FATİH ORUM: Şu an salonda ve ekranları başında bizi takip eden değerli dostlarımıza hoş geldiniz diyoruz. Bugün değerli bir hocamızı misafir ettik cumartesi fıkıh müzakereleri dersine. Kendisi esasında Süleymaniye Vakfı ile irtibatı olan arkadaşlarımızın yakından tanıdığı bir hocamız. Dr. Suat Erdoğan Hocam. Ben izin verirseniz önce hocamın öz geçmişinden bahsedeyim. Hocam 1963 Niğde doğumlu. İlahiyat fakültesi mezunu. 3 nolu Konya Serriye Sicil Defteri, Olaylar ve Değerlendirilmesi ismiyle yüksek lisansını tamamladı ve ayrıca Abdulaziz Bayındır Hocamız’dan da şu an elimde bulundurduğum Kuran Sünnet Işığında Suç Ceza Uygunluğu isimli teziyle doktorasını tamamladı. Suat Hocamız’ın vakfımız yayınlarından bu çalışması basıldı. Kuran Ve Sünnet Işığında Suç-Ceza uygunluğu ismiyle tabi. Bugün sağ olsun kendisi bizi kırmadı. Ceza hukukunun genel prensiplerinden bize bahsedecek ve bir takım hiç gündemden düşmeyen bazı tartışmalara da böylelikle kuranın ceza prensipleri ışığında değinmiş olacağız. Eminim merakla takip edeceğiniz hoşunuza gideceği bir seminer olacak. Hocam hoşgeldiniz. Buyurun sözü ben size bırakıyorum.
SUAT ERDOĞAN: Teşekkür ederim. Hepinize saygılar sunuyorum. Bismillahirrahmanirrahim. Evet daha önce seminerin ismi İslam Ceza Hukukunun Genel İlkeleri şeklinde takdim edilmiş. Aslında bizim çalışmamızda o ismin içerisinde küçük bir bölümü oluşturuyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben başlangıçta böyle bir başlıkla başlamıştım çalışmama. Ama daha sonra efendim onun içinde küçük bir bölümü tamamlamış olduk. Cezanın genel ilkeleri denildiği zaman aslında çok geniş bir kavram. Suç-ceza teorisi. Hatta ceza-i ehliyet gibi konuların tamamını içerisine alan, maddi ceza ilkeleri diye bilinen litaratürde cezalandırmada genellik, cezanın şahsiliği, suç-ceza orantı ilkesi veya cezaların insani olması, humanizm ilkesi. Tabi bu bahsettiğim şeyler genel olarak batı literatüründe ifade edilen şeyler. Aslında bizim çalışmamızda üzerinde özellikle durduğumuz konu, batı literatüründe orantılılık ilkesi diye ifade edilen yani suç ile ceza arasında olması gereken bir oran şeklinde ifade edilen bir genel ilke idi. Bu bildiğiniz gibi genelde İslam ceza hukuku diye nitelendirilen eserlerde, müelliflerin eserlerinde suç-ceza denkliği şeklinde daha çok karşımıza çıkan bir ifadedir. Biz, bunun üzerinde çalışmalarımızı devam ettirdik ve karşımıza biraz daha farklu bir kavram çıktı. Bu da kuranda konu ile ilgili geçen ayetlerden mülhem olarak ortaya çıkan bir kavram. Mümaselet. Çalışmamızda da zaten bu kelime kullanılıyor. Mümaselet kelimesi, misil kelimesinden alınan bir kelimedir. Dolayısıyla bizim çalışmamız, şu anda seminer olarak anlatacağımız konu da işte bahsettiğim gibi o cezanın genel ilkelerinin içerisinde sadece küçük bir bölüm. Ama gerçekten bu bölüm, işin özünü oluşturuyor. Yani tartışmalar zaten hep bunun üzerinde. Tarih boyunca suç ve ceza kavramları aşağı yukarı her milletin her toplumun, insanlığın bulunduğu her yerde insanların karşısına çıkan, üzerinde konuşulan, tartışılan ve hâlâ konuşulup tartışılmaya da devam eden, güncelliğini hiç kaybetmeyen. Son derece güncel efendim önemli bir kavram. Bu konu üzerinde çalışmak gerçekten çok zor. Hâlâ da bazı problemler tam çözülebilmiş belki hala üzerinde çalışılması devam etmesi gereken bir yapı arz ediyor. Ama bizim için de son derece önemli bir kavram. Bahsettiği gibi tarihi süreç özellikle ceza dediğiniz zaman cezanın tarihçesi dediğiniz zaman karşınıza batılılar tarafından konulan bir mevcut literatür var. Onun üzerinde fazla durmayacağım. İlgili arkadaşlar zaten baktıkları zaman onları mutlaka bir yerlerde göreceklerdir. Fazla vaktimiz de olmadığı için konuyu tam anlayabilmek için biz genelde kendi çalışmamızın üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Malumunuz bizim klasik eserlerimizde de ceza hukuku veya fıkıhtaki islam ceza hukuku, hudûd olarak genelde kitaplarda kitâbul hudûd şeklinde bölüm içerisinde işleniyor. Ve oradaki genel yapı şudur: belli cezalar vardır hadler diye belirtilen, kuran ve sünnette sınırları belli olan hadler. Bunun dışında kalanlarla devlet başkanı veya onun tayin ettiği kadıların/hakimlerin takdirine bırakılmış olan cezalar şeklinde genel bir kanaat vardır. Böyle bir yapı var. Şimdi burada şöyle bir şey karşımıza çıkıyor. Peygamber(as)’ın döneminde ve hulefai raşidin döneminde uygulamalar var. Yani ceza adına uygulamalar var. Daha sonra devam eden Emevi, Abbasi hilafet/halifeler döneminde uygulamalar var. Sonraki dönemlere geçerseniz Osmanlı döneminde uygulamalar var. Bunların tamamında benim dikkatimi çeken şu. Şöyle ifade edeyim; az önce belirttim hudûd diye belli sayıda cezalar var. Genel kanaat şu: bunların uygulanması çok ağır şartlara bağlanmıştır. Dolayısıyla bunların uygulanması çoğu zaman mümkün olmaması dolayısıyla hadler diye bilinen cezaların bir kısmı da daha sonra tâzir olarak uygulama bulmakta. Dolayısıyla tarihi süreç içerisinde baktığımız zaman gerçekten hadler diye bildiğimiz cezaların çok nadir uygulandığını biliyoruz. Hatta şu söz sizin için yabancı değildir herhalde. Zaman zaman şu ifadelerle her yerde karşılaşabiliyoruz. 600 yıllık Osmanlı Devleti döneminde belki bir kaç defa el kesme cezası uygulanmıştır diye bir hamasetle hoşumuza giden, ne kadar önemli bir şeymiş gibi anlatılan bir ifade vardır. Ama ben size şöyle ifade edeyim; Peygamber(as), asrı saadet dediğimiz dönemde bile çok sayıda uygulanan bir ceza, 600 yıllık dönemde hiç uygulanmamış. İşin aslı böyle değil maalesef. İşin aslı şu: Osmanlı diye bildiğimiz o ceza uygulamaları döneminde de hadler diye bilinen, müelliflerin çoğunun kanaati bu: devlet başkanına İslam hukukunun tanıdığı o tâzir yetkisinden dolayı kanunnameler farklı şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu cezalar uygulanmamıştır şeklinde kanaatler var. Yani işin bu yönünü bilmek lazım. Şunu ifade etmek istiyorum; böyle bir anlayışla yola çıktığınız zaman kuranın ifadelerinin de bir anlamı kalmıyor. Yani siz her zaman mevcut yasalar ne ise konjektür neyi gerektiriyorsa onu İslam hukukunun devlet başkanına tanıdığı yetkiler adı altında pekala meriyetle yürürlükte koyup devam ettirebiliyorsunuz, kuran da orada kalıyor. Böyle bir yapı var. İşte bizim bu çalışmamızda kuran merkezli, acaba bir suçun karşılığı olan ceza ne olmalıdır bunun gayreti var bunun çalışması var. Şöyle bir iddiamız yok: başlangıçta kitabımızda belirttiğimiz bu tür ifadeler varsa da şu anda düzeltiyorum onu. Yani şu andaki son kanaatimi ifade ediyorum. Bu bir tefakkuh mu diyelim, Allah’ın kitabına bakarak, Peygamber(as)’ın uygulamalarına bakarak bizim ulaştığımız sonuçlardır. Ama devam etmesi lazım. Yani bu konuya kafa yormamız gerekiyor diye bir kanaatimi ifade edeyim. Bu konu gerçekten biz müslümanlar için son derece önemli. Bu konuya kafa yormamız lazım. Nedenini şöyle ifade edeyim ben size. Tarihi süreç içerisinde cezalar sürekli değişiyor. Mesela özellikle batıdaki bu felsefi akımlar hani az önce bahsettim ya: cezalardaki ilkelerden bir tanesi de humanizm ilkesidir. Buradaki genel anlam şu: cezalar, insan onuruna aykırı olamaz. Yani insan onurunu rencide eden bir yapıda bulunamaz. Buradan çıkan sonuç şu batı literatüründe: bedensel cezalar insani değildir. Bu ifade, kurandaki cezaların neredeyse birçoğunu kaldırıp götürüyor. Şimdi batıda sanki bir dogma gibi. Bunların bir anlamda “ayetleri” gibi değişmeyen bir ilke ortaya konduğu zaman siz arkada ne yapıyorsunuz? O hakim kültürün altında ezilerek kendi elinizdekileri farklı şekilde tevil etmeye başlıyorsunuz. Nitekim olan şey de bu. Belki biraz sonra bunun üzerinde sorular da gelebilir konuşulacak. Mesela kuranda Maide 38’de geçen el kesme cezasıyla ilgili eski dönem 18,19. yy’dan önceki dönemde klasik tarihimizde el kesme cezası üzerinde hiç bir şey söylenmemişken bir kaç şiirde geçen ifadeler var. Onun dışında el kesme cezasıyla ilgili herhangi bir farklı öneri, farklı anlama gibi bir şeyle karşılaşmamışken, o hakim kültürün etkisinde kalarak 19.yy’dan itibaren müslümanlar değişmeye başlıyor. Sanki kuranı yeniden anlamaya başlıyorlar. İşte buradaki ifade Allah el kesmeyi değil de el çekmeyi murad etmiştir, aynı kelime filan ayette de geçer orada elini çizmiştir falan yani bir zorlama var böyle. Çok sayıda faklı öneriler. Burada çıkan sonuç şu: işte söylediğim gibi hani modernitede “en son olan en iyidir” böyle bir anlayış var ya? Şu anda mesela aşağı yukarı modern dünya dediğimiz kıta Avrupası, Amerika ve bizim ülkemizin de dahil olduğu ülkelerin çoğunda ceza dediğimiz zaman aklımıza gelen şu: hangi suçu olursa olsun karşılığında hapis cezası, hürriyeti bağlayıcı bir ceza. Bu 19.yy, o hakim felsefenin insanlara hediye ettiği bir yaptırım türüdür. Çünkü hapis cezasındaki anlam şudur: insan onuruna aykırı olmayan, işte organ kesme olmayan, ölüm cezası olmayan, insan onuruyla bağdaşan bir yapıda. Ayrıca bu süreç içerisinde insanları rehabilite etme, topluma yeniden kazandırma şeklinde topluma son derece önemli, güzel bir ceza yaptırım türü gibi takdim edilmiştir. Günümüze kadar gelinmiştir. Ama geldiğimiz nokta şu: şuanda(çalışmalarımızda bunları gördük) gerçekten modern dünya dediğimiz ülkelerin tamamında da hapis cezasından nasıl kurtulabiliriz in çalışmaları yapılmaktadır. Ben, yaklaşık iki yıl oldu tahmin etmiyorum bir yıldan daha fazla olmamıştır diye düşünüyorum, çalışmalarım esnasında Adalet Bakanlığı her ay yayınlıyor ülkemizdeki tutuklu-hükümlü sayıları 130 bin gibi bir rakam aklımda kalmıştı. Geçenlerde bir vesileyle bir program vardı, bir konferansım vardı. Bu ifadeyi telafuz ettiğimde itiraz geldi. Hocam galiba güncel rakamdan haberiniz yok dediler. Şu anda rakam 158 bin küsür yani 159 bine yakın. Türkiye şartlarında hükümlü ve tutuklu sayısıdır. Çok büyük bir rakam. Türkiye’deki şehirlerden birisini çoluk çocuk alıp bir yere kapatıyorsunuz. Böyle bir yapı var. Şunu söylemek istiyorum sistem tıkanmıştır. Bütün dünya bir arayış içinde. Şu anda dünyanın hemen her yerinde ceza hukukçularının kafa yorduğu şey, altenatif ceza arayışları. Nedir o? Hapis cezasına alternatif ceza arayışları var. Ev hapsidir, kamu yararına çalıştırma veya para cezası, çeşitli haklardan mahrumiyet cezası, fail-madur arabuluculuk işlemleri uzlaşma kapsamında farklı uygulamalar. Yani yoğun bir şekilde bunlara çalışılıyor. Batıda değişik ülkelerde uygulama buluyor. Mslesef batıdaki o çalışmalar sadece oradaki esen rüzgar bir şekilde bize de geliyor. Yani benim söylemek isteğim şey şu, işin özeti: bizim, müslümanlar olarak bu konu üzerinde çalışmamız lazım. Bu konu üzerinde kafa yormamız lazım. Çünkü az önce belirttiğim gibi biz, modern çağın verileri ne ise en doğru odur şeklinde dinimizi, kitabımızı, elimizdeki bilgilerimizi ona göre tevil yorumlama şeklindeki bir kolaycılığa kaçmamamız lazım. Bu bizim için sıkıntı. Yani önümüzdeki artık onlu yıllar, bilemiyoruz, hapis cezası artık tamamen yani bir zamanlar çok güzel bir yaptırım türü olarak insanlığa sunulan bu cezadan insanlık kurtulduğu zaman gerçekten bu konu ile ilgili çok yoğun çalışmalar var. Arkasından yeni yaptırım türleri gelince bizim görevimiz şu olmamalı: kitaba bakıp “aa evet doğru, Allah’ın kitabındaki bu ayet, sizin söylediğiniz ev haspsi var” bulursunuz. Yani siz zihinizdekini Kur’an’a doğrulatmak istiyorsanız bunun bir çaresi vardır. Gerçekten son derece önemlidir diye düşünüyorum. İşin bir bu yönü var bir diğer yönü de şu: tarihi süreç içerisinde bu uygulamalardan şu anda bahsedecek değilim konumuz bu değil. Özellikle Emevi, Abbasi o süreç içerisindeki ceza hukuku uygulamaları, devlet başkanına verilen yetkiler kapsamında gerçekten şu anda üzerinde durulacak bir yapıda değiliz. Onun üzerinde duramayız şu anda ama malesef çok sıkıntılı süreç var o dönemde. İçinde yaşadığımız süreçten bahsdelim. Bakıyorsunuz islam devleti adı altında devletler kuruluyor. İlk uyguladıkları şey ceza hukuku. Sanki kuranın ilk emri, yapılması gereken ilk uyguladıkları. Nijerya’ya bakıyorsunuz öyle, Sudan’a bakıyorsunuz, Pakistan, Afganistan veya bazen onun dışında küçük kendi başına halifelikler ilan ediliyor. İlk yaptıkları şey insanları cezalandırmak. Anlaşılır gibi değil. Bana göre kuranda uygulamaya konulması gereken en son şeyler bu olmalı. Önce siz kuranın belki iktisat ile ilgili uygulanması gereken bir sürü ayetleri var. Yapılması gereken uygulamaları var. Belki ceza en son olmalı. Hatta şunu da söyleyeyim; benim bu çalışmamda ulaştığım bir sonuç var o da şu. Zaten bu herkes tarafından söylenen bir ifade de ben ayetlerde bunu gördüm. Amerika’da 60’lı yıllarda uygulamaya giren fail madur arabuluculuk hizmetleri veya sistemi diye bir yapı var. Bunun anlamı şu: herhangi bir suç işlendiği zaman madur olan kişi ile bir aracı kurum irtibata geçiyor, suçlu ile irtibata geçiyor. Adliyeye iş intikal etmeden, yargıya intikal etmeden fail madur arabuluculuk diye bir yapı var. Tabi onlar tamamen şey için bunu ortaya koymuşlar. Yani sisteme bir anlamda çünkü yargının çok yoğun işi var. Böyle bir yapı ortaya koymuşlar. Bu batıda da değişik ülkelerde uygulanmış. Şu anda bizde de uzlaşma diye bir kurum var ceza hukukunda benziyor. Aslında bu yapı çok daha güzel bir şekilde bizim kitabımızda ayetlerde bu yapı var. Yani 9 tane ayetten ben size bahsedeceğim. Bu 9 tane ayetin ilk 6 tanesi uhrevi cezalandırma ile ilgili. Yani ayetin üst tarafından bakıp aşsğıya doğru gittiğiniz zaman oradaki geçen ayetin uhrevi cezalandırmayı anlattığını görürsünüz. Ama üç tane ayet var o üç ayet de dünyevi cezalandırma ile ilgili. Uhrevilerde yok. Çünkü iş bitmiş artık. Ama dünyevi cezalandırmaların üçünde de mesela burada şimdi okuyabilirim. Şura suresi 40.ayet. Biraz sonra bunlarda bahsedeceğim. SURA, 40.. Ayet: Ve cezaü seyyietin seyyietüm mislüha” hemen devam ediyor “fe men afa ve asleha”. Bak ilke konuluyor ama kim diyor affeder, arayı bulur uzlaşırsa bu daha güzel daha hayırlıdır. Hemen başka ayet. . Orada bir sabır tavsiye. Yani ceza vermemek gibi bir tavsiye var. Diğer ayette de durum aynı. “HAC, 60.. Ayet: Zalik ve men akaba bi misli ma ukıbe bihı sümme büğıye aleyhi le yensirannehüllah innellahe le afüvvün ğafur” burada da aynı ifade var. Yani şunu söylemek istiyorum. Cezalandırmak asıl değildir. Cezalandırmak aslında zorunlu bir yani bu tamamen kişinin şeyine kalmış bir durum. Madurun afetme, uzlaşma gibi bir hakkı da söz konusudur. Böyle bir yapı var. Şimdi ben bu çalışmada şöyle bir yapı var. Kuranda suç-ceza ile ilgili ayetlerin tamamını taradım bu çalışma esnasında. Karşıma şöyle bir yapı çıktı. Ayetlerin bir kısmı genel ilke diye nitelendirebileceğimiz ayetler. Yani genel ilke olarak ifade edebileceğimiz ayetler. Ceza ile ilgili ayetlerin bir kısmı da örnek çözümler şeklinde. Yani o genel ilkelerle uyumlu örnek çözümler şeklinde ayetler karşımıza çıktı. Şimdi ben bu genel ilke olarak ifade ettiğim ayetleri şöyle teker teker okumak istiyorum. Mesela az önce okuduğumuz tabi bu ayetlerden önce, şöyle de bir yapı var. Hem Şura suresi 17 ve Hadid suresi 25.ayette SURA, 17.. Ayet: Allahüllezı enzelel kitabe bil hakkı vel mızan” mesela burada mizan ifadesi var. Bu bizim için son derece önemli. Yine Hadid suresi 25’te de aynı. Sure 42/17 Şura. Hadid 57/25. Hadid suresinde de ” Lekad erselna rusulena bilbeyyinati ve enzelna me’ahumulkitabe vel mizane”. Burada da mizan ifadesi var. Burada birvilave var. Hemen arkasından geliyor liyekumennâsu bilkıstı” Allah, kitap ve mizan. Mizan: ölçü. Bu acaba neyin ölçüsü? “liyekumennâsu bilkıstı” dediğine göre adaletin. Adaletin ölçüsü demek ki kitapta var. Bu mizan kelimesi bizim için önemli. Daha sonra diğer ayetlere bakıyorum. Gene Şura suresi 42/40. SURA, 40.. Ayet: “Ve cezaü seyyietin seyyietüm mislüha: bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür”. Nahl suresi 126. 16/126 Tercümelerini de vermemiz lazım tabi. NAHL, 126.. Ayet: Ve in akabtüm fe akıbu bi misli ma ukıbtüm bih: Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misli ile cezalandırın”. Bir sonraki HAC, 60.. Ayet: Zalik ve men akaba bi misli ma ukıbe” ayet devam ediyor. Aslında bunların anlamlarını verirsem çok zaman alır diye düşünüyorum.
YAHYA ŞENOL: Burada şey önem kazanabilir. Ayetler üzerinde biz duruyoruz genelde buradaki çalışmalarda. Hani bu “cezaû seyyietin seyyietun misluha: kim bir kötülük yaparsa onun dengi bir kötülük de onun karşılığıdır”. Manayı böyle veriyoruz ama akla şöyle soru gelebilir: acaba bu dünyevi bir ceza mı yoksa uhrevi mi? Belki onu açıklayabilirseniz. Kim bir şey yaparsa ahirette bunun cezasını görecek mi diyor Allah burada? Yoksa dünyada bir suç işleyen o suçun misliyle cezalandırılacak mı?
SUAT ERDOĞAN: Elimdeki çalışmada bu yazıyor zaten. Ben bu ayetleri sınıflandırırken A gurubu dünyevi cezalandırma kapsamındaki ayetler diye verdim. Bu Şura 40. Bunu nereden biliyorum? Ayetleri üst taraftan okuyup aşağıya geldiğiniz zaman zaten ortaya çıkıyor. Nahl 126 ve Hac 60.ayet. Bu ayetlerin tamamında hem “misl” kelimesi geçiyor, önünde “âkabe” ukubet kelimesi geçiyor. Misl kelimesi hepsinde geçiyor. Şu anda okuyacağım ayetler de ahirette cezalandırma ile ilgili. YUNUS, 27.. Ayet: Vellezıne kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha”. Yunus suresi 10.sure.
YAHYA ŞENOL: Bu cezanın uhrevi olduğunu nereden anladık? Yukarıdakinden farkı ne bunun?
SUAT ERDOĞAN: Mesela ayeti hemen okuduğumuz zaman “YUNUS, 27.. Ayet: Vellezıne kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha ve terhekuhüm zilleh ma lehüm minellahi min asım keennema uğşiyet vücuhühüm” zaten belli oluyor. Ben burada bu ayetlerin tamamını okursam.
YAHYA ŞENOL: Okuduğunuz ifadeler dünyevilerle aynı ama diyorsunuz ki bu uhrevi. Sebebi ne? Devamındaki ibareler.
SUAT ERDOĞAN: Başlangıçta da söyledim bu ayertlerin görebildiğim kadarıyla çünkü şöyle bir şey yapmamız mümkün değil. Mesela bu ayet ile ilgili parağrafın tamamını çalışmamıza koymamız da mümkün değil ki. Ama onları ifade ediyorum. Baştaki üç ayet dünyevi cezalandırma ile ilgili. Yunus 27 10/27. Yine Mümin 40/40. MUMİN, 40.. Ayet: Men amile seyyieten fe la yücza illa misleha” devam ediyor ayet. Enam 6/160 ENAM, 160.. Ayet: Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha ve men cae bis seyyieti fe la yücza illa misleha” mesela bu ayette aynı ifade var. Yine KASAS, 84.. Ayet: Men cae bil haseneti fe lehu hayrum minha ve men cae bis seyyieti fe la yüczellezıne amilüs seyyiati illa ma kanu ya’melun”. Neml suresi 27/90 “NEML, 90.. Ayet: Ve men cae bis seyyieti fe kübbet vücuhühüm fin nari hel tüczevne ila ma küntüm ta’melun”. Bu ayerler de uhrevi cezalandırma ile ilgili. Yine 4/123 NİSA, 123.. Ayet: “men ya’mel suey yücze bih”. Şimdi bu okuduğum ayetlerin neredeyse çoğunda misl kelimesi kullanılıyor. Çoğunda da seyyie kelimesi kullanılıyor. Misl kelimesinin kullanılmadığı bir iki ayette de misl kelimesi anlam olarak var. Yani bu ayetleri açın, ortaya koyup üzerinde detaylı bir çalışma yapan herkes bunu görebilir. Ben bu çalışmayı yaptım, böyle bir sonuca ulaşıyorum. Yani bu ayetlerin tamamında misil kelimesi ya gerçek anlamda var, bir ikisinde de anlam olarak var. Ve seyyie kelimesi kullanılıyor. Seyyie ve misl kelimesi bu bahsettiğim ayetlerde son derece önemli bir fonkisyon icra ediyor. Misil kelimesinin şöyle bir anlamı var. Mesala “leyse ke mislihi şey’in: hiç bir şey Allah’ın yerine geçmez/onun dengi olamaz”. Onun benzeri değil. Misl, benzer değil. “Benzer”in ötesinde bir kavramdır misil. Mesela faiz ile ilgili ayette de bu ifade var. “innemel bey’u miślur ribâ “(BAKARA 275)diyorlar ki bizim yaptığımız da aynı alış veriş gibidir. Oysa Allah, alış verişi helal. Aynısı değil diyor. Yani oradaki anlam şu: alışveriş ile riba arasında benzerlik var. İkisi de mübadeledir ama yerine geçmez. Yine bir kaç ayette geçiyor. Hani Allah eğer bizim kulumuza indirdiğimizde bir şüphemiz varsa onun bir mislini getirin. Siz bir şey yapıp getirebilirsiniz, kuranın yerini tutar mı? Tutmaz. Onun yerine geçmez. Dolayısıyla buradaki misil ve seyyie kelimeleri son derece önemli fonksiyon icra ediyor.
YAHYA ŞENOL: Her bakımdan denklik mi demek?
SUAT ERDOĞAN: Yani misil kelimesine şöyle bir anlam; mumaselet kelimesini ben buradan çıkarıyorum. “Mumaselet” veya “misil”in anlamı şu: suç ile ceza arasında çok yönlü bir ilişki vardır. Şu andaki hakim kanaat: karşınızda beş tane suçlu var, birisi filan suçu işledi hepsinin suçu farklı. Cezaları ne? Hepsininki hapis. Var mı bir alaka? Şu soruma cevap verilemedi; benim bu çalışmamda, modern hukuk diye nitelediğimiz pozitif hukuk ile ilgili hocalarımız da var. Kendisine şu soruyu sordum: Hocam, şimdi herhangi bir suç (için) dediniz ki üç yıl hapis. Neden hapis? Cevap yok. Soru 2: neden üç? Elinizdeki terazi o kadar hassas mı? Niçin 4 değil veya 2 değil? Cevap yok. Kurandaki bu mümaselet, suç ile ceza arasında çok yönlü ilişki. Hepsinin anlamı var. Anlamsız değil. Şu anda geldiğimiz nokta bu. Bunlar çok önemli. Şu bahsettiğim ayetler ve buradan çıkan sonuç. Bu misil kelimesi ve seyyie çok önemli. Seyyie’nin anlamı şu: her halükarda fail açısından yani suçu işleyen açısından belirlediğiniz yaptırım kötülük olmalıdır. Kötülük olmazsa o zaman cezada bahsedemezsiniz. Seyyie kelimesinde de böyle bir anlam var. Misil kelimesine bazen şöyle yanlış anlam veriliyor. Misil denilince sanki katlamak gibi. Hayır, öyle bir yapı yok. Misil: kattı, yani misil, kattı anlamında da kullanılıyor ya. Katı anlamında değil. Misil, suç ile ceza arasında çok yönlü ilişki anlamındadır. Bu hata şurada yapılabiliyor. Özellikle ekonomik suçlarla ilgili. Diyelim ki bir kişinin 100 lirasını gasp eden kişiye onun katı. Ulema da bu hatayı zannediyorum fıkıh kitaplarımızda böyle bir yapı var. Mesela Hanefiler’de para cezası kabul edilmez. Hanefiler fıkhında para cezası kabul edilemiyor. Neden? Çünkü o bir cezanın katlanması olarak görülüyor. Hanefiler’de bu bir genel kanaattir zaten. Kira sözleşmesinde de var. “El ecru ed daman ala yectemian” derler mesela. Genel bir kuraldır onlarda. Aynı cezada da bunu söylüyorlar. Yani siz hem tazmin ettiriyorsunuz, adamın 100 lirasını iade ettiriyorsunuz sonra tekrar bir 100 lira daha. Bu, cezanın katlanmasıdır bu doğru değildir. Bu anlayışla Hanefiler para cezasını kabul etmemişlerdir mesela. Ama bakıyorsunuz öbür tarafta Osmanlı, Hanefi fıkhını uygulamıştır diyorsunuz, kanunnamaler tamamen para cezasından ibarettir. Kanunnameleri alın bakın her suç için günümüzdeki hapis cezasının karşısına para yazın olay bitmiştir. Yani neredeyse bütün suçlar için kanunnamelerde para cezası uygulanmıştır. Üstelik Hanefi fıkhına da aykırı bir durum. Evet yani bu misil kelimesinde tekrar ifade ediyorum katlamak anlamında değil. Misil kelimesi, suç ile ceza arasındaki çok yönlü ilişki anlamındadır. Bu suç ile ceza kavramları üzerinde kafa yoran batılı düşünürleri gördüm bu çalışmam esnasında. Gerçekten öyle ilginç şeyler söylemişler ki mesela Mıchel Foucault diye birisi var. Fransız filozof. Bir ifadesi var. Diyor ki; suç söylendiğinde ceza insanın zihnine dolaysız gelen şeydir. Bu işte ayetlerdeki söylediğimiz şey. Yabancı birisi söylüyor bunu. Sanki bu ayetlerin tamamının vardığı sonucu ifade ediyor. Suç söylendiği zaman ceza insanın zihnine dolaysız gelendir. Suç ile ceza arasında mümaselet dediğimiz şey bu. Şimdi konuyu çok daha fazla da uzatmadan örnekler üzerinde durmak istiyorum. Yani bu mümaseletin ne olduğunu aşağı yukarı anlatabildiğimi düşünüyorum. Kurandaki farklı cezaların anlamı da budur zaten. Yani suç değiştikçe ceza değişiyor. Çünkü suç ile ceza arasında bir irtibat var, bir mümaselet var. Hatta suçtaki küçük bir öğe bile bazen sonucu değiştirebiliyor. Bu, çalışmamızda var. Mesela Peygamber(as)’a sahabenin birisi geliyor diyor ki; eşimi ben uygunsuz bir vaziyette gördüm. Peygamber(as) diyor ki; ya 4 şahit getirirsin ya da cezasını çekersin. Malumunuz iffete iftiranın cezası 80 celde. Diyor ki; ey Allah’ın Resulü, ben nasıl şahit getirebilirim böyle bir konumda. Peygamberimiz ısrar ediyor ya şahit getireceksin ya da cezasını çekersin. Sahabenin ifadesi çok ilginç. Diyor ki; benim sizi hak olarak gönderen Allah’a imanım tamdır ki Allah benim sırtımdaki sopaları alacaktır ve lain ayeti iniyor. Gerçekten de Peygamber(as)’ın söylediği doğrudur. Çünkü burada ıspat edilmemiş bir isnat var. Cezası da işte kuranda belirli. Ama isnatta bulunan kişinin sıfatı, bakın bu çok önemli. Isnatta bulunan kişinin sıfatı sonucu değiştiriyor. Sıfatı nedir? O bayanın eşidir. Bu çalışmamızda ifade karşılıkları var. Suçun belirlenmesindeki kriterler diye bir bölümümüz var. Orada failin sıfatı, failin amacı, ihlal edilen haklar, suçla ceza arasında şekli ilişkiler vb. kriterlerden bahsediliyor. Şunu söylemek istiyorum. Tabi benim bu ayetlerden vardığım sonuç. Örnekleri okursam galiba çok daha iyi anlaşılacak. Mesela Hz.Adem ile Havva. Cennette “sen ve eşin oraya gir, istediğinizden yiyip içebilirsiniz. Ancak şu ağaca yaklaşmayın” şeklinde bir ifade var. Burada çok detayına giremeyiz. Hepimiz biliyoruz bunları biliyorsunuz veya. Şeytanın onlara bir şeyi var. Diyor ki; ben size bir iyilik yapayım. Ben size diyor ayetteki ifadesiyle “şeceratil huldi ve mulkil la yebla.”(TAHA 120) ben diyor size ölümsüzlük ağacı ve bitmeyen mülkiyeti göstereyim mi? Onlar da suçu işliyorlar. Ve Allah, oradan çıkmalarını, bir mahrumiyet cezasıdır. Çünkü hak etmiyorsunuz çıkın oradan, inin aşağıya diyor. Ama ceza ile ilgili ayet çok ilginç. Bakara 36, ayrıca Âraf 25’de var. BAKARA, 36.. Ayet: “ve leküm fil erdı müstekarruv ve metaun ila hıyn” cezaları bu. Baştaki ayet ne idi; yani sonsuzluk ve bitmeyen bir mülkiyet. Ceza nedir? Sınırlı bir mülkiyet ve sınırlı bir yaşamdır. Hiç ölmemek istiyorlar. Allah diyor ki; bir süre kalıp geleceksiniz. Yapmak istediklerinin, ulaşmak istediklerinin tam zıddı bir ceza ile karşılaşmış oluyorlar. Burada şimdi üzerinde durmayacağım çalışmamızda var. Mesela aynı konu Yusuf(as) ve kardeşlerinin yaşadığı olay. Çalışmamızdan okuyabilirsiniz. Çok uzun olduğu için burada onun üzerinde durmayacağım. Aynı şeyler orada da var. Mesela yahudilere helal olan yiyeceklerin haram kılınması. Ayetteki ifade nasıl? NİSA, 160.. Ayet: Fe bi zulmim minellezıne hadu harramna aleyhim tayyibatin ühıllet lehüm ve bi saddihim an sebılillahi kesıra”. Yahudilere malumunuz helal olan bazı şeyler haram kılınmıştır. Sebep ne? NİSA, 161.. Ayet: Ve ahzihimür riba ve kad nühu anhü ve eklihim emvalen nasi bil ba’tıl”. Yani şöyle bir yapı var. İnsanların mallarını haksız yere yemelerinden dolayı kendilerine işledikleri suça misil, mumasil yemek ile ilgili bir ceza geliyor. Üstelik helal olanlar haram kılınıyor. Yani siz yemek ile ilgili bir yasak ihlalde bulunursanız cezanız gene aynı konuda ve geri çekilme şeklinde oluşuyor.
YAHYA ŞENOL: Şöyle olmuş oluyor değil mi? Normalde hakları olmayan bir şeyi yani başkasının malını mülkünü yiyorlar. Ceza olarak da yeme hakları olan şeyleri Allah onlara yasaklıyor.
SUAT ERDOĞAN: Aynen öyle.
YAHYA ŞENOL: Hakları olmayan bir şeyi alıyorlar, Allah da hakları olan bir şeyi ellerinden alıyor. İşledikleri suçun tam misli bir ceza.
SUAT ERDOĞAN: Aynen mumasili bir ceza. Bunu şöyle ben örneklendirmiştim. Nasıl bir örnek bilmiyorum ama benim aklımdan geçen bir örnek. Diyelim ki siz mesela tramvayda gidiyorsunuz. Tramvayda sizin Yusuf Paşa’dan daha öteye geçmeniz yasaklanmış. Siz de Aksaray’a kadar gitmişsiniz. Cezanız ne olacak? Yusuf Paşa’ya gelip cezanız değil, o zaten sizin haksız yere aldığınız şey. Oradan Haseki durağına getirilmeniz gerekiyor. Yani hakkınız olan da elinizden alınıyor. Yahudilerin karşılaştığı ceza böyle bir şey. Yani hakları olmayanı aldıkları için Allah helal olan bir kısım şeyleri onlara haram ediyor. Mesela Nahl suresi 112. Şimdi ben ayeti okuyayım.16 sure NAHL, 112.. Ayet: “Ve darabellahü meselen karyeten kanet aminetem mutmeinnetey ye’tıha rizkuha rağadem min külli mekanin fe keferat bi en’umillahi fe ezakahallahü libasel cuı vel havfi bima kanu yasneun”. Buradaki ifade şu. Güven ve huzur içinde bir köy düşünün. En ömemli vasfı güven ve huzur. Her yerden yiyecekler geliyor bol rızık var.
YAHYA ŞENOL: Allah bunu örnek olarak veriyor “daraballâhu meselen”
SUAT ERDOĞAN: Allah size bir örnek veriyor. Yani bir köy düşünün ki en önemli vasfı orada bir güvenlik var. Sükunet içinde bir ortam var. Başka ne var? Huzur, güven ve her yerden bol rızıklar geliyor. Bunlar ne yapıyorlar? Allah’ın bu nimetlerinin kadir kıymetini bilmiyorlar. Bir anlamda suç işliyorlar. Karşılaşıkları ceza nedir bunların? “Libâsel cui vel havfi”. Orası da çok önemli. Allah tattırıyor. Tattırmazsa ceza olmayacak demek. Acısını hissetmesi lazım. Tattıkları şey nedir? Korku ve açlık. Korku neyin karşılığı? Güvenliğin. Açlık? Her yerden rızık geliyor. Bu bir tesadüf olamaz. Yukarıda söylediğim genel ilkeler ise bu örnek bir çözümdür. Yahudilerin karşılaştığı öyle. Hz. Havva ile Adem(as)’ın karşılaştıkları ceza. Yani bir şeye ulaşmak istiyorsunuz, suçu işlediğiniz anda ulaşmayı bırakın tam zıddı ile karşılaşıyorsunuz. Mümaselet dediğimiz şey bu.
YAHYA ŞENOL: Ayetin sonu da bunu gösteriyor. Diyor ki; ” fe ezakahallahü libasel cuı vel havfi: Allah, onlara korku ve açlık elbisesini tattırdı”, “bima kanu yasneun: bizzat kendi yaptıkları şeyler yüzünden”. İşledikleri suç yüzünden bununla karşılaştılar. Haşa C.Hakk’ın onlara ayrı bir ceza verdiği zulmettiği yok.
SUAT ERDOĞAN: Çok güzel bir şey ifade ettin. Enam suresi 160: başkalarına gerek yok tek başına bu yeter. İmam Şafi’nin meşhur bir ifadesi var. Asr suresi olsaydı olay bitecekti. Hepsi orada var gibi ifadesi var malumunuz. Bende diyorum ki ENAM, 160.. Ayet: Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha ve men cae bis seyyieti fe la yücza illa misleha ve hüm la yuzlemun” kim bir suç işlerse, kim bir kötülükle gelirse o ancak, bak ancak “lâ illâ” var: ancak misliyle. Başka türlü olmaz mı? Olmaz diyor. Bunu nasıl anlamak lazım bilmiyorum. Mesela ben bunu çok iyi Arapça bilen meslektaşlarımıza da söylüyoruz ama bir bakıyorsunuz “iyi de Hocam işte filan” hemen arkadan başka şeyler geliyor. Tamam da kardeşim yani bu, Allah’ın sözü. Allah, kitabı Arapça olarak indirdiğini ifade ediyor. “Ve men cae bi seyyieti fe lâ yucza” olmaz diyor başka türlü yok. “İllâ misliha” ancak misliyle olacak. Arkadan da diyor ki; “ve hum lâ yuzlemun: başka türlüsü de haksızlık olur. Öyle değil mi yani?
YAHYA ŞENOL: Adam hırsızlık yapacak: hapis. Adam öldürecek: hapis.
SUAT ERDOĞAN: Olur mu böyle şey. Bu tesadüf değil. İşte kuranda bu yapı var. Yani bir kaç örnek vererek gidiyorum, çalışmamızda çok daha fazla örnek var. Zannediyorum siz, kuranı okumaya devam ederseniz bizim görmediklerimizi de görebilirsiniz. Çünkü ben çalışmadan sonra kendim de gördüm. Yani gözünüzden kaçıyor. Bakıyorsunuz aaa! Buda varmış diye. Çok sayıda yapı var. Hatta bırakın bunu insanın zihninde de bu var. Az önce söylediğim o batılı filozofun ifadesi. Suç söylendiğinde, ceza, dolaysız insanın aklına gelen şeydir diyor. Kendisinin zaten Hapishanenin Doğuşu diye bir kitabı var. Hapishaneyi külliyen reddeden bir filozoftur. Ama şu anda maalesef geçerliliği yok. Şöyle ben size ifade edeyim. Dünyevi karşılığı var derken şunu söylemek istiyorum. Mesela genel ilke diye bahsettiğim ayetler var ya, çalışmamda ben şöyle bir ifade kullandım. Dedim ki; bu ayetlerdeki geçen seyyie kelimelerini ben suç ve ceza olarak yerine göre tercüme ediyorum ama bu çalışma için geçerlidir. Siz sosyoloji çalışıyorsanız bu ayetlerde kötülük diye tercüme edebilirsiniz. Veya sizin literatürünüzde başka bir kelime varda onu koyabilirsiniz. Benim ayetin anlamını daraltmaya yetkim yok diye de söyledim. Not düştüm yani. Bu benim çalışmamla ilgili. Sonra da aklıma şu geldi dedim ki; şu benim okuduğum Şura suresi 40.ayet. Mesela yaşamda karşılığı şöyle var. Bu, insan psiikolojisi ile ilgili bir şey. Bir anne çocuğuna yedirmek istiyor zorla. Çok ne yapıyor? Yemesi gerekeni de yemiyor. Aynı yahudilerin olduğu hadise gibi. Hatta bir tane karikatür görmüştüm. Annenin elinde yiyecek, çocuk dolabın üzerine çıkmış annesi onun peşinde gidiyor, onu yedirecek. Çünkü anne hata yapıyor. Siz bu hatayı yaparsanız karşılığını görürsünüz. Nasıl? Yaptığınıza misil. Alakasız değil yani. Böyle bir yapı var. Tabiatta da yaşadığımız hayatta da bunun karşılıklarını pekala görebiliyorsunuz. Hani halk arasında kullanılan ifadeler vardır. Hadiste de bu ifade var. “Bir müminin başına gelene” ben tam metin olarak bilmiyorum ama “kendinin de başına gelmeden” ölmez şeklinde muhtemelen. Benim aklımda böyle bir şey var mesela. Toplumda da bunun bir karşılığı var. Hatta geçenlerde dikkatimi çekti kendi kendime düşündüm. Şimdi ben karşılaştığım olayları zaman zaman çalışmamda bağlantı kurmaya çalışıyorum.
YAHYA ŞENOL: Ayet olarak da var. Daha öncekilerin başlarına gelenlerin bir misli diyelim artık ona. Bir misli sizin başınıza gelmeden cennete gideceğinizi mi zannediyorsunuz diye. O ayeti hatırlattı Enes Hoca.
SUAT ERDOĞAN: Yaşadığımız hayatta da bunun karşılığı var. Fıtrat olarak açıklamamızda pekala hiç bir mahsur yok. Yani fıtrat da bunu gerektiriyor. Fıtrat, her suç için farklı bir cezanın olmasını gerektiriyor. İnsan itiraz ediyor. Ben bunu yapmadı ki nereden çıktı? Hiç alakası yok filan diye insan fıtratı da itiraz ediyor buna. Yani günümüzde siz insanları hapse tıkıyorsunuz. Girenlerin birçoğu zaten zihni olarak, psikolojik olarak sorun yaşıyor. Neden? Çünkü fıtratına uygun değil. Yaptığı ile alakası yok. Hani yaptığının karşılığı olsa şeriatın kestiği parmak acımaz derler. Çünkü insan fıtratı da diyecek ki ben bunu yaptım, karşılığı da budur. Beyin bunu kabul edecek. Ama şu anda kabul etmiyor sıkıntı yaşıyorsunuz. Uhrevi cezalandırma ile ilgili de var. Çok sayda ayet var. Mesela benzer ayetlerden bir tanesini ben burada okuyayım. 7/51 Araf suresi 51.ayet; “fel yevme nensâhum” biz onları unuturuz diyor. “Kemâ nesû likâe yevmihim hâza” yani bugün, onlar nasıl unuttularsa biz de. Kelimelerde aynı geçiyor. Benzer başka ayetler de var. Ben burada sadece kısa kısa örnek çünkü konumuz daha ileriki konular daha önemli olduğu için kısa kısa geçmek istiyorum. Ashabı uhdud olayı var malumunuz Buruc suresinde anlatılan. 85.sure 4 ile 10.ayete kadar burada malumunuz müslümanları hendekler kazarak alevli ateşlerin içerisine atan kişiler var değil mi? Böyle ayette anlatılan bir yapı var. Ben tamamını okumayacağım da sadece sonucunu söyleyeyim. Bunu yapanlar için Allah diyor ki. Nasıldı o ayet?
YAHYA ŞENOL: 1.ayetten 9.ayete kadar müslümanlara yapılan o zulmü anlatıyor Allah. Ve 10.ayette de buyuruyor ki: “BURUC, 10.. Ayet: İnnelleziyne fetenülmü’miniyne velmü’minati: mümin erkeklere ve mümin kadınları bu şekilde sıkıntıya sokanlar var ya”,” sümme lem yetubu: onlar daha sonra tevbe etmedilerse eğer” veya bundan sonrası için düşünelim “tevbe etmezlerse”, “felehüm ‘azabü cehenneme ve lehüm ‘azabül harikı”. Burasına vurgu yapacak şimdi Suat Hoca.
SUAT ERDOĞAN: Burası bizim için önemli. Ayet diyor ki; “onlar için büyük bir cehennem azabı var”,”ve lehum azâbul harikı: ve onlar için yangın azabı”. Neden? Çünkü onlar da aynı şeyi yapmışlar.
YAHYA ŞENOL: Onlar insanları yaktılar.
SUAT ERDOĞAN: O ayette hemen arkadaki geçen zahid değildir. Zaten cehennem azabı diyor Allah. Neden arkadan bunu söylüyor? Bizim için çıkaracağımız bir ders olmalı.
YAHYA ŞENOL: Sanki ceza burada tek değil çift öyle mi?
SUAT ERDOĞAN: Beyaniye de olabilir bilemiyoruz.
YAHYA ŞENOL: Azabu cehennem deseydi zaten cehennem azabı yeterliydi ama bir daha üstüne “bir de yangın azabı” demiş olması işledikleri suçun bir karşılığı olması için.
SUAT ERDOĞAN: Bakın bir başka ayette şöyle bir ifade var. Ben ayetin mealini hızlı bir şekilde okuyup geçeyim. “Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse(kurandan)”. Taha suresi. “Kurandan yüz çevirirse onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz”. Adamın itirasizı var. Diyor ki; “lale rabbi li mâ haşerteni âma fe kad kuntu basira: ey rabbim ben dünyada görüyordum, neden beni burada kör olarak haşrettin?”. İtiraz ediyor bir anlamda. Yani benim işlediğim suçla bir alakası yoktu. Allah cevap veriyor diyor ki: “kâle kezâlik: olması gereken bu”. Neden? ” etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, : sana ayetlerimiz gelirdi, sen onları hiç hesaba almadın”,”ve kezâlikel yevme tunsâ: bugün sen de unutuluyorsun”(TAHA 125-126). Buradaki ayeti sadece kurandaki yazılı olan ayetler değil de bütün evreni çünkü kuranda böyle bir yapı var malumunuz. Yani sen, Allah diyor ya sizin nefislerinizde ve evrendeki şeyleri size göstereceğiz diye bir ifade var ya. Yani sen, Allah’ın ayetlerine bakmazsın veya bakarsın da orada bu Allah’ın yarattığı diye değil de farklı sonuçlar çıkarırsan yani gözle yapman gerekeni yapmazsan, orada görmedin ya dünyada. Güneşe baktın başka bir şey gördün, böceklere, kelebeklere, tabiattaki şeylere baktın hiç Allah’ı görmedin. O zaman görmeyeceksin. Yani böyle bir yapı var. Peki bununla ilgili çok başka ayetler de var. Ben burada bırakıyorum. Kuran, sünnet dedik. Peki hadislerde böyle bir yapı var mı? Evet bir hadis okuyorum burada. “Ezzulmu zulumatun yevmel kıyameh” Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed B. Hambel’in Müsned’inde geçen bir hadis. Diyor ki; zulüm kıyamet gününde zulümât: karanlıklar olacak. Kim için? Bu zulmü yapanlar için. Şöyle tercüme etmemizde herhalde bir mahsur yok diye düşünüyorum. Zaten hadisler mana olarak rivayet edilmiş ya. Yani sen birisine dünyayı zindan edersen ahiretin de zindan oluyor. Öyle değil mi? “Ezzulmu zulumatun yevmel kıyameh”. Peygamber(as)’ın bir başka hadisi var burada. O da Tirmizi’de geçiyor. Fathul Kıyame’de. “Yuhşurul mutekebbirun yevmel kıyameti emsale zerri fi suuli ricali yahşahumul zullu”. Evet diyor ki; dünyada mütekebbir olanlar yani kibirlenenler, büyüklenenler, kıyamet gününden nasıl haşrolunacaklar? Zillet içerisinde ve sanki böyle mikro insancıklar gibi. Büyüklendin ya burada, orada küçülüyorsun. İlginç yani. Dikkatimi çekmişti bu hadis. Tam zıddıyla. Sen burada büyüklenirsen Allah seni orada küçük bir varlık olarak, hem de diyor o büyüklenmene karşılık bir zillet içerisinde haşrolunacaklar şeklinde bir ifade var. Yine bir başka hadis var. Bu da Buhari, Müslim, Ahmed B. Hambel’in Müsned’inde geçen. Metnini okumuyorum. Diyor ki; kesici aletle intihar eden kişi, o alet elinde ve karnını bıçaklar şekilde, zehir içerek intihar eden kişi sürekli zehir içer bir vaziyette, yüksek bir yerden atlayarak intihar eden kişi yüksek bir yerden atlar vaziyette olarak cehennemde azab görür. Yani buradaki yaptığı ile öbür tarafta karşılaştığı şey birbirine çok benzeşiyor. Böyle bir yapı var. Şu âna kadar kuranda genel ilke olarak bahsettiğim ayetler üzerinde durdum ve buradan ulaştığımız sonuç şu: 9 tane ayet. Bunların bir kısmı dünyevi cezalandırma ile ilgili, bir kısmı uhrevi cezalandırma ile ilgili. Bu ayetlerin tamamında bir mümaselet, hakiki anlam olarak misil kelimesi geçiyor. Veya anlam olarak böyle bir yapı var. Bir de seyyie kelimesi birlikte düşünüldüğü zaman suç ile ceza arasında çok yönlü bir ilşkinin varlığından bahsettik. Bununla ilgili kurandan bazı örnekler verdim. Şimdi kuranda ceza denildiği zaman veya cezalar denildiği zaman sayılan belli cezalar var. Başlangıçta da söylediğimiz had diye bildirilen kasten adam öldürme, hırsızlığın cezası, iffete iftira cezası, hirâbe dediğimiz terör suçunun cezası. Peygamber(as)’ın uygulamalarında yer bulan sarhoşluk veren hamr, sarhoşluk veren maddeleri kullanma karşılığında uygulanan Peygamber(as)’ın uyguladığı ceza. Fıkıh kitaplarımızda yer alan. Zina cezası var. Bir de mürted ile ilgili yani dinden dönen kişi ile ilgili kitaplarımızda yer alan bir ceza var. Şimdi biz burada ne yapacağız? Az önceki bahsettiğimizde bunlar arasında bir karşılaştırma yapacağız. Prensipleri ortaya koyuyoruz. Arkadan da kuranda bahsedilen cezalar var. Acaba bunlarla onlar arasında bir irtibat bir ilgi var mı? Mümaselet var mı? Onu anlamaya çalışacağız diye söyleyeyim. İlk olarak kasten adam öldürme suçunun cezasından başlayalım. Bir de atladığım bir şey var. Burası önemli onu da çok kısa bir şekilde söyleyeyim öbür konuya daha sonra geçelim. Bu bahsettiğim mümaselet diye ifade ettiğimiz yani cezalandırmanın, ceza belirlemenin ilkesi diye ifade ettiğimiz bu yapının bazı temel özellikleri var. Bence çok önemli. Az önce okuduğum bir ayet. Hatta demiştim ki bu ayet olsa başkalarını okumaya bile gerek yok şeklinde bir ifade değil de bu ifade yeter anlamamız için. ENAM, 160.. Ayet: Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha ve men cae bis seyyieti fe la yücza illa misleha ve hüm la yuzlemun”. Yani kim bir suç işlerse ancak onun misli ile cezalandırılır. Haksızlık yapılmaz. Başka türlü bir yapı haksızlıktır şeklindeki ayete baktığımız zaman bile bunu görüyoruz. Bu mümaselet diye ortaya koyduğumuz cezalandırma kuranda benim anladığım yapı bu. Bunun şöyle sonuçları var. Veya temel özellikleri var.
1- Suç-ceza uygunluğu diye ifade ettiğim ya da mümaselet diye ifade ettiğimiz bu cezalandırma yapısında genel ilke, suç ile ceza arasında bir ilgi var. Dolayısıyla ceza suça göre verilmelidir. Suça bakılarak. Kim bir suç işlerse cezası ona göre olacak. Yani cezanın belirlenmesindeki en temel ilke, suçun bizzat kendisidir. Önce suçuna bakacağız. Getir bakayım kardeşim şu suçun neymiş bir görelim falan. Sonra ilkelere göre senin cezan şu olmalıdır. Örnek vereyim. Karşılığı olsun diye örnek veriyorum. Zaman zaman bu anlatılıyor. Bazen yanlış da olduğunu tahmin ettiğimiz için özellikle bunu veriyorum. Mesela diyelim ki birisi öbür adamın camını kırdı. Dükkanının camını indirmiş falan. Suçluyu yakaladınız. Cezası belli mi? Değil. Neden değil? Niçin suçu işlediğini de bilmemiz lazım. Az önce söyledim. Bak örnekleri var. Yani failin amacının da cezada karşılığı var. Suç işleme nedeni: mahallenin serserisiymiş canı sıkılmış, cam kırmaktan hoşlanıyor. Cezası ne olmalı? Acı olmalı. Peki camı taktıracak mı? O ceza değil ki o tazmin. Hakkul ibad dediğimiz şey. Bugün batıda hapis cezasına alternatif sunulan şeylerden bir tanesi de suçtan önceki konuma getirme diyorlar. Yani sen bir suç işledin. Suçtan önceki konuma getirirsen tamam, bırakıyor seni. Ceza yok ki orada. Hani ceza nerede? Zaten öyleydi. Adamın camını taktırdın, her şeyini karşıladın. Tamam da bu adam suç işledi? Cezası nerede? Zaten camı kırmadan orası öyleydi. Peki cezası ne olacak? İşte diyorum ki; eğer failin amacı sokak serserisi zevk için yapmışsa kesinlikle onun cezası acı olmalı. Peki şöyle olabilir mi? Soruşturduk dedik ki ya ileride bir tane camcı esnaf var. Bu ara işleri kesatmış galiba. Bir kaç cam kırarsam belki biri bana gelir falan dedi. O zaman asıl suçlu azmettiren. Peki o kullanılan kişi? Onun cezası farklı. Onu söylemeyelim. O da var ams. Onun cezası da var. Asıl suçlu o taraftaki azmettiren. Azmettirenin cezası acı mı olmalı? Hiç alakası yok. Adam zevk için yapmamış ki. Niçin yapmış? Para kazanmak için. Cezası ekonomik olmalı. Ve ekonomi de verdiği zarar kadar olmalı. Aksi haksızlık olur diyor Allah. Ben böyle anlıyorum en azından. İşlediği suçun benzeri, mümasili ve o kadar. Ne eksik, ne fazla. Başka? Başkası da var. Yani bu yapıda şöyle bir şey de var. Onu da özellikle söylemem lazım. Her suçun karşılığı sadece bir yaptırım değil. Bazen komplike dediğimiz bir kaç şey vardır içinde. Niçin böyle? Çünkü suçta da bir kaç şey var da ondan dolayı. Biraz sonra örneklerini vereceğim bunun. Yani suçun içinde bir kaç tane öne çıkan şey varsa suçun öğeleri diyebileceğimiz, cezada onun karşılıkları var. Bunu şöyle ifade edebiliriz. Sanki onun izdüşümü gibi. Suç ile ceza yani ceza dediğiniz şey suçun iz düşümü. Oradaki olan ögeler cezada da yer alıyor. Evet bu para kazanmak amacıyla belki birisi bana gelir diye o camı kırdıran esnaf ekonomik bir ceza ile karşılaşacak. Başka? Bir de esnaflık konusunda bir mahrumiyet cezası alması lazım. Belki muakkat olabilir, sınırlı olabilir esnaflıktan men. Tescilinin iptal edilmesi gibi. Lisansının. Hani esnaflık yapma. Neden? Alakasız bir şey yaptın. Esnaflık böyle olur mu? Allah, Hz. Adem ile Havva’ya dedi ki; girin burada herşey serbest. Kurallara uymadığınız zaman ne yapılıyor? Çık, haketmiyorsun. Bu yapı var. Başka örnekler de var. Şimdi hepsini burada ortaya koyacak değiliz. Tabi bu, benim anladığım. Siz bu genel ilkelere bakarsınız farklı bir çözümleme de ortaya pekala koyabilirsiniz. Çünkü şunu söylemek istiyorum. Bizdeki genel anlayış şu. Az önce belirttim. Kuranda açıklanan suçların cezaları var. Açıklanmayanlar? Bunlar devlet başkanına bırakılmış. Peki devlet başkanı ne yapacak? Maslahat diye sihirli bir kelime var. Maslahat neyi gerektiriyorsa. Kimin maslahatı? Suçlunun olabilir. Genelde ona pek bakılmıyor da toplumun maslahatı. Toplumun maslahatı böyle sihirli bir kelimeyi verdiğiniz zaman ortaya her şey çıkabiliyor. Yani tarihi sürece bir bakın. İslam tarihi için söylüyorum. Batılılarınki de çok güzel değil de ben kendimiz için söylüyorum. Tarihi sürece bir bakın siyaset cezaları dediğimiz yani siyaseten katil vb. Maslahat bunu gerektiriyor! Böyle şey olabilir mi? Adam hiç alakası yok böyle bir suç işlememişse kimin adına, neyin adına böyle bir şey verebiliyorsunuz. Batılılarda şöyle bir kavram var. Bu çok felsefi olarak tartışılmış. Hükümranlık, hakimiyet hiç kimsenin hakkı değildir. Bunu batılılar söylüyor. Muntesku mesela diyor ki; hakimiyet, egemenlik hiç kimsenim hakkı değildir. Hiç kimsenin bir hakkında karar verme yetkisi olamaz. Ama diyor ceza konusunda bu bir zorunluluktan kaynaklanıyor diyor başka yapacak bir şey yok. Orada devlet ne yapacak? Takdir edecek. İşte ben de burada diyorum ki burada bir zorunluluk yok. Ceza belirleme yetkisi hiç kimseye verilmemiştir. Ceza belirleme yetkisi kime verilmiştir? Suçluya verilmiştir. Ne yaparsan karşılığını bulursun. Yani cezayı vere kimdir biliyor musunuz? Suçu işleyendir. Yaptığın şey sana geri dönüyor. Şimdi onun örneğini vereyim daha güzel olacak herhalde. Sırası gelince söylemeyiz bunu. Mesela kuranda iffete iftira cezası var. Nedir bu? Bir kişinin zina isnadında bulunması. Bir kadına zina isnadında bulunması. Kurandaki örnek bu. Ve bunu ispat edemiyor. 4 şahitle ispat etmesi lazım. Zina isnadında bulunuyor ama ispat edemiyor. Yaptığı şey nedir bu kişinin? Diyor ki; o, benim isnad da bulunduğum kişiye 100 celde yani zina cezası uygulayın demek istiyor öyle değil mi? İspat etmiş olsa uygulanacak herhalde. Yapı bu. Peki ispat edebiliyor mu? Edemiyor. Ne olması lazım? Düşünüyorum şimdi genel ilkeler bağlamında. Bu adama yaptığı şeyin aynısını yapsak. Yani bu adam bir iftirada bulunuyor, biz de ona iftirada bulunacağız. Yani misliyle. Bu misil mümaselet değildir ki. Ona bizim ceza vermemiz lazım. Onun için bu seyyie olmayabilir. Adam kötüdür, söyle. Adamın umurunda değil. Evet doğru der. Ben zaten böyle bir adamım derse ne yapacaksın? O zaman ceza olmadı. Az önce söylediğim ayetlerde iki önemli kelime var. Biri misil, bir de seyyie. Ceza her halükarda suç işleye fail için kötülük olmalıdır. Peki tersini yapsak? Tersi nedir? Adam bir isnatta bulundu, kötü bir şey söyledi. Siz, ona iyi bir şey söyleyeceksiniz. Ceza hiç olmaz. Yani ne tersiyle ne zıddıyla. Peki olması gereken ne? Olması gereken burada, ispat edemeyeceği şeyin altında kalıyor. Yani önerdiği ceza kendisine geri dönüyor. Önerdiği ceza neydi? O kişi zina etmiştir, ona zina cezası uygulanması gerekiyor. İspat edemeyince kendisine geri dönüyor. Dönen ceza nedir? İşte zina cezasının aynısının uygulanması. Yani orada 100 idi burada 80’e düşüyor. Sebebi malum. 20 eksilmesinin de sebebi var. Çünkü kendisinin orada şahitliği. Hadi sen doğru söylüyorsun. Dört tane adam bulamadın ama senin payını düşelim. Sen doğru söylüyorsun gibi bir yapı var. Ama ceza işte önerdiği şey kendisine dönüyor. Sadece bununla mı sınırlı? Hayır. Ayetin devamında diyor ki; “onlar fasıktır”. Başka? “Onların şahitliğini kabul etmeyin” diyor. Bu nereden çıktı? Çünkü bu adam, bu isnatta bulunurken o kadının toplum nezdinde itibarını sarsıyor. Kendi itibarı da sarsılması lazım. Fasık, itibar sarsıcı bir kelimedir. Ve bu söylediklerimiz şey olarak düşünürseniz. Yani bir hukukun uygulandığı bir yapı olarak düşünürseniz o fasık kelimesi belki TC’si ile girdiği zaman karşısına çıkacak adamın. Kusura bakmayın siz buraya işlem yapmaya devam edemezsiniz diyecek. Neden?
FATİH ORUM: Üç kişi veya iki kişi olsa ceza yiyecek. Bunlar doğru söyleseler bile ceza yiyecekler. Doğru söyleseler bile şahitliklerini kaybediyorlar. Bunun da bu ceza sisteminde yeri var mı? Bu adamlar gerçekten doğruyu söylüyor olabilirler mi?
SUAT ERDOĞAN: 3 kişi mi 4 kişi mi?
FATİH ORUM: 2 kişi olsun 3 kişi olsun.
SUAT ERDOĞAN: O yalan şahitlik bulunanların durumu ne olacak mı diyorsunuz?
FATİH ORUM; Bu adamlar doğru sözlü olabilirler. Nisabı tamamlayamadığı için ceza yiyecek ve şahitliğini kaybedecek.
SUAT ERDOĞAN: Anladım. Şöyle olabilir Hocam. Harici bir soru ama şöyle düşünülebilir. Yani beraati zimmet asıldır malumunuz.
FATİH ORUM: Yine bir şeyi ihlal ediyor yani.
SUAT ERDOĞAN: Tabi bereati zimmet asıldır. Yani o adam 4.kişiyi yani nisab miktarına ulaşamadığından dolayı ikide kalan o şahit ceza yani ıspat edilirse yalancı şahitlik yaptığı belki işlediği suça misil bir ceza onun için söz konusu olabilir. Ama bunun ıspat edilmesi lazım. Yani aslolan kişinin suçsuzluğudur. Son derece önemli bir şey
YAHYA ŞENOL: Örneğin bulunduğu ayeti isterseniz bir işaret edelim. Son anlatılan örnek olay Nur suresi 24. Surenin 4. Ayeti. Orada C.Hakk buyuruyor ki; NUR, 4.. Ayet: Vellezıne yermunel muhsanati: namuslu kadınlara zina iddiasında bulunan/iftirasında bulunan kişilere”, “sümme lem ye’tu bi erbeati şühedae: ve daha sonra 4 şahit de getiremeyenlere”. Ki burada bizzat kendisi olayı görmüş de olabilir gerçekten de. İki durumu da düşünmek zorundayız. Görmüş de olabilir, görmeden tamamen bir iftira da ediyor olabilir ama her halükarda 4 şahit getirmek zorunda. Kadının korunması için C.Hakk böyle bir şart koymuş. 4 şahit de getiremiyorsa ne yapacağız bu adama? Bunun cezası ne olacak? Suat Hoca’nın da biraz önce söylediği gibi eğer bu ispat edebilseydi kadına ne ceza verilecekti? Bir üst ayette anlatılan, 2.ayette anlatılan atılan 100 celde 100 sopa cezası verilecekti. İspat edemediği için ama kadını da zan altında bıraktığı için bu cezanın kendisine dönmesi lazım. Ama kendisinin de olayı gördüğünü kabul ediyoruz. Dolayısıyla 4 şahidin her birine 20’şer pay düşüyor. Bununkisi de 20, kendisi gördüğü için bunu düşürüyoruz. 4 şahit bulamadığı için 4 çarpı 20, 80 celde lazım. C.Hakk buyuruyor ki; fecliduhüm semanıne celdete: onlara 80 değnek cezası vurun”, “ve la takbelu lehüm şehadeten ebeda: ve bundan sonra da asla onarın şahitliklerini de kabul etmeyin”. Bir celde cezası yediler. 2: şahitliklerinin kabulünü kaybetmiş oldular. Yani bir daha güvenilir şahit olarak kabul edilmiyorlar. Bu niye? Çünkü kadını da toplum nezdinde küçük düşürdü itibarını sarstı. Allah da diyor ki; madem sen onun itibarını sarstın, toplum nezdinde senin de itibarın sarsılacak, “ve ülaike hümül fasikun: ve onlar fasıkların ta kendileridir” diyor. Fasık damgasını yapıştırıyor. Çünkü o da kadına başka bir damga yapıştırdı. Dolayısıyla ne yaptıysa karşılığını görüyor. Dediği gibi cezasını kendi belirlemiş oluyor.
FATİH ORUM; Belki orada Yahya Hoca’nın okuduğu “vel muhsanat” ifadesini namuslu veya namussuz ama korunma altına alınan yani Allah onları koruyor bir hak veriyor. Abdulaziz Hoca’nın dediği gibi pozitif ayrımcılık. Dolayısıyla orada kadın namuslu da olmayabilir belki. Gerçekten suçlu da olabilir. Orada muhsanat ifadesi belki de korunma altına alınmış o kadınlar olduğu için nisab doldurulmadığı için ceza verilmiyor.
SUAT ERDOĞAN: Veya şöyle de söyleyebiliriz. Hocam güzel bir konuya temas etti. Şimdi benim kanaatim şu: az önce belirttim. Genel ilkeler ve örnek çözümler. Peki bir erkeğe isnatta bulunulsa? Tartışılmış fıkıhta çünkü. Ben diyorum ki; kıyas değil benim yaptığım, genel ilkeler ve örnek çözümlere bakarak benzer bir ceza onun içi çıkabilir. Yani şunu ifade etmeye çalışıyorum. Az önce belirttiğim tâzir diye geniş bir literatür var ya. O kadar çok suç türü var ki günümüzde o kadar çok suçlar çıkıyor ki bizim görevimiz veya vazifemiz, tabi bu kanunlaştırma da olabilir. Yani suç ile ceza arasında mümaseleti gözetmek. Farklı cezalar belirlenmesinde temel ilkeleri gözeterek bir sonuca varmak. Yani buradaki, Hocamın az önce okuduğu ayetteki yapının ben bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bunun farklı varyantı da olabilir. Tartışılmış da zaten. Fakat burada benim belirtmek istediğim bir şey daha var o da şu. Fasıklığın yanı sıra şahitliğin kabul edimemesinin şöyle bir yapısı vat. Onun şahitliğinin kabul edilmemesinin anlamı bana göre şudur: o karşıdaki isnatta bulunulan kadının aslında söylenen bir yapıda olmadığının tescil edilmesi anlamına geliyor. Toplum nezninde tescillenmesi. O da madurun hakının yüzde yüz kendisine dönmesi anlamına geliyor. Yani madur hakları diye bir şey var ya günümüzde. Unutulan. Madur hiç yok. İşte bak madur hakkı. Bunun şahitliğinin kabul edilmemesi, karşı taraftaki kişinin masumiyetinin tescil ve ilan edilmesi anlamına geliyor. Bir şey daha söyleyeceğim çok önemli. Mesela batı literatüründe manevi tazminat diye bir şey var. Bizde de malumunuz insanlar birbirlerine bir şeyler söylüyorlar falan. Sonra öbürü tutuyor paralarla öbürlerine bilmem bir şeyler ısmarlıyor galiba. Yoğun bir şekilde para tazminat cezaları falan var ya. Batılılar şunu söylüyorlar; ya başka bir şey yapamıyoruz. Ama yapabileceğimiz tek şey paraya hükmetmek diyorlar. Bakın burada manevi tazminatın karşılığı manevidir. Tam manevi tazminatın karşılığı. Manevi olarak rencide etmiştir, onurunu kırmıştır. Aynı şekilde öbürünün de onuru rencide edilmiştir ve kadının masumiyeti de tescillenmiştir. Onun şahitliğinin kabul edilmemesinin manası budur. Onu da söylememiz lazım önemli. Bununla ilgili bir şey daha söyleyeceğim. Hocam’ın biraz önce bahsettiği bir olay var önemli. Mümaselet dediğimiz suç-ceza uygunluğu: bu sistemin, bu yapının şöyle bir özelliği var. Genelde batıda şu yaygındır. Cezalar caydırmak için verilir. Adalet teorisi var da pek güncelliği kalmamış. Yani bugün siz kime sorsanız batıdaki-ceza ile ilgili tarihte de böyle söylenmiş-cezaların varlık sebebi caydırmak. Peki İslam uleması bu konuda ne diyor? Aynı şeyi söylüyor. Cezalar caydırmak için verilir. Ben bunun tam tersini söylemiyorum da bunu ben şöyle ifade ediyorum. Bu önemli benim için. Cezalar caydırmak için verilmez. Cezalar caydırmak için verilmez. Eğer öyle olsaydı af olmazdı. Allah, aftan bahsediyor. Affın olduğu bir yerde caydırma nerden. Bakın bize Allah affı tavsiye ediyor. Yani en önemli suç kasten adam öldürme, uzlaşmada bahsediyor Allah. Uzlaşma olursa caydırma nasıl olacak? Öbür ayetlerdeki az önce genel ilke diye bahsettiğim ayetlerin hepsinde de önce cezalandırma değil de arayı bulmaktan, uzlaşmaktan bahsediliyor. Peki caydırıcılık özelliği yok mu bu sistemin? Var. Nasıl var? Aslolan suça uygun cezayı vermek. Yapısal olarak bu caydırıcıdır zaten. Tekrar ifade ediyorum. Yani bizim İslam ulemasının söylediği de budur. Yani modern zamanda yazılmış kitaplara baksak o da aynı şeyi söylüyor. İşte Abdulkadir Udeh’dir, Muhammed Ebu Zehra’dır, Avvame’dir hep aynı şeyleri söylüyor. Eski klasik kitaplarda da aynı şeyler var. Caydırmak için. Hatta şu klasik ifadelerdir; işte Allah kısas cezasını koymuştur, çünkü insanları caydırıcı diye, öldürmesinler diye. Zinaya koymuş, zinaya gitmesinler diye. Hep aynı mantıkla gidiliyor. Ben şöyle bir ifadede bulunuyorum şu sistem sonucu olarak. Suç ortaya çıktığı zaman ona uygun verilmesi asıldır. Uzlaşma ayrı bir konu. Eğer uzlaşılmayacaksa, yargıya intikal etmiş ise. Yargıya gitmeden önce uzlaşma kapısı açık. Hırsızlık olayı olmuş, el kesme cezasını gerektirecek mesela. Şartları var. Yargıya intikal etmeden önce uzlaşma kapsamındadır. Bununla ilgili bir örnek var. Peygamber(as)’a birisi geliyor. Ya Resulallah, benim elbisemi çaldı, içinde para olduğu da söyleniyor rivayerlerden o anlaşılıyor. Peygamber(as) da el kesme cezasına hükmediyor. Ya Resulallah, ben böyle olacağını düşünememiştim affettim. Bana gelmeden düşünseydin. Yani yargıya gitmeden önce bütün suçlar bir kaç tane istisna vardır doğrudan toplumu ilgilendiren toplum haklarıyla ilgili. Onun dışındaki suçların tamamında uzlaşma kapsamındadır. Ama yargıya intikal ettikten sonra suça mümasil uygun gereği olan, olması gereken cezayı vermek asıldır. Bu ceza yapısal olarak caydırıcıdır. Örnekten açıklıyor. Bir adam birisine isnatta bulunuyor zina etti diye. İspat edip edemeyeceğini herhalde biliyordur. Edemeyeceğim diyorsa bu işe girmez. Girer mi? Yani bir adam, ben bunu ispat edemeyeceğim, 4 şahidim falan yok. O zaman herhalde ağızını kapatır. Günümüzde insanların ağızının çok açık olmasının sebebi, suça uygun cezanın olmamasıdır. Rahat yani. Parası da var verelim ne olacak ki. Adama küfrediyor, sonra al para sana kardeşim. Kaç liraydı bu küfrün cezası? 100 lira. Al 200 lira, bir daha küfür edeceğim. Yani yapı bu. Bu nasıl caydırıcı olabilir ki. Ama benim söylediğim sistem o değil. Siz bir adama bakın genel ilkeler. Kıyas yapmıyorum. Çünkü cezada kıyas yoktur diye genel bir kanaat var. Ben de bu kanaatteyim. Bu kıyas değildir. Siz bir kişiye bu adam rüşvet yemiştir bu makamda, bu müdürlükte dediyseniz, benim söylediğim sistemde ispat edemezseniz size döner. Nasıl döner? Rüşvetin cezası ne ise siz onunla karşı karşıya kalırsınız. Yaptığınızın altında kalmak. Ya yükleneceksin, yüklenemiyorsan ezileceksin. Yani bir kişi karşıdakine bu adam rüşvet yemiştir diye söyleyecekse önceden bunu ispat edip edemeyeceği konusunda bir fikri vardır herhalde. Tamam, ben bunu ispat edeceğim diyor, o zaman söyler. Ama böyle bir yapısı yoksa ağızını kapatır. Yani günümüzdeki yapıda söylediğim gibi insanların ağızı açık konuşuyorlar. Bu benim söylediğim sistemde konuşmak o kadar kolay değil. Atarsın geri gelir. Bumerang diyorlar ya. Seni çarpıyor. Yani böyle bir yapı var. Bununla ilgili benzer ayetler de var ama ben üzerinde durmayacağım. Bu son derece önemli gerçekten. Şimdi kasten adam öldürmeyi geçtik herhalde. Bu bir vesileden dolayı buna gelmiştik. Kasten adam öldürme ile ilgili Bakara suresinde. Kasten adam öldürme suçunda şöyle bir yapı var. Kasten adam öldürme suçu kurandaki yapı, kamu kapsamının dışındadır her halükarda. Yargıya intikal etmiş olsa bile. Az önce bir şey söyledim. Yargıya intikal etmeden önce uzlaşma kapsamındaydı tüm suçlarda genel olarak ama kasten adam öldürme suçunda yargıya intikal etmiş olsa bile uzlaşma kapsamındadır. Yani maktul yakınları her halükarda suçluyla ne yapabiliyorlar? Uzlaşabiliyorlar. Böyle bir yapı var. Peki maktul yakınları kesin olarak dedi ki; hayır biz uzlaşmıyoruz. Nasıl bu, bizim yakınımızı öldürmüşse aynı şekilde o da öldürülecek diye bir hükme varmışsa o zaman olay bitiyor. O zaman benim söylediği mümaselet anlamında bir sıkıntı yok. Yani siz bir kişinin yaşam hakkını sonlandırdıysanız karşılığı ne olur bunun? 30 yıl hapis cezası! Alakası ne? Veya şu kadar para cezası. Hiç ilgisi yok ki. Yani birisini yok ettiysen sen de yok olacaksın. Herhalde çok kolay bir şey olmamalı. Elinize tetiği aldığınız zaman Allah muhafaza insanın aklına gelecek ilk şey şudur: tetiği çekiyorum ama galiba bir namlu da bana dönük. Uzlaşma kapsamında belki beni affederler. Nereden biliyorsun? Hatta diyor ki; affetseler bile şöyle bir yapı var. Dikkatimi çekmişti. Bu çalışmamda da yer alıyor. Sanki katil diyor ki öldürdüğü kişiye; bak seni öldürüyorum, yaşamın benim elimde. Öbür tarafta olay bitti mahkemede maktul yakınları onu temsil ediyor. Katili temsil ediyorlar diyorlar ki; senin yaşamın bizim elimizde. İstersek senin uçurabiliriz kelleni. Aynı yapı değil mi? O adam affedilse bile ölümü herhalde bütün hücreleri hissediyordur diye düşünüyorum. Affedilse bile. Affedilinceye kadar herhalde ölümü tüm iliklerine kadar yani yaptığı şeyin aynısıyla karşı karşıya kalmış oluyor. Zina ile ilgili konuşalım. Zinada nasıl bir yapı var? O da zina ile ilgili ayette Nur suresi. Şimdi batıda genelde şöyle bir anlayış var. Bizde de böyle bir anlayış genelde belli çevrelerde hakim malumunuz. Zina neden suç kavramında olsun ki? Burada madur kim? Kime karşı suç işlenmiş? Böyle bir anlayış var. Dolayısıyla zina suç kapsamında değerlendirilemez şeklinde bir anlayış var. Çalışmamızda bu epeyce detaylı bir şekilde anlatılıyor. Özet olarak bir iki cümleyle ifade edeyim. Hiç kimsenin az önce birisinin hayatını sonlandırmaya hakkı olmadığı gibi bu insanlardan oluşan toplumu da yok etme hakkı yoktur. Kuranda zina hep adam öldürme fiili ile birlikte, o suçla birlikte anlatılıyor. Zina etmek bir anlamda toplumu yok etmek anlamına geliyor. Yani gayrı meşru ilişki. Bir anlamda burada hukuka aykırı bir yapı var. Çok özür dilerim yani hukuki olan ile olmayan arasında şeklen bir fark yok ki zaten. Peygamber(as)’da soruyorlar; ya Allah’ın Resulü, eşlerimizle birlikte olduğumuzda bize sevap var mı? Var tabi diyor. Nasıl olur? Gayrı meşru olsa günah varsa bunda da sevap var. Aynı şey. Demek ki burada o kişilerin aykırı suç olan davranışı nedir? Hukuka aykırılıktır. Hukuka aykırı bir yapı içinde bulunuyor. Yoksa karşılıklı cinslerin bir arada bulunmaları hukuka uygun ise problem yok. Demek ki sizin hakkınız yok buna. Yani siz, geçmiş ile gelecek arasında, toplumu bir zincir olarak düşünürseniz o halkada birisiniz. Halkayı bozmaya hakkınız yok. Yani sonraki toplumu da yok etmeye, bozmaya. Kuranda böyle bir yapı var. Bu konu üzerinde çok fazla durmayacağım. Ceza ile mümaseleti karşılaştıralım. Zina fiili karşılığında kuranda ön görülen ceza nedir? Bedensel acı yani celde. 100 celde cezası var. Bir kişi hukuki olmayarak gayrı meşru bir şekilde bedensel hazza yönelmesinin karşılığını zıddıyla ne yapıyor? Karşılaşmış oluyor. Yani hukuki olmayan bedensel hazzın karşılığı, bedensel olarak bütün vücudu onu hissediyor. 100 sayısı üzerinde durmak istemiyorum. Celde kelimesi önemli orada. Cilde vurmak. Adamın kafasını gözünü kırmak değil yani. O belli bir prosedür şeklinde uygulanacak. O kelimenin seçilmesi çok önemli. Ben zaman zaman hep bunu düşünürüm. Allah’ın bazı kelimeleri özellikle seçtiği aşikar. O bir tesadüf değil yani. O kelimeyi seçip koymuş. İnsanın cildiyle ilgili kelime. Burada bir de şöyle bir yapı var. Sizden bir gurup onlara şahitlik etsin diyor. Acaba neden? Çünkü zina suçu az önce söyledim, doğrudan toplumu hedef alan bir suçtur. Madur yok burada. Karşılıklı bir rıza var ama toplumu ifsad eden. Dolayısıyla orada “sizden bir gurup” toplumun temsilcileri. “Sizden bir gurup”un manası budur. Sizden bir gurup onların acısına şahit olsun. Maalesef bu ayetteki yapı bizim fıkıh literatürümüzde bütün suçlara teşmil edilmiştir. Bana göre yanlıştır. El kesme cezasını adam Suud’da toplumun ortasında infaz ediyor. Efendim adam öldürme. Alakası yok. Hiç ilgisi yok. Bu sadece bu suçla ilgili. Neden var? Suçtan kaynaklanıyor. Suçun yapısından kaynaklanıyor. Dolayısıyla siz bir başkası için neden alenen iyilik yapıyorsunuz ki. Nereden çıktı? Neden öbür cezada alenilik diye bir şey? Hiç ilgisi yok. Buradaki alenilik suçun yapısından kaynaklanan bir sonuçtur. Az önce belirttiğim gibi toplumu ifsad etmenin karşılığında toplumdan bir gurup ona nezaret etmektedir. Başka bir ceza var. Az önce söyledim. Suçun içinde bir kaç öğe varsa cezada onların karşılığı var. Suçun içerisinde bir şey var. Az önce söyledim nedir o? Hukuka aykırılık. Hukuki olmayan bir şey yapıyor. Allah diyor ki; iffetli olsun. Bak birçok ayet var bu konuda. Yani kuranda kadın erkek ilişkileriyle, evlilikle, nikahla ilgili. Bunların tamamında hep iffet şartı öne çıkarılmıştır. Maruf şartı öne çıkarılmıştır. Bu şartları dinlemeksizin karşı cinslerin ilşkisinde meşru olmayan bir yola, hukuki olmayan bir yola tevessül etmekten dolayı bir mahrumiyet cezası geliyor. Nedir o? Hak mahrumiyeti cezası. Ayetin sonunda var “hurrimet zâlike mu’minin” yani? Hocam orayı okuyabilir misin?
YAHYA ŞENOL: Nur suresi, 24.surenin 2.ayetinde C.Hakk, zina eden erkek ve kadının cezasını açıklıyor. Buyuruyor ki; NUR, 2. Ayet: Ezzaniyeü vez zanı: zina eden kadın ve zina eden erkek”, “feclidu külle vahıdim minhüma miete celde: bunlardan her birine 100 celde cezası vurun”. “ve la te’huzküm bi hima ra’fetün fı dınillah: Allah’ın bu cezasını uygularken de sakın ola onlara avıma göstermeyin” bu uygulanacak. Allah dediyse yapılacak bu. “İn küntüm tü’minune billahi vel yevmil ahır” ve çok sıkı bağlıyor Allah bunu. “Allah’a ve ahirete inandım diyorsanız bu konuda herhangi bir acıma falan göstermeyeceksiniz. Bu ceza uygulanacak. “Vel yeşhed azabehüma taifetüm minel mü’min: ve müminlerden bir gurup da bu cezanın uygulanışına şahit olsunlar”. Tolumu temsilen. 3.ayette devam ediyor Allah NUR, 3.. Ayet: “Ezzanı” zina eden erkek var ya, “la yenkihu illa zaniyeten ev müşrikete” bu adam, ya kendisi gibi zina etmiş bulunan kadınla yada müşrik bir kadınla evlenebilir ancak. Niye? Çünkü Allah’ın evlilikte şart koştuğu o iffet/namus şartını bu adam zedelemiş, kaldırmış. Dolayısıyla bu şartı taşıyan birine layık değil artık. Kendisi gibi bu şartı kaldırmış, tanımamış birisi ile ancak evlenebilirsin diyor Allah. Kadın için de aynı ceza geçerli. “Vezzaniyetü: zina etmiş kadın da”, “la yenkilhuha illa zanin ev müşrik” bu kadını da diyor ya kendisi gibi zina etmiş bir erkek ya da müşrik bir erkek nikahlayabilir. “Ve hurrime zalike alel mü’minın” bunlar yani zina etmiş kadın ve zina etmiş olan erkek diğer müminlere yani zina etmemiş olan diğer müminlere haram kılınmıştır. Bakın işledikleri suça denk bir ceza. Namus şartını ortadan kaldırdıkları için bunlar kendi elleriyle, namuslu olanlarla da evlenme haklarını yitiriyorlar.
SUAT ERDOĞAN: Yani işledikleri suçtan dolayı bir mahrumiyet cezası ile karşılaşıyorlar. Hangi konuyla ilgili? Evlilik konusu ile ilgili. Neden? Çünkü konu o. Kadın erkek ilişkisi, nikah konusu, evlilik konusu. Yani farklı bir şeyden ceza almıyor. Ama maalesef, size şunu söyleyebilirim bu Hocamın okuduğu ayetin devamındaki müminlere onlar haram kılınmış şeklindeki ibare nesh edilmiştir diye genel bir kanaat var. Böyle bir yapı yok. Ebu Davud’da geçen bir hadis var. “Ezzani mecludu la yenkihu illa misliha” şeklinde geçen bir hadis var. Hadiste diyor ki; zina suçundan dolayı celde cezası almış biri ancak kendi mümasili biriyle evlenebilir diye bir hadis var. Tam benim söylediğimi ifade ediyor. Hadiste de aynısı var. Bir hocamızın bana söylediği bir şey vardı. İşine gelince nasıl da hadisi aldın falan diye. Ben aldım, sen ne yapacaksın? Hadi ben aldım. Bütün hadisleri alıyorum. Peki sen bu hadisi ne yapacaksın? Ebu Davud’da geçiyor. Buyur bakalım. Diye bir yapı var. Zannediyorum bu recm konusu sorulacak ama recm konusunu da ben şöyle ifade edeyim. Yani kurandaki 100 celde cezası üzerinde durduk. Peki recm cezası nedir diye bir iki cümleyle ifade edeyim. Lut(as)’ın kavminin başına gelen bir ceza var. “Ve emterna aleyha hicareten min siccil”. Yani Lut(as)’ın cezalandırılması recm dışında bir şey değil ki. Aynısı. Tevratta da aynı şeyler var. Peygamber(as)’ın uygulamaları var. Şunu söylemek istiyorum. Ya şimdi çok sayıda hadis var. Siz bunları hepsini görmezden gelmeniz mümkün değil. Yani benim kanaatim şu. Recm cezası, kuranın genel ilkeler diye belirttiğimiz yapıya uygun mümasil bir cezadır. Ama kuranda o bu şekilde yine misil, genel ilkelerle gene ilintili, uygun bir şekilde nesh edilmiştir. Benim kanaatim o. Yani recm cezası bazılarının söylediği gibi külliyen hiç yoktur. Peygamber(as)’ın uygulamaları bunları tamamen uydurma hadisler. Böyle bir kanaatim asla yok. Var. Lut(as)’ın kavminin cezalandırılması da aynı şey. Şöyle de bir kanaatim var. Recm cezasıyla kurandaki 100 celde cezası arasında bir mümaselet var. Tamamen birbirinden ayrı şeyler değil. Az önce söylemiştim 100 celdeyi konuşmayalım diye ama söylüyorum. Detayını çalışmamızda görebilirsiniz. Kanaatimce oradaki 100 rakamı da bir kişinin hükmen ölümü anlamına gelir. Böyle bir kanaatim var. Şimdi hırsızlık üzerinde duralım.
YAHYA ŞENOL: Ona geçmeden şeyi de ifade edelim. Soruldu tabi tevbe şartı var mı yok mu diye. Atlamayalım onu o zaman. Soru cevaba bırakmayalım. Aynı surenin 5. Ayetinde C. Hakk hem o zina yapanlarla hem namuslu kadınlara zina iftirası bulunanların ikisini birden kapsayıcı şekilde müstakil bir ayet göndermiş diyor ki; NUR, 5.. Ayet: İllellezne tabu mim ba’di zalike: bu fiilleri yaptıktan sonra tevbe edenler”, “ve aslehu: durumlarını da düzeltenler” hani yapmış ama tevbe edip bir daha da yapmadığını gösterecek şekilde iyi tavır/durum gösterenler ne olur? “fe innellahe ğafurur rahım; Allah da gafur ve rahimdir”. Son derece affeder Allah. Affetme özelliği vardır C.Hakkın. Merhametlidir. Dolayısıyla burada o evlenme yasağı sanki yani namuslu mümin kadınlar ile evlenme yasağı kalkıyor. Tevbe edip durumunu düzelttiği için. Dolayısıyla bir tevbe etmediği halde ve durumunu düzeltmediği halde zina yapıp duran, o da neymiş canım diye adam veya kadınlarla ilgili yasak devam ediyor diyebiliriz biz buradan yola çıkarak. Yani kişi eş seçerken önce sorması gereken şeylerden biri bu olmalı. Bu konu hakkında ne düşünüyor? Ne var canım bu devirde hala böyle şeyleri mi konuşuyoruz diyen, bu tavırlardan dolayı rahatsız olmayan, onu mubah kılan insanlarla evlenme yasağı “hurrimet zâlike alel mu’minin” kapsamında duruyor. O tip insanlarla evlenmek haram olur. Çünkü Allah açık bir şekilde iki tarafında iffetli, muhsan yani kendilerini korumuş olmalarını şart koşuyor. Ama burada diyelim ki işte gençliğinde veya herhangi bir zamanında yapmış, tevbe etmiş, durumunu da düzeltmiş, iyi hal göstermişse onlardan bu yasağı kaldırıyor. Cezalarını yemiş oluyorlar ama o celde cezalarını. Namuslu müminlerle elenme yasağı hafifletiliyor onlar için. Bir de Suat Hoca’nın belki ekleyeceği bir şey daha var ama yer darlığında belki orayı atlamış olabilir. Allah, zina eden erkek ve kadına 100 sopa vurun dedi. Nisa suresinin 25.ayetinde, esir düşmüş olan kadınlarla ilgili de aynı konu anlatılırken diyor ki; onlar da evlendiklerinden sonra zina işlerlerse eğer onlara da “fe aleyhinne nısfu alel muhsanati minel azab” o azabın yani diğer erkek mümin ve kadın müminler için konulmuş olan cezanın yarısını çekmek zorundadırlar diye. Bakın 100, bunlara yarısı uygulanmalı 50. Niye Suat Hoca?
SUAT ERDOĞAN: Az önce belirtmiştik. Ceza verilirken bazı kriterler var. Suçun sıfatı. Bunun zıddı da var peygamber eşleriyle ilgili. Neden böyle? Yani suç işleyen kişinin sıfatına da bakılacak. Suç işleyen kişinin sıfatı yani bu peygamber eşleri ile ilgili epeyce bir şeyler söylenmiş. Ben baktım ona. Benim kanaati şu. Peygamber eşleri tabi faraza oradaki ifade. Böyle bir şey yaptıkları zaman sadece normal bir insanın zinasının dışında üzerindeki elbiseden, sıfattan, peygamber eşi olma sıfatına halel getirmekten dolayı artı bir ceza ile karşılaşıyor. Onun için şöyle bir kanaatim var. Sıradan bir insanın suç işlemesi ile toplumun önüne çıkan, din adına konuşan yanlış yapan kişilerin katmerli olmalı diye düşünüyorum. Çünkü sen, bir de toplum önünde giydiğin bir elbisen var. Yani sen böyle konuştuğun zaman eğer yanlış yapıyorsan sokaktaki bir insanın yanlış yapması gibi değil. İnsanlar sana değer veriyor. Senin söylediğine göre amel ediyor. Dolayısıyla sen bilerek kasıtlı böyle bir suç işlediysen mesela bundan dolayı cezası da katlanır.
YAHYA ŞENOL: Nisa 25’de yarısı. Neye göre?
SUAT ERDOĞAN: Onların da şöyle bir yapıları var. Zina etmeye daha uygun sosyal bir statüde olmaları. Çünkü zaten bir esaret durumu falan da söz konusu. Özgürlükleri belli bir anlamda kısıtlanmış falan. Ondan dolayı o sıfatındaki eksiklikten dolayı burada cezanın yarısı şeklinde bir yapı var. Yani haksızlık gene yok. Ne yapmışsan aynısını gene görüyorsun.
Hırsızlık var. Girişte de söylemiştim aslında İslam ceza hukuku dediğimiz zaman el kesme cezasının dışındakiler konuşulmaz. Varsa yoksa bu. Yani konu ile ilgili zaman zaman bize sorular da geliyor. Yüzde doksanı el kesme cezası. Vatandaş el birliği etmiş bu eli kurtaralım falan diye. Ya kardeşim derdin ne yani. Yani kurtarmak için gayret, yoğun bir çalışma var. Ben diyorum ki insanın vücudunda bir sürü organ var. Kulak var, burun var, göz var, diş var el de onlardan biri. Kasten öldüren kişi kısastan öldürülüyorsa onun üzerine konuşsan mantığını anlayacağım. Adamı kurtaralım. Adamın yirmi tane organı var, biriyle uğraşıyoruz. Az önce söylediğim gibi bunun tek sebebi var. Hakim düşünce, kültür, modernitenin dayatması. Yani karşı taraftan o kültür diyor ya bedensel cezalar. Sakatlama diyor mesela. Nasıl sakatlanır, böyle bir şey olabilir mi filan. Bizim maalesef müslüman düşünürler de bu konuda ikiye ayrılmış. Bir kısmı kardeşim çaresi yok Allah böyle demiştir kesilecektir şeklinde, bir kısmı da işte söyledim. O kadar çok gerekçe var ki burada saysam onun üzerinde bir seminer yapılabilir. Yani o kadar çok onu kurtarmak için. Tam elini dememiş de çizginin şurası. Bir milim ilerisi mi gerisi mi falan. Allah diyor ki bir tane inek kesmenizi Allah size söylüyor. Diyorlar ki bu nasıl bir inek. İnek tarif edilir mi? Sokaktaki inek işte belli. Allah ne yapıyor? Bak, ceza aynı şekilde. Daraltıyor. Söyledikçe daraltıyor. Sen adım attıkça geri gidiyorsun. Orada da bir mümaselet var. Yani yaptığının gene aynı şekilde. Yani sen genişlemek istedikçe, işi yokuşa sürdükçe yoruluyorsun. Burada da böyle bir yapı var. Sorup duruyor. Allah işte el demiş ama acaba el nereden başlıyor. El bellidir. Veya çok farklı şeyler var. İşte bilmem farklı surede aynı kelime geçiyordu da. Ya bu Türkçede bile var. Mesela kangren olduğu için eli kesildi ile çakı ile oynarken elini kesti derseniz aynı şey değil ki. Yani niye öyle anlamaya çalışıyorsun? O ayette elini çizdi diye anlaşılır farklı anlamak mümkün değil. Meyve yerken elini kesip kopardı derse adama aptal derler. Bu nasıl bir meyve ise nasıl bir bıçak ise denir. Orada öyle anlaşılır burada böyle. Oradaki anlam öyledir diye burada da öyle olması mı gerekiyor? Ama adamın derdi o değil. Adamın derdi o işte dayatmanın altında ezilmiş fala kurtulmaya çalışıyor. Benim kanaatim, Peygamber(as)’ın çok sayıda uygulaması var. Onları görmezden gelemeyiz. Gelseniz bile kurandaki yapıdan farklı bir şey çıkmaz kardeşim. Genel ilkelerden bakın, örnek çözümlere bakın farklı bir şey çıkması mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim şartları var. Fıkıh literatüründe şartlar ileri sürülmüş el kesme cezasını gerektiren. Ben onu ayetlerden çıkarmaya çalıştım. Böyle bir yapı var, onu görebilirsiniz. El kesme cezasıyla ilgili şartların bir araya gelmesi çok zor. Yani bu sınırlı bir ceza olabilir. Gerçekten öyle. Bir de az önceki söylediğim uzlaşma var ya. Uzlaşmayı da işin içine katarsanız çok da fazla aslında şöyle bir yanlış anlaşılma var. Her hırsızlık el kesilecek. Böyle bir yapı yok ki. Peygamber(as)’ın kaybolan deve ile ilgili uygulaması var, onun bir mislini verecek diyor. Yine Peygamber(as)’ın meyveden bir kısmını alıp götürmüş falan misliyle ödetme o genel ilkelerle ilgili, bağlantılı bir ceza uygulaması var. Günümüzde gerçekten son derece önemli ekonomik suça ekonomik ceza diye bir yapı var. Eskiden çeklerle ilgili malumunuz bu ticarette insanlar hapse atılıyordu çok sıkıntı oldu galiba. Parası çok olanlar bir şekilde işi hallettiler falan. Şu anda ekonomik suça ekonomik ceza sloganı güzel. Bence doğru. İlkelerimize uygun. Ama onlar ilkesel bakmıyor. Onların ilkesel yaklaşımı yok. Onları böyle bir sonuca gitmiş olması belli kesimlerin bastırmış olmasından falan kaynaklanıyor. Evet el kesme cezasını gerektirmeyen, şartları oluşmadığı için ekonomik suçlarda yani mal varlığına karşı işlenen suçlar da ekonomik olmalıdır. Yani sen bir adamın arabasını alıp götürmüşsen arabanın değeri 10 bin liraysa mesela. Arabayı yok etmişse. Tazmin ceza değildir. Az önce anlattım. Peki cezası ne? Değeri ne ise o. Yani bu sistemde çok masraflı. Devlet şu kadar harcama yapıyor. Oradaki insanların yiyecekleri, barınmaları falan. Bizim söylediğimiz sistemde ceza hukukunun getirisi var. Özellikle mal varlığına yönelik suçlarda, o söylediğim ikinci ödeme, toplum hakları karşılığında bir fon bile oluşturabilir. Böyle bir yapı var. Hızlı bir şekilde şeye geçelim Hirabeye. Terör suçu. Malumunuz orada farklı bir yapı var. Kuranda bu çok ilginç gerçekten. Az önce söyledim kelimelerin seçiciliği. Âdi suç dediğimiz suçlatın tamamına Allah kuranda zulüm kelimesi ile ifade ediyor. Ama terör suçlarını fesad kelimesi ile ifade ediyor. Orada organize bir yapı var. Adamın karşıdaki kişi ile husumeti vardı gitti onu öldürdü. O, âdi bir suçtur, zulüm kapsamındadır. Ama birisi çıktı tetriş olayı diyoruz ya terör olayı. Kimliği önemli değil. Onun derdi ne? Toplumda kargaşa yaratmak. İşte o fesad kapsamındadır. Dolayısıyla fesad kapsamında öldürdüğü zaman orada öldürme fiili var. Karşılığında öldürme cezası var. Süremiz azaldığı için hızlı bir şekilde geçiyorum benim kanaatim şu: fesad kapsamındaki fesad suçu genelde tek başına işlenen suçlar değildir. Organize bir suçtur. Liderlik konumundaki kişilerin belki asılması söz konusu olabilir şeklinde bir yaklaşımım var. Yani öldürme her halukarda var. Yani terör kapsamında öldürmüşse öldürülür. Öldürmemiş mal varlığına, yağma yapmış insanların malını mülkünü falan. Az önceki şey neydi hırsızlıkta? Eli kesilecekti. Burada bir de ayak var, ayak nereden çıktı? Suçun yapısı değişti. Hep taa başa dönüyorum. Suç ne ise ceza da onun iz düşümü. Mümasili. Siz suçu fesad kapsamında işlerseniz, toplumsal barışı tehdit kapsamında ayağınızı atarsanız. Hani işgal etmek deyince akla hangi organ geliyor? Kulak gelmez herhalde. Bit ülkeyi işgal etti. Nasıl işgal ediyor? Yani adam isterse tepesinin üstüne atlasa ayak bastı oluyor. Öyle değil mi yani. Hırsızlıkta el. Az önce söylemeyi unuttum. El vücutta mülkiyeti temsil ediyor. Temsilidir. El, vücutta mülkiyeti. Temsili bir cezadır. El kesilme cezası işlediği suça uygun. Sen başkasının mülkiyet hakkını, mülkiyete sahip olma, tasarruf etme hakkını yok ettiysen seninki de temsili olarak yok ediliyor. Burada yapı değiştiği için toplumsal barış fesad kapsamında olduğu için el ile birlikte ikinci bir ceza geliyor. Nedir o? Ayak kesme cezası. Peki öldürme yok, mal varlığına yönelik bir şey yok ama insanları korku, fetiş olayı filan, sıkıntı meydana gelmiş falan, bir korkuya sevk etmiş. O zaman ceza nedir? O zaman da ayetteki “ev yunfev minel ard”. Minel ard dediği ne? Nerede o suçu çıkartmış ise oradan uzaklaştırılmak yani sürgün cezası. Anlamı şu kanaatimce: sen birilerine orayı yaşanmaz hale mi getirdin? Sen de burada yaşayamazsın kardeşim. Çık git bilmem nereye. En ücra köşede sürgün cezası falan diye bir yapı var. Bu söylediğimiz hadise de terör suçu söyleyeceklerim bunlar. Peygamber(as)’ın içki “hamr” yani sarhoşluk veren maddelerle ilgili uygulaması var. Bu benim için son derece önemli oldu. Sebebi şu; kuranda içki yasaklanıyor ama cezası yok. Uygulama Peygamber(as)’da. Söylediğim ilkelerle çok büyük benzerlik arz ediyor. Bedensel bir suçtur. İçki içen başkasını madur etmiştir filan. İçki içen kişi şunu yapmıştır. Bu çok tartışmalı bir konu malumunuz. İçki içen kişi, ben aklımı bir süreliğine şuraya koyuyorum. Böyle bir hakkın yok. Bunu yaparsa cezasını görürsün. Bir süreliğine benim aklım burada kalsa? Hayır sen, toplumda yaşayan bir fertsin. Yani burada şunu söylememiz lazım. Muhtemel şeylerden dolayı ceza verilmiyor. İçki içtiği anda yaptığı şeyden dolayı ceza veriliyor. Yani bu adam içki içerse sarhoş olursa ilerde şunu yapar, kaza yapar. Bundan dolayı değildir buradaki ceza. O suçu işlediği anda ben aklımı geçici olarak bırakıyorum. Buna hakkınız yoktur. Çünkü siz toplumda yaşayan bir insansınız hep aklı başında olarak. Böyle bir insan yaratılıştan varsa onun konumu farklı zaten. Cezayı ehliyeti yok anlamındadır. Peygamber(as)’ın uygulaması da 40 celde. Farklı hadisler var. Bazen diyor ki biz onlara elbiselerimizle, ayakkabılarımızla vurduk falan. Birinde 40 kadar ifadeleri var. Malumunuz daha sonra bu konuşulmuş sahabe arasında işte Hz. Ali, Hz. Ömer diyor ki; bunlar çok aşırı gittiler, çok içmeye başladılar ne yapsak acaba? 40 yetmiyor bunlara 80. Ben, bunun doğru olmadığı kanaatindeyim çalışmamda var. Hz. Ali’ye atfedilen başka bir rivayet de var. 40 olduğunu söyleyen Hz. Ali ile ilgili bir rivayet de var. Ben 40 olduğunu düşünüyorum. 40 da tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Ayetteki geçen rakamların tesadüf değil hepsinin bir anlamı olduğunu söylüyorum. Hatta yahudilerin beyti makdise girmemekten dolayı aldıkları 40 yıl cezanın da anlamının var olduğu. Bak burada da var. Bunlar tesadüfi şeyler değil. Allah’ın ayeti. Oradaki sayılar zaten fıkıh usulünde de son derece önemlidir aksi söylenemez şeklinde bir yapı var. Onun da önemli olduğunu düşünüyorum. Bir kişi bedensel olarak zevk amacıyla hamr dediğimiz uyuşturucu da onun içindedir. Uyuşturucu da hamr kapsamındadır. Hamr kelimesi tamamen insanın aklını başından alan sarhoş eden şeylerin hepsini kapsıyor. Cezası da yine bedensel olarak tecelli ediyor. Son bir iki cümle ile onu da söylemezsek herhalde eksiklik olacak. Hızlı bir şekilde bitireyim. Mürted ile ilgili bir yapı var. Özellikle çalışmamın içine dahil ettim. Malumunuz bu konuda bizim literatürümüzde mürtedin öldürüleceğine dair bununla ilgili “men beddele dinehu faktulu” şeklinde hadisler var. Hadis olduğu söyleniyor. Öldürüleceği şeklinde kanaatler var. Konu ile ilgili üç tane ayet var. Ayetlerde ölümle ilgili bir şeyden bahsedilmiyor. Hadislere dayanarak böyle bir sonuca gidiliyor. Bununla ilgili ben şunu söyleyebilirim; başka bir hadiste “el mufarikul lil cemea” hani 3 sebepten dolayı insanın kanı helal olur şeklindeki hadiste bir ifade var. Cemaati terk eden ve karşı tarafa efendim nasıldı o? Yani “men beddele dinehu faktulu” şeklindeki hadisin diğer hadisle birlikte düşünüldüğü zaman şöyle anlamak “el mufarikul lil cemea et tarikul dini” dinini terk ederek cemaati terk ederek düşman tarafında yer alması ve müslümanlara karşı muharib durumda olması. Savaşırsa onunla savaşılabilir. Öldürebilirsiniz. Öbür hadisi de onun kapsama alanı içerisine almakta bir mahsur olmadığını düşünüyorum. Yani hadislerden de mürtedin öldürüleceğine dair sonuç çıkartmak mümkün değil. Zaten bizim literatürümüzde de mürted ile ilgili konular hep siyer konularında, darul harbe irtihak eden kişi ile ilgili fıkıh kitaplarında da böyle konularda ele alınmaktadır. Hanefiler’de kadın olursa öldürülmez mesela, mürted de olsa öldürülmez. Sebebi de şudur: muharib değildir falan denilir. Yani benim ulaştığım sonuç, kurandaki yapı da bu zaten. Allah diyor ki dinini terk eden kişinin dünya ve ahirette. Hem dünya var bakın. Mürtedin dünyevi cezası nedir? Müslüman olmaktan dolayı elde ettiği sosyal ve ekonomik bir şeyleri varsa onları kaybeder. Başka? Başkası da işte lanet diyor ayet. Lanet nedir? Dışlamak. Yani bunun yaptığının kabul edilmemesi, tel’in edilmesi. Bunun dışında herhangi bu şekilde bir şeye ulaşmak mümkün değil. Zaten şunu da söylememde bir beis yok diye son olarak bunu da ifade ediyorum. Çalıştığım şeylerden ulaşabildiğim sonuç şudur. Ulaştığım son netice şudur: öldürmeyen kişiye ölüm cezası vermek asla mümkün değildir. Ya bu adam ne yapmış da öldürüyorsun ki? Diyor ki; dinimizi korumamız lazım. Onu öldürerek dinini mi koruyacaksın? Yani birisini öldürüyorsun ve dinin kalıyor. Yani onu öldürürsem öbürleri çıkmaz. Onları korkutuyorum, sakın ha siz de çıkayım falan demeyin, onun gibi olursunuz. O zaman zorla mı tutuyorsun onları? Bırak giden gitsin. Bunun bir mantığı da yok aslında. Kendi içinde böyle tutarlı bir yapısı falan da yok. Sünnetten de böyle bir sonuç çıkarılacağı kanaatinde asla değilim. Kurandaki yapıda bu dünyevi ve uhrevi yapıp ettiklerinin yok edilmesi veya varsa dünyevi haklardan mahrum edilmesi şeklinde bir sonuca ulaşmak mümkündür. Söyleyeceklerim bundan ibaret. Teşekkür ederim.
SORU: Hocam, eşlerden bir tanesi insanlardan uzak bir yerlerde eşini zina yaparken yakalarsa. Yanında bir ya da iki şahit var. Ya da tek kendisi gördü. Bir şeyle isnad da edemiyor ne yapabilir?
SUAT ERDOĞAN: Bizim anlattıklarımız genelde şeyle ilgili. Benim anlattıklarım, iş yargıya intikal ederse mahkeme ne yapacak konusunu anlatıyorum. Sizinki biraz da o mahkemenin dışında bir yapı. Herhalde kendisi karar verebilecektir diye düşünülebilir. Ama şöyle de bir yapı var. Zaten zina durumunda eşler için günümüzdeki medeni kanunda da böyle bir yapı var. Bir boşanma sebebidir.
SORU: Şahit getiremezse?
SUAT ERDOĞAN: Şahit getiremezse? İşte yapı bu maalesef. İspat edemediği zaman ceza ile karşı karşıya kalacağına göre ayrılmak diye de bir şey var herhalde. Düşünürse kendisi öyle bir şey de yapabilecek. Başka onun dışında bir şey söyleyemiyorum.
YAHYA ŞENOL: Nur suresinin 6,7,8 ve 9.ayetleri var direk bu konu ile alakalı. Buna islam hukukunda li’an veya mulaene ismi veriliyor. 6.ayette buyuruyor ki Allah NUR, 6.. Ayet: “Vellezıne yermune ezvacehüm: eşlerine bir zina iddiasında bulunan”, “ve lem yekül lehüm şühedaü: hiç bir şahidi olmayan”, “illa enfüsühüm: kendilerinden başka bir şahitleri olmayan”. Bu ne demek? Kendisi şahit, bizzat olayı gözüyle görmüş ama kendisinden başka 4 şahit daha lazım. Onların ne yapması lazım? İşte burada Allah, onlar için özel bir hüküm indirmiş. Diyor ki; “fe şehadetü ehadihim erbeu şehadatim billahi” konu yargıya intikal eder ve adam tam 4 kez. Bakın bulamadığı 4 şahidin yerine 4 kez şahitlik eder ki “innehu le mines sadikın” doğru söylediğine dair hakimin huzurunda 4 kere yemin eder. Allah’a yemin olsun ki ben bunu gözümle gördüm. NUR, 7.. Ayet: “Vel hamisetü: beşinci kez” ”
enne la’netellahi aleyhi in kane minel kazibın: eğer yalan söylüyorsam Allah”ın laneti benim üzerime olsun” bu şekilde adam olayı bitirir. Kadına ne olacak? NUR, 8.. Ayet: Ve yedraü anhel azabe” kadından da yukarıda belirtilen zina suçu kalkar. Hangi şartta? Adam şahitlikte bulundu. Peki tamam. Suçu sabit mi kabul edeceğiz. Hemen kadına 100 celde mi vuracağız? Hayır. Kadın da şöyle derse ceza kendisinden kaşkar; “en teşhede erbea şehadatim billahi” Allah üzerine yemin ederek 4 kere şahitlik edecek ki “innehu le minel kazibın: Allah’a yemin olsun ki kocam yalan söylüyor”. NUR, 9.. Ayet: “Vel hamisete: beşincisinde ise”, “enne ğadabellahi aleyha in kane mines sadikın: eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabı benim üzerime olsun”. İşte bakın karşılıklı lanetleşme muleane veya liane deniyor buna. Bu şekilde hakim de bunların ayrılmasına karar veriyor. Ama kesinlikle bu yargılama esnasında dışarıya taşmayacak. Erkek bunu sadece hakimin huzurunda ikrar edebiliyor. Kalkıp dışarıya, boşandıktan sonra karısının farklı bir şekilde damga yememesi için bunu ilan edemez hiç bir şekilde. Ben gördüm valla yaptı ama ispat edemiyorum diyemez. Dediği an yukarıdaki 80 celde cezası ve ebediyen şahitliğinin kabul edilmemesi cezasıyla karşı karşıya kalır. Gizli tutmak zorunda. Görmüşse ayıracak. Mihiri vermeye bilir bu durumda işte.
KATILIMCI: Eşi bunu gizli yaptığında toplum nezninde hiç suçu yok yani.
YAHYA ŞENOL: Gizli yapılan, ispatlanamayan şeye zaten suç denmez. Eş yakalarsa boşanacaklar isterse erkek. İsterse boşanır, o esnada da eşine verdiği mihiri geri alır. Vermediyse de ondan sonra vermesi gerekmez.
FATİH ORUM: Yahya Hoca’nın söylediği şey kadının boşanmaya yanaşmaması veya erkekğin artık bu evliliği devam ettirmek istememesi durumunda. Yoksa sineye çeker, tamam ben devam etmek istiyorum evliliğe der. O nikahı düşürmez. O evlilik devam eder. Aynı şekilde kadın da erkeği yakalayabilir böyle bir şey. Dolayısıyla bu nikaha zarar verebilecek bir şey değil. Ama erkek, ben bunu kabul edemem ya mehirini ver bu işi bitirelim yargıya taşımayalım ama kadın, yok, taşı der ise o zaman işte.
SUAT ERDOĞAN: Zaten az önce de bahsetmiştim. Sahabeden birisi gelip Peygamber(as)’a söylüyordu ya. Peygamber(as) da önce bir ispat edersin ya da ceza. Çözüm bu şekilde. Yahya Hoca’nın söylediği gibi.
SORU: Hocam, daha önce bazı insanların şöyle dediğini işittim; İslam’da ya da kuranda tecavüz etmenin cezası olmadığı iddia ediliyor. Bunun cezası var mı zinadan ayrı olarak. İkinci bir şey: mürtedin cezalandırılmasında benim gördüğüm daha çok islam tarihinde kaç kişi mürted olabilir ki? Çok azdır müslüman olduktan sonra dinden çıkan. Daha çok müslümanların birbirlerini öldürmede bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz. Bugün Suriye’de işte birini öldüren ona diyor ki; mürted olduğu için öldürüyorum, yoksa müslüman öldürmüyorum. Bir de biraz önce eğer eşi zina ettiğini gördü de ona katlanıyorsa nikaha zararı yok dedi Fatih Hoca ama peki biraz önceki okuduğumuz ayette zina edenlerle namuslular evli kalamaz ayeti burada devreye girmez mi?
YAHYA ŞENOL: Evli kalamaz değil o, baştan evlenemez.
SUAT ERDOĞAN: Suç işlemiş cezasını da almışsa cezanın içinde bir de böyle bir yaptırım var. O devamı o. O söylediğiniz mürted ile ilgili konu: doğru söylüyorsunuz gerçekten. Maalesef şunu söyleyebiliriz: batıda da böyle islam tarihi boyunca da böyle olmuş. Toplumu râm etmek adına, toplumu sindirmek adına ceza hukuku her zaman kullanılmıştır. Günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Bu konuda da bana göre en büyük destekçileri de din alimleridir. Yani Mısır’da idam cezası veriliyor, müftü onaylıyor. Yani böyle bir yapı var. Hatta sizin söylediğiniz mürtedin dışında daha güzel bir kelime bulunmuş. Zındık kelimesi var o biraz daha sihirli kelime. Onun şöyle bir anlamı var: mürted de en azından tevbeye davet ediliyor. Yani adama diyorsun ki bak seni öldüreceğiz, üç gün süren var. Adam herhalde ben vazgeçmedim diyen var mı dünyada bilmiyorum çıkar mı bilmiyorum. Adam da diyor ki; öldürün, ben vazgeçmiyorum. Böyle birinin olduğunu pek tahmin etmiyorum. Belki de vardır. Ama zındıkta şöyle bir yapı var: tevbesi de geçerli değil. İman ettim dese hatta konu ile ilgili ilginç bir makale var. Akademik bir makale. Molla Lütfü’nün İdamının Fıkhıliği diye bir makale var. Molla Lütfü isimli bir alim var Osmanlı’nın son dönemlerinde. Önemli ulemadan birisi. Zındık damgasıyla idam ediliyor. Sultan Ahmet Meydanı’na idama giderken kelimeyi şehadet getiriyor. Çözüm değil ama. Malesef. Tecavüz ile ilgili bir soru vardı galiba. Bizim genelde hadler diye bildiğimiz cezalarla ilgili şu söylenir. İşte bunlar toplumda en fazla var olan ve en ağırları diye söylenir. Ben mesela orada şöyle bir itiraz getirmiştim kendimce: iyi de yani zina, karşılıklı rıza ama tecavüz daha fena bir şey. O daha ağır bir şey. Oysa orada yok. Demek ki Allah, örnek bazı cezalarda bahsediyor. İlla ki en ağırları burada toplumda en çok var olanları diye bir yapı yok ki. Peki tecavüzün cezası ne olmalıdır. Genel ilkeler burada. Örnek çözümler burada. Seyyie kelimesi çok önemli. Misil kelimesi çok önemli. Tecavüz eden kişiye misil, mümasil ve kendisi için kötülük olan, yaptığına benzer bir ceza verilmelidir. Bu konu ile ilgili bir arkadaşımız makale hazırlıyor. Adem Yıldırım. Bekliyoruz. Bir arkadaşımız bir makale hazırlıyor. Bununla ilgili farklı uygulamalar da var İslam tarihi boyunca. Tazir kapsamında. Artık duruma göre böyle bir şeyler verilmiş. Kanaatimiz o değil tabi. Tekrar söylüyorum. Genel ilkeler. Misil, seyyie kelimelerine bakarsak bir sonuca gitmek ister. Zihnimizde var ama şu anda söylemeyelim. Arkadaşlar çalışıyor bu konu ile ilgili.
SORU: Hocam, içkiye gelinceye kadar bütün suçların cezasını izah etmeye çalıştınız kuran ölçeğinde. İçki gibi çok önemli bir günahın kuranda cezasının olmaması. Hadislerle cezalandırdınız. Burayı tekrar açıklayabilir misiniz?
SUAT ERDOĞAN: Acaba içkinin cezasını Allah kuranda neden belirtmedi de Peygamber(as)’ın uygulamasına bıraktı? İşte bizim için güzel bir örnek. Örnek çözümler var dedim. Genel ilkeler var. Peygamber(as) da o genel ilkeler çerçevesinde bir sonuca ulaşmış. Peygamberimiz hangi konuda bize örnek olacak? Peygamber(as) bizim için üsveyi hasene değil mi? Hangi konuda? Yani insani olmayan vasıflarını siz yücelttiğiniz zaman zaten örnek olmuyor. İşte bak bu konuda bir örnek. Peygamber(as), bana göre yani benim ulaştığım sonuç: genel ilkeler, kuranın o ceza ile ilkeler, örnek çözümler, o suça misil bir ceza vermiştir diyorum. İşte biz de mesela arkadaşımızın sorduğu tecavüzün cezası ne olacak? Peygamberimiz’i örnek alacağız. Bak Peygamber(as) böyle yapmıştır. Yoksa her suçun cezasının kuranda yer alması zaten mümkün değil ki. Böyle bir şey olması mümkün değil. Bunlar örnek çözümlerdir. Peygamber(as)’ın uygulaması da örneklerin yani genel ilkeler çerçevesinde uygulamaktır. Peygamber(as)’ın bu yapısı bizim için de bir örnek. Biz de bir başka suç. Günümüzde suçlar sürekli fark gösteriyor. Öyle bir yapı var.
SORU: Hocam bir çok mealde Nisa 34’de kadınların dövülmesi ile ilgili dövün diye geçiyor çok mealde. Bu ceza olmuyor mu? Kişinin başka kişiye ceza uygulaması?
SUAT ERDOĞAN: Benim buraya kadar anlattıklarım yargı ile alakalı bir konu. Yani iş yargıya intikal etmiş, mahkeme nasıl karar verecek? Ama ev içinde çocuğunuz ile ilgili, ailenizle ilgili: o yargının konusu değil. O ailevi. Peygamber(as)’ın tavsiyeleri var, Allah’ın tavsiyesi var. Mesela Allah’ın nuşuz ile ilgili kadına karşı nasıl davranılacağı bir kaç aşamalı yapı var. Onu anlatanlar bunun içinde değil.
YAHYA ŞENOL: Ceza hukuku prensiplerinde zikredilmez bu tip şeyler.
SUAT ERDOĞAN: Farklı bir konu. Benim söylediğim yargıya intikal ettiği zaman olayı.
SORU: Belki biz de kaçırdık o meseleyi. Şimdi Suat Hoca konuşmasında recm vardır, ilgili ayetler recmi nesh etmiştir şeklinde bir cümle kurdu. Bununla tam olarak neyi kastettiğinizi soruyorlar. Veya nasıl der. Acaba orada bir kafa karışıklığı mı oluştu. Recm vardır derken neyi kastettiğnizi.
SUAT ERDOĞAN: Şöyle bir yapı var. Yusuf suresinde geçen bir hadise var malumunuz. Yusuf(as)’ın kardeşi Bünyamin’i bir plan dahilinde onların eşyasına kralın su kabını koyması ve çıkması sonucunda orada da sârık kelimesi “ve entum sârıkûn” durun bakalım hırsızsınız. Biz bir şey yapmadık falan. Neyi kaybetiniz? “Kâlû nefkıdu suvâal meliki”(YUSUF 72) Biz diyor Melik’in tasını kaybettik. Böyle bir yapı var. Peki bunun cezası nedir diye onlara soruluyor. Onlar da diyorlar ki “men vucide fî rahlihî fe huve cezâuhu” (YUSUF 74) kimin yükünde bulunduysa onun esir olması. Az önce ben ne anlatmıştım mümaselette? Yani siz başkasının mülkiyet hakkını elinden aldıysanız sizin mülkiyet hakkınızın elinizden alınması, köle olmanız anlamındadır. Roma hukukunda da bununla ilgili köleleştirme cezası var. Yusuf(as) söyleyen peygamber çocukları. Yani ben bunu tam bir sonuca ulaştıramadım ama ilk önceki şeriatlarda hırsızlık yapanın köleleştirme cezası olabilir. Mümaselete uygun zaten. Yani siz, bir kişinin mülkiyet hakkını yok ettiyseniz kölelerin mülkiyet hakkı yoktur. Onlar sadece bedenen vardır. Maddi varlıklardır. Mülk edinemezler. Tasarruf hakları yoktur. Tam suçun karşılığı. Recmde de böyle bir yapı olabileceğini imâ etmeye çalışmıştım. İşte Lut(as)’ın kavminin cezalandırılması işte recm dediğiniz bu. Farkı bir şey değil. Hatta ayette taş ifadesi de var. “Hicaretin min siccil”. Öyle değil mi? Aynı ifade burada var. Peygamber(as)’ın uygulamalarında da var. Tevratta da var. Ama şunu net görebiliyoruz; kurandaki son mevcut zina cezasının ayetlerdeki yapısı recm ile telif edilmesi mümkün değildir. Çok net ve açık.
YAHYA ŞENOL: Zaten Nisa suresinin 25.ayetine işaret ettik ya. Esir düşen kadınların evlendikten sonraki cezası o. O çok önemli. “Fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fahişetin” diyor. Evlendikten sonra bu suçu işlerlerse cezaları diğer insanlara uygulananın yarısı.
SUAT ERDOĞAN: Ölümün yarısı olmayacağına göre. Peygamber eşlerinde cezanın ikiye katlanması nasıl olacak? Yani kurandaki şu mevcut yapıdan recm cezasını çıkartmak, ikisine telif etmek mümkün değil. Önceki şeriatlarda var olan bir şeydir diye sonuca bağlıyoruz.
FATİH ORUM: Suat Hocamız’a çok teşekkür ediyoruz. Kırmadı bugün bizi istifade ettik. İnşallah seminerler fırsat buldukça devam eder.