la ilişkiler açısından insanlar 2 gruba ayrılır, 3 grup değil, üçüncüsü yok. 1. grup Allah’ı 1. Sırada tutar. İşte Adem AS gibi. Cenabı Hakk’ın verdiği emri yerine getirmedi ama o ağaçtan yedi ama, kendini suçlu saydı. Allah’ın dediği doğrudur dedi. Yani kararı Allah’a verdiriyor. Allah ne demişse o. Günah işlediysem günah, sevap işlediysem sevap. Günahı bildiğim an vazgeçerim, Adem AS’daolduğu gibi, tamam bu birinci sıraya koyar. 2. Grup ta Allah’ı 2. sıraya koyar. Allah’ı 2.sıraya koyanlar, 1.sıraya kendileri için bir takım dostlar bularak koyarlar.
(anlaşılamadı)19:40. “Şeytanları Allah’tan önce, Allah’ın öncesine şeytanları kendileri için evliya yapar, dostlar yapar araya koyarlar”. Peki, şeytan kim? İblis ne zaman şeytanlaştı? O iblisti, yani adı iblisti. İblis diyoruz ona, kötülüyoruz falan da öyle değil, adı oydu onun. O onun adıydı. İblis ne zaman şeytanlaştı? Ne zaman ki Allah’ın emrini beğenmedi o zaman şeytanlaştı. Ama Adem AS da günah işledi fakat beğenmezlik etmedi Allah’ın emrini, Ya Rabbi ben suçluyum dedi. Şimdi insanlardan da Allahü Teala’nın emrini beğenmezlik edenler, onlar da şeytan olurlar. Çünkü Allahü Teala şeytanlar için (Enam 6/112);
Ve kezâlikecealnâlikullinebiyyinaduvvenşeyâtînel insi velcinni“Her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık” diyor.
Biz şimdi şeytan derken sadece o görünmeyen şeytanı düşünüyoruz. Değil. O zaman da iblisti. Allah’ın emrini 2.plana koydu, 1.plana neyi koydu? Kendi nefsini koydu. Onu tanrılaştırmış oldu. İnsanların çoğusu ne yapar? Cenabı Hak diyor ki (Tevbe 31.ayette);
İttehazûahbârahum ve ruhbânehumerbâbenmindûnillâhi“Allah’tan önce bilginlerini ve din adamlarını Rab’lar edindiler, efendiler edindiler kendilerine”. Kimisi falanca bilgini kendine Rab ediniyor, efendi ediniyor, yani onun görüşünü Allah’ın görüşüne tercih ediyor. Bakıyorsun ki Marx böyle der, Allah böyle der dersen beğenmez. Ya da işte diyor ki işte Durheim şöyle diyor diyor. Ya da Kant şöyle diyor. Sen Allah’ın emrini söylediğin zaman Kant’ın şunun bunun sözünün olduğu yerde Allah’ın sözünü hiç önemsemiyor. 2.plana itiyor, onun tanrısı o. Birisinin Tanrısı da falanca din adamı filanca din adamı fark etmez isterse peygamber olsun önemli değil. İsa AS’ın suçu var mı bunda? Kendi kafasından oluşturuyor. Onun için insanlar hep ikinci plana iterler. Şimdi 2.planda da olsa zihinde Allah var ya bunlar hepsi kendisini aynı zamanda doğru yolda kabul ederler. Ama kendileri dine uymaz, dini kendilerine uydururlar. Kendi arzularına uydururlar. Şimdi Allah’ı 2.plana bıraktıkları an şah damarlarından daha yakın olan Allahü Teala ne olur? Onunla ilişkiyi kendisi kesmiş olur. Cenabı Hak gene şah damarından daha yakın olmaya devam ediyor. Ama o ilişkisini kesmiş olur Allahü Teala’yla.
Cenabı Hak Fussilet suresinde şöyle buyuruyor
(Fussilet 41/49);
ve im messehüşşerru fe yeusünkanut“ama bir ekonomik sıkıntı bir kriz falan geldi mi (ki kesin gelir, bu ekonomik kriz şeklinde gelir başka şekilde gelir, olur yani çeşitli şekillerde Cenabı Hak insanları imtihan eder. Mutlaka bir sebep çıkar burası imtihan dünyası. O zaman da bakarsın ki bütün ümitlerini kesmiş, hayattan kopmuş)” Geldiği zaman iyi, şükür yoktur, kendi kazanmıştır. Gittiği zaman da Allah’ın yüzüne bakmıyordur.
vemaezunnüs saate kaimetev“kıyametin olacağını hiç zannetmiyorum ama”
veheirrucı’tü ila rabbi “öyle bir şey olsa da ben Rabbime döndürülecek olsam, Allah’ın huzuruna götürülecek olsam”
innelıındehulelhusna“Allah orada da bana en iyisini verir, burada nasıl verdiyse orada da verir”. Garantisi var sanki.
fe le münebbiennellezınekeferubimaamilu“Şurası gerçek ki bu nankörleri yaptıkları şeyden haberdar edeceğiz”. Bak şunları şunları yaptın diye onlara göstereceğiz.
ve le nüzıkannehümminazibnğalıyz“ama başına bir sıkıntı geldi mi başlar dua etmeye”.
İşte Hac suresinde olduğu gibi bakarsınız ki bu defa Allah bana vermiyor diye düşünür ondan sonra tutar torpiller aramaya başlar bir Eyüp Sultan’a gidelim, kurban keselim, ne olacak, o belki torpil olur. Cenabı Hak üzerinde baskı kuracak. O olmadı falan ağzı dualı adama gidelim, hepsi olmayınca hadi şu boğaz köprüsüne gidip atlayalım der.Hâlbuki burası dünya Cenabı Hak seni her türlü şeyle imtihan edecek, sen sürekli hedefe yürü, ama hedefin Allah’ın rızası olsun.
izabu’sirama fil kubur “kabirlerde olanlar dışarıya çıkarıldığı zaman”
Şimdi bu dersi erken bitirmeye çalıştım bu dersi şundan dolayı, belki bir kısmınız biliyorsunuz, biz bu hafta sonu Almanya’daydık. Cuma günü gittik, Cumartesi, Pazar, Pazartesi günü geldik. Dolayısıyla 3 gün Almanya’da kaldık. O konuyla ilgili size birazcık bilgi vermek istiyorum. Tübingen’de bir üniversite var, oranın Katolik Kilisesi, Katolik demeyelim, oranın Hristiyan üniversitesi, Katolik Fakültesi var, oranın en önemli özelliği bugün ki papanın o fakültede hocalık yapmış olması. Dolayısıyla Katolikler açısından önemli bir yer. Geçen sene Ramazan’da Roma’dan yani Vatikan’dan ve işte bu Tübingen’deki üniversitede 30-35 kişilik kadar bir ekip gelmişti Türkiye’ye, bu Avrupa Topluluğunun bir takım fonları var, üniversiteler arası ilişkiler var, burada bir ilmi toplantı düzenlenmişti. Benden de bir konuşma yapmam istenmişti. Ben orada Müslüman-gayrimüslimlerle ilişkileri Kuranı Kerim açısından anlattım. Bana tanınan süre kısaydı ama epeyce sorular sordular, 1.5 saatten fazla sürdü, sordukları sorular. Sonra baya ilgilerini çekti bu konuşma vakfımızda Ramazan’ın son günleriydi, Ramazan’ın son akşamı bir iftar yemeği verdik onlara. Böylece bir iftar havasında yaşamış oldular. İftardan sonra vakfa geçtik,ibadetler ve bilhassa oruç konusunda bir sohbet başlattık, sonra kalkarken orada heyetin başkanı olan Richard Tussa var, o şu anda fakültenin dekanı, uzmanlığı kilise hukuku konusunda uzman, din devlet ilişkileri konusu üzerinde de çalışmaları olan bir zat. Şimdi bu din devlet ilişkileri konusunda benim yapmış olduğum bir konuşmadan son derece etkilenmiş, senin söylediğin o kadar güzel ki dedi, biz buna göre hareket edersek, toplumsal arası ilişkiler, din devlet ilişkileri, ciddi manada çözülür. Ben de ona dedim ki bu benim sözüm değil, açtım işte Rum Suresinin 30.ayetini oku dedim. Bak bu Allah’ın sözü yani benim sözüm değil, yanlış anlama dedim. Öyle olunca tabi daha etkili olur yani birisinin görüşü olması başka o başka. Sonra gittiler bizimle irtibatı devam ettirdiler. Sonra Mayıs ayında bir konferansa çağırdılar. Konferansa gittik, konferansta din ve fıtrat konusunda konuştuk. Arkasından onlarla bir anlaşma yaptık. Onların ısrarıyla bir anlaşma yaptık, Tübbingen işbirliği açıklaması diye, bu bizim internet sitemizde vardı, belki görmüşsünüzdür. Mesela oradan bir paragraf okuyayım size. Tabiat kitabını okuyan her insan Allah’ı kavrar ve herşeyini ona borçlu olduğunu anlar. Peygamberler çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmış. Din konusunda akıl ve fıtrat bilgilerinin kullanılması konusunda çaba göstermişlerdir. Onların örnek alınması halinde, din ve bilim uyuşacak ve insanlığın ortak değerler etrafında buluşmasının zemini oluşacaktır. Bilimin kaynağı Allah’ın yarattığı kitap yani fıtrattır,kâinattır. Biz 2 senedir biliyorsunuz bu konu üzerinde sık sık duruyoruz. Çünkü son derece önemli bir konudur. Bu Allah’ın indirdiği kitaptan da – Allah’ın indirdiği kitaplardan değil- Allah’ınindirdiği kitaptan dikkatinizi çekerim, bu konuda Allah’ın indirdiği kitaptan da ilimde hayal edilemeyecek bir gelişme yaşanacaktır. Böylece diyalog içerisinde birlikte araştırmalar yapılırsa, hayırlarda yarışma imkanı ortaya çıkacaktır. Taraflar insanlığın hayrı için bu konuda anlaşmış, Allah’tan yardım niyaz ederek bu metni imzalamışlardır. Şimdi metin imzalandı. Bir ay sonra fakültenin dekanı geldi bize. Bu Mayıs ayındaydı, 11 Mayıs 2008 tarihindeydi bunun şeyi. Haziran ayında geldi. Sorduğu sorunun tamamına Kuranı Kerim’den cevaplar verdik. Bunlar daha çok klonlama ve kök hücre konusundaydı. Kendisi biyoetik yani tabiatla ilişkilerdeki ahlaki kurallar konusunda yani biyolojik konulardaki ahlaki kurallar konusunda uzman imiş. Ona dedim ki siz Allah’ın yarattığı kitabı iyi okudunuz son 2 asırdır, ama Allah’ın indirdiği kitabı okumadığınız için insanı kaybettiniz dedim. Maddi kazancınız oldu ama insanı kaybettiniz dedim. Çok doğru söylüyorsun dedi. Ama dedim bizim durumumuz sizden daha iyi değil. Bizimkiler ne Allah’ın yarattığı kitabı okudular ne indirdiği kitabı okudular. Onun için gelin dedim Allah’ın yarattığı kitabı okumaya devam ediyorsun, bunun yanına Allah’ın indirdiği kitabı da koyun ikisini birlikte okuyun. O zaman siz de Müslümanlara örnek olmaya başlarsınız dedim. Ve dedim ilk örnek olarak ana rahminde çocuğun gelişmesi, kök hücre, bu tip konularda çalışmalar yapalım. Ve dinin bilimin birkaç adım önünde olduğunu bütün dünyaya gösterelim dedim. Adam büyük bir umutsuzlukla dedi ki böyle bir şey mümkün mü dedi. Bizde ki bilim adamlarının tamamı ateisttir dedi, benim kızım var mikrobiyoloji uzmanı o da ateisttir dedi. Bu nasıl mümkün olur dedi. Dedim ki bak senin sorduğun sorular hepsi bilimsel sorular değil miydi? Evet. İşte bak ben bunların hepsinin cevabını verdim. Ki bunlar bilimin çok geliştiği sahalardan sorular. Dedi ki sizin Kuranı Kerim’inizde herşey var, bizim Tevrat ve İncil’de hiçbir şey yok ki dedi. Dedim hiç endişe etme, Kuranı Kerim Tevrat ve İncil’e laf söyletmez. Onların ikisine de sahip çıkar, tasdik için inmiş olan bir kitap. Tabi çok rahatladı memnun oldu, dedi bizim üniversitede değil ama Stuttgart Üniversitesinde bu konuda şeyler var bu konuda çalışacağım dedi. Telefon etti, zaten 3 ay sonra emekli oluyorum daha rahat çalışırım dedi. Fakat şimdi bu hafta sonu bir toplantı düzenlemişlerdi dini toplantı yani birkaç kişinin toplandığı şeklinde sonra o toplantıyı iptal ettiler, hafta sonunun tamamını bize ayırdılar. Yani gitseydik 8-10 kişi içerisinde yarım saat konuşma yapacaktık. Ama şimdi Cuma ve Cumartesi’ni bize ayırdılar. Son derece yoğun bir çalışma yaptık Cuma ve Cumartesi. Bütün arzuları bu işbirliği anlaşmasını yürürlüğe sokmak. Şimdi burada imzası olan zat dekan olmuş oraya. Dedi ki ben rektörle de görüştüm. O da meseleye olumlu odaklı bakıyor.Ve çok ilginç bir husus.Biz oradayken Cuma günü Papalığın da biyoetikkonusunda araştırmalarla ilgili bir izni çıktı. Çünkü onun izni bunlar için çok önemli. Niye bunlar bunu geciktirdiler diye düşünüyordum. İşte orada olduğumuz gün papalığın izni çıktı, tam bizim anlaştığımız konuda izin çıktı. Çünkü şeyden beri acaba bu iş savsaklanıyor mu diye düşünüyordum. Sonra tabii anlaşmalar çok yoğun çalışmalar yaptık, orada bir konferans verdim, din ve devlet ilişkileri konusunda bir konferans istemişlerdi, Türkiye’de din devlet ilişkileri konusunda bir konuşma yaptım. Türkiye’de başörtüsü konusu bir problem biliyorsunuz, Almanya’da bunu problem yapmaya başlamışlar. Hükümetten falan da şey varmış, oradaki Müslüman kızların okullarda, iş yerlerinde, başlarını açmaları için de bir hareket varmış, bana sordu bu çok geniş bir toplantı, çok sayıda sorular var, inşallah onu internete koyduğumuz zaman görürsünüz. Dedi ki yani dedi başlarını örtmeleri gerekmez dedi doğru buluyor musunuz dedi. Dedim ki ben dedim Türkiye’de başörtüsünü yasaklayanlara şunu söylüyorum dedim. Anayasada din hürriyeti var, bu hürriyeti kaldırın, olmaz diyorlar. Kuran’ı Kerim’de başörtüsü emri var, o zaman Kuran’daki emri kaldırın. Ona da nasıl gücümüz yetsin diyor. Öyleyse bu davadan vazgeçin. Dine karşı yapılmış olan mücadele ilk adımda kaybedilmiş mücadeledir, bunda hiç kimse başarılı olamaz, boşu boşuna kendinizi yormayın. Sonra dedi ki çok iyi anladım gerçekten doğru söylüyorsun dedi. Başörtüsü emri İslam’ın olmazsa olmaz bir emri değilmiş ama dedi. Evet değil dedim. Yani olmazsa olmaz değil tabi, yani öyle imanın şartı değil, ne bileyim yani diğer emirler gibi değil. Ama dedim bu bir emir. Bu emri tutmak istiyor vatandaş. Doğru söylüyorsun dedi, istiyorsa devlet mecburen ona bu fırsatı vermek zorundadır dedi. Şimdi bu son derece önemli Politikalar böyle oluşur, sonra gider. Ben sadece bir şey olsun diye anlattım, bu çok uzun bir konuşma. Zaten bütün herşeyi Kuranı Kerim’den hareketle anlatmaya çalıştım. Bir de şu oluştu, belki sizin için önemli olabilir diye söyleyeyim. Toplantıya Fransa’nın kültür ateşesi de gelmişti. Yani çok önemli insanlar vardı, etkin kişiler vardı, Fransa’nın Kültür ateşesi de gelmişti. Ona da dedim ki Fransız ihtilali Teokrasiye karşı bir mücadele verdi ve bu mücadeleyi destekliyorum dedim. Bu mücadelede haklıydı, yıkmada başarılı oldular ama yapmada başarılı olamadılar dedim. Aşırı hürriyetler verildi bak bugün neler çekiliyor. O kültür ateşesi o kadar memnun oldu ki bu sözden sonra geldi tebrik etti, teşekkür etti. Sonra ben gitmeden önce bir basın bildirisi yayınlamışlar orada. Almanya’da da gördük, gerçekten yurt dışında bize verilen değerin yüzde biri değeri Türkiye’de verilmiyor. Bu açık bir gerçek. Bu tartışmasız bir gerçek. Şimdi adamlar basın bildirisi yayınlamışlar gelişimizi duyurmuşlar falan. 2 gününü bize ayırdılar. Cumartesi tatil olmasına rağmen Cumartesi günü sabah 9 da başladık, öğleden sonra saat3.5’ta bitirebildik, Halit bey öyle değil mi? Nefessiz, arada hiçbir şey yemeden, hiçbir şey içmeden, çay bile su bile içmedik o kadar yoğun çalıştık. Şimdi inşallah tabii bu şeye daha önce yapmış olduğumuz anlaşmaya işlerlik kazandırmak için birkaç tane konu üzerinde anlaştık. İşte kilisenin müsaade ettiği konu 1. Konu, işte eski dekan şimdi emekli olmuş. Bizim anlaşma üzerinde konuşmak istediği konu ki şu anda o konuyu götürmeyecek artık, orada genç bir profesör var o götürecek, Rollman, Joseph Rollman isminde. İnsanda kişisel hayatın başlangıcı, derinleştirilmiş Müslüman-Hristiyan işbirliği. Buna katılacak olanlar Tübingen Üniversitesi, bizim İstanbul Üniversitesi de inşallahkatılacak. Çünkü ben oraya Dünya Dinleri Kültürü Başkanı olarak imza attım. Bir de 3.ayak Süleymaniye Vakfı. İkincisi insanlar arası ilişkinin zemini olarak tabii hukuk. Yani tabii hukuk din ve fıtrat dediğimiz şey var ya, işte o mesele. İkincisi de tarihi açıdan Müslüman – Hristiyan ilişkisi. Bunu da şundan dolayı koyduk. Dedim ki sizin topraklarınızdan Tuna Nehri çıkıyor ve gidip Karadeniz’e akıyor, din de Tuna nehri gibi birşeydir dedim. Dünya kurulalı beri o nehir nasıl akıyorsa, İslam da dünya kurulduğu günden beri var. O nehir bir kısım kötü atıklarla bugün kirletilmiş, din de aynı şekilde bir takım yanlışlıklarla, hiç kimse oradan bir bardak su içemiyor, içerse zehirleniyor. Peygamberler bunu zaman zaman arındırmışlar sonra tekrar kirletilmiş. Şimdi biz bunu arındırmak için uğraşıyoruz. Dedim sakın ha ben İslam derken Müslümanlığı kastettiğimi düşünmeyin dedim. İslam derken İsa AS’ın, Musa AS’ın, Nuh AS’ın bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dini kastediyorum, onun için böyle bir konu koyduk buraya. Sonra bir de ekonomi konusunda da bir takım birlikte çalışmalar yapmak için orada da aynen şöyle bir ifade var onu size okuyayım. İşte Türk tarafından ekonomi, ticaret ve faiz konusunda Ekonomi Fakültesi birlikte gerçekleştirilecek bir kongre daha teklif edilmiştir. Bu basın bildirisinden okuyorum, bugün yayınlanmış olması gerekiyor. Dün akşam geç vakte kadar çalıştık bu konuda. Bu kongrede dünyada arzulanan yeni ekonomik düzenin felsefi zemininin oluşturulması düşünülmektedir. Bilindiği gibi insanların sadece mal ve hizmete ihtiyacı vardır. İçinizde hiç para yiyen var mı? Karnını parayla doyuran var mı? Ya da elbise gibi giyen var mı? İnsanın ihtiyacı mal ve hizmetedir. Para vücuttaki kan gibidir. Kan vücutta gıdaları nasıl hücrelere taşırsa, para da alım satım yoluyla hizmeti ilgili yerlere taşır. İnsanlar mal ve hizmet üretebilirler ama para üretemezler. Tıpkı damarların kan üretemediği gibi. Kalp damarlara gönderdiği kandan fazlasını isterse, bazı damarlar bir süre sonra kapanır. Ve vücutta ciddi rahatsızlıklar olur. Kalp verdiği kandan fazlasını istiyor. O vücuttan ne beklenir? Faiz devreye girince de mal ve hizmet akışında ki düzen bozulur, krizler ve bunalımlar ortaya çıkar. Yapmayı planladığımızçalışmalarla bu konuda da insanlığa bazı önerilerde bulunmayı düşünmekteyiz. Tabi biz başlangıçta ekonomi olsun deyince biraz gülüştüler, meseleyi bir anlatınca tabi hepsi hoşlandı, bir de kitabı ortaya koyduk ticaretle faiz kitabını bu hususta basın bildirisi ve basın bildirisine yapılmış olan bütün çalışmalar üniversitelerin yetkili kurumları tarafından resmileştirilecektir.
Böylece dersimizin birinci bölümünü bitirmiş olduk.