Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bugün gene adil yargıyla alakalı, bunu inşallah ara ara anlatmak istiyorum, ama her zaman biraz daha tekrarlayacağım şu konuyu söyleyeyim, ondan sonra. Bizim 1984’ten önce yazdığımız ve 1984’te basılan kitaptan bölümler okuyacağız inşallah. Maalesef bazıları şöyle söylüyor, yani enteresan, duygusal davranıyorlar. Bunları daha önce söylemedin de şimdi niye söylüyorsun? Onun için bu kitaptan okutturuyorum. Ya kardeşim Allah’ını seversen, bir kere bize bir vahiy gelmiyor, bir. İki, birtakım olayları zihninizde pişireceksiniz, bu zaman alır ya, öyle iki dakikalık bir iş mi?
Şimdi… Şunu hep tekrarlamak istiyorum, bir kere batı tipi demokrasiler, demokrasi falan değildir. Bu bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Öyle sen dört senede, beş senede bir gideceksin, oy vereceksin, ondan sonra da adamlar seninle ilgili istedikleri kanunları çıkaracaklar ve bunun adı demokrasi olacak. İnşallah ben onu daha sonra anlatmayı düşünüyorum, şu anda böyle azar azar anlatacağım. Hani bugün katılımcı demokrasi falan diyorlar ya, bizim devlet anlayışımızı onların hayal etmeleri mümkün değildir. Şu anda biz değiliz, onun için böyle acayip bir şey işte. Hiç bir şeye benzemeyen bir durum söz konusu. Ama mesela, -her zaman söylüyorum- beğenmediğimiz Osmanlı’yı inşallah daha sonra anlatacağım, şu anda anlatamam, yavaş yavaş, parça parça. Bakın bakalım bugün katılımcı demokrasi, falan filan… Yani batılıların hayal edebilecekleri bir yapı var mı? Onu inşallah ben esas vesikalara dayalı olarak anlatacağım, Allah nasip ederse.
Bugünkü devlet idareleri teokratik idaredir, demokratik değildir. Teokratik ne demek? Kendini Tanrının yerine koyan idare demektir. Tanrının yerine koymak ne peki? Tanrı, bir kimseye sen suçlusun dediği zaman, o kişi suçsuzluğunu ispat etme şansına sahip midir? İşte bugün devletler, yani bugünün devleti vatandaşı suçlu ilan ediyor, çünkü onu suçlu ilan eden savcı devletin bir görevlisidir. Devletin diğer görevlisi hakim de onu yargılıyor, her şey delil oluyor, hiçbir delil hakimi bağlamıyor, hakim delilleri serbest değerlendiriyor. O zaman sen kendini parçala. Hiçbir anlamı yok. Onun için bir hakimin beraat kararı verdiği davada, bir başka hakim idam kararı verebiliyor. Böyle bir idarenin adı teokratik olmaz da ne olur? Kendini Tanrı yerine koyan bir devlet anlayışı.
Bizim Müslümanlar olarak bugün, elimize muhteşem fırsatlar geçmiştir, bunu önce İslam ülkelerine, sonra bütün dünyaya anlatmamız lazım. Aslında önce-sonrası yok yani, önce-sonra değil, herkes Allah’ın kulu, herkese anlatacaksın. Yani birisi susuzluktan ölürken, “sen kafirsin sana su vermem!” diyecek halimiz mi var? Sonra bugünün dört dörtlük müslümanı yarının kafiri olabilir, bugünün kafiri de biraz sonranın Müslümanı olabilir. Hükmü Cenab-ı Hakk verecek. Bizim vazifemiz insanlara doğruları anlatmaktır. Bunu anlatmak zorundayız bütün insanlığa. Çünkü maalesef İslam alemi sahabe döneminden sonra, artık problem çözme özelliğini kaybetmiştir.
Yani yavaş yavaş, Allah’a şükür, yani bu son zamanlarda şu çözümün bir parçası da ben olayım diyenlerin sayısı artmaya başladı. Yani az da olsa, bir kişi, iki kişi, üç kişi, bakıyorsun ki yavaş yavaş geliyorlar. Biz de bir şeyler yapalım diyenler geliyor. İnşallah bunların sayısı artar.
Bu arada şunu söyleyeyim, bizim İngilizce sitemizde çalışanların tamamı gönüllü. Gönüllü olmak şu manaya geliyor. Kendi vakitlerinden artan kısmı orada kullanıyorlar. Onun için sitenin yöneticisi olan Zeynep hanım bugün bana geldi, onlar da kendi aralarında toplaşmışlar, daha çok nasıl hizmet ederiz diye gayret göstermişler Allah razı olsun. Dedi ki, “belge çok, tercüme edecek profesyonel mütercimlere ihtiyacımız var, maaşlı çalışacak. Tüm zamanını ona ayıracak kişilere ihtiyacımız var” dedi. Tabi bizim dersleri dinleyenlerden olması lazım, çünkü bunu özümsemişse eğer tercüme edilebilir, yoksa edemez. Yani dini bilmek yetmez, konuyu da bilmek gerekir. Eğer böyle ben bu işte çalışabilirim diyenler varsa, çok iyi olur. Bu arkadaşlarımız da çok güzel bir şekilde bir kendi aralarında birtakım projeler yapmışlar, onu da sizlerden bekliyoruz.
Evet biz bu şeyi bütün dünyaya anlatmak zorundayız, çünkü dünyada anormal bir sömürü çarkı var, insanların hiçbir değeri yok. Yani bu şeyde, devlet kendisini Tanrı yerine koyarsa, insanlar ne olur? Onun kulu olur. İşte yapı bu. Bütün dünyada bu. Halbuki İslam’daki yapı nedir? Kimse Allah’tan başkasına kul olamaz. Dolayısıyla her zaman size söylüyorum İslam’da, devlet insan içindir, batıda, insan devlet içindir. Aramızda bu kadar kesin fark vardır. Ve ben şuna hiç anlam veremiyorum, Müslümanlar batılılardan ne bekliyorlar? Ya sizin dünyaya çözüm sunmanız gerekir, gitmiş çözüm dileniyorsunuz. E tabi öyle olacak. Kendi mutfağı yiyecek doluyken, o yiyeceklerden yemek yapmasını bilmiyorsa, gidecek falanca yerden ekmek dilenecek, başka çaresi yok. Evet şimdi oku bakalım, yargıyla alakalı.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Sanığın hak ve hürriyetlerinin korunması.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet yani ceza davasında sanığın hak ve hürriyetlerinin korunması bizde son derece önemli, yani İslam Ceza Hukukunda son derece önemli. Devam et.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Konan prensiplerle sanığın hak ve hürriyetleri tam olarak sağlanmıştır. Bu prensipler şunlardır.
1- Beraeti zimmet asıldır. Yani, bir kimsenin suçsuz ve borçsuz olması temel prensiptir. Çünkü herkes anasından suçsuz ve borçsuz olarak doğar. Ancak sonradan yapacağı bazı işlemler dolayısıyla borçlu veya suçlu duruma düşebilir. Dolayısıyla suçluluk ve borçluluğun varlığını iddia edenin, bunu ispat etmesi gerekir. Çünkü delil, yeni bir şeyi iddia edenden istenir. Bu iddianın zann-ı galip verecek surette ispat edilmesi gerekir. Bu sebeple, bir şahit yeterli görülmemiş, ispatın en az iki şahitle olması şart koşulmuştur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yani olay şu, bir kişi anasından doğduğu zaman, bu dünyaya borçsuz gelir ve suçsuz gelir. Batı anlayışında biliyorsunuz borçlu gelir, suçlu gelir. Suçlu gelir, onun için vaftiz yaparlar. Ki niye? Adem As’ın suçunu taşıyormuş. Peki Adem As’ın suçuyla dünyaya geliyorsa, bir kimsenin borçlu olan babası çocuk doğmadan ölmüşse, onun o borcu bu çocuğa miras kalır. Çünkü Adem babanın günahı miras kalıyorsa, babasının borcu niye miras kalmasın? Dolayısıyla batı anlayışında borç ta miras olarak çocuğa intikal eder. Yani çocuk hem suçlu hem borçlu doğabilir. Ama bizde beraeti zimmet asıldır, kişinin… Çünkü Allah-u Teala ne demiştir? “Vela teziru vaziratun vizra uhra” “Kimse kimsenin yükünü taşımaz” (En’am suresi 164. Ayet 6/164) Herkes kendi günahını taşır. Sen annene babana yardımcı olursan sevabını sen alırsın. Herkes kendi günahını taşır, herkes kendi yükünü taşır.
Bizde borç miras olarak kalmaz. Onun için bizim sistemimizde redd-i miras diye bir kavram yoktur. Ama bugün redd-i miras diye bir kavram vardır. Ne yaparlar? Getirir adamları korkuturlar, aman redd-i mirasta bulun, hele mirasçılar içerisinde birtakım kurnaz kişiler vardır, nerde neler olduğunu bilir, borcun ne kadar olduğunu bilir. Bazı zayıf kişilere gelir der ki, ya bizim babamız çok borçlu biliyorsunuz, eğer redd-i mirasta bulunmazsak elimizdekiler de gider. Birkaç kişiye redd-i mirasta bulundurur, ondan sonra o borç ödendikten sonra artanı kendisi alır.
Bizde böyle bir şey yok. Yani bir kimsenin borçsuz ve suçsuz olması esastır. Dolayısıyla hakimin karşısına gelen kişi prensip olarak suçsuzdur. Ve bu bizde hiç şaşmaz bir prensiptir, hep böyle uygulanmıştır. Öyle hayali falan değil, gerçek olarak uygulanmıştır. Kim bir kişinin suçlu veya borçlu olduğunu iddia ediyorsa ispatlaması gerekir, o kişi benim borcum yoktur, ben bu işi yapmadım dediği an bitti. Başka hiçbir şey aranmaz ona, tamam kardeşim senin yok. Sen kabul etmediğine göre demek ki yok. Bak aradaki şeyi görüyor musunuz? Ve ispatlayacaksın. Öyle zanla falan… Yok efendim, delili karartmasından korktuğumuz için tutukladık. Bu ne demek ya! Bu ne demek? Peki senin delil uydurmanı kim engelleyecek? Bu ne demektir, böyle şey mi olur? Devam et.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Herkesin şahitliğinin kabul olunmaması, şahitler hakkında güvenilirlik soruşturması yapma zorunluluğu, hakimin objektif delillerle bağlı kılınıp haksızlık yapmamasını temin edici tedbirler alınması ve ceza muhakemesinin her safhasının açık olması sanığın hak ve hürriyetlerini korumaya yöneliktir.
2- Şek ile yakin zail olmaz. Burada bazı terimlerin açıklamasını yapmak gerekir. Şek, iki ihtimalden biri diğerine ağır basmayacak şekilde bir şeyin varlığı veya yokluğu hususunda tereddüdün doğmasıdır. Sanık, başlangıçta böyle bir suçluluk şüphesi altındadır. Zan ve vehim; iki ihtimalden birini diğerine tercih ettirecek bir sebep olmakla beraber, ikinci taraf da muhtemel görünürse, tercih edilen tarafa zan, ikinci tarafa vehim denir. Sanığın suçluluk konusunda bazı işaret ve deliller bulunmakla beraber suçu ispat için yeterli görünmediği zaman, sanık böyle zanlı duruma düşmüş olur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi bakın bizde birtakım işaretler görüyorsun, adam suçlu gibi. Ama ispata kafi değil. Niye? Çünkü bu kişi esasen suçsuzdur. Öyle şüpheyle falan filan adam suçlu sayılmaz. Şüphe mutlaka sanık lehinde kullanmak zorundadır. Hakime bu konuda takdir yetkisi diye bir şey asla verilmez. Ne demek yani, hakim insan da, o karşısındaki insan değil mi? Evet.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Zann-ı galip; iki ihtimalden ikincisi muhtemel görünmediği takdirde varılan kanaate zann-ı galip denir. Zann-ı galip kesin bilgi ifade eder. Çünkü insanlar çoğu zaman ancak bu kadarını başarabilirler.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tabi yani insanın da bir gücü var, o güç te zorlanamaz yani şeyde.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Bu, suçluluğun iki dürüst ve güvenilir şahitle ispat edilmesi halidir. Şahitlerin yalan söylemesi mümkündür ama, çoğu zaman bundan başka yapacak şey yoktur. Yakin; kesin bilgi. Olması veya olmaması kesin, yahut zann-ı galiple sabit olan şeydir. Bu da sanığın başlangıçta suçsuz kabul edilmesi halidir. Çünkü bir kişi anasından suçsuz olarak dünyaya gelir, bunda kimsenin şüphesi yoktur. Herkesin suç işlemesi mümkün ise de….
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Hiç kimse derken Müslümanları kastediyoruz, çünkü Hıristiyanlarda günahkar doğuyor. Evet.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: Herkesin suç işlemesi mümkün ise de, elde kesin bir şey olmadan hiç kimse suçlu sayılamaz. Şek ile yakin zail olmaz prensibine göre bir şeyin varlığı kesin olunca aksi ispat edilmedikçe, meydana gelecek bir şüphe sebebiyle o şeyin yokluğuna hükmolunamaz. İslam hukukunun dörtte üçü veya daha fazlası bu kaideye uygundur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bakın dörtte üçü ya da daha fazla, şek ile yakin zail olmaz. Şimdi mesela abdest aldınız, acaba kaçtı mı? Kesinlikle kaçmadı. Acaba diyorsan kaçmadı kardeşim. Acabayla olmaz. Abdest aldığın kesinse kaçtığının da kesin olması lazım. Aksi takdirde şeytan böyle bir fırsatı arar, vesvese verir adama. Kesin. Şek ile yakin zail olmaz böyle, hep böyledir yani. Ayeti kerimede de Cenab-ı Hakk ne diyor, “innez zanne lâ yuğnî minel haggı şey’â” “Zan gerçekten hiçbir şeyi gereksiz kılmaz” (Yunus suresi 36. Ayet 10/36 )Yani gerçeğin yerine geçmez diyor zan, öyle. Öyle zanla, tahminle, bilmem şunla, yok şunu şöyle yapmıştır, bilmem ne yapmıştır… sana mı kalmış adamın davranışlarıyla ilgili karar veriyorsun, var mı elinde açık delil? Zaten sistem maalesef insanlara değer veren bir sistem olmadığı için, dediğim gibi teokratik bir sistem olduğu için, kendini Tanrı yerine koyan bir sistem olduğu için, ben dedim oldu… öyle şey olur mu? Evet.
Yard. Doç. Dr. Fatih Orum: İslam ceza muhakemesinde şüphe daima sanık lehine kullanılmıştır. Had ve kısas cezaları şüphe ile düşer. Hatta bu cezaların ağır olmaları sebebiyle, hakim burada bir şüphe bulup cezayı düşürmekle görevlendirilmiştir. Bu konuda sanığa ve şahitlere sorulacak sorular bütün açıklığıyla fıkıh kitaplarında yer almıştır.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet. Bitti mi? Mesela Rasulullah SAV’in bir hadisi vardır. ….. “Şüphelerle had cezalarını düşürün” der. Hatta bir hadisi de şöyle. Diyor ki, “insanlara iddia ettikleri şey verilecek olsaydı,- işte bu benimdir, bu benimdir- birçok kimse başkasının malında ve kanında hak talep ederdi.” Bu adamın kanı benimdir. Niye? Ben doyurdum karnını, kanı da benim olacak. Bu adamın malı benimdir, der. Onun için diyor, kim iddiada bulunursa ona beyyine gerekir. Beyyine, yani açık bir şekilde ispatlaması lazım. Peki ben bunu yapmadım diyen? O da yemin eder, o kadar. İspatı, yemin eder. Yapmadım, bitti. Yemin ettiği zaman dava düşer, bitti.