ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün de Müslümanların diğer inanç sahipleri ile ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışacağız. Konu önce kurana göre ortaya konacak, sonra Şii ve Sünni mezheplerde nasıl bir hal aldığı gösterilmeye çalışılacak. Arkasından da ilgili ayetlerin, iyi ilişki emreden ayetlerin daha sonra nasıl yürürlükten kaldırıldığına dair yapılan çalışmalardan bahsedilecek ve böylece dersimiz bitecek. Biliyorsunuz batılıların fıtratlarına yönelmesinden sonra İslam Alemi ciddi manada sıkıntıya düştü. Medeniyetteki gelişmeler: bir takım teknoloji, ulaşım, haberleşme: bunlar da Müslümanlarda ciddi anlamda bir sorgulama ihtiyacını ortaya çıkardı. Fakat bu arada gayrımüslimler batıda, Amerika’da, diğer ülkelerde İslam araştırmaları merkezleri oluşturarak Müslümanların durumlarını iyice öğrenme fırsatı buldular. Şimdi onu değişik şekillerde pazarlıyorlar. Müslümanlar bugün fıtratlarıyla geleneksel din arasında kalmış vaziyetteler. Biz de bu derslerde, kuranda olan durumu-herkesin elinde Allah’ın kitabı var-gelenekte oluşan durumu ve olması gereken zaten kuranda olan ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Arzu eden uyar arzu etmeyen uymaz. Bir kere şunu hepimiz biliyoruz ki doğruların peşinde koşanlar son derece az. Mesela herkes yanlış yapılmasından rahatsız olur. Ama bu yanlış kendine karşı yapılıyorsa. Bana yanlış yapma der, kendisinin istediği kadar yanlış yapma hakkı vardır. Ben yaparım ama sen yapma. Genel yapı budur.
Şimdi genel bir giriş yapalım. Ali İmran suresi 186.ayette C. Hakk diğer tüm din mensuplarıyla ilişkilerimizi anlatıyor. Diyor ki; ALİ İMRAN, 186.. Ayet: “Le tüblevünne fı emvaliküm ve enfüsiküm: mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz”. Zengin olursunuz, zenginlik ciddi anlamda imtihandır. Çünkü zengin olduğunuz zaman önünüze her türlü günahı işleme fırsatı doğar. Bu imtihanı kazanmak kolay değildir. Makam sahibi olursunuz yetki sahibi olursunuz, kolay bir şey değil bu. Çok zor bir imtihandır. Fakirlik biraz daha kolaydır ona göre. Fakirleştiğiniz zaman C. Hakka biraz daha yaklaşmaya başlarsınız da zenginleştiğiniz zaman zaten “ben buna layık olmasaydım Allah bana vermezdi” deyip kendiniz tanrılaşmaya başlarsınız. “ve le tesmeunne minellezıne utül kitabe min kabliküm ve minellezıne eşraku ezen kesira: bir de şunu kesinlikle işiteceksiniz kendilerine kitap verilenlerden”. İşte bugün yahudiler var hıristiyanlar var zerdüşler var sabiiler var budistler var brahmanistler var: bütün bunların hepsinin elinde ilahi olduğuna inandıkları kitaplar var. Ki birçoğu doğru. Diyor ki Allah; “onlardan kesinlikle işiteceksiniz” yani sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan işiteceksiniz, “ve innellezine eşreku: ve şirke girmiş olanlardan işiteceksiniz”, “ezen kesira: çok eziyet”. Canınızı sıkacaklar. Artık dayanamıyorum diyeceğiniz noktalara kadar sizi zorlayacaklar. Çok işiteceksiniz. Resulullah’ın iç politikası diye bir ders yapmıştık biliyorsunuz. Kuranın bize kafir olduğunu çok açık bildirdiği münafıkların başı Abdullah Bin Ubey Bin Selul ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi veriyor. Savaş sırasında Resulullah’a hakaret ediyor. “Eğer Medine’ye dönersek izzetli ve şerefli olan zelil ve hakir olanı kesin çıkaracaktır” diyor. Yolda Resulullah’ın eşine Aişe validemize iftirada bulunanların başını çekiyor falan. Dayanılacak gibi değil. “Canıma tak etti”,“artık dayanamıyorum”, “bu kadar da olmaz” diyecek noktalara kadar geliyor. Peki ne yapacağız bütün bunların karşısında? Yani bunlardan duyacağız bu tür şeyleri. Önceden kabul etmek lazım. Ne diyor Allah? “ve in tasbiru ve tetteku” kendi tedbirlerinizi alın yani kendinizi korumaya alın. Gevşetmeyin ama sabırlı olursanız. Ne demek sabır? Her şeye rağmen siz yolunuza devam edin. Onları fazlaca önemsemeyin. Onları fazlaca takmayın. Mesela Resulullah, sanki A. Ubey Bin Selul bu sözlerin hiç birisini söylememiş gibi ona karşı muamele etmiştir. İşte tam bize örnek davranışıyla. “fe inne zalike min azmil ümur: işte bu kararlılıkla yerine getirilecek işlerdendir”. Yeteri kadar kararlı olmazsanız, dikkatli olmazsanız başaramazsınız. Biliyorsunuz Resulullah’ın Medine’de çok kısa bir sürede inanılmaz bir başarı göstermesi, hem dini yayması, hem orada hakimiyeti sağlamış olması, hem Mekke’ye hakim olması, hem o zamanın en büyük devletlerinden biri olan Roma İmparatorluğu’na karşı ciddi bir üztünlük sağlaması, Sasaniler’in sınırlarını zorlaması, bulunduğu yerde hakimiyet tam kurması hep bu insani şeylerle yani din fıtrattıt diyor ya Allah, fıtrata uygun davranışlarıyla oldu. Burada mesela çok büyük eziyetler oluyor. Mesela bunlar ehli kitaptan olan kişiler. Diyor ki Allah ANKEBUT, 46.. Ayet: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsenü: ehli kitap ile en güzel yöntemlerle mücadele et”. Yani onlar ne derse desin. Çok eziyetler ediyorlar, sabırlı olacaksınız. Ne derse desinler siz hep doğru yapmaya çalışacaksınız. Karşı taraf yani size karşı hücum eden kişi kendisinin yanlış yaptığını gayet iyi bilir. Bir hikaye anlatmışlardı çocukluğumda çok hoşuma gitmişti. İspir’den Çoruh Irmağı’nın bir kolu geçer. O ırmağın iki kenarında birer köy varmış. Gider ırmağın kenarında çamaşır yıkıyorlarmış. Taze bir gelin kayınvalidesine diyor ki; “oraya gidiyorum, karşı köyden bir kadın bana söylemediğini bırakmıyor”. “Sen ne yapıyorsun?” ”Ben de ağzının payını veriyorum”. Kayınvalidesi diyor ki; “kızım o ne derse desin hiç sesini çıkarma. Sen işine devam et”. Peki diyor. İkinci gün öyle yapıyor. Karşı taraftaki bağırıyor falan. İkinci gün daha fazla bağırıyor. Üçüncü gün “kız bir şey söyle çatlayacağım”. Çünkü yaptığının yanlış olduğunu çok iyi biliyor. Dolayısıyla işte Resulullah ne yaptı? A. B. Ubey Bin Selul’un yanlışına karşı doğru davrandı, kısa sürede onun etrafındaki insanların tamamı yada tamamına yakını Müslüman oldular. Burada da diyor Allah ANKEBUT, 46.. Ayet: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsenü: kendine kitap verilenlerle en güzel yöntemlerle ancak mücadele” edin diyor. “illellezıne zalemu minhüm: ama yanlış yapanlar başka”. Yanlış yapan kimdir onu söylüyor Allah BAKARA, 190.. Ayet: “Ve katilu fı sebılillahillizıne yükatiluneküm: Allah’ın yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. Savaşmaya gelmiş, orada yapılacak en güzel karşılık savaşmaktır. Başka yapılacak bir şey yok. Savaş en büyük fitnedir. Onu engellemek gerekir. Ondan sonra da diyor ki; “ve la ta’tedu: ama sınırı aşmayın”. Savaşta da aşırılık yok. Daha önceki derslerde okumuştuk: esir alıyorsunuz ama ondan sonra esiri serbest bırakıyorsunuz karşılıklı ya da karşılıksız. Karşı taraf diyecek ki; “ya bunlar ne güzel”. Sürekli o insanların zihinlerindeki hayal ettikleri insan tipini gösteriyorsunuz. Dolayısıyla burada mesela yine 41.surede var. Diyor ki burada Allah; FUSSİLET, 34.. Ayet: “Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh: kötülükle iyilik bir olmaz”, “idfa’ billetı hiye ahsenü: sana yapılan kötülüğü en güzeliyle karşıla”, “fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım: o zaman seninle aranda düşmanlık olanda bakarsın sanki sıcacık dost olmuş” onu dost edinmişsin. Onu dost olarak kazanırsın. Düşmanı dosta çevirrsin. Ne ile? İyi söz yılanı deliğinden çıkarır derler değil mi? Kötülüğe kötülük her kişinin karı, kötülüğe iyilik er kişinin karı. Şimdi buradan kuranda diğer din mensuplarıyla ilşkinin nasıl olduğunu önce Yahya’dan dinleyeceğiz.
YAHYA ŞENOL: Gayrımüslimler ile ilişkiler bağlamında bizim tefsir ve fıkıh kitaplarında genelde bu ayetler pek işlenmez. Esas üzerinde durulan ayet kuranın 9.suresi Tevbe suresinin 5.ayeti oluyor. Bizim derslerimizde çok sık bir şekilde işleniyor o ayet. Berae suresi diye de geçer tefsirlerde. Bunun 1.ayetini aşağıya doğru okuduğumuzda Müslümanlarla gayrımüslümlerin yani o gün Müslüman olmayan unsurların-artık kimler olduğu önemli değil-bir anlaşma yapmış oldukları zamanında ve birilerinin bu anlaşmayı bozdukları anlatıyor. Bu anlaşmaya bozanlara karşı ne yapılması gerektiği bu ayetlerde belirtiliyor. TEVBE, 1.. Ayet: “Beraetüm minallahi ve rasulihı ilellezıne ahettüm minel müşrikın”. Hicretin 9.yılında nazil olmuş bir sure. Yani 8.yılda Mekke fethedilmiş, aradan bir yıl geçmiş. Müslümanlar, 3.ayetten de anlaşılacağı gibi hacdalar o zaman. Hac mevsiminde bu ayet geliyor. Buyuruyor ki şimdi anlatılacak olanlar, müşriklerden kendileriyle anlaşma yaptığınız kişilere Allah ve Resulü’nden bir ultimatom. Nedir bu? TEVBE, 2.. Ayet: “Fe siyhu fil erdı erbeate eşhürin: bu topraklarda 4 ay dahadolaşın”, “va’lemu enneküm ğayru ma’cizillahi: ve bilin ki siz hiç bir zaman Allah’ı aciz bırakamayacaksınız”, “ve ennellahe muhzil kafirın: fakat Allah kafirleri rezil rüsva edecektir”. TEVBE, 3.. Ayet: “Ve ezanüm minallahi ve rasulihı: bu bir çağrıdır Allah ve Resulü’nden”. Kime? “ilen nasi: şu insanlara ki” “yevmel haccil ekberi: o haccı ekber”. Onu nasıl şey yapalım?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hac günü. Umre yaptığınız zaman küçük hac olur, hac yaptığınız zaman da büyük hac olur.
YAHYA ŞENOL: “Bu hac gününde insanlara bir duyurudur bu”. Hangi konuda: “ennallahe berıüm minel müşrikıne ve rasulüh: Allah ve elçisi, müşriklerden artık beridir”, “fe in tübtüm: eğer tevbe ederseniz” yani yaptığınızdan vazgeçerseniz “fe hüve hayrul leküm: bu sizin için iyi olur” diyor müşriklere Allah. “ve in tevelleytüm: ama gerisin geriye dönerseniz” “fa’lemu enneküm ğayru mu’cizillah: şunu bilin ki asla Allah’ı aciz bırakamayacaksınız” “ve beşşirillezıne keferu bi azabin elım: kafirlere can yakıcı bir azabı müjdele”. Ve burada bir istisna geliyor: TEVBE, 4.. Ayet: “İllellezıne ahettüm minle müşrikıne: fakat kendileri ile anlaşma yaptığınız” “sümme lem yenkusuküm: ama sonra size karşı bu anlaşmalarında herhangi bir eksiklik, yanlışlık yapmayan müşrikler bundan müstesnadır”. Demek ki yukarıda anlatılanların hepsi antlaşma yapıp anlaşmalarını bozanlarla alakalıdır. “ve lem yüzahiru aleyküm ehaden: ve sizin aleyhinize birilerine destek de vermemiş olan kişiler bundan müstesnadır”. Ne yapalım bunlara karşı? “fe etimmu ileyhim ahdehüm ila müddetihim: onlarla daha önce yaptığınız antlaşmanın gereği olarak onların sürelerini tamamlayın”. Yani 3 yıllık anlaşma ise 3 yıl, 5 yıl, 9 yıl ne ise.. Ne kadar antlaşma yaptıysanız onlar bir yamuk yapmadığı sürece antlaşmalarınızı sonuna kadar tamamlayın, siz de sözünüze sadık olun. “innellahe yühıbbül müttekıyn: Allah, kendisini koruyan kullarını sever”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu antlaşma hangi antlaşma isterseniz kurandan belirleyelim. Resulullah Hudeybiye’ye geldi. Orada Mekkeliler ile bir antlaşma yaptı. Hac yapmadan geri döndü. Bunun sebebini de Allah Fetih suresinin 25.ayetinde bildiriyor. “Orada içerise sizin mümin olduğunu bilmediğiniz ezme ihtimali olmasaydı. Resulullah orada Mekkeliler ile 10 yıllığına bir antlaşma yapıyor. O antlaşmadan sonra Mekkeliler’den bir gurup geliyor, Müslümanlardan taraf olan bir başka guruptan bir kaç kişiyi öldürüyor. Antlaşma bozuluyor. Antlaşmanın bozulması üzerine Resululah Mekke’yi fethediyor. Fakat hala antlaşmayı bozmamış olan kişiler var. Bunu da nereden anlıyoruz? 7.ayete bakarsanız diyor ki Allah TEVBE, 4.. Ayet: “İllellezıne ahettüm minle müşrikıne sümme lem yenkusuküm” az önce Yahya okudu. Antlaşma yapmışsınız ama antlaşmayı bozmanış. Bozmamış olanlara bir şey yok. Burada anlatılanlar antlaşmayı bozanlar. Çünkü orada değişik guruplar var, o guruplar içerisinde bozan ile bozmayan birbirinden ayırt ediliyor. Kimse kimsenin narına yanmıyor. On6n içn burada diyor ki; TEVBE, 7.. Ayet: “Keyfe yekunü lil müşrikıne ahdün ındellahi ve ınde rasulihı illellezıne ahettüm ındel mescidil haram: Allah ve Resulü katında Allah onlara nasıl söz vermiş olabilir? Ama mescidi haramın yanında onlarla antlaşma yaptıklarınız başka” diyor. Onlar size düzgün davrandıkça siz de onlara karşı düzgün davranın. Yani onlar dürüst oldukça siz de dürüst olun diyor. Sonra 28.ayette diyor ki; TEVBE, 28.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu innemel müşrikun necesun: müminler, bu müşrikler var ya pisliktir”. Hangi müşrikler? Bütün mürikler değil. Antlaşmayı bozanlar. “fe la yakrabül mescidel haram ba’de amihim haza: bu yıllarından sonra mescidi harama yaklaşmasınlar”. Az önce bu topraklar denen yerin neresi olduğunu da ifade ediyor. Mescidi haram yani kabenin harem dairesi içerisine bu yıldan sonra yaklaşmasınlar. O yıl zaten oradalar onlar. Hacca gelmişler. 4 ay onlara ek süre verilmiş, ondan sonra artık yaklaşmasınlar diyor. O yıl da Muharrem biliyorsunuz hicri ilk ayıdır hicri senenin. Berae gününün okunuşu Zilhicce’nin 10.gününde oluyor. 4 ay daha dolaşsınlar dediği için oraya 4 ay ilave ederseniz Zilhicce’nin 1ü.gününden Muharrem’in 10.gününe kadar bir ay ediyor, o yıl bitmiş oluyor. Ama orada ilave bir kaç ay daha, artık ondan sonra gelemeyecekler “bu yıldan sonra” ifadesi verilen müsade dışında. Ondan sonra Safer’in 10’una kadar 2 ay. Rebiyyulevvel’in 10’una kadar 3 ay. Rebiyyulahir’in 10’una kadar 4 ay. Artık Rebiyyulahir’in 10’una kadar buralarda dolaşabilirler ama bundan sonra nereye yaklaşamazlar? Bu topraklar derken Hicaz bölgesi falan değil. Zaten burada söylüyor çok açık ve net bir şekilde. Mescidi harama yaklaşmasınlar diyor. O antlaşmayı bozmuş olanlar yaklaşmayacaklar. Yaklaşırlarsa öldürülür. Çünkü onlar Müslümanlara karşı verdikleri sözü tutmamışlar ve cezayı hak etmişlerdir. Bir kişi yaptığının dengi bir ceza ile cezalandırılır. Onlar nasıl Müslümanlara karşı bir tavır gösterdilerse kendilerine de o gösterilir. Ama antlaşmayı bozmayanlara bir şey yok.
YAHYA ŞENOL: 4.ayette hem antlaşmayı bozmamış olmamaları hem de “ve lem yüzahiru aleyküm ehaden: bir başkasına da destek vermemiş olmamaları da özellikle vurgulandığına göre demek ki diğerleri hem antlaşmayı bozmuş hem de Müslümanların aleyhine birilerine destek vermiş. Nefi mualifinden bunu anlayabilirmiyiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi elbette.
YAHYA ŞENOL: Anlaşmalarına sadık kalmış ve Müslümanların aleyhine kimseyle bir ittifakta bulunmamış, kimseye destek vermemiş olanlar konusunda bir problem yok. Ama onun dışında kalanlara ne yapılacak: işte Tevbe suresinin 5.ayeti bu hükmü anlatıyor. Buyuruyor ki C. Hakk orada: TEVBE, 5.. Ayet: “Fe izenselehal eşhürul hurumü: bu 4 yasak ay çıkınca”. Şimdi bu “eşhurul hurum: haram aylar” diye genelde tercüme ediliyor. Fakat bizim Müslümanın zihninde önce Tevbe suresinin 36.ayetinde C.Hakkın belirttiği o yıl içindeki 12 aydaki 4 ay yani Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep ayı var: bu gelir ilk planda akıla. O 4 haram ay çıkınca mı bu? Hayır. Burada C.Hakkın 3.ayette “fe siyhu fil ardı erbeate eşhurun: bu topraklarda 4 ay daha dolaşın”. Bu, ekstradan verilmiş 4 aylık süre. Neden haram olarak adlandırılmış? O 4 aylık süre içerisinde anlaşmasını bozmuş olsalar dahi bu müşriklere dokunulmayacak, onlarla savaşılmayacak. O yasaklandığı için 4 yasak ay diye tercüme etmek daha doğru. Mesela buna uygun bir şekilde meal veren tefsirler var. Mesela bunlardan bir tanesi Meanin Kuran diye tefsiri olan Zeccac diye bir dil bilgini var. Hem müfessir hem arap dili konusunda gerçekten kendini çok iyi geliştirmiş birisi. Hicri 311 yılında vefat etmiş. O diyor ki; “buradaki 4 aydan kastedilen, Zilhicce’nin 10’undan sonra kalan 20 gün, Muharrem ayının tamamı, Safer ayının tamamı, Rebiyyulevvel ayının tamamı ve Rebiyyulahir ayından da 10 gün. Yani bu ilanın yapıldığı “yevmel haccil ekber” dediği C.Hakkın Zilhicce’nin 10’undan itibaren başlıyor: 20 gün Zilhicce’den, 30 gün Muharrem’den, 30 gün Safer’den, 30 gün Rebiyyulevvel’den, 10 gün de Rebiyyulahir’den bu 4 ay ekstradan verilmiş. Yoksa,.Muharrem, Zilhicce, bir de Recep. Zaten Muharrem ayı çıkınca haram ay bitiyor. Bir daha Recep ayına kadar bayağa uzun bir süre var. İşte bu onlara ekstradan tanınan 4 dokunulmaz ay çıkınca “faktülül müşrikıne: o müşrikleri öldürün” “hayüs vecedtümuhüm: bılduğunuz yerde” “ve huzuhüm: yakalayın onları” “vahsuruhüm: onları muhasara edin” “vak’udu lehüm külle mersad: her gözetleme yerinde oturun onları bekleyin” yani gözetiminiz altında olsunlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Harem içerisinde kalanları. Dışarıdakileri değil.
YAHYA ŞENOL: Onlar hala orada yaşamaya devam ediyorlar. Çıkıp gidebilirler. İşte bu “faktulul müşrikine” ibaresi-biraz sonra Abdurrahman Hoca olayın değişik yönünü anlatacak-özetini sadece söyleyeyim. Bütün müşrikleri yani her kim müşrik ise onları bulduğunuz yerde öldürün şeklinde anlaşılmış bazı tefsirlerde. Ama ben öyle anlaşılmayanları kısaca aktarmaya çalışayım. Doğru anlayanları yani. Biraz önce örneğini verdim. Zeccac, Meanil Kur’an diye bir tefsiri var ve Arap dili konusunda kendisini çok iyi yetiştirmiş ve üstad olarak bilinen birisi. 311 hicri vefat etmiş. Yani erken dönem tefsirlerinden bir tanesi. Bu ibareyi tefsir ederken, Arapçasını da Hocamız dedi ki; “okuyun derste, Arapça ibarelerle takip edenler vardır bizleri. Sadece tercümeyle okuduğumuzda Türkçe bilenler anlıyor. Bir de Arapça olarak bu işi bilenler de gerçekten okuduğumuzu görsünler diye okuyalım. Diyor ki; TEVBE 5:“..fe izen selehal eşhurul hurumi faktulul muşrikine haysu vecedtumuhum” bu ayeti tefsir ederken “ey yani uktulullezine nekadul ahde: sizinle anlaşma yapıp o anlaşmayı bozan müşrikleri öldürün”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buraya mutlaka vurgu yapalım. Ayetin manası budur. Antlaşmayı bozanlar. Bozmayanlara bir şey yok. Öyle olsa o kadar ayetler olur muydu?
YAHYA ŞENOL: Müşrikleri bulun öldürün diye bir olay yok yani. Bu anlaşmayı bozmuş olan müşrikleri öldürün diye düzgün bir mana vermiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resulullah ile antlaşma yapmış olanlar Onu Mekke’den çıkarmış olan insanlardır. Bakara suresinin 191.ayetinde diyor ki Allah; “..ve ahricuhum min haysu abracuhum: onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de oradan onları çıkarın”. Çünkü nedir? Yaptıklarının dengi bir ceza ile cezalandırılacaklar. E peki Mekke fethedildiği zaman bazıları diyor ki herkes Müslüman oldu. Ne Müslüman olması? Siz Resulullah’ın hiç siz Müslüman olun diye tabi ki isteği, teklifi vardı bir zorlaması olabilir mi? Böyle bir şey mümkün değil. Mesela biz çok iyi biliyoruz ki Saffan Bin Ümeyye amcak Huneyn’den sonra Müslüman olmuştu. Öyle bir şey yok. Hala orada olup eski inancında kalanlar var. Çünkü inanç baskısı yapamazsınız. Allah böyle bir yetkiyi Resulullah’a vermediğini bir çok ayette açıkça bildiriyor. Bu sebeple bu insanlar Müslümanları Mekke’den çıkmak zorunda bırakan kimselerdir. Zaten İsra suresinin 76 ve 77.ayetinde de ISRA, 76.. Ayet: “Ve in kadu leyestefizzuneke minel erdı li yuhricuke minha ve izel la yelbesune hılafeke illa kalıla” yani Mekke’dekiler Mekke’deyken inmişti-bunlar senin buradan çıkman için sana baskı yapıyorlar, burada sana hayatı zehir etmeye çalışıyorlar, sen buradan çıkarsan onlar da fazla kalmazlar burada. Yani onlar da çıkarılma cezasına çarptırılırlar diyor. ISRA, 77.. Ayet: “Sünnete men kad erselna kableke mir rusülina ve la tecidü li sünnetina tahvıla”: daha önce gönderdiğimiz elçilere uyguladığımız kanun budur. Dolayısıyla oradan çıkardıkları için çıkarılma cezasıyla cezalandırılıyorlar. Bu arada araya antlaşma giriyor. Mekkeliler ile birlikte çevre kabilelerde dahil oluyor. O antlaşmayı bozduktan sonra onlara kısa bir süre müsade ediliyor. Ama Yahya’nın söylediği gibi hicri 9.yıldaki ilk hacdan sonra bunlara 4 ay daha müsade edildikten sonra artık yok. Ya Müslüman olur tevbe edersiniz siz bilirsiniz, yoksa bu topraklarda yaşayamazsınız. Yani harem dairesinde yaşayamazsınız. Git Taif’de yaşa, git Cidde’de yaşa, başka yerde yaşa nerede yaşarsan yaşa. Çünkü sen buradan bu Müslümanları çıkardın, bu cezaya çarptırılacaksın. Zeccac bu manayı vermiş, Arapça bakımından başka bir mana mümkün değil.
YAHYA ŞENOL: İkinci olarak yine ayeti düzgün olarak tercüme eden meşhur müfessirlerden Zemahşeri var. Keşşaf diye tefsiri vardır ve gerçekten yazıldığı dönemden sonra bütün ilim dünyasında baş yere konulmuş olan bir tefsir. Kendisi Maturidi veya Eşari olmadığı halde ki Mutezile mezhebine mensuptur. Mutezile olmasına rağmen Osmanlı medreselerinde bile en üst seviyede okutulmuş olan bir kitap. Dili gerçekten çok zor. O yüzden bu kitabı ders olarak okutabilen hocaya hoca gözüyle bakarlarmış o zaman. Böyle bir tefsiri yazan kişi diyor ki; “el eşhurul hurum” bu dört haram ay ile kastedilen nedir? “Elleti ubiha fiha linna kisila en yesihu: bu, anlaşma yapıp anlaşmalarını bozanlara 4 ay daha dolaşabileceklerini mubah kılan aylardır bunlar”. Yani bildiğimiz o meşhur 4 haram ay değil. “Faktulul müşrikin: o müşrikleri öldürün” “yani ellezine nekazukum ve zaheru aleykum” yani sizinle yaptıkları anlaşmaları bozan ve sizin aleyhinize birilerine destek veren müşrikleri öldürün. Bulduğunuz her müşriki falan değil. Gördüğünüz gibi bunda da tam, güzel ve doğru bir mana var. Keşşaf’ın ölüm tarihi de hicri 538 yılında vefat etmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani 311, 538 ne kadar zaman geçiyor, anlayışta bir değişiklik yok.
YAHYA ŞENOL: Keşşaf tefsirini neredeyse birebir izleyen Nesefi tefsiri var. Ben buraya almadım çünkü motamot aynısı. Aynı ifadeleri söylemiş. Nesefi de aynen Keşşaf gibi sizinle anlaşma yapıp anlaşmasını bozan ve aleyhinize birilerine destek veren müşrikleri öldürün ibaresini naklediyor. Nesefi de hicri 710 yılıkda miladi 1310 yılında vefat etmiş biri.
Bir tefsir daha var yine bu şekilde doğru mana veren. O da kendisi Şafi olan, bir kaç haftadır da benim burada Şafi mezhebinin görüşlerini aktardığım bir tefsir. Sıracil Munir diye Hatib Eş Şırbini’nin tefsiri. Niye bunları özellikle vurguluyorum? Kendileri Şafi ama Şafi mezhebinin görüşü bu değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nesefi de Hanefi ama Hanefi mezhebinin görüşü öyle değil.
YAHYA ŞENOL: Zemahşeri itikaden Mutezile ama fıkıh olarak Hanefi. Hanefiler’in çok üst planda tututkları birisi. Hatib Eş Şırbıni de Şafi. Tevbe suresinin 5.ayetini tefsir ederken aynen şu ifadeleri kullanıyor; “faktulul müşrikine: o müşrikleri öldürün”, kim onlar? “ennakısinellezinedadtum lehum hazel ecele ihsanen ve keremen” yani sizinle anlaşma yapıp anlaşmayı bozan ve sizin ekstradan 4 ay daha süre verdiğiniz o müşrikler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunu haketmiş değiller ama Allah vermiş.
YAHYA ŞENOL: Bu da her bulduğunuzu öldürün anlamında olmadığını göstermesi bakımından güzel bir şey.
Bir de yakın zamandan ben bir tane buldum. O da Türkiye’de oldukça meşhur bir tefsir. Muhammed İzzet Derveze var. Onun tefsirinden. Hatib Eş Şırbıni 977’de yani miladi 1570 yılında ölmüş. Muhammed İzzet Derveze, Et Tefsirul Hadis orjinali tefsirin ve türkçe Nuzul sırasına göre kuran tefsiri olarak 7.cilt çevrilmiş. Bu da çok yakın zamanda 1984 yılında vefat etmiş biri. Yaşayanlar ne demiş ona bakmadık çünkü bizde ölüm insanı meşur ediyor ya, yaşayanların sözüne pek bakılmıyor o yüzde vefat etmiş biri 1984 yılında. Bu da o kadar güzel Tevbe 5.ayeti açıklarken güzel şeyler söylemiş. Dedik bunları aktarmasak olmaz. Şöyle diyor müfessirlerin görüşlerine temas ettikten sonra; “bütün bunlardan sonra sözünden ve anlamından da anlaşıldığı gibi ayet, kendileriyle anlaşma yapılan ve anlaşmalarını çiğneyen müşriklerle savaş hakkındadır. Bu ayetin kılıç ayeti sayılarak mutlak olarak tüm müşrikleri kapsadığını söylemek ayeti ruhunun ve bağlamının kabul etmediği bir anlama taşımaktır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Arapça bakımından da mümkün değil. Diğer ayetlerle de hiç bir şekilde öyle anlam verilemez.
YAHYA ŞENOL: Bu ayetin Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde belirtilen dinde zorlamanın olmadığı; Allah yoluna hikmet ve güzel öğütle davet edilmesi, en güzel bir şekilde mücadele edilmesi, Müslümanlarla savaşmayan ve onları yurtlarından sürüp çıkarmayan kimselere iyilik yapmaya ve meşru davranmaya teşvik edilmesi gibi genel ve kesin prensipleri içeren ilkeleri nesh ettiğini söylemek de yanlış olur. Çünkü diyor “mescidi haramda anlaşma yaptıkları müşrikler dosdoğru olduğu sürece onlarla yaptıkları anlaşmada Müslümanların dosdoğru olmalarını ayet emrediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün müşrikler Mekke’den çıkacak değil. Antlaşma yapanlar 7 sene mi artık ne kadarsa devam edebilirler anlaşmayı bozmamış olanlar.
YAHYA ŞENOL: Bir de bir soruya yer veriyor Derveze. Diyor ki hani 4.ayette anlaşmalarını bozmayanları siz de son sürelerine kadar tamamlayın. Peki tamamladınız, ne olacak? Onları öldürün diyenler de var diyor ve eleştiriyor. Diyor ki; “ne bu mahiyette ne de diğerlerinde yani kuranın hiç bir ayetinde gerek bunlar gerekse anlaşma yapıp bu anlaşmayı çiğneme veya delme niyeti taşımayanlarla anlaşmayı yenilemeye veya süresini uzatmaya engel teşkil edebilecek bir husus bulunmamaktadır”. Anlaşmanın son süresi bittiyse oturup yeniden anlaşma yaparsın. Bitti diye tutup öldürmek gerekmiyor adamı. Müşrikler gelip anlaşmayı uzatalım dediklerinde Müslümanların bunu reddetme hakları da yoktur. Çünkü onlar yalnızca kendileri ile savaşan veya herhangi bir şekilde kendilerine saldıran kimselerle savaşmakla emrolunmuştur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mümtahine suresinde değil mi?
YAHYA ŞENOL: Bakara 191.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi. Savaşmayanla savaşma diye bir olay yok. Biraz sonra göreceksiniz işte kılıç peygamberi haline getirmişler Resulullah’ı.
YAHYA ŞENOL: Aynen böyle söylüyor. Diyor ki Müslüman kendisine saldırmayanla, savaşmayanla savaşamaz. Dolayısıyla kim barış teklif ediyorsa/anlaşma, onunla anlaşmayı reddetme hakkına da sahip değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu defa çok iyi oldu artık diyemezler ki sadece siz mi gördünüz. Ben şundan eminim ki burada anlattıklarımızı mesela bu kitaplarda bunun olduğunu ben daha önce bilmiyordum. Fakat siz arap dili açısından hata etmeyeyim doğru anlam vereyim derseniz başka mana zaten veremezsiniz. Kuranın anlamını başka tarafa çekme, birilerini memnun etme, dini birilerine uydurma arzunuz yoksa başka bir anlam veremezsiniz. Eminim ki bize gelen fıkıh kitapları olsun, başka kitaplar oksun o kitapların belki eski nüshaları karıştırılacak olsa onlarda da meseleleri doğru anlatanlar mutlaka vardır. Keşşaf bu meseleyi bu şekilde açık ve net bir şekilde anlatacak, Nesefi net bir şekilde anlatacak ama Hanefi mezhebi farklı görüşte olacak: bu mümkün değil. Şafi’den Şırbıni meseleyi net anlatacak da Şafi mezhebi farklı olacak mümkün değil. Biraz sonra göreceksiniz Şii-Sünni bütün mezhepler bu ayetin bu anlamının tam zıddına bir konuda ittifak etmiştir. Tevbe 5.ayete kılıç ayeti derler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yahya Hoca biraz önce bu ayetle ilgili bazı eskiden ve günümüzden doğru anlayanları belirtti. Herkes bu şekilde anlamıyor ayeti. Özellikle nasuh ve mensuh eserlere bakıldığı zaman bu ayetin yüzlerce ayeti nesh ettiği görülür.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 500 tane ayeti nesh ettiğini söyleyen bile var.
ABDURRAHMAN YAZICI: Tevbe 5.ayetle ilgili bazı eserlere baktım, bazı müfessirlerin görüşlerine. Başta Hocamızın söylediği tüm ayetler olmak üzere onlara karşı iyilikle mücadele et, aşırı gitmeyin, sabırlı olun gibi ayetler olmak üzere yaklaşık tüm birlikte yaşama ile ilgili, onlarla iyilikle mücadele etmekle ilgili, onlar barış isteyince siz de barışın aşırıya gitmeyin gibi anlama gelen ne kadar ayet varsa..
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Sizinle savaşanlarla savaşın”
ABDURRAHMAN YAZICI: Hatta bu nesh etme Tevbe 1’den başlıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Önce kendi kendini nesh ediyor. Harakiri mi yapıyor?
ABDURRAHMAN YAZICI: Orada “fe izenselehal eşhurul hurumi” ifadesi nesh ediliyor. Sonra “illellezine ahettum mescidil harami”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangi ayet nesh ediyor 5.ayet mi? Mantığa bakın. Birbiriyle peşpeşe gelen ayetlerden biri diğerini hemen nesh ediyor. Hep Cüneyt Arkın filimleri aklıma geliyor. Öndekine bir kafa,arkadakine bir tekme iki tane de yumruk, etrafında kimse kalmıyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yani oradaki şart, bu ayetin bağlamından koparılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dini kendilerine uydurmaları gerekiyor. Zenginleşiyorsunuz canınız kadın istiyor, o zaman yok mut’adır yok cariyedir, şudur, budur. Dini keyiflerine uydurmuşlar. Göreceksiniz biraz sonra.
ABDURRAHMAN YAZICI: 150 tane ayeti saymamız mümkün değil ama konuları itibarıyla hangi konulardaki ayetleri nesh etmiş diye bakarsak birincisi ehlikitap ile ilgili veya gayrı müslimlerle ilgili genel ayetler. Onlarla ilgili nerede ifadeler varsa “ve kulu nasi husna” gibi mesela.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanlara iyi söyle. O da yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Toplumsal barışla ilgili, birlikte yaşama ile ilgili ne kadar ayet varsa. Mesela örnek olarak Maide suresinin 2.ayetindeki bir bölüm “aâmmînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim: rablerinin ikramı ve rızası için kabeye gelenlere insanlara saygısızlık etmeyin” ifadesi mesela. “Fe mestekamu lekum festekımu lehum”(TEVBE 7).
ABDULAZİZ BAYINDIR: Size karşı dürüst davrandıkça dürüst davranın” yok. Sizin dışınızdaki hiç kimse adam yerine konmaz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir de ibareler mesela. “Onlar barışs yanaşırsa siz de yanaşın” gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara karşı yeni bir sayfa açın affedin Allah’ın emri gelinceye kadar”. Yok
ABDURRAHMAN YAZICI: Bakara suresindeki “..fe inintehev fe la udvane illa alez zalimın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Savaştan vazgeçerlerse yanlış yapanlardan başkasına düşmanlık yok”. Yok hayır. Bunu söyleyenlere C. Hakkın Müslüman diyeceğine inanmıyorum da dini keyiflerine uydurmuşlar, İslam artık bir kulübün mensubiyeti haline getirmişler. Bizden olmayanların her şeyi helal. Öyle olunca da artık C. Hakkın diğer insanlarla ilgili koyduğu diyaloglarla ilgili koydukları bütün kuralları bir tek ayeti bağlamından kopararak bitirmişler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Haram aylardaki savaşla ilgili Bakara 217. “Yes’eluneke aniş şehril harami kıtalin fıh kul kıtalün fıhi kebır”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Haram ay mantığı da tamamen ortadan kalkmıştır. Mustafa Arslan az önce diyor ki; “ya dünya barış gününden bahsediyorlar. Halbuki kuran 4 barış ayından bahsediyor. Kurana koymuş”. Haram ay kavramını da ortadan kaldırmışlar ki benim araştırmalarıma göre bu, sahabeden hemen sonra oluyor. Şimdi Zilkade ayındayız. Zilhicce gelecek, bunlar haram aylardır. Bizim Müslümanlar olarak buna sahip çıkmamız gerekir. Adem(as)’dan bugüne böyle olduğu için bütün din mensupları üzerinde araştırma yapacak olsak hepsinde çıkacak bu. Ama onu da kaldırmışlar. Ne ile? Hep bu ayetle.
ABDURRAHMAN YAZICI: Esirlerle ilgili ayetler de bununla nesh ediliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakma.
ABDURRAHMAN YAZICI: Mesela İnsan suresi 8.ayetindeki “Ve yut’ımunetta’ame ‘ala hubbihi miskiynen ve yetiymen ve esiyren” ifadesindeki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kaç kere okumuştuk ama bir daha okusun esirlerle ilgili “imma mennem badu ve imma fidaen” ayeti var ya. Tam yeri gelmişken. Muhammed suresi 4.ayeti iki tane seçenek verdi C.Hakk. Karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakacaksınız. Ömer Nasuhi Bilmen ki sürekli söylüyoruz; geçmişi çok güzel nakleder. Kendine ait herhangi bir iddiası söz konusu değil. Bakın orada hemen görün Abdurahman Hoca’nın söylediğini.
FATİH ORUM: 3.cild 399.sayfa 491.maddeden başlıyor. “Harb neticesinde kahren elde edilen esirler hakkında veliyyul emr muhayyerdir. Bu hususta Müslümanların menfaatlerine göre hareket ederek dilerse bu esirlerin mukatil olan takımını katledip”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlk seçenek öldürmek. Delil de bu. Başka delil yok.
FATİH ORUM: “Maddeyi fesadı bil kulliye ortadan kaldırır, dilerse bunların şerlerini def için yalnız istirkaklarıyla yani köle ve cariye edinmeleriyle iktifa eder”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Okuduk geçen bir tane delil yok ne kitaptan ne sünnetten. Ayetler ve Resulullah’ın uygulamalaı bir kenara itiliyor, kendi keyiflerine uygun olanı dinin hükümleri haline getiriyorlar.
FATİH ORUM: 501.Madde: “Esirler hakkında men yani bir lütuf olarak meccanen salıvermek caiz mi değil midir meselesinde müçtehitler ihtilaf etmişlerdir. Hanefiyye’ye göre caiz değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah ne diyor? İki seçenekten bir tanesi men yani karşılıksız serbest bırakm. Bune diyor? “Caiz değil”.
FATİH ORUM: “Velev ki İslamiyeti kabul etmiş olsun. Nassa muhalif düşmanın kuvvetini..”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nassa muhalif ne demek? Yani “ayete ya da Resulullah’ın sözüne”. Bu konuda nas hangisidir? Men. Allah’ın emrine aykırıymış. Nasıl oluyor bu? Başka bir kitap mı var sizin elinizde? Bu nasıl oluyor ya. Allah diyecek ki “imma mennem: ya karşılıksız serbest bırakın” diyecek, sen “nassa muhalif”. Hangi kitaba uyuyorsun?
FATİH ORUM: “Esirleri para mukabilinde azad etmek hususunda Hanefi fakihlerin muhtelif kabulleri vardır. Meşhur olan nazara göre bu caiz değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Fidye almak da caiz değilmiş. Bize nasıl öğretmişlerdi? Mezhepler kurana ne yapıyordu? Kesin uyuyordu. Kesin uymuşlar görüyorsunuz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Nesh edilen ayetler gayrımüslimlerle ilişkiler üzerinden genel ilşkiler içeren mesela Mumtahine 8-9.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mumtahine 8-9 bu işin temeli. Diyor ki; “sizi inancınızdan dolayı öldürmeye kalkmayan, sizi ülkenizden sürgün etmeyen, sürgün e5meye destek vermeyenlere iyi davranın” diye emir veriyor Allah. Onlarla dostluğu yürütün, iyi ilişkiler içinde olun.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu esirlerle ilgili şunu da söyleyelim. İNSAN, 8.. Ayet: Ve yut’ımunetta’ame ‘ala hubbihi miskiynen ve yetiymen ve esiyren” o “esir” ibaresi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendi ihtiyacına rağmen çaresize, yetime ve esire yedirirler. Yok yedirmeyecek. O da nesh edilmiş o da kalkmış.
ABDURRAHMAN YAZICI: “La ikrahe fiddin: dinde zorlama yoktur” gibi tebliğ ile ilgili genel ifadeleri.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ya Müslüman olursun ya da öldürürüm”: zaten zorlama yok ki!
ABDURRAHMAN YAZICI: Ne kadar böyle iyi geçinmek, iyi mücadele etmek, tebliği güzel yapmakla ilgili ne kadar ayet varsa. Peygamberimiz ile ilgili mesela. Eski peygamberlerin mücadeleleriyle ilgili de var. Peygamberimiz ile ilgili mesela ARAF 199: “…ve a’rıd anil câhilîn
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cahillerle ilgilenme.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ne kadar “a’rıd” geçiyorsa nesh edilmiştir. “onlardan yüz çevir”,”onlar ne derse desin şey yapma” gibi onların hepsi de nesh edilmiş. O kadar çok ki isteyen olursa bunları verebilirim. Yüzlerce ayet kılıç ayetiyle.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kılıç ayeti diyorlar. Nerede böyle iyi ilişkiler emreden bir ayet varsa “nusihat bi ayetin seyf”: kılıç ayetiyle nesh edilmiştir. Kellesi uçurulmuştur ayetlerin.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hatta Türkçe meallerde Ahmet Davutoğlu’nun mealine bakabilirler. Orada da bir çoğu var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ahmet Davutoğlu derken şu andaki başbakan değil. Vefat etmiş olan bir Ahmet Davutoğlu Hoca vardı. Yugoslav göçmeniydi. Bulgaristan göçmeniymiş.
YAHYA ŞENOL: Biraz önce ben Hatib Şırbıni’ye şey yaparken dedim ya Şafi mezhebinden diye. Orada bu Abdurahman Hoca’nın söylediği Tevbe 5.ayet gayrı müslimlerle ilişkileri düzenleyen ayetler olan Mumtahine 8-9’u, özellikle 8.ayeti nesh etmiştir dedi ya. Burada bu adam da müfessir. Vefat tarihi 977. O zaman diyor ki..
ABDULAZİZ BAYINDIR: 977 hicri. Ona 700 daha katın.
YAHYA ŞENOL: 1570 miladi olarak. “Ve kale kitabu ehli ayeti inna muhkemetun” müfessirlerin çoğu ayetin muhkem olduğunu söylüyor diyor. Çoğu böyle söylediği halde bir kaç kişinin dediği hakim oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Niçin hakim oluyor biliyor musunuz? Çünkü arkalarında devlet var. İnsanlar hakim konuma gelince tanrılaşıyorlar. Padişahlara bakın nasıl tanıtırlar? “Zullallahi fil ard: Yeryüzünda Allah’ın gölgesi”. Allah’ın gölgesi olur mu? Ne demek Allah’ın gölgesi? Evet uygulama öyle. Kendilerine tanrılık yetkisi verilmiştir. Niye? Bu fıkıhçılar vermiş. Anlaşıyorlar, ne olacak. Size sürekli söylüyorum: 1977’den 2005 yılına kadar bu memlekette ekonomi ile ilgili herhangi bir konu olacak da ben en başta olmayacağım! Ama nasıl ki faize fetva verdiler, bu defa biz devre dışı kaldık. Faiz ile ilgili o kadar ayet var, “ya şimdi zamanı mı?”,”yeri mi? Arkasına siyasi iradeyi alanlar kuran ne demiş, Resulullah ne yapmış hiç mühim değil. Ama dini hiç bir zaman terk etmiyorlar. Çünkü o dinin bir getirisi var. Yani ismen din var amafiilen din yok. Sen istediğin kadar söyle.
YAHYA ŞENOL: Tabi her zaman bir çoğunluk hakikiyeti vardır ya. “Çoğunluğa tabi olun” diye. Çoğunluk, kendi ifadeleriyle bu ayetin muhkem olduğunu söylüyor. Tefsirlerde benim rastladığım kadarıyla üç kişinin adı veriliyor. Biri İbni Zeyd, biri Katade biri de Hasan Bin Fadl diye. Sadece bu üçü diyorlar ki; “bu Mumtahine 8 ve diğer, gayrımüslimler ile iyi ilişkiler içerisinde olmayı öğütleyen, emreden ayetlerin hepsi Tevbe 5 ile nesh edilmiş diyen 3 kiş var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu zatların da belki hiç böyle şeyden haberi yok büyük ihtimalle.
YAHYA ŞENOL: Belki de. Çoğunluğu “ekseru ehli tevil inna muhkeme” bu ayetin hükmü bakidir kalkmamıştır, nesh edilmemiştir muhkemdir dedikleri halde maalesef şimdi göreceğiz. Mezheplere o üç kişinin dediği hakim olmuş. Bu sefer çoğunluğun görüşü arka planda kalmış. Bu iş direkt siyasetle de ilgili olduğu için.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamamen güç meselesi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kılıç ayetinden daha doğrusu bu hükümlerden hareketle Peygamberimiz’e nispet edilip uydurulan bazı rivayetler var kılıç peygamberi olduğuna ilişkin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resulullah kılıç peygamberi haline geliyor. Halbuki Allah ne diyor? “GASİYE, 21.. Ayet: “Fezekkir: sen onlara doğru bilgi ver” zikir kurandır zaten. “İnna nahnu nezzelna zikra” diyordu ya Allah. “Fezekkir” demek “sen onlara kuranı anlat” demektir. “innema ente müzekkirün” senin tek görevin kuranı anlatmaktır. GASİYE, 22.. Ayet: “Leste’aleyhim bimusaytırin” onların tepelerine dikilip de hizaya getirecek değilsin. Tek bir hizaya getirecek durumda değilsin. Bu kadar. “La ikrahe fiddin: dinde zorlama yoktur”. İnsanların Müslüman olması için baskı mı yapacaksın diye C. Hakk sürekli uyarıyor. Ama bunların hepsi mensuh.
ABDURRAHMAN YAZICI: Söylediklerinizin hepsi listede var. İlgili rivayetlerden bir tanesi ben baktım bulamadım sahih kaynaklarda. Tevbe suresi verildikten sonra bu rivayet verilir. Peygamber(sav) dört kılıçla gönderildi. Bunlardan bir tanesi “seyful muşrikin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resulullah 4 tane kılıçla gönderilmiş. Bir müşriklere kılıç. Yakaladığın yerde öldür. Tevbe 5 haşa.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu Tevbe 5. “Seyful bil kuffarı ehli kitap”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ehli kitap kafirlerine kılıç”. Tevbe 29. Halbuki mesela okuduk ayeti ANKEBUT, 46.. Ayet: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsenü illellezıne zalemu minhüm: ehli kitapla en güzel şekikde mücadele et, zalimlik yapanlar başka”. Zalimlik yapanlar ve savaşanlara karşı davranışı söyleyen ayettir Tevbe 29. Bağlantılarından koparıyorsunuz, tamam.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Seyfun munafikin”. Tevbe 73 ve Tahrim 9.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Münafıklar için de kılıçmış.
YAHYA ŞENOL: TAHRİM, 9.. Ayet: “Ya eyyuhennebiyyu cahidilkuffare velmunafikıyne”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kılıç değil. Cahid: cihad etmek yani onların yanlışlarıyla mücadele et. Cihad kelimesini hemen onu da kılıca çeviriyorlar. Yeter ki hesaplarına gelsin. Zaten bugün cihad dedin mi savaş anlıyor. Mekke’de inen ayetlerde cihad emri var. Nasıl oluyor?
ABDURRAHMAN YAZICI: “Bir de seyful lil bugat: isyan edenlere”. Hucurat 9’daki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de isyanlarlara kılıç. Halbuki hiç alakası yok. Ne diyor Allah; HUCURAT, 9.. Ayet: “Ve in taifetani minel mü’minınaktetelu fe aslihu beynehüma: müminlerden iki gurup birbiriyle savaşırsa aralarını düzeltin”, “fe im beğat ıhdalüma alel uhra fe katilületı” baktınız ki dinlemiyor bir taraf zulmediyor, o zaman zulmedene karşı öbürünün yanında yer alın. Niye? “hatta tefıe ila emrillah: Allah’ın emrine gelinceye kadar” . Onu öldürün demiyor ki.
ABDURRAHMAN YAZICI: Son olarak bir şey daha ilave edeyim. Tevbe suresi 5.ayet ile ilgili burada daha önceden vakfın araştırmacılarından Ahmet Hoca var. Şimdi Gümüşhane İlahiyat da hoca. Onun bir makalesi var Tevbe suresi 5.ayetin nesh ettiği ayetlerin değerlendirilmesi diye.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim sitede yok mu? Koyalım. Bakın burada iki ayrı kutbu gördünüz. Bir taraf işte burada en eski tefsir alimlerinden en sonuna kadar bu ayetlerin hükmünün devam ettiği, Tevbe 5.ayetin sadece antlaşmayı bozanlarla ilgili olduğu, dolayısıyla onun esas alınarak herhangi bir ayetin nesh edilmesinin mümkün olmadığı ortaya konuyor. İmkansız. Zaten arap dili bakımından da başka bir şey söyleyemezsiniz. Ama hakim güçlerle ittifak eden ulema bakın 500 kadar ayeti hiç bir ayeti nesh edemeyecek bu ayetle nerede ilişkileri düzeltmeyi emreden ayeti nesh etmişler. Nasıl olmuş, ne ortaya çıkmış, şii ve sünni mezheplerin bugünkü fıkıh kitaplarındaki durum nedir arkadaşlar orjinal metinlerinden okuyacaklar.
FATİH ORUM: Ben Hanefi fıkıh kitaplarını taradım Tevbe 5 bağlamında. En dikkat çekici şeye Cessas’da rastladım. Cessas, Hanefi fıkhında önemli bir yer. Çünkü hem teorisyen hem de müfessir olarak geçer. Yani fıkıh usulü eseri vardır. Hanefi kaynaklarından usul eserlerinden bir tanesidir. Cessas erken dönem sayılabilir. 370 yıllar tarihi. Hicri 4.asır. Hocamın biraz önce gösterdiği o üç ciltlik kitaptan sadece Tevbe suresinin 5.ayeti 30 küsür farklı yerde ele alınıyor. Yani sadece Tevbe suresini ele aldığı yer değil neredeydeyse orada ele aldığı bütün surelerde bir şekilde Tevbe suresinin 5.ayetine atıfta bulunuyor ve hep dikkat çeken şey, bu bir nasih ayet olarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce Abdurrahman’ın anlattığı gibi yani.
FATİH ORUM: Hep nasih ayet olarak. Mesela bir usulcü dedik, teorisyen. Nesih konusunu Bakara suresi 106.ayetini ele alırken önce neshin tanımını yapıyor, sonra işte ayet ayeti, sünnet ayeti, ayet sünneti nesh eder dedikten sonra neshe verdiği ilk örnek mesela kurandan bir örnek verelim diyerek Tevbe suresinin 5.ayetini alıyor. Biraz önce Abdurrahman Hoca’nın okuduğu ayetlerin büyük bir kısmını sıralayarak işte bu ayet tüm bu ayetleri nesh etmiştir diyor. Yani örnek olarak da bunu veriyor. Neshi anlatırken örnek olarak da bunu veriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki nesih kuralına aykırı bu yani. Kuranın koyduğu kurala aykırı. Ya hayırlısıyla ya misli ile olacak nesih. Ama orada hayırlısı, misli kelimesini bulamazsınız. Geleneksel nesih anlayışı tamamı kurana aykırıdır. İnşallah o konuda ayrı bir ders yapalım burada. Nesih var mı? Var. Yok değil. Ama geleneksel manada nesih yok.
FATİH ORUM: Yani şu açıdan önemsedim Cessas’ın bu tavrını. Bu işi Hanefi fıkhına geçirmeden önce tefsir bağlamında bu işi hallediyor, dolayısıyla fakihlerin elini çok güçlendiriyor. Kolaylaştırıyor olayı. Yolu açıyor. Yani bir tefsir bağlamında bu işi hallettikten sonra fakihler için artık ondan sonrası düz yol zaten. Serahsi, ondan sonra Kasani zaten bu da herhangi bir sorun yokmuşçasına-nitekim birazdan örnekler veririz-bu işi şey yapıyor. Diyor ki; “şu konuda ittifak vardır” diyor Cessas; “Mekke döneminde savaş yasaktı” diyor, “haram” ifadesini kullanıyor. Ama bu ayetten sonra artık Mekke’de iyi geçinmeye dair bütün ayetler nesh edilmiştir, savaşın artık kesinlikle bundan sonra da kıyamete kadar meşruiyerinin delili olarak da Tevbe 5’i zikrediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten tek seçenek savaştır. Karşı tarafa ne diyecektiniz? Son derece insancıl “ya Müslüman ol ya da öldürürüm, başka bir şey yok. Kelleni keserim başka bir şey yok”. Tek bir seçenek.
FATİH ORUM: “La ikrahe fiddin” ayetini yine burada şey yapıyor. Bu da Tevbe 5 ile nesh edilmiştir. Hatta haram aylar içerisinde savaş hala geçerli midir diye bir soru atıyor diyor ki; “bu ayet onu da nesh etmiştir, artık haram aylar tahdide gerek yoktur” diyor. Ondan sonra bu “la ikrahe fiddin” ayetini derken şu ifadeyi kullanıyor diyor ki; “bu müşriklerle ilgili genel kural artık budur ama ehli kitap için böyle değildir” diyerek bu defa ehli kitap için “onlar şayet cizye vermeyi kabul ederlerse onlar öldürülmez” diyerek onu istisna ediyor. Tevbe 5’in kapsamına onun sokulmadığını söylüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onun için mesela Türkiye’de kilise görürsünüz. Kilise vardır değil mi? Havra vardır. Peki diğer din mensuplarının ibadet yeri var mıdır? Yok. Sadece o ikisine yaşama hakkı vardır. Bugün eski din mensuplarının büyük bir bölümü kendisine Alevi der. Onun için bakın iki tane Alevi guruba, inançları arasında çok ciddi farklar vardır. İki tane yan yana köy. Niye? Çünkü onu söyleyerek bir çeşit ehli kitap kategorisine sokmuşlar kendilerini yaşama hakkı elde etmişlerdir. Onun için mesela Aleviler’de şu vardır: ser verir sır vermez. Niye? Çünkü sırrını verecek olsa kılıcı yiyecek. Ve bu o insanların İslam dini üzerinde hürriyetle çalışmalarını da engellemiştir. Hür bir şekilde değerlendirmelerini engellemiştir.
FATİH ORUM: Mümtahine suresini ele aldığı yerde yine Tevbe suresindeki 5.ayeti hatırlatıyor ve diyor ki; “Mumtahine suresinin 8.ayeti bu ayetle nesh edilmiştir” diyor. Bununla birlikte işte biraz önce arkadaşlarımız okudu: bunlar muhkemdir, nesh edilmemiştir şeklindeki ifadelerden de esasında bahsediyor. Ama onlardan bahsederken açıkçası şey ifadesini kullanıyor “ve minnennasi lem yekulu: bazıları şöyle söylüyorlar” gibi onlara atıfta bulunuyor ve isim vermiyor. Ama onların hani sanki zayıf bir rivayet olduğu intibaını bir ibarede veriyor. Ondan sonra nesh edildiğine dair genel hükmünü koyuyor. Bir de şeyden örnek verelğm yani daha sonraki, Cessas’ın vefatından bir asır sonra ortaya çıkan, işte biz Serahsi, Kasani’den örnek verelim. Bu adamlar da eserlerinde bu ayetle atıfta bulunuyorlar. Mesela bir örnek: Serahsi, El Mebsud’da diyor ki; “bazıları ‘fe imma mennen ba’du veimma fidaen’ yani Muhammed suresinin 4.ayetinden hareketle müşrik olan esirlerin karşılıklı ya da karşılıksız salıverileceğini söylüyorlar. Bize göre bu böyle değildir. Bizim bu konuda baz aldığımız ayet ‘faktulul müşrikine hayse vecedtumuhum’dur” diyor Serahsi. Bunu bizzat söylüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama ne yaparlar biliyor musunuz? Başından sonundan ayırıyorsunuz kelimeyi, ortadan iki tane kelime alıyorsunuz “müşrikleri nerede bulursanız öldürün”. Peki halbuki “el müşrikin” yukarıda özellikleri belirtilmiş olan müşrikler. Onu kaldırdığınız zaman ne olur? İşte bu kendini Allah yerine koymaktır. Kuran öyle diyor; “ella ta’budu illallah”. Yani kuranın bir açıklama usulü var. Allah’ın koymadığı hükmü sen Allah’a da mâlederek, Allah’a iftira ederek hüküm koyuyorsun. Böyle şey olur mu?
FATİH ORUM: Bununda şöyle temellendiriyor. Diyor ki; “şayet böyle bir şey yapılacak olursa bu gazilerin hakkını yemek olur” diyor. Kasani de diyor ki; “bu müşriklerin bu ayet gereği öldürülmesi..”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce Serahsi dediği, Hanefi mezhebinde en tepe. Bir kere bu kitap. Serahsi, Kasani: bunlar en tepe kitaplardır. Okumayan yani insanların ulaşamadığı kitaplardır. Size defalarca burada anlattım. Ben İstanbul Müftülüğü’ne geldiğim zaman bunların üçünü de okuduğum için herkes bizi birden bire şey yaptı. Ben de şaşırdım nasıl oldu falan diye. Halbuki görüyorsunuz kendimizi ne zannediyormuşuz. Hoca zannediyormuşuz.
FATİH ORUM: Kasani diyor ki; “müşriklerin öldürülmesi yani bu emrin uygulanması bu adamların Müslüman olmasının tek yoludur” diyor. Bunu da şöyle gerekçelendiriyor Bedaus Senai eserinde: “şayet yakalanan bir adama sen öldürüleceksin dersen bu adam öldürülmeyi göze almazsa Müslüman olur. Böylelikle bu adamların Müslüman olmalasının tek yolu bunların öldürülmeleri hükmünün uygulanmasıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bana şeyi hatırlattı. Eski Sultanahmet’de müezzindi bir hoca. Arabistan’a gitti uzun süre kaldı orada. Şu anda adı aklıma gelmedi. Yaşıyor olması lazım. Japonya’ya gitmişti belki hala orada. Nimetullah Hoca. Görüntüsü enteresan: uzun boylu, beyaz elbiseler, beyaz uzun sakal. Japon gençler onu görünce sinama filminin bir kahramanı gibi algılıyorlar. Geliyorlar onun yanına, o da onları Müslüman yapıyormuş. Hergün 8-10 kişiyi Müslüman yapıyormuş. Diyormuş ki söyle. O da diyormuş ki söyle. Eşhedu, o da eşhedu. Neyse. Sen Müslüman oldun diyormuş Japon’a. O da buna dönüyormuş “şimdi sen Müslüman oldun”. Çünkü tekrarlıyor, ne dediğini bildiği yok. O da seviniyor ben şu kadar insanı Müslüman ettim. O da işte kılıcı kafasına dikiyor, o da Müslüman olacakmış!
FATİH ORUM: Bir de son olarak “faktulul muşrikine” ifadesi. Diyorlar ki; “esirlerin öldürülmesinde mutlak bir ifade anlamı taşır”. Yani ne demek? İstediğiniz şekilde öldürebilirsiniz diyorlar. Ancak Resulullah’ın şu hadisleri sebebiyle bu ifadede kısmi bir tahsis yapılmıştır. Peygamberimiz işte Müslümanlar öldürürken en iyi şekilde öldürür, öldürürken güzel yapın gibi ifadedn hareketle bu tür şeylere dikkat edilir. Ama bununla birlikte mesela Cessas şu ifadeyi kullanıyor. Ben aynen okuyayım buradan: “caizun ey yekune EbuBekır sıddık radiallahu anhum hine katele ehli riddeti bil ihrak vel hicaret ve ramyi min ruusil cibali vettekyis fil abali inne ma zehre ilel zahiril ayah”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunun doğru olması mümkün değil de. Ne olacak! “Ebu Bekir(ra) mürtedlerle savaşırken”. Orada bir kere mürted yok. Adamlar merkeze zekat vermek istememişler, kendi fakirlerine dağıtmak istemişler. Olay bu yani. Ebu Bekir(ra)’ın yapmış olduğu çok doğru. Aksi takdirde devlet olamazlardı. Zekat vermeleri konusunda onlarla mücadeleye girmiş. Efendim ne yapmışmış Ebu Bekir(ra) haşa yakarak öldürmüş! Ondan sonra efendim dağın tepesine çıkarıp atmışmış aşağıya! Kuyuya tersine sarkıtmışmış! Ayaklarından bağlayarak kuyuya sarkıtmış: böyle öldürmüşmüş! Bunlar da olabilirmiş, haşa. Aynı ifadeler Kurtubi’de var. İşte görüyorsunuz. Dinin ne hale geldiğini çok net bir şekilde görüyorsunuz. Ve de büyüklerin adları kullanılıyor. Size sürekli tekrarlıyorum. Ben yaşayan bir adam olmama rağmen kendimle ilgili çıkan şeyleri bir türlü şey yapamıyorum. Mesela ramazandan önce hilal göründü görünmedi eskiden bayram öncesinde çok fazla tartışılırdı Türkiye’de. Akşama kadar bugün ramazan değil diye sürekli söylüyoruz. Birisi bana telefon açtı dedi ki bugün bayram. Sultanhamamı’nda bir kaç tane esnaf kendi aralarında yaymışlar: Abdulaziz Hoca dedi ki bugün bayram, bu da orucunu bozmuş. Burnumun dibinde beni alet ederek sabahtan beri canım çıkıyor böyle dedilerse, peki Ebu Bekir(ra)’a ne yapmasınlar. Hatta bir keresinde bir gazete beyanat istemişti benden. O da önemli bir konuydu ama şu anda aklıma gelmiyor. Benim söylediğimin tam tersini yazmışlar. Onu yazdıkları için de büyük traja uğradılar. “Ya ben böyle bir şey söylemedim” dedim. Gazetenin sahibi demiş ki; “tabi halkın tepkisini gördü vazgeçti”. Sonra telefon açtım sahibine bunu düzeltin dedim. Tamam Hocam düzeltelim dediler düzeltmediler. Hala bugün biliyorsunuz A. Bayındır yazın hemen ne çıkıyor karşınıza? “Allah gaybı bilmez dedi”. Ya Allah’tan korkun ya! Böyle bir saçmalığı kim söyler? Ama iftira. Ebu Bekir(ra), bak biz yaşayan insan olduğumuz halde bu kadar elimizde düzeltme imkanları var düzeltemiyoruz, Ebu Bekir(ra) ne yapsın? Ya da işte İmam Şafi, Ahmed Bin Hambel. Görüyorsunuz tefsirlerde bunlar aykırı bir şey yapsalardı Müslümanlar tükürükle boğardı. Bu insanlar canlarını veriyorlar görüşlerinden vazgeçmemek üzere. Canını veren bu insan bu görüşün sahibi olur mu? Ama sonradan yaptırılıyor.
Şimdi Hambeli mezhebi. Aslında görüşler aynı da ibareler okunsun diye arkadaşlarımız şey yapıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinden bizi Arapçayı çok iyi bilenler de dinliyor. Görsünler. İbni Teymiye’nin Essarimil Maslul adlı bir kitabı var. 1.ciltte şöyle diyormuş. “İşin esası, insanın canı dokunulmazdır esasen. Ortada meşru bir sebep olmadan can güvenliğine aykırı davranış olmaz. Bir kişi kafir olduğu için öldürülmesi bütün şeriatların ittifak ettiği bir husus değildir. Yani önceki ümmetlerde böyle bir olay yok, ittifak yok. Mesela Musa(as) kafir olan bir kişiyi öldürdü ama bunu kendisi için suç saydı. Aslında öldürmek için vurmamıştı. Bir tokat vurdu, bir tokatta insan ölmez ama öleceği varmış öldü”. ‘Mesih Dinini Değiştiren Kişi İçin Doğru Cevap’ diye bir kitabı var, şöyle demiş; Az önceki ayeti delil getirerek hem 29. ayetini delil getirmiş hem 5.ayetini delil getirmiş. Bir kere müşrikler prensip olarak öldürülür. Bunlar ehli kitap ile müşrik ayrımı yapıyorlar tabi. Çünkü ‘elif-lam’a falan bakmıyorlar, ilişkiye bakmıyorlar. Müşrikler prensip olarak öldürülür. Ehli kitap da cizye verinceye kadar savaşılır, cizye verirse canını kurtarır. İnşallah cizye konusunda ayrı bir ders yapacağız. Çünkü o kadar çok yanlış var ki biliyorsunuz her derste haftada iki kere bu yanlışları anlatıyoruz ama bitmiyor. Diyor ki; “Müslümanlar sulh anlaşması yapılmış, anlaşma yapılmış, iyi davranış konusunda anlaşmış olsalar bile Müslümanların müşriklerle savaşı terk etmeleri caiz değildir” diyor. Öyle anlaşma manlaşma dinlemem ben! Hambelilerden İbnul Muflih diyor ki; “bir kimse bir gayrımüslimi öldürdüğü zaman kısas yapılmaz. Bu konuda ihtilaf yoktur” diyor. Halbuki ayette diyor ki Allah İslam, Müslüman şartı yok. “Ve la taktulul nesfelleti harramallahu illa bil hakk: Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir canı haklı bir sebep olmadan öldürmeyiniz”, “ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katli: kim haksız yere öldürülürse onun velisine yetki verdik ama öldürmede aşırı gitmesin” anlaşabilirler de. Kısas yani can güvenliği herkes için geçerlidir ki onların can güvenliği yoktur. Demiş ki; “siz bir gayrı müslimi öldürdünüz: ondan dolayı me kıyas gerekir, ne diyet gerekir, ne keffaret gerekir, o bir domuzu öldürmek gibidir”. Böyle bir dine insanları nasıl davet edeceksiniz? Allah’ın dediğini gördünüz. Delil de Tevbe 5.ayet. Buraya kadar Hambeli mezhebinin görüşleri. İlk tefsirinden örnek verdiği Zeccac da Hambeli. Demek ki Hambeli mezhebi aslında bu değil. Sürekli söylüyoruz ya bir merkezden Şii-Sünni bütün mezhepler dizayn edilmiş. Öyle dizayn etmişler ki dıştan bunları gören “din bu ise ben yokum”, içeridekiler de “ne yapayım ben seçmedim işte, kalktık Müslümanmışız” o hale getiriyorlar insanları. Çünkü insanların fıtratına ters.
“Allah kafirin kanını mubah kılmıştır. Ya cizye verir, ya belli bir süreye kadar güvence ister”. Yani bu vize gibi. Vizeli giriş çıkışlar var ya. “Cizye verirse canını kurtarır, geçici bir süre güvence isterse güvence kendisine verilir. Onun dışında canı da kanı da mubahtır”. Malını da alabilirsin canını da alabilirsin haşa. Bunu İmam Şafi’nin El Üm kitabından okuyor. Ama İmam Şafi’nin böyle bir şey demesinin mümkün olduğunu asla düşünmüyorum. Çünkü O da ciddi mücadele etmiştir onlarla yaşadığı dönemde. Şafi mezhebinden İmam Nevevi, Ravdatul Talibin adlı kitabına demiş ki; “hangi dinden olursa gayrı müslimin bir güvencesi yoktur”. Yani şimdi batıda yaşayanlar düşünsün. Hadi onlar deseler ki; “bak sizin kitabınız, Sizinle eşit davranıyoruz” deseler, bunlar da İslam dini olarak bunu ortaya koyarlarsa ne olacak? Zaten bugün dikkat ediyor musunuz? canla başla din diye sarılınıyor. Bu kitapta yazılanlara sarılınıyor, Allah’ın kitabında yazılana değil. Şafi, Maliki gayrı müslimin canı da malı da mubah. İşte ehlikitaptan olan cizye verirse, gerçi ehli kitaptan olan-olmayan ayrımı yapmadı İmam Şafi de cizye verirse güvence altına alırsınız. Yoksa yok. Ama belli bir süre ülkeye giriş çıkış ticari ilişkiler için giren çıkanlara da müsade edilir dokunulmaz demiş oluyor.
Şimdi Maliki mezhebine bakalım. Diyor ki; “Maliki mezhebinde tam bir ittifak var”. Aynı şey: “müşrik ise iki seçenek: ya Müslüman olur ya da öldürülür. Ehli kitap ise üç seçenek: Müslüman olması, cizye vermesi veya öldürülmesi”. O kadar. Başka bir şey yok. Bu da ittifak vardır diyor. Ayetlere ne kadar ters değil mi? Bilaetin Müçtehid, İbni Rüşt’ün ki çok önemli bir kitap olarak kabul edilir, orada şöyle bir ifade var. Hicri 595 yılında vefat etmiş. Kendisi Endülüslü’dür. Kurtubalı’dır yani. “Bütün müşriklerle savaşmak bizim görevimizdir” demiş, “çünkü Allah demiştir ki; “fe katiluhum hatta la yekune fitnetun: onlarla savaşın ki fitne ortadan kalksın”. Burada fitne savaş demektir. Onlar size savaşa geliyor ya. Zaten öncesi var ayetin. “Ve katilu fi sebilillahi ellezine yukatilunekum” diyor “hatta la tekune fitnetun” demek fitne ortadan kalksın yani savaş ortamı ortadan kalksın. Savaşın ki savaş ortamı ortadan kalksın. Çünkü siz savaşmazsanız adamlar her tarafı kasıp kavururlar. Savaş ortamı ortadan kalksın diyor, “ve yekûned dînu lillâh: din Allah’ın dini olsun” diyor. Peki Allah’ın dini nedir? Size bir soru sorayım cevabı siz verin. Allah’ın dini neydi? Fıtrat değil mi? Fıtrat ne? Doğal düzen. Yani doğal düzen hakim olsun. Normale dönsün. Kimse kimseye baskı yapmasın. Zaten kuranda anlatılan o. Yani savaşsız bir ortam olsun, herkes hürriyet içerisinde kafir olan olsun olmayan olmasın, ne yapıyorsa yapsın ama savaşsız bir ortam olsun. Zaten Allah öyle tanımlıyor kendisi. C. Hakkın tanımladığı gibi olsun diyorsanız böyle. Başka türlü değil. Ama “ve yekûned dînu lillâh” dediğiniz zaman “herkes Müslüman olsun”: bu olmaz. Olmayacağını zaten Allah açıkça söylüyor. Ya ne oluyor size Allah aşkına ya. Allah demiyor mu “ve ekım vecheke lid dini hanifa: yüzünü dosdoğru bu dine çevir”, “fıtratallah: Allah’ın fıtratına” bitti. Yani yaratılış düzeni. Din güneş gibi: isteyen güneşten istifade eder isteyen etmez. Kendi bilir. İmam Malik’ten bir istisna varmış: Türkler ile Habeşiler istisnadır bundan diyormuş. Çünkü bir hadis de uydurmuşlardır. “utruku turke terakukum devul habeşe ve zerul habeşe ma vedeukum” ya da “ma vezerukum” iki ayrı rivayet demek ki. “Türkler size dokunmadığı sürece onlara dokunmayın” demiş Resulullah. Ondan sonra “Habeşliler de size dokunmadığı sürece onlara el sürmeyin” demiş. Bu ikisi hariç. Diyor ki; “buradaki kafirlerden Arapların müşrikleri ile Arapların Hristiyanları istisna edilmiştir. Ya İslam’a girerler ya cizye verirler. Ehli kitap ya cizye verir diğerleri gibi aynen ya da öldürülür. Diğerleri de ya Müslüman olur ya öldürülür”. Cizye falan kurtarmıyor diğerlerini. Aynen Tevbe suresinin 5.ve 29.ayetini delil alıyorlar. Endülüslü İbni Hazm’ın El Muhammedil Asal diye bir kitabı var. Demiş ki İbni Hazm: “müşriklerin küçük çocukları ve kadınları dışında ister savaşsın ister savaşmasın hepsini öldürmek lazım. Tüccarmış, işçiymiş, yaşlıymış, rahipmiş, keşişmiş, körmüş, topalmış”. Yine Tevbe suresi 5.ayetini delil almış da işte gene tutulabilir de ama işte orada da muhasara altına alın yani esir muamelesi yapın. Ya Müslüman olurlar ya da öldürülür. Başka bir seçenek yok demiş. Gerçekten bu İbni Hazm, Zahiri mezhebinin uleması olarak kabul edilir. Bize talebeyken Zahiri mezhebini kitabın ve sünnetin zahirine uyan mezhep olarak öğretmişlerdi. O zaman benim en çok okuduğum kitaplardan birisi buydu. Biraz düşündüm baktım “Allah Allah hiç kuran yok?”. Hadis diyor, bakıyorsun zayıf olan hadisleri almış. Burada 11 tane Resulullah’tan hadis almış, bütün hadisler savaşmayana dokunulmamasını belirtiyor ama. “Bu hadislerin hepsi zayıftır ama öldürmek zorundayız” diyormuş. 90 tane ayeti nesh eder. Hakikaten ben bir ara hevesli bir şekilde okuyordum, baktım ki acayip bir şey: burada hiç kuran yok. Hiç kuran yok ya. Bir de Fatih doktora yaparken El Muhallası’nı okuduk, aman ya rabbim ya! El Muhalla bu, El Ahkamul Usulu’nu okuduk, orada zaten büsbütün şaşırdım. Ya bunlar nasıl oluyor? Zahiri mezhebiyim diyorsun hem dinin zahiri ile uzaktan yakından alakası yok. Bu ne biçim bir şey ya. Kendisi Fransızca sitenin yöneticisi olduğu için şey yapıyor. Diyor ki; “bak Resulullah diyor ki; “sizinle savaşmayana dokunmayın” diyor, bu adam “öldürülmesi vaciptir” diyor. Peki şimdi hangisi daha iyi durumda? Bu mu daha suçlu yoksa Charlie Hebdo dergisi, Resulullah’a hücum eden onlar mı? Onlara zaten hücum etme hakkını kuran vermiş. En başta ayeti şey yaptık. Kesinlikle bunları duyacaksınız diyor. Resulullah’ın eşine adam zina iftirası yapıyor, en ağır hakaretleri yapıyor hiç onları duymazlıktan geliyor. İşte örnek ise O. Siz Resulullah’ı bırakacaksınız, ayetleri bırakacaksınız keyfinize göre bir din ortaya koyacaksınız, ondan sonra tabi yok efendim karikatür bilmem ne falan filan. Olur mu öyle şey? Müslümanlar hemen onlara karşı çıkıyorlar ama bu kitaplarda olanlar… Zaten kimsenin haberi yok ki kitaplarda olanlardan. Kimse bilmiyor. Bu, Maliki mezhebi. Mezheplerden hiç birinin birbirinden farkı yok farkettiniz mi? Ehli sünnet hangi konuda ittifak etti? Kurana ve Resulullah’ın uygulamasına muhalefette tam ittifak etti mi? Şimdi ben buradan Ehli Sünnet ulemasına sesleniyorum. Türkiye’de bir kaç tane alimler birliği oluşturdular. Türkiye Alimler Birliği değil mi? Sünni Alimler Birliği. Ondan sonra Dünya Alimler Birliği. Beyler dürüst olun. Bakın burada yıllardır sizin bu Ehli Sünnet dediğiniz şeyin kuranla sünnetle uzaktan yakından alakası olmadığını anlatıp duruyoruz. Samimiyseniz ilmi cevap verin. Eğer dinde samimiyseniz gelin birlikte bu pislikleri temizleyelim. Eğer gerçekten Allah’ın kitabına sarılın. Lafta hep söylerler. Biz Allah’ın kitabına Resulünün yoluna gireriz derler. Hadi bakalım öyleyse gelin hep beraber bu pislikleri temizleyelim. Öyle değilse bu mezheplere sarılıyorsanız o zaman bize cevap verin. Onun için ben burada ibarelerini okuttum. Arapçasını okuttum hem de ana kitaplar. Öyle sonradan olan kitaplar değil.
Şimdi Şia. Şia’nın Ehli Sünnetten hiç bir farkı yok bu konuda. Sürekli söylüyoruz ya batılda tam bir ittifak vardır. Yani bu dini kötü gösteren her şeyde Şia-Sünni tamı tamına ittifak etmişler. Tabatabai’nin El Mizan tefsirinde şöyle diyormuş. “Tefsir”. Geçen hafta da konuştuk El Mizan’da neler olduğunu görmüştük. Şimdi bakalım başka neler var. Tevbe suresi 5.ayetin tefsirinde şöyle diyormuş. “Kuranın emrettiği dört çeşit cihat var. 1-Mekke ve onların destekçileri olan müşriklerle savaşmak bir. Ehli kitap ile savaşmak iki. Cizye verinceye kadar. Bütün müşriklerle savaşmak. Ehli Kitap olmayan bütün müşriklerle savaşmak. Onları nerede bulursak öldürürüz. Bütün kafirlerle. Sizin önünüze gelen kafirlerle savaşın ki sizde bir güç bulsunlar”. Tabi ayetleri bağlamından kopardığınız zaman böyle olur. Halbuki bağlamından koparmadan okumak gerekir. Tûsi’nin Tehdibul Ahkam adlı kitabında da Abdurrahman Hoca’nın “ben dört kılıçla gönderildim rivayetine beşinci kılıcı eklemişler. Dördünü olduğu gibi kabul etmişler de farklı olarak. O dördü neydi Abdurrahman? Müşriklerle, münafıklarla, isyankarla, ehli kitapla savaşmak. Onun için kılıç peygamberi oluyor haşa. Arap müşrikleri birincisi, ikincisi zımmilerle savaşmak. Ama cizye vermeyene zımmi denmez ki? Kelimeyi niye kullanmışlar ki? Neyse. Öyle demişler. Ya cizye verirler ya öldürülür. Arap olmayan müşrikler, Türkler, Deylemiler ve Hazar Türkleri: onları saymışlar burada. Dördüncüsü işte bagy ehli yani aşırı davrananlar ve tevilde bulunanlar. Herhalde ona kendileri giriyor! Tevil ehli kendileri! Beşincisi de kısas kılıcıdır, o başka. O savaş sayılmaz. Peki şimdi gördünüz. Şeyler bitti değil mi? Başka anlatılacak bir şey kalmadı.
Zaten Yahya ile Abdurrahman Hoca’nın söyledikleri bütünüyle ortaya çıktı. Bütün şeyi özetledi. Ama bugün farklı durum Yahya’nın anlattıkları oldu. En eskiden en yeni tefsirlerde Tevbe suresi 5.ayetin, bütün tefsirler derken burada okuduğu tefsirlerde Tevbe suresi 5.ayetin sadece antlaşmayı bozan müşriklerle ilgili olduğu, onun dışındakilerle ilgisinin olmadığı anlatıldı. Zaten dil bakımından da mümkün değil öyle bir anlam vermek. Ama bağlamından kopararak Abdurrahman Hoca’nın anlattığı gibi 5.ayeti çok sayıda ayetin hükmünü ortadan kaldıran ayet olarak kabul etmişlerdir. Halbuki Tevbe suresi son inen sure olduğu için öyle yapıyorlar. Son inen sureye nesh ettiriyorlar. Oradan bir parça alıyorlar, her türlü hükmü ona nesh ettiriyorlar. Ondan sonra Resulullah’ı kılıç peygamberi yapıyorlar. İyi ilişkiler emreden ayetlerin hepsini iptal ediyorlar ve mesela birisi gayrımüslimler için domuz öldürmek gibidir diyor, bir başkası da köpek ifadesi kullanmıştı. Kimdi o? Köpek ölüsü gibidir, domuz ölüsü gibidir yani insanların can güvenliğini emreden çok sayıda ayeti de mensuh saymış oluyorlar. Ve bu bir yapı ortaya çıkarıyor bugün. Avrupa’ya giden arkadaşlar yıllarca önce her gidene Tevbe 5.ayeti soruyorlardı. Size anlatmıştım. Eskiden vaktim oluyordu eve çıkıp televizyonlara bakıyordum. Bir akşam Amerika’dan yayın yapan bir televizyon, adını unuttum yıllar önce çok eski Evangelisler’in televizyonu. Sürekli bir papaz çıkıyor. Çoğu zaman da büyükçe kabin gibi bir şeyde yapıyorlar toplantılarını. Bir akşam bir haham çıkarmıştı papaz. Haham’a sordu papaz, Müslümanlar yarın iktidarı ele geçirseler, bugün her yerde yaşamalarına izin veriyoruz tam bir hürriyet içerisinde. Bu Müslümanlar yarın iktidarı ele geçirseler bize karşı nasıl davranacaklar deyince hemen açtı şeyi. Bakın burayı açalım, inşallah burada doğru yazmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali. Bende bir İngilizce meal vardı. “Bak ben sana okuyayım” dedi. Tevbe suresi 5.ayeti. Ben de buradan size okuyayım. Bakayım inşallah doğru vermişlerdir meali. “Haram aylar çıkınca”. Bir kere baştan yanlış yaptı. Hakikaten ben anlamıyorum ya Rabbi. Bu Müslümanlar size bu kadar çocukluğunuzdan itibaren imkanlarını seferber ediyorlar okuyorsunuz yetişiyorsunuz, hoca diye de saygı gösteriyorlar. Ya insan bir önceki ayete bakarak meal verir. Allah aşkına bu nedir? Hem de Diyanet İşleri Başkanlığı meali olarak milletin karşısına çıkıyorsunuz. Azcık kafasını çalıştırır insan ya. Böyle saçmalık olur mu ya. “Haram aylar çıkınca”, lafa bak. Önceki ayetlere baksana. “O dört ay çıkınca” demesi lazım. “Bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün”. Ne demek “bu Allah’a ortak koşanlar?”. Not falan da verdiği yok. “Onları yakalayıp haps3din, her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin”. Adam bunu okudu, ondan sonra dedi ki; “bak, ramazanın son haftası”. Zannediyor kim haram aydır ramazan. Bilmiyor rakazanın haram ay olmadığını. “Şu anda bir şey yapmazlar bize” dedi. “Ama bir hafta sonra, onlara göre sen de müşriksin ben de müşriğim” dedi. “Bir hafta sonra bu kitap bizi buldukları yerde öldürmelerini emrediyor” dedi. Peki öyle mi? Değil ama şii-sünni bu mezheplerin hepsine baktığımız zaman ne ortaya çıkıyor? Bu adamın dediği doğru değil mi? Buradan tekrar sesleniyorum. Ulema birlikleri oluşturuyorsunuz, size çeşitli imkanlar sağlanıyor. Yer sağlanıyor, maddi imkan, her şey sağlanıyor. Onlardan bir tanesiyle bir yerde karşılaşmıştık da. Büyükçe bir medrese vermişler. Bize vaad etmişlerdi vermediler. Büyük bir medrese vermişler. “Ne yapacaksın” dedim, “daha düşünmedim ne yapacağımı” dedi. Peki size bu kadar geniş imkanlar veriliyor, hadi bakalım beyler. Türkiye’de bir de Ehli Beyt Alimler Birliği var. Bakın ne zamandan beri Şii-Sünni bütün mezheplerin batılda ittifak ettiğini anlatıp duruyoruz. O zaman siz gerçekten ehli sünneti korumak için ortaya çıktıysanız koruyun bakayım kardeşim. Bizim yanlışımızı söyleyin. Söyleyin bakalım. Ve ehli beyt uleması için. Biz kitaptan yanayız diyorsanız gelin hep beraber İslam alemini bütün dünya karşısında böyle tiksinilecek halde gösteren bu yanlış anlayışı temizleyelim, arı duru Allah’ın indirdiği Resulullah’ın uyguladığı dini insanlara takdim edelim. Yoksa şimdi İşid ile ilgili hemen “İslamda yok”! Güzel de ne? Adam tutuyor yakıyor: yazmış işte kitapta. Adam tutuyor yüksek binanın üzerine çıkarıp atıp öldürüyor: işte yazıyor. Taş ile eziyor. Beyler, gerçekten bu İslam dininde yok ama bu Allah’ın kitabında ve Resulullah’ın uygulamasında yok. Siz doğru dini anlatın, buna yeryüzünde hayır diyecek bir tek insan çıkmaz. Lütfen. Burada yok efendim Süleymaniye Vakfı’nın emrine girmeyiz yok bilmem ne.. Kardeşim biz kendimize çağırmıyoruz sizi. Şimdiye kadar hiç duydunuz mu bize gelin dediğimizi? Allah’ın kitabına gelin ya. İnandığınız kitaba çağırıyoruz beyler. Biz bütün açıklığıyla ortaya koyuyoruz. Neye rağmen koyuyoruz? Hakim güçlerin bütün muhalefetine rağmen. Yıllardır her türlü muhalefete rağmen bunu ortaya koyuyoruz. Sünnisi muhalif, Şiisi muhalif, cemaatçisi muhalif, tarikatçısı muhalif. Bunlara dayandırıldığı için zengini muhalif, siyasisi muhalif, bütün bunlara karşı mücadele ediyoruz. Eğer gerçekten Allah’ın kitabını esas alıyorsanız gelin hep beraber yapalım. Değilse öyle duvarların arkasından şey yapmayın. Bizim Erzurum’da bir kaç tane genç gidiyorlarmış, ön tarafta polisler. Onlardan bir tanesi “bu memlekette ne kadar polis varsa” demiş. Polis de bir geri dönmüş “o kadar da bekçi vardır” demiş. Arkadan böyle şey yapıp da yüzümüze karşı gelecekleri zaman niye değişiyorlar. Bak burada canlı yayın yapıyoruz. Gizlimiz kapaklımız yok. Yazıyoruz da. Onlar da çıksın erkekçe konuşsunlar. Öyle milletin karşısına ulema birliği bilmem ne o kelimelerle çıkmak kolay. Milletin verdiği imkanlar, maddi imkanlar, şeyler. Oralarda caka yapmak kolay. Buyurun hodri meydan. Hadi gelin bakalım. Her defasında söylüyoruz ama hiç duyan yok. Soru var mı?
VEDAT YILMAZ: Bununla ilgili ayrı bir ders yapılacağı söylendi am açok soru var. Bugün çevremizde yaşayan hıristiyanlar ve yahudiler var. Tevbe 29.ayete göre bunlarla cizye alıncaya kadar savaşmamız gerekiyor mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: En başta okudum ya. Ne diyor Allah? ANKEBUT, 46.. Ayet: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsenü: ehli kitap ile en güzel yöntemlerle mücadele edin”. Mücadele, bildiğiniz gibi yani tartışmaktır. “illellezıne zalemu: zalimlik yapanlar başka”. Savaşıyorsa o zaman da savaşırsın o kadar. Savaşmazsa yok. Mecbur kalmadan savaşma yok. Ayetler bağlamından koparılamaz. Hud suresinde ne diyor Allah? HUD, 1.. Ayet: “kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet: bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır”. Ne demek? Hiç bir ayete tek başına bakmayacaksın demektir. Kime verilen emirdir? Vatandaşa verilen emir değil ulemaya verilen emirdir. Ama ne yapıyor? Aynı ayeti kendi içinde birbirine nesh ettiriyor. Aynı ayetin içerisinde nesih yapıyor.
VEDAT YILMAZ: Allah’ın İslam devleti hilafet kurun diye bir emri var mı? Varsa gayrımüslim ülkelerde yaşayan Müslümanlar ne yapacaklar?
ABDULAZİZ BAYINDIR: C. Hakkın hiç bir elçisine devlet kurma emri verdiği yoktur. Devlet Allah’ın bir ikramıdır. Hiç bir zaman devlet kurmak için yola çıkamayız. Eğer devlet kurmak için yola çıkarsanız onun gereğini yaparsınız. Çünkü paraya ihtiyacınız vardır, askere ihtiyacınız vardır. Bu defa nerede asker varsa nerede para varsa onunla iyi geçinmeye bakarsınız. Mesela Resulullah Mekke’den Medine’ye devlet kurmak için mi geldi? Ancak canını kurtardı. Ama Allah ikram etti. Mesela Musa(as), Firavun’un karşısında ben devlet kuracağım deseydi Firavun bayram ederdi. Çünkü öldürmek için gerekçe ortaya çıkardı. Öyle şey olur mu? Ne diyor Allah bütün nebilerle ilgili olarak FURKAN, 57.. Ayet: “Kul ma es’elüküm aleyhi min ecrin: sizden herhangi bir karşılık beklemiyorum”. “Hiç bir karşılık beklemiyorum, beni devlet başkanı yapın yeter” diyen adama ne denir? “Böyle şey olur mu kardeşim”. Yani Allah’ın bizden istediği, İslam’ın hakimiyetidir Müslümanın değil. Zaten bu halife kelimesi de Hüseyin(ra)’ın ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. O zamana kadar bu kelimeyi kimse kullanmıyordu.
Burada bir duyuru var. Vakfın bünyesinde Sevad isimli bir çalışma bulunmaktadır. Süleymaniye Vakfı Eğitim Aile Destek Platformu. Buna çok büyük ihtiyaç var biliyorsunuz. Son zamanlarda aile ile ilgili çıkan kanunlar işi çok berbat hale getirdi. Ve insanlara doğru dini doğru aile ilişkilerini anlatmak gerekiyor. Sevad’a Susem mezunları katılabilmektedir. Önce bir Susem’den geçeceksiniz. Susem biliyorsunuz Süleymaniye Vakfı uzaktan eğitim merkezi. Mezunların Sevad’a katılmasını bekliyoruz. Sevad internet sitesinden katılım formu doldurup kayıt yaptırabilirsiniz. Eğitim ve aile konusunda dersler verilmekte, üniversite için bitirme projesi yapılmaktadır. Bugünkü imkanlardan yararlanılarak hocalar internet üzerinden dersler veriyor aile ile alakalı, aile ilişkileri, çevre ile ilişkiler her açıdan konu anlatılıyor. Çok faydalı oluyor. Susem’den mezun olanlar buraya davet ediliyor. Çünkü orada biraz daha ileri seviyede yetişme söz konusu oluyor. Oradan mezun olanlar da inşallah Susem’de de diğer yerlerde de hocalık yapacak duruma gelirler. Buradan bu duyuruyu da yapmış olduk.
ASİYE TÜRKAN: Hocam,. Mumtahine suresini günümüze bakarsak nasıl anlamamız lazım. Yurdundan kovulan dediğimiz zaman direk o yurttan kovulmak mı yoksa yaşadığın ortamdan ya da camiden ya da oradaki merkezlerden uzaklaştırılmayı da bu şekilde vurgulaya bilir miyiz? İbrahim’in örnekliğini bizim nasıl algılamamız lazım?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mumtahine suresi 8 ve 9.ayetinde Allah. Bir kere o ayeti Mumtahine’nin ilk ayetiyle anlamak lazım. Biliyorsunuz 60. sure. Surenin ilk ayetinde Allah şöyle diyor. Mealden okuyayım. “Ey iman edenler, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz, halbuki onlar size gelen hakkı inkar ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye resulü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar”. Ne yaptılar, Resulullah’ı Mekke’den çıkardılar. Müslümanları da çıkardılar. “Eğer rızamı kazanmak üzere benim yoluma cihad etmek için çıktıysanız”. Savaşa çıktınız, karşı taraftan da sizi Mekke’den çıkaran eski komşularınız gelmiş. “Ee? Ne var ne yok?”. “Bizim bir komşu vardı, O ne yapıyor?”. Bırak sen şimdi komşuyu, seni öldürmek için memleketinden çıkarmış. Diyor ki burada; “onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa mutlaka doğru yoldan çıkmıştır”. Bak “la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae” veliler yapmayın yani en yakınınız gibi davranmayın diyor. Burada bu yasağı koydu mu C. Hakk? 8 ve 9.ayette diyor ki. Zaten burada daha da ayrıntılar veriliyor devam eden ayetlerde. MUMTEHİNE, 8.. Ayet: “La yenhakumullahu ‘anilleziyne lem yukatilukum fiyddiyni: din konusunda sizinle savaşmayanlarla Allah size bir yasak koymaz”. Yani inancınızdan dolayı sizinle savaştığı için. Başka sebepten savaşabilir ama savaş gerekçesi sizin inancınızsa oi zaman yasak var. Değilse o zaman iş değişir, sen yanlış yaptın. Sizinle inancınızdan dolayı savaşmamış olanlara bir yasak koymaz Allah. “ve lem yuhricukum min diyarikum: ülkenizden çıkarmamış olanlar”. Müslümanları Mekke’den çıkardılar. Niye? İnancınızdan dolayı, başka bir sebepten değil. Ülkeden çıkarmak, evinizden çıkarmak değil. Mahalleden çıkarmak değil. Ne konusunda yasak koymaz? “en teberruhum: onlara iyi davranmanızı” yasaklamaz. Ondan dolayı ne dedi Allah: “ve katilu fi sebilillahillezi yukatilunekum”(BAKARA 190) “sizinle savaşanlarla savaşın. “Ve ahricuhum min hayau ahracukum” diyor Bakara 191’de “sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın”. Beni çıkarmışlar? Yanına kalacak değil onların. Onun için diyor bak “din konusunda sizinle savaşmamış ve sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı, onların paylarını vermenizi yasaklamaz Allah”.“innallahe yuhıbbulmuksitıyne: herkesin hakkını verenleri Allah sever”. MUMTEHİNE, 9.. Ayet: “İnnema yenhakumullahu: Allah size yasağı sadece şu konudadır” diyor. Yasak sadece şurada diye sınırlıyor. “anilleziyne katelukum fiydiyni: inanç konusunda sizinle savaşan”. Dost edinemezsin. Adam seni öldürmeye gelmiş. “Buyur beyefendi, buradan mı vurmak istetsin buradan mı? İstersen buradan vur!”. Olmaz öyle şey. “ve ahrecukum min duyarikum: ülkenizden çıkarmışlar” dost olamazsınız. “?ve zaheru ‘ala ıhracikum: ya da çıkarılmanıza destek vermiş” onunla da sost olamazsın. Senin yaşama hakkını, senin mülkiyet hakkını ortadan kaldırmış adam. İşte böyleleri “en tevellevhum: onları veli yapmanızı yasaklamıştır”. Yukarıda veli etme dedi ya yani onlarla iyi geçinme. Yoksa veli edinebilirsin, onun yönetiminde de yaşayabilirsin fark etmez. Yeter ki seni ülkenden çıkarmasın, öldürmeye kalkmasın, çıksrana da destek vermesin. “ve men yetevellehum feulaike humuzzalimune: kim onları veli edinirse işte yanlış yapanlar onlardır”.
KATILIMCI: Bir çok alimden örnekler verdiniz. Mesela Cessas, Serahsi, Kasani falan. Benim sorum, bu insanlar Müslümanlık kavramını tam olarak nasıl anlıyorlar acaba? Çünkü öyle görünüyor ki onların zamanında birey ile devlet arasındaki ilişki din üzerinden tanımlanan bir ilişki. Yani aslında hani Müslüman olmayana karşı alınan tavır, şu anda Türkiye Cumhuriyeti mesela Türklüğünü inkar eden ya da vatandaşlığını inkar edenlere karşı alınan tavırla çok yakından alakalı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir vatandaşlık tanımı gibi din tanımı değil maalesef. Müslümanlık bir vatandaşlık haline dönüşmüş. Tamamen siyasi bir tanım. Yoksa dediğin gibi dini tanım olsa bir insan Müslüman ise sürekli Müslüman kalacak diye bir şey yok ki. Adem(as)’ı biliyoruz: Allah öğretmeni olmasına rağmen ilk imtihanda kaybetti sonra tevbekar oldu. Maalesef senin de tespit ettiğin gibi bu bir siyasetin yani işte Türk Vatandaşı olmak gibi bir anlam kazanmış Müslüman olmak. Yoksa Allah’ın tanımladığı bir Müslümanlık değil.
KATILIMCI: Dibimizde bir savaş var. Kuranı merkeze koyan Müslümanlar açısından kurandaki savaş hukukunu uygulama açısından fiili olarak bunun örnekliğini gösteren ve Nisa suresi 75.ayeti merkeze koyarsak orada bize bir sorumluluk düşüyor mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangi ayetti o?
KATILIMCI: “Size ne oluyor ki Allah yolunda “rabbimiz, halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli gönder, bize katından yardım gönder diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada gördünüz ki ben din adına savaşıyorum diyen kişilerde çok büyük bir sıkıntı var. Bu, Allah’ın ortaya koyduğu din değil. Adam din adına savaşıyorum diyor bugün, köle ve cariye yağıyor satıyor. Adamı yakıyor öldürüyor, bilmem ne. Bu geleneksel anlayışı kurana ve Resulullah’ın uygulamasına yüzde yüz aykırı olan bu anlayışı din olarak zannedip savaşıyor. Bizim burada yapacağımız, bana göre en sağlam mücadele şu yapılanlardır. Yani bu insanlara doğru dinin anlatılmasıdır. Çünkü onların çoğu aslında doğru dinin o olduğunu zannediyor. Bizim de yıllarca zannettiğimiz gibi. Biz de hiç ulemanın kurana ve Resulullah’ın uygulamasına aykırı bir görüşü olabileceğini hiç düşünmüyorduk talebeliğimiz sırasında. Böyle bir şey olamaz diye düşünüyorduk. Şimdi karşımda Nazife Hanım oturuyor, bir Nezehat Nanım vardı ya? Kaç senesinde ilk dersime gelmiştiniz? 80’li yıllardı değil mi? O Nezahat Hanım’ın bir sözü vardı. İlmihal okuyorduk. Birkaç sene sonra ya Hocam dedi, “ben zannediyordum ki şu ilmihalde yazılan hükümlerin hepsi Kur’an’ın hükmüdür”. Olmadığı çünkü ortaya çıkmıştı hepiniz araştırmalar yapıyordunuz. Biz de öyle zannediyorduk. Bugünkü savaşan insanlar da öyle zannediyor. Zannediyorlar ki bu mezheplerin görüşleri kuranın hükmü ve Resulullah’ın uygulamasıdır. Bugün en büyük cihad bunu onlara öğretmek olacaktır. Savaş meselesine gelince. Allah Enfal suresinin 66.suresinde karşı taraf bizden en az iki kat güçlü olacak ki bizim savaşma mecburiyetimiz olsun. Allah orada da bir kural koymuş. Dolayısıyla belli bir güce de sahip olmamız lazım. O açıdan baktığımız zaman hadi bakalım kuranın penceresinden bakarsanız, Allah ayetleri kendi keyfine uydurmayı kendini Allah’ın yerine koymak olarak tanımlarken bu insanlara biz nasıl İslam’ı uyguluyorlar diyebiliriz ki. Önce bu insanlara doğru İslam’ı anlatırız, doğru İslam’ı anlayanlar bir ekip olur, birisi bu doğru İslam’ı anlayanlara karşı savaş açarsa biz de gücümüze göre onlarla savaşırız. Kimse savaşmaz ise yapacağımız şey İslam’ın hakim olması için gayret göstermektir. Tekrar söylüyorum; Müslümanın hakim olması değil İslam’ın hakim olması. Bugün Müslümanın hakimiyeti dediğiniz zaman işte iş şekil değiştiriyor. Hemen dünyevileşiyor.
KATILIMCI: Müslümanların devlet kurma gibi bir sorumluluğu yok diyoruz. Ama bir şekilde bir devlet içinde yaşıyoruz. Eğer o devletin kurana zıt ya da uymayan hükümleri varsa o devlete karşı nasıl bir tavır takınmalıyız Hocam?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurana uymayan hükümler elbette olur. Kurana uymayan hükümleri olmazsa orada İslam devleti olur. Elbette olacak. Okuduk ya az önce ayeti. Mümtahine suresi 8-9. İnancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmıyorlarsa, ülkemizden çıkarmıyorsa, çıkarana destek vermiyorsa onlarla iyi geçineceğiz o kadar. Tabi ki dinimizi uygulayacağız. Mümtahine suresinin 4.ayetinde İbrahim(as)’ın kesin tavır koyması var. Kesin tavır koyması savaşma değil. İbrahim(as) hiç kimseyle savaşmamıştır. Savaşmak başka tavır koymak başka bir şeydir. Elbette ki biz mesela bilmiyorum ben şahsen o tavrı koyduğumuzu düşünüyorum. Çok açık ve net tavır koymuyor muyuz burada? Açıkça tahır koyuyoruz gelin kurana diye. Herhangi bir kimseyle anlaşmaya girişemeyiz Allah’ın ayetleri üzerinden. Yok efendim işte şu şöyle olsun bu böyle olsun diyemeyiz. Yapılacak olan budur, biz onu yapmaya çalışıyoruz.