ABDULAZİZ BAYINDIR: Türkiye’de ya da İslam aleminde yaşayan kime sorsanız kurana kesinlikle inandığını ve ona toz kondurmayacağını söyler. Fakat kuranı uygulamaya geldiği zaman ikinci plana atar. Kuranı ikinci plana atmanın bir de bilimsel planı vardır. O da kuranın bir şekilde devre dışı bırakılmasıdır. Bu devre dışı bırakılmasında en ciddi hareket sahabeden sonra ortaya konmuş. Allah’ın kitap ve hikmet indirmiş olmasına rağmen Resulullah’ın hikmeti bütün ümmetine öğretmiş olmasına rağmen hikmet devreden çıkarılmıştır. Sık sık da burada konuşuyoruz biliyorsunuz. Hikmet: kurandan bilgi üretme metodudur ve üretilen doğru bilgi anlamındadır. Bu kaybolmuş. Kaybolunca Kur’an’ı ikinci sıraya koymak çok kolaylaşmış. Sünnet Kur’an’ın üzerine hakim kılınmış. İcma konmuş, kıyas konmuş, derken yeni bir din oluşmuştur. O yeni dinin Kur’an’la ilişkisi olmadığını yıllardır anlatıp duruyoruz ama bir türlü biteceği de yok. Her derste ortaya koyuyoruz. Kur’an’ı devre dışı bırakmanın yeni bir yöntemi ortaya çıktı. O da tarihselcilil iddiası. Yani Kur’an hicri 7. asırda o günün Mekke ve Medinesi’nin şartlarına göre o topluma düzen vermek için indirilmiş bir kitaptır. Dolayısıyla ordaki hükümlerin her birisi bugünkü hayata uygulanamaz, oradan bir takım prensipler alınabilir. O gün çok başarılı olmuş çok güzel olmuş ama bugün öyle değildir diye bir şey var. Tarih içerisinde oluşmuş olan Kur’an’sız din zaten öyle olmalıdır diye sunulur. Emeviler döneminde bu şekildeydi. Bazı şeylerde şu oldu. Şartlara göre oluştu. Ulema kendi günlerinin şartlarına göre çözümler ürettiler. Bugün de bugünün şartlarına göre çözümler üretiriz. Kur’an hiç mi işe yaramaz? Prensipler, kurallar alınabilir ama hükümler alınmaz. Bu tarihselcilik olayı ile alakalı geçen hafta bir ders yaptık. Birkaç defa ders yaptık. Fatih Hoca ile Erdem Bey 15 günde bir HilalTv’nin ekranlarında yapmış oldukları derslerde de buna temas ediyorlar. Bu hafta Zeki Bayraktar Bey’in Erdem Bey ile yapmış olduğu derste de bu konu işlendi. Çünkü son derece önemli. Bu iddialar içerisinde bu insanlar zihnini karıştıranlar var. Kur’an’daki ceza prensipleri meselesi şey yapılıyor. Bu devirde el kesme cezası olmaz, bu devirde asma olmaz, bu devirde zina eden kişiye recm uygulanmaz, bu devirde şu olmaz bu olmaz diye Kur’an’ın koymuş olduğu cezayı bu devire uyduramayan insanlar oldukça çok. Yani 5 vakit namazını kıldığı halde yada dini bir eğitim verdiği halde bir ilim adamı sıfatı aldığı halde bu tür şeyleri söyleyenler çok. Biz de tabi bu derslerde genellikle insanların zihinlerini karıştıran konuları gündeme alıyoruz. Bugünkü dersimizde tarihselcilerin Kur’an’daki cezalarla ilgili iddialarını ortaya koymaya başlayacağız. Tabi bugün hepsini tamamlamamız münkün değil. Herkesin en fazla kafasını karıştıran ‘el kesme cezası’ bir de ‘hirabe’ dediği Kur’an’ın, bugün bizim terör diyebileceğimiz ya da kalkışma diyebileceğimiz, mesela işte 15 Temmuz gecesi olan olayları da burada o kapsama sokabileceğimiz bir suç. Hem onu hem de hırsızlıkla alakalı hükümleri burada görmeye çalışacağız. Önce bu iddia sahiplerinin sözlerini bi dinleyelim.
FATİH ORUM: Bilindiği üzere Kur’an’da bir takım suçlara nir takım cezalar tertib edilmiştir. Mesela işte katil yani haksız yere bir cana kıymanın cezası olarak kısastan bahsedilir. Hâkeza gayrımeşru ilişki olarak zinanın karşılığında celde cezası yine vardır. Namuslu bir kadının namusuna iftira atmakla ilgili yine celde cezası. Sirkat: hırsızlık dediğimiz suçun cezası olarak el kesme. Ve işte terör suçu diyebileceğimiz bir suça da öldürme yahut onların ellerinin ayaklarının kesilmesi yahut sürgün gibi bir takım cezalardan bahsedilir. Daha önceki programımızda gördüğümüz gibi Kur’an’da bir takım ayetlerin ki bu ayetler daha çok ahkam yani hüküm içeren ayetlerin tarihsel öğeler taşıdığını iddia edenler, tıpkı miras örneğinde olduğu gibi ki ondan bahsetmiştik: ikili birli kadın ile erkek arasındaki taksimin o dönemdeki bir takım kötü gidişatı belli bir seviyeye çekmek için konulmuş geçici bir hüküm olduğunu ama bugün tekrar ele alınması gerektiğini, çeşitli sebeplerle: ekonomik, siyasi, kültürel, eğitim gibi parametrelere göte bugün için tekrar gözden geçirilmesi gerektiği söylenmişti. İşte benzer düşünce, sözünü ettiğimiz bu cezalar için de söylenmekte. Şöyle deniliyor, öncelikle yaklaşım tarzı şu: Kur’an indiği dönemde belli bir kültür seviyesine sahip, örfe, adeta, bir takım ceza sistemine sahip bir topluluk vardı ve bu insanlar yaşayıp gidiyorlardı. Kur’an bunların kötü taraflarını düzeltmek için adaletin temini için hayatı bir şekilde tanzim etmek için ve çok daha önemlisi ordaki suçun önlenmesi için o dönemde sonuç alabileceğini düşündüğü bir takım önlemler aldı. Bu önlemleri alırken o dönemde uygulanan bir takım uygulamaları da dikkate aldı. Mesela işte hırsızlık cezası için mesela bir iddia şu: zaten Mekke’de hırsızlık yapan insanların elleri kesiliyordu, MuhammedAs insanlara bu dini tebliğ ederken Ona inen ayetlerde “tamam zaten siz bu cezayı uyguluyorsunuz, bunu uygulamaya devam edin” dedi. Yani onu uygun gördü. Uygulanmasını. Veyahut işte gayrumeşru ilişkiye bulaşan insanların belli bir dönem öldürülmesi veyahut kamçı cezası ile cezalandırılması şeklindeki bir takım uygulamalar, söylentiler, rivayetler uygun bulundu ve bunların devamı şeklinde karar alındı. Ama burada asıl maksat bunları bir düzene sokmaktı. Amaç oydu. Yoksa Allah şunu kastetmedi: bu böyledir, bundan sonra hep böyledir, kıyamete kadar hep bu şekilde kalacaktır şeklinde bir amaçla bunları bildirmedi. Asıl amaç bu suçların elimine edilmesi yok edilmesi. Dolayısıyla bugün için teklif edilen şey şu: Kur’an’daki bir takım müellifler “ilkel” ifadesini kullanır mesela. İlkel, incitici, insanlık onurunu zedeleyici ve modern insanın asla vicdanında yer almayacak bir takım cezaları o dönemde ve radikal bir tavırla bunların önünü kesmek için Kur’an bir takım şeyler söyledi. Bunu yaparken, dediğimiz gibi bu suçları önlemek ve zaten bu adamların da uygulayageldiği bir takım şeyleri de bir şekle sokarak Kur’an bunları ön gördü deniliyor. Ve mesela bu tarihselci düşünceyi dillendiren insanlar diyorlar ki; zaten tarihi tecrübe şunu göstermiştir: MuhammedAs’ın vefatından kısa bir süre sonra sözüne ettiğimiz bu cezalarda da bir takım farklı temayüller oluşmuştur. Yani 10 asırlık bir tarihi tecrübeye baktığınızda müslüman devletler kısas cezasında, zina cezasında, hırsızlık cezasında Kur’an’ın öngördüğü bu hükümleri uygulamak yerine kendileri bir takım alternatifler oluşturmuşlardır. Para cezası uygulanmıştır hapis cezası uygulanmıştır bir takım başka alternatifler zaten tarihi tecrübe bunları oluşturmuştur. Dolayısıyla biz de aynı maksattan hareketle bugün için Kur’an’ın bir takım suçlara öngördüğü cezalar hususunda lafızcı bir yaklaşımla hareket etmeyip, evet hırsızlık edene verilecek cezada maksat bunun önlenmesidir. Bunu ne sağlıyorsa ne gerçekleştiriyorsa yapılmalıdır onun bu işlerden alıkonulması için. Hapis cezası ise o, para cezası ise o. Veya yine bugünkü herhangi bir toprak parçası üzerinde yaşayan ancak medeniyetini tam tamamlayamamış 1000 yıl önceki medeniyeti devam ettiren bir topluluk varsa orada da yine belki el kesme devam edecek. Dolayısıyla her bölgede her kültürde her ne bu işi engelliyorsa o ceza uygulanmalıdır. Burada lafızlara değil maksatlara bakmk gerekir deniliyor. Genel itibarıyla bakış açısı bu sözüne ettiğimiz cezalar konusunda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki burada “lafızcı yaklaşım” ifadesi ile neyi kastediyorlar?
FATİH ORUM: “Ves sâriku ves sârikatu faktaû: hırsızlık yapan kadın ya da erkek her kim ise onların ellerini kesin”(MAİDE 38) diyor ise siz buradan illa da 2016 yılında hırsızlık yapan hırsızlık şartları oluşmuş bir kişiye ceza verecekseniz Allah ellerinin kesilmesini emrediyorsa siz bunu yapmamalısınız. Çünkü burada kastedilen şey, bir şekilde bu suçun önlenmesidir. Bugünkü insan için hangisi daha etkiliyse hangisi daha önemli ise nitekim işte eski dönemde adam tezgahtan yada kendisinin odasından çalıyor. Oysa bugün işte çok daha modern hırsızlık yöntemleri var. Eliyle o şeyi alma şeklinde değil de belki bilgisayarın karşısına geçerek tirilyonları kendi hesabına geçiriyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Dolayısıyla burada hırsızlık tanımları değişti, bu işin boyutları değişti, insanlar tarafından bakış açıları değişti. Sadece lafza bakarak her ne şekilde olursa olsun elini kesin dediğinizde zaten bu cezayı şey yapamayacaksınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de bunların sık kullandıkları bir terim var: literal. Literal, yabancı bir kelime olduğu için karşıdaki nasıl olsa anlamıyor. Tabi bunun türkçe karşılığı: lafızcı yaklaşım. Lafızlı yaklaşım lafızcı ne demek istiyor. Hemen karşı taraf şöyle anlıyor: ayeti okur okumaz bağlantılarını hiç düşünmeden mi acaba diyor. Şimdi burda bir iveç dediğimiz olay vardır. Bir algı yönetimi. Karşı tarafın zihnini karıştırarak aradan bir şeyler sokuşturmak. O zaman mesela Allah Maide suresinin 33.ayetinde şöyle diyor: MAİDE, 33.. Ayet: İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu: Allah ve resulü ile harb edenlerin cezası sadece şudur” , “ve yes’avne fil erdı fesaden” bir de o bölgede düzeni bozmak için gayret gösterenler. Allah ve resulü ifadesi, daha önce burada defalarca şey yapmıştık. Mesela bugün Allah ile savaşmak? Bir insan Allah ile nasıl savaşır? Böyle bir şey dediğimiz zaman ne anlarsınız? Ne derler? Allah ile savaşma derler. Resul: elçi. MuhammedSav ise öldü gitti. O zaman Allah ile de savaşılmaz, resul de öldü gitti? Öyleyse bu hüküm ortan kalktı diyebilirler. Bir kere burada ciddi bir problem var. Allah ve resulüne karşı savaş nasıl açılır? “Yes’elune fil ardı fesada” bulundukları yerde bozgunculuk ve fesad çıkararak. Yani düzeni bozmak istiyorlar, sistemi bozmak istiyorlar bir hakimiyet kurmak istiyorlar ve Allah resulü ile savaş. Biz bugün yaşayan insan için resul ne ifade eder? Bunu sık sık tekrarlamamız gerekiyor iyice bilelim diye. Ali İmran 144’de bir bak bakalım Yahya ne diyor Allah orada? MuhammedSav’in Uhud Savaşı’nda öldürüldüğüne dair haberler dolaşmıştı. Orada ne diyor Allah?
YAHYA ŞENOL: ALİ İMRAN, 144.. Ayet: “Ve ma muhammedün illa rasul: Muhammed sadece bir elçidir”, “kad halet min kablihir rusül; ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir”, “e fe im mate ev kutilen: O ölse veya başkası tarafından öldürülse” “en kalebtüm ala a’kabiküm: siz gerisin geriye mi dönceksiniz?”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bundan ne anlarsınız? “O sadece bir elçidir”. Elçi ne yapar? Birisinin sözünü getirir değil mi? MuhammedSav kimin sözünü getirdi? O zaman bu kitap geldi ise. Bu kitabı getirdi tebliğ etti. “Ya elçi öldü” falan. Kardeşim elçi öldü ama vazifesini yaptı da öldü. Getirdi bunu tebliğ etti. O zaman O sadece bir elçidir, ondan önce de çok elçiler geldi onlar da öldüler. O ölür yada öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Yani orada esas olan kendisi mi getirdiği mesajı mı? Kendisi ise O öldü. Uhud Savaşı’nda ölmedi ama daha sonra öldü. Ölür yada öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz derken ne anlarsınız? Onun getirip tebliğ ettiğ yoldan vaz mı geçeceksiniz anlaşılmaz mı? Başka bir şey anlaşılır mı? O zaman Onun getirdiği nedir? Budur. O zama şimdi resul bu. Elçi bu. Yani mesajı taşıyan ne? Esas olan mesajın kendisi midir mesajı getiren kişi midir? Esas olan o. Mesajı getirdi mi? Geldi. Allah’ın bizden ne istediğini bize bildirdi mi? Bildirdi. Bitti o zaman. Öldüğü zaman bu mesaj ortadan mı kalkacak? Onun için arap dilinde resul sözünün birinci anlamı getirilen mesajdır. İşte bu. İkinci anlamı onu getirendir. Onu getiren gittiği zaman bu ortadan kalkacak mı? Dolayısıyla Allah’a ve resulüne karşı savaş dediği zaman müslüman toplumun düzenini sağlayan bu kitap değil mi? Buna karşı savaş, bu kitabı devre dışı bırakma gayreti demektir değil mi? O zaman bu kitapta yazılı olanları almayacağız da neyi alacağız? Onlar “literal yaklaşma” yani “lafızcı yaklaşma” yani Allh şöyle diyor; MAİDE, 33.. Ayet: İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu: Allah ve resulü ile savaşan”. Savaşmak ne demek? Savaş ne için yapılır? Burada benim hakimiyetim olsun diye yapılır değil mi? Öyle değil mi? Yani bugün mesela Suriye’de savaş var. Amerika orada, Rusya orada, Türkiye orada ve bir çok kuruluşlar orada. Niye şey yapılıyor? Herkes, buraya ben hakiö olacağım diyor değil mi? Peki Allah ve resulü ile savaşanlar ne derler? Allah’ın kitabı hakim olmasın. Değil mi? Allah’ın bizzat kendisi ile savaşılmaz. Bunu herkes zaten bilir. O zaman Allah’ın bizden istedikleri ile savaş da bununla savaştır. Bunu devre dışı bırakma çabasıdır. Lafızcı! “Efendim sen onun öyle dediğine bakma”. Peki nasıl diyecekti? O söz ne ile ifade edilir? Bakın Muhammed Sav’e Allah Hakka suresinde ne diyordu; HAKKA, 44.. Ayet: Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyli” bu resul gelirken “ya siz bakmayın. Burada böyle diyor ama asıl öyle değil” deseydi C.Hakk ona bazı sözler ilave etseydi yada çıkarmalar yapsaydı.HAKKA, 45.. Ayet: Leehazna minhu bilyemiyni” bak Muhammed Sav elçi “onu sıkı bir şekilde yakalar”, HAKKA, 46.. Ayet: Summe lekata’na minhulvetiyne: sonra Onunla şah damarını koparırdık”. Doktorların ifadesine göre şahdamarını kopararak öldürmek en ağır ızdırap veren öldürmeymiş. Bakın Allah, resulü için bunu diyor. Bir tek kelime ilave ve çıkarma yok. Bunlar ne diyorlar: “Allah’ın öyle dediğine bakmayın. Mesele o değil ki mesele hırsızlığa mani olmak”. Siz yeryüzünde hırsızlık yapılsun diyen, hırsızlık normaldir diyen bir toplum biliyor musunuz? Hiç duydunuz mu? Herkes istediğini çalabilir. Herkes yasaklar. Peki değişen nedir? Allah’ın nasıl yasakladığıdır değil mi? Şimdi efendim Allah ve resulü ile savaş dediğiniz zaman Allah’ın koyduğu düzeni değiştirmek için savaşmak. Resulü ile savaş: bu şahıslar, “Allah’ın öyle dediğine bakmayın” dedikleri zaman resul ile savaş mıyorlar mı? İfadeleri o değil mi? Şu ayet ile ilgili neler demiş ona bakcağız. MAİDE, 33 “..ve yes’avne fil erdı fesaden: o bölgede düzeni bozmak istiyorlar”. Mesela siz şimdi 15 Temmuz akşamını hatırlayın. Boğaz Köprüsü kesildi biliyorsunuz. İstanbul’da Türkiye’nin her taraflarında. Büyük Millet Meclisi bombalandı. Emniyeti sağlayan kuruluşlar bombalandı. Neden? Burada düzen bozulsun. Değil mi? Bozulmasından sonra ne olacak? Herşey bize kalsın. Herşey kalsın dendiği zaman tüm ülke. Malıyla, mülküyle, insanıyla. Onlara tabi ki insan da lazım her şey lazım. Hiç kimseyi öldürmez çünkü lazım. Diyor ki Allah: MAİDE, 33.. Ayet: İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu” Allah ile yani Allah’ın resulü ile demek lazım burasa. Çünkü bugün resul sadece budur. Allah’ın bizden ne istesiğini de sadece bu bildiriyor. “Siz bakmayın aslında Allah böyle diyor ama maksadı o değil” diyordu az önce. Allah’ın maksadı o değildi demek ne demek? Allah kendi maksadını ifade edemiyor demek değil mi? Öyle değil mi? Ve bu insanlar da Allah’ın arkadaşı olması lazım! Bunlara demiş olması lazım; “ya ben falanca şöyle demiştim ama o zamanki şeydi. Şimdi siz bakmayın” demesi lazım. O zaman bunların her birisi Allah’ın arkadaşı olmaları lazım. Yada hadi öyle demeyelim bugün bir resul yani kendisine vahiy gelen bir nebi olmaları gerekir. Nebilik bitti? Bu insanlar demiyor ki bize bu geldi. Diyorlar ki; “tamam bu var ama” o zamana gidiyorlar, hicri 7.asıra gidiyorlar, orada MuhammedSav’in elçiliğinin de bir anlamı kalmıyor. “Evet o zaman bunu yaptılar”. Şimdi mesele şu: “bi kere müslüman olmak zorundayız. Kahrolası bu mesleğe de girmişiz hoca olarak şey yapıyor. Geçimimizi de bundan sağlıyoruz. Aslında inanmıyorum ama ne yapayım bunun hocası olmuşum. Ne yapalım”. O zaman mecbursun Kur’an’a sen uymuyorsan Kur’an’ı kendine uyduracaksın. Başka çaresi yok. Diyor ki işte MAİDE, 33.. Ayet: İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu: Allah ile Allah’ın resulü ile(yani kitabı) ile savaşanlar”, “ve yes’avne fil erdı fesaden: o bölgede fesad için gayret gösterenler” yani düzeni bozmaya çalışalar. Onların cezası ne? Sadece şudur diyor; “ey yükattelu: öldürülmeleri”, “ev yüsallebu: asılmaları”, “ev tükattaa eydıhim ve ercülühüm min hılafin: yada çapraz olarak elleri ve ayaklarının kesilmesi”, “ev yünfev minel ard: yada bulundukları yerden sürülmeleridir”. Tabi herkes yaptığının dengi bir şey yapar. Mesela diyelim o akşam insanların üzerine kurşun sıkanlar, bomba atıp öldürenler tabi ki öldürüleceklerdir. Öldürmekle kalmayıp da insanların malını da alanlar var ise onlar asılmak suretiyle öldürüleceklerdir. Mesela 15 Temmuz suçlularının cezası nedir derseniz bu ayettir. E peki öldürme işine katılmamış, kimsenin malını da almamış ama destek vermiş; onlar da bulundukları görevden uzaklaştırılacaklar. O kadar. Hapis cezası, şu, bu falan yok. Hapise attığın zaman kimi cezalandırıyorsun? Onların desteğine ihtiyacı olan ailesini mi? Geçindirmek zorunda olduğu aile bu defa onu geçindirmek zorunda kalıyor. Ve toplum da onları doyurmak zorunda kalıyor. Ne bu? Böyle bir şey yok. Şuna dikkat edin: Mekkeliler Medine’ye geldiler Bedir Savaşı’nda savaş yapıldı. Mekkeliler müslümanları Mekke’den kovan insanlar değil mi? Oradaki mallarına da el koymadılar mı? Peki bugünkü kafa ile hareket edilse onlardan alınan esirlere ne yapılır? O esirler rehin tutulur, bunların bütün mallarını bize verin derler. Bizden aldıklarınızı da verin ondan sonra da bu esirleri de öldürürler. Ama Allah diyor ki; “imma badu mennen ve imma fidaen” aldıktan sonra ya karşılıksız serbest bırakacaksınız. Bedir esirleri ile alakalı o zaman onların esir alınmalarında önce inen ayettir. “Karşılıksız serbest bırakmak ne demek! Bunlar bize ne acılar çektirdiler”. Kardeşim esas olan bunların gönüllerini kazanmaktır. Adam diyecek; “bak biz bunlara ne yaptık bunlar bizi nasıl karşıladılar”. Yada fidye alacaksın. Fidye dediğin de bellidir. Bir kurtuluş akçesi. Ne ise o. Adamın malını alacaksın demiyor. Bütün malını mülkünü versin demiyor. “Bize bu kadar sıkıntı veri de”. Kardeşim sen Allah’a ya inanıyorsun ya inanmıyorsun. İnanmıyorsan o zaman paşa keyfin bilir. Sen de dini kendine uydurıyorsun. O kadar. İnanıyorsan Allah nasıl diyorsa öyle yapacaksın. “zalike lehüm hızyün fid dünya: bu onlar için bu dünyada alçalmadır”. Neydi ne oldu? Adamlar ülkeye hakim olmak için geldiler, baksana her şeylerini kaybettiler. İtibar mitibar hiç bir şey kalmadı. Bu, bu dünyanın cezası. Mekkeliler de öyle oldu. Mekkeliler geriye döndükleri zaman Muhammed bize şu kötülüğü yaptı diyemiyorlar ki. Piskolojik baskı altındalar. Hatta tekrar Uhud’a geldiler, Hendek’de geldiler ama sonunda Resulullah Mekke’yi elini kolunu sallayarak aldı. Hiç kimsenin de burnunu kanatmadan. Hiç kimse de bir düşmanlık duymuyor herkes canı gönülden “ya bunlar ne iyi insanlar ya kardeşim”. Önemli olan insanların gönlünü feth etmektir. Burada da bakın geldin sen yukarıdan bombaları attın mı? Kusura bakma sen öldürüleceksin. Öldürmeyle beraber adamın malını almış mı? Sen de öldürüleceksin ama asmak suretiyle öldürüleceksin. Elin ayağın çapraz vari kesilecek ibret olsun diye ve asılacaksın. Bu eylemlere bizzat katılmadık? Destek verdiniz, o zaman siz bu devletin desteğinden mahrum kalacaksınız hadi bakalım görevlerinizden gidin. Nereye gidiyorsanız gidin. Hapse atma yok. Hapis cezası diye bir ceza zaten ne Kur’an’da vardır ne Resulullah’ın uygulamasında vardır. Mesela o esirler alındıktan sonra hapse atılmaz. Belli bir yerde bekletilmezler evlere verilirler. Evin bir ferdi gibi hatta küçük bir çocuğu gibi muamele görürler. Onlar da bakacaklar “ya bunlar ne iyi insanlar”. Ve siz çok da iyi biliyorsunuz gelenekte öyle olmasa da Kur’an’a göre kölelik ve cariyelik asla olmaz. Yani bir zamanlar vardı kaldırmışlar: böyle bir şeye asla imkan yok. Siz bunu gayet iyi biliyorsunuz. Bizi dinleyenler bilir. Ama ekranlarında ilk defa dinleyenler varsa Süleymaniye Vakfı sitesindeki Kölelik ve Cariyelik yazısını okusunlar görürler. Herhangi bir cariyenin cinselliğinden nikah dışı yararlanma da kesinlikle mümkün değil. Allah bunu zina olarak kabul eder. Ve cariyenin yani esir kadının evlenmesi ile hür kadının evlenmesi arasında herhangi bir işlem farkı yoktur. Böyle olunca da insanlar cânıgönülden müslüman oluyorlar. Şimdi bakın bu kadar muhteşem bir şey var. Bir de Kur’an’da cezanın bir sistemi vardır. Mesela az önce niye şey yaptım size? Dedim ki; işledikleri suça göre. Bu benim şahsımın şeyi değil ki. Yani ben böyle düşündüm değil. Siz gayet iyi biliyorsunuz ki bizi sürekli dinleyenler gayet iyi biliyor ki hem şu anda vakfımızda olan hem ekranlarda olanlar. Kur’an’ı sadece Allah açıklar. Peki lafızcılar Kur’an’ı kabul etmiyor zaten değil mi?
FATİH ORUM: Zaten Hocam diyorlar ki; “Allah 2016 yılında mesela bir nebi göderseydi ve ona bir ilahi kitap indirseydi şu an elimizdeki Kur’an’dan çok farklı bir kitap indirmişti. Dolayısıyla mesela bu zihniyete göre hiç bir ilahi kitap kendisinden önceki ilahi kitabı tasdik edemeyecek. Bunun da farkında değiller.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında ilahi kitap diye bir şey yok onlarda. Muhammed’in hicri 7. asırdaki sözleri. Orada yaşayan akıllı bir adam. Ama bunu diyemezler ki. Sen ilahiyatta hocasın, bir yerde müftülük yapmışsın ya şu görevde bu görevde bulunmuşsun. Kur’an Allah’ın kitabı değildir dersen kim artık itibar eder. Mecbursun Allah’ın kitabı demeye. “Ben inandığımdan mı diyorum kardeşim”. Biraz dost olun onlarla görürsünüz. Ama ne ne yapalım ki millet böyle kabul ediyor. Adamlarla başka şekilde konuşamazsın ki. Mesela bunlardan herhangi birisi diyor mu ki “Muhammed Sav zamanında develer 4 ayaklıydı artık devrimizde 2 ayaklı 4 ayaklı deve mi olur?”. “O zaman güneş doğudan doğuyordu artık doğudan doğamak zamanı geçti tepeden aşağıya inmesi lazım, bakdana bütün lambalar tepede”. Demeleri lazım”. “O zaman insanların iki gözü vardı bu devirde iki göz olmaz kardeşim 4 göz olması lazım. 4 göz olmadığı için millet benim gibi gözlük takmak zorunda kalıyor” demeleri gerekmez mi? Ya krdeşim siz Allah’ı ne zamnediyorsunuz? Siz Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyle ilgili bir şey söyleyemiyorsunuz da niye indirdiği ile ilgili söylüyorsunuz? Bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Ama bunlar hep olacak. Musa As 40 günlüğüne toplumundan ayrıldı. Başlarında HarunAs var. Ve bu insanlar Firavun’un zulmunden kurtulmuşlar. Kendilerine zulmeden, çocuklarını öldüren Firavun ve askerlerinin boğulduğunu gözleriyle görmüşler. Kızıldeniz’i geçmiş, ondan sonra Firavun’un bıraktığı bütün mala mülke konmuşlar. Hayal edemeyecekleri kadar zengin olmuşlar. Başınızdaki MusaAs ve HarunAs. Onların getirdikleri kitap ama 40 günlüğüne ayrılıyor ya 40 gün ne ki! Ve başlarında HarunAs var. Ve Samiri. Samiri de o kitabı en iyi anlayanlardan. Bizim tefsirlere bakarsanız saçma sapan şeyler görürsünüz de ayetleri ayetlerle açıkladığınız zaman “ben bunların görmediklerini gördüm” diyor. Ve bu dine sıkı bir şekilde sarıldım diyor. Diyor ki; TAHA 96: “Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî: insanların görmediğini ben gördüm”, “ben bu dini çok iyi kavradım”. “fe kabadtu kabdaten min eserir resûli: resulün eserine de sıkı sarıldım” yani resul: “tevrata da sıkı bir şekilde sarıldım”. Çok sıkı sarıldım diyor. Ee? “fe nebeztuhâ: sonra bıraktım”. Niye bıraktın? “ve kezâlike sevvelet lî nefsî: canım böyle çekti, sana ne!”. Bunu Musa as’a diyor. “Canım böyle istedi” diyor. Şimdi bakıyoru ki sahabe döneminde bu başlamış: Kur’an’sız Müslümanlık. Onun için ÖmerRa’ın şöyle güzel bir sözü var: “fakirliğe sabrettik ama zenginliğe sabredemedik”. Çünkü Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalan, Medine’de sıkıntılar içerisinde olan müslümanlar alabildiğine zengin olmuşlar. Mekke-Medine halkının hayal edemeyeceği, Resulullah vefat ederken Türkiye’nin 4 katı büyüklükte bir bölgeye hakimdi. Arkasından Suriye, arkasından İran, Kuzey Afrika. İnanılmaz bir şey. Bakıyorsunuz ki Ömer Ra’dan sonra hikmet kaybolmuş, herkes dini kendine uydurmaya başlamış tıpkı Samiri gibi. Peki Samiri ne diyor? Samiri bir put yapıyor. Diyor ki bakın TAHA 88: fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.“haza ilahikum ve ilakikum Musa: bu sizin ilahınız ve Musa’nın ilahıdır”. “Fe nesiye: Musa ilahını unuttu”. Niye buzağı? Çünkü o-Bakara suresinde de anlatıldığı gibi-Firavun’un ilahıydı. Güç tanrısu. Boğa güçlüdür ya. Bir güç figürü. Firavun’dan kalma eserlere bakarsanız görürsünüz. Ya da yapılan bir takım resimlere bakarsanız görürsünüz hep güç şeyidir. Oradan akıllarında kalmış. Bu diyor aslında Musa’nın da ilahı ama O unuttu. Terketti demiyor unuttu diyor. Bunlar ne demiş oluyorlar? Aslında Muhammed o zaman insanlar ancak bundan anladığı için bunu uyguladılar, siz bakmayın demiş olmuyorlar mı? Sanki Allah’ın elçisi değil de kendi kafasına göre iş yapan bir insan. Şimdi burada ayete öyle bir anlam veriyorlar ki bugün insanlar arasındaki meallerde de bu var. Öyle anlamlar veriyorlar ki ayetlere anlaşılır gibi değil. Mesela bakın 15 Temmuz’un etkileri hala devam ediyor. Halk “bu adamları asın” derken kimi asın diyorlar? Sadece adam öldürenleri mi diyorlar? Öyle mi diyorlar? Yok. Demiyorlar öyle bir şey. İdam cezasını getirin! Bakın şunu buradan tekrar edelim. Bizim sitede de var. İslamda idam cezası diye bir ceza yoktur. Bu sadece suç işleyene karşı suçla orantılı verilen bir cezadır. Kısas idam cezası değildir. İdam cezası dediğiniz zaman kişinin işlediği fiil ile bağlantısı şey değil. İdam cezası işte meclis toplanacak, şu şu suçları yapana idam. Meclis kendisini Allah’ın yerine koymuş olacak. C. Hakk bunu kabul etmez. Allah böyle bir şeyi asla kabul etmez. Zararı kendisine dokunduğu zaman Allaaah!! Asmak, kesmek, kelle uçurmak… Bir filimde vardı: Kırk Haramiler’de. Onlar problem ke dileri ile alakalı olduğu zaman herşey caiz ama ne zaman sıkıntı geçiyorsa mesela hırsızın eli kesilmesi var: adamın malı çalındığı zaman hırsızın elinin kesilmesi, “ben yakalarsam ne eli kellesini keserim”. Ama başkasının malı çalındığı zaman “el kesilir mi kardeşim” başkasının malı çalındığı zaman. İşte bunlar da oturuyorlar kendi başlarına. Mesela bu insanları çıkarmak lazın televizyona, bu 15 Temmuzcular ile ilgili hangi cezayı öngörüyorsunuz? Ne derler? “Bize ne ya millet meclisi var alsın kararı” derler. Hani sen müslümandın? “Kitap o zaman, bugün de o”. Peki bu Allah’ın dini mi? Evet ama bu yeni değil. Sürekli söylüyoruz. Eskiden de böyleydi. Ama eskiden yaptıkları bunlardan daha kötüydü. Eskiden Allah’ın kitabına uymuyorlardı ama uyuyoruz diyorlardı. Daha kötüydü. Bunlar hiç olmazsa açık veriyorlar. Onlar açık da vermiyorlardı. Ayetleri kendi keyiflerine göre yorumluyorlardı. Şimdi burada tekrar ayeti okuyayım. Diyor ki Allah MAİDE 33: “İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu: Allah ile yani Onun resulü ile/Onun kitabı ile savaşanların cezası”. Sadece o değil “ve yes’avne fîl ardı fesâden: bulunulan toplumda düzeni bozma gayreti içerisinde olurlarsa”. Sadece Allah ve resulü ile savaş değil düzeni bozma meselesi de var işin içerisinde. Bunların cezası; öldürülmeleri, asılmaları, ellerinin ayaklarının çapraz vâri kesilmesidir yada bulundukları yerden sürülmeleridir. “en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), “zâlike lehum hızyun fîd dunyâ: onlar için bu dünyada itibarsızlaştırmadır”. İtibarlarını kaybetmiş olurlar. Yunanistan’a sığınanlardan bir tanesi demiş “beni Türkiye’ye iade etmeyin orada bütün itibarım gider” demiş. İtibarı kaybetmek çok ciddi bir kayıptır. Basit bir olay değil. “ve lehum fîl âhırati azâbun azîm” sadece dünyada değil ahirette de büyük bir azab var. Çünkü Allah ve resulü ile siz savaşıyorsunuz.
Allah ve resulü ile savaş Kur’an’da sadece bu mu? Başka yok mu? Bir de riba/faiz meselesi var. Allah diyor ki Bakara 278: “Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih: eğer faizden vazgeçmezsenin bilin ki Allah ve Onun resulü ile savaşıyorsunuz”. Yani Kur’an’la savaşıyorsunuz haberiniz olsun. Onun için 15 Temmuz olayında nasıl ülkede bir sürü sıkıntılara sebep oldu, faiz ondan hiç aşağı değildir. Çünkü insanların malları yeniyor. Bakın şurada bir ayet okuyalım. Nisa suresinin Kur’an’ın 4. suresinin 29. ayetini bura ile bir irtibatlandıralım, sonra geçeriz konuyu. Diyor ki; “ Yâ eyyuhâllezîne âmenû: müminler”, “lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı: mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin”, yani haklı bir sebep olmadan yemeyin. “illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum: karşılıklı ticaret şeklinde olursa başka”. Ne demek? O sana bir şey veriyor sen de onun karşılığında bir şey veriyorsun. Mal verir, karşılığımda bir şey verirsiniz. Hizmet verir hizmetinin karşılığını verirsiniz. Bu, karşılıklı ticarettir. Mal ve hizmeti karşılıklı şey yapacaksınız. Ama bir yere gidip de mal verip malını alıyorsun parasını vermiyorsun. Çalıştırıyorsun ücretini vermiyorsun. O zaman ne olur bu? Batıl yolla adamın malını yemek olur. Ne diyor Allah; “ve lâ taktulû enfusekum: kendinizi öldürmeyin” diyor. Kendinizi öldürmek. Yani birisinin malını haksız yere yersen kendini öldürürsün. Şöyle düşünün: şurada bir fırın açıldı, insanlar o fırına gidiyor ekmek alıyor para vermiyorlar. O fırıncı ne yapar? Fırını kapatır. Peki evlerde de ekmek pilirme imkanı yoksa? O bölge aç kalmaz mı? Ya da fırın var, bir kısmı para ile alıyor bir kısmı çalıyor. Adam bakıyor ki zarar ediyor. Yahut işte Antalya’dan İstanbul’a şimdi kış: portakaldır, limondur, mandalinadır insanların ihtiyacı olan şeyler geliyor. Yolda yakalar da birisi o malı alırsa getirirler mi buraya? Ne olur burdaki insanlar? Malsız kalır. İşte şurada elektrik geliyor. Birisi elektriği yolda kesse de kanunsuz kullansa, haksız kullansa bizi elektriksiz bırakır. Onun için diyor ki; “kendi kendinizi öldürmeyin”. Bakın mala müdahale, emeğe müdahale Allah tarafından nasıl ifade ediliyor: intihar. Toplum intiharı. İşte şey de öyledir batıl yollarla yemek. Faiz de öyledir. Toplumun intiharıdır. Konu şimdi faiz değil tarafa geçmeyelim. Mal, insan için sın derece mühim. Sabahleyin kalktınız kahvaltı yapmasaydınız bu derse gelebilirmiydiniz? Hadi bugüne mahsus olabilir dün akşam yediğinizle idare edersiniz ama bugün akşama kadar yemeyin, yarın da bir şey bulamayın ne yaparsınız? Bakın işte Halep’deki kardeşlerimize. Dolayısıyla mal, bir insan için son derece önemli bir şeydir. Onun için Allah diyor ki; KEHF 46: “El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ: mal ve evlatlar dünya hayatının..”. Bak: evlattan önce geliyor mal. Çünkü senin malın olmasa evlat sahibi de olamazsın. Bir şeylerin olacak. Evin olacak, evleneceksin, bilmem şu bu falan. Malın yoksa o evlat senden çeker gider zaten. Karnımı bile doyurmuyorsun der çeker gider. Dün birisi sormuş; “babam bana iyi bir gelecek bırakmadı. Ben şimdi ona karşı saygı göstermesem olur mu?”. Bak: mal, ne hâle getiriyor insanları. Dolayısıyla birisi benim elimdeki malı haksız yere alabileceğini düşünüyorsa, öldürebileceğini de düşünüyorsa o zaman burda huzur olmaz ki. İşte Güneydoğu’da niye öyle her taraf berbat? İnsanların malları ve canları güvende değil. İşte dün haberlerde vardı: bir yere giriyor, orada hamile bir hanım var. Zannedersem PTT şubesi miydi öyle bir şeydi galiba. Hamile bir hanım orada diyor ki; “benimle ilgili bir havale gelmiş olacak”. Bir bakayım diyor kimliğinizi verirmisiniz diyor. O sırada tabancasını çıkarıyor ve kasadaki parayı alıp gidiyor. Tabancasını çıkarmasının manası nedir? Engel olursan öldürürüm. Peki o, hırsızlık yapmak için öldürmeyi bile göze aldığına göre elinin kesilmesi niye şey yapılıyor. Hem bu kadar insanaların malını alacak hem adam bile öldürmeyi göze almış oluyor. Neyse şimdi burada bakın C. Hakkın koyduğu prensip var Kur’an’da. Ceza ile ilgili genel prensip. Diyor ki Allah; “size kim saldırırsa siz de ona size yaptığı saldırıya denk bir saldırı yapın. Allah’tan sakının. Bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir. İşte bunlar da bu denklikten dolayı öldürmüşse öldürülür, mal da aldıysa aslılarak öldürülür, elleri ayakları kesilir dememiz, daha çok ayet var ama konuyu tam toparlayabilmek için hepsini okuyamayacağız. Zaten önümüzdeki hafta buna devam edeceğiz Allah nasib ederse. Bununla ilgili söylenenleri şey yapabilirmisin Yahya?
YAHYA ŞENOL: Evet bugün özellikle Maide 33.ayete yoğunlaştık tabi. Diğer cezalara vakit darlığı sebebiyle geçemeyeceğiz fakat konuyu baş tarafa bağlamak için şu tarihselcilik meselesini bir kez daha hatırlatalım. Tarihselcilik, Kur’an’ın indiği dönemle ilgili olarak hükümlerini getirdiğini, o günün sorunlarına çözüm sunduğunu belirten bir anlayıştı. Yani özellikle bu cezalar konusunda konuşacak olursak, Kur’an -Fatih Hocamız’ın da biraz önce ifade ettiği gibi- o gün toplumda adaleti ancak o şekilde sağlayabiliyordu, o günkü yaygın ceza usullerini kullandı, aynı cezaları uyguladı geçti gitti. Bugün biz aynı suçlara aynı cezaları uygulamayız. Böyle bir iddiaları var. Uygulamamalıyız. İmkan olsa bile uygulamamalıyız. Niye? Çünkü her şey değişti. 600’lü yıllarda yaşamıyoruz artık. Gelmişiz 2016 yılına: ekonomik şartlar değişmiş, siyasi şartlar değişmiş, toplumsal şartlar değişmiş, her şey değişmiş. Dolayısıyla bunlar da değişmeli şeklinde bir anlayış var. Ve bu maalesef Kur’an’ı daha iyi anlama adıyla yapılıyor. Daha iyi müslüman olmak adıyla yapılıyor, islamı bugün daha iyi yaşanabilir kılmak adına yapılıyor. Ama gelinen sonuç ortada tabi. Bu, Kur’an’ı tamamen devre dışı bırakmak gibi malesef acı bir sonuç doğuruyor her ne kadar böyle bir iddialarını onlardan duymasak da. İddiaları: evet biz Kur’an’ı bugüne bu şekilde uydurabiliyoruz, daha iyi yaşanabilir kılıyoruz. Ama netice malesef tam zıddı. Şimdi bu Maide 33.ayeti dolayısıyla tarihselci bir kafa ile okuduğunuzda ayet bugün için hiç bir şey söylemiyor olacak. Yani yeryüzünde fesad çıkaran, kurulu düzene başkaldıran, Allah’a ve resulüne karşı savaş açanlara verilecek ceza bugün oturulup bugün farklı bir caza olarak düşünülmeli. Kalkıp da biz diyorlar Maide 33.ayeti bugüne uygulayamayız. Tatbik edemeyiz. Bugün meclis otursun, hapis mi diyor para cezası mı diyor, ne bileyim, vatandaşlıktan çıkarma mı diyor idam mı diyor ne diyorsa bugün öyle olur, yarın meclisin aritmetiği değişir farklı görüşte olanlar oraya hakim olur farklı cezalar da öngörülebilir. Dolayısıyla bunun bir sabitesi de yok. 2016 yılında aynı yılın farklı aylarında farklı, seçime göre oluşacak meclis artimetiği farklı cezalar da öngörebilir. Bunlar için hepsi makbul. Yeter ki Maide 33 olmasın ama. Bu olamasın,bu güne uygun değil. Haşa. Tarihselci bakış buraya sürüklüyor. Bir de tarihselci bakış açısıyla Kur’an’ı okumadıkları halde bu ayetten farklı hüküm çıkaranlar da var. Evet diyorlar Kur’an bugün için bile bizim için önemlidir, Kur’an ne diyor ise bugün bizim için de o deyip bu ayeti farklı şekilde meallendiren, ayetteki kelimelere farklı anlamlar yükleyen ve dolayısıyla farklı sonuçlar elde edenler de var. Ve bunların temeline baktığımız zaman biz Muhammes Esed’in tefsiri ile karşılaşıyoruz. Bir çok hoca bu görüşü dillendiriyor ama delilleri daha kendilerinden önce MuhammedEsed’in böyle düşünmüş olması. Atıf hep Meuhammed Esed’e geliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Muhammed Esed de İngiliz idi değil mi?
YAHYA ŞENOL: Eskiden Yahudi iken Müslüman oluyor Muhammed Esed. Onun Kur’an Mesajı diye 3 cilt olarak ilk başlarda basılan, İşaret Yayınları özellikle basmıştı ve Cahit Koytak ile Ahmet Ertürk tarafından çevrilmiş bir kitabı vardı. Bu, oldukça meşhur oldu biliyorsunuz Türkiye’de. Muhammed Esed, Maide 33.ayete farklı manalar veriyor. Daha sonra hâlihazırda mevcut bir kaç hocamız da Onun yolundan giderek Maide 33’ün farklı manalar ifade ettiğini söylüyorlar. Önce bi klasiği hatırlayalım. Zaten Muhammed Esed’de onu veriyor. Diyor ki; “klasik müfessirlerin çoğunluğu” aykırı söyleyen var mı ben şahsen bilmiyorum. “Çoğunluğu Maide 33. ayeti şer’i bir hüküm olarak değerlendirir ve şöyle yorumlarlar” diyor. Ayetin meali aslında: “Allah’a ve elçisine savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayanların cezası; onların öldürülmeleri yahut asılmaları” tabi işledikleri suça göre her biri farklı “yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut yeryüzünden sürülmeleri olacaktır. Bu, onların dünyadaki zilletleridir” böyle anlamışlar diyor ayeti. Baktığınız zaman bütün meallerde olursa olsun kesinlikle reddedilmelidir. Bu ayet böyle anlaşılamaz diyor. Niye anlaşılamaz? Önce gerekçelerini görelim. Diyor ki;
1- Maide suresi 33.ayetinde 4 tane edilgen fiil kullanılıyor. Önce arapçasını okuyayım sonra türkçesini söyleyeceğim. Fiiller şunlar: ‘yukattelu’, ‘yusallebu’, ‘tukaddea’ ve ‘yunfev’. Bunlar arapça meçhul siğgası ile gelmiş fiil kalıpları. Türkçeleri ne? Tek tek bakayım şurdan. Yukattelu: öldürülmek, öldürülmeleri. Yusallebu: asılmaları. Tukattea eydihim: ellerinin kesilmesi. En yunfev: ve sürülmeleri. Edilgen fiil. Diyor ki Muhammed Esed; işte diyor ayette geçen 4 edilgen fiil: öldürülme, asılma, kesilme ve sürülme geniş zaman kipindedirler arapça olarak ve bu şekildeyken diyor gelecek zaman veya emir halini ifade etmezler. Bir daha söyleyeyim: bu 4 fiil, geniş zaman kipindedirler ve bu şekildeyken gelecek zaman veya emir halini ifade etmez. Yani Allah burada böyle böyle yapanların ellerini kesin, şunları asın, bunları sürün demiyor ki diyor. Bu geniş zaman. Yani bunaların elleri kesilir, bunlar asılır, bunlar sürülür. Bu şekilde diyor geniş zaman kullanmış. Siz buradan şer’i bir hüküm çıkartamazsınız. Ona göre arap dili bunu gerektiriyormuş. Su testisi su yolunda kırılır gibi. Al sen kır demiyor. Al bütün su testilerini su yolunda kır değil. O kırılacaksa orada kırılır anlamında. Yani yeryüzünde fesad çıkaran. Gerçi biraz sonra onu tam okuaycağım da Allah’a ve resulüne karşı harp ilan edenler günün birinde öldürülürler, günün birinde asılırlar, günün birinde sürülürler, birileri gelip bunların ellerini ayaklarını keser. Böyle olur. Siz yapın anlamında değilmiş mana.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ceza kelimesine ne mana veriyor?
YAHYA ŞENOL: Ceza kelimesine de şu şekilde mana veriyor diyor ki; bu ayette öngörülen 4 farklı olay: asılma, kesilme, hepsi diyor yanlızca bunların yaptıklarına karşılıktan ibarettir. Bunlar onların bir cezası değildir. Yaptıklarının karşılığı.Hak ettikleri bu. Bu dünyada başlarına eninde sonunda bu gelecek. Siz onalara bir ceza verin anlamında şer’i bir hüküm çıkaramazsınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Eden bulur demiş oluyor. Peki ondan sonraki ayete nasıl mana veriyor?
YAHYA ŞENOL: 34’e mi? “Ancak ey müminler, siz onlardan daha güçlü hale gelmeden önce tevbe edenler hariç. Çünkü bilmelisiniz ki Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Daha güçlü hale gelmeden önce! Metin ne orada?
YAHYA ŞENOL: “illellezine tâbu en takdiru aleyhim”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Takdiru aleyhim”. Takdiru, güçlü olmak mı? Bak şimdi bu ayetin de mecburen anlamını bozmuş.
YAHYA ŞENOL: Gerçeği; “siz onları yakalamadan önce” çünkü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onları kıskıvrak yakalamadan önce demektir. “Takdiru aleyhim: Onu çepeçevre kuşattı” manasına, “onu gücü altına alma” manasına geliyor ama bu ne diyor?
YAHYA ŞENOL: “Siz onlardan daha güçlü hâle gelmeden önce tevbe edenler hariç”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz güçlü hale gelmeden önce tevbe edenler hariç! Bu ne demek? Güçlü olmak ne demek? Yani onlar güçlü mü? Gerçekten yani saçmalık olduğu zaman pek insan da bir şey söyleyemiyor gerçekten.
YAHYA ŞENOL: Esas söyledikleri; bu cümleden bir emir çıkmaz. C. Hakk bir ceza öngörmüyor burada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Arap dili açısından böyle bir anlam! Bizi izleyenler içerisinde arapçayı bilenler varsa onlarla alakalı şey yapacağız. “İnne ma” hasr edatı denir, anlamı şudur: yani “tek karşılık budur”. “Sadece şu”. İkincisi yok. “ MAİDE, 33.. Ayet: İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu: Allah ve resulüne karşı savaş açan”, “ve yes’avne fil erdı fesaden: ve o toprakta düzeni bozmak için gayret gösteren kişilerin cezası sadece şudur”. İstersen bir de şeye baksana oraya me mana vermiş. Aliİmran’daki mürtedlerin cezası ile ilgili ayet var ya oradaki cezaya ne mana vermiş. “Cezası sadece şudur”. Ne? “ey yükattelu: öldürülmeleri”.
YAHYA ŞENOL: “Onların karşılığı” demiş. “Onların karşılığı; Allah’ın meleklerin ve bütün insanların laneti olacaktır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Karşılığı” işte “cezaları”. Suçlarının karşılığı manasında. Tamam. Diyor ki; “Allah ve resulü ile savaşanların cezası sadece şudur. Bir de otoprakta fesad çıkaranların: öldürülmeleri”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “En tukattilu” dil açısından gidecek olursak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dil açısından dersek “en” mastariye “yukadderu” kelimesine tevili mastar derler. Yani “katlihum”, “hum” zamiri mef’ulüne izafe edilmesi şartıyla “onları öldürmektir”. Ondan sonra “ev yüsallebu: veya asılmalarıdır”. Sadece insanların mallarını almışlar, toplu halde örgütlü bir suç olarak yapılmış oluyor. Sistemi bozuyorlar bir çok şeyi devre dışı bırakıyorlar. Sadece bir hırsız gibi girip çıkmıyorlar. Sadece bir hırsızlık yaomıyorlar. Aynı zamanda düzen bozuculuk da yapıyorlar. “ev tükattaa eydıhim ve ercülühüm min hılafin “ev yünfev minel ard: yada bulundukları yerden sürülmeleridir”, “zalike lehüm hızyün fid dünya: bu onlar için dünyada bir aşağılanmadır”, “ve lehüm fil ahırati azabün azıym; onlar için ahirette de büyük bir azab vardır”. Dolayısıyla arap dili bakımından böyle bir iddiada bulunmak imkansızdır. Dil açısından böyle olmaz ama aksi olmaz diye ifadesi vardı değil mi arapça bakımından?
YAHYA ŞENOL: Kurallara göre diyor böyle olmalı yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki böyle bir kural yok arapçada.
YAHYA ŞENOL: Gelecek zaman veya emir hali ifade etmezler. Halbuki bu şekildeki bir kip emirden daha kuvvetli hüküm ifade eder.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mübteda ve haber..
YAHYA ŞENOL: “Böyle bir fiil yapan kişilerin cezası sadece şudur”. Ne demek? Bundan başkasını onlara tatbik edemezsiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bir de süreklilik ifade eder. Belli bir zamanla sınırlı değil. Eğer emir olsa belli bir zamanla sınırlandırılır. Ama müpteda haber olduğu zaman buna araplar subut ve devam ifade edr derler.
YAHYA ŞENOL: Benzer bir ayeti hemen bi şeyden hatırlayalım. Nur suresinden. Bu çok önemli gerçekten de. Bunu hatırlatnadan geçmeyelim. Aynı formda gelmiş bir kalıp. Orada da C.Hakk şöyle buyuruyor NUR, 51.. Ayet: İnnema kane kavlel mü’minıne iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm ey yekulu semı’na ve eat’na”. Arapça formu olarak aynı bu ifadedeki gibi “innema”. Buradaki de öyleydi: “innema cezaullezine”, burada da “innama”. NUR, 51.. Ayet: İnnema kane kavlel mü’minıne iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm: aralarında hüküm versin diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü ancak şudur”. Nedir o? “en” şudur ki. Bakın oradaki ifade de aynı; “en yukattelu”, burada da “en yekulu: şöyle demeleridir”, “ semı’na ve eat’na: işittik ve itaat ettik”. Yani ne demek? Başka bir şey diyemez mümin demek. Bir mümin, “gel sorunlarımızı Allah’a ve resulüne göre çözelim” dendiğinde “semı’na ve eat’na” demekten başka alternatifi yoktur demek. Bu ifadeyi böyle tercüme ediyorsunu da buraya gelince niye burdan hüküm çıkmaz, bu şer’i bir hüküm ifade etmez diyorsun? Aynı değil mi? Burada da “innema cezaullezine yuharibunallah: Allah’a ve resulüne harp ilan edip bulundukları topraklarda fesad çıkaranların cezası ancak şudur” deyip, Allah ne diyor; “benim öngördüğüm bu cezalardan başka bir ceza siz tatbik edemezsiniz. Size bu hak tanınmıyor”. Bu, emirden öte bir vurgu değil midir? Dil açısından demek ki bunu söyleyemez ama söylemiş Muhammed Esed. Söyleyebilmiş. İkinci olarak da diğerlerini geçeyim de esas kendisinin en kuvvetli olarak gördüğü şey. Diyor ki. Heralde buralar kendisini de tatmin etmemiş olacak ki D şıkkında şöyle diyor: “son olarak yukarıdaki ayetin şer’i bir emir şeklinde yorumlanmasına karşı en güçlü itiraz”. Yani ayetten biziö biraz önce söylediğimizin çıkmayacağına karşı en güçlü itiraz neymiş? Şuymuş; “Kur’an, kitlesel asılmaya ve kitlesel imhaya” sanki öyle bir şey var bu ayette! “Kitlesel asılmaya ve kitlesel imhaya işaret eden, tamamen aynı ifadeleri Firavun’un ağzından müminlere karşı bir tehdit olarak nakleder. Firavun, Kur’an’da her zaman kötülüğün ve Allah’ı inkarın tipik örneği olarak tanımlandığından, aynı Kur’an’ın başka bir yerde Allah’ın düşmanı olarak vasıflandırdığı bir kişiyr izafe ettiği fiillerin aynısı ile bir ilahi kanunu yürürlüğe koyması düşünülemez”. Demek istiyor ki; Araf suresine baktığınızda Taha suresine baktığınızda ve Şuara suresine baktığınızda bu tür cezaların Firavun tarafından kendisinden izin almadan iman eden sihirbazlara bir ceza olarak öngörüldüğünü görüyoruz. Hiç diyor Allah Firavun’un uyguladığı cezanın aynısını teröristlere uygulanmasını ister mi? Allah Onu mu örnek alacak yani. Bu şekilde diyor eller ayaklar çaprazlama falan kesilme tabiri caizse Firavunvari bir cezadır. Hiç Allah diyor böyle bir şey öngörür mü teröristlere karşı. En güçlü itiraz aslında budur diyor. Diğerleri kesmemiş belli. En güçlü itiraz budur diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Firavun toplumu Yusuf as.’ın toplumudur biliyorsunuz. Mümin suresinde “ve kale racilun muminune min ali firavne yektumu imaneh”(MUMİN 28) diye başladığı zaman “demiştiniz ki; Allah Yusuf’dan sonra artık bir elçi göndermez”. Yusuf as.’a da kitap indiğini Kur’an’dan biliyoruz. Dolayısıyla aynı ceza orada da olamak durumundadır. Firavun da o cezayı uygular. Bir de şuna bakın: yani insanlar hesaplarına geldiği zaman dindar olurlar. Firavun da kendisini çok dindar kabul eden birisidir. Firavun çok çok iyi biliyorduki MusaAs yüzde yüz haklıdır. Ama iktidarının sarsılmasından korkuyor. Siz benim düzenimi bozuyorsunuz diyor. Düzen bozmanın cezası da budur. Haydi buyrun! Ve toplu ölüm diye bir olay yok. Kitlesel asılma. Orada birkaç tane sihirbaza uygulamak istiyor. Uyguladığına dair bir kayıt da yok. Yapacağım diyor. Geleceğe yönelik olarak söylüyor. Ve zaten kolay kolay da yapamazlar. Çünkü Allah bunların kalplerine korku salar. Kolay değildir yani. Siz Allah’ın dinine insanları çok rahatlıkşa çağırırsınız, karşı taraf sizi haklı bildiği için kendisine engel olamaz size karşı tavırlarında. Musa as orada “tutmayın beni ben Musa’yı” sanki tutan varmış gibi. Seni kim tutabilir? Sen koskoca Firavunsun. Bütün memleket senin elinde. Musa’nın yanında hiç kimse yok. Hem de senin makamında. “Bırakın da beni” sanki millet engel oluyormuş da “bırakın beni Musa’yı öldüreyim”.
YAHYA ŞENOL: “Tutun da öldüreyim” demesi lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben öldüreceğim diyor. Burada hiç iler tutar tarafı yok. Ama enteresan insanlar nasıl oluyorsa Allah’a laf öğretme konusunda yaygın bir şey var. Eskiden beri var malesef. Kur’an’daki hükümler nasıl değiştirilmiş. Tıpkı şey gibi işte. MusaAs 40 günlüğüne gidiyor, başlarında HarunAs olmasına rağmen. O dinin o kadar büyük faydasını görmelerine rağmen, bütün Firavn hazineleri kendilerine kalmış olmasına rağmen MusaAs’ın 40 günlüğüne ayrılması onlara yetiyor ve buzağıya tapıyorlar. HarunAs da engel olamıyor. E peki şimdi biz engel olamıyoruz! Kardeşim bütün insanlar böyle. İnsanlar menfaatlerine.. Bir ayet var. Ali İmran 140 olabilir. Bu da Uhud Savaşı ile alakalı. ALİ İMRAN, 140.. Ayet: İy yemsesküm karhun fe kad messel kavme karhum mislüh” Uhud Savaşı’nda müslümanlardan çok sayıda insan şehid edilmişti. Karşı taraf da benzeri bir kaybı Bedir’de vermişti. Onlara verdiği zaman doğru da size verdiği zaman mı yanlış? “ve tilkel eyyamü nüdavilüha beynen nas: bu günleri insanlar arasında dönüp dolaştırırız”. Peki niye? Gelirsiniz sizin adamlarınız ölür savaşta. “ve li ya’lemellahüllezıne amenu: Allah müminleri bilsin diye”. Allah Allah! İman nerde olur? Kalpte değil mi? Kalpte olanı Allah bilmez mi? “ya’lemu ma fis sudur” diyor. “Kul in tuḣfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhu Allâh: içinizde olanı gizleseniz de açığa da vursanız Allah onu bilir” (ALİ İMRAN 29). Bilir de niye Allah onların imanlarını bilmek için savaşmalarını şey yapıyor? Çünkü zor durumla karşı karşıya gelene kadar herkes dört dörtlük mümindir. Mekke’den gelen Mekkeliler de kabeyi tavaf edip “ya Rabbi hangi taraf haklı ise ona galibiyet ver” diyorlardı Mekkeli müşrikler. Diyor ki; “Allah, içinizden inananları bilsin”. O zaman mesele şu: zengin olmak, şu, bu olmak falan değil, sizin hedefiniz dünyalık ise menfaatlerinizle çalışıncaya kadar müslüman olursunuz. Çatıştığı an bırakırsınız. İşte Allah sizin buradaki direncinizi bilmek istiyor. Çünkü Allah sistemini ona göre kurmuş. Bugün biliyorsunuz Kur’an’da olmamasına rağmen kader inancı diye bir inanç uydurmuşlardır. O inancı uyduranlar bütün bu ayetlerin anlamını değiştirmişlerdir. Peki bu ayetlerin anlamlarını değiştirenlerin tarihselcilerden ne farkı var söylermisiniz? Var mı bir farkı? Bakayım elimizdeki mealde ne mana vermişler? Bak “Allah sizden iman edenleri ayırd etmek”. “Li yağleme”ye “ayırt etmek” manası verilir mi? “Allah bilsin diye” diyor. Niye? İmtihan için yaratmış. Dolayısıyla bakın düne kadar mücahit olanlar bugün müteahhit oldular. Doğru. Dünyalıkla yüzyüze gelinceye kadar Allah da bilmiyor sizin onun karşısında. Onun için Allah malla mülkle imtihan ediyor. Düne kadar faizle mücadele edenler, Allaj ve resulü ile savaş olmasına rağmen bakıyorsunuz ki bu savaşın bir bölümünü yapıyorlar. Çünkü kendi iktidarlarına karşı geldiği zaman tamam. Peki size şirk koşanlarla bu mücadeleyi yaparken Allah’a şirk koşanlarla nasıl birlikte olursunuz? Allah’ın düzenine karşı savaşan o sistemden nasış yana olabilirsiniz? İşte bak burada onun için Allah diyor ki; “ve li ya’lemellahüllezıne amenu: Allah sizden iman edenleri bilsin diye böyle yapıyor”. Ve bu mealde “ayırd etsin” diyor. Ne demek ayırd etmek? Yani Uhud’da siz gelin şu tarafa siz de gelin şu tarafa diye bir ayırd etme mi var? Ayırd etsin desen de gene sistemi değiştiremiyorsun ama ayetin manasını niye bozuyorsun? “Ve yettıhize minhum şuheda: ve sizden şahitler alsın”. Niye? Çünkü orada bir kısmınız da “biz Allah için şu kadar mücadele ettik, şu yolda şöyle oldu” gidip onu da anlatacaklar bir başka yerde ki insanlar ordan örnek alsınlar. Bir de ahirette de birbirlerine şahitlik edecekler. Dolayısıyla bütün mesele menfaat ile yüzyüze gelince yine şey yapıyormusunuz. Şimdi bakın bu insanlar batılıları memnun etmek için bu ayetleri bu hâle getiriyorlar. Biliyorsunuz Türkiye’de evvelki haftalarda çocuk evlilikleri meselesi vardı. Niye? Çünkü medyada tartışılmaya başlandı. Çünkü kendileri için Kur’an’dan Allah’ın kitabından çok daha önemli olan batılılar karşı çıktı. Niye bu sözü söylüyorum? Çünkü herhangi bir problemi çözmek istedikleri zaman Allah’ın kitabına bakmazlar. Efendim batı kriterlerinde ne var! Ne oluyor yeni bir din mi ortaya çıktı? Yine biliyorsunuz 126 tane islam alimi beyanname yayınladı. Birleşmiş Milletler karar verdikten sonra artık kölelik-cariyelik harammış. Artık bak Kur’an gitti görüyor musunuz? Resulullah’ın uygulaması her şey gitti. Sen zannediyorsun ki bu Kur’an’ın hükmüdür. Öyle zannediyorlar. Çünkü bilseler ki Kur’an’da böyle bir şey yok, bayram eder, hemen ilgili ayetleri okurlar yok derler. Niye? Aslında yok demek için değil. Batıya yaranmak için. Allah için değil. Şimdi burada da “efendim bu devirde böyle olur mu” falan diyorlar. 2011 senesi idi. Almanya’ya gitmiştim Tübingen Üniversitesi’ne. Orada Alman cezacılara Kur’an’daki ceza prensipleri konusunda bir seminer verdim ki bizim YouTube kanalında da var Kur’andersi.com sitemizde de var. Arzu edenler hemen açıp izleyebilirler. Kur’an’ı önüme koydum. Zaten görürsünüz oraya bakarsanız. Kur’an’ın orda olduğunu da görürsünüz böyle. Başka da bir şey yok. İzleyiciler içerisinde de Alman cezacıların önde gelenleri vardı. Zaten Tübingen Üniversitesi Almanya’da son derece önemli bir üniversitedir. Ben 5-6 kişiden fazla gelmesin demiştim ama çok gelmişlerdi. Niye az kişi olsun dedim? İyi tartışalım diye meseleyi. Ama ben o sunumu yaptıktan sonra hiç kimse ağzını açamadı. Bu cezaların tamamını okudum, prensipleriyle birlikte anlattım. İzlerseniz görürsünüz şu cümlem inşallah silinmemiştir orada. Dedim ki; “sizin ceza hukukunuz insanlık onur ve haysiyetine aykırıdır” dedim. Biliyorsunuz ben açık konuşmayı pek sevmem! Ben oraya Allah rızası için gittim. Onlar Allah’ın kulu, bu Allah’ın kitabı. “Bundan derhal vazgeçin. Bakın Kur’an’da ne muhteşem sistem var” dedim. Orada tabi hiç bir şey söyleyemediler. Çünkü gerçekten onları çok etkiledi bu ceza prensipleri. Birisi dedi ki; “sen bunları Türkiye’de söyleyebiliyor musun?” dedi. Dedim bak burada önde gelen cezacılar toplaşmışsınız beni dinliyorsunuz, Türkiye’de beni hiç kimse beni dinlemez dedim. Hiç bir cezacı gelip de ya bu konuda nedir diye sormaz dedim. Ama onlar sizi dinlerler. İşte bunlarda olduğu gibi. Avrupa’yı memnun etmek pahasına Allah’ın kitabı gidiyorsa gitsin. Al işte görüyorsunuz Avrupa Ortadoğu’da ne yapıyor. Size ne yapıyor. İşi gücü sömürü olan bir ülkeden ne bekliyorsunuz Allah aşkına! Dünyayı sömürerek ayakta duruyor. Siz ondan ne bekliyorsunuz? Dedim ki bak beni Türkiye’de kimse dinlemez, toplanmış dinliyorsunuz. Ama bizimkiler size sorarlar, sizden öğrenmeye çalışırlar. Ben size anlatıyorum ki siz de onlara anlatasınız. Kur’an’ı bile onlara uydurmaya çalışıyorlar. Yok efendim lafızcı yaklaşım olmazmış! Ondan sonra da biliyorsunuz siz Kur’an’a kitap muamelesi yapıyorsunuz, bu hitaptır! Kitap muamelesi yapan ben miyim Allah mı? Ya biriniz o zaman Allah’tan bir randevu alın haşa, gidin de deyin ki; “bak şu şu yanlışların var şunu düzelt” deyin bari. “Muhammed’den sonra bir elçi daha gönder de şu işi düzelt” deyin ya. Bu ne biçim müslümanlıktır. Tamam inanmayabilirsin ama insanların zihnini niye bozmak için uğraşıyorsun? Bakın Allah diyor ki Hud suresinde. Sık sık okuduğumuz ayet biliyorsunuz. “Elif-Lam-Ra. Kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet: bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış” kısa, özlü hükümler içerir. Aynı zamanda da açıklanmıştır. “Min ledun hakimin habir: hakim ve habir tarafından açıklanmıştır”. Allah tarafından yani. “Ella ta’budu illallah” Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye böyle olmuştur diyor. Resulullah’a da açıklama yetkisi vermiyor. Açıklamayı da bıraktık ayetin muhkemi için “siz bakmayın orda öyle olduğuna öyle değildir”. Bu ne yaa! Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye açıklamayı da ben yapıyorum diyor. Siz metni değiştiriyorsunuz diyorsunuz ki; bu hitaptır. Yok işte Allah öyle demiş, böyle demiş! Aslında Allah demiş demiyorlar. Avrupalılar Allah demiş demiyor, Muhammedilik der Avrupalılar. İslam demezler ki. Allah’ın dini demezler ki. Ama bunlar islam toplumunda konuştukları için mecburen öyle demeleri gerekiyor. Başka çareleri yok. Yoksa kimse dinlemez onları. Ondan sonra Allah’ın dinini tanınmaz hale getireceksiniz, kendisini islam olarak zanneden, zaten islam diye bir şey kalmamış ki bu toplumda. Bakın dün bir kadını kocası öldürmüş. Herkes ah vah ediyor. Pekü burda o kadın kayınvalidesini evden attırmış ya, kayınpederini attırmış ya, kocasını attırmış ya. Siz bunun kanununu çıkardınız, hiç kendinizi suçlu görmüyor musunuz? Hiç o zaman demediniz mi acaba bizim dinimiz ne diyor? Bir düşünebiliyor musunuz? eşiniz karakola telefon açıyor, gelip sizin annenizi evden dışarı atıyorlar, babanızı dışarı atıyorlar. Evet, o adamın yaptığı asla tasvip edilecek bir şey değil. Son derece çirkin çok kötü ama kardeşim niye? Hem müslümanım diyeceksin hem de islamın düşmanlığı ile övünen toplumdan çözüm bekleyeceksin. Bu müslümana yakışır mı? Bu nebiçim şey! Biz bütün dünyaya örnek olmak durumundayken herkesin istemediği bir toplum haline geldik. Tabi ki böyle olur. Çünkü Allah ceza veriyor. İşte görüyorsunuz. Bir Kur’an kalmıştı elimizde. Kalmamıştı ya, en azından hiç olmazsa lafla deniyordu yani. Kur’an var da öteden beri lafla deniyordu ki islam falan. Şimdi onu da fiilen elden çıkarmanın şeyi. Yok efendim neyse.. Bir çok şeyler söyleyeceğim ama vakit kalmadı. Eğer müslüman isek bak Allah Bedir Savaşı’nda sizden kimin inandığını denemek için böyle yapıyorum diyor. Canını vermeye hazır olacaksın. Efendim benim itibarım sarsılır diye korkuyorsan Firavun da itibarının sarsılmasından korktuğu için MusaAs’a inanmadı. Yoksa başka hiç bir derdi yoktu. Ebu Cehil de efendim şimdi Muhammed dediği doğru yanlış söylediğini hiç görmedik şimdiye kadar ama Kusay soyundan gelenler hakimiyeti ele alacaklar Mekke’de, bizim itibar gidecek diyor. Hatta Bedir Savaşı’na giderken gidip kabeyi tavaf edip dua ediyor: “ya Rabbi hangi taraf haklı ise onu galip getir” diyor. Bu adama dinsiz denir mi? Onun için bakın imtihandayız. Çok açık ve net söylüyorum: lütfen makamınızı düşünerek, bizim otoritemiz sarsılır diye düşünerek, şunu bunu.