ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu üçüncü haftadır kölelik ve cariyelik konusu üzerinde duruyoruz. İlk hafta kölelik ve cariyelik diye bir şey olmadığını, esirlik müessesesi olduğunu, kuranın ayetlerinin ve Resulullah’ın bu konudaki uygulamalarının çok açık ve net olduğunu burada ortaya koymuştuk. Allah, Muhammed suresinin 4. ayetinde diyor ki; MUHAMMED, 4.. Ayet: “Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab: kafirlerle savaşta karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun”. Çünkü sen onu öldürmezsen o seni öldürecek. Öldürmeye gelmiş. Dikkat ederseniz bugün dünyanın hiç bir yerinde falanca adamı savaşta öldürdüler diye kimseyi suçlamazlar. Zaten seni öldürmeye gelmiş başka yapacağın bir şey yok. “hatta iza eshantümuhüm: onları tamamen etkisiz hale getirinceye kadar”. “fe şüddül vesaka: o zaman bağı sıkı tutun”. Öldürün demiyor. Savaşırken öldüreceksiniz ama etkisiz hale geldiği zaman artık öldürmüyorsun, bağını sıkı tutup yani esir alıyorsun. Esir aldıktan sonra yapılacak şey: “fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen” karşılıklı ya da karşılıksız ya fidye alarak ya herhangi bir şey almadan serbest bırakın diyor. Her halukarda esirler serbest bırakılıyor. Neden öyle? “hatta tedaal harbü evzaraha: o harb bütün ağırlıklarını yere koysun” yani onlar sizden görmüş oldukları iyi davranışı ister istemez iyi davranışla karşılayacaklardır. Zaten Allah bir ayette diyor FUSSİLET, 34.. Ayet: “…idfa’ billetı hiye ahsenü: bir şeyi en güzeliyle karşıla”, “fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım: aranda düşmanlık olan kişi sanki sıcak bir dost gibi olarak görürsün” yani o hale gelir. Yani bu insanlar öldürmek için geldikleri kişilerin zaten biliyorsunuz karşı taraf eğer savaş açmazsa biz onlara karşı savaşmayız. Esas olan insanların gönüllerini kazanmaktır. Yani müslümanların hakimiyeti değil İslam’ın hakimiyeti önemlidir. Karşı taraftaki insan Allah’ın yarattığı insandır. Müslüman olup olmamaya kendi hür iradesiyle karar vermeli. Bir tepki olarak savaş açmışsa o savaştan sonra da İslamiyet’in ne kadar insanın tabiatına uygun olduğunu, doğasına uygun olduğunu görmeli. O zaman da artık savaş yapma durumu ortadan kalkmalı. Ve biliyorsunuz Resulullah Bedir’de esir almış ki bu ayet Bedir’den önce inmiştir. Düşmanı yere sermeden esir aldığı için C.Hakk tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Enfal suresinin 67 ve 68.ayetlerinde. Ama esirlere uygulanan şey az önce anlattığımız olmuştur. Bir kısmını karşılıksız serbest bırakmışlardır, bir kısmını da karşılıklı serbest bırakmışlardır. Müslümanların bu iyi davranışları bir müddet sonra Mekke’yi savaşsız fethetmelerine sebep olmuştur. Resulullah’ın Beni Kureyza esirleri için yaptığı da aynıdır. Beni Kureyza esirlerinin hiç birisinden fidye almamıştır. Çünkü Beni Kureyza’nın artık savaşacak hali kalmamıştır. Onları daha sonra serbest bırakmıştır. Necid bölgesine gittiklerini hatırlıyorum. Yanlış aklımda kalmış olabilir. Bütün esirlere yapılan muamele böyle. Hayber esirleri için de aynı şey söz konusudur. Beni Mustalik gazvesinde elde edilenlerin de tamamı serbest bırakılmıştır. Kuranın emrine göre davranmak mecburiyetindedir Resulullah ama daha sonra bakıyoruz ki Şii-Sünni bütün mezhepler, burada konuşmuştuk arzu edenler dinleyebilirler, esirlerle ilgili olarak bir kere kadın ve çocukların köle ve cariye yapılmasını prensip olarak kabul ediyorlar. Köleliği, cariyeliği nereden çıkarıyorsunuz? Hiç bir delilleri yok. En küçük bir delilleri yok. Ondan sonra diyorlar ki; savaşacak durumda olanlar için yetkili kişi serbesttir. İster öldürür. Esir aldıktan sonra öldürüyorsunuz. Ve orada da diyorlar ki fesat ortadan kalkacak. Şimdi siz düşünün bir yanınınız öldürülmüş ise siz oraya sürekli düşman olursunuz. Allah bilmiyor da siz biliyorsunuz öyle mi? O zaman bu yepyeni bir din olur, Allah’ın dini olmaz. Ondan sonra Allah’ın emrettiği şekil uygulanır mı? Fidye alınarak serbest bırakabilir miyiz esirler? Yada “imma mennem ba’du” diyor ayet önce. Karşılıksız serbest bırakabilir miyiz? Hanefiler diyor ki; karşılıkız serbest bırakmak caiz değildir. Bakın Allah’ın kitabında olmayan öldürme ve kölelik yapma ilk iki tercih Allah’ın kitabında olan karşılıksız serbest bırakmak yasak. Peki fidye alabilir miyiz? O da ihtilaflıdır diyor. Sahih olan görüşe göre fidye de alınmaz diyor. Ne oldu? Bu hangi din? Allah’ın emrettiği şey yok, Allah’ın yasakladığı şey var. Bakıyorsunuz ki Şii-Sünni bütün mezhepler çok küçük ibare farklılıklarıyla aynı şeyde ittifak etmişler. Bu nasıl oluyor? Cariyelerin cinselliğinden yararlanma konusunda da Şii-Sünni bütün mezhepler ittifak etmiş. Bu hususta da en küçük bir görüş ayrılığı yok. Yani tam bir ittifak var. Yüzde yüz bir ittifak var. Onların delil aldıkları ayetler üzerinde yeterince duramamıştık, bu hafta duracağız Allah nasip ederse. Delil aldıkları ayetlerden bir tanesi üzerinde durmuştuk. Ahzab suresinin 5.ayetiydi. Ayet hala bugünkü meallerde ayete tamamen ters tamamen muhalif bir anlam verilmiştir. Sistem çökertilmiş. Kurandaki fey ve ganimet ayrımı ortadan kaldırılmış. Ganimet, savaş esirleri için kullanılan bir kelime. Fey, savaşsız elde edilen mallar için kullanılan bir kelime. Savaşsız esir alma diye bir olay yok çünkü. Resulullah’a Mısır’dan hediye edilen Mariye’yi özel olarak Resulullah’a, müminlere değil helal kılan bir ayeti tamamen yanlış bir şekilde anlamlandırılarak sanki cariyelerin cinselliğinden yararlanmak helalmiş gibi bir anlama çekmişlerdir. Bir tek kişinin cinselliğinden yararlanmak helaldir, o da Mariye ve sadece Resulullah’a özeldir. İkinci bir kişi yok. O da Ahzab suresinin 50.ayetinde. Ama ayete öyle bir yanlış mana vermişler ki geçen hafta okumuştuk bugünkü meallerde de maalesef öyle. Bu, Öyle anlaşılıyor ki çok büyük bir organizasyon. Ben şahsen Hanefi, Maliki, Şafi, Hambeli falan diye anlatıyoruz burada, ben o mezhep imamlarının bu ittifakta yer aldıklarına inanmıyorum. Çünkü fiilen mümkün değil. Belli ki almış mesela Cessas’ın Ahkamul Kur’an’ını adam yıllar sonra ibarelerde değişiklik yapmış. Almış işte Caferi Sadık’ın kitabını onun ibaresinde değişiklik yapmış. Almış İmam Şafi’ninkini, almış Ahmed Bin Hambel’inkini. Niye böyle söylüyorum? Çünkü yanlışta ittifak edilebilir ama aynı yanlışta ittifak edilemez. Çok zor bir ihtimaldir. Şimdi de göreceğiz, cariyelerin cinselliğinden yararlanılması ile ilgili delil getirilen ayetler. O ayetlere tek tek bakacağız ve o ayetlerin bugün mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mealinde nasıl anlamlandırıldığını önce bir görelim. Ondan sonra mezheplerin onlara nasıl anlam verdiklerini görelim. Sonra da kuranın bütünlüğü içerisinde. Çünkü biliyorsunuz Allah ayetleri kendi açıklıyor kimseye bırakmıyor, manasının nasıl olduğunu görelim. Önce 6. ayetin mealini oku. Diyanet İşleri Başkanlığı meali.
YAHYA ŞENOL: D. İ. Başkanlığı meali elinde. Hangi baskı olduğunu da söyleyeyim. Ankara 2006. 10.baskısı imiş. Muminun suresi de 23.sure kuranda. Hızlıca onun ilk ayetlerinden itibaren okuyayım ki anlaşılsın. “Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki zekatı öderler”. Şimdi eses bizim ders konusu olan 5 ve 6.ayet geldi. 5.ayet şöyle: “onlar ki ırzlarını korurlar”. 6-“ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne diyor burada şimdi?
YAHYA ŞENOL: “Eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışında”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki cariyeleriyle ne yapabilirlermiş? Cinsel ilişkiye girebilirlermiş. Bu ne oldu? Ayeti delil getirdi değil mi burada? Peki. Mezheplerde farklı bir görüş var mı?
YAHYA ŞENOL: Yok. Konuyla ilgili yapılan bütün çalışmalarda bu konuda icma olduğu çok net bir şekilde vurgulanıyor. Nikah gereksizdir, yapılırsa da geçersizdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Geçen hafta zaten bunu anlatmıştık. Şimdi bakın orada geçen hafta bir şey söylemiştim, onunla başlayalım. Ama yok, anlatırken söyleyeyim. Hemen anlaşılmıyor. İnce bir matematik gibi bu olay. Çok dikkatli olmadan anlaşılmıyor. Yukarıdan itibaren ayetleri okuyoruz. İstersen istersen tek tek ayetlerin meallerini oku
YAHYA ŞENOL: “Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada kadın erkek ayrımı var mı?
YAHYA ŞENOL: “Onlar ki namazlarında derin saygı içindedirler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Namazlarında derin saygı içinde”. Kadın erkek ayrımı var mı? Yok.
YAHYA ŞENOL: Onlar ki faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kadın-erkek ayrımı gene yok.
YAHYA ŞENOL: “Onlar ki zekatı öderler”. “Onlar ki ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam. Peki eşleri ve cariyeleri bunun dışındadır derken bak “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum”. “Ma meleket eymanuhum”un cariye olduğunu kim söylüyor? Meleket kelimesi. Melik vardır. Melik nedir? Şu anda herkesin bildiği kelime ile Suudi Arabistan’ın şu anda meliki var. Suudi Arabistan’da yaşayan insanlar üzerinde belli bir yetkiye sahip mi? Melik o demek. Emir verme ve ya da koyma yetkisi olan. Tabi emir verme ve yasak koyma yetkisi de sınırsız değil. Allah’ın tanıdığı sınırlar dahilinde. Melik o. Padişah, yetkili kişi. Peki eyman kelimesi? Yemin. Yemin, insanın sağ eli. Sağ el nedir? Güç ifade eder değil mi? Şimdi siz savaştaki esirleri güçle almıyor musunuz? Gücünüzü kullanarak almıyor musunuz? Bugün mesela Suudi Arabistan’da yaşayan insanlar gönüllü olarak o melikin emrini kabul ediyorlar. Türkiye’de yaşayan insanlar gönüllü olarak Türkiye’deki yönetimin emrini kabul ediyorlar da, az önce dedim bu emir öyle keyfi değil. Onun da bir takım kuralları var. Ama savaş esirleri gönüllü olarak mı esir aman kişilerin emri altına giriyorlar? Zorla. Onun için adına yemin deniyor. Yani güçle amınmış emir altına sokulmuş kişi. “Meleket eymanukum” sizin güçleriniz ona hakmiyet kuruyor. Gücünüz olmasaydı gelip sizin emriniz altına girmezdi. Bu yoksa sizin malınız manasına değil. Bir kimse padişahın malı olamaz. Herkes birer insandır. Kuran açısından hiç bir şekilde olamazsınız. “Meleket eymanukum” denenler bunlar. Peki “meleket eymanukum”a erkekler girmiyor mu? Bütün tefsirlere göre erkek köleler de girer erkek köleler de girer. Peki ne oldu da birden bire “illa ala ezvacihim: eşleri” dediniz, sonra da “sahip oldukları cariyeler” diye tercüme ettiniz. Bu tercümenin gerekçesi var mı? O zaman doğru tercüme ediyorsanız şöyle tercüme etmeniz lazım: “eşleri ve sahip oldukları esirler” diyeceksiniz, arkasından da diyeceksiniz ki; “nasıl erkek cariye ile ilişkiye giriyorsa kadın da kölesiyle ilşkiye girer” demeniz gerekir. Bu mantık bunu zorunlu kılar. Çünkü yukarıdan beri kadın erkek ayrımı yok, bundan sonra da kadın erkek ayrımı yok. MUMİNUN, 8.. Ayet: Vellezıne hüm li emanatihim ve ahdihim raun”, MUMİNUN, 9.. Ayet: Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun” yani hep ortak şeylerden bahsediliyor devamında. Onların meallerini de oku.
YAHYA ŞENOL: 8 ve 9.ayetler. “Yine onlar ki emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela burada kadın erkek ayrımı olur mu? Ne oldu yukarıdan 6.ayete kadar kadın erkek var. 6.ayette de var değil mi?
YAHYA ŞENOL: 5 idi o. 6: MUMİNUN, 6.. Ayet: İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanühüm fe innehüm ğayru melumın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sadece 6’da değiştiriyorsunuz, 7.sinde gene kadın erkek var. Böyle bir ifade olur mu? “Ma meleket eymanuhum” derseniz, dediğim gibi kadınında esiri olabilir erkeğin de esiri olabilir. Sen erkek olarak kendi esirinden cinsel olarak yararlanıyorsan ve bu ayeti delil getiriyorsan, o zaman kadın da kendi yanındaki erkek esirden yararlanır demen lazım. Neye dayanıyorsun? Görüyorsunuz: açıklamayı kendileri yapıyor. Halbuki Allah açıklamayı kendi üzerine almıştır. Ayetlerin açıklamasını. Ne diyor C. Hakk HUD, 1: “kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet: bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır” “mil ledün hakımin habır: hakim ve habir tarafından” yani Allah tarafından. Niye böyle yapmış? HUD, 2.. Ayet: “Ella ta’büdu illellah: Allah’tan başkasıpna kulluk etmeyesiniz”. İşte siz açıklamayı kendiniz yaparsanız ayeti keyfinize göre anlamlandırırsınız. Allah’tan başkasına kulluk ne demek? Allah’ın emretmediği şey emir olur, yasaklamadığı bir şey de yadak haline gelir. O zaman yepyeni bir din olmuş olur. Söyledim ya dersin başında yani Allah karşılıksız serbest bırakın diyor, Ömer Nasuhi Bilmen’in şeyinde vardı. Ne diyor? “Fida caiz değildir” diyor. Burada bir kaç defa okuduk. Allah emrediyor, sen caiz değildir diyorsun. Allah hiç bir şekilde kapı açmamış, sen birinci tercih öldürülür diyorsun, köleleştirilir diyorsun. Ya nereden çıkarıyorsun Allah aşkına. Yani bunu sadece Hanefi değil Şii-Sünni bütün mezhepler yapıyor. Ondan sonra da efendim ne diyorlar? Geçen hafta anwiklopediden okumuştun, ne diyorlardı? İslam aslında hedeflemişti kaldırmayı da, 20.asrın başına kadar kalkmamış da 20.asrın başında kalkmış! Halbuki Allah ne diyor; “el yevme ekmektu lekum dinekum”diyor Maide suresinin 3.ayetinde. Sizin için dininizi mükemmelleştirdim. Mükemmelleşmiş dine daha ilave yapılır mı? Sanki eksik kalmış gibi. Sanki Allah’ın gücü yetmiyormuş gibi. Sen kendin yaptın bunu? Hangi ayete uyuyorsun? Şimdi bakalım ki bu ayete yukarıdan beri kadın erkek ayrımı yapmadan nasıl anlam veririz? Kuranın bütünlüğü içerisinde. Kendi kafamıza göre değil. Şimdi bak. Karı-koca. Ne diyor Allah; “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum” bunu genel kabul edelim. “Ev ma meleket eymanuhum” yok düşünün. Orada “ev” diyor ya. “Veya” diyor Allah. Okusana “veya” demiş mi orada?
YAHYA ŞENOL: Yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Lütfen şuna dikkat edin “veya” kelimesi yok.
YAHYA ŞENOL: Arapça orjinali ayetin “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum”yani “eşleri veya sahip oldukları esirleri” demesi lazım. “Ev” Arapçada “veya”. Ya o, ya o, ikisi birden değil. Ama meale baktığımız zaman “ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır”. “Veya” dediğimizde şu ikisini kabul edelim: ya bu, ya budur. Ama “ve” dediğiniz zaman hem bu hem budur. İkisi de bir arada olur. “Veya”yı siz “ve”ye çevirdiğiniz an “ya bu, ya bu”yu “hem bu, hem bu”ya çevirirsiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam bir tahrif değil mi bu? Tam bir tahrif. Bakın işte meal. Allah “veya” diyor, bu “ve” diyor. “Ya o, ya o” diyorsa ne demektir? Bir insanın ya bir hür eşi olur ya da esir eşi olur. Çünkü vücudunu ancak ona açabilir. O insan kadın da olabilir erkek de olabilir. Ama her halukarda eşidir. Eşlerden birisini ned3n hür ya da esir onu ayetten göstereceğim biraz sonra da yani siz biliyorsunuz kuranın kuranla açıklanma metodunda hiç bir kelimeyi biz söylemiyoruz. Tamamını C. Hakk söylüyor ve ayette görüyorsunuz. O zaman da kimsenin kıpırdayacak hali kalmaz. “Veya” dediği için ikisinden biri olacak değil mi? İkisi birden olmaz. İkisinden birisi zevc. Onunla ilgili ayet bakın kadın olsun erkek olsun “illa ala ezvacihim: sadece eşlerine karşı açabilirler” dediğimiz zaman. Arapların kullanımında da bizde de kadına zevce denir, erkeğe zevc denir. Ama fasih Arapçada yani edebi Arapça’da zevce kelimesi yoktur. Kadına da zevc denir erkeğe de zevc denir. Tıpkı bizim türkçedeki eş gibi. Kadına da eş denir erkeğe de eş denir. Mesela kadın bu benim eşim dediği gibi kocası da karısı için bu benim eşim der. Dolayısıyla zevce kelimesi kuranda hiç yoktur. Zevc kelimesi vadır. Onun için zevc kelimesi kadın için de geçerli erkek için de geçerlidir. O zaman gelelim şimdi ayete. “Onlar ki ırzlarını korurlar”. O manayı verelim şimdi. Aslında “ırzlarını korurlar” değil “vücutlarını açmazlar”. Hadi mecazen öyle diyelim. Peki “eşlerine” kadın için de erkek için de geçerli mi? Bir kadın eşine bütün vücudunu açabilir mi? Bir erkek eşine bütün vücudunu açar mı? Bak şimdi bu bir. Yani kadın içinde erkek için de geçerli oldu mu “veya” dediğimizde? Ki “veya” diyen Allah, biz demiyoruz. Bu bir. İkinciye geçelim. Şimdi kadın esir, koca zevc. Karı kocanın her ikisi de esir olabilir. Çünkü esirleri birbirleriyle evlendirebiliriz. Peki bunun delili ne? Aşağıda var. NUR, 32.. Ayet: “Ve enkihül eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imaiküm : içnizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esşrlerinizden uygun durumda olanları evlendirin”. Evlendirdiğimiz zaman karı kocanın her ikisi esir olur mu? Peki biri diğerinin mülki yemininde mi olur yani hakimiyetine mi olur? Az önce dedik ya esir alma meselesi. Biri diğerini esir mi almış oldu? Yok. Biri diğerinin eşi olur zevci olur. Her ikisi esir olduğu zamanda ikisinin de mümin olduğunu düşünün, “illa ala ezvacihim: eşleri başka”. Şmdi o zaman esir kadın esir kocasının eşi, esir koca da esirkarısının eşi. Problem var mı? İkisi de tamam. Yani ikisi de hür ise biri diğerinin zevci, ikisi de esir ise biri diğerinin zevci oluyor “illa ala ezvacihim” ayetinde olduğu gibi. Peki ayetin bir bölümü. “Ya” dediği için ikisi birden olmaz. Şimdi ikinci bölümüne geçeceğiz. Bakın koca hür, kadın esir. Olabilir mi? Olur. Delili ne? Nisa 25. Ne diyor orada; “mümin iffetli ve hür kadınları nikahlayacak kadar varlıklı olmayanlar” istersen buradan oku. Bizim verdiğimiz meal olmasın yani.
YAHYA ŞENOL: Nisa 25 “sizden kimin hür mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mümin genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları halinde sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mihirlerini de güzelce verin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Erkek hür, kadın esir. Evlendiği zaman esirlik bitmez. Çünkü gücü yetmiyor. Gücü yetecek durumda olsa onu hürriyetine kavuşturup evlenmesi lazım. Ama yok. O zaman evlendikten sonra bu karı kocayı birbirinden ayıran vasıf ne? Bir tek vasıf var; birisi hür zevc, birisi mülki yemin olan zevc. Şimdi buradan kadın penceresinden bakarsanız yani cariye penceresinden bakarsanız evlenmiş. Evlendiği kişi o kadının nesi olur? Zevci olur değil mi başka bir şeyi olmaz. Şimdi bu kadın “illa ama ezvacihim” ayetine uydu mu? Senin zevcin vücudunu açabilirsin. Peki erkek penceresinden bakarsan bunun zevcesi ama mülki yemin olan zevcesi. Diğer zevcelerden bir farkı var. Hür değil. Şimdi “ev ma meleket eymanuhum”a uydu mu bu? Yani “illa ala ezvacihim” hür eşleri, “ev ma meleket eymanuhum” ya da esir eşleri oluyor ayetlerde. Esir gene eş. Niye eş dediğimizi bir başka ayette yine okuyacağım ama şu anda böyle bir görün, tekrarını yapacağız inşallah. Oldu mu şimdi? Koca hür, kadın esir. Esir için koca zevc, zevc için “ev ma meleket eymanuhum” gurubundan zevce olmuş oluyor. Dolayısıyla ikisi de birbirinin yanında açılır mı? Geçelim son şeye. Peki kadın hür koca esir olabilir mi? Yani madem hür bir erkek esir bir kadınla evlenmeyi arzu ediyorsa, hür bir kadın esir bir erkekle evlenmeyi arzu edemez mi? Yasaklayan bir şey var mı? Bir bakalım var mı? Bakın ayet. Ne diyor Allah? Bakara 221.
YAHYA ŞENOL: İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de mümin bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır”. Adam hür, kadın esir. Şimdi kadın açısından olaya bakacağız. “İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklere kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür bir erkek hoşunuza gitse de iman eden bir köle Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hür kadını esir erkekle evlendireceğiz. Peki hür kadın esir erkeğin ney olur? Zevci olur değil mi? O zaman “illa ala ezvacihim” ayeti hür kadına uydu mu? Hür kadın erkeğin zevci oluyor. Esir erkeğin zevci oluyor. O zaman esir erkek hür kadının yanında vücudunu açabilir mi mümin olduğuna göre? Çünkü zevci. Niye açmasın ki. Peki bu kadın esir olan kocası yanında vücudunu açabilir mi? İşte “ev ma meleket eymanukum”, “ya da”. Çünkü o “ya da”da bir vasıf farkı var. Yoksa ikisi de onun zevci. Ya da o. İkisi birden değil. Şimdi gördünüz mü bakın. Ayet 4 açıdan da kadına ve erkeğe uydu mu? Ama öbür şekilde hiç bir şeye uymuyor. Niye? Adamların canı karılarının yanında bir de cariye istedikleri için “veya”yı “ve”ye çevirmişler. Ayetleri sadece kadınlara mahsus kılmışlar. “Ev ma meleket eymanukum”a sadece kadın köle manası vermişler. Yapmadıklarını bırakmamışlar. Bu ne oluyor? Kuranı kendilerinin açıklaması oluyor değil mi? Peki böyle bir açıklamayı Allah ne sayıyordu? “Ella ta’budu illallah: Allah’tan başkasına kulluk etmek”. Yani bu, Allah’ın dini olmaz demiş oluyor. Peki şu anda şu size yapmış olduğumuz bu derste bu şekilde meseleyi anlatan herhangi birisini, bütün mezheplere baktınız Şia’da var mı bu? Yok. Maliki’de var mı? Yok. Hanefi’de yok. Bakın ayetin kurana aykırı bir şekilde anlatımında icma etmiş bu mezhepler. Allah bu a ne diyor? Allah’tan başkasına tapmak diyor değil mi? Peki kuran açısından ayette bir problem var mıymış? Bakın 4 tane ayetle açıkladık değil mi meseleyi. Zaten mesani diyor kuran, ikişerli bir sistem var. O sistemde hiç problem yok. Peki neden biz “ev ma meleket eymanukum”a zevc ile o ikisini birbirinden ayırdık? Keyfimizden mi uydurduk diye birisinin aklına gelecek. O “ev”i bir başka yerde de bulacağız şimdi. Aynı “ev”. Yani burada “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum”da buna benzer bir ifadeyi bir başka ayette bulacağız. O ayeti de Yahya okuyacak.
YAHYA ŞENOL: 4/Nisa suresinin 3.ayet. NİSA, 3.. Ayet: “Ve in hıftüm illa tuksitu fil yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülase ve ruba’ fe in hıftüm ella ta’dilu fe vahıdeten ev ma meleleket eymanüküm”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakın “fe vahıdeten ev ma meleleket eymanüküm”. Öbüründe “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum”. “Ev”den sonraki “ma meleket eymanuhum/eymanukum” “hum: siz”,”kum: onlar”. Anlam değişikliği yapmıyor. Ama “ma meleket: esirler”. Ne diyor; “fe vahıdeten ev ma meleleket eymanüküm”. Ya o, ya o. Üçüncüsü yok. İkisi bir arada değil. Peki nedir o? Diyor ki; “fe inhıftum ella ta’dilu: birden fazla kadınla evlendiğiniz zaman aralarındaki dengeyi kuramayacağınızdan korkarsanız”, “fe vahideten: bir kadınla evlenin”. Yukarıda “fenkihu” diyor, ayetin başı o. Bir kadınla evlenin diyor. O evlendiğin bir kadın öbür ayete göre zev olur değil mi? Ondan sonra “ev: yada”. “Ev ma meleket eymanukum”da olduğu gibi. İkisi bir arada olmuyor bak. “Ya da”,”ev ma meleket eymanukum: yada hakimiyetiniz altında olan kadınlarla evlenin” diyor. Ya onunla evlenin yada onunla evlenin diyor. Bu ayete de kuranla yüzde yüz zıt anlam verdiklerini biraz sonra okuyacağız ama birinci mesele anlaşılsın diye şimdilik girmeyelim. Daha sonra. “Ev ma meleket eymanukum” dediğinde nikahlı esir eşi oluyor. Sadece o farkı ortaya koymak için “ma meleket” kelimesi kullanılıyor. Ama o a eş. Nikahlı esir eş. “Fe vahideten ev” bak gene “ev” aynı ibare, aynı ifade. Çünkü kuranda müteşabih mesani yani birbirine benzer ayetler anlayışı vardır. O benzerlikle açıklamaya gidilir. Ama bu kurana keyiflerine göre anlam veren artık kim ise inşallah bunları bulmayı C. Hakk nasip eder. Çok büyük bir siyasi proje olduğu anlaşılıyor. Çünkü başka şekilde olmaz. Tarihçilerden destek bekliyoruz.
YAHYA ŞENOL: Esas vurgu yapacağımız şey “illa ezvacihim ev ma meleket eymanuhum” niye birine esir birine…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayetten dolayı bunu diyoruz. Müteşabihe öyle bir mana vermişler ki; “anlaşılmaz”. Peki Allah kime indirdi bu kuranı? Kendine mi indirdi? Bir de Kur’ani mübin denecek. Yani sistemi şey yapmışlar ya. Yıktın haneyi eyledin viran varayım sahibine vereyim haber heman. Acayip bir hale getirdin. Peki şimdi burada bir problem kaldı mı?
YAHYA ŞENOL: Ya hür eşi nikahlayın ya da esir bir eşi nikahlayın.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani MUMİNUN, 5.. Ayet: “Vellezıne hüm li fürucihim hafizun: vücutlarını korurlar/açmazlar” ama kime? Ya hür eşlerine ya esir eşlerine. Hür eş bir esirin hür eşi olabilir. Hürün hür eşi olabilir. Her ikisi için de vücudunu açabilir ya da hürün hür eşi olur, hürün esir eşi olur. Bakın hiç bir problem yok. Dördü de kuran ayetleriyle ortaya kondu. Dolayısıyla bu ayet dikkat ediyor musunuz hiç bir tarafa çekmeden, kadın erkek ayrımı yapmadan, “ev” kelimesinin anlamını değiştirmeden, tüm ayetleri birlikte ortaya koyduk anlaşılmayan bir şey kaldı mı? Bunlar birinci delilleri. Yani bir kimsenin/erkeğin cariyenin cinselliğinden yararlanacağına bunu delil getiriyorlar. Nikahsız olarak. Geçen hafta okuduk: nikah kıysa bile geçersizdir diyor. Kendileri koymuş ya sistemi. Ve buna Allah’ın dini diyoruz. Bugün bunda Şii-Sünni bütün mezheplerin yüzde yüz ittifakı var. En küçük muhalefet söz konusu değil. Birinci delil ortadan kalktı mı?
YAHYA ŞENOL: Bir ve iki. Hem Muminun hem Nisa üç. İkisi de.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Okumuş olduk da Nisa ile ilgili yapmış oldukları yanlışları söylemedik. Şimdi ikinci delillerine geçelim. Nisa 3.ayeti birinci ayeti anlamak için delil getirdik. Tamam orada problem bitti. Bir de Nisa 3.ayeri cariyelerin cinselliğinden yararlanılmasına delil getiriyorlar. Oradaki feceati şimdi görelim.
YAHYA ŞENOL: İsterseniz ben onu direk mealden okuyayım, nereden kaynaklanıyor diye tespit edelim. Elinizdeki meallerle karşılaştırma yapma şansınız varsa bakın lütfen. Elimdeki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangi meal olursa olsun hangi tefsir olursa olsun farklı bir şey göremeyeceksiniz. Ama biraz sonra göreceksiniz ki Arapça’da böyle bir anlam imkan ve ihtimal dışıdır.
YAHYA ŞENOL: Nisa suresinin 3.ayetine Diyanet İşleri Başkanlığı meali şöyle: “eğer o kadınlar arasında da adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın” alın deyince bu “fenkihu”nun tercümesi:”alın”. “Veya sahip olduğunuz cariyelerle yetinin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu meali okuyan ne anlar?
YAHYA ŞENOL: İki farklı yüklem çıktı burada. “Alın veya cariyelerle yetinin”. Türkçesi: “idare edin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir daha oku, dikkat edin. Burada cariyelerin cinselliğinden yararlanılabileceğinin bu meale göre durum böyleyse bir sıkıntı kalmaz. Dikkat edin.
YAHYA ŞENOL: “Eğer o kadınlar arasında da adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın veya sahip olduğunuz cariyelerle yetinin”.€
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne anladınız? Cariyelerin cinselliğinden yararlanma var mı burada? Hiç şüphesiz değil mi? Burada bir Türkçe öğretmeni var. İki kelimeyi bağlaç ile birbirine bağlıyorsunuz, iki kelimenin tek bir yüklemi var. Onu açıklarken iki tane yüklem ortaya koyuyorsunuz. Mesela diyorsunuz ki; “Ahmet ile Mehmet geldi”. Ondan sonra diyor ki; “bak bak ne dedi görüyor musun?”. “Ne dedi?”. “Ahmet geldi Mehmet gitti dedi”. Ahmet ve Mehmet geldi sözü böyle anlaşılır mı? Tek bir yüklem var. Böyle bir şey dünyanın hangi dilinde olur. Şimdi bakalım. Bak diyor ki mesela Arapça’da şu ya da şu. Tek bir yüklem. Diyor ki; “fenkihu vahidedten evinkihu ev ma meleket eymanikum: ya bir hür kadını nikahlayın ya da eliniz altındaki esiri nikahlayın”. Zaten esirin nasıl nikahlanacağına dair az önce okuduk Nisa suresinin 5.ayetinde vardı zaten. Hangi mezhepten başlıyoruz? Bu mezheplerin hepsi aynı. Değişen bir şey yok.
YAHYA ŞENOL: Zaten tefsirden okuyacağımız için. Elimde benim Şafi mezhebinin önde gelen fakihlerinden Hatib Eş Şırbini’bin tefsiri var. Essıracul Munir diye. Onun Nisa suresinin 3.ayeti ile ilgili tefsirini okuyayım. Hangi tefsire bakarsanız zaten aynı söyler. Orada Nisa suresinin 3.ayetini şu şekilde tercüme etmiş: “fe vahideten”den başlayayım. Yani “eğer kadınlar arasında adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanı”, hangi konuda? “Kasmı ven nafaka” yani hem kendilerine ödeyeceğiniz harcamalar hem de kendilerine ayıracağınız vakit konusunda adaletsizliğe düşeceğinizden korkarsanız “fe vahideten: bir tanesini alın”. “Ey” yani tefsirlerde açıklama edatıdır bu,.”yani”,”fenkihu vahideten: bir tane nikahlayın”. “Fenkihu”. Ayetin bir üst satırda geçen yüklemi bu. “Bir tane nikahlayın”, veya “ev ma meleket eymanuhum” olunca ne olur? “Veya esiri nikahlayın” olması lazım. “Ev ma meleket eymanukum” ayet cümlesiydi. Şimdi açıklıyor diyor ki; “ iktasiru ala zalike” farklı bir yüklem takdir etti: “yetinin: iktasiru” bir taneyle idare ediverin canım. Yetinin kelimesini kendi koydu. Ayette yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranda tahrif yok muymuş? “Fenkihu ev ma meleket eymanukum” demesi lazımdı.
YAHYA ŞENOL: Metninde yok da açıklamasında var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Metinde tahrif olmaz şüphesiz. Tahrif zaten anlam kaydırması demektir. Ona tahrif derler. Var mıymış? Hambeli’de farklı bir şey var mı Celal? Hambeli de aynı. Maliki aynı. Şia? Tabatabai’nin tefsirinden okudu. Şia’nın. Çok meşhurdur. Sünnilerin dediklerinin birebir aynısı hiç farkı yok Muminun suresinin 6.ayeti. Bu da iyice bozmuş. Bizimkilerden daha fazla bozmuş bu? Orada şöyle diyor. Öyle bir bozmuş ki. Bizimkiler sadece bir kelime sokuşturmuşlar, bu cümleler sokuşturmuş araya. Biraz farımız olsun diye. Diyor ki; ya bir tane kadını nikahlayın diyor, dört tane, üç tane, iki tane ya da bir tane dedi ya. Ama diyor canınız çekiyorsa istediğiniz kadar da cariye alın. Öyle mana veriyor. İstediğiniz kadar. Onun sayısı yok. Onlardan yararlanabilirsiniz diyor. Çünkü onların cinsellikleri size helaldir. Nereden çıkardın bunu. Görüyor musunuz artık iyice dağıtmış. Görüyor musunuz bakın ayetin yanlış anlamlandırılmasında Şii-Sünni bütün mezhepler ittifak etmiş mi? Ve tekrar edeyim: Arap dili açısından bu ayete bu anlamın verilmesi imkansızdır. Mümkün değil böyle bir anlam verilmez. Ben geçen hafta anlatmıştım. Konu bütünlüğü açısından tekrar anlatayım. Buraya bir karı koca geldi Riyad Üniversitesi’nden. Kadın, Arap dili ve edebiyatı bölümü başkanı. Zaten Suudlu kendisi Arap. Az önce Yahya’nın okuduğu ayeti verdim, şu ayete bir meal verir misin dedim. Çocukluktan itibaren öyle şartlandırmışlar ki düşünmeden hemen aynı manayı verdi. Burada arkadaşların anlattığı manayı verdi. Dedim nereden çıkardın araya ikinci bir fiil sokuşturdun, var mı böyle bir şey? Öyle deyince birden bire “aaa! Ne muhteşem bir şeymiş!”. Bir sevindi kadın. Ben hiç düşünmedim falan. Senin verdiğin manayı bu ayete verme imkanı var mı? “Asla” dedi böyle bir şey mi olur falan diye son derece sevindi. Şartlanmışlık insanı ne hale getiriyor. Medine’de de görüşmeler bittikten sonra Arap dili ve edebiyatı hocası olan Muhammed Yakub Türkistani dedi ki; “ya Abdulaziz Bey, bu ne biçim bir Arapça” dedi. Dedim “çok mu kötü?”. “Yok canım, söylediklerin hepsi doğru ama hiçbirisi bizim kitaplarda yok” dedi. “Bu Arapçayı nereden öğrendin” dedi. Dedim “valla siz şunun bunun kitaplarından öğreniyorsunuz, biz de Allah’ın kitabından öğrenmeye çalıştık”. Bu, ikinci ayet. Gördünüz mü? Birinci ayet delil değil. İkinci ayet de deşil değil, saptırılmış. Üçüncü delillleri?
YAHYA ŞENOL: Üçüncü delilleri de Nisa suresi 24.ayet. NİSA, 24.. Ayet: “Vel muhsanatü minen nisai illa ma meleket eymanüküm” bu da 22 ve 23.ayetle anlaşılabilecek bir ayet. 22.ayet:”ve la tenkihu anekeha abaukum” diye başlıyor. Salı dersinde okuduğumuz ayetlerdi bunlar. “Babalarınızın nikahlamış olduğu kadınları nikahlamayın diye” bir nikah yasağından bahsediyor. 23.ayette de “hurrimet aleykum ummuhatikum ve benatikum” başlıyor “anneleriniz size haramdır”. Haram olan burada ne? Nikah. Kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizleri emzirmiş olan anneleriniz, süt kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri falan bunların hepsi size haramdır. Yani bunlarla nikahlanmak haramdır. 24.ayet “vel muhsanatu minen nisai: evli olan kadınlar da size haramdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evli erkek bir başka hanımla evlenir ama evli bir kadın bir başka erkekle evlenemez.
YAHYA ŞENOL: “İlla” bakın bir istisna edatı geliyor. “Ancak şunlar hariç”,”ma meleket eymanukum”. Yani esir aldığınız kadınlar hariç”. İşte deniyor ki bak esir aldığınız kadın evli bile olsa onlarla nikahsız olarak ilişki kurulabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada ne dendiğini kısaca anlamaya çalışalım. En başta Muhammed suresinin 4.ayetini okuduk ya. Esir kadın olsun, erkek olsun serbest bırakılacak. Serbest bırakılmanın da iki yolu var. Ya fidye alınarak serbest bırakılır ya da fidye alınmadan serbest bırakılır. Karşılıksız serbest bırakılırsa zaten esir olnaktan çıkar, olur hür kadın. Dolayısıyla evlidir, onunla evlenme olmaz. Ama ben fidye istiyorum derse? Çünkü Allah o yetkiyi de vermiş sana. O zaman bu kadın savaş esirini düşünün. Savaş ortamında kocası da esir düşmüş olabilir, malını kaybetmiş olabilir ki büyük bir ihtimaldir o. Getirip de fidye veremezler. Fidyenin bir tek yolu kalır kadın için, o da evlenmek. Kendisini yanına esir alan erkek onunla evlenmek isterse onu hürriyetine kavuşturmadan evlenmesi mümkün değil. Çünkü Nisa 25.ayette diyor ki; NİSA, 25.. Ayet: Ve mel lem yestetı’ minküm tavlen ey yenkihal muhsanatil mü’minati: mümin hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenler esir kadınla” sen istersen onu hürriyetine kavuşturacağına göre kendi gücün yermiyor değil yetiyor. O zaman bir tek şu olur. Ben seni hürriyetine kavuşturduktan sonra benimle evlenmekten vazgeçersin başka tarafa gidersin, benimle evlenmen şartıyla hürriyetine kavuşturuyorum der, hürriyet bedelini onun mihri yaparsın. Geçe hafta burada Vedat okudu. Resulullah Safiye’ye ne dedi? İstersen ben seni hür olarak bırakayım git ama benimle evlenirsin hürriyet bedeli karşılığında. Evlenmeyi kabul etti. Evet dediği andan itibaren hürriyet bedeli onun mihri oldu ve hürriyete kavuştu. Artık hür kadın olarak evlenmiş oldu. Böyle bir imkandan bu kadının yararlanması için kuran bu ayeti ile esir olan kadının medeni halini değiştiriyor, eşinden boşanmış sayıyor. Boşanmış sayınca işte kadının bu şekilde hürriyetine kavuşma fırsatı oluyor. Kendisine ev buluyor, sahip buluyor. Eğer yanında bulunduğu kişi kendisiyle evlenmiyor da bir başkasıyla evlendiriyorsa orada da mihir alıyor. Zaten ayette “ve atuhunne ucurehunne bil ma’ruf: marufa göre mihirlerini kendilerine verin”. Diyelim ki 1000 lira almadan seni hürriyetine kavuşturmam dedi. Tabi evlenecek kişinin o kadar parası yok 500 lira mihir verdi. Bu 500 lira mihiri alır, gider çalışır eşiyle beraber çalışırlar kazanırlar, 500 lira daha üzerine koyar adama verir, hürriyetine kavuşur. Hatta zekattan da alabiliyor biliyorsunuz. Bir an önce hürriyetine kavuşmasının yolunu kuran tamamen açmış oluyor. Ama olayın bu tarafı kimi ilgilendirir? Adamın canı kadını canı çekiyor, ayette olsun olmasın ilgilendirir mi! Nasıl mana verdiklerini ayete şimdi göreceğiz.
YAHYA ŞENOL: Yine Siracul Münir’den okuyayım. “Hurrimet el muhsanatu” yani ayetin başındaki muhsanatı şu şekilde açıklıyor: “ey zevatul ezvac” kocaları olan kadınlarla evlenmeniz haram kılındı. “Minen nisai” nesi haram: “en tenkihuhunne” yani onlarla nikahlanmanız haram.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı cümle. İstisna yapılıyor ama yüklem değiştiriliyor.
YAHYA ŞENOL: Doğru yüklemi verdi, şimdi şeyi söylüyor “illa ma meleket eymanikum”. Bu ne demek: “ey minel imai bi sebhi” yani esir olarak aldığınız cariyeler kastedilmiştir burada. “Felekum vat’uhunne ve in kane lehunne ezvacun fi daril havi” yine nikah fiili kalktı, yerine başka bir şey geldi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tercüme etmekten utanıyor bak. Gerçekten ben okurken kulaklarım kızarıyor ama ne yapalım, ortaya koymak mecburiyetindeyiz. Başka çare yok. Orada böyle bir şeyin olması mümkün değil dil bakımından. İmkansız. Diyor ki; “evli kadınlarla evlenemezsiniz ama evli olan esir kadınlarla ilişkiye girebilirsiniz, ilişkiye girme hakkınız vardır”. Ya bu istisna var. Yani diyor ki aynı yüklemden istisna ediliyor. Sen burada cinsel ilişkiyi nereden çıkardın ya? Böyle bir anlam imkansız Arap dilinde. Boşuna Ali İmran suresinin 7. ayetine yanlış anlam vermiyorlar bu insanlar. Orada Allah ne diyor; “fe emmellezine fi kulubihim zeygun: kalplerinde kayma olanlar” yani adam kafaya koymuş buna bir fetva bulacak. O kadınla ilişkiye girecek. Ama milletin ayıplamasını engellemek için ne yapacak? İşi kılıfına uyduracak. “Fe yettebiune ma müteşabeha minhu” yani “mateşabeha zeygun minhum minel kitab” kendi kaymalarına uygun bir ifade ararlar. O ifadeyi de tam olarak değil, o bir kelimeyi cımbızla çeker kelimeye kendi istedikleri manayı verir, ondan sonra ondan hüküm çıkarırlar. İşte burada “muhsanati minen nisai” yani “hurrimet aleykum nikahul muhsanati minen nisa”. “Evli kadınlarla nikahlanmak size haram kılınmıştır”. Yukarıdan beri Allah bildiriyor. Peki “illa ma meleket” ne demek? “İlla nikahu ma meleket eynanikum” yani evli kadınlar eğer esir olarak alınmışlarsa, karşılıksız da serbest bırakmamışsanız ya da kocası gelip de fidyesini ödeyip de hürriyetine kavuşturmamış ise veya bir başkası, o zaman bu kadının hürriyetinin yolunu açmış oluyor C.Hakk. Onunla evlenebilirsiniz diyor. Evlenebilirsiniz diyor. Evlenebilirsinizden başka bir anlam verme imkanı olmadığı halde tıpkı Nisa 3.ayet gibi bunun da anlamını saptırmışlar ve cariyeleri odalık olarak kullanmaya delil almışlardır. Peki fark var mı diğer mezheplerde? Yok. Aynı. Kuran tefsirine sokuşturmuş Tabatabai. Diyor ki: “evli kadınlarla nikahlanmanız haramdır”. Tamam. İlk kelimeye güzel mana veriyor. Ama evli esirlere sıra gelince diyor ki; “gelenek böyle oluşmuştur” diyor. Delil o. Ayetten çünkü delil çıkarması mümkün değil. Bir insanın yanında evli karı koca esir varsa. Benim söylediğim bu geçen hafta bulun diye. Tabatabai’de okuduğumu hatırladım şimdi. Ama bir başka bölümünde okumuşum demek ki bu bölümünde değil. Diyor ki evli cariyeleriniz mesela bir cariyen var, evlendirdin. Canın çekti. Kocasına vermişsin evlenmiş gitmiş. Kocası hür de olabilir fark etmez. Canın çekti, ben bu akşam onunla birlikte olmak istiyorum. Adamın getirmesi lazım. Bir hafta benim yanımda kalsın? Getirecek diyor. İlişkiye girersin onunla tekrar iade edersin diyor. Haşa bu ayet ona fetvaymış! Allah’ın ayetlerini ne hale getirdiklerini görüyor musunuz? Adamın canı çekmiş, gelsin. Allah burada o müsadeyi vermişmiş ayet haşa. Başka hangi delil kalmıştı? Birinci ayet okuduk Müminun 6: delil olmadığını gördük. Nisa suresi 3.ayeti okuduk delil olmadığını gördük. Ama ne kadar kötü şeylere delil aldıklarını da gördük. Nisa suresi 24.ayetin delil olmadığını ama çok kötü şekilde ayetin saptırıldığını gördük. Biz burada Tabatabai dedik ama diğer mezhepler de bundan geri değil. Biraz sonra onun ibarelerini de okuyacağız. Canım çekti getir bana diyor. Diğerleri de bundan geri değil. Bu ne biçim bir şeydir ya. Yeryüzünde bunu hazmedecek bir insan var mı? Peki öbür ayet?
YAHYA ŞENOL: Onların delil getirdiği ayetler bunlar. Fakat Nisa 24’ü okuduk, şimdi 25.ayette şey var. Aslında tüm bu gelenekteki söylenen şeylerin doğru olmayacağını gösteren ayet var. Nisa suresinin 25.ayeti şöyle: “Ve mel lem yestetı’ minküm tavlen ey yenkihal muhsanatil mü’minati fe mim ma meleket eymaüküm min feteyatikümül mü’minat: sizden kimin hür mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mümin genç kızlarınızdan yani cariyelerinizden alsın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya o, ya o dikkat ediyor musunuz? İkisi birden değil.
YAHYA ŞENOL: Gücü yetmediği takdirde ancak alabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gücü yetmediği takdirde alabilir. Gücü hür bir kadınla evlenmeye yetiyorsa alamaz. Almak istiyorsa hürriyetine kavuşturur ondan sonra alır. Resulullah’ın yaptığı gibi.
YAHYA ŞENOL: “Feteyatikum mu’minat” Allah iman şartı koştu burada. Devamında da diyor ki; “vellahü a’lemü bi ımaniküm ba’duküm mim ba’d: Allah sizin imanınızı daha iyi bilir, hepiniz birbirinizdensiniz” .
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birisi der ki mümin olduğuna nasıl inanacağız?
YAHYA ŞENOL: Yani sorgulayamazsınız. Allah bilir en iyi. Sonra esas şey geliyor “fenkihuhünne bi izni ehlihinne: onları ailelerinin izniyle nikahlayın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ehil aile demektir.
YAHYA ŞENOL: Emir çok açık: “fenkihihunne: onları nikahlayın”,”bi izni ehlihinne: ailelerinin izniyle”.
YAHYA ŞENOL: Burada şuna da dikkat çekelim. Dedi ya “fe vahideten e ma meleket eymanukum”da zaten nikahtan başka bir anlam verilmez ama artık burada da “fenkihuhunne: o kadınları nikahlayın” diye artık Arap dilini saptıranların bile yapamayacakları bir açıklılkta olayı anlatıyor. Hür kadına gücünüz yermiyorsa o kadınları nikahlayın diyor. Nasıl nikahlayacaksınız? Ailesinin izniyle. Peki bu kadın hür olsaydı nasıl nikahlanacaktı? Gene ailesinin izniyle. Yani hür ile bunun arasında bir fark yok. Ama fark şu: hür kadına mihir vermek biraz pahalıya malolur, bu bira ucuza gelir.
YAHYA ŞENOL: “Fenkihuhunne bi izni ehlihinne ve atuhünne ücurahünne bil ma’rufi muhsanatin ğayra müsafihativ ve la müttehızati ahdan” şöyle meallendirilmiş: “öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları halinde sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mihirlerini de güzelce verin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki evleneceğimiz esir kadınlarda şart neymiş? Namuslu olacak. Peki bu anlatılanlarda namuslu olmasından bahsedilir mi? Kendisini korumuş olacak. Muhsanat korumuş demek. Kale ile korunmuş gibi olacak. Hısın, kale demektir. Kale gibi korumuş. “Gayra musafihat: açıkça zina etmiyor”, “ e la muttehızati ahdan: gizli dostu da yok”. Tertemiz bir kadın. Bu kim? Bu esir kadın değil mi? Hani böyle cinselliğ ortaya atılan bir kadın için böyle şeyler olur mu? Allah’ın ayeti!
YAHYA ŞENOL: “Ve atuhunne ucurehunne bil ma’ruf”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Atuhunne: o kadınlara verin”. Kadının kendisine veriyorsun. Neyi? “Ucurehunne: mihirlerini” .Hür kadın olsaydı mihrini kim alacaktı? Gene kendisi alacaktı değil mi? O esir? Gene kendisine vereceksin. Evlenirken yanında bulunduğuna ailesi diyor, onun izniyle diyor. Ondan sonra “mihrini verin marufa göre”. Yani o konuda oluşmuş bir kuranın koyduğu sistem vardır, örf vardır.
YAHYA ŞENOL: Tek bu ayet olsa kuranda başka hiç bir ayet olmasa, esir düşmüş kadınlarla nikahsız olarak asla birliktelik kurulamayacağı, nikahın da hür kadınlarda olduğu gibi ailelerinin izniyle ve mihirlerini de bizzat kendilerine vermek kaydıyla kıyılabileceğini açık ve net bir şekilde görüyoruz. Zaten nikahtan bile söz edilmesi otomatikman kadının bu nikaha rıza göstermesini de bir şart olarak doğuruyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten “fenkihuhunne” de4ken nikahın bir tarafı o esir kadın. Ben istemiyorum derse bu nikah kıyılamaz ki. O yanında bulunduğu sadece onay verme mevkiinde. Ben istemiyorum dediken sonra neye onay vereceksin ki.
YAHYA ŞENOL: Halbuki bizim kitaplarınızda geçen hafta da okumuştuk hatırlayacaksınız: esir alan kişi açısından bir hak, esir alınan kişi açısından bir görev olarak görülüyordu hatırlıyorsanız nikahsız olarak ilişki. Efendinin hakkı, cariyenin de görevidir. Halbuki Allah hem nikahı şart koşuyor, hem mihri şart koşuyor, hem de gizli veya açık zina yapmamalarını şart koşuyor. Yani her şey hür kadınlarda olduğu gibi motamod aynı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı şartlar hür kadınlar için de var Maide suresinin 5.ayetinde.
YAHYA ŞENOL: Tek başına bu ayet bile aslında bütün bu konuştuklarımızı özetliyor. Ama olay tabi zannettiğimiz kadar açık ve net bir şekilde tefsirlere yansımamış. Cemal Hoca şey yapsın, Razi tefsirinden cumhurun görüşü özetlenmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cumhur derken yani çoğunluk. Fahreddin Razi’nin tefsiri. Burada şu anlatılıyor: atette diyor ki; “atuhunne” o kadınlara mehirlerini verin diyor. Mihri kadının kendisine verin diyor. İstersen o ayeti okumadan önce şu daha net anlatıyor meseleyi. Hanefi mezhebinden Ahkamul Kur’an, Cessas’ın. Ki en tepe kitaplardandır. Kuran hükümlerini anlatıyor. Oku bakalım oradan.
YAHYA ŞENOL: 2.cild 166.sayfa. “Ve atuhunne ucurehunne” bu ibare yani mihirlerini onların kendilerine verin ibaresini şu şekilde açıklıyor. Diyor ki; “yaktadi zairuhu vucube def’i mihri ileyha: ayetin açık ifadesi mihrin bizzat bu evlenilecek olan esir kadına verilmesi gerektiğini gösteriyor”. “Vel mehru vacibun lil mevla duneha; halbuki mihir bu kadının kendisine değil, efendisine düşer” diyor. Zahiri böyleyse de değil. Bizzat efendisine düşer. Neden? “Li ennel mevla huvel maliku lil vat’illezi ebahehu zevci bi abdin nikahi fe huvel mustahi li kulli bedelihi”. Burayı siz tercüme edin.
YAHYA ŞENOL: Gerçekten ayıp. İnsan söylerken utanıyor. Belki gerek yok ama.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başka çare yok ki. Bunu Allah’ın kitabının hükmü gibi yazmışlar mecburen anlatacağız. Başka çaresi yok. Diyor ki “ayetin açık ifadesi”. Kendi söylüyor. Mihrin kadına verilmesini gerektirir. Ama diyor mihir kadına verilmez sahibine verilir. Niye? Çünkü o kadınla ilişki kurma hakkı onundur. Cinselliğinden yararlanma hakkı onundur. O, bu nikahla hakkını satmış. Onun için bedelini hak eder diyor. Hakkını satmış bedelini alacakmış.
YAHYA ŞENOL: Türkçe olarak buna uyan kelimeyi herhalde zihninize getirdiniz. Söylemeye gerek yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar bunlardan daha hafiftir. Çünkü hiç olmazsa Allah’ın kitabına mal etmiyorlar. Orada açıkça söylüyor diyor ki; “ayetin açık hükmü budur” diyor, arkasından “ama” diyor Allah bilmiyor haşa “efendisine verilir. Hatta vaciptir ona vermek diyor. Farzdır manasına. Kadına veremezsin demiş oluyor. Niye? Kadının cinselliğinden yararlanma hakkını satmış da ondan öyleymiş. Tabi sattıysa geri isteme hakkı var mı? Gördünüz Tabatabai ne dedi? O arada canı çekti: getir bana bir hafta on gün. Ya da falan yere seyehate gideceğim, benimle beraber olsun dönüşte sana iade ederim. Bu ne ya? Ama benzer hüküm diğer mezheplerde de var. Bak delil getiriyor. Allah açıkça “mihri kadına verin” diyor, şimdi mihri niye kadına vermediklerine nasıl olmuşsa kurandan bir ayet kendi işlerine yaradı mı birazcık hesaplarına geldiyse ayete sarılırlar. Gelmezse ne ayet alırlar ne hadis, hiç bir şey almazlar.
YAHYA ŞENOL: Delil getirmeye çalıştıkları ayet de NAHL, 75.. Ayet: “Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey’iv” bu kadar. Ayet devam ediyor ama önemli değil!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çünkü kendi kafalarındakine uygun olan kısım. Bu kadarı yetiyor. Hep anlatırlar ya: Bektaşi’ye demişler ki niye namaz kılmıyorsun? “Allah demedi mi la takrabus salate: namaza yaklaşmayın? “Ve entum sukara”?. Ben hafız mıyım demiş. Buna güleriz de görüyorsunuz bu mezhepler Bektaşiye rahmet okutur.
YAHYA ŞENOL: “Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey’iv”. Meali şöyle yapılmış: “Allah hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir”. Burada “la yakdiru ala şey’in”
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Memluken” malı olan kelimesi olmaz. Üzerinde hakimiyet kurulmuş demektir. Meleket eymanukum.
YAHYA ŞENOL: “La yakdiru ala şey’in” bu ibareyi hiç bir şeyi olmayan kimse diye tercüme etmişler. Ve aynen bu Cessas da az önce Razi’den de okundu şöyle demiş; “fe nefyu mulkihi nefyen âmmen” veya “fe nef’a mulkihi nefyen âmmen” de olabilir. Allah burada onun hiç bir şeye malik olamayacağını nefyetmesi yani olumsuzlaması geneldir. Yani hiç bir şeyi olamaz bir esirin, bir kölenin bunların anlayışına göre. “Ve fihi eddelaletu ala innel emete la testehikumehreha ve la temlikuhu”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada “emette” demedi ki “abd” dedi?
YAHYA ŞENOL: Bu şeyi açıklıyor ya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendi kafasındakine uyacak.
YAHYA ŞENOL: Bu da gösteriyor ki diyor bir cariyenin veya esir düşmüş bir kadının mihrini almak gibi bir hakkı yoktur, ona sahip olmak tamamen efendisinin hakkıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah orada diyor ki; “la yakdiru” yani bir ölçü koymak demek. Bir ölçü koyamaz, o yüzden “şu şöyle olacak, şu şöyle olacak” diyemez çünkü emir altındadır. Tamam buna kimsenin itirazı yok. Peki bunun mihri alma ile ne alakası var? Onun hiç bir şeyi olamaz diyorsan, geçen hafta sen diyordun ya şimdi aklıma geldi Nur suresinin 33.ayetini alalım. Bir de oradaki meali oku. Oluyor muymuş olmuyor muymuş hadi bakalım. Bir de evlilikle ilgili. Nur suresi 33.ayeti açın. 24.sure. Oradaki feceat buradakilerin hepsine rahmet okutacak cinstendi.
YAHYA ŞENOL: Nur suresi 24.surenin 33.ayeti. NUR, 33.. Ayet: Vel yesta’fifillezıne la yecidune nikahan hatta yuğniyehümüllahü min fadlih vellezıne yebteğunel kitabe memma meleket eymanüküm fe katibuhüm in alimtüm fıhim hayrav ve atuhüm mim malillahillezı ataküm..”. “Evlenmeye güçleri yetmeyenlerde Allah kendilerini lutfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hatta ondan önce esirlerin evlendirilmesinden bahsediyor. Bir önceki ayette. Okumuştuk onu da.
YAHYA ŞENOL: “Sahip olduğunuz kölelerden mükatebe yapmak isteyenlere gelince. Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükatebe yapın, Allah’ın size verdiği maldan onlara verin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara mal veriyorsanız o malın sahibi olmayacaklar mı? Hani olamazlar diyordunuz? Ne oldu? Esas berbat olan kısım: orayı bir oku. Bakın bu kadar hep ayetlerde cariyelerin evlendirilmesi, evlendirilmesi, evlendirilmesi.. Ne dedi? Efendilerinin izniyle evlendireceksiniz dedi. Burada cariye manası vererek okuyalım. Onların dedikleri anlamla okuyalım.
YAHYA ŞENOL: “Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onları çok bağışlayıcıdır, çok merhametidir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki zorla fuhuş yaptırılabilirmiş yani. İffetli kalmak istiyorlarsa zorlamayın diyor. O zaman bu cariyeleri bırakın afedersiniz bir fuhuş yuvası da açar, zaten az önce anlatılanların da farkı yok ki. Fuhuş yuvası açar ve ayeti ona delil getirir. Değil mi? Eğer namuslu kalmak istiyorlarsa: istemiyorlarsa? O zaman zorla da yaptırırsın. İstiyorlarsa zorlamayın. İstedikleri halde zorlarsan ne olacakmış bir de onu oku. Namuslu kalmak istiyor, zorla zina yaptırmışsın para kazanacaksın haşa. O zaman ne olur bir daha oku.
YAHYA ŞENOL: “Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki onların zorlanmasından sonra Allah onları için son derece bağışlayıcıdır, çok merhametlidir”.
YAHYA ŞENOL: Bir şey olmaz korkma Allah bağışlayacak. Zinaya yaklaşmayın diyen Allah böyle bir hüküm koyar mı? Ama efendim doğru mana verseler sistem çökecek. “Feteyatikum” kelimesine “cariyeler” diyelim. Orada ne dedi Allah Nisa suresi 25’de? “Fenkihuhunne bi izni ehlihi: ailesinin izniyle o cariyeleri nikahlayın” dedi değil mi? Aile baskı yapabiliyor mu? İzniyle nikahlıyorsunuz. Sadece aile onay verecek, cariyenin kendisi kabul ederse evlendireceksiniz, etmezse evlendiremeyeceksiniz. Çünkü nikahın bir tarafı oluyor cariye. “Ehlihinne” diyerek ailesi diyor yanında bulundurana. Sahibi kelimesini kullanmıyor. Şimdi genç kızları babaları zorla evlendirmiyor mu? Bir vakıa değil mi bu? Şafi, Maliki ve Hambeli mezheblerinde bakire kızı baba bağırta bağırta evlendirir, o da tıpış tıpış gitmek zorundadır. Mesela diyelim İstanbul’da tıp fakültesini bitirmiş bir kızcağız diplomasını almış köyüne gidiyor büyük bir sevinçle, “baba, anne bak diplomamı aldım doktor oldum”. “Ooo kızım çok iyi oldu geldin. Bizim ağanın 4.karısı yaptık seni de hayırlı olsun”. Ne yapacak? Bu kızın piskolojisini bir düşünün bakalım. Bu dindar bir kız olsun. Diyecekler Şafi mezhebine göre, Maliki mezhebine göre, Hambeli mezhebine göre buna itiraz hakkın yok. Bu kızlar niye intihar ediyorlar? Bu mezheplerin hepsi diyor ki; “bu kız buna gitmek”. Peki çekti gitti, kaçtı? Kocasından kaçmış bir kadın olur. Kocası gider onu yakalar öldürür. Çünkü kocası o. Kaçamazsın ki. Peki gitti başkasıyla evlendi? Evli kadının evlenmesi mümkün mü? O zaman banasına diyor ki; “bak kızın zina yapıyor”. Çünkü bu üç mezhebe göre zina git hadi öldür, zina yapan öldürülür. Gidip öldürüyorlar. Peki hür kız için bu. Hür kıza bunu yapan cariyeye yapmaz mı? Ve salı günü derste anlattım. En küçük bir delilleri yok. Hiç mi hiç. Sıfır. Hiç bir delilleri yok bu üç mezhebin. Deliller tamamen aleyhlerine. Yüzde yüz aleyhte. Peki şimdi burada ne diyor? Bakın cariye ile evlendirirken ailesinin izniyle evlenme kararını cariye verecek. Peki o adam diyor ki; “ya kardeşim ben seni besliyorum git şununla evlen, mihir verecek. Biraz rahatla ben de rahatlayayım. Geçindiremiyorum”. O zaman ne diyor burada? Yani “feteyatikum”a cariye diyelim “ve la tukrihu feteyatikum alel biğa”. Çünkü sen zorla evlendirirsen o isyan eder. İstemediği birisiyle evlendiriyorsun. İsyana zorlamayın diyor. “in aradne tahassunen” evlenmeye niyetim var ama bununla değil başkasıyla evlenmek istiyorum. Yok illa bununla olacak. Bu zengin, itibarlı falan. Tabi bu ayetin asıl manası hür bakire kızlardır. Böyle kabul edelim, hiç bir sakıncası yok. Peki adam zorla evlendirdi cariyeyi. Dinlemedi. Yapabileceği bir şey yok yani. Ne yapsın. Bugün de bir sürü kız var ki zorla evlendiriliyor, bir türlü engel olamıyor yani. Gidip resmi nikah sırasında bile koltuğunun altında tabancanın soğuğu ile evet diyenler var yani. Dinen geçerli bir evlilik değil. Çünkü kendi arzusuyla olması lazım. Bu kız orada zina yapıyor hükmünde olacak. Allah diyor ki; “fe innallahe ba’di ikrahinne gafurur rahim” bu kızları böyle zorladılar ya, Allah onları affeder diyor. Zorlayanları değil de bunları affeder. Yani sizin orada ilişkilerinizi gayrımeşru ilişki saymam diyor Allah. Çünkü engel olma şansınız yok. Şimdi siz bu ayeti tutuyorsunuz cariyleri haşa parayla satmanın delili yapıyorsunuz. Bakın Diyanet’in mealinden değil mi? Şu kitapların hangisinden okursanız okuyun aynı. Sistemi görüyor musunuz? Onun için her defasında tekrarlayıp duruyorum: ya kardeşim, İşid’e karşı çıkıyorsunuz. Batılılar bunları teker teker tespit etmişler. Kendi toplumlarını islam’dan korumak için İşid gibi şeyleri destekliyorlar. Niye destekliyorlar? Millete “bak beyler islam bu, beğeniyorsanız kabul edin”. İşid gibi bu tür şeylere karşı çıkanlar lütfen kendilerine baksınlar. Biz ehli sünnetiz deyip de İşid’e karşı çıkan kişiler kusura bakmasınlar ya ehli sünnetin ne olduğunu bilmiyorlar ya da vazgeçmeliler. Sen de onlardan bir tanesisin. Ne farkın var ki. Dikkat edin bakın Şii-Sünni tamamı. Bizi sünnete muhalefetle suçluyorlar. Kimmiş sünnete muhalif olan bizliyiz onlar mı? Onun için her zaman burada tekrarlıyorum. Ya bu mezheplerin tamamının kullandığı hadisleri getirsinler, bir de bizim getirsinler. Hepsini toplasanız bizim kullandığımız kadar kullanamazlar. Çünkü ayetleri bu hale getiren hadisi nasıl kullanacak. Dikkat ettiniz mi burada bir tane hadisten bahsetti mi bu kadar mezhep? Bir tane hadis yok. Ayetleri nasıl aldı? Saptırarak. Ve bu ne oldu? İslam oldu.
YAHYA ŞENOL: Cariyelerin yani esir kadınların kendisine verileceğini söyleyen sadece İmam Malik var. O demiş ki; “el merilul emeti zahiben ila zahiri ayeh” yani ayetin zahirine bakarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Açık hükmüne göre
YAHYA ŞENOL: …mihrin cariyeye verileceğine kanaat getirmiş. Bizzat kendisine.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben şahsen o isimlerini saydığımız mezheplerin tamamının bu görüşte olduğunu düşünüyorum da, çünkü en başta da okuduğumuz gibi bu kadar ortak bir yanlışta ittifak edilmesi mümkün değil. Deliller aynı, ifadeler aynı, her şey aynı, yanlışlar aynı yanlış. Böyle bir şey olmaz. Bu, belli bir merkezden oluşturulduğu açık. Dolayısıyla Şii ve Sünni mezhepler nasıl organize edilmişler? Mesela böyle bir cariyelik sistemini siz müslüman olmasanız birisi size anlatsa. Böyle bir sistemi olan dini siz Allah’ın dini sayar mısınız? Allah’ın son dini. Uydurma derler. Allah öyle emreder mi derler değil mi? Peki içeriye geliyorsunuz: peki bunu vicdanına sığdıracak kaç kişi vardır? Hiç birinin kabul etmesi mümkün değil. Onlar da kabul ettirmek için talak sisteminin anasını ağlatmışlardır. O da tamamen kuranın dışına çıkarılmıştır. Dışı insanların müslüman olmasına engel. Şii-Sünni mezheplerin tamamı insanların İslam’dan uzaklaşması için gereken her şeyle dış tarafını donatmışlardır. İçerisinde de insanların dinlerinden nefret etmesi için her şeyi doldurmuşlardır. Ondan sonra “efendim müslümanlar neden bu halde?”. Ya yiyin için şükredin, bu kadar olduklarına şükredin. Allah’ın kitabı ellerinde varken bu dini bu hale getiren insanlardan ne bekliyorsunuz. Tamam mı? Bu mesele bitti.
O zaman bu olayın başka tarafına geçelim. Örtünme ile alakalı kısma geçelim. Onunla ilgili bir takım çalışmalar yapmıştı Cemal. Kısa bir özet yaparız, ayrıntıya girmeyiz. Gerekirse ayrı bir ders yaparız ona ama kısa bir özet yapalım. Çünkü bazı kimselere bu ders buna gireceğimize dair söz verdik. İnternet üzerinde izleyenler var. Mesela “ferc” kelimesi “furucehunne” ifadesi var ya. Mesela Nur suresinin 30 ve 31.ayetlerinde diyor ki Allah; “müminlere söyle” istersen oku oradan. Nasıl meal vermiş?
YAHYA ŞENOL: NUR 30: “Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakındırsınlar, ırzlarını korusunlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Irzlarını korusunlar” dediniz, “ırzlarını korusunlar” dediğiniz zaman örtünme ile ilgili tek emir bu. O zaman vücutlarının neresini örtecek mümin erkekler? Nisa suresinin 6.ayetinde de “ırzlarını korusunlar” manası verilmiş. Ben o manayı kabul etmiyorum “Vücutlarını açmasınlar”. “Ferclerini açmasınlar” ifadesi kullanılıyor. Bu “ferc” kelimesinin Arapçadaki anlamı neydi? Ferc kelimesinin esas anlamı, iki şey arasındaki açıklığa ferc diyor Araplar. Mesela parmakların arasındaki şu açıklık. İki tane kolumuz var, o iki kolun arasında bulunan yere ferc deniyor. İki ayağımız var, iki ayağımız arasında bulunan şeye ferc deniyor. Lisanul Arap’ta diyor ki; “ma beynel yedeyni ve recdeyn” yani eller ile ayaklar arasında bulunan yerler. Mesela kadının iki tane göğsü var, iki göğsün arasında bulunan şeye de ferc denir. Dolayısıyla diyor ki NUR, 30.. Ayet: “Kul lil mü’minıne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm: mümin erkeklere söyle gözlerini sakındırsınlar ve ferclerini korusunlar”. Ferclerini korusunlar dediği zaman hem kolları arası hem ayakları arası-ki çoğuldur zaten-koruyacaklar. Şuradan aşağı. Örfte de “illa ma haza minha” gelecek “görünen kısım ihtiyaçtan dolayı”. Diz kapağı, bazı mezheplerde ve hadislerde de var “dizkapağının biraz üstü” de açılabiliyor. Ama ferc dediğimiz zaman el ve ayaklar arasındaki belli bölgelerin örtülmesi demektir. Eğer namusu koruma derseniz bu defa erkeğin örteceği hiç bir yer kalmaz. Araba bir kere yoldan çıktı mı nere duracağını kimse bilemez. Yoldan çıkılmış ya, maalesef her şey gitmiş. Ondan sonra NUR, 31.. Ayet: “Ve kul lil mü’minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne: mümin kadınlara da söyle gözlerini sakındırsınlar, ferclerini korusunlar”. Onlarda da iki kol ve iki ayak arası, dolayısıyla göğüsler ve bacaklar girer. Açmasınlar. Fıtrata uygun yani doğasına uygun hareket eden kadınlar çocuklarının yanında bile vücutlarının bu bölgelerini açmazlar. Bir eşlerine karşı açarlar. Ve fıtrata uymayan kadınlarda bile açanlar çok nadirdir. On6n için hemen “ooo falan açmış” derler şey olarak. Bir kere bu bölgeler prensip olarak kapalı olmak zorundalar. Ondan sonra da diyor ki Allah; “ve la yübdıne zınetehünne: zinetlerini açmasınlar”. Zinet ne demek? Zinet acaba giyilen elbise mi? Elbise kadında da var erkekte de var. Kadınların zineti dendiği zaman biraz farklı olmuş olacak. Mesela “huzu zinetekum fil mescid”(ARAF 31), “her secde yerinde ziynetinizi giyin” yani güzel elbiseler giyinin. Ama ziynet kelimesinin ne manaya geldiğini de kuran kendisi anlatmış. “Züyyine: ziynet kılındı”. Tamam elbise de şüphesiz ama neler ziynet bakalım kuranda. ALİ İMRAN 14: “Zuyyine lin nas: insanlar için ziynet kılındı”. “Hubbuş şehevat” çok fazla arzu ile isteme. “Ah keşke benim de olsa” falan. “İnen nisai: kadınlar”. Erkekler demiyor. Niye? Kadınların kendisi ziynet. Şimdi dikkat edin: erkekler arasında “şu erkek güzel bu erkek daha güzel” erkeklerin hiç aklına gelmez. Ama kadınlar birbirlerinin güzelliklerini sürekli anlatırlar. Çünkü yapı böyle. Erkekler de güzelliği anlatırken kadınları anlatır. Falan erkek güzel hiç kimsenin aklına gelmez. Kadının kendisi ziynet diyor. “Züyyine lin nasi: insanlar için”. Kadınlar da kadıları anlatır erkekler de kadınları anlatır güzel olma açısından, ziynet olma açısından. Dolayısıyla kadının vücudu ziynet. Allah öyle yaratmış. “Vel benıne: oğullar”. Falancanın oğlu var filancanın oğlu var dendiği zaman keşke benim de olsa dediği şeylerden birisi. “Vel kanatıyril mükantarati minez zehebi vel fiddati” altın ve gümüşten kantarlar dolusu. Altın ve gümüşün kendisi de ziynettir. Azı da çoğu da ziynettir. Ama keşke olsun denir. O da ziynet. Ayetlerde var. “vel haylil müsevvemeti vel en’ami vel hars” mesela asil atlar, koyun, keçi, sığır, deve cinsinden hayvanlar ve ekinler. Yani insaların çok elde etmek istediği şeylerdir bunlar. “Zalike metaul hayatid dünya: bu dünya hayatının arzu edilen şeyidir”. Dolayısıyla şimdi bu ayetten neyi öğrendik? Evet süs ziynettir, doğru. Ayet onu söyledi. Altın, gümüş hepsi ziynet. Mal, mülk, falan, filan. Ama kadının kendisi de ziynet. O zaman öyleyse “ve la yubdine zinetehunne” ne olur? “Vücutlarını açmasınlar” olur. Evet bu ferc denen kısım da ziynettir ama onun dışındaki kısımlar da ziynettir. Yani kolları da ziynettir, ayakları da ziynettir, yüzü de ziynettir, saçı da ziynettir: hepsi de ziynettir. Çünkü Allah öyle yaratmış. NUR 31: “illa ma zahera minha”. “İlla ma zahera minha” olmasa kadın gözünü de kapatarak yüzünü de. Kadının en güzel organı yüzüdür. O zaman ilk orayı kapat bakalım. O zaman nasıl nefes alacak, nasıl konuşacak? Bir de yüzünü gösteren kadın hiç bir zaman cinselliğini ortaya koyuyor diye kimse tarafından suçlanmaz. Normal, çok tabii bir şeydir. Ne kadar güzel dersiniz ama yüz bir sexsapel dedikleri bir durum ortaya çıkarmaz. Ondan sonra da diyor ki; “vel yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne”. Kısaca anlatacağız dedik ya. Arapça’da “ceybul kamis” diye yazın-“gömleğin cebi” Türkçe karşılığı-hemen şu çıkar: “yaka”. Bizim yaka dediğimiz şeydir. Orada Ali(ra)’dan bir şey yaptı. Diyor ki; “ben bir deri aldım, ortasına bir cep yaptım” diyor. Bir yaka aşmış ve “giyindim” diyor. “Ceyb”. “vel yadribne bi humurihinne”. “Hımar” da Arapçada “kadının başörtüsü demek. Erkekler için de kullanılır da mecazen kullanılır. Ama “hımar”, esasen Arap dilinde kadının başörtüsü demektir. Bu hımarı da ceybleri üzerine vursunlar deniyor. Ceybler üzerine dendiği zaman baş örtüsü boynun tamamını örtmeksi gerekir başörtüsü. “Vel yadrıbne bi humurihinne cuyubihinne”. Çünkü saçı zaten zinettir kadının. “İlla ma zahera minha” gözüken kısım değil. Bir kere örteceksin. Örttükten sonra şuradan bir tane sarkmış, o bir şey değil. O, kendiliğinden çıkmış. Sen özellikle gösteriyor değilsin. Özellikle gösterebileceğin “illa ma zahera minha”. Nefes almak için buruna, görmek için gözüne, konuşmak için ağzına ihtiyaç var. Demek ki ceyb de bu. Göğüse de ceyb denir Arapçada. Ona da bir mani yok. Ama asıl ceyb şu. Demek ki bir kadın boynunun çevresini başörtüsüyle örtmesi lazım. Çok iyi bilirsiniz gidin Orta Asya’ya gidin Rusya’nın değişik bölgelerine, kadınlar başlarını örterler şuraya kadar, şuradan bir şey sarkar. Ceyb denen kısım açıktır. Zaten kadının başında genellikle örtü olur. Çünkü saçını rüzgara karşı, başka şeye karşı korumaya çalışır. Ama o hımarını/başörtüsünü 360 derecelik boynunu çepeçevre kapatacak şekilde örtmesi gerekiyormuş. Tabi ki burayı örtüyorsa buraya da ceyb denir, orayı da örtecek. Ama bura değil esas olan. Bura dahil elbette, bu da ceyb. Cuyub diyor: çoğul. Orası elbette dahil. Ama öncelikle bu 360 derelik çerçevenin kapatılması şart. Vakit epeyce daraldı özet bir giriş yapmış olalım. Gerekirse bununla ilgili özel bir ders yaparız. Bunun kısaca tarihini size anlatayım. Kenan Evren, 1982 mi 83 mü tarihini çok net hatırlamıyorum da Adana’da bir konuşma yapmıştı başörtüsü aleyhine. Başörtüsüne karşı olduğunu ifade etmişti. Ve devlet başkanı sıfatıyla. İhtilal yapmış. O zaman ben hemen bir toplantı yaptım İstanbul’da. Hocaları toparladım. İstanbul dışından da çağırdım mı? Kitap olarak vardır “İslam’da Kılık Kıyafet Ve Örtünme” diye. Onu da neşretmiştik. Onda kimler olduğu vardır. Aradan yıllar geçmiş. Şu anda aklımda olmaz. Ensar Vakfı neşrediyor. İslami İlimler Araştırma Vakfı’nda yapmıştık çalışmayı. Orada bunu bütün açıklığıyla ortaya koyduk başörtüsü Allah’ın emridir diye. İlgili yerlere de hemen bildirmiş olduk. O zamana kadar hiç kimsenin kadının saçını açacağı, başörtüsünü boynuna bağlayacağı kimsenin aklından geçmiyordu. Siyasi otorite böyle bir tavır ortaya koyunca bu defa, ismini söylemeyeyim Ankara’dan bir yetkili ki hiç biriniz bilmezsiniz Onun adını da söylemeyeyim. Yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum. O zaman Avrupa’da görevliydi. Diyanet İ. Başkanlığı’ndan Amerika’da mı Avrupa’da mı görevliydi. Hemen “ya sen nasıl böyle yapıyorsun” bir yazı yazmış ki aman ya Rabbi. Saçmalıklarla dolu bir şey yazmış. Sonra baktık ki başörtüsü oldu flar. Boyun örtüsüne dönüştü. Mealleri değiştirmeye başladılar falan. Ne oluyor kardeşim ya. Öldü gittiler, C.Hakka nasıl hesap vereceksiniz? 28 Şubat oldu, Doğan Beyazıt Paşa benimle sık sık görüşürdü o zaman. Tarikatçılığa Bakış kitabımdan dolayı. Onu okumuşlar, generallere dağıtmışlar 28 Şubat’ta. Bana dedi ki; “bugün Türkiye’de en büyük irtica düşmanı sensin. Biz zaten ordu olarak böyle bir şey istiyoruz”. Aynen şu ifadeyi kullandı; “bizim ordu olarak böyle bir kitap yazmaya cesaretimiz olmaz. Sen bu kitabı nasıl yazdın” dedi. “Tam alnının ortasından vurmuşsun”. O kitaptan dolayı bizimle irtibat kurdular. Ben bir gün dedim ki; “ya siz Türk ordusunu Türk milleti karşısında nasıl dinsiz gösterebilirsiniz? Yetkiniz var mı?”. “Ne demek, Türk ordusu dört dörtlük müslümandır”. “Ne biçim müslümansınız ki Allah başörtüsünü emrediyor, siz yasaklıyorsunuz” dedim. Aynen bu ifadeleri kullandım. “Ya bir acayip başlarını örtüyorlar türban”. “Türban kelimesi Fransızca bir kelimedir. Bir yasağı koyarken Türkçe kelimeyle koyarsınız. Yabancı kelimeyle yasak olmaz”. Dedi ki; “bu kelimeyi İhsan Doğramacı dilimize soktu” dedi. Çünkü Turgut Özal zamanında başörtüsü yerine türban kelimesini koyarak her ne kadar üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir diye bir kanun çıktıysa da yine başörtüsü meselesi devam etti. Ondan sonra “tamam ne giyerlerse giysinler” dedi. Sonradan askerlerden kaynaklanan bir şey olmadı. Ama sonradan şimdi aklıma geliyor bizi dinleyenler varmış. Baktık ki ortalık karıştı, siyasetçiler basın falan ortalığı bir karıştırdılar başörtüsü yasağını kaldırmayı istedikleri halde kaldırılamadı. Allah’a şükür bugün kalktı. Bir gün de Almanlar başörtüsü yasağı koyma kararı vermişler. Almanya’da yaşayanlar gayet iyi bilirler. Kara kara düşünüyorlardı. Beni çağırdılar oraya. Almanlar çağırdı. Bana, din devlet ilişkileri konusunda konferans verdirdiler. Arkasından kalktı konferansı düzenleyen zat dedi ki; “benim sizin konuşmanızdan anladığım, demek ki bir ülke başörtüsünü yasaklayabilir”. Dedim ki; “bak, ben Türkiye’deki yetkililere söylediğimi aynen size de söyleyeyim. Kuran kadınlara başlarını örtmeyi emreder. Başörtüsünü yasaklamak istiyorsanız önce kurandan bu ayeti kaldırın”. Aynen söylediğim şey. Burada da söyledim. “Ne demek ya! Kur’an’dan ayeti nasıl kaldırırız?”.”Öyleyse anayasadan din hürriyeti maddesini kaldırın”. “Olur mu öyle şey”, “o zaman bu yasaktan vazgeçin”. Din Devlet İlişkileri diye bir kitapçık vardır, bu dediklerimi bulursunuz. Ondan sonra hemen o başkan dedi ki ; “tamsm tamam anladım. Bir ülke eğer din hürriyeti tanıyorsa başörtüsünü yasaklayamaz”. Ve Almanlar bu işten anında vazgeçtiler ve bir daha da bu telaffuz edilmedi. Şimdi hala çıkmış bazı kendi..tevbe estağfurullah. Ahirette cehennemde yandıklarını gördüğüm zaman herhalde keyif edeceğim bazı insanlar, “efendim saç kadının süsü ama erkekte de var”. Kadında olup da erkekte olmayan ne var ya? Bu dine ya uy ya da uyma. Şu adamları yaptıklarının aynısını sen bugün başörtüsüne yapıyorsun. Ondan sonra bakıyorsun ki acayip acayip başlarını örtenler var. Ne oluyor ya. Ya Allah’ın emrini tutarsınız ya da tutmazsınız. Babanızın çiftliği değil bu din. Allah’a hamdolsun biz bunun mücadelesini Kenan Evren’den itibaren bugüne kadar en küçük bir sarsıntı yapmadan verdik ve vermeye devam ediyoruz. İşte gördünüz bu mezhepler Allah’ın açık ayetlerine rağmen neler yapmışlar gördünüz. E ne yapalım cehenneme giden yol da açık giden gider. Kimsenin mani olma şansı yok ki. Gidenlerin bazısı dine uymadığını söyleyerek gider, bazısı uyduğunu söyleyerek gider. Uyduğunu söyleyerek gidenler cehennemde çok daha ağır ceza göreceklerdir. Soru var mı?
VEDAT YILMAZ: Muhammed 4.ayete göre ya karşılıksız ya da fidye karşılığı bırakılacaksa esirler, elimizin altında kimse kalır mı? Ne esir kalır ne köle kalır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten kalmaması gerekiyor.
VEDAT YILMAZ: Elinizin altındakilerle evlenin diyor ya. Zaten serbest bırakmışsınız?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zamana kadar elinin altında. Ne diyor İNSAN, 8.. Ayet: “Ve yut’ımunetta’ame ‘ala hubbihi” hevesi var, ben yemek istiyorum ama yok diyor yediriyor. “miskiynen ve yetiymen ve esiyren” çaresize yediriyor, yetime yediriyor, esire yediriyor. Biran önce gitsinler. Resulullah, Beni Mustalik esirlerinin tamamını serbest bıraktı. Evtas’daki esirlerin tamamını serbest bıraktı. Bir tek Mariye kalmıştır başka yok. Kalması değil ki. Hepsi müslümanların ne kadar iyi olduklarını görüp gidecekler. Savaş ortamı ortadan kalkacak. Mesele o.
VEDAT YILMAZ: Nur 33.ayette geçen “el bigai” kelimesinin anlamı nedir? Bütün mealler fuhuş diye çevirmişler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Güzel soru. “Bagy” kelimesi “biga” kelimesi mecaz olarak fuhuş manasına gelir. Mesela aşırı davranış göstermek. Başka tarafa şey yapmak. Mesela yoldan “şu kadın yoldan çıktı”, bu kadının başkalarında gözü var denmez mi Türkçe’de? Nedir? Bu kötü kadındır derler, başkasında gözü var derler. Bu hep mecaz ama kuranda kuranın bir usulü var. Dedik ya; bir kelimeye mana vermek istiyorsan, şimdi bak mesela Allah “ve mâ kânet ummuki bagıyyâ: senin annen sapık bir kadın değildi”(MERYEM 28). Tamam var. Başka bir mana verme imkanı yok. Ama burada “bigaya zorlamayın” ifadesi var. Öbürü de fuhuş konusuna geldiği zaman “yaklaşmayın” diyor. Yaklaşmayın denen bir şeyde zorlamayın ifadesi varsa bunu ona göre anlamak lazım. “Yaklaşmayın”da arada mesafe var. Onun için bakışlar, giyim kuşam, her şey: bir sınırlar konmuştur. O zaman bakacaksınız Nahl suresi 90 mesela her cuma okunur camilerde. NAHL, 90.. Ayet: İnnellahe ye’müru bil adli vel ıhsani ve ıtai zil kurba ve yenha: Allah yasaklar” neden yazaklar? “anil fahşai: fuhuş çeşitlerini”. Fuhuş çeşitleri dediğiniz zaman işte kadın kadına olur, kadın erkeğe olur, erkek erkeğe olur: hepsi yasak. “vel münkeri: çirkin davranış”, “vel bağy” işte burada “bagy”-”biga”. Ne olur? Aşırılıklar. Başkasına zulüm, haksızlık. İşte burada “alel biga” dediğiniz zaman da isyan olmuş oluyor. Kadını sen zorla evlendirerek isyana zorluyorsun. İsyankar oluyor. Anlatmıştım bir kaç kere hiç unutmadığım bir olay. Bir kadın bana telefon açtı diyor ki; “Hocam bir soru sorabilirmiyim? 18 senedir evliyim, kocamı bir türlü sevemiyorum. Acaba günahkar olur muyum? Ben bir delikanlıya aşıktım o da bana aşıktı. Aşkımızı bütün köy ve çevre köyler de biliyordu. Delikanlı askere gitti, beni başkasına verdiler. Kocam da bu durumu biliyordu. Şu ana kadar bana hiç zorluk çıkarmadı. O delikanlı da benim evlendiğimi duydu bir daha köye gelmedi. 18 senedir evliyim 3 tane çocuğum var. Her gece teheccüd namazına kalkıp Allah’a yalvarıyorum namaz kılıyorum, “ya rabbi ne olursun bu adamı sevmemi nasip et bir türlü sevemiyorum. Ya Rabbi ne olursun o delikanlıyı aklımdan çıkarayım çıkaramıyorum”, Hocam ben günahkar mıyım?”. Kim günahkar olur ya? Bu kadın kendisini şey yapmak için ne kadar zorluyor. Bir de başka bir kadını düşünün. Her defasında milletin kafasına kafasına vuracak. İşte isyana zorlamayın. Bunlar isyana zorlamış oluyorlar.
KATILIMCI: Nisa suresi 3.ayeti ile alakalı yetinin kelimesini kullanmıyorlar İngilizce mealler. Türkçe meallerde Edip Yüksel dahil hepsinde yetinin kelimesi var. İngilizce meallerin hiç bir tanesinde yetinin kelimesi yok, Türkçe meallerin hepsinde yetinin kelimesi var. Bu çeviri farklılığı nereden kaynaklanıyor?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İngilizce meallerde nasıl bilmiyorum da. Onu bilmiyorum. İngilizceyle karşılaştırma yapmadım. Belki sadece bir metinde görmüşsündür. Diğerlerinde öyle olduğunu zannetmiyorum.
KATILIMCI: 5-6 tane meal baktım. Muhammed Esed’in Türkçesinde, İngilizcesinde, diğer İngilizce meallerin hepsinde evlenin diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muhammed Esed mi? Çok güzel. Başka mana veremezsin ki zaten. Biz Muhammed Esed’e bakmamışız demek ki. Ama ingilizceleri e de bakmadık. Biz elimizdeki Arapçalarla çalıştık.
KATILIMCI: Muhammed 31’ün ışığında Hadid 22’yi nasıl anlarız?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın ilmi konusunu soruyorsun. Anlaşıldı. Muhammed 31’i oku bakayım şu mealden. Hadid 22 diyor ki; HADİD, 22.. Ayet: Ma esabe min musıybetin fiyl’ardı ve la fiy enfusikum illa fiy kitabin min kabli en nebreeha: yeryüzünde ve nefsinizde herhangi bir şey yoktur ki onu yaratmadan önce mutlaka bir yere kaydını düşeriz” . Bu kayıt ne zaman yapılır? Bu kayıt o şeyin yaratılmasından önce yapılır. Biz onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce yazarız diyor. “bize bu dünyada güzellik yaz” diye ayet vardır. Yani ezelden yazma diye bir olay yok. Bu olayın yaratılmasından önce. Onu Allah bilir tabi biz bilmiyoruz. Hemen önce de olur 1 saniye se olur. Çünkü “iza erade şey’in kun: Allah bir şeyin olmasını istediği zaman kun der” ama kun emri çıkmadan önce mutlaka bir yere kaydedilir. Melekler onu mutlaka kaydeder. Onun için bir yaprak düşmeden önce bile bir yere kaydedilir. O yazma işi gelenekte anlatıldığı gibi ezelde falan değil. Kayıtsız hiç bir işi yoktur C.Hakkın. Bize göre saniye falan değil tabi. Yani onun öncesinden hemen yazar, yazılmadan o iş olmaz. Mutlaka yazar. Dolayısıyla bizimle ilgili mesela C.Hakk Mekke’deyken Bedir’de müslümanlara zafer vereceğini yani Romalılar ile Persler’in karşılaşacağınıı, Persler’in mağlup olacaklarını, o gün de müslümanlara zafer vereceğini önceden yazmış. Mekke’deyken yazmış. Onların yenilmesini de yazmış. Yazılan şey imtihan değil. Ona karşı tavrımız imtihan. Allah Bedir’de müslümanlara zafer verdi. Ama müslümanlar Muhammed suresindeki 4.ayete göre davranmadıkları için zaferi kazandılar ama imtihanı kaybettiler. Yazdığı için verdi. Onun için diyor ki orada ENFAL, 68.. Ayet: Lev la kitabüm minellahi sebeka: ben daha önce bunu yazmış olmasaydım, şimdi yazacak olsaydım” demiş oluyor, “lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym: bu aldığınız esirlerden dolayı büyük bir azap size dokunacaktı” yani siz burada savaşı kaybedecektiniz diyor. Ama önceden yazdığım için kazandınız. Yani ezeli diye bir olay yok. Şimdi oku mealini.
YAHYA ŞENOL: “İçinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki belirsizmiş değil mi? Belirsizmiş. Belirleyinceye kadar da desen bilinceye kadar da desen değişmez. Ayette “bilinceye kadar” diyor. “Vele nebluvennekum: sizi kesinlikle zor bir imtihandan geçireceğiz”. Ezelden belli olan şey imtihan olur mu? “Hatta na’leme biz bilene kadar” diyor Allah. Demek ki önceden bilmiyor. Allah’ın ayeti. Belirleyene kadar de manaya bile kadar yerine ki belirli değil. Gene bilinmiyor demektir değil mi? “El mücahidine minkum: sizden kim cihad ediyor”. Cihad ne demek? En zor anda bile Allah’ın emrini yerine getiriyor mu? Orada esirleri göreceksin, “geri çekilmişler esir alalım?”, Hayır, üzerilerine gitmen lazım. İşte cihad oradadır. O imkanları görüyorsun: senin arzun mu Allah’ın emri mi? O anda. O, önceden düşünülmüş bir şey değildir o. Önceden sorsan müslümanlar “yok canım öyle şey mi olur” derler. Ama o anda kontrolü kaybettiler ve imtihanı kaybettiler. Ondan sonra “ve nebluve ahbarakum: ve sizin haberlerinizi ortaya çıkaralım”. Yani bilirsiniz siz ne yaptığınızı. İşte biz buradan öğrendik bildik, Bedir’i anlatıyoruz. Olay budur.
KATILIMCI: Ben konuştuklarınızdan anladığım kadarıyla esir ve hür açısından bir farklılık olmadığını söylediniz. Öyleyse ilk okuduğunuz ayet Muminun 6.ayetti. Bu ayette iki kategori var. Birisi zevc, birisi de ma melek eymanukum. O zaman niye ayet bu iki ayrı kategoriden bahsediyor?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diğer ayetlerde okumaya çalıştık ya. Nisa suresi 3.ayette ya bir tane hür ya da ma meleket eymanikum nikahlarsınız diyor. Yani o eşlerin vasıflarını anlatıyor. Yani sizin eşiniz olduğu andan itibaren hürriyetine kavuşmuş olmuyor. Gene ma meleket eymanukum oluyor. Oradaki Muminun suresinin 6.ayetinde anlatılan “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum” ile “fe vahideten ev ma meleket eymanukum” aynı olayı anlatıyor. Ya o, ya o. İkisi birden değil. Aksi olarak düşünelim: “ev ma meleket eymanukum” ya o, ya o şeklinde düşündüğünüz zaman eşi yoksa eşi olmayan biri vücudunu “ev ma meleket eymanukum”a açar kadın olsun erkek olsun derdiniz. O zaman kadın da köleye karşı vücudunun tamamını açardı, erkek de bir cariyeye karşı köle cariye farketmez açardı. Dolayısıyla bunun ayrıntılarını diğer ayetlerden öğreniyoruz. Çünkü Allah kendisi açıklıyor. Aksi takdirde kuranın bütünlüğü ortadan kalkar. Çünkü Allah bir ayeti bir yerde söylediği zaman iş orada bitmiyor, onu mutlaka diğer ayetlerde açıklıyor. Onun için dikkat edersen onu anlamak için Nisa suresinin 3.ayetini, 24.ayetini, 25.ayetini okuduk. 4 ayet okuduk ki olay tam olarak anlaşılmış olsun.