ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli İzleyiciler, Fıkıh Müzakereleri başlıklı yayınımıza hoş geldiniz. İnşallah bugün, Kur’an’da Dindarlık konusunu işleyeceğiz. Bu dindarlık meselesi son derece önemlidir. İnşallah dersin sonunda bu konu çok iyi anlaşılır. Biraz sonra göreceğiz ki herkes kendisini mümin ve dindar zanneder. Belki bu size biraz garip gelir ama tekrar ediyorum: her insan kendini mümin ve dindar zanneder. Aynı şey cinler için de sözkonusudur. Biliyorsunuz Allah, insanları ve cinleri “bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. Dolayısıyla sorumlu olan iki varlık var: insanlar ve cinler. Kur’an’da bizim bildiğimiz ilk kafir İblis’tir. Ama Kur’an’ın bize bildirdiğine göre İblis’ten önce de kafir olanlar var. Çünkü cinler bizden önce yaratılmıştır. Melekler, cinlerin Allah tarafından bazı işkerle görevlendirilen kısmıdır. İblis de onlardan bir tanesidir. Birinci kat semada görevli. Allah, Bakara suresinde şöyle diyor; “ebâ vestekbera”. Yani Allah emir veriyor “Adem’e secde et” diye. Etmiyor. Ondan sonra diyor ki; “ebâ vestekbera ve kâne minel kâfirin: direndi, kendini büyük gördü ve kafirlerden oldu”. “Kafirlerden” deyince, demek ki ondan önce kafirler varmış, O da onların arasına katıldı. Bu, Bakara suresinin 34 ayeti. Ama Kur’an bize İblis’in nasıl kafir olduğunu anlatıyor. Araf suresinin 11. ayetinde diyor ki Allah; “ARAF, 11.. Ayet: Ve le kad halaknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu li ademe”. “Sizi yarattık”. Sizi yarattık derken: mesela şöyle ayetin metnini lütfen dikkatle takip edin. “Sizi yarattık, aynı zamanda şeklinizi şemayilinizi belirledik. Ve meleklere dedik ki; Adem’e secde edin”. Şimdi Adem’e secde edin emri veeilirken biz yaratılmış değildik. İddia eden hiç kimse olmaz. O zaman bizim şeklimiz şemayilimiz de belli değildi. Şimdi ayetlere bakarak arap dilinin özelliği üzerinde düşünmeden darklı anlam çıkaranlar oluyor. Arapçada iltifat denen bir sanat var. Tekil yerine çoğul, şimdiki zaman yerine geçmiş zaman, geçmiş zamandan gelecek zamana, böyle türkçede olmayan git-geller yaşanır. Burada aslında sizi değil de babanızı demek. Atanızı yarttıkndemek. Adem(as)’ın neslini yarattık, sonra Ona şekil verdik. Tabi yaratma: Adem(as) da bizim gibi döllenmiş yumurtadan yaratılmıştır. Ayetlerde var. Yeri gelince o ayetlerin de üstünde dururuz inşallah. İlk döllenme olduktan sonra şekil veriyor Allah. “sümme kulna lil melaiketiscüdu li ademe” Adem bir insan olarak ortaya çıktıktan sonra. Bunun ayrıntıları Bakara suresinde var. Adem’e Allah eşyanın bilgisini öğretiyor ve melekler Adem’i ondan dolayı kıskanıyorlar. Onu da işte biliyorsunuz Allah “yeryüzünde bir halife yaratacağım” diyor. Halife kelimesi türkçe olarak muhalif varlık demek. Muhalefet eden varlık demek. Onun için dikkat ederseniz herkes bir muhalefet içerisindedir Herkes kendini öne çıkarma gayreti içerisindedir. Çünkü yaratılışta bu vardır. Melekler böyle muhalif varlık dutunca çok rahatsız oluyorlar. “Yeryüzünde fesad çıkaracak birini mi yaratacaksın ya Rabbi” diyorlar ama “sen yarattığını güzel yaratırsın, bunun için için biz sana boyun eğeriz”. Sonra Allah Adem’e eşyanın bilgisini öğretiyor. Varlıkların içerisinde meleklerin bilmediği bilgiyi öğretiyor. Sonra meleklere diyor ki; “haydi bakalım, haklıysanız siz şu eşyanın durumunu bana bildirin”. Onlar da diyorlar ki; “subhaneke ilme lena inna ma allemtena: ya Rabbi bize öğrettiğinden başka bir ilim olmaz bizde ”. Buradan anlıyoruz ki Adem’e Allah bir ilim vermiş. Ondan sonra “inneke entel alimul hakim: bilen sen, doğru karar veren sensin” diyor. Ondan sonra Allah Adem’e diyor ki; “sen bu eşyanın bilgisini onlara bildir”. Yani bir tane taş görüyorsunuz, halbuki o taş değil de demir olabiliyor, başka bir maden olabiliyor yada kıymetli bir taş olabiliyor. Bir toprak görüyorsunuz, içeriğini bilmiyorsunuz. İşte Adem’e eşya bilgisini öğretiyor, eşyanın nasıl kullanılacağını öğretiyor. Yani yeryüzünün en bilgili kişisi olarak dünyaya geliyor Adem. Meleklere bu bilgiyi bildşrince tabi melekler Adem’i kıskanıyorlar. Kıskandıklarını da ayetten anlıyoruz. Bakara ayetinde 33. ayetinden. Onu bildirince Allah meleklere diyor ki; “kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ard:ben size demedim mi göklerin ve yerin gaybını bilirim diye”. Tani işte siz de görğyorsunuz bu şey ama onun içerisinde ne var, ne işe yarar bildiğiniz yok. “ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn: gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim” diyor. Sonra da meleklere diyor ki; “Adem’e secde edin bakalım”. Melekler için büyük bir imtihan. Bizde zannedilir ki melekler robot gibi varlıklardır, duygusal şey yoktur. Hayır. Melekler de bizim gibi imtihandan geçen varlıklardır. İmtihanı kazananı var kaybedeni var. Onun için ayete dikkat ederseniz ayrıntıya gerek yok bu ayet açık: BAKARA, 34.. Ayet: “Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe: meleklere dedik ki Adem’e secde edin”. İçinizde gizlediğinizi biliyorum diyor. Açığa vurduğunuzu biliyorum: açığa vurdukları “subhaneke la ilmelena: biz sana boyun eğeriz ya Rabbi, bizim bilgimiz yok. Bilen ve doğru karar veren sensin. Ama içlerinde gizledikleri ne? Adem’e karşı büyük bir kıskançlık. Çünkü “bu nereen çıktı? Daha yeni geldi, bizden daha bilgili”. O zaman diyor ki; “Adem’secde edin”. İşte imtihan hep böyledir. En nazik konularda Allah size emir verir. Onun için mesela bizim çok arzu ettiğimiz, istediğimiz konularda Allah karşımıza bir yasağı ile çıkar. Hangisini tercih ediyorsunuz: Allah’ın emrini mi? Kendi arzularınızı mı? İşte orada bütün melekler secde ediyor, İblis etmiyor. İblis melek olmasa böyle bir ayet olmaz. Hepsi secde etti İblis hariç. Araf suresinde 12.ayette Allah Çblis’e soruyor, diyor ki; ARAF, 12.. Ayet: “Kale ma meneake ella tescüde iz emartük: sana e rettiğim galde secde etmeni engelleyen ne oldu?” diyor. Zannedildiği gibi İblis melek olmasa şöyle derdi; “Ya Rabbi bana emretmedin ki, meleklere emrettin. Ben de cinim. Böyle bir soru sorulur mu?” derdi. Meleklerden hem de mukarreb meleklerden. Yani önemli görevde bulunan meleklerden. Secde etmiyor ve şöyle diyor. Buna lütfen çok dikkat edin bunu çok iyi anlamamız lazım. Diyor ki; “ene hayrum minh: ben ondan daha hayırlıyım”. Niye? “Benden kaynaklanmıyor ya Rabbi, senden”. “halaktenı min nar: beni sen ateşten yarattın”, “ve halaktehu min tıyn: onu çamurdan yarattın”. Ben şimdi ona secde edersem, aslında bu sana hakaret olur demeye getiriyor. Bu ayeti okurken, eskiden karayolu ile hacca giderdik benim bir şöförüm vardı. Ona derdim ki; “falan yerde mola vereceğiz”. Durmaz orada. “Ya niye böyle yaptın?”. “Hocam, ayaklarına kurban olayım” der ondan sonra. Ya kardeşim! Ayaklarıma kurban olmana gerek yok, dediğimi yap. Bu da aynen onun gibi. “Ya Rabbi, beni ateşten yarattın” diyor. Bakın Allah’a saygıda kusur etmediğini göstermeye çalışıyor. Dikkat edin. Bu çok önemli bir inceliktir. Bütün yoldan çıkışlarda bu mantık vardır. Buna iveç denir. Aslında yaptığı üçkağıtçılığı kamufle ediyor. “Ben ondan hayırlıyım. Niye? Benden kaynaklanan bir şey değil. Senden kaynaklanıyor ya Rabbi. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın”. Bir şeyin üstünü örtüyor. Sanki Allah ona emretmemiş de Adem emretmiş gibi. Ya rabbi senin emrini yerine getirmem demiyor. Ben seni düşünüyorum diyor. Kendim için istiyorsam namerdim diyor yani. Böyle yapınca tabi haşa C. Hakkı kandıracak hali yok. Ama sapıtmanın mantığı budur. Onun için ayetlerde vardır. Kendi kafalarına göre bir oyun kurarlar C. Hakka karşı. Ben bunu yaptım da kıvırırım. Allah’a saygıda kusur etmiyorum işte ya. Aslında oyunu Allah kurmuştur. Ne demek oyun? Yani sistemi O kurmuştur. Siz kafanıza göre nasıl sistem oluşturuyorsunuz! Ondan sonra diyor ki ARAF, 13.. Ayet: “Kale fehbıt minha: in oradan aşağı”, “fe ma yekunü leke en tetekebbera fıha fahruc inneke mines sağırın: orada büyüklenmeye hakkın yok. Çık. Sen alçaklardansın”. Burada İblis, Allah’a ortak koşuyor. Çünkü kendi nefsini birinci sıraya alıyor, Allah’ı ikinci sıraya. Allah’ı ikinci sıraya alanlar, Allah’a saygıda kusur etmediklerini gösterirler. Mesela 39.surenin 3.ayetinde Allah ile kendi aralarına evliyayı koyanlar, başkalarını kendine Allah’tan daha yakın görenler, “bizim, Allah’ın yanında yüzümüz yok, ancak onların aracılığıyla Allah’a ulaşabiliriz diyenler, Allah’ı uzak görüp onları daha yakın görenler şöyle derler: ZÜMER, 3.. Ayet: “…ma na’büdühüm illa li yükarribuna ilellahi zülfa”: biz bunlara niye kulluk ediyoruz: bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye. Yani “bizim Allah’a saygımız sonsuz. Böyle şey olur mu?”. Onun için bunların hiç birisi kendini müşrikten saymaz. İblis, Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni istiyor. Bundan da şunu anlıyoruz: demek ki melekler ölümlü varlıklar. Ölümlü varlıklar olmasa “beni kıyamete kadar yaşat” demez. Allah da “sen, kendisine süretanınanlardansın” diyor. Demek ki bir kaç tanesine öyle bir süre tanınmış. Ondan sonra da diyor; “doğru yolun üzerinde oturacağım: sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından gireceğim, çoğunun sana kulluk etmediğini göreceksin”. Şimdi bu genel bir yapı. Dikkat ederseniz, İblis yaptığı yanlışın farkında. Yoldan çıktıktan sonra “ya Rabbi ben sana saygıda kusur mu ettim” diyor. Demiyor? Çünkü yanlışının farkında olduğu için orada bir itirazı söz konusu değil. Ama arkasından, “beni bu hallere sokan benden beter olsun derim” diyor. Diyor ki; “ben de doğru yolun üzerinde oturacağım: önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından geleceğim, onların çoğusu göreceksin sana karşı görevini yapmayacaklar”. Böylece bir öc alma. Af dileyeceğine suçunu biraz daha ileriye şey yapıyor. Tabi kendine göre bir kurgu oluşturuyor. Ben şimdi bunları böyle yaparım yaparım, kıyamete kadar yaşama hakkım da var. Sonunda tevbe ederim giderim cennete. Ama bilmiyor ki böyle bir yeni yapı oluşur, bu yapıyı kolay kolay bozamazsınız. Bu kolay bir şey değil. Sigara tiryakileri kolay kolay sigarayı bırakamadığı gibi. Allah öyle bir din ortaya koyuyor ki. Allah’ın ilk öğrettiği Adem’e eşyanın bilgisi. Adem’şunu vahyettim demiyor. Son derece önemli. Eşyayı öğretiyor. Tabiatı öğretiyor. Tabiat nedir? Tabiat: Allah’ın yarattığı ayetlerden oluşur. Yani Allah’ın ayetleridir tabiat. Ve Adem’e Allah, yaratılmış ayetleri okuyor. Öğretiyor. Yaratılmış ayetler var, bir de indirilmiş ayetler var. İndirilmiş ayetler ile yaratılmış ayetler arasındatam bir uyuşma, ittifak var. Çünkü tabiatı yaratan kim ise Kur’an’ı gönderen de odur. Tabiatı Allah yaratmıştır. Allah ona da ayet diyor,ona da ayet diyor. Sonra mesela Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu biz nasıl anlayacağız? Diyor ki; “senurihim ayatina fil afaki vefil enfusihi: dış dünyadaki ayetlerimizi ve kendi içlerindeki ayetlerimizi onlara göstereceğiz”. Dış dünyadaki ayetler ne? Hepimiz, her şey. Allah’ın yarattığı ne var ise Allah’ın ayetidir. Şurada su var. Bu suyu içtiğimiz zaman “ya bu hangi fabrikanın ürünü” diye soran olur mu? Çünkü bunu fabrika üretmediğini herkes bilir. Allah’ın yarattığı su olduğunu bilir. Yada bir elmayı yediğiniz zaman “ya bunu hangi fabrika yapmış” demezsiniz. Yaratanı bilirsiniz. Allah tarafından yaratılmıştır. Ve o konuda hiç kimse böyle bir soru sorma ihtiyacı duymaz. Diyor ki; Fussilet 53.ayet “senurihim ayatina fil afaki ve fi enfusihum: çevrelerindeki ve kensi içlerindeki ayetleri biz onlara göstereceğiz”. Peki bu ayetler neye yarar? “Hatta yetebeyyene lehum: kendileri için iyice ortaya çıksın”. Ne? “Ennehul hakk” bu kitap Allah’ın kitabıdır diye. “Bütünüyle gerçektir”. Bu kitabın gerçekliğinin delili ne imiş? Allah’ın yarattığı ayetler. Çünkü indirdiği ayetler ile yarattığı ayetler arasında en küçük bir uyumsuzluk olmaz ki. Dolayısıyla her insan önce Allah’ın yarattığı ayetleri öğrenpr Adem gibi. Resulullah’a ilk gelen emri hatırlayın: “İkra: oku”. Neyi okuyacak? Rivayet ediliyor: Cebeail gelmiş de oku demiş, O da ben okumabilmem demiş. Cebrail mektup mu getirdi? Kitap mı getirdi ki al oku desin. Böyle bir şey yok. Aişe validemize dayandırıyorlar böyle bir rivayet. Sahih hadis kitaplarında da var. Mesela Buhari diyor ki; “Aişe, Medine’ye hicrette 6 yaşındaydı. Peki madem 6 yaşında olduğunu söylüyorsun da nereden bilecek ilk indiğini. “Efendim o da duymuştur”. Peki ondan başka duyan olmadı mı? Niye sadece O rivayet ediyor? Sanki bir belge vermiş de Allah Reaulullah’a, O da “ben okuma bilmem” demiş! Öyle bir şey var mı? “İkra” diyor “oku”. Oku ne demek? Yani tüm bilgileri zihninde toparla demek. Karaa kimesi “cemea ve damme” arapçada. Yani “topladı ve birleştirdi” anlamına gelir. “Bismi rabbik: rabbinin adıyla”. “Ellezi halak: yaratan”. Hemen yaratmaya, mahlukata intikal ediyor dikkat edin. “Halakal insane min alak: insanınbir alaktan yaratmıştır”. İlişkiler ağından. Yani Allah, Resulullah’a da ilk önce diyor ki; “şu kainatı oku”. Çünkü indireceği ayetler ile yarattığı ayetler arasında tam bir uyum var. Peki biz ne yapıyoruz? Doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar tabiatı okuruz hepimiz. Okumayan bir tek insan yoktur. Okumayan bir tek insan olmadığı için her insan, o tabiattaki mükemmelliği görür ve yaratıcıyı çok kesin olarak kavrar. Bunun bir yaratıcısı var der. Adına Allah der, God der, Huda der, başka bir şey der. A dı Önemli değil. Ama o yaratıcı, bir tek yaratıcı düşüncesi kafasında iyice yerleşir ve zaman zaman onunla iletişime girer kendi içinden. Hepiniz bunu yapıyorsunuzdur. Hatırlayın. Bazen bir kaç gün arayla. Tabiat ile başbaşa kaldığınız zaman içinizden Allah ile konuşmuyormusunuz? Ona kulluğunuzu itiraf etmiyormusunuz? Onun büyüklüğünü itiraf etmiyor musunuz? Bi takip edin kendinizi. İşte Araf 172’de belirtilen “elesti bi rabbikum” o dur. “Ben sizin sahibiniz değil miyim? Bak yaratan benim, yaşatan benim, her şeyinizi veren benim. E peki her şeyi size veren, bazı emirler de vermeyecek mi? Tabi ki verecek. Şimdi burada bir şey daha ortaya çıkıyor. Peki bu Allah’ın dini ne? Neden Allah Adem’e önce tabiatı okuttu? Neden Allah Resulullah’a “ikra, bismi rabbikellezi halak” diyor, “tabiatı oku” diyor? Neden biz,yeryüzüne gelen bütün insanlar olarak doğmumuzdan ölümümüze kadar tabiatı okuyoruz? Yani Allah’ın ayetlerinden haberi olmayan bir tek insan yok yeryüzünde. Ama indirdiği ayetlerden olmaya bilir. Evrensel doğrular vardır dikkat ederseniz. Kur’an’ın doğru dediğine, dünyanın neresine giderseniz gidin herkes doğru der. Kur’an’ın yanlış dediğine, dünyanın neresine giderseniz gidin herkes yanlış der. Peki bu niye böyle? Çünkü ben de Allah’ın bir ayeti miyim? Siz de Allah’ın bir ayetisiniz. Yahya da bir ayeti, Fatih de bir ayeti. Hepimiz Allah’ın birer ayetiyiz. Peki o zaman benim vücudum, Allah’ın indirdiği ayete aykırı çalışır mı? Allah bunu ona göre planlamış. Onun için siz, kendi kendinize dikkat edin: bir yanlış yaptığınız zaman ilk önce vücudunuz tepki gösterir. İşte biz buna vicdan azabı deriz. Sıkıntı deriz. Rahatsızlık olur. Bakarsınız adam kendisini dışarıya atar. Fakat insanın vücudu bir müddet sonra yeni bir tabiat kazanabilir. Yani bozulmuş bir meyva gibi olabilirsiniz. Ondan hoşlanmaya başlaya bilirsiniz ama sizin duygularınız bunun yanlışlığını sürekli size söyler. Mesela dikkat edin içki, dünyanın her tarafında kötü bir şeydir. İşte, 20 yaşına kadar satmayın. Geçende, Avrupa’nın bir yerinde idi galiba: gece satılması yasaklanmış. Akşam saat 8’den sonra satılması, içilmesi yasak olan yerler var. Niye? Çünkü bunun yanlışlığını bilmeyen yok. İşte bu fıtrat, Allah’ın yarattığı bu vücut neyin duğru neyin yanlış olduğunu da çok rahat bir şekilde ölçebilecek yapıdadır. Öyle ise Allah’ın sini nedir? Allah’ın yarattığı ayetler var, indirdiği ayetler var. İkisi birbiri ile tamı tamına uyumlu. Ve siz, yaratılmış bir ayet olarak. Çünkü Fussilet 53’de ne dedi: “senurihim ayatina fil afaki fi enfusihim: dış dünyalarında ve kendi içlerinde ayetlerimizi göstereceğiz”. “Hatta yetebeyyene lehum ennegul hakk: kendileri için kesin olarak ortaya çıkacak ki kur’an gerçek kitaptır”. Mesela kur’an Allah’ın kitabı mı ben nereden bileyim? Gayet kolay. Bu bir su mu, yoksa birisinin ürettiği bir şey mi? Bütün dünya başka bir şey dese bunun sudan başka bir şey olduğunu kimse ıspatlaya bilir mi? Okursunuz Allah’ın ayetini, bakarsınız: kendi fıtratınızla bire bir uyuşma olduğunu görürsünüz. Bakaraınız ki tam bir örtüşme var fıtratınız ile. Ondan sonra dersiniz bu çok farklı bir şey. Sonra kendi vücudunuz bunun Allah’ın kitabı olduğuna karar verir. Eğer bunun Allah’ın kitabı olduğunu Abdulaziz Hoca’dan, Yahya Hoca’dan, Fatih Hoca’dan yada şu kitaptan, bu kitaptan öğrenme ihtiyacınız var ise olmaz ki. Bu suyun Allah’ın yarattığı su olduğunu kimseden öğrenmeye ihtiyacınız yok ise bu kitabın Allah’ın kitabı olduğuna niye ihtiyacınız olsun. İşte siz de Allah’ın bir ayeti olduğunuz için sizinle tam bir örtüşme olduğunu görürsünüz, “haa tamam” dersiniz. Onun için Kur’an’ı anlayıp kavradıktan sonra “bu Allah’ın kitabı” dersiniz. “Böyle başka bir kitap olmaz dersiniz. Allah da kimseye kitap vermediğine göre demek ki birisi getirmiş. İşte o getiren kişi de Allah’ın elçisi olur. İşte bu noktada Allah dinini nasıl tanımlıyor. Diyor ki; RUM, 30.. Ayet: “Fe ekım vecheke lid dıni hanıfa: yüzünü dosdoğru bu dine çevir”. Bu din neya Rabbi? “fıtratellah: Allah’ın fıteatı”. Yani varlıkların oluşum, gelişim kanun ve kuralları. Yani tabiat kanunları. “illetı fetaran nase: insanları da ona göre yaratmıştır”. Dikkat edin mesela doğru bir din anlatılırken çoğu kimse şöyle der; “ben de zaten öyle düşünüyordum” der. Yani vücut buna olumlu tepki verir. Ondan sonra diyor ki; “aleyha la tebdıle li halkıllah: Allah’ın yarattığının yerine geçicek bir şey yoktur”. “Zaliked dınül kayyimü: işte sağlam din”. C. Hakk’ın dimdik ayakta duran dini budur. “Ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun: ama insanların çoğu dini böyle bilmezler”. Dikkat edin çevrenize. Geçende bir kelam prefosörü olan bir arkadaşa da sordum. islam akâidi ile alakalı, islam inanç esasları ile alakalı bölüm bu. O konuda profesör. Dedim ki; “Kur’an’da Allah’ın yaptığı tanıma uygun bir din tanımını sen kitaplarda rastladın mı? “Hayır” dedi. Bu din. İnsan Allah’ın yarattığı ayet, Kur’an Allah’ın indirdiği ayet. Bunu karşı karşıya getirdiğiniz zaman yüzde yüz bir uyum olur. O insan “işte bu” der, anlar, kavrar. Ondan sonra ona göre davranır yada davranmaz. İnsan ile diğer varlıklar arasındaki fark bu. İnsan hayatında Yüzde 90 civarında buna uymak zorundadır. Mesela şimdi susadın, su içeceksin. Su içmesen yaşayamazsın fıtrar gereği. Yemek yiyeceksin. Temiz havan olacak. Hareket edeceksin. Dünyanın en dinsiz adamı da olsa bunu yapacak, en dindarı da olsabunu yapacak. Yani bir zorunlu kulluk vardır. İnsan ve cinlerde bir de gönüllü kulluk kısmı vardır. O gönüllü kulluk kısmı esas Allah’ın dini olan. Mesela namaz kıl diyeAllah emrediyor, kıldığınız zaman müthiş bir şekilde rahat edersiniz. Oruç tuttuğunuz zaman rahat edersiniz. Yani Allah’ın bütün emirleri, insan olarak sizin faydalana bileceğiniz şeylerdir. O zaman varlıklar iki türlü. Birisi var ki sorumlu değil. O sorumlu olmayan varlıklar, onlar da Allah’a ibadet ederler. Onlar ibadet etmiyor değil. Ama onlar bizim gibi değiller. Yani onlar da iki şey arasında karar verme şeyi yok. Tekdüze. Yanlışı düşünemiyorlar. Ama insanlar, diğer bütün varlıklardan farklı olarak bir ruha sahipler. Mesela en beğendiğiniz hayvan diye sorsam. Diyelim ki biriniz at dedi. Atın eti kemiği var. Doğru. Atın canı var. Doğru. O ikisi bende de var. Ama beni ondan farklılaştıran bir ruh var. Tıpkı bu bilgisayarı diğer elektrikli aletlerden farklılaştıran bir program olduğu gibi. İşte o ruh, bana ikinci bir kişilik olarak vücudumun yapısı tamamlandıktan sonra Allah tarafından konuyor. Muminun 14.ayette “summe enşe’nahu halkan ahar” yeni bir varlık olarak onu inşa ederiz diyor Allah. Tüm vücut yaratıldıktan sonra ana rahninde. O andan itibaren insan çift kişilikli olmaya başlar. Ne demek? 1-Fıtratınıza uygun davranabilisiniz. Ama o ruh, menfaatlerinize uygun davranmanızı da ister. Bu defa fıtrat ve menfaatler arasında git-gel yaşarsınız. Ondan dolayı bakarsınız ki yalan söyleyen insanlar görürsünüz. Çünkü menfaatlerini fıtratına tercih ediyor. Söylediği yalandan dolayı vücut ciddi tepki gösterir ama menfaatlerinden dolayı yalan söyler. İşte aklı Allah’a kul olmayı emreder ama menfaatleri başka şeyler ister. “Evet güzel ama ben de senin gibi yapmak isterim ama” hep söylerler size “fakat şu var”. Menfaatleri Allah’ın emrine tercih ediyorsunuz. Ve yaptığı gübahın da farkındadır insan. ALİ İMRAN, 83.. Ayetinde diyor kiAllah: “E fe ğayra dınillahi yebğune: bu insanlar Allah’ın dininden başka şey mi arıyorlar”, “ve lehu esleme men fis semavati vel erdı: göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a teslim olmuştur. Burada “men”e “ne” anlamı verdim. Çünkü akıllı varlıklarla birlikte akılsız varlıklar da kastedildiği zaman “men” kelimesi kullanılır arapçada. Onun için “ne varsa” diye tercüme etmemiz gerekir. “tav’av ve kerhen: isteyerek veya istemeyerek” teslim olmuşlardır. Mesela Firavun da Allah’a teslim olmak istemeye bilir ama mecburen Allah’ın koyduğu kurallara uymak zorunda. “ve ileyhi yürceun” Allah’ın huzuruna döndürülecekler. Şimdi burada şu var: bu bizim cansız olarak bildiğimiz tüm eşyanın da bir dili var. Onların da bir ibadeti var. Ama bizden farklı olarak onlar isyan edemiyorlar. İnsanlar isyan edebiliyorlar. Onun için imtihana tabii tutulanlar biziz. Şimdi bu eşyanın dili konusu da çok mühimdir. Onu da bi Fatih Orum Hoca’dan dinleyelim. Bakalım bizim bu cansız olarak gördüğümüz eşya yada hayvanlar neymiş. Bu dine onlar da tamı tamına uyuyormuş. Onu göreceğiz şimdi.
FATİH ORUM: Kur’an’a bakıldığında, hani geleneksel bir tanım yapılır varlıklar sınıflara ayrılırken: akıllı varlıklar, akılsız varlıklar. Hatta insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli kriterin veyahut bu kriterlerden en önemlisinin insanın akıllı olması söylenir. Oysa Kur’an’a bakıldığında, bu tasnifin kesinlikle tekrar gözden geçirilmesini gerektirecek çok önemli işaretler var. Allah’ın yaratmış olduğu tüm varlıkların Allah ile irtibatından bahsediyor Kur’an. Hem de akledecek düzeyde. Mesela işte özetlersek ki bunları ayrıntılı olarak yine okuyacağız. Kur’an’da Allah’ın göklere ve yere bir takım emirler vermesinden ve onların da bu emirlere karşı bir takım cevaplarından bahsedilir. Yine göklerin, yerin, dağların, taşların, insan eliyle gerçekleştirilen bir takım yanlışlara karşı tavırlarından, doğru olan şeylere karşı da yine olumlu tavırlarından bahsedilir. Hâkeza yine Kur’an’da kuşların, karıncaların ve diğer tüm varlıkların insanoğlu ile bir takım irtibat halinde olduğu, Allah’tan bir takım emirler aldığı, bir takım şeyleri anlamakta güçlük çektiklerine dair çok açık seçik ayetler vardır. Ve bunların Allah’a kulluklarına dair yine ayetler vardır. Bunları şöyle kısaca hatırlayabiliriz.
Mesela dedik ki; gökler ve yer Allah’tan emir alıyor ve bu emri yerine getiriyor. Mesela Kur’an’ın 41. suresinin 9 ilâ 12.ayetlerine baktığımızda Rabbimiz şöyle buyuruyor bu ayetlerde; “De ki yeri iki günde yararana benzer varlıklar oluşturarak tanımazlık eden siz misiniz?”. FUSSİLET, 9.. Ayet: “Kul e inneküm le tekfürune billezı halekal erda fı yevmeyni ve tec’alune lehu endada” diye başlıyor ve devam ediyor. Ve sonra işte Allah’ın dağlar yerleştirdiği yere, sonra bereketlendirdiği ve işte gıdaların ölçüsünü arayan insanlar için koyduğunu, tüm bunların oluşumunun yani yerin ve ölçülerin oluşumunun 4 günde yapıldığını anlattıktan sonra bir duman halindeki göğe yönelerek FUSSİLET, 11.. Ayet: “Sümmesteva iles semai ve hiye dühanün fe kale leha” göğe ve yere şöyle diyor; “ve lil erdı’tiya tav’an ev kerha” yani isteyerek yada istemeyerek gelin yani sistemi ben kurdum, şimdi buna göre görevlerinizi icra edin dedik diyor. Ve yer ve gök şöyle diyor Allah’a; “isteyerek geldik”. Yani Allah yaratıyor, onların ölçülerini koyuyor ve ondan sonra yere ve göğe diyor ki; “işte ölçünüz budur, çalışma sisteminiz budur, bunu yerine getirin isteseniz de istemeseniz de”. Diyorlar ki; isteyerek yapıyoruz Rabbimiz. Yani bir cevap veriyor gökler ve yer.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “eteyna taiıyn” diyor. Arapça bakımından taiıy, cem muzekker salimindir. Cem mzekkerler, akıllı varlıklar için kullanılır. Yani orada aslında bir akıl var. Bilinç var. Fatih’in de az önce söylediği gibi insanları diğer varlıklardan ayıran akıl değil. Bir ruh sahibi olmasıdır. Evet o ruhun da bir aklı var. Vücudun da bir aklı var. O ikisi aynı şey yapar ama ruhun bir kalbi var. İnsan, kalbi ile karar veren bir varlıktır. Ne demek kalbi ile karar veren? Aslında doğruları bilir ama menfaatleri onu sürekli etkiler. Menfaatlerini kalbi temsil eder. Aklı ile kalbi tam uyuştuğu an yaji ben doğrulardan yanayım der ise en küçük bir rahatsızlık duymaz. Onun için işte “velehum kulub6n la ya’kilune” der Allah. Kalpleri var ama akıllarıyla birlikte kullanmıyorlar yada bilgilerini esas alarak hareket etmiyorlar şeklinde. Burada da “eteyna taiıyn” diyor yani cansız varlıklar, bir akıllı varlık pozisyonuna getiriliyor Allah tarafından burada.
FATİH ORUM: Devam eden ayette yani 12.ayetinde Fussilet suresinin, sonra Allah iki günde yedi gök halinde tamamlamış ve her gökte ona ait emri vahyetmiş. FUSSİLET, 12.. Ayet: “Fe kadahünne seb’a semavatin fı yevmeyni ve evha fı külli semain emraha” yani bütün o yarattığı 7 göğe ayrı ayrı emirlerini, yapmaları gereken şeyleri bunlara vahyediyor. Yani Allah’ın yaratmış olduğu tüm varlıklara vahyinden yani onlara ölçü bildirmesinden, buna göre hareket etmelerini emrinden bahsediyor ayet.
Yine İnşikak suresinin ilk ayetlerinde İNSİKAK, 1.. Ayet: “İzessemaunşakkat: gök çatlayınca” ki bu ifade biraz sonra bir başka ayette çok daha dikkat çekici şekilde gelecek. İNSİKAK, 2.. Ayet: Ve “”ezinet lirabbiha ve hukkat” ifadesi çok önemli. Kıyamet sahnesini hatırlayalım: gökler çatlıyor ve Rabbini dinlemiş görevini yapmış onaylanmış olarak. Gökler ilk yaratıldığında emri alıyorlar ve sonuna kadar, kıyamet kopana kadar bu işi icra ediyorlar ve en sonunda Allah diyor ki; “evet siz görevinizi yaptınız, benim emrimden dışarı çıkmadınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsteyerek yaptınız. İstemeyerek de yapacaktınız zaten de ama isteyerek yaptınız.
FATİH ORUM: Bu ayet aynı surenin 5.ayetidir ayrıca. Tekrar ediliyor bir iki ayet sonra. Yani burada biz anlıyoruz ki verilen emri bütün varlıklar yerine getiriyorlar.
Yine hepimizin bildiği bir kıssada yani Nuh tufanı ile ilgili olarak Hud suresinin yani Kur’anın 11.suresinin 44.ayetinde Rabbimiz’in yine suya, yağmura emri var. Şöyle diyor;HUD, 44.. Ayet: “Ve kıyle ya erdubleıy maeki ve ya semaü akliıy: ey yer, suyu tut. Ey gök suyu tut”. Yani suyunu yutuyor yer ve gök de artık yağmamaya başlıyor. Yani hepsi: yer de gök de Allah’ın o emrini yerine getiriyorlar, o sözü dinliyorlar.
Yine bildiğimiz bir kıssa, İbrahim(as)’ın ateşe atılması olayında “Ya narikuni berdan ve selamen ala İbrahim”. Allah ateşe sesleniyor; “ey ateş, İbrahim’i yakma”. Bakın bütün bunlar Allah’ın emri ile hareket eden varlıklar olarak karşımıza çıkıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani “yakma” dediği zaman yakma şansı yok. İnsan gibi değil.
FATİH ORUM: Meryem suresi 19.surenin 88 ile 91.ayetlerinde Allah’a çocuk edindi iddiasını attıkları için MERYEM, 88.. Ayet: “Ve kalittehazer rahmanü veleda” diyorlar ki; “Allah çocuk edindi”. Bu söz üzerine göklerin ve yerin tepkisinden bahsediyor Rabbimiz. “İnsanlar böyle dedi diye”. Düşünün: yeryüzünde birkaç haddini aşan kendini bilmez bir laf ediyor, bu ettikleri laf, Allah’ın yaratmış olduğu yeri ve gökleri neredeyse harekete geçecek hale getiriyor. MERYEM, 90.. Ayet: “Tekadüs semavatü yetefettarne minhü ve tenşekkul erdu ve tehırrul cibalü hedda”. Yani neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar parça parça olacaktı. Yani bir insan bu lafı nasıl eder diye. İnsanın ağzından çıkan bir kaç kelime, bütün bir kainatın tepkisine neredeyse şey yapıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siz nasıl Allah’ın çocuğu olur diyebilirsiniz diye dağlar yıkılacak, gök parçalanacak, yer yarılacak bu nasıl olabilir diye. Süleyman(as)’ın gönderdiği Hüdhüd, Belkıs’ın şeye taptığını görünce “Allah Allah! Nasıl olur da güneşe tapılır” diye şaşırıp kalıyor.
FATİH ORUM: Yine çok açıkçası etkileyici bir başka ayet. Eşyanın diliyle yani yaratılan tüm varlıkların esasında sürekli Allah ile iletişim halinde, insanların yapıp ettikleri ile onlara karşı bir tavır göstermesi ile alakalı olarak Firavun ile ordusunun denizde boğulması ve bütün o saltanatının yerlebir olmasından bahseden Duhan 44.surenin 17 ila 29.ayetlerinde detaylı bir şekilde anlatılıyor. Yani bütün Firavun ve ordusu helak edildikten sonra/boğulduktan sonra Rabbimiz diyor ki; “DUHAN, 29.. Ayet: Fema beket aleyhimüs semaü vel erdu” yani “gökler buna ağlamadı, üzülmedi”. Yani bir nevi hakettiler diyor. Yani bu adamlar o kadar sınırları aştılar ki bu başına gelenler iyi oldu, hakları buydu zaten dediler ağlamadılar. Demek ki bir takım haksızlıklar karşısında ağlıyor, bundan rahatsız oluyor ama bir şeyler yerinde cereyan ettiği zaman da iyi oldu olması gereken de buydu diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela halk arasında ölüms sessizliği diye bir kelime vardır değil mi? Bir yerden bir cenaze geçerken şöyle tabiatı bir dinleyin. Her tarafı bir sessizlik alır. Niye öyle? Firavun gibi olduğu zaman hiç bir şekilde rahatsız olmuyor.
FATİH ORUM: Yine hepimizin sıkça duyduğu ayetlerden bir tanesi Bakara suresinin 74.ayetinde mesela Rabbimiz, Allah korkusundan taşların çatladığından bahsediyor. Bir takım taşlardan bahsediyor ve BAKARA, 74.. Ayet “ve inne minel hıcarati lema yetefecceru minhül enhar* ve inne minha lema yeşşekkaku fe yahrucü minhül ma’* ve inne minha lema yehbitu min haşyetillah” yani dağlar taşlar Allah’ın korkusundan parçalanıyor. Benzer bir ayet yie Haşr suresinde “şayet Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, Allah’ın korkusundan başını eğerek parça parça olduğunu görürdün diyor. Yani sorumluluk bilincindeler. Niçin yaratıldıklarının farkındalar. Ve tepki gösteriyorlar. Bir takım şeyleri onaylıyorlar. Esasında tüm bunlar bugünkü dersimizle alakalı olarak Allah’ın sisteminin, dininin her şey bir parçası. İnsana da sen de bunun bir parçası ol ve sana emredilen şekilde sen de bu sistemin içerisindeki görevini yap deniyor. Hâkeza mesela kuşlardan bahsedildiğini söylemiştik. Hocam’ın biraz önce bahsettiği Neml suresi yani Kur’an’ın 21.suresinde detaylı bir şekilde 17.ayetten başlıyor 32.ayete kadar. Yani bir kuştan Rabbimiz bize bahsediyor. Bu kuş, Süleyman(as)’ın yanından uzaklaşıyor. Uzak bir diyara gidiyor. Ve işte o Sebe melikesinin yapıp ettiklerini ve kavmini görüyor ve şaşkınlığını dile getiriyor Hz.Süleyman’a. Diyor ki; “bu insanlar Allah’ı bırakıp nasıl başka şeyleri kutsal edinirler. Yani bir kuş, insanların bu kadar cahilce hareketlerini onun yapısı onun fıtratı bunu oturtamıyor. Allah’ın yaratmış olduğu bir varlık. İnsan nasıl bu kadar alçalabilir, nasıl böyle bir şey yapar diyerek yapılan işin yanlışlığını Allah bize bir kuşun ağızıyla bildiriyor. Esasında bütün varlıklar öyle. Mesela aynı surede karıncadan bahsediyor. Karıncanın tepkisinden bahsediyor. Süleyman’ın ordusunun geçmekte olduğunu haber veriyor. Tüm bunlar, etrafımızdaki her şeyin Allah’ın yaratmış olduğu ölçülere göre hareket ettiğini görüyoruz. Hâkeza yine İsra suresinin 44.ayetinde 7 gök, yer ve bunlardan olan herkes Onu tesbih eder. Ve devamında da şöyle diyor; “hamdi sebebiyle onu tesbih etmeyen varlık yoktur. Devamı şöyle; “ama siz onların tesbihlerini kavrayamazsınız. Yani zannetmeyelim ki ağaç sadece bizim için bir ağaç, kuş sadece bir kuş. Yani hepsinin görevi var hepsi görevini eksiksiz yerine getirmektedir. İbadetlerinden bahsediyor Nur suresinin 41.ayetinde. “Baksana! göklerde ve yerde bulunan herkes, sıra sıra uçuşanlar Allah’ı tesbih ederler”. Yine hepimizin ezbere bildiği Zilzal suresi yani 99.surenin 1 ilâ 5.ayetlerinde “yeryüzü sarsıldıkça sarsılıca. Yeryüzü ağırlıklarını dışarı atınca. İnsan ne oluyor deyince işte o gün yer bütün haberlerini anlatacak”. Yani üzerinde yapılan edilenlere şahitlik edecektir. Etrafımızdaki herşey. Dolayısıyla insan tabiatla iç içe yaşarken esası da sürekli lehine yada aleyhine şahitlik eden varlıklarla karşı karşıya. Dolayısıyla Allah “yer bütün haberlerini o gün bildirecek” diyor. Ve bunun gibi belki burada sayamadığımız pek çok ayet, sadece insanın değil tüm varlıkların Allah’ın emirlerine muhatab olduğunu ve onların bu emirlere uyma hususunda tereddüt etmediklerini ve insana da söylenen: sen de onlar gibi ol ve sistemin içerisinde bir arıza çıkartma. Her şey Allah’ın dini çerçevesi içinde hareket ederken sen de öyle ol denilmek isteniyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Son derece önemli bir şey. Yani din ve fıtrat. Tabiat kanunları ve Allah’ın dininin tamı tamına örtüşmesi olayı. Mesela Kur’an’ın ilk ayetlerine bakın. Diyor ki BAKARA, 2.. Ayet: “Zalikel kitab: işte kitap bu” diyor. Yani kainat kitabının yazılı şekli bu. “La raybe fıh: bunun içinde sizi şüpheye düşürecek hiç bir şey olmaz”. Tabi o yanlış mealleri değil. Yanlış mealler insanları ister istemez şüpheye düşürür de. Ben, herhangi bir insan olarak bunu okudum mu “hah tamam hiç kuşkusuz bu Allah’ın kitabıdır” derim. Peki. Dedikten sonra ona göre hareket eder mi? “hüdel lil müttekıyn: muttakilere bir rehberdir”. Kendini koruyan demek. Yani doğal yapısını bozmayan demek. Kendi kafasına göre hareket etmeyen. Yapısını bozup da düzeltmeye karar veren için de yol gösterir. Ama adam doğal yapısını bozduysa, Kur’anın Allah’ın kitabı olduğunu kesin anlar da kendi yapısıyla birlikte bir şeyler yapmaya çalışır. Şimdi şu ayeti okuyayım ben size. Bakara 27.ayet. Yoldan çıkanları anlatıyor burada. Diyor ki:BAKARA, 27.. Ayet: “Ellezıne yenkudune ahdellahi mim ba’di mısakıh: Allah’a verdiği taahhüdü bozanlar”. Yani Allah’a karşı bir söz vermişler. Bu verdikleri sözü bozuyor. Tüm kafirleri anlatıyor burada. Peki bozması ne oluyor? “ve yaktaune ma emerallahü bihı ey yusale” Allah’ın bağın sürekli olmasını istediği şeyi koparanlar. Nedir o? İşte Allah kişiye şah damarından daha yakındır. Zaten her insan bunu kendi içinde hisseder. Bu ayeti görmese bile Allah’ı herkes kendi içinde hisseder. Kendisine bu derece yakın olduğunu bildiği Allah’ı ikinci sıraya bırakır. Hiç kimse yok saymaz, ikinci sıraya bırakır. İkinci sıraya bıraktığı zaman siz onun hayatında Allah’ı göremezsiniz. Yani şimdi şah damarı ile sizin aranıza girecek her şey sizin hayatınızı bitirmez mi? İşte Allah şah damarından daha yakın olduğu için Allah ile aranıza koyacağınız her şey sizin Allah ile ilişkilerinizi ikinci sıraya koyar ve sizindininizi bitirir. Peki bunu bitirdiği zaman neler olur? “Ve yüfsidune fil ard::yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar”. Kendi tabiatı bozuldu ya çevreyi bozmak onlar için hiç problem değil. Mesela çevre, tarih boyunca hiç bu kadar bozulmuş değildir. Çünkü insanlar kendi fıtratlarını bozmuşlar. Mesela bakın Avrupa’ya aile diye bir şey kalmamıştır. Nesil kalmamıştır. Soyları tükenmiştir. Sen kendi soyunu tüketiyorsan bundan daha kötü davranış yapan birisi olur mu? Evlat yok, çoluk yok çocuk yok hiç bir şey yok. Ana yok baba yok, komşu yok. Bir keresinde 1976’da Fransaızca kursuna gidiyorum, üst seviye fransızca okuyoruz. Bir fransız hoca var. Bizim arkadaşlardan birisi dedi ki; “Fransa Türkiye’den daha iyi” diye. Natali adında bir kadındı. Dedi ki Natali; “ya ben hayret ediyorum size. Siz Fransa’yı nasıl Türkiye’den daha iyi görebiliyorsunuz. Fransa, yaş ortalaması 50’ye çıkmış olan bir ülke. Böyle bir ülkeye insan heveslenebilir mi” dedi. Bu, emekli olmuş, gençliğinde kazandığını yemeye başlayan birgörünüm içerisindedir. Ama o zaman demişti. Öğrendiğime göre Türkiye’de yaş ortalaması 13 müş. Sizde kuru ekmek olsa bütün dünyayı altüst etmeye yetecek enerji var. Onların enerjisi bitmiş. Şimdi de yanlış hatırlamıyorsam 60’a çıkmış olması lazım yaş ortalaması. Niye? Çünkü kendilerini bozuyorlar, bırakın tabiatı. Muttaki olmaktan çıkmış. Kendini bozan tabiatı niye bozmasın. Burada diyor ki Allah; “ve yufsidune fil ard: yeryüzünde bozgunculuk yaparlar”. Tabiatı, çevreyi bozarlar. İşte şimdi siz, az önce Fatih Hoca’nın okuduğu gibi eşyanın dilini, onların Allah’ın yarattığı ayet olduğunu, sizin yaratılan ayet olduğunuzu, bunun da indirilen ayet olduğunu düşünürseniz çevre ile ilişkileriniz başka hale gelir. Muhteşem bir bütünlük sağlarsınız. Siz de mutlu olursunuz çevreniz de mutlu olur. Yanlızburda şu var. Diyor ki; “ulaike hümül hasirun: işte kaybedenler onlardır”. Ben mesela Avrupalılar ile her görüşmemde şunu söylemişimdir; “siz bittiniz”. Önde gelen kişilerine. Ve “evet haklısın” demişlerdir. Bir tane haksızsın diyeni hatırlamıyorum. Öyle bir yapı oluşuyor ki. İblis’in bir tavrı var. İblis diyor ki hani az önce okuduk ya. Sanki Allah’a tam bir saygı içerisindeymiş gibi davranıyor, Allah’a büyük bir saygı duyduğunu ifade ediyor kendisi ama aslında orada bir takım işler beceriyor. Yani Allah’ın koyduğu kuralları bozmaya çalışıyor. Ne diyor? “Ya Rabbi beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın”. Ben şimdi ona boyun eğersem sana karşı saygısızlık olur demeye getiriyor. Halbuki emri veren Allah. Şimdi burada Allah’ın yarattığını bozma var. Mesela Kur’anda çok önemli bir ayet var. İblis’in esas odaklandığı bir nokta var ki bütün bunları özetliyor. “Onlara emredeceğim, Allah’ın yarattığını kesinlikle bozacaklar”. Ne demek Allah’ın yarattığını bozacaklar? Şimdi onu da Yahya’dan dinleyeceğiz.
YAHYA ŞENOL: Biraz önce Fatih Hocamız anlattı tabiatın Allah’ın koyduğu kanunlara uygundavrandığını. Tabi bu, insan için bu kadar kolay bir şey değil. Çünkü insanda bir de insan faktörü var. Yine dersin başında İblis ile ilgili ayetler okunduğunda Araf suresi 12ve devamı okunduğunda İblis’in Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni aldığını gördük. Tabiri caizse çalışma izni bizzat Allah tarafından imzalanmış bir varlık var karşımızda ve bunun yegane amacı-biraz sonra okuyacağımız ayette göreceğimiz gibi-insanı yoldan çıkarmak. İsra suresinin 61 ve devamında da bu İblis-Adem kıssası anlatılıyor. Tabi Kur’anın bir çok ayetinde farklı şekillerde anlatılıyor ama buradaki ile ben konuya başlamak istiyorum. Bu 61.ayette C. Hakk yine konuyu anlatırken şöyle ifade buyurmuş: ISRA, 61.. Ayet: “Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs: biz meleklere Adem’e secde edin emrini verdik, hepsi derhal secdeye vardılar fakatİblis hariç”. Burada farklı big ifade tarzından bahsediyor. Soruyor C. Hakk niye secde etmedin diye. Şeytan böyle açıklıyor; “kale e escüdü li men halakte tıyne” Ben şimdi senin çamurdan yarattığın birine nasıl secde edeyim ya Rabbi? Öbür ayette görmüştük ateşden yaratılmayı üstünlük kabul ediyor. ISRA, 62.. Ayet: “Kale” ve devam ediyor dedi ki diyor; “e raeyteke hazellezı kerramte aleyye” işte başkaldırı aslında burada başlıyor: “şu bana üstün gördüğün, benden daha yüce daha kerim bir varlıkbolarak gördüğün şeye baksana” diyor. C. Hakk’a laf öğretiyor. Şuna bak bir de bana bak diyor. Nasıl olur yani. Ben mi buna secde edeyim? Olacak iş değil. “le in ehherteni ila yevmil kıyameti: hele kıyamet gününe kadar bana bir mühlet ver”, “le ahtenikenne zürriyyetehu illa kalıla: şunun zürriyetinin pek azı hariç hepsini kontrol altına almasını da bilirim”. Bak gör, böyle de bir iddiam var. Yeter ki diyor bana bir izin ver. Yaparım diyor ben bunu. Ve C. Hakk, bu izni ona veriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne yaparlar bizimkiler: ezelden Allah herkesin kaderini belirlemiş falan.
YAHYA ŞENOL: Bu şekilde bir çalışma izni talebinde bulunuyor ve C. Hakk da tamam diyor “inneke minel munzarin” Araf suresinde görüldüğü gibi tamam diyor sen kendilerine mühlet verilenlerden bir tanesi de sensin artık. Ne yapacak peki? Yine Araf suresinden devam edelim. Diyor ki; “ben, artık bundan sonra senin sırat-ı mustakim olarak belirlediğin o dosdoğru yolun üstüne oturacağım”. Yani çalışma iznini aldı, çalışma sahasını da C. Hakka sunuyor. Artık bundan sonra Sırat-mustakimdeyim. Beni arayan orda bulsun! Ne yapacağım? Oraya gelenlerin önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, üstlerinden, altlarından onları çepeçevre kuşatacağım ve onları oradan dışarıya çıkmak için olmadık şeyler yapacağım”. Yani temel faaliyet alanım da bu diyor. Dolayısıyla konumuz bugün dindarlık. Şeytanlık dindarlıkla paralel giden bir şey aslında. Yani kendisini dindar kabul edenlerin şeytandan çok çekeceği var. Kendisini zaten ilgisiz gören insanların şeytandan bir farkı olmadığı için şeytan boşuboşuna onlarla mesai harcamıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama şu da var: kendisini dinden uzak kabul eden de şeytan gibi doğru yolun üstünde de düşünüyor kendini. Sapık saymıyor.
YAHYA ŞENOL: Kabahat samur kürk olsa hiç kimse alıp üstüne giymez. Kimse kendine kötülüğü yakıştırmıyor. Herkes yaptığını iyi olarak yapıyor ama neticede insanlara bir sunuş tarzları var insanların kendilerini. Kimi dindar olarak kabul eder kimi de dinle kendisini pek ilişkilendirmez. Dolayısıyla dindarım diyen insanların şeytandan çekecekleri var. Ona hazırlıklı olmak lazım. Ve şeytan da ciddi kuruntularla insanları gerçekten kendilerini dindar zannettirerek dinden uzaklaştırnayı hedef edinmiş bir varlık. Esas önemli olan bu. İşte Hocam’ın biraz önce işaret ettiği ayete şimdi gelmiş olduk. Nisa suresinin 117.ayetinden okuyacağız. Şimdi bu, Mekke müşrikleri örneğinde meseleyi anlamaya çalışalım. Tabi ki şeytan Adem(as) ile birlikte insanı saptırmaya başladı ve Adem de başardı da bunu.Adem’e Allah’ın yasaklarını çiğnettirdi. İlk. Direk Adem ile oyuna başladı. Adem’in zürriyetine de ondan sonra hep oyuna getirmeyi başardı. Bütün ümmetlerdeki anlatılan kıssaları biliyoruz. En son Mekke döneminde de bu tip şeyleri yaptı. Onları da Allah ile kendileri arasında bir uzaklık bir uçurum olduğu vehmine kaptırdı şeytan. Dedi ki; “siz, evet Allah’a inanıyorsunuz, Allah’a güveniyorsunuz, her şeyi Allah’ın yarattığını söylüyorsunuz. Yağmuru Allah’ın indirdiğini, rızkı Allah’ın verdiğini söylüyorsunuz ama Allah size çok uzak. Dua ettiğiniz zaman Allah size nasıl cevap versin? Dolayısıyla Allah ile aranıza sizi Allah’a daha çok yaklaştıracak bir takım varlıklar koymanız lazım. Ve onlar da Allah’ın kızlarıdır” diyerek melekleri putlaştırıp Allah’a daha çok ulaşma vesilesiyle onlara da tapmaya başladılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah kızlarını kırmaz.
YAHYA ŞENOL: Yani Hristiyanlar, İsa(as)’ı Allah’ın oğlu olarak kabul etmişlerdi. Mekkeli müşrikler de melekleri Allah’ın kızları kabul ederek onları putlaştırdılar ve onlara da bir takım ibadetlerde bulunmaya başladılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizimkiler de Allah’ın dostu diyerek bir takım insanları araya koydular.
YAHYA ŞENOL: 117.ayetinde Nisa suresinin hatta hep bakıyorum bir önceki ayete de bağlanıyor aslında. 116.ayette C.Hakk, bizim çok sık şekilde derslerde okuduğumuz bir ayeti var 116’da.NİSA, 116.. Ayet: “İnnellahe la yağfiru ey yüşrake bihı: Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz”. Bu tabiki kişi tevbe etmediği takdirde. Tevbe ettiği takdirde C. Hakk, bu en büyük günah olmuş şirki de bağışlıyor. “Ve yağfiru ma dune zalike li mey yeşa”: koyduğu kurala göre Allah, şirkin altında kalan günahları bağışlayabilir”. “ve mey yuşrik billahi fe kad dalle dalalem beıyda: kim Allah’a ortak koşarsa apaçık bir sapkınlığa düşmüştür”. Bunu da böyle bilsin. Şimdi Mekke müşriklerind getiriyor. Diyorki; NİSA, 117.. Ayet: “İn yed’une min dunihı: bunlar, Allah’tan kendillerine daha yakın gördükleri bir takım putlara dualar ediyorlar”. “İn yed’une min dunihi illa inasa”tabi buna ilk anlamını vericem ben. Üstünde fazla durmayalım. Dişi olarak bildikleri yani Allah’ın kızı olarak bildikleri meleklere dua etmeye başlıyorlar. Allah diyor ki; “ve iy yad’une illa şeytanem merida: halbuki gerçekte, bilsinler ki bunlar” o “merid” de Elmalılı diyor ki; “türkçe meret olarak geçen kelime bu”. Meret şeytana aslında dua ediyorlar da farkında değiller. Yani şeytan aslında amacına ulaşmış, Allah’tan saptırmış bunları. Dolayısıyla zahirde onlar her ne kadar meleklere dua ediyor gibi onlara tapıyor gibi gözükseler de artık şeytanın kulluğu altına girliş demektirler.NİSA, 118.. Ayet: “leanehüllah: Allah’ın lanetlediği”. Allah ona lanet etmiştir, kovmuştur onu Allah huzurundan ve şeytan da biraz önce okuduğumuz o İsra suresinin bir benzeri ayetleri burada C. Hakk tekrarlıyor. “ve kale: şeytan şöyle demişti zamanında”; “le ettehızenne min ıbadike nasıybem mefruda: göreceksin senin kullarından bir bölüğünü kendime alacağım”. Onlar benim olacak yani bana tapacaklar artık. Senden onları vazgeçireceğim. Ne yapacağım: NİSA, 119.. Ayet: “Ve le üdıllennehüm: şurası kesin ki onları saptıracağım”, yoldan çıkaracağım bunları. “ve le ümenniyennehüm” burası belki can alıcı noktalardan bir tanesi: “onları çeşitli kuruntulara kaptıracağım” diyor. En iyi müslüman kendileri zannedecekler. Allah’a en çok inanan kulların kendileri olduğunu düşünecekler. En dindar insan kimdir deseler benimdir diyecekler. O kuruntuya kapılacaklar. Yani hiç kimse kendisini müşrik, kafir, kötü, zındık falan düşünmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok mühim bu. Bunu çok iyi kavrayalım. En ateisti bile kendine sorsanız kendini en dindar kabul eder.
YAHYA ŞENOL: Ama bu bir kuruntu diyor C.Hakk. Bu gerçek değil. Peki ne yapacağım: “ve le amürrannehüm:onlara emredeceğim”, “fe le yübettikünne azanel en’ami” en’am denilen ve kurbanlık olarak bizim bildiğimiz koyun, keçi, sığır ve deve. Dört cins hayvanın kulaklarını yaracaklar. Şimdi hayvanın kulağını yarsan ne olur ki? Şeytan’a mı kulluk etmiş olursun? Problem ne hayvanın kulaklarını yarmakta? Hayvanın kulakları yarlır yani. Bizim Aadolu’da da yaygındır bu. Peki bu şeytanlaşmak mı? Şeytana tapmak mı? Hayır. İşte bu, Mekke müşriklerinin putları için ayırdıkları hayvanları işaretlemek için kullandıkları bir yöntem. C. Hakk, Maide suresinin 103.ayetinde bunu özel ismi ile beraber bize anlatıyor. Buyuruyor ki; MAİDE, 103.. Ayet: “Ma cealellahü mim behıyrativ ve la saibetiv ve la vesıyletiv ve la hami: bahire denen bir hayvanı Allah meşru kılmadı” Allah istemiyor sizden böyle bçr şey. Bahire: kulakları yarılıp putlar için adanmış olan hayvanlar. Yani bazı hayvanları: koyunlerı, keçileri-bunların detaylarıtefsirletde var-bazı hayvanları kendilerince bir takım kurallar belirlemişler. Diyorlar ki: “bir hayvan beş batın veya farklı rivayetlere göre yedi yada on batın doğum yapar da en sonuncusu ikiz olursa şöyle olur. Beş batın doğum yapar da hepsi ikiz olursa şöyle olur. Biri dişi biri erkek olursa böyle olur” değişik kuralları var. Bunlardan bir tanesi o bahire. Diyorlar ki; “5 veya 7 batın doğum yaparsa hayvan, onun artık kulağını yarıp salıveriyorlar. O hayvanı gören anlıyor ki bu hayvanın artık sırtına binemezsiniz, binek hayvanı olarak kullanamazsınız, üzerine yük yükleyemezsiniz, gördüğünüz yerde sütünü sağıp istifade edemezsiniz. Kesip onu yiyemezsiniz. Bunlar artık putlar için ayrılmış salıverilmiş hayvanlar. Nasıl toplum içinde fark edilecekler? Kulaklarını yarmak suretiyle işte. Buradaki ayette bahsedilen kulakları yarılması hikayesi, tamamen Allah’tan başka bir varlık için ayrılmış nişaneli olan hayvanlardır. Şeytanın onlara emredeceği hayvanlaın kulaklarını yaracaklar derken kastettiği bu. Yani senden başkası için de kurban kesicek bunlar. Bakın Mekke müşriklerinin C.Hakk Kur’anda hayvanlarla ilgili tasarruflarını detaylı bir şekilde anlatıyor. Hem bu ayet hem biraz önce okuduğum Maide suresi 103.ayet ve En’am suresinin 136.ayetinden başlamak suretiyle 143.ayetine kadar hep bunlardan bahsediyor. Mekke müşrikleri dindarlık adın altında bunu yapıyorlar. Diyor ki Allah; ENAM, 136.. Ayet: “Ve cealu lillahi mimma zerae minel harsi vel en’ami nesıyben: Allah için yetiştirdikleri ürünlerden ve en’am denilen koyun keçi sığır deveden bir takım ayırıyorlar” diyorlar ki bu Allah’ın. “fe kalu haza lillahi” diyorlar ki bu Allah’ın payı. “bi za’mihim ve haza li şürakaina: ama bunlar da ortaklarımızın payı” yani putların. 138.ayette de yine bir detay var.ENAM, 138.. Ayet: “Ve kalu hazihı en’amüv ve harsün hıcr” öyle dediler diyor. Bu zirai mahsuller, ekinler, bu en’am denilen hayvanlar belli başlı bunlar. Bunlar diyor dokunulmaz. “la yat’amüha illa men neşaü bi za’mihim”: kendi kuryntularına göre biz kimi istiyorsak onlar. Herkes buna dokunamaz, herkes yiyemez bunları. Biz kime müsade ediyorsak onu yer diyorlar. “ve en’amün hurrimet zuhuruha: bir takım en’am var, sırtlarını haram kılmışlar” diyor bunlar. Sırtı haram kılınmak da biraz önce söylemeye çalışmıştık. Kendileri yükleyemedikleri gibi kendileri binek hayvanı olarak o deveyi artık hiç bir şekilde kullanamıyorlar. Ne üsüne eşya koyuyorlar ne kendileri binip yolculuk yapıyorlar. Ve ayetin devamında bunu Allah’a iftira ederek yapıyorlar. Diyorlar ki; “Allah böyle istedi”. Yani bunu da bir dindarlık alameti olarak yapıyorlar. Halbuki kendileri ortaya çıkarmış. Ama nasıl bunu meşru görecekler? Allah böyle istedi de o yüzden böyle yapıyoruz diye.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün de bazı kıyafetleri şey yapıyorlar. Bu mutlaka olacak, sarık sararsan 25 kat sevabı var falan. Bunu hadis de yapmışlar mesela.
YAHYA ŞENOL: Bu şekilde C. Hakkın koymadığı bazı ibadetleri kendilerne koyup ve bunu da dindarlık adına yapmaya başlıyorlar. İşte şeytan diyor ki; “bu tip kuruntularla zaten ben onları avutacağım. Bunu yapmakla en büyük dindarlığı kendilerinin yaptığını düşünecekler”. Ve ayetin devamında buyuruyor ki; “ve le amürannehüm: ve yine onlara emredeceğim”, “fe le yüğayyirunne halkallah: ve Allah’ın yarattığını değiştirecekler”. Allah’ın yarattığını değiştirecekler ibaresi de aslında önemli. Bazı tefsirlerde bunu-günümüze indirgeyeyek konuşayım-mesela Allah’ın yarattığını değiştirecekler-günümüz için: estetik yaptıracaklar kendilerine. Veya erkekler için uyarlıyorlar biliyorsunuz: Allah, erkeğin yüzünde sakal çıkarıyor müdahale edip kesiyorlar: işte Allah’ın yarattığını değiştiriyorlar, vay bunlar şeytana kul! Bu değil. Basit bir olaydan bahsedilmiyor burada. Burada tefsirlerde baktığımız zaman mesela sahabenin önde gelenlerinden Abdullah İbni Abbas var. Yine tabiinin önde gelen müfessirlerinden Mücahid, İkrime, Katade, Dehhak bunların hepsi diyorlar ki; “buradaki ifade, halkullah ifadesi Allah’ın dinidir. Yani onlara emredeceim Allah’ın dinini değiştirecekler. Neden böyle söylüyorlar bunlar? Çünkü biraz önce Hocamız’ın başta okuduğu ayete atfen bunu söylüyorlar. Diyorlar ki; “Allah dini ne olarak tanımlanıştır Rum suresinin 30.ayetinde? “Fe ekım vecheke lid dini hanifa: sen yüzünü dosdoğru bu dine çevir”, “fıtratallah” bu dinden kasıt da Allah’ın fıtratı. “Elleti fataran nase aleyha: Allah insanları o fıtrat üzere yaratıştır”. Ayetin devamı ne? “La tebdila li halkıllah”- “fe le yugayyirune halkallah”. aynı ibare. Yani Allah’ın hem insanlarda hem tabiatta geçerli olan bu fıtrat kanununu/dinini değiştirecekler. Allah onlardan farklı bir şey istedi dindarlık namına, Mekke müşrikleri farklı bir şey yaptılar. Allah, yanlızca bana kul olun dedi. Onlar gittiler araya putları, melekleri aracı olarak koydular. Allah yanlızca bana kurban kesin dedi, yanlızca benim adımı anın dedi kurban keseceğiniz zamam. Benden isteyin dediği halde bunlar meleklere, putlara dua etmeye, onlara kurban sunmaya ve o kurbanların üzerine Allah’ın değil onların adını anmaya başladılar. İşte Allah’ın dinini bu şekilde değiştirdiler. Bakın burada elimde bir tefsir var. İmam Maturidi’nin tefsiri. Te’vilat-ul Kur’an diye bugün Türkiye’de basıldı 17 cilt olarak. Gerçekten bazı yönlerden diğer tefsirlere göre oldukça farklı. Burada İmam Maturidi ayeti çok iyi yakalamış. Bunu buradan bizzat okumak istiyorum. Nisa suresinin 119.ayetini “ve le amurennehum fe le yuğayyırunne halkallah” yani “onlara emredeceğim, Allah’ın yarattığını değiştirecekler” ibaresini açıklarken diyor ki; burada bazılarının dediği gibi yani fıtrata müdahale derken insanın bedenine müdahaleyi falan öyle söylüyorlar ama ayet bundan farklı bir şey söylüyor. Ne o? Diyor ki; Allah bütün mahlukata, özellikle insan ve cinleri kendilerine tevhidi emretsin diye ve yanlızca kendilerine kul olsun diye yaratmıştır. Zariyat suresinde C. Hakk böyle buyuruyor: “ve ma halaktum cinne vel inse illa li yabidu: ben insanları ve cinleri yanlızca bana kulluk yapsınlar diye yarattım”. Halbuki diyor bu ayette “fe huve duaihum en yec’alu ibadetihum li gayrillah”. İşte şeytan, insanları Allah’tan başkasına da kulluk yapmay çağıracak. Bu husus anlatılıyor diyor. Yani Allah’tan başkasına. Putlara. Dolayısıyla kendisine kulluk yapmaya çağırıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sadece put değil. İblis kendini tanrı yapıyor.
YAHYA ŞENOL: Bu örnekte Mekke müşrikleri özelinde. Ve bu diyor C. Hakkın Rum suresinin 30.ayetinde belirttiği “fıtratallahilleti fataran nase aleyha”dır. Yani Allah’ın bu fıtratına müdahale edecekler ki o da Allah’ın dinidir. Dolayısıyla diyor burada onların değiştirmeye teşebbüs ettikleri, değiştirdikleri kendi vücutları veya hayvanların çeşitli yerlerine bir şeyler yapmaları değil. Bizatihi dindarlık namına Allah’ın dinine yaptıkları müdahaledir. Bu da şeytani bir proje. O yüzden bu, biraz önce Fatih Hoca’nın anlattığı o şeylerde geçerli değil. Dağlara, taşlara, kuşlara şeytanın bu şekilde müdahalesi olmayacak. Onun şeyi tamamen insanlar. Doğru yolun üzerinde olduğu için dindarların bu konuda çok dikkatli olmaları lazım. Okuyacak mısınız Hocam bilmiyorum ama açık görüyorum Araf suresinin 30.ayetini. Oraya bağlayacağız heralde değil mi? Herkes ben dindarım diyor ama bizim kendimizi nasıl tanımladığımız önemli değil. Dindarlığı kendimize elbise olarak uydurmayacağız. Biz onun içine gireceğiz. Allah nasıl tanımlamışsa dini, o dine uymakla insan ancak dindar olabilir. Yoksa lafta Mekke müşriklerinden daha dindar insan o gün için bulamaya bilirdiniz. Ama C. Hakk onların din namına yaptıklarını kabul etmedi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mekkeliler öylesine dindar sayılıyorlardı ki Arafat’a da çıkmıyorlardı. Bir yere gitmiyorlardı, “biz gidersek orası kutsanır”. Arafata çıkmıyorlardı bundan dolayı. O çevrede son derece dindar kabul ediliyorlardı. Onun için Kureyş suresi onlarla ilgili indirilmiştir.
Şu anda faaliyette olan bir televizyonda bulunan birisiyle bir program sırasında reklam arasında aramızda konuşma geçmişti. Dedi ki; “ Hocam ben bu tür programları yapmayı çok seviyorum ama ben inançlı birisi değilim ben ateisti ben dinsizim “ dedi. “Ben sana bir şey söyleyeyim mi” dedim. “Sen Allah’ın varlığına ve birliğine kesin olarak inanıyorsun değil mi?” dedim. Tabi hiç böyle bir şey beklemiyor. Birden şaşırdı, heyecanlandı “yani evet” dedi. İkinci bir reklam arasında dedim ki; “bak sana bir şey söyleyeyim mi? Sen çok dindar bir kişisin değil mi?”. Evet dedi “ama benim din anlayışım farklı”. İşte olay bu. Peki Allah dini tabiat kanunlarına uymak diye tarif ediyor ise bizim tabiatımıza da şeye de. Ben tabiata aykırı bir davranış içerisindeyim diye kendini tanımlayan bir insan olur mu size göre? İşte herkes kendini dindar sayar. Bunun da ayeti az önce Yahya’nın dediği gibi 7.surenin 30.ayeti. Allah buraya kadar işte Adem(as)’ı, İblis’i, meydana gelen şeyleri anlattıktan sonra insanları iki guruba ayırıyor. ARAF, 30.. Ayet: “Ferıkan heda: bir gurup vardır ki Allah onu kendi yoluna kabul etmiştir”. Doğru dürüst davranmışlardır. Kendi fıtratlarını tabiatlarını bozmamışlardır. “ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh: ama bir kısmı da sapık sayılmayı hak etmiştir kendi davranışları sebebiyle”. Peki sapık sayılmayı hakedenler nasıldır ya Rabbi? “innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyae min dunillahi” işte şeytanlar. Bunlar, şeyranlar ki insan ve cin şeytanlarıdır bunlar. Doğru yolun üzerinde otururlar. Herkes doğru iş yaptığını düşünür. O şeytanları kendilerine daha yakın kabul ederler. Allah ile aralarında. Bir taraftan Allah’a yakın bir taraftan kendilerine yakın araya aracılar koymuşlardır. İşte “bunun aracılığıyla gidersen reddedilmez” falan bir sürü yalan yanlış şeyler ortaya koyarlar. Onları veli edinirler diyor. Yani kendilerine daha yakın kabul ederler. Çünkü beni kurtaracak. Mesela mezhepler içerisinde ahirette şefaati uzma dedikleri şeyi kabul etmeyen yoktur. En büyük şefeat. O kadar ayet var o gün kimse kimseye fayda etmeyecek. Onları gören yok. O gün Resulullah bütün ümmetini kurtaracakmış! Kimden? “Ben onu kastetmedim”. Kimden dedin mi hesap bozuluyor. Hakikaten İblis vazifesini çok güzel bir şekilde yapıyor. Allah ile aralarına daha yakınlarını koyarlar, “ve yahsebune ennehüm mühtedun: ve kendilerini muhtedi hesap ederler/doğru yolun ortasında hesap ederler”. Kendini dindar saymayan kimse olmadığı için kimse de kendini müşrik saymaz. “Ne müşriği kardeşim! Ben Allah’tan başkasına mı tapıyorum?”. Herkes kalbinin üstünü örtmüştür menfaati ile şu ile bu ile, “benim kalbimi Allah biliyor”. Onun için Ali İmran suresinin 106.ayetine bakarsanız, inandıktan sonra kafir olma vardır. Zaten Bakara suresinin 27.ayetinde de onu gördük. BAKARA, 27.. Ayet: “Ellezıne yenkudune ahdellahi mim ba’di mısakıh: Allah’a karşı kesin söz verdikten sonra”. Çünkü insanlar hayatlarında çocukluktan itibaren tabiatı gözlemler ve Allah’a kulluk konusunda söz verirler. Allah’ın yarattığı ayetler hususunda en küçük şüpheleri olmaz. Allah’a kulluk edeceklerine dair söz verirler. Allah’ı ikinci sıraya koydukları zaman günahkar olurlar. Yani yoldan çıkmış olurlar. Allah ile yaptıkları sözleşmeyi bozmuş olurlar. Burada da insanlar Allah ile yaptıkları sözleşmeyi bozuyorlar ama orada öyle bir şey var ki İblis’in yaptığı gibi. “Ya Rabbi! Sen beni ateşten yarattın, onu çamurdan. Ben şimdi ona nasıl secde edeyim? Kendim için düşünüyorsam namerdim, ben senin için düşünüyorum”. Böyle bir de Allah’a akıl öğretmeye kalkarlar. “Sen bakma o ayet öyle ama onu öyle anlamamak lazım. Bir de onun bâtıni manası var”. Senin keyfine göre mi bu ayetler? Allah’ın yarattığı ayetleri herkes görüyor ve kavrıyor. Herkes kendisini dindar kabul ediyor. Bir de indirdiği ayetler var. “Efendim işte islam toplumunda yaşıyorsa Muhammed Allah’ın elçisi diye inanmak lazım”. Tamam güzel. Ne demek lazım? Eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu. Eşhedu en la ilahe illallah kolay. Allah’ın varlığına ve birliğine herkes inanır. Varlığına ve birliğine herkes inanır da Allah’tan başka ilah olup olmadığı meselesidir sıkıntı olan. La ilahe illallah kısmıdır. “Allah vardır birdir ama Allah bizden uzak. Bu zatların Allah katında değeri daha fazladır. Bunların aracılığı ile gidersek”. Bunu sana kim söyledi? “Ama işte”. Ama iştesi yok. Bak Allah araya herhangi bir şey sokmanı istemiyor. “ Ee Resulullah?”. Resul elçi, görevini bildiriyor. Allah ile arana girmiyor ki. Sadece görevini bildiriyor o kadar. Öğretmenlik yapıyorlarsa tamam. Ama Allah ile arana girdiler mi o zaman senin birinci tanrın o olur, ikinci tanrın Allah olur. Allah da bunu asla kabul etmez. Affetmeyeceği bir günahtır. Bir de şu var. “Peki efendim ben la ilahe illallah muhammeden resulullah diyorum?”.Diyorsun da hiç Kur’an okudun mu? “Ben anlamam ki”. Kim dedi sana? Ya Muhammed Allah’ın elçisidir diyorsun ve eşhedu diyorsun değil mi? Ben şahidim diyorsun. Ne demek şahit? Mesela bu su. Başkaları başka şey de diyebilir ama bunun su olmadığına artık beni kimse inandıramaz. İçtim ve tattım. Peki Muhammed’in Allah’ın elçiliğine nasıl şahitlik ediyorsun? Nerden biliyorsun onunAllah’ın elçisi olduğunu? “Öyle değil mi”. Bana niye soruyorsun ben sana soruyorum. “Ama bütün kitaplar öyle yazıyor?”. Ya yanlış yazıyorsa? Hıristiyan kitapları da yazıyor ki İsa Alla’ın oğludur. Bak Kur’an yanlış olduğunu söylüyor. “Bu kadar hoca yanlış mı söyledi?”. Hristiyan da aynı şeyi söyler. Bak bu kadar asırdır gelmiş bu insanlar bize yanlış şey mi anlatıyor demez mi? Sayıca daha çok, tarihi daha eski. Bu kadar insan. “Tamam ama araştırma merkezleri, bu kadar ilim adamı var?”. Hıristiyanlarda yok mu? “Peki sen, Muhammed Allah’ın elçisi değil mi diyorsun? Kardeşim ben öyle demiyorum. Sen, şahidim diyorsun. Nerden şahitsin? “Din öğretmeni öyle öğretti”.ya yanlış öğrettiyse. Din başkasına bırakılacak kadar basit midir? Bir hatıram var. Kazakistan’dayız. Akşam biraz geç vakit 11’e doğru otele geldim baktım İzmirli bir kaç iş adamı geldi koşa koşa. Beni kapıda karşıladılar. “Hocam nerdesin? Burada bir delikanlı var, sabahtan beri onu ikna etmeye çalışıyoruz bir türlü başaramıyoruz” dediler. Gittim sen kimsin dedim. Dedi ki; “ben türk asıllı almanım”. O ne demek dedim. Dedi ki; “annem babam Adana’dan Almanya’ya gitmiş, ben orada doğdum büyüdüm”. Nedir mesele dedim. Dedi ki; “çocukken beni annem babam ana okuluna gönderdi. Orada türkler siz müslümansınız dediler. Tamam, müslüman isek müslümanız. Sonra ilk okula gittim baktım ki benim arkadaşlar oruç diyor, namaz diyor, zekat diyor, Muhammed diyor, bir takım şeyler. Ben bizim evde hiç böyle bir şey duymadım. Hep onlardan duyuyorum. Ben dedim ki kusura bakmayın ben müslüman değilim.(Kahramanlık duyguları kabarıyor) olur mu öyle şey, biz Türküz Müslümanız falan. Yok kardeşim değilim. Bu defa yahudiler geldi illa yahudi ol. Hıristiyanlar geldi hıristiyan ol, en doğru din budur falan diye. Kendi kendime karar verdim: büyüdüğüm zaman para kazanacağım,,bu dinlerin merkezlerini dolaşacağım. Hangisi doğru ise ona uyacağım. Önce gittim Vatikan’a, onlarla konuştum. Oradan geçtim Kudüs’e gittim, oradaki hahamlarla görüştüm. Hindistan’a gittim orada o kadar çok din var ki hepsiyle görüştüm. Bulabildiklerimle görüştüm. Oradan geçtim Tibet’e. Oradaki yetkililerle görüştüm. Şimdi işte Kazakistan’a geldim. En son durağım Mekke olacak. Bakacağım bu dinlerden hangisi doğruysa uyacağım”. Peki dedim Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyormusun? “Tabi ki. O zaten elde bir. Onda şüphesi olan görmedim ki zaten. Nereye gittiysem zaten ona inanıyor. Hindistan’da dünya kadar din var ama Allah’a inanmayan hiç yok. Allah var ve bir”. Ama aracılar değişiyor tabi. Muhammed Allah’ın elçisidir biliyor musun dedim. “Bırak Allah’ını seversen ya. Ben çok duydum bu lafları. Onu siz söylüyorsunuz. Ne bileyim ben onun Allah’ın elçisi olduğunu”. Hah dedim ben sen bu sözü söyleyesin diye onu söyledim. “Ben ne bileyim”. Sen biliyor musun dedim benim elimde Allah’ın elçisi olduğuna dair belge var. “Yok ya” dedi “gerçekten mi?”. Evet onun belgesi var bende dedim. “Görebilir miyim?” dedi. Tamam dedim. Oda arkadaşıma dedim-iki kişi kalıyorduk bir odada. Prof. Mehmet Yazıcı- çık Kur’an’ı getir. Gitti Kur’an’ı getirdi. Verdim. Dedim ki bak şimdi buAllah’ın kitabı ise sen bunun Allah’ın kitabı olduğunu anlarsın, benim anlatmama gerek yok. Çünkü sen Allah’ın ayetisin, bu da Allah’ın ayeti. Eğer değilse zaten inanmana gerek yok. Benim anlatmama gerek yok sen bunu anlarsın. Bak dedim otelin lobisinde çiçekler var. Şurada yapma çiçek var. Dışarıdan çok da güzel gözüküyor. Yanında da hakiki çiçek var. Ama bunu fabrika üretmiştir bunu da Allah yaratmıştır diye herkes bilir. Yeryüzünde hiç bir fabrika bir tane yaprağı yapamaz. Onun için bilirsin ki bunu Allah yaratmıştır. Şimdi al dedim oku, bak. Aldı, Fatiha suresinden biraz okudu. “İyya ke na’budu ve iyya ke nestain”e gelince “yanlız sana kulluk eder yanlız senden yardım dileriz”. “Allah Allah ya ben böyle bir şey hiç duymadım hayatımda. Ya bu ne enteresan bir şey” dedi. Fatiha suresini sonuna kadar bitirmesi 10-15 dakikayı aldı. Her kelimesinde düşünüyor. “Allah Allah! Ben hiç böyle bir şey duymadım” diyor. Erkenden Türkmenistan’a gideceğiz galğba. Gece hava alanına gideceğiz, uçak bizi bekliyor. Saat de geçmiş dedim ki müsade alalım. Aldım Kur’an’ı çıktım odaya. Vermedim. Biraz sonra çay içelim dedik çay yaptırdık. İçerken baktım kapı tak tak çalındı. O delikanlı. Dedi ki; “ya çok özür dilerim. Biliyorum sabahleyin erkenden gideceksiniz vaktiniz yok. Yorgunsunuz dinleneceksiniz ama ben şimdiye kadar böyle bir şey ne gördüm ne duydum” dedi. “Birazcık yanınızda oturabilir miyim” dedi. Çay ikram ettik kendisine. Bir takım sorular sordu. “Rica etsem o kitabı bana verir misiniz, ben böyle bir şey hiç görmedim” dedi. Bakın öyle bir kitap görmedim diyor. Çünkü kendisi Allah’ın ayeti, bu da Allah’ın ayeti. İkisini karşılaştırdığın zaman onun Allah’ın kitabı olduğunu anlıyor. Anladıktan sonra, bunu kim getirecek? Getiren tabi ki Allah’ın elçisidir. O zaman eşhedü diye biliyor. Ben şahidim, bu Allah’ın elçisidir. O zaman bütün dünya ona aksini söylese bile “kusura bakma ben inanmıyorum” der. Bizde insanlar eşhedü diyor. Sorsanız niye eşhedü diyorsunuz? “Din kitabınsa öyle yazıyor. “Annem öyle diyor”. Kardeşim annenin öğretmesiyle eşhedü olmaz ki. Annenin dediğine göre dersin , Annen yanılabilir. Dünyada o kadar yanlış din anlatan anneler var. Hocanın dediğinegöre yanlış olabilir. Ya kardeşim sana göre olması lazım. Eşhedü diyorsun. Ben şahidim diyorsun. Tamam, Allah’tan başka ilah olmadığı kolay. Ama Muhammed Allah’ın elçisi midir? Onu nereden biliyorsun ya? Bunu bir araştır bakalım. Şimdi bakın bizde böyle hep ezberletirler. Nas7l oluyor bu kardeşim. Eşhedü diyorum ya eşhedü.! Önce sen kendin şahitlik edeceksin. O zaman kendine mâl olacak. Çünkü O zaman belgesini göreceksin. İşte belge bu. Duyarsınız: “Amerikan büyük elçisi bugün 0 göreve başladı”. Nasıl? “Güven mektubunu cumhurbaşkanına sundu”. Ne demekgüven mektubu? O insan diyor ki; “Amerika’nın türkiye büyük elçisiyim”. Aynı iddia ile gelecek o kadar çok şey olur ki. Kardeşim belgen var mı?? Var işte. Veriyorlar cumhurbaşkanına. Cumhurbaşkanının odada tabi ilgili birimler bunun doğruluğunu da tasdik ediyor. Bakıyorlar evet diyorlar, sen Amerika’nın büyük elçisisin. Artık bundan sonra sen bizim yanımızda Amerikayı temsil edebilirsin diyor. İstanbul müftülüğündeyiz bir gün. Hiç unutmadığım bir hatıram vardır. Bir çoğunuz belki hatırlarsınız. Timurtaş Uçar Hoca vardı Allah rahmet eylesin. Bir de Ahmet Vanlıoğlu. Şimdi yaşıyor. Onun da biraz rahatsızlığı varmış. Üçümüz de İstanbul müftü yardımcısıyız. Oyuruyoruz odada. Dışarıdan içeriye iri yarı bir adam girdi. Bir tane telefonumuz var. O da müftü efendi ile paralel. Ahmet Vanlıoğlu’nun masasında. Timurtaş Hoca telefonla konuşuyor, koltuğu boş. Dışarıdan girdi adam iri yarı, Timurtaş Hoca’nın koltuğuna oturdu. Ahmet Vanlıoğlu ile karşı karşıya. “Beyler ben peygamberim”. Ahmet Vanlıoğlu dedi ki; “hoşgeldiniz. Nasılsınız?. Peki ne yapabiliriz sizin için?”. İstanbul müftülüğüne her gün bir peygamber gelir. Bazıları kitabı ile gelir. “Sizin için ne yapabiliriz” dedi. “Ya bu millet çok sapıtmış. Kimse benim peygamberliğime inanmıyor. Bana bir belge verin peygamber olduğuma dair. Bir de basın toplantısı düzenleyin, halka duyurun. Yoksa bu gidişleAllah bu millete çok büyük felaketler yapacak. Çok büyük olaylar olacak Türkiye’de”. Ahmet Vanlıoğlu dedi ki; “afedersiniz siz kimin peygamberisiniz?”. “Allah’ın peygamberiyim”. “O zaman yanlış kapıya geldiniz. Biz, kendi görevlendirdiğimiz kişilere belge veriyoruz. Allah’ın görevlendirdiğine belge verme yetkimiz yokki” dedi. Adam; “doğru söylüyorsun ya” dedi kalktı gitti. Bizim için en büyük sıkıntı, o peygamberim diyenleri geri göndermek. Bayağa bi sıkıntıydı. Sonra duyduk ki akıl hastanesinden kaçmış. Gazetelere falan çıktı. Burada önemli olan o. Ben Allah’ın peygamberiyim mi diyorsun? Getir bakalım belgeni. Onun için her nebinin belgesi vardır. Muhammed’in de belgesi budur. Bunu okumadan, anlamadan eşhedü diyorsunuz. “Öyle demek gerekiyor”. Öyle olur mu? Japonya’da bir zat, bizzat kendisinden duydum. Giyimi kuşamı tam gençlerin hayranlıkla bakacağı beyaz uzun sakalı var, başında beyaz örtü var. Vücut baştan aşağı beyaz. Boyu da uzun. Herkes bakıyor işte. Film yıldızları gibi. Çizgi filimlerde gördükleri gibi. Yanına yaklaşıyorlarmış. Diyor ki; “Japon gençler beni çok seviyor. Gittiğim zaman yanıma geliyorlar”. Bununla konuşmak istiyorlar ya, bu da fırsatı ganimet bilip diyormuş ki; “söyle bakayım”. Genç dediyormuş ki buna; “söyle bakayım”. Tekrarlıyor yani dediğini. “Eşhedü”, o da “eşhedü”. “En la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu”. O da onunla tekrarlıyor. Aynen kelimeleri tekrarlıyor. Tekrarladıktan sonra bu diyormuş ki; “şimdi sen müslüman oldun”. O da buna diyormuş ki; “şimdi sen müslüman oldun”. Baba diyor ki; “günde 8-10 tane Japon gencini müslüman ediyorum”. Bu ne Allah aşkına yaa! Ama bizdeki eşhedü diyenlerin o Japon gencinden farkı yok. Ezberleyerek gidiyorlar. Kimse bilmiyor ki. Niye eşhedü diyorsun kardeşim? “Kur’an’dan biz anlamayız”. Anlamıyorsan o zaman eşhedü de diyemezsin. Eşhedü demeye de hakkın yok. Ben şahidim diyorsun. Ben tanığım. Bütün dünya aksini söylese bile kabul etmem diyorsun. Eşhedü o demektir. Gözümle gördüm. Yani ben dünyada tek başıma da kalsam canımla bunu bildiririm. Bu kadar krsin bir bilgi gerekir. O zaman bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu sen anlarsın. Bütün dünya aksinğ iddia etse hiç bir anlamı yok. Çünkü sen Allah’ın ayeti olarak Allah’ın bu ayeti arasındaki uyumu çok rahat bir şekilde görürsün. Bu kitabın Allah’ın kitabı olması için ona buna ihtiyacı varsa o zaman olmaz ki. Olmaz. Bu suyun Allah’ın yarattığı su olduğunu görmen için sadece dudağını deydirmen yetiyor da bunu azıcık anla tamam dersin. O zaman eşhedü dersin. Dolayısıyla bugün ilk okullarda, imam hatip okullarında, ilahiyat fakültelerinde öğretilen din, bu öğrencilerin eşhedü diyebilecekleri bir din mi? Ondan sonra diyorsunuz ki “sen anlamazsın”. Nasıl anlamqm yaa! Anlamdığım şeyden nasıl sorumlu olacağım? Hocalara soru soruyorsun diyorlar ki; “ya bu sizin anlayabileceğiniz bir şey değil”. Tamam sana soruyorum anlat. Kendine de öyle birdin anlatılmamış ki. Kur’an’sız bir din. Öyle olduğu için şeytanın elinde oyuncak oluyoruz. Bugün islam alemine bakın, şeytanın elinde oyuncak. Çünkü Kur’an’sız bir din var. Şurada diyor ki Allah mesela insaların yoldan çıkma olayı. Bu adam yoldan çıkmış, kafir olmuş, bilmem e.bilmem ne. Ya kardeşim önce bi yola gelsin, ondan sonra bakalım çıkıp çıkmadığına. ALİ İMRAN, 86.. Ayet: “Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim “ diyor. “İmanlarından aonra kafir olmuş bir topluluğa hiç Allah yol gösterir mi”. “ve şehidu enner rasule hakkun” Bakın herkes inandıktan sonra kafir olur. Her kafir ama birisi kendisine tebliğ ulaşmış olan, birisi ulaşmamış olan. İkiye ayrılır. Nebi tebliğ ulaşmamış ise sadece Allah’a ortak koşmamaktan sorumlu olur. Bir de evrensel doğrulardan sorumlu olur. Eğer bir nebinin kitabı gelmiş ise ondaki emir ve yasaklardan sorumlu our. Çünkü onu bi görecek eşhedü diyecek ki artık ondan sonra ona uymak zorunda olacak.“ve şehidu enner rasule hakkun ve caehümül beyyinat” bak açık açık belgeler gelmiş, resulün hakk olduğuna şahitlik etmiş. Kesin, hiç şüphesi yok. Artık ondan sonra yoldan çıkarsa o adamı yola getirmez. Sen daha eşhedü demesini bile öğretmemişsin insanlara, ondan sonra da siyorsun ki; “din dersi okutuyoruz”. Tamam da ne okutuyorsun kardeşim? Adam hiç olmazsa bi eşhedü demesini öğrensin. Eşhedü derken ne dediğini bilsin. Köksüz ağaçlar gibi. Az önce bir şey söyledim: bütün kafirler aslında inandıktan sonra kafir olmuşlardır. Kafir demek örten demektir. Olmayan şeyi nasıl örteceksiniz? İşte bununla bunu örteceksiniz ki kafir olasınız. Olan örtülüf. İşte ahirette Allah insanları ikiye ayırıyor. Diyor kiALİ İMRAN, 106.. Ayet: “Yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh: o gün bazı yüzler ak bazı yüzler kara olur”, “fe emmellezınesveddet vücuhühüm: yüzleri kara olanlara şöyle denir”; “e kefartüm ba’de ımaniküm: inandıktan sonra kafir mi oldunuz?”. Yani içinde doğru iman olmayan bir tek kafir yoktur. Ama kendini doğru yolda saymayan da bir tek kafir yoktur. Dindar saymayan da yoktur. Güzel de kardeşim, bu Allah’ın dininin dindarlığı mı başka dinin dindarlığı mı? Öyle sen kendine dindar demişsin önemli değil. Allah diyor mu? Onun da mihengi bu. “Efendim anlamayız”. Anlamazsan kusura bakma başka yolun yolcususun. Bize anlayanlar gelsin. C.Hakk cümlemizi kendi kitabının şeyi olarak dindar eylesin. Bizim Dr.Abdurahman Yazıcı’nın bir kitabı çıktı islam miras hukuku ile alakalı. Sadece makalelerden oluşuyor ama bu makaleler, sıradan makaleler değil. İslam aleminde bütün mezheplerin ittifakla problem yaptığı konulardır. Çünkü Kur’an’sız bir din oluşunca, Kur’an’ı biz anlamayız deyince işte çok ustaca bir şekilde böyle sanki dindarmış gibi şey yapınca bir takım siyasetin müdahalesi ile işte asabelik denen bir şey oluşmuş, dede mahrumluğu doğmuş. Bugün mezheplerin hiç bir tanesi dede mahrymluğuna problem bulamıyorlar. İşte Mısır’da bir kanun çıkarılmış, Suriye’de bir kanun çıkarılmış zamanında. “Efendim bu problemin düzelmesi için bir kanun daha çıkaralım”. Neymiş o? “Efendim bir adamın iki tane oğlu olsa. Diyelim dünyanın en zengin adamı. İki tane oğlu var. Oğullarından birisi evli birisi bekar mesela. İkisi de evli olsun farketmez. Bir trafik kazası oluyor. Kazada üçü de ölüyor. Baba ve iki oğul. Ama önce evladı olan oğlan ölüyor. Bir saat sonra baba ölüyor. Ondan bir saat sonra da yine evladı olan ikinci oğlan ölüyor. Ayrıntılarını bu kitapta okuyabilirsiniz. Sırf kendilerini iktidar yapabilmek için Abbasiler’in uydurduğu bir asabe kelimesi var. Efendim diyorlar babadan önce ölen oğlanın malının 6 da 1’i babaya kalır. Peki tamam verdik. Peki baba öldüğü zaman? Baba ondan sonra öldüğü için babadan önce öldüğü için onun malından daha önce ölen oğlunun çocuklarına zırnık verilmez. Farzedin bu adam zengin, özel okullarda okuyor olabilir. Bütün mal abadan bir saat sonra ölen çocuğa kalıyor. Bunların ikisi de babanın evlatları, ikisi de torunlar? Yok. Peki bu ne? Bir de Allah matematik bilmiyor mu diye internette dolaşır. O veya bir çok önemli meselenin yani tüm islam aleminin önemli problemleri ile alakalı çok güzel makaleler vardır. Daha yeni çıktı. Epey zamandır Abdurahman’ı sıkıştırıyorduk bunu çıkar, çıkar.. Neyse daha yeni çıkardı.
Sonuç olarak bir kaç kelime özetleyelim. Demek ki bir: Allah’ın var ve bir olduğunu bilmeyen yok. Dindarlık, Allah’ın var ve bir olduğuna inanmak değil. Allah hayatınızda kaçıncı sırada? Birinci sıradaysa müslümansınız. İkinci sıradaysa kafir ve müşriksiniz. İkinci sıraya atarken birinci sıraya neyi koyduysanız o sizin tanrınızdır. Eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu diyebilmek için Kur’an’ı bilmek, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu kanaatine kesinlikle varmak, işte bunu getiren kişi Allah’ın elçisi diyebilmek lazım. Yoksa siz şahitlik edemezsiniz. Ezbere söylersiniz. O da C. Hakkın kabul edeceği bir şey değildir. Ondan sonra yolunuzu çevirirsini çevirmezsiniz sizin bileceğiniz bir şey. Dolayısıyla doğru dini öğrenelim ve doğru dindarlığı öğrenelim.