ABDULAZİZ BAYINDIR: Biliyorsunuz bir önceki hafta nesih konusunu işlemiştik. Nesih ile ilgili problemler var. En başta burada görmüştük ki, bu konuda konuşanlardan hiç bir tanesi, kuranın nesih tanımlamasını esas almıyor. Kendine göre bir nesih tanımlaması yapıyor, o da uymuyor, uymayınca bir sürü tartışmalar çıkıyor ki bunların hepsi gereksiz tartışmalar. O tartışmaların da bir kısmı ile ilgileneceğiz şimdi. Problemi Fatih Orum ortaya koyacak, ondan sonra biz devam edeceğiz.
FATİH ORUM: Hocamın dediği gibi iki hafta önce bu konuya başlamıştık. Bu konuya başlamamızın da özel bir sebebi vardı. Belki benzetme ne kadar uygun olur bilmiyorum ama bu nesih tartışmaları ile ilgili körler sağırlar diyaloğu yaşanıyor. Bir tarafta tarihselci olduğunu söyleyenler ve bunu savunanlar, neshin aslında bizim söylediğimiz şeyin bir ıspatı olduğunu söyleyerek onu oradan istismar etmeye çalışıyorlar. Yani Allah bile bir takım şeylere bakıyor, düzeltiyor duruma göre. Zaten biz de şeriatta böyle bir yapı olduğunu düşünüyoruz, bunu söylüyoruz diyorlar. Bu defa karşı taraf da bununla mücedele bâbında bu defa neshi tamamen/külliyen reddetme yoluna gidiyorlar. Bunu yaparken de bir takım kaygılardan hareket ettikleri çok açık. Öncelikle mesela bu tarihselcilik düşüncesine karşı bir cephe açıyorlar. Onların elindeki bu kozu, bu neshi almak için “yok böyle bir şey, Allah’ın kitabında nesih düşünülemez” diyorlar. Ötetaraftan işte bunu söylerken temellendirme bâbında da Allah’ın kitabında, birbiriyle çelişen ifadelerin olamayacağını, bunun Allah’ın kitabına gölge düşüreceği ve işte bu bağlamda da bir takım ayetler dile getiriliyor. Bu iddialerın en başında deniliyor ki; “düşünsenize bir kere: nesh edildiğini düşündüğümüz ve söylediğimiz bir ayet kuranda ne işe yarar ki? Bunun olmasının ne anlamı var ki?” argümanını kullanıyorlar ki, bu bağlamda da gerek gelenekte gerekse işte bizim buradan bazen temas ettiğimiz: “bu ayetin hükmü nesh olunmuştur” şeklindeki ayetleri dile getirerek “bu ayet nesh olunmamıştır, böyle bir şey kabul edilemez. Ancak belki tedricilik kavramı söz konusu olabilir. Yani bu da nedir? Belli bir dönem bu hükümlerdeki çeşitli sebeplerle yürürlükten kalkmış olabilir ama zamanı, zemini geldiğinde tekrar bu hükümler devreye girebilir. Dolayısıyla Allah’ın kitabında kıyamete kadar hükmü artık ortadan kalkmış diyebileceğimiz bir ayet olamaz” şeklinde çerçeveyi bu şekilde çizmeye çalışıyorlar. Bir de şunu belki söyleyebiliriz; bu neshe karşı çıkanlar, nesih olmadığını söyleyenler, geleneğin “bu ayet şunu nesh etmiştir” şeklindeki birazcık çalakalem ifadelerine tutunarak, “hayır, bu ayet bunu nesh etmemiştir” diyerek bir takım tespitlerde bulunuyorlar. Doğru. Esasında gelenekteki “bu ayet, bu ayeti nesh etmiştir” şeklindeki pek çok şey esasında nesih bile değildir. Hiç alakası yoktur, hiç ilgisi yoktur. Bu yanlış örnekleri de alarak “bakın işte, hiç bunlar nesih olur mu? Dolayısıyla nesih diye kabul edilemez” diyerek, bu defa külli bir yaklaşımla tüm nesih sistemini ki esasında geçen ilk dersimizde buna değinmiştik: neshin, şeriatlar arası ilişkilerde tasdik ilişkisinde ve aynı kitap içerisindeki bir takım sürecin muhataplara öğretilmesi ki-bugün belki konuşacağız-bir takım tarihi olayların bu ayetler aracılığıyla bildirilmesi gibi çok önemli işlevleri var. İşte biz bugün ve belki de bundan sonraki bir kaç ders serisinde bizim nesh edildiğini söylediğimiz ayetlerin esasında kuranda işlevlerinin ne kadar canlı ve devam ettiğini göstereceğiz. Bu esasında geleneğin de kabul ettiği bir şey. Şöyle ki mesela gelenekte, hepimiz biliriz tefsir usulünde, fıkıh usulünde bir takım ayetlerin tahsise uğradığı yani anlamının daraltıldığı. Yani mesela bir ayette genel olarak geçen bir ifadenin bir başka ayette kayıtlandığı, daraltıldığı kabul edilir ve buna tahsis denilir, tahkit denilir. Günlük dilde de bunu yaparız. Bir takım genel ifadelerle konuştuktan sonra onu daraltırız “ama şunlar hariç”,”şunu kastetmemiştim” gibi. Gelenek esasında bunu kabul eder ve der ki; “tahsise uğramış yada tahkide uğramış bir ayet, tahsise uğramış kısımları uygulamadan çekilmiştir, diğerleri devam eder”. Esasında nesih de böyle bir şeydir. Yani bir ayetin hükmünün ortadan kaldırılması, o ayetin kuranda belki onlarca belki yüzlerce farklı işlevinin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Kuranın usulüne göre ayetler çeşitli konularda anlam kümeleri oluşturarak hiç ummadığımız, hiç düşünmediğimiz bir ayet, ilgisi yokmuş gibi görülen bir konunun olmazsa olmaz ayetlerinden bir tanesi olabilir ve o ayet orada çok önemli bir işlev görebilir. Dolayısıyla bir ayetin herhangi bir konudaki hükmünün ortadan kalkmış olması demek, kuranın ön gördüğü sistemin içerisinde o ayetin artık işlevsiz, atıl bir şekilde kaldığı anlamına gelmez. Bu esasında bir usul meselesi. Metodsuzluk meselesi, kurana bakış açısındaki sıkıntıdan kaynaklanan bir iddia. İşte biz bugün ve bundan sonraki belki bir kaç seride, nesh edildiğini düşündüğümüz ayetlerin esasında kuran sistematiği içerisinde ne kadar önemli görevleri, rolleri olduğunu göreceğiz.
Bunun ilki olarak da Enfal suresinin 65 ve 66.ayetleriyle başlayacağız. Ayetleri kısaca okuyabiliriz. Geçende okumuştuk bunları.
ENFAL, 65.. Ayet: “Ya eyyühen nebiyyü harridıl mü’minıne alel kıtal: ey nebi, müminleri savaşa teşvik et, önemini onlara anlat”, “iy yeküm minküm işrune sabirune yağlibu mieteyn: sizden dik duran, ayağı yere sağlam basan 20 kişi 200 kişiye galip gelir”, 1’e 10 şeklindr bir oran. “ve iy yeküm minküm mietüy yağlibu elfem minellezıne keferu: sizden 100 kişi, kafirlerden 1000 kişiye galip gelir” “bi ennehüm kavmül la yefkahun: çünkü onlar kavrayışsız bir topluluktur”. Oysa siz dik duran, ne yaptığını bilen bir topluluksunuz. O halde 1’e 10’lu bir oran var. Enfal suresinin 65.ayetinden sonra 66.ayette “el ane” şeklinde geçiyor ki bu ifade burada bir zaman farkının olduğunu gösteriyor. “Ama şimdi”, “şimdi ise” ki bu ifade yine bizim neshin gerçekleştiğini söylediğimiz Bakara suresinin 187.ayetinde de var. “Ama”, “artık şimdi”, “bundan sonra” gibi anlam verebiliriz belki.
ENFAL, 66.. Ayet: “El ane”. “haffefellahü anküm” bu ifade de zaten neshin gerçekleştiğinin en önemli karinelerinden bir tanesi yani bir tafrif var ki nesih, hepimiz biliyoruz Bakara suresinin 106.ayetinden hareketle ya misliyle nesihti ki bu bir tasdik idi esasında, yada hayırlısıyla nesih ki hayırlısıyla nesih de kullar açısından bir rahatlama bir hafifletme var. Bu ifade de esasında bu iki ayet arasında bir neshin gerçekleştiğini göstermekte. Ve devamında yine çok önemli bir ifade ki bugün derste bunun üzerinde durulacak. “ve alime enne fıküm da’fa” çünkü neshin gerçekleşmesinin sebebi kulların yapmış olduğu bir takım şeylere izafe ediliyor. Yani “Allah sizde bir takım zafiyetler gördü”. Yani siz, yukarıda sözü edilen sağlam duran, ayağı yere sağlam basan dik duran kişiler gibi olamadınız. Dolayısıyla şimdi hükümde bir değişiklik oldu. Neymiş o? “fe iy yeküm minküm mietün sabiratüy yağlibu mieteyn” sizde bundan sonra 2’ye birli bir oran yani 1 kişiyseniz 2 kişiyi yeneceksiniz ve yine 100 kişi 200 kişiyi yenecek şeklinde. İşte bu iki ayet arasında biz nesih olduğunu söylüuoruz ki, esasında tefsir eserlerinde de neshin örneklerinin vazgeçilmez örneğidir bu. Yani belki bir sıralama yapılsa ilk üç sırada hep bu örnek vardır. Yani burada bir neshin gerçekleştiği, çünkü şeye çok uyuyor. Yani gelenekteki nesih tanımlarına çok uyan bir ifade. İşte neshi külliyen red yoluna giden insanlar diyorlar ki; “yukarıdaki ayet (65.ayet) zaman zaman tekrar geçerli olabilir. Dolayısıyla bu ayetin hükmü kıyamete kadar mensuhtur diyemeyiz” diyorlar. Ve biz bugün bu konuyu ele alacağız. Özetle böyle bir giriş yapabiliriz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz neshi gene bir hatırlayalım. BAKARA 106. Ayette Allah diyor ki: “Ma nensah min ayetin ev nünsiha: bir ayeti nesh eder yada unutturursak”, “ne’ti bi hayrim minha ev misliha; ondan hayırlısını getiririz yada dengini getiririz”. Nesh demek, bir kitaptan alıp diğer kitaba nakletme gibi. Yani bir öğrenci ödev yapıyor, ödevin son nushasını hazırlarken önceki nushalarda yazılanların büyük bir çoğunluğunu son nushaya geçiriyor. Bazen de değiştiriyor. Kolay anlayabilmek için o şekilde düşünelim. Kuran, Adem(as)’dan beri gelen kitabın aynısı. Şura suresi 13.ayetinden biliyoruz. Allah diyor ki; “şer’a lekum mined dini ma vassabihi nuhan: Allah, Nuh’a neyi emrettiyse sizin için bu dinin şeriatı kıldı”. Öyleyse Nuh’a verilen kitap ne ise Muhammed(sav)’e verilen kitap da o dur. O zaman şöyle düşünün; farzedin ki bu tevrat yada incil. Son kitap iniyor ve ondan önce kitaplar var. Son kitap önceki kitapların aynısı olduğuna göre biz biliyoruz ki tevratta bazı şeyler unutturulmuş. Kuranda Maide suresinin 15.ayetinde var. Diyor ki MAİDE, 15.. Ayet: “Ya ehlel kitabi kad caeküm rasulüna yübeyyinü leküm kesıram mimma küntüm tuhfune minel kitabi: ey ehli kitab, sizin kendi kitabınızdan gizlediğiniz bir çok şeyi ortaya çıkaran elçimiz geldi”. Bir çok şeyi ortaya çıkarıyor. Evvelki hafta anlatmıştım. Buraya hıristiyanlar geldi ramazanda. Papazlar. Gittik onlara bir idfar yemeği verdim. Buraya geldikten sonra, “bu ibadet, bu oruç size de farz, niye tutmuyorsunuz?” deyince “sen çok ağır sorular soruyorsun” dediler. Yok diyemediler. Ama kitaplarında da yok. İşte ne yapıyor? Onlarda gizledikleri şeyi ortaya çıkarıyor. Ondan dolayı Allah, Bakara 183’te diyor ki; “ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumus siyam kema kutibe alellezine min kablikum: sizden öncekilere oruç nasıl farz kılındıysa size de öyle farz kılındı”. Şimdi o misliyle nesh. Açıyorsunuz, tevratta yok. Kuranda var? Bu nesh. Kardeşim, siz onu silmişsiniz ama Allah orada olduğunu biliyor ve unutulmuş. Tabi bu unutma olayı da, her şey C.Hakkın kontrolünde olduğu için “ev nunsiha” diyor; “unutturduğumuz şey”. “Ya hayırlısını ya dengini getiririz”. Bakıyorsunuz ki işte, “sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa size de öyle” deyince dengi işte. Bu nesih. Bu, misliyle nesih. Bir de hayırlısıyla nesih var. Az önce Fatih Hoca’nın okuduğu ayet. Baştan Allah diyor ki; “siz 20 kişi olursanız 200 kişiyi yenersiniz, 100 kişi olursanız 1000 kişiyi yenersiniz” 1’e 10. Peki ondan sonra ne oldu? Orada bir şey oluyor. Bakıyoruz ki oruçla ilgili olarak Allah diyor ki; BAKARA 187: “Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum: oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişkiye girmek size has olarak helal kılınmıştır”. Size has olarak deyince ne anlıyoruz? Demek ki daha önceki ümmetlerde oruçlu bulundukları günlerin gecelerinde eşleriyle ilişkiye giremiyorlarmış. Bu şimdi hayırlısıyla bir nesih değil mi? Bir rahatlama, kolaylık. “hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun”. Ondan sonra diyor ki; “alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum: Allah bildi ki siz kendinize karşı yanlışlık yapıyorsunuz”. “Allah bildi ki” meselesi gelince millet sanki vücuduna iğne saplanır gibi hop diye kalkıyor havaya. Çünkü her konuda olduğu gibi en basit meselede, kuranda bu kadar ayrıntılı anlatılan bir nesih konusu tefsirciler tarafından, fıkıhçılar tarafından yanlış anlaşılır ise diğerlerini de düşünün. İşin siyasetle ilgili kısımları da devreye giriyor, bakıyorsunuz ki “ne demek Allah bildi? Allah her şeyi biliir”. Şüphesiz her şeyi bilir de ‘şey’ nerdir kardeşim? Allah’ın yarattığıdır. Ondan sonra diyorlar ki; “zaman bize göredir, Allah’a göre değil”. Nereden çıkarıyorsun? Bir tek ayet var mı bu konuda? Her ayet, senin dediğin gibi olmadığını açıkça gösterir ama senin dediğini tasdik eden bir tane ayet bulamazsın. Ve şimdi ben size bir soru sorayım: avucumda kaç tane yumurta var? Niye bilemediniz? Hı? Olmayan şey bilinmez çünkü. Niye bilmiyorsunuz diye ayıplayabilirmiyim ben sizi? Bu avuca hiç yumurta girmemiş mi? Kaç tane avuçlayabilirim diye sorsam, o zaman tahmin edersiniz değil mi? Ya şimdi öyle saçmalıklar ki, Allah’ı kendi kafalarına göre tanımlıyorlar, Allah’ın rollerini biçiyorlar, şöyle olmayan Allah olamaz”” diyorlar. Şimdiye kadar kaç tane Allah gördün ki haşa. Kitaplarda bunlar var. Sen şimdiye kadar kaç tane Allah gördün ki Onun özelliklerini tespit ettin, “şöyle olmayan Allah olamaz” diyorsun. Adeta “şu şu özelliklerde olmayan bizim sınıfa derse gelmesin” demek gibi bir şey. Bu ne oluyor? C.Hakk diyor ki; “leyse ke mislihi şey’un” yani Allah’ın misli gibisi de yoktur. Yani Allah gibisi yok ama gibisinin gibisi de yoktur. Ona benzetebileceğiniz hiç bir şey yoktur. Benzetebileceğin bir şey yoksa, sen kendi kafandan Allah tiplemesi yapamazsın. O zaman, Allah ne demişse onu kabul etmek zorundasın. Mesela Nur suresinin 64.ayetini açın. 24.sure. Bakalım nasıl meal vermişler de. Mutlaka sağa sola çekecekler manayı. “Uyanın! Şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Muhakkak O, sizin ne üzerinde bulunduğunuzu bilir”. Orada da “ne yolda olduğunuzu” demiş. Sadeleştirilmişi katledilmiş. Elmalılı’nın kendisine bak.
FATİH ORUM: “Uyanın! Göklerde ve yerde ne varsa hep Allah’ındır. Muhakkak O, sizin ne üzerinde bulunduğunuzu bilir. Hele Ona irca olunacakları/döndürülecekleri gün ki ne yaptıklarını kendilerine haber verecektir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu meallerde genellikle Elmalılı doğruya en yakın olanını veriyor. Burada da doğrusunu vermiş de O’nun dili biraz eski olduğu için hemen anlamak kolay olmuyor. Dili eski çünkü Elmalılı’nın. Diyor ki burada Allah;
NUR, 64.. Ayet: “E la inne lillahi ma fis semavati vel ard: dikkatli olun, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır”. “Ne varsa” dendiği zaman, “var”,“var olan” değil mi? Yaratan kim? O, sahibi de O elbette. Bu konuda kimsenin şüphesi yok. Ondan sonra diyor ki; “kad ya’lemü; bilir” diyor. “Ya’lemu” şimdiki zaman ifade eden bir şeydir. “Kad ya’lemu: bilir”. Neyi bilir? “ma entüm aleyh: ne halde olduğunuzu bilir”, şu anda ne durumdasınız onu bilir. “Yarın ne yapacaksınız” değil şu anda ne durumdasınız onu bilir. “ve yevme yürceune ileyhi: Allah’ın huzuruna çıkarılacakları gün de”, “fe yünebbiühüm bi ma amilu: ne yaptıklarını onlara haber verecektir”. Şuanda ne yaptığımızı bildiği için ileride ne yaptığımızı bize haber verecektir. “vallahü bi külli şey’in alım: Allah her şeyi bilir”. “Şey”, olandır, olmayan değil. Mesela az önce ben dedim ki; “avucumda ne var” dedim, ne dediniz; “hiç bir şey yok”. “Şey yok”. “Şey” ne demek? Şey’e yok diyorsunuz, “şey yok”. Yani avucunuzda bir varlık yok. Avucunuz boş demiş oluyorsunuz. Türkçemizde de olana “şey” denir, olmayana değil. Bir varlık olarak dışarıda da olabilir, sizin zihninizde de olabilir. O ayrı bir konu. Ben bir şey düşünüyorum dersiniz, o düşünce oluşmuştur. Ama onun dışındaki ister sizin tasarladığınız olsun ister dışarıda varlık olsun o, “şey”dir. Ama tasarlanmamış, varlık değilse o “şey” değildir. Dolayısıyla, olmayan zaten bilinemez. Ayet de onu açıkça söylüyor değil mi? “Allah her şeyi bilir”. Zaten bir başka ayette de diyor ki Allah, geçen hafta okumuştuk YASİN, 82.. Ayet: “İnnema emruhu: Allah’ın emri şudur”, “iza erade: istediği zaman” “şey’en: bir şeyin oluşmasını istediği zaman”. “Şey” yok henüz. Oluşmasını istiyor. O “şey’en”, arapça bilenler için söyleyeyim; o “şey” “şey’in” demektir. Yani birinci “şey” mastar,ikinci şey isimdir. Yani “icâde şey’in” demektir. O “şey’in”deki “şey” temvin muzafil leyhten ıvazdır. Arapça bilenler için. Ya Keşşaf’ta yada Hâzin’de ikisinden birinde, ikisinde de olabilir ama arapça böyledir. Zaten başka şekilde anlaşılamaz. Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman. Olmadan önce o şeyin bir kere planı yapılacak. Plan şeydir. Mesela ev yapacaksınız, önce plan yaparsınız: o, bir şeydir. Sonra planı gerçekleştirirsiniz. Bu defa o şey, tasarıdan gerçeğe dönmüş olur. Onun için, kuran olmayana şey demediği için, gene Allah ne diyor; “kulli şeyin halikun: herşey etkisini yitirecek”, “illa vechehu: Allah’ın kendisi hariç”. Demek ki yani olmayan şeyin yok olması diye bir şey olmaz. Konuşurken de hep şey kelimelerini kullanıyorum. Çünkü her konu için kullanılıyor arapçada da türkçede de.
Asıl bugün Nesih konusunun bugün için bir anlamı olup olmadığını anlatacağız. Bakın Enfal suresi 65 ve 66.ayetleri biraz önce Fatih Hoca okudu. Orada kader konusu açısından ne kadar önemli bir husus olduğunu hepberaber göreceğiz. Tekrar okuyayım ayeti. ENFAL, 65.. Ayet: “Ya eyyühen nebiyyü harridıl mü’minıne alel kıtal: ey nebi, müminleri savaşa teşvik et”, tabi bu Medine’de inmiş. “iy yeküm minküm işrune sabirune yağlibu mieteyn: içinizden sabırlı 20 kişi olursa, 200 kişikiyi yenersiniz”, yani demiş oluyor ki Allah, “biz azız. Zaten Medine’ye yeni gelmişiz, göç etmişiz. Daha yeni yerleştiğimiz yok, biz nasıl savaş yaparız” diyebilirsiniz. Siz güçlüsünüz demi.ş oluyor. Bakın siz kendinizi Medine’de Resulullah’ın yerine koyun. Doğup büyüdüğünüz şehirde ölümünüze karar verildiği için kaçıp Medine’ye gelmişsiniz. Oraya gelen Mekkeliler hepsi aynı şekilde gelmiş. Medine’de müslüman olanlar da henüz hakim pozisyonda olan insanlar değil. Jöyle bir durumda, böyle bir ortamda şehir içinde bir çok düşmanlarınız var. Yahudiler var, Hazreç kabilesi var. Onun reisi önce müslüman oluyor, sonra münafık oluyor. Münafık olunca daha tehlikeli oluyor. Çünkü Allah “asıl düşman odur” diyor. Peki böyle bir ortamda ben nasıl savaşırım? Ordu yok, silah yok, hiç birşey yok. Allah burada moral veriyor. Diyor ki; “sen teşvik et müminleri savaşa” diyor. “İçinizde eğer 20 sabırlı kişi olursa 200 kişiyi yenersiniz”. Müthiş bir moral değil mi? Ondan sonra diyor ki; “sizden 100 kişi de 1000 kişiyi yener. Eee? “Çünkü onlar anlayışsız bir topluluktur” diyor. “bi ennehüm kavmül la yefkahun”. Niye? Çünkü onlar meseleleri kavrayamazlar, yanlış yapan şeylerdir. Yanlış yapanlar, doğrular karşısında dayanamazlar. Onun için dünyada en güçlü silah doğrulardır. Siz doğruları söylediğiniz zaman karşınızda kimse dayanamaz. Adamların yapısı sarsılır. Çevrelerine karşı sıkıntıya girerler, kendilerine karşı sıkıntıya girerler. Burada tamam ama arkasından diyor ki Allah; ENFAL, 66.. Ayet: “El ane haffefellahü anküm: şimdi Allah sizin yükünüzü hafifletti”. Nesih bu hayırlısıyla değil mi? Yani bire 10’dan 1’e 2’ye düşüyor. Niye hafifletti? “ve alime enne fıküm da’fa: bildi ki sizde bir zayıflık var”. Siz 1’e 10’u kaldıramazsınız. Hemen, kader inancına sahip olanlar hop oturup hop kalkar: “ne demek”. Güzel de, bu sözler kimin sözü? Bunu kim söylemiş? Buna Allah’ın ayeti demiyorsanız. Amenna ve saddakna derler. Şimdi bütün mesele şu: Allah’ı kendi emirlerine almaya çalışıyorlar. Kendileri Allah’ın emrine girmek istemiyorlar. Sistem kurulmuş, Resulullah’ın ağızından bir sürü uydurma hadisler, 1000’in üzerinde hadis uydurulmuş bu kader konusunda. Bir insan anasını rahminde mümin isemğmin, kafir ise kafir. Eee, daha imtihan ne? Bu defa onu şey yapamadıkları için “yarın Allah’a karşı bir itirazın olmasın diye sana bunu yaptırıyor”. Peki Allah’ı bir mahkemeye mi vereceğim! Allah mı imtihana giriyor ben mi? Ben imtihana giriyorsam, bu şartlarda imtihan olmaz. Ben bir alet gibi oluyorum, çalıştırıyor “bak dediğim çıktı, böyle böyle demiştim oldu”. Allah kime karşı kendisini ıspatlamak durumunda? İşin esası o değil. İnsanları kendilerine kul etmek isteyenlerin ortaya koysuğu şey. Her türlü pisliği yapacaklar, faturayı C. Hakka kesecekler. “Ne yapayım kaderim böyleymiş”. Birisi bir şey söylemiş; “kader konusunda soru soran insanlara bir yumruk vurun, size itiraz ederse, kardeşim benim kaderim buymuş”. Bakalım ne diyor o zaman. Bunlar, dikkat ederseniz şöyle bir ortaya çıkarıyorlar: “ana rahminde müslüman ise ömürünün sonuna kadar kafirce yaşasa bile mutlaka bir şey yapar mümin ölür. Ana rahminde kafir yazılmış ise ömrünüm sonuna kadar mümin yaşadanda mutlaka bir yaramazlık yapar kafir ölürsün”. Peki o zaman ne demektir bu? “Allah’a güven olmaz” değil mi? Başka bir manası varmı bunun? Allah’a güven olmadığı için kendileri devreye girer, “gelin bizden el alın, biz sizi ölürken de kabirdeyken de mahşerdeyken de kurtarırız”. Yani ne demiş oluyorlar; “en büyük Allah biziz” demiş oluyorlar. Yanlış mı? Öyle demiyorlar mı? Sigortalıyorlar insanları! Oynanan oyunun büyüklüğünü görüyormusunuz? Tabi burada siyasetçilerin başarısızlıklarını örtecekleri şey var. İşte Mekke’de, Mina’da ölenler. Kader kurbanı oldu. Sizin hiç bir suçunuz yok maşallah! Tamam, onkarı engelleriz-engelleyemeyiz: o bizim hesabımız değil ama orada o olayın olmasında suçlu olankatın cezalandırılması lazım. Çok kolay bir şekilde kendilerini sıyırıyorlar. Başaramadınız mı: “kader bu”, başardığınız zaman: “bak gördünüz mü beyler”, heykeller dikerler,.bilmem ne yaparlar falan. İşte bunlar, insanları köleleştirmenin en temel yollarındandır. Önce kafayı dumura uğratacaksınız. Böyle bir ortamda imtihanın ne anlamı olur? Ondan sonra da ayetlerin kelimelerini de tabi biliyorsunuz “şae” fiilinin anlamının değiştirildiğini de biliyorsunuz. Şae, tam arapça olarak “şey yapmak”tır. Karşılığı. Şae’nin anlamı odur. Çünkü mastarı “şey”dir. Allah bir şey yapacağı zaman şöyle şöyle eder, ben bir şey yapmak istediğim zaman Allah müsade edecek ki yapayım. Allah o fırsatı vermezse yapamam. Ama Allah kimseden izin alacak değil. Mesela bu derse gelmek için akşamdan karar verdiniz. Sabahleyin gelebilmeniz için Allah’ın bu imkanları size hazırlaması gerekir değil mi? Ben burada size ders vermek için karar verdim, şu anda boğazıma bir gıcık gelse, vücudumda bir rahatsızlık olsa ders veremem. Yani şartları yaratan Allah’tır. Ondan dolayı “maşaallahukane ve ma lem yeş’a lem yekun” denir. Yani Allah bir şey yapacak ise yani yapmak için emir verdiyse o olur. Olmaması mümkün değil. Peki ben bir şey yapmak için karar verirsem? Olur mu? Hayır. “Ve ma teşune illa yeş’allah”. Sizin bir şey yapmanız için onu Allah’ın da yapması gerekir. Siz bir şey yapacaksanız Allah da o şeyin yapılması için emir verecek ki olsun. Çünkü Onun emri olmadan hiç bir şey olmaz. Şartları hazırlayacak. Şae fiiline bu kader inancına sahip olaklar zamanında irade manası vererek demişler ki; “ma şaeallahukane ve ma lem yeş’a lem yekun: Allah’ın irade ettiği olur, irade etmediği olmaz”. Öyle mi? Bak Allah ne diyor? Şae ile irade arasındaki fark. “İza erade şey’en: bir şeyi istedi”,olur mu? Olmaz. “En yekule lehu kun”: “Ol” diyecek ki yada oluş diyecek ki “fe kun”: o da oluşsun. Yani emir verilmeden olmaz. Sadece irade ile bir şey olmaz. Şimdi bak bu ayet ile ilgili. Şimdi bir parantez açacağım, irade ike şae arasındaki farka kısaca bir değineceğiz. Mecburen, çünkü üzerinde duruduğumuz konu itibarıyla. Bakın burada Allah Enfal suresinin 65 ve 66.ayetlerinde müminleri savaşa hazırla diyor Resulullah’a. 65’te hazırla diyor 66’da değil. Aynı anda inmiş değil bu ayetler. Ayetlerin yan yana olması bir şey ifade etmiyor. Çünkü ayetlerde bir kümeleşme olayı vardır. Bunu defalarca burada anlattık. İlgili kümelerle ancak ayetler anlaşılabilir. Şimdi o kümelerden bir demet konumuz gereği sunacağız size.
Biliyorsunuz Mekke’de müslümanlar çok zor durumdayken Allah Rum suresini indirmişti. Müslümanlar çok sıkıntılı durumdalar, Allah onlara umut veriyor ve ilerisi için bir güven vermiş oluyor. Rum suresi kuranın 30.suresi. Rum, bizim Roma. Türkçede de Rum kelimesi kullanırız biliyorsunuz. Yani Roma anlamına geliyor. O zaman en büyük 2 tane devlet var. Romalılar ve Sasaniler. Sasaniler: İranlılar. Romalılar: bildiğiniz Romalılar. Ve bunlar birbirinin komşusu. Romalılar, Suriye bölgesine hakim vaziyetteler. Arapkar oraya Şam bölgesi der. Rumları Persler yenmiş. 2 büyük devlet, tabiki haberi her tarafa yayılıyor. Çok tabii bir şeydir. Orada diyor ki Allah; “elif-lam-mim”, RUM, 2.. Ayet: “Fulibetir rum: Rumlar yenildiler”. RUM, 3.. Ayet: “Fı ednel erdı: yeryüzünün en çukur yerinde”. Nerede? Şeria vadisinde. Ölü denizin olduğu yer. Ürdün. Bir kısmı da İsrail’in kontrolünde. Ölü deniz biliyorsunuz yeryüzünün en çukur bölgesi. 400 metre kadar aşağıdadır. Yerini de bildiriyor. “ve hüm: Rumlar” “mim ba’di ğalebihim se yağlibun: bu mağlubiyetlerinden sonra galip geleceklerdir”. Önceden haber veriyor Allah; “galip gelecek”. Mesela bunu kader ile ilgili sorarlar, soruyorlar da. Sizde sorun, eğer anlatılmazsa. Ne zaman? RUM, 4.. Ayet: “Fı bid’ı sinın: bir kaç yıl içerisinde”. Bunun arapça açılımı: 3 ile 9 yıl. Üç yıldan aşağı,9 yıldan yukarı olmaz, bu arada. Demek ki çok yakın bir vakit. Peki nasıl oluyor? “lillahil emru min kablü ve mim ba’d: öncesinde de sonrasında da emirAllah’ındır”. Allah ol demeden olmaz. Allah, “galip olacaksın” dedi mi olur. “Mağlup olacaksın” dedimi olur. Bu imtihan değil. Mesela burada bir kısmımızı Allah erkek yaratmış: imtihan değil. Bir kısmımızı kadın yaratmış: imtihan değil. Bir kısmımıza zeka vermiş, bir kısmımızı zengin aile içerisinde, bir kısım çok kabiliyetli: bunlar imtihan değil. Bunlar imtihanın soruları. Savaşı kazanmak imtihan değil. Savaştaki tavırlarınız imtihandır. C. Hakka karşı nasıl bir bağlılık gösteriliyor, imtihan odur. Mesela Allah mal mülk verir zenginleştirir, siz kendinizi başarılı kabul edersiniz ama kaybetmiş olursunuz imtihanı. Malınızı elinizden alır fakirleştirir, etraf sizi her tarafını kaybetmiş görür ama, siz C. Hakka güveninizi gösteriyorsanız imtihanı kazanmış olursunuz. “ve yevmeiziy yefrahul mü’minun” şimdi burada müjde veriyor Allah. “O gün”,hangi gün? Rumlar’ın Persler’i yendiği gün müminler sevinecekler. Rumlar Persler’i yendi diye mi sevinecekler? Bana ne! İkisi de kafir. Yok efendim işte ehli kitapmış da övülmüşler de… Hiç alakası yok. Ayeti bağlamından kopardığınız zaman tabi bir mana vermeniz lazım: at kafadan, tutarsa tutar. Peki müminler sevinecekler. Nasıl? RUM, 5.. Ayet: “Bi nasrillah: Allah’ın yardımıyla”. Allah’ın vereceği bir zaferle sevinecekler. “yensuru mey yeşa: Allah şey ettiği kişiye zafer verir” yani ol dediği zaman, emir verdiği zaman zafer verir. Sen haketsen de etmesen de. İşte biraz sonra göreceğiz, Bedir savaşında müslümanlar zaferi haketmemişlerdir ama Allah zaferi vermiştir. Haketmediğini C.Hakk açıkça söylüyor. Bedir savaşında müslümanlar savaşı haketmemişlerdir. Ama Allah vermiştir. Onun için, dikkat edin çevrenize bazı insanlar öyle şeyler yapar ki, “bu adam deli mi divanemi böyle iş yapılır mı batacak” dersiniz, bakmışsınız öyle bir kazanmış ki. Bir yatırıma girersiniz “bundan kesin köşe oldum”, hakikaten alt köşe olusunuz, batar gidersiniz. Çünkü herşe C.Hakkın emriyledir. Allah nasıl murad ederse öyle verir. Emir vermeden olmaz. “Yeşaa” mutlaka emirle alakalıdır. “ve hüvel azızür rahıym: üstün olan O, merhametli olan da O’dur”. Rahim kelimesini duyduğunuz zaman ana rahmi aklınıza gelsin. Bir çocuğun bütün ihtiyaçları ana rahminde karşılanır mı? Her türlü ihtiyaç? İşte Allah rahimdir yani insanların bütün ihtiyaçlarını karşılayan O’dur. Ana rahmini de yaratan O’dur zaten. Peki bu ne? Müminler o gün galip gelecek RUM, 6.. Ayet: “Va’dellah: Allah’ın verdiği sözle”. Allah’ın sözüdür. Yani “sizin galip gelmenize ben söz veriyorum” diyor Allah. Müslümanlar Mekke’de. “la yuhlifüllahü va’dehu: Allah sözünden caymaz”. “ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun: ama insanların çoğu bunu bilmez”. Çünkü C.Hakka güven eksikliği vardır. İşte hocalar, genellikle Allah ile kulların arasına girer, insanları Allah’tan önce kendilerine çekmeye çalışırlar ve dinin de anasını ağlatırlar. Şimdi buradan gördük mü: Mekke’de 3 ila 9 yıl arasında müslümanlara Allah bir zafer vereceğini bildiriyor. Zafer verecekse bunların savaşa hazırlanmaları lazım değil mi? Peki öyleyse, bu Enfal 65.ayet ne zaman inmiş olmalı? Mecburen Bedir savaşından önce inecek değil mi? Ne diyor; “müminleri savaşa hazırla”. Çünkü Rumlar ile, önceden bildirilmiş zaten. Herkes biliyor bunu. Rumlar ile Persler’in karşılaşma zamanı geldi, o gün size zafer verilecek ama hazırlanın. Gitmezseniz ne elde edeceksiniz? Peki korkak? Siz bir kişiyseniz on kişiyi şey yaparsınız diyor korkmayın diyor. Çünkü onlar anlayışsızdır. Siz sabrederseniz kazanacaksınız. Burada bir şart var. Diyor ki ENFAL 65” .. in yeküm minküm işrune sabirune” sabreden 20 kişi. Hepiniz bakın, sabırlı olmayan kaybeder. Sabır ne demektir? Şartlar ne olursa olsun yürümeye devam etmek demektir. “Ben gidiyorum kardeşim hiç kusura bakma. Ben sadece Allah’ı dinlerim, giderim”. Peki bakalım ki müslümanlar o sabırı gösterebildiler mi Bedir savaşında? Gösterdiler mi göterdiler mi göstermediler mi? Burada iki şey var. 1- Müslümanlar o sabrı gösterdi mi? 2-Allah’ın irade ettiği şey oluyor mu? Şae ile erade arasındaki fark. Dedik ya; şae: şey yapmak demektir arapçada ve tüm dillerde temel bir kuraldır. Bir fiilin kök anlamı ile herhangi bir zaman kipindeki anlamında hiç bir değişiklik olmaz. Herhangi bir zaman ile şimdiki geçmiş zaman, gelecek zamanda kullanırsanız o fiili, kök anlamından farklı olarak o işi yapan, bir de zaman devreye girer o kadar. Kök anlamı değişmez. Şae’nin kök anlamı da “şey”dir. O zaman “yeşau” dediği zaman “bir şeyi yapan”, şae dediğnizde “yapmış olan” dersiniz. O kadar. Başka bir şeh yok. Ama irade istektir. İstekle netice elde edilemez. Adama dersin ki namaz kıl, “ya çok istiyorum”. İsteyen bir adam namazını kılmış olur mu? İstemekle olmaz. İstiyorsan kalk kıl kardeşim. Onun için, o isteğin gereğini yapmak lazım. İşte gereğini yaptığın zaman şae fiili oluşmuş olur. Şimdi bakalım ki müminler sabır gösterebildiler mi? Sabır kelimesini unutmayın. Mensuh ayet ne işe yarıyormuş görün. Niye kuranda duruyor? Boşuna mı duruyor acaba? Bize çok ciddi bir bilgi veriyor C.Hakk burada. Enfal suresinin baş tarafını açalım lütfen. 5.ayetten okuyoruz. ENFAL, 5.. Ayet: “Kema ahraceke rabbüke mim beytike bil hakkı: gerçekleşebilecek bir olay sebebiyle nitekim Allah seni evden çıkardı”. Sebebi var. Şartlar gerçekleşti, Rumlar-Persler birbirleriyle karşılaşacak duruma geldi. Ben hiç bakladım tefsirlere ama aklımdan geçti, bir bakalım ki Rum suresini Bedir ile irtibatlandıran bir tefsir var mı? Hiç bunu düşünmemiştim, az önce ayetleri okurken aklıma geldi. Siz gördünüz mü öyle bir şey? Ben de haturlamıyorum. Siz de hatırlamıyorsunuz. Yok. Kurana bütünlük içinde bakılmadığı için ve Allah’ın emrettiği metodla bakılmadığı için. Metod olmazsa istersen bak. Her gün bak, hergün bir hatim oku hiç bir şey anlayamazsın ki. Yani şöyle siz gidin bir köye, bir mahalleye fakir fukaraya en iyi yiyecekleri dağıtın. Onlar o yiyeceklerden yemek yapmasını bilmiyorlarsa bir müddet sonra o yiyecekler ne olur? Çöpe gidecek. En değerli eti dağıtın, eğer o eti pişirmesini bilmiyorlarsa bir müddet sonra evlerine leş kokusundan evlerine girilmez. Dolayısıyla kuranın metodunu bilmek gerekiyor. Şimdi bakın diyor ki Allah; “gerçekleşecek bir olay sebebiyle Allah seni evinden çıkardı”. Şunun izahı var mı? Ebu Sufyan başkanlığındaki bir kervan ki Kureyş suresinde Allah KUREYŞ, 2.. Ayet: “İylafihim rıhleteş şitai ves sayf” der. Yani kış ve yaz yolculuklarında bunlar iki kervan çıkarıyorlar. Kışın Yemen’e. Çünkü Yemen daha sıcak bir bölge. Yazın Şam tarafına. Çünkü orası Yemen’e göre biraz daha sıcaklığı az. Türkiye’ye göre Şam daha sıcaktır ama Mekke’ye göre düşünürseniz yazın Şam’a gitmek gerekir, kışın Yemen’e gitmek gerekir. Şam tarafına Ebu Sufyan komutasında bir kervan gitmiş. Bu sure Mekke’de inmiş. Resulullah’ın inen ayetleri tebliğ etme zorunluluğu var. Bu sebeple Mekke’de bu sureyi herkes biliyor. Yani Rumlar mağlup oldular, galipl geldikleri zaman Allah müminlere bir zafer verecek. Ve bunlar, kuranın doğru olduğunu da biliyorlsr da kendi hakimiyetleri ellerinden çıkmasın diye Resulullah’a inanmıyorlar. Dolayısıyla Rumlar ike Persler’in karşılacağını duyan Mekkeli ne der? Siz Mekkeli’nin yerinde olsanız, bu ayetleri de duymuşsunuz? 3 yıl ile 9 yıl arasında. Yılı da tamam? Bu ayetin iniş tarihini ben şahsen bilmiyorum amaen az 3 yıl önce Bedir’den olmak zorunda. Zaten Mekke’de inmiş. Bakıyorlar zaman tamam, “eyvah! Rumlar ile Persler karşılaşacakmış”. Mekkeliler’in aklına gelen ilk ne olur? “Eyvaah! Kervan gitti”. Niye? Kervan Medine’den geçerek Mekke’ye gelecek. Allah da o gün bir zafer verecek. Mekke’nin aklından, oradan sürgün etikleri müslümanların kendileriyle savaşabilecekleri aklından hayallerinden bile geçmez. Ama sadece şu geçer: kervan oradan geçecek, zaten kervanın bir koruması yok. 30-40 kiş falan bi şey. Ama Mekkeliler’in bütün serveti orada. Onlar için kervan hayati önem taşıyor. “Eyvah kervan gitti”. Ebu Sufyan’da bunu duyunca Şam’da Persler ile Romalılar karşılaşacak, O da “kervan gitti, kervanı nasıl kurtaracağım”. Müslümanlar da bunu duyuyor tabi. İki süper güç o zaman. Müslümanlar da bunu duydukları zaman ne diyecekler? Şam’da kervan olduğunu onlar da biliyor. Ne diyecekler? “Yaşasın! Kervan bizim”. “Bizim mallarımıza el koydu bu keratalar. Allah bir zafer verecek,tamamdır demek ki Allah kervanı bize verecek”. Üç tarafın da zihninde kervan var. Ebu Sufyan, kervanı nasıl müslümanlardan kaçırır Mekke’ye götürürüm diyedüşünecek. Mekkeliler, kervanı koruyalım diyorlar, çünkü herkesin orada malı var. Malı olmayan için de çok önemli kervan. Hemen bir ordu çıkarıyorlar. Müslümanlar da kervanı takip için çıkıyor. Müslümanlarda karşılarına ordu çıkacağına dair bir şey yok. Gerçi o ayette belli, savaşa hazırlan diyor ama müslümanlar da kervanın peşine çıkıyorlar. Diyor ki; ENFAL, 5.. Ayet: “Kema ahraceke rabbüke mim beytike bil hakkı: Rabbin seni, gerçekleşecek bir olay sebebiyle evinden çıkardı”, “ve inne ferıkam minel mü’minıne le karihun” ama bu ayetler inmiş, Mekke’de herkes biliyor. “Müminlerden bir gurup bunu istemiyorlar”. “Bu da nereden çıktı kardeşim, öff ya! Gidip de Resulullah’a bir şey diyemiyoruz ama olur mu yaa!”. Hoşlanmıyorlar. “Le karihun” istemiyorlar, hoşlanmıyorlar. Peki sabreden 20 kişi ile karşılaştırın? Ne sabrı, oraya gitmeyi bile istemiyorlar. Gitmeyi ister de savaş sırasında orada sıkıntı olur. Sabırdan da öte değil mi? Ondan sonra bak devamı ENFAL, 6.. Ayet: “Yücadiluneke fil hakkı: o gerçekleşecek olay hakkında seninle..” ya ayet inmiş? Yani müfessirler bu sürenin Rum suresiyle irtibatını kurmadan nasıl anlıyorlar acaba ya! Hakikaten öyle zor bir durumda ki müslümanlar. Mekke’de sure inmiş kardeşim? Gerçekleşecek olay: hepsi biliyor onu, “tutmuş seninle mücadele ediyorlar”. Resulullah ‘a da “gitmeyelim ya Resulallah,,oturalım yapmayalım” mücadele ediyorlar. Niye? “ba’de ma tebeyyene: her şey ortaya çıktıktan sonra” yani duyuldu ki Persler ile Rumlar karşılaşacak. Allah da Rumlar’ın galip geleceğini ve o gün müslümanlara da zafer verecek. Her şey dört dörtlük ortada! Öyle bir zor durumdalar ki “keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun: sanki göz göre göre ölüme sevkediliyorlarmış gibi”. Göz göre göre ölüme giden insan nasıl çıkar yola? Ona “sabredebiliyor” denir mi? “Sabreden” dedi değil mi? Demin ne dedi; “Kad ya’lemu ma entum aleyh” sizin ne halde olduğunuzu bilir. Daha önce dedi “sabrderseniz şöyle” ama şu anda farklı bir yapı ortaya çıktı ne sabırı.
FATİH ORUM: Savaş olduğu için bir kısmı bile dik duramazsa hepsini bozmuş olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Uhud’da gördük ya. Bir kısmı dikduramadı, hepsini sıkıntıya soktu. Ama burada gitmek istemiyorlar. Evlerinden çıkmak istemiyorlar.
YAHYA ŞENOL: Oradaki açıklamaya “evden çıkmak istemiyor” yazmamış da, “kervan için çıkıp ordunun geleceğini haber alınca orduya karşı çıkmak istemiyorlar. Diyorlar ki geri dönün”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Uyduruyorlar. Öyle bir şey yok.
YAHYA ŞENOL: Biz diyor kervan için çıktık, hazırlıklı değiliz, silah yok, mühimmat yok, adam yok, orduyla savaşamayız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi okuyacağım ayet onun yanlışlığını ortaya koyuyor. Ayetler arası ilişkiyi kuramazlarsa akıllarına ne geliyorsa yazarlar oraya. Yazdıkları kendilerini de tatmin etmez. Şu okuyacağımız ayet, oradaki açıklamanın yanlış olduğunu hemen gösterecek. ENFAL, 7.. Ayet: “Ve iz yeıdükümüllahü: Allah size söz vermişti”. O anda şey var, müslümanlar yola çıktıktan sonra okan durum var. Bu, evden çıkıştaki durum. İlk çıkışta Mekke ordusunu kimse bilmiyordu ki. Bunlar kendileriyle çelişiyorlar. İlk çıkış, tamamen kervan içindi. Sonra hiç beklemedikleri bir anda ordu karşılarına geldi. Zaten bir ayet vardı bunu gösteren. Biraz sonra Enfal 42’yi okuyacağız. Ne diyor oku o ayeti.
FATİH ORUM: 41’in sonundan itibaren okuyorum: “in küntüm amentüm billahi ve ma enzelna ala abdina yevmel fürkani yevmel tekal cem’an vallahü ala külli şey’in kadır”, ENFAL, 42.. Ayet: “İz entüm bil udvetid dünya ve hüm bil udvetil kusva ver rakbü esfele minküm ve lev tevaadtüm lahteleftüm fil mıadi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Siz vadinin üst tarafındaydınız, Mekke ordusu alt taraftaydı. Kervan da ikinizin de aşağısındaydı. Sözleşseydiniz böyle bir durum olmazdı.
FATİH ORUM: “ve lakil li yakdıyellahü emran kane mef’ulel”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ama Allah, olacak bir şeyi yerine getirmek için böyle bir durumu yaptı”. Yani müslümanlar çıkarken orduya çıkıyor diye değil ama kervana bile karşı çıkamıyor. Çünkü çok zayıf durumda. Daha 1 buçuk sene olmuş Mekke’den geleli. “Bu iki guruptan birisi sizin”. Niye sizin? Çünkü Allah Mekke’de söz vermedi mi; “o gün size zafer vereceğim”. İkisini birden elde etmem mümkün değil ki. Birine yönelsen diğeri gidecek. Mecburen bir tanesi olacak. Kervana gitsen ordu gidecek, orduya gitsen kervan gidecek. Birisi sizin. Onu kesin olarak biliyorsunuz. Çünkü Allah size Mekke’de bunu söz verdi. “ve teveddune enne ğayra zatiş şevketi tekunü leküm: çok istiyorsunuz ki güçsüz olan sizin olsun”, karşılarına çıkmayasınız. Bu ne? Bu,çıkıp gittikten sonra olandır. Medine’den çıkarken değil.“ve yürıdüllahü: Allah da şunu istiyordu” “ey yühıkkal hakka bi kelimatihı: kendi sözleri sebebiyle-daha önce Allah’ın söylediği bir söz var- gerçek ortaya çıksın istiyordu”. Peki nasıl o gerçek? “ve yaktaa dabiral kafirın: kafirlerin kökünü keserek”. Yani bu kafirlerin gücünü tamemen kırarak o gerçek ortaya çıksın istiyordu. O zaman kafirlerin kökünün kırılması kervanın alınmasıyla mı olur orduyla mı? Orduyla. Başka bir şey olmaz. “Yakda” kesiyor yani kökünü kurutacak. Siz kervanı istiyordunuz, Allah onu istiyordu. Peki Allah’ın sözleriyle ortaya koyduğu gerçek ne? Gerçek ne? İsra suresinde. Resulullah’ı Mekkeliler çok sıkıştırdığı zaman, Onu oradan çıkarmak istiyorlardı. Bu, Mekke’de inmiş bir suredir.ISRA, 76.. Ayet: “Ve in kadu leyestefizzuneke minel erdı li yuhricuke minha: seni o topraklardan söküp atmak üzereler” yani ona gayret ediyorlar. Neredeyse seni buradan uzaklaştıracaklar. Seni tedirgin ediyorlar. Niye?Seni buradan çıkarmak için. “ve izel la yelbesune hılafeke illa kalıla: seni buradan çıkarırlarsa onlar da senin arkandan çok az kalırlar”. Yani onlar da Mekke’den çıkarlar. Seni Mekke’den çıkarırlarsa onlar da Mekke’den çıkarılırlar. ISRA, 77.. Ayet: “Sünnete men kad erselna kableke mir rusülina: senden önce gönderdiğimiz elçilerle ilgili koyduğumuz kanun budur”, “ve la tecidü li sünnetina tahvıla: bizim koyduğumuz kanunda bir değişiklik bulamazsın”. Yani bunlar seni Mekke’den çıkardımı bunlar da çıkar. Peki, Mekke’den çıkardılar. Zafer de verecek. Vereceği zafer, Mekke’den gelen ordunun tamamen etkisiz hale getirilmesi olursa Mekke’yi koruyacak bir güç kalır mı? O zaman müslümanlar ne yapar? Doğru Mekke’ye giderler. Mekkeliler Mekke’den çıkmış olur. Mekke’ye gittikleri zaman kervan kimin olur? Gene müslümanların olur. İkisini birden. Ama asıl mesele Mekke. Çünkü onlar Resulullah’ı Mekke’den çıkardılar, bunlar da çıkacak. İşte burada okuyacağız Resulullah’ın ve müslümanların yaptığı çok büyük bir hata dolayısıyla Mekke’ye gidememişlerdir Bedir savaşında. Bakın “yuridu” kelimesi. Şae var, erade var. Allah’ın irade ettiği oldu mu? Bedir savaşında insanlar Mekke’ye gittiler mi? Gitmediler. Ama bizim geleneksel kelamda Allah bir şeyi irade etsin de o olmasın, mümkün değil. Sen neye göre konuşuyorsun? Seni başka bir kitabın varsa söyle. Allah’ın kitabında böyle bir şey yok. Gördünüz mü irade kelimesi. Ama “şae”de mutlaka olur. “Ma şaeallahu kane ve ma lem yeş’a” her ne kadar bu ayet değilse de ayetlerin anlamına yüzde yüz uygun olan bir şeydir. Allah bir şeyin olmasını emretti mi o olur. Olmaması mümkün değil. Ama irade ettiği zaman olmaz. Allah herkesin mimin olmasını irade eder ama siz gereğini yaparsanız kun der ve o zaman olursunuz.
ENFAL, 8.. Ayet: “Li yühıkkal hakka: o gerçeği gerçekleştirsin diye”. O gerçekleşecek. Şimdi gerçekleşsin. Müslümanlar biliyorsunuz Mekke fethini geciktirdiler. O geciken fetihten sonra da Allah Nasr suresini indirdi. Allah’tan bağışlanmanı iste dedi. Çünkü Bedir’de siz Mekke’ye gelecektiniz. Yaptığınız yanlıştan dolayı geciktirdiniz. Mekke fethedildikten 1 yıl sonra Tevbe suresi indi. Resulullah’a karşı yanlış tavır içersinide olan Mekkeliler’in Mekke’den çıkması emredildi. 4 ay süre verildi, çıkmazlarsa öldürülecekleri bildirildi. Yani “fe izen selehal eşhurul harum” Tevbe suresinin 5.ayeti. Onların can güvenliğinin sağlandığı o 4 ay geçtimi “faktulul müşrikin haysu vecettumuhum: o müşrikleri nerede bulursanız öldürün”. Ya çıkarlar 4 ay içerisinde yada öldürülürler. Affı yok. Mutlaka çıkacaklar. Allah’ın kanunu bu. Biraz kalayım yok. Bütün bu irtibatlar koparıldığı için, tutarlar Tevbe suresinin 5.ayetiyle 200 tane mi ayeti nesh ediyorlardı? Halbuki o ayet, bir tane ayeti bile nesh etmez. Bağlantılarından koparıyorsun, tamam. Yani siz bir ağacı kökünden kopardınız mı o ağacı istediğiniz yere götürün, ne olacak. Ayetler de öyle. Diyor ki; “ve lev kerihel mücrimun: isterse şu günahkarlar hoşlanmasınlar”.
C. Hakk, müslümanlar ile şeyi karşılaştırdı. Kervan ellerinden kaçtı. Allah, Bedir ordusuyla karşılaştırmak istediğini burada açıkça belirtti. Ama bu defa müslümanlar iyice bir zor durumda. ENFAL, 9.. Ayet: “İz testeğıysune”. İmdat diyorsunuz,.C. Hakk’tan yardım istiyorsunuz. “rabbeküm festecabe leküm” size cevap verdi Allah: “ennı mümiddüküm bi elfim minel melaiketi mürdifın: size peş peşe bin tane melekle yardım ediyorum” diyor. Bin tane melek yardıma gelecek. Çok güzel bir şey değil mi? ENFAL, 10.. Ayet: “Ve ma cealehüllahü illa büşra” bunu sadece size müjde olsun diye şeh yapıyor Allah. “ve li tatmeinne bihı kulubüküm: bu sebeple içiniz yatışsın”. Önce 100 tane sabreden dedi. Hala içleri yatışmamış. Hala korku taşıyorlar değil mi? “ve men nasru illa min ındillah: zafer Allah katındandır”. Yani kun diyecek ki oluşsun. Rum suresinde de öyle söyledi . Çünkü tam başardık dersin bir olay olur kaybedersin. Çok basit bir şekilde kaybedersin. “innellahe azızün hakım: Allah üstündür ve doğru karar verir”.
ENFAL, 11.. Ayet: “İz yüğaşşikümün nüase: tatlı bir uyku sizi kaplamıştı”. Tabi orada akşam olmuş falan. Sabahleyin karşınızda düşman ordusu var, uyuyamazsınız ki gece. Ama Allah size tatlı bir uyku verdi. “emenetem minhü: kendisinden bir güven olarak”, “ve yünessilü aleyküm mines semai mael: gökten de su indirdi”. Çöl ortamında müthiş bir rahatlama olur. “li yütahhiraküm bihı: o su ile sizi tertemiz hale getirdi”. Hem serinleyeceksiniz hem o su birikintilerinden abdest alırsınız, içersiniz, bir şeyler olur. “ve yüzhibe anküm riczeş şeytani: bir de sizden bu şeytanın pisliğini gidersin”. Çünkü şeytan da iki de bir vesvese veriyor. “ve li yerbita ala kulubiküm: ve kalplerinizi de sağlamlaştırsın”. Çünkü içleri çok rahatsız. O da kalpleri sağlamlaşsın diye. “ve yüsebbite bihil akdam: böylece ayaklarınızı sabitlesin”. Geri kaçmayasınız diye. Bak ne kadar yardımlar yapıyor görüyormusunuz. Ondan sonra
ENFAL, 12.. Ayet: “İz yuhıy rabbüke ilel melaiketi: Allah meleklere de şöyle vahyediyordu”. Bakın ayetleri gördük. Her şey ezeldendi! Senin de ezeli bir varlık olman lazım kardeşim. Ya bu ne? Hangi dinin mensubusunuz beyler? Lütfen söyleyin yani. Kurana inananları saptırmayın.
“İz yuhıy rabbüke ilel melaiketi: rabbin meleklere vahyediyordu”, “ennı meaküm: ben sizinle beraberim”, “fe sebbitullezine amenu seulkıy: müminleri sabitleyin, içlerine güzel şeyler fısıldayın” içimize bazen güzel şeyler gelir, bazen kötü şeyler gelir biliyorsunuz. “seülkıy fı kulubillezıne keferur ru’be: karşıdaki kafirlerin kalplerine de korku salacağım”. Bu kadar çok yardım görüyormusunuz? “fadribu fevkal a’nakı: onların boyunlarına vurun”. Onlar ne yapacak, sarsılacaklar, rahatsız olacaklar. “vadribu minhüm külle benan: onların parmak uçlarına da vurun” rahatsız olsunlar. Niye?ENFAL, 13.. Ayet: “Zalike bi ennehüm şakkullahe ve rasuleh ve mey yüşakıkıllahe ve rasulehu: çünkü bunlar Allah’tan ve resulünden ayrı düştüler”. Kendilerine o kadar tebliğde bulunuldu dinlemediler yani. “fe innellahe şedıdül ıkab: kim Allah ve resulünden ayrı düşerse Allah’ın cezası çok ağırdır”. Onun için burada size de söylüyorum kurana yönelenler, kurandan kaçanların göreceği ceza ağırdır. Siz de bunlardan ibretinizi alın. Dik durun, sabırlı olun. C. Hakk mutlaka zaferi verecektir.
Burada daha da devam ediyor da hepsini okursam vakit yetmez. Bu olayı anlatan çok sayıda ayetler var. Ama şimdi bak 1’e 10. Bire 10 olanı, 42.ayete gelelim okuyalım tekrar. Oradan devam edelim çünkü hepsini okuyacak olursal zamanımız yetmez.
ENFAL, 42.. Ayet: “İz entüm bil udvetid dünya ve hüm bil udvetil kusva” demin yanlış mana ermişim. “Siz vadinin alt tarafındaydı, onlar üst tarafındaydı”, “ver rakbü esfele minküm: kervan da sizin aştınızdaydı”, “ve lev tevaadtüm lahteleftüm fil mıadi: sözleşseydiniz böyle denk getiremezdiniz”. Siz ortada,kervana da orduya da eşit yakınlıktasınız. Kervana gitmek istiyorsunuz, Allah orduya yolluyor, kervan oradan kaçıp Mekke’ye gidiyor. “ve lakil li yakdıyellahü emran kane mef’ulel: olacak bir işi Allah yerine getirmek için böyle yaptı”. Olacak iş de, Mekke’de indirilen Rum suresinde belirtilen zafer. O olacak. Allah buna söz vermiş. Çünkü “Allah verdiği sözden caymaz” dedi orada. “li yehlike men heleke am beyyinetiv ve yahya men hayye am beyyineh: helak olan beyyine ile helak olsun, yaşayan beyyine ile yaşasın” yani karşı taraf, bugün Allah’ın zafer vereceğini biliyor ve onu engellemeye çalışıyor. Allah’ın sözünün yerine geldiğini görsünler. Siz de Allah’ın sözünün yerine geldiğini görün. Onların içinde de yaşayan var, sizin içinizde de yaşayan var. “Sizin içinizde bir hayır görürse daha fazlasını verir” diye ayet de var esir olanlar için. “ve innellahe le semıun alım: Allah işitir ve bilir”. Dinler ve bilir sizin ne yaptığınızı. Şimdi tekrar bakın. Ne dedi? “Sabırlı 20 kişi 200 kişiyi yener”. Bakalım sabır var mı yok mu müminlerde. Bedir savaşında Mekkeliler’in sayısı kaç olarak bildiriliyor? 1000 civarında değil mi? 900 küsür. Müslümanların sayısı? Çok az. Onların 3’te 1’i, belki daha da az. 3’te 1’i ise on katına kadar galip gelmeleri lazım değil mi? 3 katı bunlar için çok az olması lazım. Ama Allah diyor ki ENFAL, 43.. Ayet: İz yürıkehümüllahü fı menamike kalıla: sana Allah onları uykunda az gösteriyordu”. 1000 kişi ise daha az gösteriyor. 1000 kişi göstermiyor. Resulullah’a gösterilmesi. “ve lev erakehüm kesıral le feşiltüm: eğer Allah sana çok gösterseydi dağılırdınız”. O rüyayı gören kim? Resulullah görüyor. Dağılırdınız diyor. Sabırlı meselesi var mı burada? “ve le tenaza’tüm fil emri: ne yapacağınız konusunda bir birinizle tartışmaya başlardınız”. “ve lakinnellahe sellem: ama Allah işi sağlama bağladı”. Niye? Az gösterdi rüyanızda. Bire ondan bire üçe bile tahammül edemiyorlar. Şimdi “Allah sizde zaaf olduğunu bildi/öğrendi” bak görüyormusunuz öğrenmenin safhaları nasıl anlatılıyor ayette. Değil mi? Yok ezelden şöyleymiş de böyleymiş de! Nereden çıktı? Allah zamandan münezzehmiş de, zaman Allah için değilmiş de! Peki bu ayetlerin faili kim? Burada konuşan Allah’tan başkası mı? Şu, imanın şartı dediğiniz konuya bile nasıl batıllar girmiş, Allah’ın ayetleri yok sayılmış görüyormusunuz? Bir konu da olsun ki, hiç olmazsa diyelim bu konuda Allah razı olsun bizim ulema doğru söylemiş diyelim. Gerçi arada sırada nadir de olsa çıkıyor da. Bu kadar olur mu Allah aşkına. Onlar bizimle dalga geçsinler internetlerde, şurada burada. Bakalım ahirette Allah’a nasıl hesap verecekler bu geleneğin savunucuları bakalım. Bak bu çok önemli: “innehu alımüm bi zatis sudur: O, kalplerin içinde ne olduğunu/içinizde olanın ne olduğunu Allah bilir”. Bununla ilk okuduğumuz ayeti karşılaştırın. “Kad ya’lemu ma entum aleyhi: ne durumda olduğunuzu bilir”. Ne diyor; “içinizde ne olduğunu bilirim”. Elbette bilir. Bütün ayrıntılarını veriyor mu? “Alime ennefikum” geçende sınıfta bu ayeti okudum, bazı öğrenciler şey yaptılar: “olur mu? Allah ezelden…”. Allah’ın ayeti kardeşim. Tabi bunları okuyacak kadar vakit yok. Hepsi iki saatlik ders, anlatacağın asıl konulara yer kalmıyor. Ondan sonra da bak burada bitmiyor. ENFAL, 44.. Ayet: “Ve iz yürıkümuhüm izil tekaytüm”, az önce Resulullah’ın duasıydı değil mi? Şimdi iki ordu karşı karşıya geliyor. Tamam, rüya öyle ama gerçek ne? ENFAL, 44.. Ayet: “Ve iz yürıkümuhüm izil tekaytüm fı a’yüniküm kalıle: karşı karşıya geldiğiniz zaman da karşı tarafı sizin gözünüzde az gösterdi”. Az ne kadar gösterdi? Onu da, kuranın kuranla açıklanması metodu son derece mühimdir. Allah, hiç bir kelimeyi size bırakmaz, her şeyi kendi açıklar. Ali İmran suresinin 13.ayetini açın. Ama burada mesele şu: “şu cümle şu ayetteymiş” bunun hiç bir önemi yok. Tıpkı şey gibi işte evde yemek yapacaksınız, tuz önce alınmış sonra alınmış, et şümdi alınmış önemli değil. Yaparken hepsi hazır olmak zorunda. Hangisi önceymiş hangisi sonraymış onun bir önemi yok. Ali İmran 13.ayette diyor ki Allah bakın; ALİ İMRAN, 13.. Ayet: “Kad kane leküm ayetün fı fieteynil tekata: karşılaşan iki gurupla ilgili olarak size bir ayet vardır/bir ibret vardır” ondan ders almanız lazım diyor. “Karşılaşan iki gurup”. Bakın şimdi “il tekata” arapça bilmeyen bile sesten anlar. “İl tekata”, “il tekaytum”. Benziyor mu? Arapça bilmeyen bile anlar. “Karşılaşan iki gurup”, “siz karşılaştığınız zaman”. Diyor ki orada bir ayet vardır, i ret almanız gereken husus vardır, ders vardır. “fietün tükatilü fı sebılillahi: bir gurup Allah yolunda savaşıyor”. Kim onlar? Müminler, değil mi? “ve uhra kafiratün: diğeri kafir”. Bedir’e gelen müşrikler. “yeravnehüm misleyhim ra’yel ayn: onları baş gözleriyle kendilerinin iki katıyla görüyorlar”. İki kat kelimesi boşuna değil. Neden Allah 10’dan 2’ye düşürdü? Bak aslında 3 katıydılar. Ama 2 katı gibi göstermeseydi gene kazanamayacaklardı zafer. “İki katı” diyor. Şimdi ne diyor burada da; Ve iz yürıkümuhüm izil tekaytüm fı a’yüniküm kalıle: karşı karşıya geldiğinizde onları sizin gözünüzde az gösteriyordu”. İki kattan fazla olmasına rağmen iki kat gösteriyordu. 1’e 10 bitti. Zayıflık var sizde, bırakın 1’e 10’u, 1’e 3’ü de yenemeyeceksiniz. Onun için az gösterdi. ENFAL 44..”..yükallilüküm fı a’yünihim” tamam, sizi de onların gözünde az gösterdi. Çünkü onlar da Allah’ın kulları. Yani onların da yarın itiraz hakları kalmaması lazım şeyde. Önemli değil ki sizin onlara az gösterilmeniz. Önemli olan sizin tavrınız. “li yakdıyellahü emran kane mef’ula” yine aynı şey tekrarlanıyor “olacak bir şeyi kesinleştirsin diye” diyor. Burada ondan sonra ALİ İMRAN, 13.. Ayet: “…vallahü yüeyyidü bi nasrihı mey yeşa: Allah, kazanmasına karar verdiği tarafı(yeş’a nın anlamı o burada) kendi yardımıyla destekler”. Ne yapar? Gözünde az gösterir. Ne yapar? Sana çeşitli destek, işte, melekler gelir, kalbine şu olur, yağmur yağar, şu olur, bu olur bir sürü destek verir. “inne fı zalike le ıbratel li ülil ebsar: basiret sahipleri için bunda ibret vardır”, dersinizi alın. Çok dersler var mı burada? Peki Bedir savaşı bize böyle mi anlatılıyor? Böyle bir Bedir savaşı duydunuz mu şimdiye kadar? Bu Allah’ın kelamı ama. Ya kardeşim kuransız olarak bunları anlatıp nereye varmak istiyorsunuz? Kendi hayalğnizdeki dini insanlara anlatırsanız işte böyle C. Hakk sizi yeryüzünün en rezil topluluğu haline getirir. Bir taraftan Rusya’dan medet umarsınız bir taraftan Amerika’dan, bir taraftan Avrupa’dan medet umarsınız. Rus uçakları şuraya gelmiş, Amerika buraya başlarsınız ağlamaya. Biraz ona yalvarırsınız, biraz buna yalvarırsınız, tepenize böyle balyoz vurur durur. Niye? Ya siz ne biçim müslümansınız Allah aşkına ya! Kitabınızla uzaktan yakından alakanız yok, bir de Allah’tan korkmadan müslümanım diyorsunuz ya! Tabiki tutar birisini İşid diye adam alır, tamamen batılılar alır kullanır, iki müslümanı birbirine vurdurur, arkasından şampanyasını patlatır tabi. Ama sen hele adam ol. Ne dedi C.Hakk orada; “onlar anlayışsız bir topluluktur”. Evet, biz doğru davrandığımız zaman onların bütün yapısı çözülür. Baksanıza, kaxer diye bir inanç ortaya koymuşlar. Bu ayetlere göre kader inancı diye bir inanç olur mu? Kitaplarda yazılan şekliyle kader, kuranda yazılan şekliyle değil. Kuranda yazılan şekliyle kader, her şeyin bir ölçüsü olmasıdır. Resulullah’ın anlattığı şekliyle kader, yine her şeyin bir ölçüsü olmasıdır. “Hayrihi ve şerrihi minallah” yani hayırın ölçüsünü de şerrin ölçüsünü de Allah koymuştur. O başka. Ama öyle bir kader anlayışı yok ki. “ve ilellahi türceul ümur: bütün işler C.Hakka arz edilecektir”.
Gene atlamak zorundayım. Şimdi tekrar 65.ayete gelelim. 65.ayette ne dedi? Bedir savaşından önce olan ENFAL, 65.. Ayet: “Ya eyyühen nebiyyü harridıl mü’minıne alel kıtal: müminleri savaşa teşfik et”. Teşfikte de en güzel şey şu: şöyle de demiş oluyor; “iy yeküm minküm işrune sabirune yağlibu mieteyn”. Ey müminler! Allah diyor ki; “içinizden sabırlı 20 kişi, 200 kişiyi yener”. Bizde de “bir türk dünyaya bedeldir” derler değil mi? Burada Allah söylüyor. Ne diyor; “20 lişi 200 kişiyi yener”. Teşfikin en güzeli. Ondan sonra “ve iy yeküm minküm mietüy yağlibu elfem: 100 kişi olursanız 1000 kişiyi yenersiniz”. Yani bizim sayımız azdır diye korkmayın. Niye böyle? “minellezıne keferu bi ennehüm kavmül la yefkahun; çünkü onlar anlayışsız bir toplulukktur”. Yanlış yoldalar. Yanlış olan kendine güvenini kaybeder. Sana karşı zaten dik duramaz ki. Ama siz sabredeceksiniz. Peki sabır gösterdiler mi müslümanlar? Bu kadar ayet! Sabır gösteremeyince Allah ne yaptı? Ne yaptığını kendisi söylüyor. ENFAL, 66.. Ayet: “El ane haffefellahü anküm” o zaman bu, Bedir savaşının hemen öncesinde oluyor ki “şimdi Allah, sizin yükünüzü hafifletti”. “ve alime enne fıküm da’fa: sizde bir zayıflık olduğunu öğrendi”. Zayıflığı da bütün ayrıntılarıyla anlattı mı C.Hakk? Hiç bir şüphe kaldı mı? Ondan sonra ne dedi? “fe iy yeküm minküm mietün sabiratüy yağlibu mieteyn: şimdi içinizden sabırlı 100 kişi olursa 200 kişiyi yener”. Şimdi anladık mı niye Allah Resulullah’ın rüyasında 3 kat olan düşmanı 2 kat gibi az gösterdi? Niye karşı karşıya geldikleri zaman iki kat gösterdi de 2.1 değil? Çünkü 2 katına indiriyor. Tamam? İki katına düşürüyor. “Sizde zayıflık var”. İki katı olarak görüyor, “daha fazla olsaydı dağılırdınız” diyor zaten. ve in yeküm minküm elfüy yağlibu elfeyni bi iznillah: içinizde 1000 tane olursa Allah’ın izniyle 2000 kişiyi yener”, “vallahü meas sabirın: gene de Allah sabredenlerle beraberdir”. Sabırlı olacaksınız diyor. Yani demek ki 1’e 2 de olsa sabırlı olmazsan başarılı olamazsın. Bir sabırsızlıkları daha var burada. 1’e 2 olmalarına rağmen, bunu lütfen unutmayın. Zihninizin en sağlam yerine çivi çakın ki çıkmasın. Burada da sabırı söyledi, çünkü o sabrı da gösteremedi müslümanlar 1’e 2 olmalarına rağmen. Allah 1’e 10’dan 1’e 2’ye düşürdü, 1’e 2’de de yine sabrı gösteremediler. Ona rağmen gene zaferi haketmediler. Şimdi ayeti okuyoruz. Diyor ki ENFAL, 67.. Ayet: Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra: hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur”. Niye acelecilik edip de esir aldınız orada! Sabırlı olan yapar mı bunu? “hatta yüshıne fil ard”. O “el ard” savaş meydanı. “Savaş meydanında”. Burada tutmuşlar “dünyada” diye mana veriyorlar. Öyle mi? “Yeryüzünde”!. Ya bu mealleri yapanlar… Neyse fqzla ileri gitmeyelim. Millet anlıyor. Nok nokta.. Gerisini siz doldurun. Yahu yeryüzünde hakimiyet kurmuş bit tane nebi var mı? Böyle şey olur mu? Hadi Bedir’den vazgeçtik, Beni Kureyza’dan niye esir aldı? Hayber’den niye esir aldı? Beni Mustalik’ten niye esir aldı? Huneyn’den niye esir aldı? Yeryüzüne hakimiyet mi kurmuştu? Bunu bile düşünemiyorsanız, Allah aşkına meal yazmayı bırakın da insanları rahatsız etmeyin bari ya! “El ard” “o savaş yeri” demek. “O savaş meydanı”. ENFAL, 67.. Ayet: “Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra hatta yüshıne fil ard” o savaş ortamında düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden, onun üzerinde kalınlığını koymadan yani ağırlığını diyelim. Tamamen koymadan hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur. Allah burada şimdi nebimizi ağır şekilde suçladı mı? Hakkın olmayan bir şey yaptın diyor. Meallerde ne diyorlar? “Yaraşmaz”, değil mi? Yeryüzünde hakimiyet kurmadan esir alması yaraşmazmış! Nereden çıkarıyorsunuz Allah aşkına ya! Böyle bir arapça varmı? Bak hemen sabırsızlıklarını daha da ayrıntılı veriyor. “türıdune aradad dünya: hemen elinize geçecek olanı istiyorsunuz”. Sablrsızlar öyle yapar değil mi? “Ne yapayım, gördüm dayanamadım”. Biraz dayanacaktın kardeşim. “vallahü yürıdül ahırah: Allah sonrasını istiyor”. Allah’ın irade ettiği neydi? Mekke’nin feth edilmesiydi değil mi? Düşmanı iyice etkisiz hale getirin ki, okuduk ya bak irade kelimesine tekrar dikkat edin. ENFAL, 7.. Ayet: “ve yürıdüllahü ey yühıkkal hakka bi kelimatihı ve yaktaa dabiral kafirın: Allah irade ediyordu ki o gerçek” yani Mekkeliler orada kalamayacak İsra 76.ayetindeki Mekke’de inen o hüküm gerçekleşsin ve bu kafirlerin kökü kurusun. Peki oldu mu irade ettiği? Ama şae ile şey yapan olacak. Biraz sonra göreceksiniz. Ama irade yok. Çünkü iradeye kun emri eklenmeden hiç bir sonuç ortaya çıkmaz. İradeye “kun” emri eklendiği zaman yani “ol” dedikten sonra oluşana “şae” denir. O zamana kadar “erade”dir. Ama tabi hicri 2.asırla başlayan, 3.asırla kemikleşen yapı tümüyle tefsirlerde-bir tek Ragıp El Isfahani’nin Müfredatı’nda var, bir de İmam Maturidi’nin Et Tevilatı’nda var. Onun dışında bütün tefsirlerde “şae” fiiline “erade” manası verip kuranı birbiriyle çelişen kitap haline gerirmişlerdir. Şimdi bakın burada böyle. Allah bunu istiyor. Burada Ne dedi yine: “turidune araded dünya: siz elinize hemen geçecek bir şey istiyorsunuz”. Sabırsızlık. İşte hemen esir alalım, ganimet alalım. “Vallahu yuridul ahireh: Allah sonrasını istiyor”. Esir almayın. Peki Allah bu hükmü daha önce Resulullah’a bildirmemiş olsaydı Onu ayıplarmıydı? Ne diyor Allah; “la yukellifullahe nefsen”, “nefsen” dediği zama Resulullah da dahil mi buraya? “Hiç kimseyi Allah sorumlu tutmaz”, “illa vus’aha: sadece gücünün yettiğinden”. Bilmiyorsa nasıl sorumlu tutacak? Onun için Muhammed suresinin 4 ayeti kesinlikle bu ayetten önce inmiştir. Zaten yarih olarak da tefsirciler, Mekke’de mi inmiş, Medine’de mi inmiş diye tartışıyorlar. Orada yine doğruyu bulanlar var çok şükür. Kesinlikle Bedir’den önce inmiştir. Orada diyor ki Allah “fe iza lekitumullezine keferu fe darber rikab: kafirlerle karşılaştığınız zaman-çünkü karşılaşacaklar, Mekke’de iken haber vermiş-hemen boyunlarını vurun”, “hatta iza eshantumuhum: onların üzerinde ağırlığınızı koyuncaya kadar” boyunlarını vurmaya devam edin. Bak “eshane”, “yuzhine” arapça bilmeyen bile sesten anlar. Orada “eshane”, burada “yushine”. Ağırlığını tam koymadan, düşmanı tam etkisiz hale getirmeden Bedir’de esir almışlar. Sabırsızlık gösterdiler mi? 1’e 2 bile yetmedi görüyormusunuz. O bile zafer elde etmeleri için kafi değil. ENFAL 67.ayet..“..vallahü azızün hakım: Allah üstündür, doğru kararlar verir”. Kararları doğru olan Allah’tır, üstün olan Allah’tır. O ayeti tamamlamadım: Muhammed 4.ayette diyor ki; “boyunlarını vurun”, “hatta iza eshantumuhum: onların üzerine tam hakimiyet kurduğunuz zaman”, “fe şeddul vesak: o zaman bağı sıkı tutun”yani esir alın. Demek ki esiri, düşmanı tamamen etkisiz hale getirdikten sonra alacaklar. Orada geri çekilen Mekkeliler’in peşine düşeceklerdi, esirle uğraşmayacaklardı, düşmanı tamamen etkisiz hale getireceklerdi. Getirdikleri zaman ne olacaktı? Ellerini kollarını sallaya sallaya Mekke’ye gireceklerdi ve zaten kervan da onların olacaktı. Tamam. Ve şu ayete bakın. 1’e 2’de bile sabredememeleri zaferi kaybetmelerine sebep olacaktı. Bir de emri yerine getirmediler. Zaten sabredememelerinin sonucu bu ikisi de. ENFAL, 68.. Ayet: “Lev la kitabüm minellahi sebeka: daha önce Allah’ın verdiği bir hüküm olmasaydı”. Neydi Allah’ın daha önce verdiği hükmü? Kararı? Rumlar ile Persler’in karşılaştıkları gün müslümanlara zafer vereceğim dedi. Ve orada dedi ki; “Allah sözünden dönmez” dedi değil mi? Rum suresi 6.ayette “Allah sözünden dönmez” dedi. “Ama insanların çoğu bunu bilmez”. Allah sözünden dönmediği için ne pahasına olursa olsun o gün zaferi verecek müslümanlara. Bakın, müslümanlar zaferi kazandı, imtihanı kazandılar mı? Zaferi kazanmak ile imtihanı kazanmak aynı şey değil. “Efendim ben zarar ettim”. Zarar etmek başka imtihanı kazanmak başka. Her halukarda seni Allah imtihan eder. Verir imtihan eder, alır imtihan eder. Sen her zaman dik duracaksın, Allah’ın emrine uyacaksın. “Lev la kitabüm minellahi sebeka: Allah’ın daha önce verdiği bir hükmü/bir kararı-onu yazdı işte Rum suresinde-olmasaydı”, “lemesseküm: kesinlikle size dokunacaktı”, “fıma ehaztüm: aldığınız o esirler sebebiyle” . Ne? “azabün azıym: büyük bir azab dokunacaktı”. Büyük bir azab dokunan kim olur? Bedir’de büyük bir azab dokunan kim oldu? Mekkeliler’e, değil mi? Onlar yenildiler. Kim yenilecekti eğer Allah daha önce söz vermeseydi? Müslümanlar. Hem de Mekkeliler gibi de değil. Mekkeliler geri çekildiler. Onlar bunları fena halde ezeceklerdi. Hadi bakalım 1’e 2’de yetmiş mi? 1’e 10’dan 1’e 10’dan 1’e 2’ye düştü. 1’e 2’de zafer elde etsinler diye Resulullah’ın rüyasında gösterdi, müslümanların gösterdi,.3 katı olan düşmanı 2 katı gösterdi falan gene yetmedi. Çünkü sabrederseniz. Gene de sabır şartı var. Sabırsızlık gösterdiler, esir aldılar falan ama Allah diyor ki; “daha önce size söz vermeseydim”. Peki, Allah bunları ezelden yazmışsa böyle bir şey olur mu? Ya Rabbi sen bilmiyormuydun? Ben bunu irade ediyorum dediğin zaman bilmiyormuydun bunların böyle sabırsızlık göstereceklerini? Demek bilmiyor değil mi? Bilmediği ortaya çıkıyor, değil mi? Allah kendisi söylüyor zaten. ENFAL 66.ayet..”..alime enne fikum da’fan: Allah sizde zayıflık olduğunu öğrendi”. 1’e 2’ye indirdikten sonra sabırlı olana zafer veririm diyor. Gene sabır gösteremediler. İşte imtihan böyle olur. Yoksa ezelden, kader, ondan sonra da bir sürü saçmalıklar yığını anlatırsınız sonra da dersiniz ki “bu anlaşılmaz”. Anlaşılmayan şey nasıl inanç olur ya? Anlaşılmayan şey inanç olur mu? Bize söyşüyorlardı “Allah kaderle ilgili bilgileri bir yere bırakmış, kapısını kapatmış, anahtarı da içeri atmış. Peki bunu nereden çıkarıyorsunuz? Hangi ayette, hangi hadiste var? O zaman, başınıza bir sıkıntı geldiği zaman niye Allah’a dua ediyorsun ki. Bu kadar ayetlere ne gerek var ki?
Şimdi gördük mü buradaki nesh edilen ayet nasıl bir iş gördü? 1’e 10’dan 1’e 2’ye düşürülmüş olması bizim zihnimizde kader problemini tamamen çözmeye yetti mi? Ondan sonra tabi burada bir problem ortaya çıkıyor. Biz bu esirleri aldık, hakkımız da yoktu. Ne yapalım? ENFAL, 69.. Ayet: “Fe külu mimma ğanimtüm halalen teyyibev: aldığınız ganimetleri helali hoş olarak yiyebilirsiniz”, ona da müsade ettim diyor. Tabi o ganimet, esirlerin fidye bedelleri de var. “vettekullah: Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun”, bakın “innellahe ğafurur rahıym: bakın Allah gafur ve rahimdir”. Sizi affetti, hem de merhamet etti gördünüz mü? Hem size zafer verdi hem merhamet etti. Bu ayetleri öyle keyiflerine uyduruyor ki bizim ulema denilen kişiler. Gerçekten onlara hiç bir saygım yok. Asla yok. Tabi iyileri hariç. Dik duranları hariç ki onlar da çok az malesef. Bakarmısınız “fidye” mi demiş Elmalılı? 68.ayete ne mana vermiş Elmalılı?
FATİH ORUM: “Eğer Allah’tan bir yazı geçmiş olmasaydı, alduğınız fidyeden dolayı size mutlak büyük bir azab dokunurdu”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O’ndan biraz bekliyordum doğru bir mana verecek, o da gitti. Elde bir şey kalmadı. Bunlar zaten fidye diyor hepsi. Ya Allah aşkına, bir önceki ayette Allah şey mi diyor ki. İstersen ikisini peşpeşe oku. Bakın hiç arapça bilmenize lüzum yok. Allah’ın verdiği aklı kullanın, ne kadar büyük yanlış olduğunu göreceksiniz. Peşpeşe yavaş yavaş oku.
FATİH ORUM: 67’den mi? “Hiç bir peygamber için arzda ağır basmadıkça esirleri almak doğru değildir. Siz dünya arazını istiyorsunuz, Allah ise ahireti kazanmanızı diliyor. Allah azizdir, hakimdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ahiret dedi. Hiç Mekke falan yok, görüyor musunuz?
FATİH ORUM: “Eğer Allah’tan bir yazı geçmiş olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlak büyük bir azap dokunurdu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birinci ayette fidyeden bahsediliyor mu? Nereden çıkarıyorsunuz? Esir almaya hakkınız yoktur diyor, burada fidyeden dolayı diyor. Millete kuran meali okuyun diyoruz ama ne yapalım, öbür kitaplarla karşılaştırınca bu kadar yanlışa rağmen gene en iyisi bu. Başka diyecek bir şeyimiz yok.
FATİH ORUM: Sonda da bu defa farklı bir şey. “Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş olarak yiyin ve Allah’a korunun. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir”. Bu defa da “gamimet”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne oldu şimdi? Fidye ne oldu ganimet ne oldu? Birbiriyle uyuşmayan ayetler haşa. Mesela o “şae” ve “erade” fiili meselesi. Bak gördünüz “Allah irade etti”. Mesela Ömer Nasuhi Bilmen’in İslam ilmihalinden ben burada defalarca okudum. İsterseniz gene okuyalım. Allah bir şeyi irade etsin de olmasın, mümkün mü diyor. Allah’ın irade ettiği oluyormuymuş arkadaşlar? Allah ne diyordu? Kafirlerin kökünü kurutmayı irade ettiğini söylüyordu. Burada da diyor. Bir insanın iradesi Allah’ın iradesine ters düşer mi geleneğe göre? İşte burada ters? Çünkü sen, iradeyi böyle anlarsan öyle olur. Yani neresine baksan dökülüyor. Ondan sonra yok efendim Allah için zaman söz konusu değilmiş, zamandan mekandan münezzeh! Tamam mekandan münezzeh. Allah tabiki gökte de ilah yerde de ilah. Onda şüphe yok. Ayrı bir konu. Ama zamandan münezzehliği nereden çıkarıyorsunuz? Yani kendisini zamanla ifade etmiyor mu Allah? Allah zamanı yaratmıştır diyorlar. Ya zamanın yaratıldığına dair küçücük bir kırıntı, bir şey var mı? Zaman dediğiniz: hareket varsa zaman vardır, hareket yoksa zaman yoktur. Mesela “tearucul mekaiketi verruhu ileyhi fi yevmin kane miktaru hamsine elfe senetin” diyor. Melekler ve ruh, uzunluğu 50 bin sene olan bir günde Allah’ın belirlediği yere çıkar. Onlar çıkıyor, bu defa yeryüzünde değişklikler oluyor, insanlar yeniden yaratılıyor, sonra ruh geliyor vücuda giriyor. Peki burada 50 bin yıllık süre geçiyor. Ölen kişi için hareket var mı? Hareket duruyor değil mi? Ölen bir kişi için zaman, diyor ki; “ve ma emru saati illa kelamhil bil basar”. O kıyamet işi diyor, gözü şöyle bir kapamak kadar. Kapayıp açmak kadar. Ve daha az. Bu kime göre zaman? Bize göre. Çünkü ölüyor, yeniden kalktığı zaman diyor ki; “mem beasena min merkadina: beni uyuyordum kim kaldırdı” diyor. Halbuki en az 50 bin yıl geçmiş. Peki bu 50 binyıl kime göre? Allah’a göre. Ya bunu nereden çıkarıyorsunuz Allah aşkına ya. Saim Yeprem Hoca, biliyorsunuz burada iki-iki buçık saat kadar konuştu, bir tane ayet okumadı. Ben ayetleri okudum, cevap? Cevap Mako. Cevap Mako şeymiş, Iraklılar söylermiş. Cevap yok manasınaymış. E peki mantıken bunu ıspatlayabilirmisiniz? Yok. Ayet yok, mantıki tarafı yok ama akide. İyi vallahi. Böyle şey olur mu ya!
O “şae” kelimesini söyledik ya. Bakın işin nasıl insanları kaderci hale getiriyorlar, şu Nahl suresinin 93.ayetini açın, orayla işi bitirelim. Son olsun. Yahya oku bakalım ne mana vermişler.
YAHYA ŞENOL: “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı. Fakat o dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir daha oku.
YAHYA ŞENOL: “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı”.
YAHYA ŞENOL: “Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola iletirse bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?
YAHYA ŞENOL: “Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ne lahana turşusu ne perhiz. Böyle bir cümle Allah’a ait olabilir mi? Ama hangi tefsiri açarsanız böyledir. Bir tek İmam Maturidi hariç. İmam Maturidi şöyle meal veriyor: “eğer tercihi Allah yapsaydı(yani sizi imtihanasokmasaydı) elbette ki hepinizi tek bir ümmet yani tek bir dinde toplardı, hepiniz de müslüman olurdunuz. Niye birinizi diğerine tercih etsin ki? “Yudillu men yeşau dalalete: içinizden kim delaleti tercih ederse Allah onu sapık yapar”. Öğretmen “ben çalışanı geçiririm diyor ya mesela, aynen onun gibidir. Kim sapıklığı tercih ederse Allah onu saptırır. Ondan sonra “ve yehdi men yeşau vel hidayete” şae fiilinin mutlaka meful olması gerekir. Kim de hidayeti tercih ederse Allah onu yola getirir. Sen tercih etmişsin, bu senin seçimin değil mi? Öbürünü de tercih etmişsin, o da senin seçimin. O zaman ne olur? “Ve le tus’elunne ma kuntum ta’lemun: yaptıklarınızdan elbetteki sorumlu tutulacaksınız”. Elmalılı da aynı yapmıştır. Onun da farklı değildir.
FATİH ORUM: “Allah dileseydi elbet hepinizi bir tek ümmet yapardı ve lakin O dilediğine dalalet, dilediğine hidayet buyurur ve herhalde hepiniz bütün yaptıklarınızdan mesul olacaksınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hadi buyur. Hem de bunlar “biz Maturidiyiz” derler değil mi?
Evet peki şimdi sorular.
VEDAT YILMAZ: Önce salondan bir soruyu okuyayım. “Allah, Rum suresinde müslümanlara o gün zafer vereceğini söylemişti. Mekkeliler’in bu ayetten haberi var. Onlara göre de Allah kesin olarak zafer verecek. Bu gerçeği bildikleri halde nasıl cüret ediyorlar da yola çıkıyorlar? Acaba Allah geriğini yapanlar gibi kuranda geçen ibareleri de göz önüne alarak Allah’ın müslümanlara verdiği sözü egale etmek için mi kervanı korumak amacıyla yola çıktılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi burada kafir örten demektir. Neyi örtüyor? Kendisindeki doğru inancı örtüyor. Ve Allah’ı ikinci sıraya itiyor. Yani kendi sözünü yada başka birisinin sözünün Allah’a karşı bir etkisi olacağını düşünüyor. Allah’ı ikinci sıraya iteceğini düşünüyor. Mesela İblis’in herşeyi bilmesine rağmen Adem(as)’a secde etmemesi. Zaten bu derste okuduk; “gücünü kaybeden de bir belgeye dayanarak kaybetsin, kazanan da belgeye dayanarak kazansın”. O belge her ikisi için de Allah’ın ayetleridir. Kafirler bile bile yaparlar. Adam hırsızlık yaparken bilmiyor mu? Adam öldüren de aynı değil mi? Suç mantığı budur zaten. Ondan dolayı Allah ceza verir. Aklını kullansana dersin değil mi? “Ve yec’alul ricse alellezine la takilun: Allah o pisliği aklını kullanmayanların üzerine koyar”(YUNUS 100). Onun için Enfal 65.ayette “bi enehum kavmul la yefkahun” dedi. Kavrayamayan bir topluluktur. Niye kavrayamıyor? Çünkü kendi duygularını gerçeklerin önüne geçiriyor. Biz bunu yaparız diyor.
VEDAT YILMAZ: Nisa 15, 16.ayetlerindeki zinanın cezasına yönelik hükümlerin..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O konulara girmeyelim şimdi. Zina cezasıyla ilgili kısmı daha sonraki haftalarda şey yapacağız.
VEDAT YILMAZ: Nesh edilen ayetlerin sayısıyla ilgili çok faklı görüşler var. Mensuh ayetlerin sayısı onlarca farklı alimin görüşüne göre 500 ila 700 arasında değişiyor. Bir ayeti neye göre nesh ediyorlar? Bir ayet neye göre mensuh ilan ediliyor. Bu, zanni bir çıkarım değil mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki hafta önceki dersi dinlerde onun zanni çıkarım olmadığını görür. Geleneksel yapıda öyle ama kuranın ortaya koyduğu yapıda hiç kimsenin o nesh edilen ayet hakkında en küçük şüphesi olmaz. Az önce okuduğumuz şey gibi. Enfal 65, 66.ayetlerde olduğu gibi o nesih konusunda hiç kimsenin şüphesi olmaz. Çünkü Allah’ın ayetleri konusunda hüküm verme yetkisi ne bize verilmiştir ne Resulullah’a verilmiştir. Sadece Allah kendi hükmünü verir. Ayette çok açık ve net değise, tamamen objektif değilse mensuh da değildir. Ama baştan da anlattık, iki hafta önce geleneksel yapıyı ortaya koyduk. Allah’ın Bakara 106.ayette belirttiği gibi neshi tarif eden bir tek kişiyi bulamamıştık. Bu adamların mensuh ayet konusundaki sözlerine asla itibar edilmez.
VEDAT YILMAZ: Bakara 106.ayet, Tevrat ve İncil’deki bazı hükümlerin kuran ile nesh edildiğinden bahsetmiyor mu? Bu ayetin kuranın kendi kendisini nesh etmesini nasıl anlıyorsunuz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Asıl Ona sormak lazım bu sözü nasıl söylüyorsun demek lazım. Çünkü ayette “ma mensah min ayetin” diyor ayet. Kitap demiyor. Kuranın içindekiler ayettir, tevratın içindekiler de ayettir, diğerleri de ayettir. Açık açık görmedi mi? Dinleyen kişi görmedi mi Enfal 65 ve 66.ayet arasındaki neshi? Görmüyorsa bizim de göstermemiz mümkün değil zaten.
FATİH ORUM: Bu dersin neticesinde Enfal suresinin 65.ayetinin hükmüne göre bugün müslümanlar herhangi bir kafir toplulukla savaşma durumunda güç durumu 1’e 2’dir. Oran budur dememiz gerekiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama orada da sabredersen kazsnıyorsun.
FATİH ORUM: Peki mesela bir topluluk gelip de biz gerçekten dik dururuz sabrederiz deyip 10 kişi dahi olsa savaşırız dendiğinde bu onların kendi tercihi. Ama bir sorumlulul olmaz 1’e 2’nin üzerinde savaşmama durumunda.
ABDULAZİZ BAYI DIR: Sorumluluk olmaz. Mesela bugün Filistin tamamen tecrit edilmiş vaziyette esir pozisyonundadır. Onların savaşmaları mümkün değil ama tutuyor müslümanlar onları ateşe atıyorlar. Yok efendim intihar eylemi, yok şunu yapacaksın. Değil kardeşim! En az İsrail’in yarısı kadar güçlü olacaksın, hareket kabiliyetin olacak. Sen orada zatdn duvar da çekilmiş esir vaziyettesin. Sen hiç bir şey yapamazsın ki. Oradaki görev diğer müminlerin görevidir. Onlar harekete geçtiği zaman onlar da harekete geçer o başka. Bu ayer napıyor? En az yarısı kadar güçlü olacaksın ki harekete geçme sormluluğun olsun.
VEDAT YILMAZ: “Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler’den kim Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işlerse elbette onlar rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku da yoktur ve üzülmeyeceklerdir şeklindeki Bakara 62.ayetinin Ali İmran 85, “kim islamdan başka din ararsa o takdirde asla kendisinden kabul edilmez” ayetiyle nesh edildiği söyleniyor, doğru mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: BAKARA, 62.. Ayet: “İnnellezıne amenu: müminler”, “vellezıne hadu: yahudiler”, “ven nesara: nasraniler”, “ves sabiıne: sabiiler”. Bunların tamamı: müminlerin elinde kuran var, yahudilerin elinde tevrat var, hıristiyanların elinde tevrat ve incil var, sabiilerin elinde ginza var. Bunların hepsi bu kitaplarına uyduğu vakit uydukları din islamdır, başka bir şey değil. Ama bu insanlar, kendilerine kuran tebliğ edildiği zaman kendi kitapları yeni nebiye inanma mecburiyetini onlara gösterdiği için bu defa kendi kitaplarına inanmamış olacaklardır. O zaman kafir olurlar. Çünkü ne diyor; “fe lemma caekum ma arafu teferu bih” değil mi? Bildikleri geldiği zaman ona karşı çıkar. Önce karşılarına çıkaracaksınız, kuranı tebliğ edeceksiniz, bakacaklar li bizim beklediğimiz kitap ve nebi gelmiş, o zaman kendi kitaplarına göre inanma görevi ortaya çıkacak, ondan sonra inanmazlarsa kafir olacaklar. O ayet mensuh falan değil. Bugün de dünyanın bir çok yerlerinde kendilerine kuran tebliğ edilmemiş bu topluluklar kendi kitaplarına uyarlarsa mümin olurlar. O da Âli İmran suresinin son sayfasını açın bakalım. ALİ İMRAN, 199.. Ayet: “Ve inne min ehlil kitabi: şurası bir gerçek ki ehli kitab içerisinde” “le mey yü’minü billahi: Allah’a tam güvenen vardır”, “ve ma ünzile ileyküm: size indirilmiş olana”, “ve ma ünzile ileyhim: kendilerine indirilene”, “haşiıyne lillahi: Allah’tan gereği gibi korkarlar”, “la yeşterune bi ayatillahi semenen kalıla: Allah’ın ayetleri karşısında herhangi bir bedel almazlar”, yani hiç bir şeyi Allah’ın ayetlerine değişmezler. “ülaike lehüm ecruhüm ınde rabbihim: onların ücretleri rableri katındadır”. “innellahe serıul hısab: Allah hesabı çabuk görendir”. Demek ki bizim kitabımızla yüzyüze geldikleri zaman inanmak zorundalar. Kendilerine indirilene inanacaklar. Biz de mecburuz onlara inene inanmaya. Peki bu tebliğ edilmemişse? O da MAİDE, 83.. Ayet: “Ve iza semiu ma ünzile iler rasuli: ehli kitaptan dik duruşlu olanlar, bu resule indirileni duydukları zaman”. Duymadan yapacakları bir şey yok. Bakın görüyormusunuz kuran mealini okuyan bile kuran tebliği alamıyor. Bir sürü yalan yanlış şeyler var. Bizde şimdi okullarda kuranla mı din öğretiliyor? Medreseler öylemiydi? Koskoca alime bile tebliğ ulaşmamış. Çünkü okuduğu bilginin kuranla ilgisini kuramıyor ki. Ondan sonra başkalarını suçla. Önce sen adam ol da ondan sonra bakalım başkalarına. MAİDE, 83.. Ayet: “Ve iza semiu ma ünzile iler rasuli: bu resule indirileni işittikleri zaman”, “tera a’yünehüm tefıdu mined dem’ı: bakarsın ki gözlerinden yaşlar akıyor”. Niye? “mimma arafu minel hakk: o gerçeği anladıkları için” . Çünkü kendi bekledikleri kitap gelmiş. “yekulune rabbena amenna: ya rabbi inandık”, “fektübna meaş şahidıntera: bizi de şahitlerden yaz”, biz de eşhedu diyoruz. Demek ki o nebi gelmiş. Eşhedu enne muhammeden abduhu veresuluhu diyoruz. MAİDE, 84.. Ayet: “Ve ma lena la nü’minü billahi: niye inanmayalım ki Allah’a”. “ve ma caena minel hakkı: bize gelen gerçeğe niye inanmayalım”, “ve natmeu ey yüdhılena rabbüna meal kavmis salihıyn: bir de istiyoruz ki bizi salihlerle beraber cennete soksun”. MAİDE, 85.. Ayet: “Fe esabehümüllahü bima kalu: bu sözleri sebebiyle Allah onlara hakettikleri karşılıkları verecek sevap olarak”, “cennatin tecrı min tahtihel enharu: içinden ırmaklar akan bahçeler verecektir”, “halidıne fıha: ölümsüz olarak kalacaklar”, “ve zalike ceazül muhsinın” ve devam ediyor. Mensuh değil o ayet.
Konu zor bir konu olduğu için ama kuranla gittiğiniz zaman ne kadar kolay çözüldüğünü de görüyorsunuz. Asırlarca çözemedikleri problemler iki dakikada çözülüyor.