ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli izleyiciler. Bugün dinden dönme ile ilgili geçen hafta başladığımız dersimize devam ediyoruz. Geçen haftaki dersi dinleyenler hatırlayacaklardır, kuranın bize bildirdiği dinden dönen ilk varlık İblis’tir. Allah İblis’in cezasunın lanet olduğunu bildirmiştir. Lanet de bulunduğu yerden uzaklaştırılması anlamına gelir. Zaten İblis ile ilgili ayetleri okursanız hep görmüşsünüzdür. Allah diyor ki; “çık oradan, sen kovuldun” diyor. Birisinde “izheb” diyor: “git” diyor. Birisinde “ihbit” diyor: “in bulunduğun yerden aşağıya” diyor. Dolayısıyla, lanet: bulunduğu konumdan uzaklaştırılması ve dışlanması demek. Türkçeye “dışlanma” diye tercüme edersek daha doğru olarak karşılamış oluruz. Allah tarafından dışlanmış oluyor. Yani C.Hakkın müminlere yapmış olduğu bir takım ikramlardan mahrum kalmış oluyor. Müminlerin de dışlaması gerekiyor. Onlar da kendi iç işlerine karıştırmamaları icab ediyor. Yakın dost olarak bilmemeleri gerekiyor. Melekler de onları dışlıyorlar. Ayette bunların cezası bu. Ali İmran suresinde de geçen hafta okumuştuk. Açıkça dinden dönenlerden bahsediyor. Ali İmran suresi kuranın 3.suresidir. Mesela siz burada isterseniz İblis’i onun yerine koyun, isterseniz başkasını koyun farketmez. ALİ İMRAN, 86.. Ayet: “Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim: inandıktan sonra kafir olan bir topluluğu Allah nasıl yola getirir”, “ve şehidu enner rasule hakkun: bu resulün hak olduğuna da şahitlik etmişler, kesin bir bilgiye ve kanaate sahip olmuşlar”, “ve caehümül beyyinat: ve onlara açık açık belgeler gelmiş” hiç şüpheleri kalmamış, ondan sonra da kafir olmuşlar. Zaten kafir demek örtmek demek. Olmayan bir şey örtülmez. Şimdi şurada bardak var, ben şöyle örtüyorum. Bunun sözlük anlamı küfürdür. Hatta kuranda küffar, mesela bizim küfür dediğimiz kelime çiftçiler için de kullanılır. Niye? Çiftçiler toprağın içerisine tohumu yerleştirip üstünü örttüğü için sözlük anlamıyla kafir demek olur. Mesela Allah’ın bizim günahlarımızı affetmesi için kullandığımız bir kelime vardır keffaret, aynı kökten kullanırız. Dolayısıyla kafir kelimesinin anlamı, örten demektir. Buradaki örtülen şey, Allah’a olan inançtır. Onun için sağlam inancı olmayan bir kişi kafir zaten olamaz. Önce inancı olacak ki onun üstünü örtmüş olsun. Bu sebeple bütün kafirler mürteddir. Biraz sonra ilgili ayetlerde göreceğiz. Burada diyor ki Allah; “vallahü la yehdil kavmez zalimın: Allah, yanlış yapanları yola getirmez”. Peki getirmez de ne olur? ALİ İMRAN, 87.. Ayet: “Ülaike cezaühüm: onların cezası şudur”. Dikkat edin cezaları. Çok açık ve net, kimsenin şüphe etmeyeceği bir ifade kullanıyor Allah. “enne aleyhim la’netellahi: onların üzerinde Allah’ın laneti vardır”. Yani İblis’e ne yaptıysa, en son inandıktan sonra kafir olan kişiye de aynı cezayı uyguluyor. Değişen bir şey yok. “vel melaiketi: meleklere”, “ven nasi ecmeıyn: tüm insanlara”. Tarih olarak şunu biliyoruz. Herkes gayet iyi biliyor. Nuh(as) var biliyorsunuz. Kafir olanlar suda boğuldular, mümin olanlar kurtuldular. Onların soyundan gelenler Hud(as)’ın kavmi oldular. Babaları, dedeleri, Nuh(as)’ın gemisiyle kurtulmuş olan bu insanlar, Hud(as)’a karşı çıktılar. Kafir olmak bilgisizlik değil, kafir olmak bir hayat tarzıdır. Yani insan dünyayı tercih ediyorsa, kendi beklentilerini, hayallerini gerçekleştirmek istiyorsa, Allah’ın emirlerini ikinci sıraya koyuyorsa kafir olmaması mümkün değil. İşin esası bu. Herkes bakmalı: benim için birinci sırada dünya mı ahiret mi? O kafirlerden hepsi de kendisini mümin sayar. Kendini mümin saymayan kafir hemen hemen hiç yoktur. Mesela geçen hafta okuyacaktık hatırımıza gelmedi, Hud suresinin 59 ve 60.ayetlerinde Allah şey yapıyor HUD, 59.. Ayet: “Ve tilke adün cehadu bi ayati rabbihim”. “cehadu bi ayati rabbihim” çok önemli bir kelğme bu. İşte Ad kavmi diyor. Rablerinin ayetleri karşısında cehad’a yöneldiler. Cehad ne demek? Bile bile inkar demek. Doğru olduğunu çok iyi biliyorlar ama hesaplarına gelmediği için ayetleri görmemeye başladılar. Siz de çevrenizde görürsünüz. Ayetleri okursunuz, hesabına gelmediği için hiç dinlemek istemez yüzünü çevirir döner gider. İşte mesele bu. “ve asav rusülehu: Allah’ın elçilerine de isyan ettiler”. Yani kim gelip de Allah’ın ayetini okursa ona karşı çıktılar. İşte, “kuran müslümanlığı sapıklığı” derler biliyorsunuz bugün. Niye? Çünkü kendi hesaplarına gelmiyor. Kendi kurgularına ters geliyor. Hiç kimse dinsiz olmaz ama dini kendilerine göre kurgulamak isterler. Allah’ın kurgusu hesaplarına gelmez. “vettebeu emra külli cebbarin anıd: baskıcı ve inatçışarın emrine uydular”. Onların peşine gittiler. Peki cezaları ne Hud kavminin? Tabi ki lanet olacak. Ondan sonra diyor ki; HUD, 60.. Ayet: “Ve ütbiu fı hazihid dünya la’netev” bu dünyada bir lanete yani Allah’ın ikramından uzaklaştırılıyorlar. Bu ikram, efendim diyeceksiniz ki kafirler daha çok zengin oluyor. Tabi sizin için iyilik eğer zenginlikse, doğru. Mesele o değil. Mesele zenginlik, mesele mevki ve makam sahibi olmak değil. Eğer başarıyı onunla ölçüyorsanız o zaman siz de o tarafa özenirsiniz. Çünkü imtihan gereği bunlar olması lazım. Hepimizin önünde bizim çok ilgimizi çeken şeyler olacak, öyle olacak ki Allah’ın emirlerini mi tergih ediyoruz yoksa dünyalığı mı tercih ediyoruz ortaya koyalım. Dine yönele kişi zengin olsa, yeryüzünde dindar olmayan tek kişi kalmaz. Dine yönelen kişi itibar elde edecek olsa kalmaz. Allah’ın vereceği itibar olur ama Allah da çeşitli aşamalardan geçirdikten sonra verir. İşte dinden dönme böyle bir şey. Fakat hiç kimse dinsiz olamaz. Bunu da çok iyi bilelim. Araf suresinin 30.ayetinde Allah tüm insanların kendini dindar saydığını bize açıkça bildiriyor. Diyor ki; ARAF, 30.. Ayet: “Ferıkan heda ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh”: insanlar ikiye ayrılır. Bir gurup vardır ki yola gelmişliğini Allah onaylar. İkinci gurup var ki Allah’ın onayıyla sapık sayılmışlardır. Kendileri haketmişlerdir. Allah kimseyi ne sapı yapar ne hidayete getirir. Kişinin kendisi gelir. Tıpkı okulda sınıfı geçmeyi hakedenleri öğretmenin geçirmesi gibi. Çünkü geçmişliğini öğretmen onaylamazsa çocuk sınıf geçemez. Sınıfta kalan da öyle yine öğretmenin onayıyla kalır. Allah kişilerin davranışlarına göre kararını verir. Bir kısmının yola gelmişliğini onaylar. Çünkü onlar için esas olan Allah’ın ne dediğidir. Ahireti dünyaya tercih etmiştir yaşayışı. Bir kısmı da sapıklığı hakeder. Onlar da dünyayı ahirete tercih ederler. Çevrenize bakın, dünyayı ahirete tercih eden insanlar, Allah’ın birçok emrini ıskalamaya çalışırlar. Görmemeye çalışırlar, duymamaya çalışırlar ama kendilerini de çok dindar görürler. Dindarlığı da kimseye vermezler. Onun için diyor ki orada ARAF, 30.. Ayet: “Ferıkan heda ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyae min dunillahi” onlar, şeytanları yani insanları doğrulardan uzaklaştıranları Allah’tan daha çok kendilerine yakın kabul ederler. Yani hesaplarına gelen fetvaları verenler onlsr için önceliklidir. Ama öyle bir hale getirirler ki onları, onları bir taraftan Allah’a yakın bir taraftan kendilerine yakın, Allah ile kul arasında bir ara bölge oluştururlar, oraya onları yerleştirirler. Kendilerinin Allah ile ilişkilerini onlarla kuracaklarını söylerler. Ama ondan sonra ne yaparlar: ” “ve yahsebune ennehüm mühtedun: kendilerini doğru yolun ortasında hesap ederler”. Durum böyle olduğu için insanlıkta din sömürüsü en başta gelen sömürüdür. Çünkü din herkesin yumuşak karnıdır. Hiç kimse dinsiz olmak istemez. İblis de dahil. İblis de kendisini dindar sayar. İki ayette “ben Allah’tan korkarım” der. Kuranda geçiyor. İşte bu sebeple dinsiz olunamadığı için dine uymak insanların hesabına gelmeyinde dini kendilerine uydurmaya başlarlar. Biz bunu geçen hafta yahudilikte gördük. Musa(as)’ın kuranda geçen buzağıya tapmasıyla ilgili kısımda Samiriy’e verilen ceza: “git” diyor. Git nedir? Lanetin tam uygulanmasıdır. Bundan sonra senin söyleyeceğin şey, bana dokunmayındır. Çevrenize bakın: yahudileri buzağıya taptıran o kişinin yaptığını, davranış biçimini siz çevrenizde göreceksiniz. Mesela: yanlış yaptıkları için, bazı ayetleri okuduğunuz kişiler tekrar o ayeti okuyacağınızı hissederler ise sizden kaçarlar. Sizi yanlarına yaklaştırmak istemezler. Sizinle bir arada olmak istemezler. Benim onlarla bir işim yok derler. “La misas” diye ayette bildiriyor. Yani orada, kendisi yoldan çıkan, İsrailoğullarını yoldan çıkaran Samiriy’e verilen ceza bu. Geçen hafta bunu tevrattan da okuduk. Ama insanlar ne hale geliyor. Tevratın bugünkü nushasında Samiriy’in yerine Allah’ın nebisi Harun(as)’ı koymuşlar. Ama, Harun(as) ile ilgili verdikleri bilgilerin bir kısmı kuranda Harun(as) ile ilgili olan bilgilere uyuyor, bir kısmı uymuyor. Yani bakıyorsunuz ki kuranın tasdik ettiği tevratta Allah’ın nebisi müşrik sayılıyor. Ama çok açık veriyor. Samiriy kelimesinin yerine onu yerleştirdikleri çok açık ve net belli. Geçen hafta burada onu ayrıntılı olarak okumuştuk. Buradan şunu anlamamız gerekiyor: kueanın tasdik ettiği tevrata insanlar bir şeyler sokuşturuyorlarsa kuranın içine de pekala sokuşturabilirler. Ama çok şükür ki C. Hakk Kur’an’ın metnini korumuş. Koruma sözü de vermiş. Metnini korumuş ama anlamını korumamış. İnsanlar anlamda saptırmalar yapıyorlar. Ya da ilgisiz ayetleri delil getirerek şey yapıyorlar. Biraz sonra göreceğiz. Kur’an’da dinden dönmenin cezası lanet: uzaklaştırma cezası olduğu halde mezhepler şii-sünni tamamı, dinden dönenin öldürüleceği konusunda ittifak etmişlerdir. Hele önümüzdeki günlerde zındıklık kelimesi üzerinde duracağız: orada adamın içi de mümin dışı da mümin ama yargısız infaz gerekiyor. Niye? Yerleşik düzene aykırı söz söylediği için. Sistemi bozduğu için. Geçtiğimiz günlerde İran’da 20 yaşında bir delikanlı, Hüsamettin Ferzizâde üniversite öğrencisi, “İslam’dan İslam’a” diye bir kitap yazmış. O diyor ki orada; “sizin anlattığınız islam, Allah’ın kuranda anlattığı islam değil. İşte benim belgelerim. İmamlar masum değillerdir. Yani bunlar günahtan korunmuş değillerdir”. Aslında bu yanlışlar konusunda sünni-şii farkı yoktur ama ambala farkı vardır. Bize hep çocukluğumuzda öğrettiler. Peygamberlerin vasıfları: birincisi ismet sıfatı yani Allah korumuş. İsmet sıfatını onlar, peygamberin soyundan gelenlere de veriyorlar. Peki beri tarafta, o sıfat hiç kullanılmadan ulemaya da ismet sıfatı verilmiyor mu bizim zihnimizde? Çocukluğumuzdan itibaren, bizim ulema hata yapmaz şeklinde zihnimize yerleşmedi mi? Şimdi işte değişen bir şey yok. Hüsameddin Ferzizade adındaki delikanlı bu konuda bir kitap yazıyor. İran ile Türkiye’nin farkı: İran’da şeriat uygulanıyor, Türkiye’de uygulanmıyor. Türkiye’de bu tip kitapları yayınlayabiliyorsunuz ama orada yayınladınız mı ceza giyiniyorsunuz. Bizim Azeri sitemizin yöneticisi olan Aydın Mülayim, Hüsamettin Ferzizade ile ilgili mahkeme kararının Türkçesini size okuyacak. Bakın dinden dönmenin cezası neymiş. Arkasından ben de size aynı konuda yine bir öğrenciye Ebu Suud’un. Ebu Suud’un kim olduğunu biliyoruz değil mi? Muhteşem Yüzyıl dizisinden dolayı herkes öğrendi. Kanuni’nin şeyhulislamı Ebu Suud’un bir öğrenciye verilmesi gerektiğini söylediği ceza ile bu şeyi de karşılaştıralım. Oku bakalım Aydın Hoca.
AYDIN MÜLAYİM: Mahkeme kararı: devrim savcısının hazırladığı iddianameye göre Ali oğlu Hüsameddin Ferzizade, islami değerlere hakaret ve yazdığı İslamdan İslama kitabını internet ortaamı ve çevre ülkelerde üniversitelerde yayıp, sapkın inançlarını tebliğ ederek mürted olarak suçlanmaktadır. Davalı, görüşlerinin tamamının belgelere dayalı olduğunu ve bu görüşleri fikir alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya getirerek yayınladığını söyledi. Mahkeme dosya içeriği ve davalının beyanatı ve İslamdan İslama kitabı içeriği ve metnini göz önüne alarak, aşağıdaki maddelerde bulunan cezaların şahsa uygulanmasını istedi.
1-Resu-u Ekrem (sav)’in makamına hakaret suçundan 74 kırbaç darbesine.
2-Masum imamlara hakaret suçundan 5 yıl hapse.
3-İslam Cumhuriyeti kurucusu İmam Humeyni’nin şahsına hakaretten 2 yıl hapsi. Mahkeme ayrıca anayasanın 167.maddesine istinaden islami değerlere hakaret ve islam dini hükümleri ve ilkelerini islam ve kuranın ceza kanunlarını çiğniyerek inkar suçuyla daha önce de beyan ettiği üzere anne ve babası da şii olan davalıyı fıtri mürted sayan mahkeme, şahsı 7 yıl hapis ve 74 kırbaç darbesi ve idama mahkum etmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 20 yaşındaki çocuk İslamdan İslama diye bir kitap yazıyor. Dikkat ederseniz nebimize hakaret 74 kırbaç, imamlara hakaret 5 yıl. Hangisi daha değerli görün. Humeyni’ye hakaret: O da ayrıca imamlardan ayrı sayılıyor 2 yıl. Ondan sonra 7 yıl. 74 kırbaca. Sonra da kuranı da söyleyerek, zannediyorsunuz ki kuran dinden dönene ölüm emri veriyor. Kuranı da delil göstererek idamına karar verilmiştir diyor. Bu bir öğrenci. Bir başka öğrenci ilave yapalım. Bu, şia örneği. Şimdi sünni örneği. Bakın bu kitap, İbni Abidin’de Reddül Muhtar haşiyesi. Hanefilerde son derece önemli bir kitaptır. Ben İstanbul Müftülüğü’ndeyken bu kitapla çok fetva verirdik. Hatta biz fakültede bu kitabı ders kitabı olarak okumuştuk. Burada da şöyle diyor. Arapça ibaresini okumayacağım ama arzu edenler için cildini ve sayfa numarasını vereyim. 4. cilt 235. sayfa. Eşşamile varsa bir kimsede aynen onu almışlar. Aynı cilt ve sayfa. Tercüme ediyorum. Arapçasını okumayacağım çünkü çok zaman alır. Diyor ki; “Ebu Suud efendinin maruzatında”. Maruzat diye bir şeyi vardır onun. Süleymaniye Kütüphanesi’ne bugün baktım Maruzat diye bir şey var. maruzatın kendisi de bende vardı ama. Diyor ki; “müftü Ebu Suud’un Maruzat’ında şöyle bir soruya verdiği cevabı özet olarak anlatayım” diyor “Bir öğrenci, onun yanında bir hadis okuyor” Resulullah’ın bir sözünü okuyor. Diyor ki; “Nebi(sav)’in bütün hadisleri doğrumudur”diyor. Ondan gelen hadislerin tamamı doğrumudur diyor. “Onlarla amel edilir mi?” diyor. “Oradan gelen hadisleri hemen uygulamamız gerekir mi? Hepi doğrumudur?” diye soruyor Müftü Ebu Suud’a. Şeyhulislam, biliyorsunuz. Ona karşılık diyor ki; “böyle bir soru sorulur mu?” diyor. “Böyle bir soruyu sorduğun için yani hepsi uygulanır mı derken hepsi uygulanmaz demek istiyorsun” diyor. “Soru tarzın onu gösteriyor. Böyle bir soru sorduğun için dinden döndün” diyor “öldürülmen gerekir. Ama tevbe edebilirsin” diyor “tevbe hakkın var. Bu, bu soruyu sormandan dolayı. Soru sorma tarzından dolayı”. Ondan sonra da diyor ki; “ama sen bu soruyu sorarken üstü kapalı olarak da Resulullah’a hakaret ettin. Onun için derhal öldürülmen gerekir, tevben kabul edilmez” diyor. “İstediğin kadar tevbe et” diyor. Yani özür dilerim falan diyemezsin. Bakın bu da öğrenci O da öğrenci. Bu, Ebu Suud Efendi. Osmanlı Şeyhülislam’ı ve verilen fetva. Son derece hür bir ortam! Bilimsel hürriyeti görüyorsunuz. Şimdi neden Osmanlı’da ilim gelişmedi, o kadar geniş sahalara hakim olan Osmanlı neden Avrupa’nın ilimine yenildi oradan anlayın işte. Örencinin soru sorması bile yargısız infazı gerektiriyor. Yargılama yok. Yargısız infaz. Bugünkü dersimizde asıl konumuz bu. Şimdi bakın son zamanlarda biliyorsunuz bir İşid olayı var, bir Bokoharam olayı var, bir El Kaide olayı var, Afganistan’da Taliban olayı var. Bunlara karşı, aslında İşid ortaya çıkıncaya kadar Türkiye’de hiç kimse harekete geçmedi. İşid ortaya çıktı, nası batılılar Türkiye onu sahiplenip sahiplenmemede ikilem yaşadı baktı ki Türkiye’de İşid reddediliyor. Güzel. Burada gördüğümüz gibi şii-sünni mezheplerin tamamının verdiği hüküm, kuranın çok açık verdiği hükümlerine, dünya kadar uygulamaya, kuranda onları haklı kılacak hiç bir kelime yok. Biraz sonra Dr.Fatih Orum, Hanefiler’in az önce okuduğum Hanefi mezhebinim bununla ilgili getirdiği ayet delilini lütfen dikkatle takip edin bakın ki kuranı ne hale getirmişler. Esas kendi fetvalarının kendilerine uygulanması gerek. Kesin. Onu göreceksiniz inşallah ama şimdi bugün Türkiye’deki, Suudi Arabistan’da,Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Hindistan’da, bütün islam coğrafyasında okunan, insanlara öğretilen din geleneksel dindir. Açın İslam Ansiklopedisi’ni Diyanet Vakfı’nın yayınladığı, burada anlattıklarımızın hepsini orada bulacaksınız. Fazlasıyla. Açın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmış kitapları, bulacaksınız. Gidin İmam Hatip okullarında okutulan kitaplarda bulacaksınız. Üniversitelerde okunan kitaplarda bulacaksınız. Dün, Diyanet İşleri Başkanlığı hutbe okudu İşid’e karşı. Niye? Çünkü siyasi ortam ona karşı çıkmayı gerektiriyor . Tamamen böyle içi boş kelimelerden oluşan bir hutbe. Başka bir şey yapamazlar. Çünkü ya geleneksel islamı reddetmeleri lazım ki hiç bir zaman hesapkarına gelmez. İşid’i de sahiplenemezler, siyasi ortam müsait değil. O zaman ne yapacaklar? Öyle kelimelerle geçiştirecekler ki artık kim ne anlarsa anlasın. Bakın dünkü hutbeden. 20-11-2015 tarihli camilerde okunan hutbeden çu cümleleri size okuyayım. “Bizler biliyoruz ki dillerinden tekbir düşmese de alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların faillerinin islamla uzaktan yakından asla ilgisi yoktur”. Ebu Suud’un verdiği fervanın islamla uzaktan yakından ilgisi var mı? Şiilerin verdiği de öyle. Bugün gidin Diyanet’ten fetva isteyin bakayım Reddül Muhtar’dan fetva veriyorlar mı vermiyorlar mı? Ben 21 sene fetva işlerinde meşgulken bu şeyden ayrılmıyorduk yani. Tamam, dediğin doğru ama vâkıaya uyuyor mu? Ondan sonra “zira insana ve insanlığa yönelik bu tür vahşeti gerçekleştirenlerin onları yönlendirenlerin ne Allah’a saygıları ne de herhangi bir dine mensubiyetleri söz konusu olabilir”. Şimdi burada arkadaşkarımız anlatacaklar, bakın ki bu mezheplerin verdikleri o fetvayı verenlerin Allah’a saygısı var mı. Burada şunu göreceksiniz ki İşid yüzde yüz bu geleneksel dini uyguluyor. Yani bugün bizim imam hatiplerde öğretilen, ilahiyat fakültelerinde öğretilen, eskiden medreselerde öğretilen, diğer islam ülkelerinde insanlara din diye öğretilen dini uyguluyor. Ondan dolayı ben şunu hep tekrarlıyorum: bir musibet bin nasihattan hayırlıdır. Dolayısıyla bu musibet inşallah müslümanlar için bin nasihatten hayırlı olacak. Şimdi televizyonlarda görüyorum, gazetelerde yazılarda: artık herkes bunu tartışmaya başlıyor. İnşallah çok büyük hayra vesile olacaktır Allah nasib ederse. Bakın mesela Dr.Fatih Orum bir örnek verecek. Müslünan iken kafir olan. Muhterem izleyicilerimiz lütfen yanınızda kuran bulundurun bizi dinlerken. Ali İmran suresinin 106.ayetini açın. Bakın ki mürted olmayan bir tek kafir var mı yeryüzünde. Çünkü kafir, örten demektir. Şurada bir bardak su var, bunu örttük. Bunu örttüğümüz için kelime anlamıyla küfür denir buna. Olmayan bir şey örtülmez ki. Kafir de içindeki imanı örtüyor. ALİ İMRAN, 106.. Ayet: “Yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh” mahşer gününü anlatıyor: “o gün bazı yüzler ak, bazı yüzler kara olacak”, “fe emmellezınesveddet vücuhühüm: yüzleri kara olanlar(kafirler): onlara şöyle denecek” “e kefartüm ba’de ımaniküm: inandıktan sonra kafir mi oldunuz?”. Yani bütün gerçekleri gördünüz, sonra üstünü örttünüz öyle mi? Hesabınıza gelmedi. “fe zukul azabe bima küntüm tekfürun: o zaman kafirliğinize karşı şu azabı tadın”. Diyecekler ki müşrikleri öldürmek gerekir. Tabi onunda bir sürü o kadar yanlışlar peşpeşe geliyor ki bunu da inşallah Dr.Yahya Şenol anlatacak dinde zorlama olup olmadığını. Göreceksiniz. Şimdi Fatih Orum’u dinleyelim.
FATİH ORUM: Ben, Hocam’ın bıraktığı yerden alıyorum. Yani “e kefertum bade inanikum: iman ettikten sonra kafir mi oldunuz/kafirliği mi seçtiniz?”. Zaten bu kafirliği seçmenizden dolayı tadın azabı diyor. Bizim geleneğimizde mesela kullanırız: münafık adlandırması vardır. Bu ifadeler, biraz sonra göreceğiz ayetleri okuduğumuzda münafıklar için de aynen kullanılıyor. Bu adamlar da iman ettikten sonra esasında dünyayı tercih edip görmezden gelen ve kafirliği kabul eden insanlar ve kuranda bu kişilere uygulanacak davranış tarzı ne olacak onunla ilgili Resulullah’a ve onun şahsında bize Rabbimiz ne buyuruyor. Bununla ilgili mustakil bir sure var kuranda: Münafikun suresi. 63.sure. Bu münafıklardan bahsediyor. Münafıkların nasıl davrandıklarından, neler hissettiklerinden, piskolojilerinin ne olduğundan, verebilecekleri zararın ne olabileceği, onlara karşı nasıl davranılması gerektiğine kadar çok detaylı bilgiler veriliyor. 63.surenin ilk ayeti şöyle başlıyor: MUNAFİKUN, 1.. Ayet: “İza caekelmunafikune kalu neşhedu inneke leresulullahi” yani Rabbiniz peygamberinize bunu haber veriyor diyor ki; münafıklar yani bu iki yüzlü davranan kişiler sana geldiklerinde şöyle derler; “biz şahidiz gerçekten sen Allah’ın resulüsün” yani eşhedü çekiyorlar. Yani eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu diyor adamlar. “vallahu ya’lemu inneke leresulullahi: Allah biliyor ki sen Allah’ın resulüsün”, “vallahu yeşhedu innelmunafikıyne lekazibune” ama Allah da bir şehadette bulunuyor diyor ki; “Allah şahittir ki bu adamlar yalan söylüyorlar”. MUNAFİKUN, 2.. Ayet: “İttehazu eymanehum cunneten: bu gibi sözleri” yani işte kelimei şehadet getiriyor, tevhid getiriyor. Bu gibi sözleri kalkan olarak kulllanıyorlar. İçlerini gizlemek için bunları ön plana çıkarıyorlar. “fesaddu ‘ansebiylillahi” ve bunu yapıp, Allah’ın yolundan da esası da bunlar çekiliyorlar. “innehum sae ma kanu ya’melune: yapıp ettikleri bu şey ne kadar kötüdür” dedikten sonra işte asıl önemli vurgu şimdi geliyor. MUNAFİKUN, 3.. Ayet: “Zalike biennehum amenu summe keferu” biraz önce dedi ya yaptığı şeyler ne kadar kötüdür dedi, bu kötü olan şey bu adamların önce inanmaları sonra da görmezden gelmeleridir. Münafıklardan bahseden ayetler. “fetubi’a ‘ala kulubihim” yeni bir yapı oluşuyor artık. Yani bunlar bunu alışkanlık haline getirmeye başlıyorlar. İlk etapta belki onları rahatsız eden şey artık onların bir davranış biçimi, alışkanlığı, huyu suyu olmaya başlıyor e Rabbimiz bu konuda işte bizleri uyarıyor. Yani bu adamlar bunu artık normal bir davranış gibi sergilerler, sen de zannedersin ki bunlar mümin. “fehum la yefkahune” işte bu yeni yapı oluştuğu için artık bu adamlar doğru anlayamıyor, kavrayamayan bir tip haline geliyor. 4.ayetten itibaren de peygamberimize bu adamların dış görünüşleri ve hissiyatlarına dair bilgiler veriyor ki bunu hepimiz bugün etrafımıza bir şablon olarak kullanabiliriz. MUNAFİKUN, 4.. Ayet: “Ve iza reeytehum tu’cibuke ecsamuhum” sen bu adamları gördüğünde giyinişleri, kuşamları, kılık kıyafetleri senin çok hoşuna gider. “ve in yekulu tesma’ likavlihim” konuşsalar hemen kulak verirsin, iyi konuşurlar, güzel şeyler söylerler, hamasi ifadeler, duygusal ifadeler kullanırlar. İş konuşmaya geldiğinde en ön saftadırlar. “keennehum huşubun musennedetun: ama bunlar duvara dayalı kalas gibidirler” . Niçin bu ifade kullanılıyor? Çünkü duvara dayalı kalas, yanına kimsenin yaklaşmasını istemez. Hatta ufacık bir sarsıntıda bile bunlar dökülmeye başkar. Biri kıpırdadı mı diğerlerini de kıpırdatmaya başlar. Dolayısıyla hepsinin birbiriyle irtibatı olduğu için birisinin açığa çıkması, birisinin yerinden oynaması diğerlerini de oynatır, peş peşe. Bunlar ducara dayalı kalas gibidirler. “yahsebune kulle sayhatin” bunlar bir kurgu içerisinde oldukları için ne konuşulsa, acaba bizim bu davranışımızı deşifre mi ettiler, acaba anladılar mı yani bir tedirginlik havası vardır sürekli üzerilerinde. Çünkü hayal bir kurgu üzerinedir hayatları. “aleyhim humul’aduvvu: işte senin gerçek düşmanların bunlardır”. Düşman arıyorsan işte düşman bu. “fahzerhum: bunlara karşı çok dikkatli ol”. Resulullah’a yapıyor bu hitabı. Demek ki Allah’ın nebisinin yanında bu adamlar ve Allah’ın nebisi bu adamların farkında değil. Çünkü bu adamlar işi iyi biliyorlar. Dedikten sonra “katelehumullahu” ifadesi konumuzla alakalı önemli bir konu. Yani hocam Âli İmran suresinde daha önceki hafta ‘lanet’ kelimesinden bahsetmişti. Ve yine Samiriy örneğinden hareketle bunu hatırlattı. “Allah bunlarıncanını alsın”, “kahretsin”, yani bunların yüzlerinde lanet, dışlanmışlık hissi hep bu adamların peşinde olacak. “enna yu’fekune” nasıl da yalana sürükleniyorlar, nasıl da savruluyorlar, doğruyu görmelerine rağmen nasıl bu kadar evrilip çevriliyorlar diyerek Rabbimiz bunların duruşunu söylüyor. Ve ondan sonra bu adamlara…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir daha vurgu yapılabilir. Kuran diyor ki; “bunlar, inandıktan sonra kafir oldular” dedikten sonra Resulullah’a söylediği ne? “Onlara karşı dikkatli ol”. O kadar.
FATİH ORUM: 5.ayet konumuz açısından önemli. MUNAFİKUN, 5.. Ayet: “Ve iza kıyle lehum te’alev yestağfir lekum resulullahi levvev ruusehum” yani bunlara “bakın gelin vazgeçin,,tevbe edin istiğfarda bulunun, Resululah da bu konuda sizin önünüzü açsın yardımcı olsun” denildiğinde, bu adamlar yüzlerini çevirirler bu işten ilgilenmezler. “ve reeytehum yesuddune ve hum mustekbirune” bir bakarsın bunlar kendini beğenmiş kibirli bir halde hemen uzaklaşır giderler. Bu teklife olumlu bakmazlar ki Nisa suresinde, Maide suresinde, Tevbe suresinde de münafıklara; “gelin Allah’ın resulünün yanında tevbe edin ve geri döndüğünüzü deklare edin ve Allah sizi affetsin” denildiğinde aynı tavrı gösteriyor bunlar. Yani pek çok yerde benzer ifadeler geçiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Taha suresinde Musa(as)’ı putu yapıp da insanların sapmasını sağlayan Samiriy ile ilgili: Samiriy mürtedliğine devam etmişti. Orada da aynı şey. Ne diyor: TAHA, 97.. Ayet:…fe inne leke fil hayati en tekule la misase”: hayatta şöyle dersin; “bana dokunmayın”. Bana dokunmayın ile “levvev ruusehum” aynı şey. O münafıklar ile bu açık kafir. Çünkü yaptığı yanlışı çok iyi biliyor. Musa(as)’ ın söylediğinin doğru olduğunu çok iyi biliyor. Münafıklar da Allah’ın resulünün doğru yolda olduğunu çok iyi biliyorlar, hesaplarına gelmiyor. Siz ayetleri okuduğunuz zaman çekip gidiyorlar. Samiriy de aynı şekilde “la misas”. “Bana dokunmayın”, “tamam kardeşüm siz doğru yoldasınız ben yanlış yoldayım”. Siz doğru yoldasınız diye adeta size karşı bir sitemde bulunuyor.
FATİH ORUM: MUNAFİKUN, 6.. Ayet: “Sevun ‘aleyhim estağferte lehum em lem testağfir lehum” ister bunların bağışlanmalarını dile ister dileme değişen bir şey olmayacak bunlar için. Durum atnı. “len yağfirallahu lehum:Allah onları bağışlayacak değildir”. “innallahe la yehdiylkavmelfasikıyne: çünkü Allah’ın kanunu gereği Allah, yoldan çıkmış olanları yola getirmez”. Yani onlar herhangi bir girişimde bulunmadıkları sürece Resulullah’ın onlar için istiğfarda bulunması asla, nitekim Tevbe suresinin 80.ayetinde “İstağfir lehüm ev la testağfir lehüm in testağfir lehüm seb’ıyne merraten”: ne kadar onlar için tevbe istiğfarda bulunursan bulun, bu adamlar durumlarını düzeltmezse bu istiğfarı peygamber de yapsa değişen hiç bir şey olmayacaktır. Çünkü bu onların tercihidir. Ve bu adamlar o kadar tehlikelidir ki(devamındaki ayetlerde bunu görüyoruz)en zayıf olduğunuz anda yani işte insanın bağışıklığının en zayıf olduğu dönemde hemen mikroplar o vücudu mahvetmek için uğraşırlar, bu adamlar da bir toplumda o toplumun en zayıf olduğu ânı gözlerler. Savaş anında bakınız diyorlar ki MUNAFİKUN, 7.. Ayet: “Humulleziyne yekulune la tunfiku ‘ala men ‘ınde resulillahi” peygamberin etrafındakilere diyorlar; “ya bu adamları kollamayın, gözetmeyin, bunlar için yardımda bulunmayın, infakta bulunmayın: o nebinin etrafından çekip gitsinler bunlar”. Önce yanlızlaştırmaya çalışıyorlar. O toplumda itibarsızlaştırmaya çalışıyor, yanlızlaştırıyor ve öyle yok edecek Onu. Ama Allah diyor ki; “ve lillahi hazainussemavati vel’ardı ve lakinnelmunafikıyne la yefkahune”: hesap edemedikleri bir şey var: bütün hazineler Allah’ındır. Yani onları yediren içiren de Allah’tır. Kimin malını kimde kıskanıyorsun? Kimin malını kime dağıtıyorsun? Sonra MUNAFİKUN, 8.. Ayet: Yekulune lein reca’na ilelmediyneti leyuhricennel’e’azzu minhel’ezelle”: savaş esnasında bunu söylüyorlar. Diyorlar ki tevsir ve tarih kitaplarına baktığımızda Beni Mustalik savaşında gerçekleşen olaylarla alakalı olduğu söylenir. Doğrudur da belki. Diyorlar ki; “Medine’ye döndüğümüzde biz üstün olanlar, bu ezikleri şehirden atacağız”. Orada başlıyor iş karıştırmaya. Orada savaş esnasında birilerini ötekileştiriyor. Morali bozuyor, motivasyonu bozuyor. Savaş esnasında asla kabul edilmemesi gereken şeyleri yapıyorlar bunlar ve peygamber de aralarında bunların. Ama bunun üzerine Allah tekrar uyarıda bulunuyor. Diyor ki; “ve lillahil’ızzetu ve liresulihi ve lilmu’miniyne ve lakinnelmunafikıyne la ya’lemune: oysa üstünlük Allah’ındır, elçisinidir ve müminlerindir ama münafıklar bunu bilmiyorlar”.