Elhamdülillahi rabbil alemin. Vel akibetü lil müttakin. Vessalatu vesselamu ala rasuluna Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.
Bu günkü dersimiz, Kur’an’ı Kerim’in 80. Suresi olan Abese Suresi’dir. Bu surede Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Abese vetevella encaehul a’ma, abese yüzünü döktü vetevella ve sırtını çevirdi. Encaehul a’ma, ona o âma şahıs geldi diye.” Gözleri kör olmuş olan o şahıs geldi diye, böyle yaptı. “Vema yudrike leallehu yezzekka, sana kim bildirdi.” Böyle yapmanın sebebi ne? “Belki o bir sıkıntısından arınacaktı. Ev yezzekkeru, Ya da bir bilgi alacaktı senden, feten feahuz zikra, bu bilgi ona fayda verecekti. Emma menistağna, fakat o kendisini sana muhtaç görmeyen,” kendisini yeterli gören o kişi var ya “feente lehu tasadda, sen tutmuşsun ısrarla ona yapışıyorsun.” Yani onun sesine kulak veriyorsun, ona sesleniyorsun sürekli, sürekli ona sesleniyorsun. Tıpkı şey gibi adam bir kaya gibi seni dinlemek istemiyor, sen ise sesleniyorsun senin sesinin yankısı geliyor. Umurunda değil senin yaptığın. “Vema aleyka ella yezzekka, o şahıs arınmayacaksa sana ne?” Senin bundan ne suçun olacak, sen tebliğini yaptın. “Ve emma men caeke yesa, ama koşa koşa sana gelen o kör adam var ya, ve huve yehşa, o Allah’tan korkuyor. Fe ente anhu telehha, sen de tutmuş onunla ilgilenmiyorsun.” (Abese 80/1-10).
Bu ayeti kerimenin inmesine, bu surenin inmesine sebep olan bir olay rivayet ediliyor kitaplarda. Hem hadis kitaplarında hem de tefsir kitaplarında müştereken rivayet edilen olay şu: Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin önde gelenleriyle görüşüyor. Ebu Cehil, Utbe gibi önde gelenleriyle görüşüyor. Onlara Allah’ın dinini anlatmaya, Allah’ın Kitabını dinletmeye çalışıyor. Ama onlar hiç tenezzül etmiyorlar. Çünkü onların, sana ihtiyacımız yok diyor yani Peygamber Efendimizi hafife alıyorlar. Çünkü böyle yerlerde bu tip insanların bir tek değer yargısı vardır, o da para. Zenginse kendinden daha az maddi imkanı olan ya da bir siyasi itibara sahipse senin kendinden düşük olan hiç bir değeri yoktur onun için. İster alim olsun ister ne olursa olsun. Burada da Peygamber (s.a.v.) gelmiş ona Allah’ın Kitabını anlatıyormuş. Bilmem işte ahiretini kurtaracak şeyler yapıyormuş hiç umurunda bile değil. O dinlemek istemiyor duvar gibi Peygamber (s.a.v.) de ona sesleniyor, habire sesleniyor ve ses adeta bir duvardan yankılanır gibi oluyor. Tam bu sırada Abdullah İbni Ümmi Mektum geliyor. Gözü kör olan bir sahabi. Peygamber Efendimizin kiminle görüştüğünü göremediği için Ya Rasulullah işte bana sana inmiş yeni bir ayet varsa bana bildir diyor. Peygamberimiz de onlarla meşgul olduğu için Abdullah İbni Ümmi Mektum’a cevap vermiyor, sırtını dönüyor ve yüzünü döküyor. Bunun üzerine bu ayetler iniyor.
Şimdi burada şu var. Peygamber (s.a.v.)’in bir insan olduğunu gösteriyor. İnsan olduğu için hata yapar, yanlış yapar. Ve bu yanlışından dolayı uyarılıyor Rasulullah (s.a.v.). O’nun yaptığı bir çok yanlışlar Kur’an’ı Kerim’de yer alır. Yer alır ki insanlar onu tanrılaştırmasınlar. Çünkü “Gul innema ene beşerun mislukum yuha ileyye ennema ilahikum ilahun vahid. De ki ben tıpkı sizin gibi bir insanım, bir beşerim. Ama vahiy geliyor bana sizin ilahınız bir tek ilahtır diye.” (Kehf 18/110). Yani benim sizden farkım vahiy almamdır. Yoksa onun dışında, vahiy alma dışında sizden farklı değilim. Bir de o aldığı vahyi tebliğ etme görevi var. O kadar başka bir durum söz konusu değil.
Şimdi bizde yani kelamda bir şey var. Peygamberlerin masum olduğu anlatılır kelamda. Bize de Peygamberlerin özellikleri anlatılırken onlara ismet sıfatı yakıştırılır. İşte onlardan günah sadır olmaz, hata etmezler Allah onları korumuştur. Bu bize anlatılır ama bunun hiç bir delili yoktur. Ne bizim Peygamberimiz’in masum olduğunun delili vardır ne de bir başka Peygamber’in masum olduğunun delili vardır. Peygamber (s.a.v.) korunuyorsa o zaman bana örnek olamaz ki. Yani mesela uçan bir kuş bana örnek olamaz, ben ömür boyu uğraşsam onun gibi uçamam. Masum olan bir insan bana nasıl örnek olur? Kendisi de günah işleyebilecek durumda olmalı ki işlemesin, ben bunu göreyim işlememek nasılmış. Bazı hatalar yapsa hatalardan nasıl kurtulduğunu görmem lazım. İşte o zaman bana örnek olur. Onun için tıpkı bizim gibi bir beşer. Bu sebeple Peygamber’i masum görürseniz, dersiniz ki o Allah’ın Peygamberi kardeşim onunla biz bir olurmuyuz dersiniz onu bir kenara itersiniz. Sonra araya başkaları girer. Aslında Peygamberi masum yapma hiç de iyi niyetli bir davranış değildir. Kendilerini masum göstermek için bazı insanların girmek zorunda olduğu bir yoldur bu. Şimdi Peygamber korunmuş olmazsa kendisi hiç korunmuş olmaz. Onun için mecburen önce Peygamber’i korunmuş hale getirecek ki ondan sonra insanlar kendilerinin korunmasına inansın. Tıpkı kendilerini tanrılaştırmak isteyenlerin ilk işi Peygamberi tanrılaştırmaktır. Peygamberi yükseltecek ki kendi de yukarıya çıksın, milletin tepesine binsin. Peygamber sıradan bir insan olursa onu kim tepesine çıkarır? Dolayısıyle Peygamberler’in ismet sıfatları ile ilgili bir tek delil yoktur. Yani masum olduklarını, Allah tarafından korunduklarını, günaha karşı korunduklarına dair bir tek delil yoktur. Ama masum olmadıklarının çok sayıda delili Kur’an’ı Kerim’de vardır.
Şimdi ben onların bir kısmını anlatacağım. Hatta bu akşam, niyetim o, herkesin bildiği bir şeyi anlatmayacağım. Bilinmeyen Kur’an’ı Kerim’de olan ama üzeri örtüldüğü için kimsenin farkına varmadığı bir olayı inşaallah burada gündeme getireceğim, Allah nasip ederse. Ama ondan önce Peygamber (s.a.v.)’in masumluğuna inanarak bu ayetlere farklı mana verenlerin olduğunu burada görmemiz lazım. Çünkü bize de çocukluğumuzda, mesela imam hatip okulunda da daha sonra da hatta bu gün bütün kelam kitaplarını açın, hepsinde Peygamberler’in özellikleri içerisinde bir de ismet vardır. Masum. Allahu Teala Peygamberimiz’i sadece insanlara karşı koruduğunu bildirmiştir. “Vallahu ya’simuke minen nas. Allah seni insanlara karşı koruyacaktır.” (………). Ama diğer Peygamberler’de bu olmadığı için mesela İsa (a.s)’ı öldürmek için ellerinden geleni yapmışlar ama Allah O’nu onlardan önce öldürüp yükselttiği için oradan uzaklaştırdığı için cesedini başaramamışlardır. Ama Zekeriyya (a.s.)’ı, Yahya (a.s.)’ı öldürebilmişlerdir. İşte Allahu Teala Peygamberimiz’i insanların öldürmesine karşı korumuş ama günaha karşı değil. Hataya karşı değil. Onun için Fetih surasinde “Li yağfire lekallahu ma tegaddeme min zenbike vema teahhar. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin diye sana bu fetih kapısı açılmıştır.” (Fetih 48/2) diye buyuruyor, daha bir çok ayaet var.
Şimdi o farklı verilen anlamı Yahya bey okusun. Yahya okur musun? Şimdi Ali Ünal diye bir zatın hazırlamış olduğu bir meal var. O mealde farklı bir anlam vermişler, o ilk ayetleri bir oku! Şeye kadar, onuncu ayete kadar oku!
Yahya Şenol: Abese suresi, “Rahman Rahim Allah’ın adıyla. Mağrur kafir yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.”
Hah. Şimdi bakın burada, yüzünü ekşitip sırtını dönen mağrur kafir diyor. Mağrur kafir yani gururlu kafir, kibirli kafir yüzünü döktü sırtını çevirdi. Evet!
Yahya Şenol: “Allah Rasulü ile beraberken ona âma zat geldi diye. Ne biliyorsun ey adam.”
Bakın şimdi Allah Rasulü ile beraber olayı anlatayım da. Çünkü onların bir arka planı var. Burada oda bilgisayarda var yani bunu neden söyledikleri durup dururken söylenmiş bir söz değil. Peygamber (s.a.v.)’i masum görüyorlar ya, hiç olur mu Peygamber böyle bir şey yapabilir mi? Hiç mümkün değil. O zaman tefsirlerde anlatılanlar, yok canım siz bakmayın o bir senaryo diyorlar. Pekiyi hadis kitapları? Onda bir kısmını alıp bir kısmını görmezlikten geliyorlar. Araya bir takım rivayetler ekliyorlar kendi kafalarına göre. Sonra da bu noktalara varılıyor. Yani şimdi o mağrur kafir yüzünü döktü derken işte Ebu Cehil Peygamberimiz ile görüşüyor, âma gelince Ebu Cehil yüzünü dökmüş. Şimdi devam et!
Yahya Şenol: “Ne biliyorsun ey adam. Belki o dinleyip daha da arınacak. Veya Allah’ın mesajı üzerinde düşünüp yapılan tebliğ ona daha bir fayda verecek.”
Yani şimdi Ebu Cehil’in sanki böyle bir derdi var da.
Yahya Şenol: “Ama malına mevkiine güvenen ve kendini ilahi irşaddan müstağni görene gelince. Onunla çok ciddi ilgileniyorsun.”
Hah. Yani Ebu Cehil öbürüyle çok ciddi ilgileniyor, peygamberle değil bir başka zenginle ilgileniyor demek ki. Evet!
Yahya Şenol: “O inanıp arınmak istemiş, istememiş bundan sana ne?”
Sanki Ebu Cehil’in büyük bir arzusuydu onun inanması da adam kendini parçalıyordu, bunlar niye inanmıyor diye.
Yahya Şenol: “Buna karşılık gelip yanına oturan şevkle koşarcasına ve Allah’a kalpten saygı içinde ilgini ondan esirgiyorsun.”
Bak! Ebu Cehil ona ilgi duymuyormuş. Allah’tan korkan insanla ilgilenmiyormuş. Pekiyi ondan sonrasını oku!
Yahya Şenol: “Hayır yapılması gereken bu değil. Çünkü Kur’an herkes için bir öğüttür bir uyarılır.”
Şimdi bunun muhatabı Ebu Cehil mi? Kur’an Ebu Cehil’e mi inmiş ki ona bu şey yapılıyor? O olması gerekmiyor mu lütfen söyler misiniz?
Katılımcı: Ebu Cehil hiç inanmadı ki efendim.
Şimdi tabii bunun yani, milyarda bir ihtimali yok böyle mananın. Hiç bir şekilde bu ayetlere bu mana verilemez. Ha bir de açıklaması var, onu da bir okusun Yahya. Neden bu manayı verdiklerini anlatıyorlar.
Yahya Şenol: İslami tebliğin özellikle ilk yıllarında Allah Resulu (a.s.v.) diğerleri onlara uyarak İslamı kabul ederler ümidiyle Kureyş ileri gelenlerinin iman etmelerini çok arzu ediyordu. Hiç bir zaman kimseyi ihmal etmemekle birlikte bilhassa bu Kureyş ileri gelenleri üzerinde daha bir duruyordu. Bir gün bunlardan biriyle veya bir grupla meşgulken âma olan İbni Ümmi Mektum geldi. Orada bulunanlardan kendini çok önemseyen, inanmak istermiş görüntüsü veren, riyakar, münafık bir kafir İbni Ümmi Mektum gelip yanıma oturdu diye onu küçümsedi.
Şimdi Mekke’de münafık, riyakar bir kafir varmış. Münafıklar sadece Medine’de sahneye çıktılar çünkü Mekke’de müslümanları zaten adam yerine koyan yoktu. Yani bir yerde itibarlı olacaksınız ki millet münafık olma ihtiyacı duysun. Ama Medine’de idareyi eline aldığı için Peygamber Efendimiz bütün münafıklar Medine’de ortaya çıkmıştır. Evet!
Yahya Şenol: Onu küçümsedi ve onunla bir arada bulunmaktan son derece rahatsız olarak, kaşlarını çatıp yüzünü ekşitti. Ayetler bu hadise üzerinedir.
Böyel bir rivayet hiç bir yerde yok. Bu tamamen kendileri tarafından uydurulmuş. Evet!
Yahya Şenol: Gerçi aralarında önemli çelişkiler bulunan bazı rivareylere dayanan müfessirlerin çoğunluğu, bu ayetlerde ikaz edilenin yani azarlananın Allah Resulu olduğu…
Müfessirlerin çoğu diyor, tefsircilerin. Tefsirlerin yüzde yüzü. Aksini söyleyen hiç kimse yok. Evet! Burada hitap edilenin, devam et!
Yahya Şenol: Burada hitap edilenin, azarlananın Allah Resulü olduğu görüşündedirler. Bunu kabul etmek, aşağıdaki gerekçeler göz önüne alındığında mümkün görünmemektedir. Hitap edilen şahsın, azarlanan şahsın ismi ayetlerde anılmamaktadır. Dolayısıyle kullanılan üçüncü tekil şahıs ve muhatap zamirin yani ayetlerin lafzının Allah Resulü ile ilgili olduğu konusunda zahiri hiç bir delil yoktur.
Evet burada çok açık delil var. Hani “yüzünü döktü” üçüncü tekil şahıs derken “o yüzünü döktü.” Şimdi okuyalım, dikkatle dinleyin lütfen! “Abese vetevella, yüzünü döktü sırtını çevirdi, en caehul a’ma, ona o âma kişi geldi diye, vema yudrike leallehu yezzekka, sana kim haber verdi belki o öğüt alacaktı.” Ya da belki o arınacaktı yani bir sıkıntısında arınacaktı. “Ev yezzekkeru, ya da öğüt alacak bir ayet öğrenecek bir bilgi alacaktı, fetenfeahuz zikra, bu ayet bu bilgi ona fayda verecekti bu öğüt.” Şimdi bu tabii etap tamamen Peygamber Efendimize çünkü gelecek kişi ile ilgilenip ilgilenmemek onu Kur’an Peygamber Efendimiz’e iniyor. Bir münafığa bir başkasına inmiyor ki. Ondan sonra “Emma menistağna fe ente lehu tesadda.” Şimdi “kendini yeter görüp sana tenezzül etmeyen var ya,” sen. Burada sen’a döndü bak! “Sen ona sadalanıp seslenip duruyorsun.” Seslenip duruyorsun. “Vema aleyka ella yezzekka, o arınmayacaksa sana ne?” Şimdi Peygamber’e yüklenen görev neydi, “fezekkir inne ma ente müzekkir. Sen o insanlara öğüt ver, ayetleri oku, hatırlat, bilgi ver,” Kur’an’daki bilgi, senin tek görevin bu bilgiyi vermektir. “Vema ente aleyhim bimusaytır. onların üzerinde bir baskı kuracak değilsin.” (Ğaşiye 88/21-22). Baskı kuracak değilsin ki ısrar edip duruyorsun. Tamam sen tebliğini yaptın bitti. Neyi ısrar ediyorsun. Şimdi onunla bunun arasında bir benzerlik var mı? O ayetle, yani senin ısrar etmene gerek yok, sen sadece ayetleri oku, anlat, tamam. Bak “Fe ente lehu tasadda, sen ona sadalanıp duruyorsun.” İlla müslüman yapmaya çalışıyorsun. Öbür ayette ne diyor “fezekkir inne ma ente müzekkir, sen tezkirde bulun” yani Allah’ın ayetlerini oku senin görevin sadece budur. “Vema ente aleyhim bimusaytır, onların üzerinde baskı kuracak değilsin.” İşte burada “ente” kelimesi “sen.” Pekiyi yani Kur’an’ı Kerim sen diye münafığa, Ebu Cehil’e mi hitap edecek? Hani hiç bir işaret yoktur diyor, yok mu gerçekten? Bu ayetlerin Peygamber ayeti olduğuna dair. Başkasına dair bir işaret yok ama her şey Peygamber’e hitap ettiğini söylüyor. Evet devam et!
Yahya Şenol: Kur’an’ı Kerim’de bir çok ayette hem Allah Resulünün hem de Hz. Nuh gibi başka Resuller’in özellikle fakir, kimsesiz, cahiliye toplumunda horlanan mü’minlere nasıl kol kanat gerdiği, bir takım dünyevi statü sahibi kafirler imana gelebilir ümidiyle de olsa onların hislerini asla incitmedikleri adeta risaletin bir boyutu, ayrılmaz bir hususiyeti olarak nazara verilmekte, bunun da ötesinde böyle davranması Allah Resulü’ne emredilmektedir. Dolayısıyle Allah Resulü’nün hem de âma bir mü’mine ayetlerdeki çok sert hitaba, azara maruz kalacak şekilde davranmasını düşünmek mümkün değildir.
Evet, haşa Cenabı Hak demek ki ayetleri, yani bu arkadaşların iyi niyetli olduğunu ben düşünüyorum. Elbette ki iyi niyetlidirler ama hiç düşünmeden insan, yani Kur’an’ı Kerim meali yapan bir kişi bunları nasıl düşünmez. Evet!
Yahya Şenol: Ayetlerde geçen, yüz ekşitme, çehrenin abuzlaşması yani abese, yüz çevirme, sırtını dönüp gitme yani tevella gibi kelimeler Kur’an’ı Kerim’de değil Peygamberler sıradan mü’minler için bile kullanılmamakta, ancak kafirler ve münafıklar için kullanılmakta hatta çehre abusluğu…
Tamam! Orada kal, orada kal!
Şimdi kelimeler, şu kelime müslüman için kullanılır şu kelime kafir için kullanılır diye bir ifade olur mu? Yani o zaman müslümanlar niye gayri müslümlerin dilini öğreniyorlar? Ya da neden Kur’an’ı Kerim’i anlamak için cahiliye şiirine bakıyoruz. Yani şu kelime Peygamber için kullanılır mı? Bakın kullanılmış mı, kullanılmamış mı ben size göstereyim. Ben baktım şimdi Araf suresi 79. ayet. Tevella kelimesi kullanılmaz diyor. “Fetevella anhum” Şuayb (a.s.)’la ilgili olarak Allahu Teala diyor. “Fetevella anhum, Şuayb onlardan yüz çevirdi, ve gale ya gavmi legad eblağtukum risalete rabbi ve nesahtu lekum velakin la tuhibbunen nasihin. Ey kavmim ben size rabbimin risalesini tebliğ ettim, nasihat verdim ama siz nasihat verenleri sevmiyorsunuz.” Bak vetevella kelimesi Firavun gibiler için kullanılıyormuş, işte bu Peygamber. Ondan sonra bizim Peygamberimiz’le alakalı da kullanılıyor, çok sayıda var da ben sadece onu şey yapayım. Mesela Saffat suresinde iki kere kullanılıyor. Peygamberimiz’e “Fetevella anhum hatta hin, bir süreye karşı onlardan uzak kal” (Saffat 37/174) diyor Allahu Teala. Şimdi birçok yerde kullanılıyor, Musa (a.s.) için de kullanılıyor aynı kelime, başka diğer Peygamberler için de kullanılıyor. Yakup (a.s.) için de “Vetevella anhum yagale ya esefe ala yusufe.” (Yusuf 12/84). Şimdi bu kelime sadece şey için kullanılıyor nasıl Peygamber’e kullanılır? Yani insan bir bakar sen Kur’an’ı Kerim meali yapmışsın. Dünya kadar kelime var. Kelimenin kimin için kullanıldığına değil nasıl kullanıldığına bakılır. Firavun yüz çevirdiği zaman Peygamber’in tebliğinden yüz çevirmiştir. Peygamberimiz yüz çevirdiği zaman da orada bir gayri müslümü müslüman ederim düşüncesiyle, e gelen kişi nasıl olsa müslüman onunla biraz sonra ilgilenirim, şimdi bunula ilgileneyim demiş. Kendine göre bir yorum yapmış. Cenabı Hak bundan dolayı Peygamberimiz’i azarlamış ama bu öyle Kur’an’ı Kerim’de günah sayılan, yasak sayılan bir davranış değil ki. Kelimeyi nasıl kullandığınıza bağlı. Mesela “kafir” kelimesi. Kur’an’ı Kerim’de kafir kelimesi Musa (a.s.) için kullanılmıştır. Firavun ona sen kafirlerdensin demiştir. E şimdi yani kullanılmaz mı? Kur’an’da geçiyor. Firavun’a göre tabii ki Musa (a.s.) kafirdir. Çünkü Firavun’un dinini reddediyor. Gerçi Firavun orada sen nankörsün manasına kullanmıştır. Yani burada şu kelime şunun için kullanılır, bu kelime bunun için kullanılır diye bir gerekçe olmaz. Evet devam et bakalım!
Yahya Şenol: Daha inen ilk surelerden Kalem Suresinde, Allah Resulü yüce ahlakıyla övülmektedir. Kur’an’dan ibaret o yüce ahlaktan ve masumiyetten hem de âma bir mü’mine ne sebepten olursa olsun çehre abusluğu ve yüz çevirme asla beklenemez. Ayetlerde yüz ekşitme ve yüz çevirme gelen zatın âma olmasına bağlanmaktadır. Değil Allah Rasulü, sıradan bir mü’min bile hangi sebeple olursa olsun bir insandan âma diye yüz çevirmez. Ayetlerde hitap edilen şahsın, azarlanan şahsın Allah Resulü olamayacağına delil olarak bu bile yeterlidir.
Tamam! Şimdi burada işin esası ne biliyor musunuz? Bunun bir arka planı var. Arka planında şu ifadeler geçiyor. Yani orada yazmıyor da bir başka yerde yazıyor. Şimdi Peygamberler’in masumiyeti esastır diyor. Onlardan hiç bir hata, kusur, günah sadır olmaz. Pekiyi Peygamber’in dışındaki insanlar masum mudur, değildir diyor. Sonra Peygamberimiz demiştir ki: Bütün ademoğulları hatalıdır en hayırlı hata işleyenler tevbe edenlerdir. Şimdi bunun devamında şunu söylüyor. Bir insanın farazi ve takdiri olarak hata ve günah işleyebileceğini söylemek, onun bilfiil günah işlediğini söylemek anlamına gelmez. Yani hata yapabilir bazı insanlar ama bazı insanlar da masumdur diyor. Zaten devamında söylüyor onu. Allah kendi yolunda olanları korur, muhafaza eder, onların günaha bulaşmasına mani olur diyor. Şimdi işin esası Peygamber’i masum yapmak değil yani onu anlatmaya çalışıyorum. O bence kimsenin umurunda bile değil. Kendisine masum diyecek, önce Peygamber’e demesi lazım. Şimdi buna şu ayeti delil getirmiş. Yani Allah kendi yolunda olanları korur, muhafaza eder, onların günaha bulaşmasına mani olur ki bir ayette şöyle denilmektedir: “Ya eyyühellezine amenu intettekullahe yecal lekum furkanen, mü’minler Allah’tan korkarsanız Allah size iyi ile kötüyü ayırma özelliği verir, ve yukeffir ankum seyyiatikum, ve sizin günahlarınızın üstünü örter, ve yağfirlekum, ve sizi bağışlar.” (Enfal 8/29). Pekiyi bu günah işlemeyeceği manasına mı geliyor? Olmayan günahın neyinin üstü örtülecek, olmayan günahın nesi bağışlanacak değil mi? Şimdi neyse ben bunun üzerinde fazla durmayayım. Belki biraz önümüzdeki hafta da durmamız gerekecektir. Ama tekrar şeye dönelim, Peygamberler’in masumluğu meselesine ve bir örnek vereceğim dedim tefsirlerde maalesef üzerinde pek durulmayan bir ayet şey yapacağım.
Şimdi Peygamber (s.a.v.)’in ve diğer bütün Peygamberler’in masum olmadığına dair çok sayıda ayet var Kur’an’ı Kerim’de. Şuradan başlayım, bunlardan bir tanesi imanla alakalı ki şirk konusu. En önemli konu, bunu daha önce size söylemiştim. Bu gün analatcağım o değil, 39. Surenin 65. ayeti. “Velegad uhiye ileyke veilellezine min gablik. Sana şu kesin olarak vahyedilmiştir, senden öncekilere de. Lein eşrakte leyehbetenne ameluk, hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider.” Bu söz kime söyleniyor? Peygamberlere söyleniyor. Korunmuş bir kimseye bu söylenir mi? Bizim için en büyük günah şirktir. İşte Peygamber de şirke düşecek durumda ama düşmemiş. İşte o düşecek durumda olup düşmeyecek ki bana örnek olsun. Aksi takdirde derim ki: O Peygamber canım, Allah onu korumuş. Ve ahirette de insanlar itiraz ederler, Yarabbi sen onu korudun bizi korumadın, niye bizi korumadın diyebilirler. Bak diyor ki: Ben bütün Peygamberler’e şunu vahyettim diyor Allah. Sana da vahyettim diyor Peygamberimiz’e. Hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider. “Vele tekunenne minel hasirin. Sen elbette kaybetmiş olanlardan olursun.” Kaybedersin yani, hiç şey yok! Cenabı Hak’kın kimseye borcu yok. Hiç kimseye borcu yok. Herkes ona kul olmak zorunda. Ama bunlar yazılarında Peygamber Efendimiz’i Allah’a yaver yapıyorlar. Yaver ne demek? Sözlüğe baktım yardımcı demek. Haşa Allah’ın yardımcıya mı ihtiyacı var? Peygamberimiz de biz de Allah’ın kuluyuz. Ve biz Peygambere olan inancımızı anlatırken ne diyoruz? Eşhedu enne Muhammeden abduhu, önce onu söylüyoruz. Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kuludur. Kölesidir yani. Önce onu söylüyoruz. Çünkü Hıristiyanlar bundan kaybettiler. Ondan sonra ve rasuluhu diyoruz, onun elçisidir. Niye önce kuludur diyoruz? Çünkü çok önemli. Çok önemli o. Şimdi lütfen…
Servet Bayındır: “Gul inni ehafu in asaytu rabbi azabe yevmin azim.”
Ha tabii, “Gul inni ehafu in asaytu rabbi azabe yevmin azim.” diye Allah Peygamberimiz’e emrediyor. En’am Suresi 15. ayet: “Deki ben korkuyorum, eğer rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkuyorum.” Bu Peygamberimiz’e verilen bir emir.
Enfal Suresinin 67 ve 68. ayetlerini açalım lütfen. Enfal 8. sure, 186. sayfa. Şimdi buradaki 67 ve 68. ayetleri okuyayım sonra ilgili ayetlere geçeceğiz. Yani farklı dediğim bu. Bunu da belki kısmen daha önce söylemişizdir de ben detaylarını burada hiç bir zaman anlatmadım onun. Çünkü buna ayrı bir ders yapmak lazım, bir sebep olmadı şu ana kadar. Şimdi bakıyorum vakit de biraz zor yetecek galiba.
“Ma kane linebiyyin enyekune lehu esra hatta yushine fil ard. Hiç bir Peygamber’in savaşta esir alma hakkı yoktur. Düşmanı iyice yere serinceye kadar.” Yani düşmanı hareketsiz bırakıncaya kadar hiç bir Peygamberin savaşta esir alma hakkı yoktur. Bu zaten bu sure Bedir Savaşı’yla alakalı olayları anlatıyor. Açıkça Bedir’le ilgili olduğu zaten belli, bu konuda kimsenin ihtilafı da yok. Bedir Savaşı’nda Peygamber (s.a.v.) esir almıştır. O alınan esirlerle ilgili indirilmiş bir ayettir bu. “Hiç bir Peygamber’in esir almaya hakkı yoktur, düşmanı yere serinceye kadar. Yuridune arazad dunya. Siz dünya malı istiyorsunuz.” Hitap kime? Bak Peygamber ifadesi geçiyor değil mi? “Siz dünya malı istiyorsunuz. Vallahu yuridul ahirah. Allah da ahireti istiyor. Vallahu azizun hakim. Allah Aziz ve Hakim’dir.” Allah güçlüdür, yerli yerinde karar verir. Size esir almayı yasaklamışsa bu sizin lehinize bir karardır, doğru bir karardır, onu yapmalıydınız. Sonra devamına bakın! “Levla kitabun minallahi sebega. Eğer Allah’ın önce bir yazgısı olmasaydı.” Yani bu olaydan önce sizin için burada bir yazı yazmamış olsaydı. “Lemessekum fima ehaztum, aldığınız bu esirler sebebiyle, ondan dolayı kesinlikle size dokunacaktı, azabun azim, büyük bir azap.” Şimdi bunun masumluk neresinde burada? Burada herhangi bir kişi çıkıp diyebilirmi ki: İşte bu falan faili, filan faili denebilir mi, şu yapmış, bu yapmış? Bak açıkça, “makane li nebiyyin” hiç bir Peygamber’in hakkı yoktur ki esir alsın.
Şimdi bu olayın, eğer bir yazı yazılı olmasaydı, Allahu Teala’nın bir kanunu var. Ama maalesef hakikaten Kur’an’dan o kadar uzaklaşmışız ki asırlarca, biz bunları açık ayetlerden okuduğumuz zaman insanlar zannediyor ki, o ayetler yeni inmiş. Halbuki bu ayetler ta ondört asır önce inmiş. Şimdi Allahu Teala diyor ki: “Ma esabe min musibetin fil ardı vela fi enfusikum illa fi kitabin minkabli ennebraeha.” Hadid 22. ayet. “Başınıza bir olay gelmeden önce,” olay iyi ya da kötü olur önemli değil. Biz diyor, “onu ayrı bir varlık olarak ortaya çıkarmadan önce mutlaka bir kitaba kaydı geçer.” Yani önce emir verir Allah, ol diye emir verir, o emir bir yere kaydedilir, sonra yerine getirilir. Şimdi bu ayeti tutup ezelde kaydedilmiştir diye şey yaparak müslümanları kaderci yapmışlardır. O işin başka bir derse kalsın. Onu biz şimdi şey yapamayız. Biz diyor ne zaman “minkabli ennebreaha,” onu ayrı bir, berae yaratmak ama ayrı bir varlık olarak yaratmak. Yani şimdi mesela bizim yeryüzü yaratıldığı günden itibaren bizim vücudumuzu oluşturan maddeler bu topraklarda vardı. Ne zaman Allah bizim yaratılmamızla ilgili emir verdi, işte o zaman bizim vücudumuzu oluşturan topraklar bizi ayrı bir varlık olarak oluşturmak için bir araya geldi. Biz de o zaman oluşmaya başladık. Oluşum başlamadan önce bu bir deftere kaydoldu. Tıpkı şey gibi, yani siz bir emir verirsiniz işyerinizde, önce bir yere kaydettirirsiniz, sonra kişi o işe başlar. Aynen öyle. Önce kayda geçer sonra iş başlar.
Şimdi Allahu Teala da diyor ki sizin burada zaferle ilgili bir vaadim vardı onu deftere kaydetmemiş olmasaydım. Çünkü kayıttan sonra artık değişiklik yok. Kayıttan sonra değişiklik yok. Ama kayıtdan önce değişiklik olabiliyor. Şimdi bunun evveliyatı Kur’an’ı Kerim’de var. Yani Bedir olayının evveliyatı Kur’an’ı Kerim’de var. Kayıttan önceki durum var yani. O da aynı surede Enfal Suresinde 7 ve 8. ayetler.
“Veiz yeıdu kumullahu ıhdet taıfeteyni enneha lekum, hani Allah size söz vermişti iki gruptan biri sizin olacak diye.” iki grup birisi Şam’dan gelen Mekkeliler’in ticaret kervanı. Çünkü o Mekke’den Medine’ye göçmek zorunda kalan müslümanların mallarından sermaye yaparak Şam’a ticaret kervanı götürmüşler. Bir o, bir de Mekke’den kervanı korumak için harekete geçen ordu. “Allah size o iki gruptan birisini vaadediyordu, sizindir diye, veteveddune, siz istiyordunuz ki, enne ğayra zatiş şevketi tekunu lekum, güçsüz olan sizin olsun.” Yani kervan olsun çünkü kervanın koruyucuları kaç tane? Otuz kırk kişi falan işte. Malı da alırsınız, hiç burnunuz kanamadan malı ele geçirirsiniz. Siz bunu istiyordunuz. “Ve yuridullahu en yuhiggal hakka bi kelimatihi, ama Allah da şunu istiyordu, Allah kendi sözleriyle” yani Kur’an’la indirdiği Kur’an’la “hakkı gerçekleştirsin yani ortaya çıkarsın, ve yaktaa dabirel kafirin, ve kafirlerin kökünü kazıtsın.” Kafirlerin kökü neyle kazınır? Sonuçla! Kervanla kazınır mı? Onun için Allah Mekke’den ki kervanı kaçırdılar müslümanlar ellerinden, Mekke’den gelen ordu ile yüz yüze geldiler. Hiç beklemedikleri bir anda. Ve bunun bir sebebi var. “Liyuhikkal hakka Allah hakkı gerçekleştirsin, ortaya çıkarsın, ve yubdilel batıle, batılı da yok etsin.” Mekkeliler’in yolu batıl bunu yok etsin.“Velev kerihel mücrimun, isterse günahkarlar bundan hoşlanmasın.” Şimdi Allah verdiği bu sözü bir yere kaydetmiş mi? Yani o iki kervandan birisi sizin diye söz vermiş. Söz bu ve bunu kaydetmiş. Ama bu sözden bir beklenen hedef var. O hedef de savaşta kafirlerin kökünün kuruması. Bedir Savaşı’nda Mekkeliler’in kökü kurudu mu?
Katılımcılar: Hayır.
Hayır, kurumadı. Niye kurumadı? Çünkü orada Allah’ın bir emri yerine getirilmedi. O emir neydi? O emir Muhammed Suresi’nin 4. ayeti. Zannedersem bunu ilk defa duyuyorsunuz bu şekilde. 508. sayfada. Şimdi bu sure de Medine’de inmiştir, Enfal Suresi de Medine’de inmiştir. Bu bir prensip koyuyor bakın prensipte şu var. Diyor ki, bu dördüncü ayette Allah bir emir veriyor:
“Feiza lekıtumullezine keferu ve darber rıkab, savaşta kafirlerle yüzyüze geldiniz mi, hemen boyunlarını vurun.” Sen vurmazsan o seni vuracak. “Hemen boyunlarını vurun.” Ne zamana kadar? “Hatta iza eshantumuhum, onları iyice etkisiz hale getirinceye kadar.” Pekiyi Bedir ‘de etkisiz hale getirmişler miydi? Bak ne diyor burada -etkisiz hale getirinceye kadar esir alma hakkınız yok diyordu orada- şimdi bakın burada ne diyor: “Hatta iza eshantumuhum, o düşmanı iyice etkisiz hale getirinceye kadar üzerlerine yürümeye devam edin.” İyice etkisiz hale getirdinizmi, “feşuddul vesak, o zaman esir alın ve bağı sıkı tutun.” Çünkü esirler elinizden kaçar gider onlara yardım ederse yeniden size karşı bir güç oluşur. O bağı sıkı tutun ki düşmanın iyice kökü kazınmış olsun. Pekiyi esirlere sonra yapılacak olan ne? “Feimma menna ba’du ve imma fidaen.” Bundan sonra yapılacak şu: “Ya karşılıksız serbest bırakırsınız ya da karşılıklı serbest bırakırsınız.” Ama mutlaka serbest bırakırsınız. Köleleştirmek yok. Serbest bırakacaksınız. “imma menna ba’du, bundan sonra yapacağınız şeydir, karşılıksız serbest bırakmaktır, elfidaen, ya da karşılıklı serbest bırakmaktır.” Ama maalesef bu ilke uzun asırlardan beri hiç uygulanmamıştır. Onun yerine köleleştirme yapılmıştır.
Pekiyi Peygamber (s.a.v.) Bedir esirlerine ne yaptı? Bu ayetteki hükmü uygulamadı mı? Bir kısmını karşılıksız serbest bıraktı değil mi? Öyle değil mi. hatırlamıyor musunuz? Bir kısmını da karşılıklı serbest bıraktı. Fidyesini aldı serbest bıraktı. Okuma yazma bilenler de talebeleri okutarak kendilerini kurtardılar. Ama bir tanesini köleleştirmedi. Çünkü Allah’ın verdiği emir o. Pekiyi bu emirden Peygamberimiz’in uygulamadığı ne vardı? Öbür ayet ne diyor tekrar, bak diyor ki, tekrar okuyum. Enfal Suresinde: “Hiç bir Peygamber’in düşmanı iyice ezmeden, hatta yuzhine” arapça bilenler için iki yerde de aynı kelime geçiyor. “Hatta iza eshantumuhum hatta yuzhine” aynı kelime, farklı bir kelime değil. İyice ezinceye kadar, etkisiz hale getirinceye kadar esir alma hakkı yoktur diyor. Öbüründe de diyor ki, iyice ezdiğiniz zaman esirleri alın, bağı sıkı tutun ama daha sonra karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakın. Çünkü niyet karşı tarafı siyasi olarak ezmek değil ki. O esirlere sen iyi davranacaksın zaten, o esirler senin propagandanı yapacaklar gittikleri zaman orada. Esas olan o insanların gönüllerinin kazanılmasıdır. Ondan sonra ne diyor bak: “Hatta tedaal harbu evzaraha, harb yükünü bırakıncaya kadar.” Bunu böyle yapacaksınız. Harb yükünü bırakıncaya kadar ne demek? Karşı taraf artık size direnme gücünü kaybedinceye kadar. Yapacağınız bu. Bedir’de bu yapıldı mı? Yapılmadı. Ne oldu? İki ordu karşılaştı, Mekkeliler çok kayıp verdiler ve geri çekildiler. Onların geri çekilmesini fırsat bilerek müslümanlar da oradan esir aldılar. Halbuki takip etmek zorundaydılar. Bu konuda da bir ayet var ama buraya yazmış mıyım bilmiyorum. Neyse onu yazmamışım, o da var yani o ayeti kerime de var da şu anda aklıma gelmedi.
Şimdi Peygamber (s.a.v.) Bedir’de düşmanı takip etmeliydi. Eğer takip etseydi, Muhammed Suresinin 4. ayetinde belirtildiği gibi yapsaydı artık Mekkeliler’in bir daha doğrulma şansları olmayacaktı ve küfrün kökü kurutulmuş olacaktı. Şimdi size Enfal Suresinin 7 ve 8. ayetlerini tekrar okuyum. Onu ayetten göreceksiniz yani bu benim sözüm değil, bu Cenabı Hak’kın sözü.
Bak ne diyor Allahu Teala: “Veiz yeıdu kumullahu ıhdet taıfeteyni enneha lekum, Allah size söz veriyordu o iki taifeden birisi sizindir diye.” Birisi Şam’dan gelen kervan birisi Mekke’den gelen ordu. “Veteveddune enne ğayra zatiş şevketi tekunu lekum, siz istiyordunuz ki güçlü olmayan sizin olsun.” Yani kervan. Orduyla karşılaşmak kolay bir şey değil tabii, savaş o. “Ve yuridullahu en yuhiggal hakka bi kelimatihi, ama Allah istiyordu ki kendi kelimeleri sebebiyle, Kur’an sebebiyle hak yerini bulsun. ve yaktaa dabirel kafirin, ve kafirlerin kökünü kazıtsın, arkasını kessin.” Artık gelemesinler. Şimdi bu Cenbı Hak’kın beklediği netice ama yaptığı vaad bu değil. Yaptığı vaad ikisinden birisi sizin. Ve bunu da kayda geçirmiş. Kayda geçirdiğini de Enfal 68 den anlıyoruz. “Levla kitabun minallahi sebega lemessekum fima ehaztum azbun azim. Eğer Allah’ın sizin için bu sizindir demeseydi daha önce bu ikisinden biri sizindir demeseydi.” Onlar geri gelirlerdi oradan size bir darbe vururlardı, tıpkı Uhud’da yaptıklarını yaparlardı. Uhud’da şavaş meydanından çekildiler, gerçi Uhud’da Peygamber Efendimiz’in kusuru yok, oradaki kusur okçuların. Uhud’da savaş meydanından çekildiler. Çekildiğini fırsat bilen okçular ganimet toplamaya yönelince arkadan Halid Bin Velid komutasındaki süvari birlikleri tekrar bir hücüm etti ve müslümanları perişan hale getirdiler. Sonra Peygamber (s.a.v.) tekrar düşmanın geri çekilmesini fırsat bilerek arkasına düştü, yaralı olmasına rağmen, yüzüne o zırhın saplanmış olmasına rağmen, yani kemiklerine saplanmış o zırh. O acılar içerisinde, bütün müslümanlar da öyle, düşmanı takip ettiler. Çünkü düşmanı takip Allah’ın emri. Ve o zaman mağlupken galip hale geldiler. Demek ki, Peygamber (s.a.v.) eğer Bedir’de Cenabı Hak’kın verdiği o emri uygulasaydı, Uhud Savaşı da Hendek Savaşı da olmayacaktı.
Şimdi bu ne? Bu şimdi bizdeki kader anlayışını tamamen yıkıyor mu? E şimdi siz insanlara derseniz ki, her şey ezelde yazılmış, işte onlar olacak, siz zaten birer figüransınız, falan e bu ayetlerin manasını tabii ki anlatmazsınız siz. Siz insanlara derseniz ki Peygamberler masumdur, tabii ki bu tür ayetleri anlatmamaya çalışacaksınız. Ama şimdi bu ayetlerin size vereceği dinamizme bir bakın. Yav şu işe bak! Allah Peygamberi’ne söz verdiği halde Peygamber emri yerine getirmede küçücük bir kusur ettiği için, Allah söz verdiği kadarını vermiş, kayda geçmeseydi o da yoktu diyor. Kayda geçtiği için onu aldınız. Ve azarlama yapıyor işte Allah Peygamberine. O zaman dersiniz ki öyleyse ben çok dikkatli olmalıyım. Çok iyi çalışmalıyım dersiniz değil mi? Öyle demez misiniz? Ama ya işte o Peygamberdi Allah zaten öyle yapmış, Allah ne demişse o olur. Allah ne demişse o olur, tabii elbette! Allah ne demiş? “Ve enleyse lil insani illa ma saa.” demiş. “İnsana gösterdiği gayretinin dışında bir şey yoktur.” Kendi gayretiyle elde ettiğinin dışındaki kendinin değildir. Okuyun bakayım, Allah ne emretmiş, Allah ne demiş? Siz Allah’ın verdiği emirleri duymazlıktan gelin, kendi kendinize hayaller kurun, onu din diye algılayın, ondan sonra bakayım Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceksiniz?
Neyse bu gün biraz fazla uzadı. Belki haftaya gene aynı konu üzerinde çünkü anlatılacak çok şey var. Ama tabii bu yapısal bozukluk, şimdi bazıları zannediyor ki, burada şunu da tekrar anlatmamız lazım. Bazıları zannediyor ki işte biz bir takım tarikatlara, bir takım işte cemaatlere, bir takım kişilere kafayı takmışız. Yok kardeşim bizim kimseyle alıp veremediğimiz yok. Yav biz onlarla niye takışalım? Ama ben müslümanım diyen kişinin yapması gereken görev var. Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirseniz, ben de iyi müslümanım derseniz o zaman bizim burada konuşmak mecburiyetimiz var. Bizim bunların hiç birisiyle problemimiz yok. Dikkat ediyorsanız, burada söylenen sözler, mesela açın hangi kelam kitabını açarsanız açın, Peygamberler masumdur ifadesini göreceksiniz. Simdi burada falan bir cemaate, tarikate mi şey yapıyoruz? Ama pekiyi işte masum mu? Ayeti dinlediniz. Masum mu? E buyurun. Yani bunun bir başka kitabı varsa getirin biz görelim. Allah’ın kitabı böyle. Bizim kimseye şey yaptığımız yok.
Katılımcılar: Anlaşılmıyor.
Hayır o ayeti herkes biliyor da onun için onlara okumadım yani, bu bilinmeyen tarafını anlatayım dedim. Bir de bu akşam Cevat hoca burada olduğu için ona da bir ikram olsun diye. Evet, Pekiyi biz burada şimdi çay arası veriyoruz. İkinci bölüm de soru cevap faslı olacak.
Şimdi vakfımızı tanıtan bir broşür, ilk defa çıkardık. Bin bir türlü kusurlarımızla beraber. Arkadaşlarımız onlardan birer tane alıp bazı faaliyetlerimizi görmenizi arzu ediyorlar.