ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün Resulullah’ın uyguladığı dış politika ile ilgili olarak ders yapacağız Allah nasib ederse. Bugünkü dersimiz genel bir özet şeklinde olacaktır. Çünkü konu oldukça kapsamlı. Başlangıçta şunu söyleyelim: Nahl suresinin 126.ayetini açarsak burada genel bir prensipten bahsedeceğiz. Mesela iç politikada doğan bir takım şeyler olabiliyor. Rahatsız edici hususlar olabiliyor. Geçtiğimiz salı günü onu ders yapmıştık. Münafıkların Resulullah’a karşı tavırlarını. Bir de dış politika var. Ya da şöyle söyleyelim; siz devletin yöneticisisiniz, sizin şahsınıza yönelik bir takım hareketler oluyor. Bir de topluma yönelik hareketler oluyor. Şahsınıza yönelik olan tavrınızla, topluma yönelik hareketlere karşı tavrınızın aynı olması mümkün değil. Bu son derece önemli başlangıç itibarıyla. Mesela Nahl suresine geçmeden önce Bakara suresinin 190.ayetinden başlayalım. Önce oradan görelim. Allah orada Müslümanlara savaş izni veriyor. Diyor ki; BAKARA, 190.. Ayet: “Ve katilu fı sebılillahillizıne yükatiluneküm: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın” diyor. Genel prensip şudur; “ve cezau seyyietin seyyietun misluha”. Bu, hem dış politikada hem iç politikada genel prensiptir. Yani yapılan bir kötülüğün karşılığı, onun dengi bir kötülüktür. Bunu şöyle kısaca örneklendirebiliriz. Diyelim ki sizin camınızı kırdılar. Siz de gidip onun camını kıracak değilsiniz. Camı taktıracaksınız, camı taktırdığınız zaman adam yaptığının karşılığını almış ama cezalandırılmış değildir: bir cam parası daha alacaksınız. Kırdığı camı taktıracak, bir cam parası daha verecek ki yaptığı yanına kar kalmış olmasın. Çünkü o bir camın kırılmasından doğan sıkıntıyı da karşılaması lazım. Diyor ki burada Allah savaşta BAKARA, 190.. Ayet: “Ve katilu fı sebılillah: Allah yolunda savaşın”. Kiminle savaşacağız? “ellizıne yükatiluneküm: sizinle savaşanlarla”. Adam önce kendisi suçlu konuma düşecek sonra biz ona gereken cezayı vereceğiz. Tabi sizinle o savaşanlar illa bilfiil savaşta olmayabilir. Savaş hazırlığı da savaş sayılır. Bu geçtiğimiz salı günü Beni Mustalik gazvesinden bahsetmiştik. Münafikun suresi vesilesiyle. Mekke ile Medine arasında yer alan Beni Mustalık Kabilesi, Müslümanlara karşı bir savaş hazırlığı içerisine giriyor, çevre kabilelerle görüşmeler yapıyor. Zaten bir süre sonra da Hendek savaşı için Mekkeliler’in hazırlığı var. Resulullah o haberi alınca derhal oraya savaş açıyor. Oraya gittiği zaman onunla ittifak eden kabileler ondan uzaklaşıyor. O savaşı kazanıyor. Oradan 2000 tane deve, 5000 tane koyun, bir de 700 tane kadar oranın halkından alıp getiriyor. Hem esir alıyor hem de o kadar ganimet alıyor. Sonra kabilenin reisi Cüveyriye ile evleniyor Resulullah. Evlenince bütün kabile, oradaki bütün esirler karşılıksız serbest bırakılıyor. Müslümanlardan gördükleri müthiş bir iyilik var. Esir alınıyorlar, yolda ne kimse onları rahatsız ediyor, ne şehirde rahatsız ediyor. Bugün bazı kimselerin tabi dine yaptıkları iftira var. Yani bugün maalesef uydurulmuş bir din var. Abbasiler’den beri uygulanan din uydurulmuş dindir. İndirilmiş dinin uygulandığını ben şahsen bilmiyorum. İnşallah bir yerden buluruz. Uydurulmuş dine göre, esir alındığı zaman erkekleri köle, kadınları cariye yapılır odalık olarak kullanılır. Ama indirilmiş din bunu asla kabul etmez. Muhammed suresinin 4.ayetine göre karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılmaları gerekir. Evlenme olabilir ama bu normal bir evlenmedir. Bir esir kadınla evlenmek ile hür kadınla evlenme arasında bir fark yoktur. İşlemler aynıdır. Cüveyriye, kendisini esir alan kişiyle anlaşıyor, diyor ki; “benimle evlenecek birisini bulabilirim” diyor. Mukatebe dedikleri yani mukatebe de malesef çok yanlış anlaşılıyor. O konuya girmeyeyim. Anlaşıyor , “ben bulabilirim” diyor. Peki öyleyse serbest bırakılıyor. Gelip Resulullah’a diyor “ben kabile reisinin kızıyım”. Resulullah kendisine evlenme teklif ediyor, kabul ediyor ve nikah kıyılıyor. Nilah kıyılınca da tüm kabile serbest bırakılıyor. Gösterilen bunca iyilik karşısında kabilenin tamamı Müslüman oluyor. Dolayısıyla memleketlerine gönderiliyorlar kısa sürede, insanların gönülleri feth ediliyor. Şimdi bakın prensip mesela Beni Mustalik kabilesinden hiç birisi diyemez ki Müslümanlar geldiler, keyfimizi bozdular. Bu mümkün değil. Çünkü kendileri savaş hazırlığı içerisine girdiler, çevre kabilelerle ittifak yaptılar ve bunların yaptıklarına denk bir ceza kendilerine verilmiş oldu. Sonra da affedilince gönülleri alınmış oldu. Yani hiç bir zaman Müslümanları suçlu sayamıyorlar başlangıç itibarıyla. İşte dış politikada bu son derece önemlidir. Düşman sizin haklı olduğunuzun farkında olmalı. Hemen bilmeyebilirler, daha sonra nasıl olsa bilinir. Ne diyor? “Fi katilu fi sebilillah ellezine yukatilukum: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. Peki savaştığımız zaman ne yapacağız? “ve la ta’tedu: aşırı da gitmeyin”. Savaşta bile aşırılık yok. Yani bir cam kırdıysa bir cam taktıracak, bir cam parası daha. Bir cam parası, 1 kuruş yok. 1 kuruş bile yok. Savaşta da öyle barışta da öyle. Ondan sonra diyor ki; “innellahe la yühıbbül mutedın: Allah sınırı aşanları sevmez”. Yani size verilen yetkinin biraz ilerisine geçemezsiniz demiş oluyor. Mesela buna şunu örnek verebiliriz. O ayeti okuyayım da ondan sonra örneği vereyim. BAKARA, 194.. Ayet: “Eşşehrul haramü biş şehril harami vel hurumatü kısas” haram aylarda savaş yasak. Ama haram ayların dokunulmazlığı, lkarşı tarafın da onu dokunulmaz saymasına bağlı. Haram ayında savaşı C. Hakk haram kılmıştır ama kime kime karşı? Bunun haramlığını kabul eden kişilere kaşı. Karşı taraf bu aylarda savaşın haramlığını kabul etmiyorsa siz o zaman mecburen savaşırsınız. Ondan sonra da diyor ki; “fe menı’teda aleyküm: size kim saldırıda bulunursa”, “fa’tedu aleyhi:siz de ona karşı saldırıda bulunun”, “bi misli ma’teda aleyküm: size yaptığı saldırının dengi bir saldırıda bulunun”. Yapılan saldırının dengi diyor. Az önce aşırı gitmeyin derken, burada biraz daha ayrıntı verdi: “yapılan saldırının dengi bir saldırıda bulunun. “vettekullahe: ve Allah’a karşı gelmekten sakının/kendinizi koruyun”. Takva, koruma kelimesi. Allah’ın verdiği emirlere uyduğunuz zaman siz kendinizi korursunuz. Yani karşıdaki düşmanın size saygılı olmasını sağlarsınız. Saygın bir konumunuz olur,itibarınız olur ve bir müddet sonra güçlü bir hale gelirsiniz. “va’lemu ennellahe mealmüttekıyn: bilin ki Allah, müttakilerle” yani doğal yapıyı koruyanlarla diyebiliriz buna. Çünkü biliyorsunuz Allah, dini, doğada geçerli kanunların insan hayatına uygulaması olarak tanımlıyor. Tabi burada anlatılanlar geleneksel din anlsyışına ters düşer. Ama bu, C. Hakkın din tanımlamasıdır. 30.surenin 30.ayetindeki tanımıdır. Mesela Bedir’e geldi müşrikler. Müslümanlar da oraya kadar gittiler savaştılar. Savaş yerinde düşman geri döndü gitti. Düşmanı takip etmeleri haklarıdır ama etmediler. O görevinizi yapmadınız. Yapsalardı, o gün Mekke’ye gireceklerdi. Allah o sözü vermişti ama yapmadılar. Yapmadıkları zaman artık arkasından tekrar hücum hakkını kaybettiler. Tekrar Mekke’ye hücum hakkını kaybettiler. Mekke’de o zaman şeyler vardı. Siz yapmış olduğunuz suçun cezasını siz de çekeceksiniz. Kendi hatanızın cezasını karşı tarafa çektiremezsiniz. Bedir savaşını kazandık. Eee?. Gitseydik Mekke’ye hakim olurduk, o zaman tekrar gidelim. O zaman gidecektiniz, artık olmaz. Sonradan tekrar Mekke’ye hücum hakkınız yok. Çünkü görevinizi aksattınız. Mekke’de kalan Müslümanlar var. Bedir savaşından önce se sonra da orada Müslümanlar var. Müslümanlar, Bedir’de savaşı kazanmışlar. Takip etmemişler. Şimdi aklınıza gelir dersiniz ki; “Müslümanların durumunu iyileştirmesi içi Mekke yönetimine baskı yapılsın diye aklınıza gelir değil mi? Allah buna müsade etmiyor. Savaş sırasında yapsaydın tamamdı. Gidebilirdin, takip edebilirdin ama savaş bitti geri döndün, artık Mekke’nin iş içlerine karışamazsın diyor. Çok mühim. Bakın şurada diyor ki Allah; ENFAL, 72.. Ayet: “İnnelezıne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi”, müminler yani inananlar, cihad edenler: savaşa katılmışlar, mücadele etmişler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmişler, “vellezıne avev ve nesaru”bir de o hicret eden kişilere evlerini açmış, kollarını açmış ve onlara yardım etmiş olan. Bi muhacirler vsr bir de ensar var. Ensar: Medineliler, muhavir: Mekke’den gelen kişiler. “ülaike ba’duhüm evliyaü ba’d: bunlar birbirlerinin velisidir”. Yani veli: koruma. Şeyi düşünün hemen kavrarsınız: okulda okuyan çocukların velisi oluyorsunuz ya. O çocuklara karşı sorumluluğunuz var değil mi? Mesela “vali”,aynı kökten gelen kelimedir. Velayet yerkisine nınsahip kişi demektir. Ne demek? İstanbul Valisi, İstanbul içerisinde bazı yetkilere sahiptir. O yetkilerin yanında görevleri de vardır. Dolayısıyla mesela şimdi biz anormal bir durumla karşılaşsak hemen valiliği ve valiliğe başlı şeyleri haberdar ederiz. Onlar da görevlerini yerine getirmek zorundadırlar değil mi? Burada diyor ki Allah; “hicrer eden, mallarıyla canlarıyla savaşanlar, bir de onlara evlerini açıp yardımcı olanlar/ensar birbirlerinin velisidir” . O onu koruyacak, o da onu koruyacak. “Vellezıne amenu” ama müminler var Mekke’de? İnanmı? “ve lem yühaciru” hicret etmemişler, orada duruyorlar. “ma leküm miv velayetihim min şey’in: onların velsyetinden sizin üzerinize herhangi bir şey yoktur” yani onlar üzerinde bir yetkiniz yok. Mekke yönetimiyle görüşüp de onların durumlarını düzeltmek için uğraşmayın. Oranın içişlerine karışmayın. Biraz sonra göreceksiniz öyle muhteşem siyaset yürütülüyor ki, çok az emekle çok büyük sonuç alınıyor. Çünkü insanların gönülleri kazanılıyor. Orada Müslüman olmayanların da gönüllerini kazanıyorsunuz. Müslüman olmayanlar da kendilerini size karşı korku içinde hissetmiyor. Korku içinde hissetmediği zaman da mantıklı düşünmeye başlıyor. Çünkü korku içerisinde hissettiği zaman refleks ortaya çıkar, mantıklı düşünemez. Savaş sırasında zaten belli: siz gelmişsiniz zaten hak etmişsiniz. Zaten Bedir’e kim geldi? Müslümanlar hiç savaş için çıkmamışlardı biliyorsunuz. Birden bire karşılarında Mekkeliler’i buldular ama savaştılar. Diyor ki burada; “vellezine amenu yuhaciru velayetin min şey” mümin ama henüz hicret etmemiş: onların velayeti hususunda sizin bir yetkiniz yok. Onların üzerinde bir yetki kullanamazsınız. “hatta yühaciru: hicret edinceye kadar”, buraya gelinceye kadar. Geldiler mi tamam. “ve inistensaruküm fid dıni fe aleykümün nasru: din konusunda sizden yardım isterlerse bunu yapma görevinizdir”. Yani “yeni inen ayetleri bize gönderir misiniz? Görevlerimiz nedir bildirir misiniz. Dinimizi yaşayacağız”. O, sizin görevinizdir. Zaten o, karşı tarafın iç işlerine karışmak olmaz. “illa ala kavmim beyneküm ve beynehüm mısak” ama bu yardım da aranızda antlaşma olan bir kavme karşı olmamalıdır. Yani dini konuda yardımlar yaparken de bazı eylemlerle ilgili ayetler var. O zaman o dini yardım bile sizinle anlaşması olan bir topluma karşı olmamalıdır. O anlaşması olan toplum Müslüman değil. Aranızda bir sulh anlaşması varsa onun aleyhine olmamalıdır. Bakın Mekke ile arada bir savaş durumu var sulh yok dikkat edin. Mekke ile Müslümanlar arasında savaş durumu var. Savaş yapılmış, bir antlaşma yapılmamış. Antlaşma yapılmadığı için bir sene sonra Uhud savaşında geldiler. Daha sonra Hendek savaşında geldiler. Arada bir savaş durumu var. Ama Mekke’deki Müslümanlara dini yardım yaparken bile sizinle antlaşması olan toplumların aleyhine olmaması lazım. “vallahü bi ma ta’melune besıyr: Allah yapmakta olduklarınızı görür”.
ENFAL,73.. Ayet: “Vellezıne keferu ba’duhüm evliyaü ba’d:ama kafirler birbirlerinin velisidir” birbirleriyle dayanışırlar. Şunu bilin ki kafirler iş birliği yaparlar. Bunu baştan bileceksiniz. Dolayısıyla yok efendim Avrupa Topluluğu kriterleri, evrensel hukuk sistemleri, uluslararası hukuk: bu kelimeleri Müslümanların unutması lazım. Bunların tamamı Müslümanların aleyhine oluşumlardır başka hiç bir şey değildir. Böyle şey olmaz. Dünyaya nizam verecek olanlar Müslümanlardır, başkaları değil. Çünkü Allah’ın kitabı Müslümanların elindedir. Allah’ın kitabında olan da C. Hakkın tabiata koyduğu doğal kanunların yazılı şeklidir. Evrensel hukuk, kuranda olandır, İslamda olandır. Tekrar edeyim: Emeviler ile başlayıp Abbasiler ile bozulan değil. O değil. Onları zaten sık sık anlatıyoruz. Mesela şu ayetler bizim geleneksel fıkıh kitaplarında bulabileceğiniz şeyler değildir. Hiç birisinde bulamazsınız. Şimdi burada çok önemli bir şey söylüyor C. Hakk; “illa tef’aluhü tekün fitnetün fel erdı ve fesadün kebır: benim bu dediğimi yapmazsanız”, nedir o? Bütün kafirlerin topyekün size karşı savaşacağını bilin. Onlar birbirlerine destek olurlar. Söz konusu Müslümanlar ise onlar kendi aralarında ittifak ederler. Onun için çok dikkatli davranacaksınız. Karşı tarafın eline koz vermeyeceksiniz diyor Allah. Mekke’deki göç etmemiş Müslümanlara sadece dini yardım yapabilirsiniz. O da sizinle sözleşmesi olan bir toplumun aleyhine olmamalı. O toplum da yarın herhangi bir durumda öbürlerinin yanında yer alır. Yok efendim biz sözleşme yaptık, yok NATO imiş, Birleşmiş Milletlermiş bunların hiç bir anlamı kalmaz. Mesele Müslümanların aleyhine ise bunların hiç bir anlamı kalmaz. O anlaşmalara girmesin mi? Girsin tabi. Onda hiç bir mani yok ama onların zihinsel arka planındaki İslam düşmanlığını da bilmeleri lazım. Burada çok önemli bir husus söylüyor Allah. Eğer bunu yapmazsanız büyük bir fitne çıkar diyor. Yeryüzünde bir fitne çıkar ve büyük bir fesat olur. Nedir o? Mesela şimdi Suriye’yi düşünelim. Suriye’nin iç işlerine karışma yetkimiz var mı bu ayete göre? Yok. Bakın siz savaşı kazanmışsınız, Mekke’deki hicret etmemiş olan Müslümanlara karışmayın diyor Allah. Karışırsan, o seninle antlaşmalı olan da Mekke’nin yanında yer alır ve büyük bir fesat çıkar ortaya. Mekke’deki Müslümanlar çok ciddi manada zor durumda kalır. Bugün Suriye’ye müdahale edildi iyi mi oldu? Ne diyor: “Büyük Ortadoğu Projesi”! Kimin aleyhine yapılmış projeydi? Arap baharı kimin hesabına çalışıyor? Ama tabi bu meseleler kuranda bilinmediği için. Müslümanların hayatında kuran yoktur. Uzun asırlardan beri yok. Mesela size zaman zaman söylüyorum. C. Hakkın büyük bir lütfu olarak Osmanlıları bildiğimi düşünüyorum. Çünkü mahkeme arşivlerinin 21 yıl araştırmacılarına yardımcı olunan bir pozisyonda olduk ve doktoramızı orada yaptık. Osmanlı’daki devlet anlayışının yanında bir de kurana dayalı din anlayışı olsaydı, Osmanlı ulemasında kuran olsaydı. Osmanlı medreselerinde kuran kesinlikle yoktur. Kuran meali 19.asrın sonlarında, 21.asrın başlarında yeni yeni başlamıştır. Kuran yok. Kur’an’sız bir din yaşanmış. Ama diğerleriyle kıyasladığınız zaman tabi kıyaslanmayacak kadar göreceli bir iyi tarafı var. Ama bir de Kur’an’lı din olsaydı o zaman, bugün dünyanın tamamına İslam hakimdi. Mesela batıda tek gözü kapalı bir kahraman vardır. Ne derler ona? Korsan! Kim o biliyor musun? Barbaros. Niye batılılar öyle yapıyor? Çok kötü kişidir o. Batılılar haklıdır bunda. Çünkü sizin bu oluşturulmuş dininiz size yetki veriyor. Gidiyorsunuz kıyı kentlerine, sahil bölgelerine baskın yapıyorsunuz, genç kızlarını alıyorsunuz, genç erkeklerini getiriyorsunuz. Birisini cariye olarak, birisini köle olarak pazarlarda satıyorsunuz. Bunu yeryüzünde kim hazmedebilir? İnsan fıtratına uyar mı bu? Zaten kuran açıkça yasaklamış. Yasaklamış ama şii-sünni mezheplerin yüzde yüzü kabul etmiştir bunu. Bunlar hangi dinin mezhepleri? Arkadaşlar lütfen bakın dikkat edin! Şii-sünni diyorum. Koskoca İslam alemi değil mi? Biz de çok şükür kendisine itibar edilmeyen bir kişi değiliz. İranlılar da bizi gayet iyi tanır. Çünkü buraya kaç tane heyetler geldi. Söylemeyeyim şimdi isimlerini. Çok üst düzey ilmi heyetler geldi. Araplar bizi çok iyi tanır. İslam alemi çok iyi tanır. Yıllardır söylüyoruz diyoruz ki; şii-sünni tüm mezhepler yanlışlarda ittifak etmişlerdir diyoruz. Benim kanaatim, bu mezheplerin tek bir merkezden oluştuğu. O da Sasani ve Roma. Sebebi de Müslümanların bürokratlarının olmaması başlangıçta. İpi bir kaçırdılar, bir daha toparlayamadılar. Bakın bir iddia. Diyoruz ki; bunlar yanlışlarda ittifak etmişler. Dışarısı öyle bir şekilde dizayn edilmiş ki onu gören kişi ;”Müslümanlık bu ise ben yokum, din bu ise ben yokum” diyor. Yani Allah için düşünün: sizin köyünüze, kentinize baskın yapılacak: kızlarınız ve oğullarınız alınıp pazarlarda satılacak olsa. Bakın bugün işte Ezidiler’e yapılanları bütün dünya nefretle karşılıyor değil mi? Niye? Çünkü fıtrat reddediyor. Siz buna din diyeceksiniz. Yeryüzünde buna din diye kim inanır? Yanlışlar hep böyle. Mesela yeni doğmuş çocukla evlenmeye bu mezheplerin hepsi ittifakla fetva vermişlerdir. Daha neler yani. Hatta geçende aklıma geldi, Hambeli kitaplarından birinde okumuştum ama hangisinde olduğunu hatırlamıyorum: doğacak çocuğun cinsiyetine göre nikah kıyılması tartışılmış. Kız doğarsa benimle nikahlansın ya da erkek doğarsa. Bu bile tartışılmış. Ana rahminde çocuğu evlendirme bile tartışılmış. Böyle bir dine kim inanır? Bugün İşid’e karşı çıkıyor insanlar. İşid’e karşı çıkanlara şunu söylüyorum: bu geleneksel mezheplerin hangisine göre bir devlet kurarsanız, İşid’de hiç bir farkı olmaz. Hanginiz kurarsanız. Eğer samimiyseniz geleneksel yapıdan vazgeçin ve o insanlar da dine hizmet ettiklerini düşünerek öyle yapıyorlar. Çünkü okudukları kitaplar onu emrediyor. Onlara karşı çıkmanın bir anlamı yok. Karşı çıkıyorsanız dürüstçe karşı çıkın. Deyin ki; “din bu değil”. Hem o geleneksel yapıya yapışacaksınız hem karşı çıkacaksınız. Olmaz o zaman. Geleneksel yapıya yapışıyorsanız gidin onların yanında yer alın. Dürüst olun. Karşı çıkıyorsanız doğru dürüst karşı çıkın ve o insanları kurtarın. Çünkü o insanlar onu din zannederek şey yapıyorlar. İşte Enfal süresi. Bedir’de savaşı kazanan Müslümanlarla Mekkeliler arasında fiili savaş durumu var. Hakim pozisyondalar. Gitselerdi arkadan Mekke’yi alacaklardı. O da Enfal suresinin 7-8.ayetlerinde var. Ama madem gitmediniz takip etmediniz, ne diyor; “Mekke’deki Müslümanlara müdahale edemezsiniz” diyor. Sadece dini konularda yardımcı olabilirsiniz. Peki bunu yaparsanız ne olur? Büyük bir fesat çıkar diyor. Şu anda sizinle anlaşmalı olanlar da karşınıza geçerler diyor. Şimdi ne oldu? Libya’da, Mısır’da, Suriye’de ne elde edildi? Büyük bir fesat olmadı mı? Peki buna göre bir dış politika güdülseydi, o insanların gönülleri kazanılsaydı ne olacaktı? Şimdi hatırladım 12 Eylül öncesi olaylar vardı ya? Yaşlılarınız bilir, gençlerin bilmesi mümkün değil de. 80 öncesi. Allah rahmet etsin Ali Yörük vardı. Daha sonra İç İşleri Bakanlığı başmüfettişi oldu. Burada toplum polisi vardı o zaman. Toplumsal olaylara müdahale ederdi. O da oranın baş komiseri idi. Bana haftada bir kere polisleri getirirdi İstanbul Müftülüğü’ne. Orada bana sorular sorardı, onlar da sorardı, bir sohbet yapardık. Hatta dışarıdan millet, müftülükte bir olay mı var diye bakardı. Polisler doluyor ya. Otobüsle falan gelirdi. Orada bir baş komiserin bana anlattığı bir olay var. Özel olarak anlattı, diğerlerinin yanında anlatmadı. Bir tek Ali Yörük’ü hatırlıyorum, O da rahmetli oldu. C. Hakk makamını cennet eylesin çok değerli bir insandı gerçekten. 80’li yıllar. Belki 79 olabilir. İsmini hatırlamam mümkün değil Fahri Korutürk’ten önce bir Genelkurmay başkanı vardı. İsmi yanlış hatırlayabilirim. Şu anda hatırıma gelmedi. Dedi ki; Suriye’nin bir takım yanlış davranışları olmuş o zaman. Hatta Hatay ile alakalı bazı talepleri olurdu. Suriye’ye girerken gidin sınıra, ben bir kaç kere gittim çünkü. Orada asıl haritada Hatay onların sınırları içerisindedir. Öyle gösterirler. Kendisi bizzat gitmiş. Biz dedi gittik Şam’da bir haftalık çalışma yaptık dedi. Bir gösteri düzenlendi dedi büyükçe bir gösteri. Bizim genelkurmay başkanı adıyla da şapka dağıtmışlar gençlere. Herkes o şapkayı takmış başına. Başkanın adını hatırlayamadım şimdi. Ve dedi Suriye hükümeti ciddi manada korktu dedi. Bizim ordu da dedi İdlib’e kadar girdi. Bizim sınırdan 150 km kadar içeridedir Şam yolu üzerinde. Ordu oraya kadar gitti dedi girdi. Tabi Türk halkının bundan haberi yok. Oraya kadar girdi dedi. Halk dedi yollara döküldü. Ne kadar büyük bir coşkuyla orduyu şey yapıyor. Çiçekler atıyorlar, büyük bir sevinç falan. Sonra geri döndük geldik dedi, bu olaylar sakinledi. Çünkü o insanların gönlünü kazanmışsınız zamanında. Bu çok önemli. İşte C. Hakkın emrettiği şey de bu. Hiç kimsenin iç işlerine karışmayacaksınız. Sadece dini bakımdan yardımcı olabilirsiniz. Onlar da sizinle antlaşmalı toplumun aleyhine olmamak şartıyla.
Bu şeylerden sonra bir mühim husus daha var. Şimdi Nahl suresi 126.ayetini açabilirsiniz. Burada Allah şöyle diyor; “Ve in akabtüm: size yapılan yanlışa karşı ceza vermek isterseniz”, “fe akıbu bi misli ma ukıbtüm bih: size yapılanın dengiyle ona ceza verin” diyor. Yani sizin camınızı kırdı: canı taktırsın. O ceza değil. O zaten yaptığını karşılamış oluyor. Ceza olması için ilavesi bir cam parası daha. Ama bir cam parasıi 1 kuruş yok. Karşı taraf diyecek ki “ben bunu haketmiştim”. Yani size karşı bir düşmanlık duymaması lazım. Amça burada çok önemli bir husus daha var. Diyor ki; “ve lein sabertüm le hüve hayrul lissabirın: ama sabrederseniz (yani ceza vermezseniz) elbetteki bu, sabredenler için daha hayırlıdır”.
NAHL, 127.. Ayet: “Vasbir: sen sabret” “ve ma sabruke illa billahi: senin sabrın, Allah’ın yardım edesiyledir” “ve la tahzen aleyhim: onlara karşı da üzülme”, “ve la tekü fı daykım mimma yemkürum: onların kurdukları tuzaklardan dolayı bir sıkıntın olmasın/için daralmasın”.
NAHL, 128.. Ayet: “İnnellahe meallezınettekav: Allah, kendini koruyanlarla beraberdir”. Kendilerini korumak: Allah’ın koyduğu kurallara aykırı davranmamak demektir. “vellezıne hüm muhsinun: ve iyi davrananlarla beraberdir”. Şimdi çok önemli bir husus. Bir kişinin size karşı tavrında Allah’ın tavsiye ettiği ne? Affetmek, değil mi? Ama toplumunuza karşı bir tavır gösteriliyorsa affedemezsiniz. Orada affetme yetkisi yok. Çünkü “fe katilu fi sebilillah ellezine yukatilune: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. Affedin yok orada. Çünkü orada karşı taraf savaşa gelmiş ya dinlemez o. Sizin herşeyinizi almak ister. Ama savaşta aşırı gitmeyin çünkü gelenlerin gönüllerini de kazanmış olursunuz. Savaşa gelen kişi der ki; “bunlar ne kadar iyi insanlar”. Öyle olmuştur. Zaten Bedir esirlerini Medine’ye giderken araplar açısından buğday ekmeği çok önemlidir. Bizim için basit geliyor. Onlar daha çok hurma yiyorlar ama buğday ekmeği buldular mı muhteşem bir şey. Oradaki esirler diyor ki; “bunlar ne biçim insan, buğday ekmeğini bize veriyorlar hurmayı kendileri yiyorlar. Bize hiç bir sıkıntı vermiyorlar”. Gönülleri alınıyor o insanların. Ve de zaten biliyorsunuz bir kısmı karşılıksız serbest bırakıldı. Bir kısmı, okuma yazma bilenler okuma yazma öğrettiği için serbest bırakıldılar. Zengin durumda olanlar da fidye vererek serbest bırakıldılar. Köleleştirme zaten asla mümkün değil. Onlar sonradan maalesef Sasani ve Roma etkisiyle sanki İslammış gibi konuyor. Ona aykırı ayetler de yürürlükten kalkmış sayılıyor. Mensuh. Maalesef. Buradan bir bakın. Salı günkü dersi hatırlayın. Orada da Nebimizin iç politikası demiştik değil mi derse. Beni Mustalik gazvesine gidiyor Resulullah. Yolda Abdullah Ubey Bin Selul, Hazreç kabilesinin reisi. Resulullah gelmeden önce kral ilan edilmek için hazırlıklar yapılan kişi. Savaşa katılmış. Müslüman olduğunu söylüyor ki kuran o kişinin Müslüman olduğunu tasdik ediyor. Sonradan kafir olmuş tekrar. Münafık olmuş. Yani ikiyüzlü. Orada Münafikun suresinin şahitliği ile diyor ki; MUNAFİKUN, 8.. Ayet: “Yekulune lein reca’na ilelmediyneti leyuhricennel’e’azzu minhel’ezelle” Medineye gidersek şerefli olan, zelil ve hakir olanı oradan çıkaracak. İzzetli şerifli olan kendisi, zelil ve hakir olan Allah resulü. Bu kime karşı işlenen bir suç? Resulullah’a karşı bir hakaret değil mi? Aşağılama. Zaten Resulullah Medine’de devlet başkanı falan değil. Bu kelimeler de bizi rahatsız eden kelimelerdir. Çünkü Ömer(ra)’dan sonraki oluşumlara fazlaca itibar etmemek lazım. İslami devlet yapısında devlet başkanı ile sıradan vatandaş arasında bir fark yoktur. Herkesin haklarının sonuna kadar korunması gerekir. Müthiş bir tatmin ortamı. Bu da Resulullah’a karşı en büyük hakareti yapmış. Yolda gelirken de biliyorsunuz Aişe validemize iftirada bulunanların başı. Zina etti diyor. Burada Resulullah’ın kişisel haklarına saldırı var. Kişisel haklara saldırı konusunda C. Hakkın tavsiyesi neydi? Sabırlı olmak değil mi? Ne diyor burada? Eğer ceza verecekseniz siz3 yaptığının dengi bir ceza verin diyor. Ama sabrederseniz sizin için daha hayırlı olur. Sen sabret, senin yapacağın sabır Allah’ın yardımıyladır. Onlar için de üzülme, onların kurdukları tuzaklardan dolayı da için daralmasın diyor. O zaman onlara karşı ne yapıyor Resulullah? Mesela diyor ki; “bizim yanımızda olduğu sürece bizden sadece iyilik görecektir”. Bak O, eşine zina iftirasında bulunuyor, Bu; “benden sadece iyilik görecek”. Düşünebiliyor musunuz? O, “en alçak, en rezil” diyor, “onun etrafındakilere bir şey vermeyin dağılsınlar” diyor, Bu hiç bir şey söylemiyor. Hatta bir gün Resulullah bir eşeğe binmiş giderken A. Bin Übey Bin Selul ve etrafında bir kaç kişi var. Böyle yapıyor, eşşeği yellenmiş de rahatsız olmuş! Resulullah onu hiç görmezlikten geliyor. Geliyor oraya, onlara selam veriyor. Ondan sonra bir kaç ayet okuyor orada. Diyor ki “Bak Muhammed. Bu okudukların gayet güzel ama öyle her yerde uluorta okumana gerek yok. Seni dinleyecek olanların olduğu ortamlarda oku ama burada geldin selam verdin, kuran okumanın bir anlamı yok”. Resulullah duymazlıktan geliyor. Hatta orada Müslümanlardan birisi çok sinirleniyor, Onu da yatıştırıyor. Hastalanıyor, ziyaretine gidiyor. “Bana iç gömleğini ver de ölürsem kefen yapsınlar” diyor, çıkarıp veriyor. Vefat ettiği zaman da cenazesine gidiyor. Sonra C. Hakk, münafıkların cenazesine gitmeyi yasaklıyor. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Bugünkü siyasileri düşünün. Kendi kişilikleri aleyhine en küçük lafa tahammül edemezler. Peki Resulullah buna tahammül ettiği zaman kimin gönlünü almış oldu? A. B. Ubeyy b. Selul’un etrafında dünya kadar adam var. O insanların hiç birisi A.B.U.B. Selul’u hatalı görmek istemezdi. Hakkında kuran ayeti inmesine rağmen bu var ya bu işte şunu söylemiş bunu söylemiş bir adamdır diyebilir. Demiyor. “Bu var ya Bu, benim eşime iftira etmiş bir adamdır, ben Onu affetmem” diyebilir. Ama demiyor. Sen kimsin demiyor. Bütün bunları söylemeyince çünkü Allah’ın bir ayeti daha var. FUSSİLET, 34.. Ayet: Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh idfa’ billetı hiye ahsenü fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım ve lillahil’ızzetu ve liresulihi ve lilmu’miniyne ve lakinnelmunafikıyne la ya’lemune”. Sen diyor en güzeliyle karşılık ver çünkü aranda düşmanlık olanların sıcak bir dost olduğunu görürsün. Sanki sıcak bir dost haline gelmiş olur. Bakın Resulullah’ın Medine’deki konumu son derece zayıftır. Mekke’den Medine’ye hicret etmişsiniz, Medine’de güçlü Yahudi kabileleri var çok zengin. İki tane de büyük arap kabilesi var. Sizin sayınız hicretin 6.yılında 1500’leri falan buluyor. Çok az sayınız olduğu halde onların arasında bir çeşit anayasa gibi bir şey oluşturuyorsunuz ve piskolojik olarak üste geçiyorsunuz. Sanki devlet başkanıymışsınız gibi ki değil. Ondan sonra diğerleriyle ilişkileri son derece iyi olduğu için iyilikle o insanları yola getiriyorsunuz. Yani demek ki bir kimse siyasi bir konuma geldiği zaman kendi kişiliğiyle alakalı hiç bir şey yapmaması lazım. Onları hazmetmesi lazım. Ne karşılığında? Muhataplarının gönüllerini alma karşılığında. Hele onların liderleri aleyhine hiç bir şey konuşmaması lazım. Çünkü sen onun bak kuran ayetleriyle kötülüğü tümüyle ortaya çıkmış, konuştuğu zaman arkasında en azından Müslümanların tamamı duracak olan Resulullah konuşmuyor. Sonunda ne oluyor? Münafıkların tamamı düşünmeye başlıyorlar. “Allah Allah ya bu adam haklı galiba”. Ve vefatından sonra da Müslüman oluyorlar büyük bir gurup. O insanların gönüllerini alıyor. Öylesine bir şey yapıyor ki siz Mekke’den Medine’ye hicret edeceksiniz, bir buçuk sene sonra Mekke ordusunu yeneceksiniz. Ve kuranı ifadesiyle oradaki müşriklerle ehli kitap birbirleriyle ittifak halindedir. Medine’de Resulullah’ın dostu yok aslında Müslümanlardan başka. Ama öyle bir politika güdüyor ki bakın 4sene içersinde Yahudi kabilelerinin hepsini şehrin dışına atıyor. En sonuncusunu 5.sene atıyor. Beni Kureyza’yı. O arada Mekke’ye karşı Bedir savaşını kazanıyor. Uhud savaşında Mekke biraz başarı gösteriyor ama hiç başarının faydasını göremiyor. Arkasından Hendek savaşında büyük bir başarı elde ediyor. Hendek savaşı öyle bir savaş ki çünkü Hayber’e Medine’den giden Yahudiler çok güçlü. Hayber ile Mekkeli müşrikler ittifak etmiş. Bir pres vazifesi yaparak orada Müslümanları tamamen yok edecekler. Ve Medine’nin içerisinde Müslümanların müttefiki olan Beni Kureyza da onların yanında yer alıyor. Az önceki ayetlerde okuduk ya. “Benim falan yerle sözleşmem var, uluslar arası hukuka göre şu şöyledir” onlar hepsi hikaye. En zor anda sizin karşınızda olacak olan insanlardır. Bunu hiç unutma. Bunu baştan bilin, politikalarınızı yanlış yapmayın. İç işlerinde oldukça musamahakar. Hele kendine karşı yapılan tavırlarda son derece affedici. Ama dışarıdan bir savaş olduğu zaman asla affetmiyor. Çünkğ Allah orada onun müsadesini vermiyor. Siz kendinizle ilgili af yetkisine sahipsiniz. Hata şehrin içerisinde terör gurubu olsa. Onlar da asla affedilemez. Çünkü orada zarar sana değil zarar topluma. Bunu affedemezsiniz. Cezasını vereceksiniz. Ne zaman affedersiniz? Derler ki biz vazgeçtik, o zaman tamam. Bunu da C. Hakk kuranda koymuş. Şimdi burada şuna çok dikkat edin. MAİDE, 33.. Ayet: “İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu: Allah ve Resulü ile savaş yapanların cezası” . Allah ve Resulü ile savaş yapmak? Resulün anlattığı ne? Allah’ın dinini anlatıyor değil mi? Allah’ın dini nedir? Tabiatta geçerli kanunların insan hayatına uyarlanmasıdır. Yani insanlar arasındaki doğal düzenin devam etmesi. İnaç hürriyetinin sonuna kadar olduğu, can ve mal güvenliğinin sonuna kadar olduğu, tabii kaynakların her hak sahibine eşit olarak açıldığı, maddi sıkıntısı olanların yardım gördüğü, imkanı olanların yardım ettiği bir düzen. Diyor ki; buna karşı savaş açan. Harp ediyor. Harp eden kişiyi affetme hakkımız var mıydı? Yok. Resulullah’ın kendi kişiliğine karşı yapılanlara son derece affedici. Çünkü Allah öyle emretmiş. O da kendiliğinden değil. Allah’ın emrini tutmak için onu yapmış. Kuralı kendi koymamış orada da. Allah’ın koyduğu kuralı uygulamış. Şimdi burada harp ediyor. “ve yes’avne fil erdı fesaden: ve yeryüzünde fesat için gayret gösteriyorlar” yani doğal düzeni bozmaya çalışıyorlar. Doğal düzeni bozmaya çalışma iki şekilde olur. Bir, mesela kafirlik, doğal düzeni bozma gayretidir.. Kafir önce kendi yapısını bozar, kişiliğini bozar. Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı hareket ettiğiniz zaman sizin fabrika ayarlarınıza ters çalışan bir makina gibi çok yanlış üretimler yapmanız gerekir. Sadece fesatla bir şey olmuyor. Mesela Bakara suresinin baş tarafına bakarsanız orada münafıklara asıl müfsitler diyor burada. 12.ayetinde. 11.ayette diyor ki; BAKARA, 11.. Ayet: “Ve iza kıyle lehüm la tüfsidu fil erdı”. Hatta başta BAKARA, 8.. Ayet: “Ve minen nasi mey yekulü amenna billahi ve bil yevmil ahıri”. Burada okuyacağımız ayeti Abdullah Ü. Bin Selul ile karşılaştırın. Medine’deki münafıkların reisi. Diyor ki; BAKARA, 8.. Ayet: “Ve minen nasi mey yekulü amenna billahi ve bil yevmil ahıri: insanlar içerisinde Allah’a ve ahiret gününe inandım diyenler var”. Zaten Münafikun suresinde de Allah baştan söylüyor, “bunlar böyle derler” diyor. Hatta öyle ki “giyimleri kuşamları, konuşmaları seni hayran bırakır”. “Allah’a ve ahiret gününe inandık derler”,“ve ma hüm bi mü’minın: ama inanmış değillerdir”. BAKARA, 9.. Ayet: “Yühadiunellahe vellezıne amenu: müminlere ve Allah’a karşı bir oyun kurmaya çalışırlar”. Öyle bir şey ki Allah’ı da kandıracaklarını düşünüyorlar. “ve ma yahdeune illa enfüsehüm ve ma yeş’urun: oyunu kendi aleyhlerine kurarlar ama bunu anlayacak durumda değillerdir”. Kavrayamazlar. BAKARA, 10.. Ayet: “Fı kulubihim meradun: bunların kalplerinde bir hastalık var”, inançsızlık hastalığı var. “fe zadehümüllahü merada: Allah bir hastalık daha ilave eder” çünkü yalan söylüyorlar, bir de yalancılık hastalığı girer içerisine. “ve lehüm azabün elımüm bi ma kanu yekzibun: yalan söylemelerine karşılık acıklı bir azabı hakeder onlar”. BAKARA, 11.. Ayet: “Ve iza kıyle lehüm la tüfsidu fil erdı”. Abdullah B. Selul mesela ortalığı karıştırıyor. Aişe validemize iftira ediyor, şu adamlara bir şey vermeyin dağılsınlar, her türlü pisliği yapıyor. Ortalığı karıştırmayın, düzeni bozmayın dendiği zaman ne diyorlarmış? “kalu innema nahnü muslihun” biz düzen bozarmıyız kardeşim ya! Biz sadece düzeltiriz, biz bozmayız ki. Geçecekler kameraların karşısına öyle laflar söyleyecekler ki ağızlarından bal akıyor! BAKARA, 12.. Ayet: Ela innehüm hümül müfsidune: dikkat edin! asıl bozguncular onlardır”. Fesatçılar. “La tufsidu fil ard: bu topraklarda fesat çıkarmayın”. Asıl fesatçılar onlardır ama “ve lakil la leş’urun: yaptıklarının şuurunda değillerdir”, kavramış değillerdir. O zaman tek başına fesattan dolayı Resulullah bir fiili harekete geçti mi münafıklara? Yok. Çünkü niye? Madem insanlara inanmama hürriyeti verilmiş. Kafir olma hürriyetinin olmadığı bir yer İslam devleti olamaz. Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Kuranın hiç kimsenin şüphe etmeyeceği kadar açık olan hükümlerine rağmen şii-sünni bütün mezhepler dinden dönenin öldürüleceğinde ittifak ederler. O di dedikleri de çoğu zaman kendi hayalleridir. Bir de zındıklık kelimesini uydurmuşlardır. Kendi kurgularına ters bir şey varsa ona da zındık derler. Zındık kelimesi arapça değil kimse bir şey anlamaz. Bir zamanlar Türkiye’de gerici kelimesi vardı. Mürteci derlerdi felan. İrtica derlerdi. İrtica yeniden hortladı derlerdi. Herkes ne olduğunu bilmez tabi, içerisini sen doldurursun. Orada da zındık diye farsça olan bir kelime esasen. Mezheplerin tamamında vardır bu. Mesela Seyid Sabık, Fıkhus Sunnesi’nde diyor ki; “o yaptığı davranış kuran ve sünnete uygun olsa bile yargısız öldürülür” diyor. Çünkü tevbesi yok, yargısız öldürülür. Alah onu cennetine sokacaksa sokar, biz her ihtimale karşı… Şimdi bunları okuyunca şu aklıma geliyor: Temel, Galata Köprüsü’nden geçiyormuş. Temel turiste çarpıyor ama turist “pardon” demiş. Almış turisti köprüden atmış aşağı. Birisi gelmiş “niye böyle yaptın?”. “Pardon dedi”. “Pardon kötü bir söz değil?”.”Ya kötü bir söz ise. Her ihtimale karşı attım” demiş. Bunlar da her ihtimale karşılık öldürüyorlar. Bunun İslam toplumu olma şansı var mı? Tanımı yok. Çünkü herkes kendi kafasına göre tanımlayacak. Bunlar İslam mezhepleri şii-sünni. Oh ne güzel. Ya kardeşim, bu mezhepler içte Müslümanları münafık yapar. Dışta da insanları dinden kaçırır. Ve bundan kim yararlanır? Bütün din düşmanları. Hepsi. Resulullah zamanındaki din hürriyetini görüyormusunuz? Hiç kimseye inancından çıktığı için bir şey yapılamıyor. İşte Münafikun suresinin açık ifadesi: “zalike bi ennehum amenu summe keferu: onlar önce inandılar, sonra kafir oldular”. Ama bak hiç bir şey yapılmıyor. Kafir olmalarını bırakın, yaptıkları pislikler ortada. Siz, inanç hürriyetini tanımak zorundasınız. Adam inancından dolayı ister münafık olsun, ister kafir olsun, ister mümin olsun şey gibi doğal düzen diyor ya Allah. Güneş doğdu, güneş ışınları insanların inancına göre mi iner toprağa? Burası çöplük, orayı aydılatmam der mi? Burası güllük, oraya biraz daha fazla ışık göndereyim der mi? Herkese eşit verir. Eğer güneşin ışınlarından iyi yararlanmak istiyorsan ona göre hazırlığını yaparsın o kadar. Yararlanmak istemeyen yararlanmaz. Ama hücum edene ksrşı hücum edilir. Burada fesat. Ayette müfsid ama bir şey yapılmıyor. Mesela aynı şey faiz yiyenlerle alakalı. Orada ne diyor; “eğer faizcilikten vazgeçmezseniz Allah ve Resulü tarafından açılmış bir savaş ile yüz yüze olduğunuzu bilin” diyor. Savaşı açan Allah ve Resulü. Dolayısıyla bu da o kapsama girmiyor. Bunları açıklıyorum şu var: bizde maalesef hikmet tamamen unutulmuştur. Ömer(ra)’dan sonra hikmeti ara ki bulasın. Bazı insanlar çocuklarına isim olarak koyuyor da hiç olmazsa kaybolmuyor büsbütün. Sonra bakmışlar ki kimse sahip çıkmıyor, felsefe sahip çıkmaya başlamış hikmete, üvey oğlu olmuş. Şimdi devam ediyor. Ama Müslümanlar hikmetsiz kalmışlardır. Hikmet, kurana göre problemlere çözüm bulmaktır. İşte şu anda onu yapmaya çalışıyoruz biz. Bu bir ekip işidir, tek başına olmaz. Hikmet devre dışı kalınca, Resulullah’ın sözlerinin adı sünnet olmuş. Halbuki sünnet, Allah’ın elçi olarak gönderdiği toplumlarda uyguladığı kanunlardır. Resulullah’ın sözüne hiç sünnet diyen sahabe de olmamıştır. Sistemi bozmak isteyenler önce kelimelerle oynarlar. Arkasından icma ve kıyas diye bir şeyler sokuşturmuşlar. Şimdi mesela kuranın çok açık, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ayetlerine rağmen dinden dönen öldürülür de icma etmişlerdir. Bu tıpkı hristiyanların konsil karaları gibi. Ama arada bir tek fark var. Hıristiyanlık konsillerini nerede topladıklarını, kimin katıldığını yazmışlardır. Biz de o da yok. Ne zaman toplaştınız, nerede bu kararı aldınız? Yok. İnan, mecbursun. Karşı çıkarsan zındıksın, öldüreceğiz. Bitti.
Gelelim iç terör olaylarına. Maide 33: “İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu” Allah ve Resulü’nün kursuğu düzen. Yani resul tebliğ ediyor, Allah kuruyor. O kurulu düzene savaş açıyor. MAİDE, 33.. Ayet: “ve yes’avne fil erdı fesaden” o topraklarda fesat çıkarmak için savaş açıyor. Bizzat çatışma ortamı. Yol kesiyor, adam ölçdürüyor ya da insanların mallarını gasp ediyor. Hep aynı suçu işleyecek değiller. “En yükattelu: öldürülmeleri”. Bu, öldürmeye karşı öldürme. Kimin öldürdüğüne bakmıyorsun. Çete suçları işledikleri için hepsi de cezasını çekmiş oluyorlar. “ev yüsallebu: ya da asılmaları”, “ev tükattaa eydıhim ve ercülühüm min hılafin: ya da elleri ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi”. “Efendim çok ağır”. Öyle mi? Hadi bakalım şöyle dışarı çıkmanız mümkün olmasın da göreyim aynı şeyi konuşabiliyor musunuz? Gezi olayları sırasında İstanbul Radyosu’nda konuşma yapmak için gittim. Birden bire kendimi olayların ortasında buldum. Önceden haberim yoktu yani. Otobüsle gittik bir de baktık ki etrafımızda acayip şeyler oluyor. Neyse Allah’tan radyo evine girdik ama stüdyoya bile gelen seslerden ses gelmesin diye epey uğraştılar. Orada çekimler yapıldı. Bayağa bekledik. Nihayet polis bir koridor açtı da çıktık geldik. Bu olayları yaşamamış insanlara çok basit gelir. Ama bu insanlars siz karşıdakine ölüm korkusu tattırıyorsanız, mal güvenliğini ortadan kaldırıyorsanız bu cezaya razı olacaksınız. Hiç başka çaresi yok. Diyecekler ki; “bu uluslararası hukuka uymaz”. Eyvallah, ahirette görüşürüz. Kimmiş ya! O insanları yaratanın hukuku bu. Her yerde geçerli olan budur. Hele bir gidin bakayım kendilerine bu olaylar olduğu zaman bu kelimeleri söylüyorlar mı? Neler yaptıklarını bir gidin görün bakayım. Suçsuz adamları öldürüyorlar bırakın suçluyu. Bir Müslümanın başkasından öğreneceği hiç bir hukuk olmaz. O hukuk ne arıyor. Diyor ki Allah burada; “ev yünfev minel ard: ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir”. Sen misin burada insanları tedirgin eden, sen de git hadi bakalım. Sen de öyle bir tedirgin ol ki bunun cezasını çek. “zalike lehüm hızyün fid dünya: bu onlar için dünyada bir itibar kaybı”, “ve lehüm fil ahırati azabün azıym: ahirette de büyük bir azap vardır”. Onları affedebilirmiyiz? Asla. Öyle ben hükümetin, yetkiliyim yok kardeşim. Kusura bakma. Sana karşı tavırlarda yapabilirsin, hiç affetmiyorsun. Birisi en küçük bir şey söylese “böyle söylemek istedi” diyorsun. Bak Allah Resulü’ne neler yapılıyor, hiç görmezlikten geliyor. Ama topluma karşı yapılan tavırlarda affetme yetkin yok. Başkası ile ilgili senin af yetkin yok. Diyor ki burada Allah; MAİDE, 34.. Ayet: “İllellezıne tabu min kabli en takdiru aleyhim: onları yakalamadan önce tevbe ederlerse” yani yaptıklarından vazgeçerlerse. Biz vazgeçtik teslim oluyoruz derlerse o zaman terör suçu duymazsın, normal suç dayarsın. Hiç suç işlememiş olanları serbest bırakırsın. İşlemiş olanları işlediğin suçun cezasını verirsin o kadar. Tabi orada da yargı sistemi çok önemli. Bugünkü yargı sistemi kadar kötü bir şey herhalde hayal edilemez. C. Hakka sonsuz şükürler olsun Osmanlı yargı sistemini çok iyi öğrenmek nasip oldu. Çünkü doktoramda o sistemde çok sayıda araştırmacıya yerli-yabancı yardımcı oldum. Hatta bir gün İst. Müftülüğü’nde oturuyorum, Edebiyat Fakültesi dekanı bir hanımefendi adını unuttum yaşlı bir Osmanlı tarihçisi. Telefon etti. Sizi ziyaret etmek istiyorum dedi. Geldi odaya girdi; “Abdulaziz Bey?”, “Buyurun benim dedim”. “Aaa! Çok gençsiniz” dedi. Bundan 30 sene önce falan. Çok gençmişsiniz dedi. Ne oldu dedim. “Yaa Amerika’da hangi Ünivetsite’ye gittiysem seni sordular. Ben dedim Allah Allah! Türkiye’de böyle bir araştırmacı var, ben niye tanımıyorum? Sen bu genç yaşta nasıl bu kadar tanınır oldun?”. Hatta bana Amerika’ya gitme teklifleri gelmişti, kabul etmedim. Onlar beni tarihçi bilirler. Fıkıhçı bilmezler. Osmanlı tarihçisi bilirler. Nurhan Atasoy. Biliyorsunuz ben bu yanlışları hep tenkit ederim ama Osmanlı’daki yargı sistemi muhteşemdir. Ya bu yargıdaki yanlışlar konusunda doktorasında bulunduğum kişiye dedim ki. Beni hepsi de tanır da O daha iyi tanır. Dedim; “size bir takım çok basit şeyler söyleyeyim, bu yargıdaki tıkanıklığı iki dakikada giderin, hem de dünyaya örnek olun. Bütün dünya da diyecek ki ne muhteşem bir şey”. Ya ben anlamıyorum bu insanları! Zaten bütün o söylediklerime dikkat etmedikleri için artık bundan sonra açık, daha gizli kapaklı hiç bir haber göndermeyeceğim. Açık ve net. Onun için dersleri böyle siyasi konulara şey yaptım. Şimdi isteyen herkes istifade etsin. Bir de şunun için yapıyorum: dışardaki insanlar zannediyor ki bu İslam’ın politikasıdır. Dünya bilsin ki bu İslam’ın politikası değildir. Geçende birisinin bir sözünü görmüştüm. Diyor ki; davayı Ağrı Dağı’nın tepesine çıkarmak için harekete geçtik diyor, bin bir güçlükle tepeye çıktık bir de baktık ki dava eteklerde kalmış biz çıkmışız yukarıya. Biz kendimizi çıkarmışız, dava Ağrı Dağı’nın eteklerinde kalmış. Bu yargı sistemi de çok berbat gerçekten. Öyle acayip şeylerle insanları tutukluyorlar ki hapishaneler ağzına kadar adam dolu. Bir zamanlar ceza kanunları hazırlamasında çalışan arkadaşla, buraya geliyordu ara sıra. Şimdi başka üniversitede görevli gelemiyor. Bir şey söylemiştim bunu niye böyle yaptınız diye. Hocam dedi “bir yatakta 3 kişi yatıyor. Nöbetleşe yatıyorlar öylesine dolu ki” demişti o zaman. 1840 Fransız ceza kanunu tercümesine kadar Osmanlı’da hapishane yoktu. Hapishaneye ne gerek var? Hapis cezası diye bir ceza olmaz. Tutukluluklar vardı, kürek cezası vardı, adam gidip iş yapıyordu. Yatmıyordu. Mesela bizim fıkıh kitaplarında vardır: müebbet hapis. Süresiz. 1 gün sonra da çıkarılabilir. Müebbet değil. Müebbet kelimesi kullanılmaz. Müddeti medide ile yani uzun süreli hapis. Ama genel uygulama şudur: Cuma günleri kadı gider dolaşır hapishaneleri, onlar da tutuk evidir. İst. Müftülüğü, o zamanki yeniçeri ocağıdır. Ağa kapısı. Daha sonra şeyhülİslamlığa tahsis edilmiş. Orada bir zindan dedikleri yer vardır. Buranın iki katı yüksekliğinde, pencereleri gayet yüksek, önü gayet güzel bir bahçe. Mehmet Hoca çok iyi bilir hep doldursan 15-20 kişi ancak alır değil mi? İşte hapishane dediğimiz orası. Gidin Yedikule zindanlarını gezin de görün bakalım ne? Şimdi hapishane yetmiyor. Bütün dünyaya örnek olacakken dünyayı örnek alıyoruz. Gerçekten üzücü bir şey. Şimdi burada diyor ki Allah; “kendileri tevbe ederse başka yakalanmadan önce. Bilin ki Allah gafur ve rahimdir”. Tevbe ederseniz tamam bitti. O zaman ne oluyor? O terör çıkaranlara da tevbe fırsatı var en vazgeçtim dediği an. Pişmanlık yasasından yararlanma deniliyor. Pişmanlık yasası dediğiniz şey, kuranın her ayetinde vardır. Öyle kimseye de bırakılmaz. Kimsenin keyfine de bırakılmaz. Orada normal suçlular gibi ceza görürler. Ama 1-Toplum aleyhine işlenen suçlarda devletin affetme yetkisi yok. Suçlu vazgeçerse, o zaman adi suçlular gibi.
Peki antlaşmalarda ne yapmamız lazım? Konu çok geniş de nasıl daraltacağımı düşünüyorum. Resulullah, Hendek savaşından 1 sene sonra hac için Mekke’ye gidiyor. Kaynaklarda umre için derler. Gerçekten ben inanamıyorum. Bu kitapları yazanlar hiç mi kuran okumazlar. Bırakın onu kuranın tefsirini yazanlar bile yanlış yazıyorlar. Gerçekten inanamıyorum. Bu ne biçim dumura uğramış bir zihin. Ama bunlardan bazıları kılıçların altında yazdıklarını söylüyorlar kitaplar. Artık yapacak bir şey yok. Hac için gidiyor Resulullah. Mekke’ye gitmeden önce Medine’de Müslümanlara diyor ki; “mümkün olan en büyük ölçüde insan gelsin”. Çünkü Hendek savaşına Mekkeliler gelmişler, çevre kabilelerden paralı askerler bulmuşlar, çok ciddi maddi sıkıntı içine girmişler. Çevre kabileler de o savaşa geldikleri için o sene hac veya umreye gidecek maddi imkanı yok. Mekke’nin de bütün geçimi gelen hacılarla. Bir de hep oranın adını unutuyorum orada bir bölgenin şeyi Müslüman olmuştur. Hatta adamın adını da biliyordum ama unuttum. Neyse. Mekk’ye buğday gönderen bir bölgeydi. Buğday göndermiyor. Resulullah haber gönderiyor buğday gönder diye, gönderiyor. Resulullah Mekke’ye 500 altın gönderiyor fakirlere dağıttırıyor. Ebu Sufyan’ın elindeki derileri yüksek bir fiyatla alıyor, ekonomik olarak rahatlatıyor. Yani piskolojik olarak onları rahatlatıyor. Bir de mümkün olan en büyük sayıyla hacca gidecekler, Mekkeli bütün esnaf seviniyor. Hiç olmazsa alışveriş yapacak insanlar geliyor diye. Gidiyorlar Hudeybiye’ye. Mekkeliler Hudeybiye’den içeriye sokmuyorlar Müslümanları. Müslümanlar güçlü. Mekkeliler’i yenecek güçteler. Fetih suresinde bunlar anlatılıyor. Allah girmelerine müsade etmiyor. 10 yıllık bir antlaşma yapıyorlar Mekkeliler ile. Orada diyor ki C. Hakk FETİH, 25.. Ayet: “Hümüllezıne keferu ve sadduküm anil mescidil harami vel hedye ma’kufen ey yeblüğa mehılleh” kafir olan bunlar, sizi Mescidi Haram’dan engelliyorlar ki arap yarımadasındaki yerleşik geleneğe göre hac döneminde hiç kimse Mescidi Haram’dan engellenemez. Umre için gelenler de engellenemez. “vel hedye ma’kufen ey yeblüğa mehılleh”, ve beraberinde getirdikleri kurban bayramı kurbanları var. Onun da kesilecek yere kadar ulaşmasına engel oluyorlar. Ona da müsade etmiyorlar. Burada diyor ki Allah; “ve lev la ricalüm mü’minune ve nisaüm mü’minatül lem ta’lemuhüm” eğer Mekke’de sizin tanımadığınız mümin kadın ve mümin erkekler olmasaydı, “en tetauhüm” bilmediğiniz için onları da öldürebilirdiniz. Onlara da zarar verebilirdiniz. “fe tüsıybeküm minhüm mearratüm” bundan dolayı size bir ar dokunurdu, utanırdınız. “Bi ğayri ılm” bilmeden olurdu ama üzülürdünüz tabi. Böyle olmasaydı siz Mekke’ye girer, o gün alırdınız. Bakın ben güçlüyüm alıyorum değil. Hep insan unsuru düşünülüyor dikkat edin. Şimdi orada antlaşma yapıyor Resulullah Mekkeliler ile. O antlaşma ile Mekkeliler ilk defa Resulullah’ın devletini tanımış oluyorlar. İlk resmi belgeye imza atılıyor. İşte oradaMüslümanların aleyhine gibi olan maddeler var. Mekke’den bir erkek Medine’ye gelirse ailesi isterse geri verilecek ama Medine’den herhangi birisi gelirse geri verilmeyecek. İki tarafın da anlaşmalı olan kabileleri birbirleriyle savaşmayacaklar. Hiç birisi diğerinin aleyhine başkasıyla ittifak yapmayacak. Burada çok önemli bir husus var. Mekkeliler ile Hayber Yahudileri ki Hayber çok önemli bir ticaret merkezi o zaman, çok zengin bir yer. Hayber Yahudileri anlaşma yapmışlar: ikisi beraber bir fırsat kolluyorlar ki Medine’ye hücum etsinler, Medine’de Müslümanları bitirsinler. Resulullah Medine’de yeteri kadar güç bıraktıktan sonra Mekke’ye gidiyor. Mekkeliler ile yapmış olduğu bu anlaşma ile Mekke’nin Hayber ile ilişkisini koparıyor. O ilişkiyi kopardığı için dönüşte hemen Hayber’e gidiyor. Dış politika böyle yani. Görüyor musunuz bu dış politika. Orada10 yıllık bir antlaşma var Mekkeliler ile ve onların müttefikleriyle. İki yıl sonra Mekke’nin müttefiki Beni Bekr kabilesinden Resulullah’ın müttefiki ve Müslüman olmuş Huzaa kabilesinin reisini ve birkaç kişiyi öldürüyorlar. Antlaşmaya aykırı. Mekkeliler de buna sahip çıkıyor. Beni Bekr’in tavrından dolayı görevlerini yerine getirmiyorlar. Resulullah bu antlaşmayı bitmiş kabul ediyor. Çünkü orada affedemez, oradaki kişiler öldürülmüş. Yetkisi yok. Ebu Sufyan Medine’ye geliyor. Medine’de kalıyor. Antlaşmayı yenileyelim diye geliyor, hiç kimse yüzüne bakmıyor. Sonra Müslümanlar büyük bir orduyla Mekke’ye gidiyor, Mekke’yi alıyorlar. Mekke’yi aldıktan sonraki yaptıkları çok önemli dış politika açısından. Burada şunu da söyleyeyim de. Bu konular Müslümanlar için çok bakir konulardır. Resulullah uygulamış, Ömer(ra)’ın zamanına kadar Müslümanlar uygulamış, ondan sonra bozulmuştur. Zaten dikkat ederseniz Ömer(ra)’dan sonra İslam aleminde çok ciddi iç karışıklıklar olmuş hep gerileme olmuştur. Çünkü Ömer(ra) hikmeti uygulamıştır. Problem çözmüştür. Şurayı Medine’de tutmuş, kimseyi bırakmamıştır. Çünkü şura dediğimiz öyle basit parlemento değil. Hiç bir alakası yok. Konuları bilen uzman kişilerle sorunları çözmek için yapılan toplantılardır. On6n usulünü de C.Hakk kuranda belirtmiştir. Onun için hiç kimsenin Medine’den dışarıya çıkmasına müsade etmiyordu Ömer(ra). Ondan sonra Osman(ra) gelince onların her birisine birer görev verdi şura bitti kayboldu. Artık hikmeti ortaya çıkaracak kişiler kalmadı. Müslümanlar arasındaki savaşlar, bozukluklar ondan sonra başladı. Bu konular üzerinde Müslümanların çok ciddi çalışması lazım. Geçen gün doktor yeterlilik sınavında aynen şunu söyledim. Daha önceden olsaydı ortalığı yıkarlardı da arkadaşlar hiç kimse sesini çıkarmadı. Abbasiler ile oluşmuş yapıyı kutsallaştırıyorsunuz, onu İslam diye insanlara takdim ediyorsunuz. Şimdi zaten öyle bir noktaya geldi ki buradan İngiltere’ye doktora yapmaya gidiyor. Bir papazın yanında İslam hukuku doktorası. Adam İslamı bilmez ki hukukunu bilsin. O sana ne öğretecek? Böyle deli bir topluma nasıl İslam toplumu denir. Ondan sonra da övünüyorlar şu kadar şeyimiz gitti İngiltere’de doktora yaptı. Geriye döndüğü zaman ne anlatıyor millete? Kur’an’sız bir Müslümanlık. Eskiden hiç olmazsa lafla kuran vardı. Şimdi lafla da kuranı kaldırıyorlar. Tarihselcilik diye bir saçmalık ortaya çıkardılar ilahiyat fakültelerini sardı. Sadece Türkiye’de değil her tarafta zaten Kur’ an yoktu şimdi iyice şey yaptılar. Ama çok şükürler olsun şu bizim başlattığımız hareket çok ciddi manada tesirini göstermeye başladı. Tepkiler var ama olacak. Binaları çatır çatır çöküyor, siz orada bir şey var zannediyorsunuz yanına gidiyorsunuz ki büyük bir moloz yığını.
Esas en önemli konu. Resulullah gitti Mekke’yi fethetti. Hani uydururlar: “Kabenin duvarına da yapışsa falan adamı öldürün”. Böyle bir şey olmadığına dair burada dersler yaptık zaten. Yok efendim Beni Kureyzalılar’a şunu yapmışlar, yok Kaab Bin Eşref’e bunu yapmışlar. Bunlar hepsi iftiralar. Sonradan yapılan dine karşı din, paralel din diye şey ya, ona kaynak olsun diye bu yalanlar uydurulmuştur. Bunları kaynaklarıyla biz derslerimizde anlattık. Mekke fethediliyor, peki fethedildikten sonra neler yapılıyor? Hiç kimsenin burnu kanamıyor. Küçücük bir çatışma: o şey değil. Hiç kimseye karşı bir şey yapılmıyor. Fakat 1 sene sonra inen Tevbe suresi var. Bakın Tevbe suresi neyi anlatıyor. Kuranın 9.suresi. Ebu Bekir(ra)’ın başkanlığında ilk hac kafilesi gidiyor. Resulullah gitmiyor. Çünkü Mekke’ye dışarıdan gelen kişiler, dışarıdaki elbiselerle kabeyi tavaf edemiyorlar orada oluşmuş geleneğe göre. Mekkelilerin elbiseleri kutsal. Mekkelilerin elbiselerinden giymeleri lazım. Elbise bulamayanlar da çıplak tavaf ediyor. Kadınlar da çıplak tavaf ediyorlar. Mekke’yi fethetmiş ama buna bile engel olmamış görüyor musunuz? Allah’ın ayeti gelene kadar. Resulullah gitmiyor, Ebu Bekir’i gönderiyor. Ben onları o şekilde görmek istemiyorum. Ebu Bekir(ra) yola çıktıktan sonra bu sure iniyor. Ali(ra), bunu tebliğ için gidiyor Mekke’ye. Diyor ki ayet TEVBE, 1.. Ayet: Beraetüm minallahi ve rasulihı ilellezıne ahettüm minel müşrikın: o antlaşma yaptığınız müşriklere karşı Allah ve Resulü tarafından bir ultimatomdur”. İlişiğimizin kesildiğini bildiriyoruz diyor. TEVBE, 2.. Ayet: “Fe siyhu fil erdı erbeate eşhüri:yeryüzünde 4 ay daha dolaşabilirsiniz”. “Fil ard” derken Mekke toprakları tabi. Orayla ilgili başka şeyler vardı orayı anlatmadım. Çünkü vakit yetmez korkusuyla. “va’lemu enneküm ğayru ma’cizillahi: bilin ki siz Allah’ı aciz bırakamazsınız” Allah’ın dini ile mücadele edemezsiniz, “ve ennellahe muhzil kafirın: Allah kafirleri itibarsızlaştırır”. TEVBE, 3.. Ayet: Ve ezanüm minallahi ve rasulihı ilen nasi: Allah ve Resulü’nden insanlara bir duyurudur”, “yevmel haccil ekberi:büyük hac günü” yani normal hac. Diğeri umre. “ennallahe berıüm minel müşrikıne: Allah’ın müşriklerle bir ilşkisi kalmamıştır”. Zaten o andan sonra çıplak tavafa müsade edilmiyor. “ve rasulüh: resulünün de bir ilşkisi yoktur”, “fe in tübtüm fe hüve hayrul leküm: tevbe eder vazgeçerseniz sizin hayrınıza”, “ve in tevelleytüm: ama bu teklife karşı sırtınızı çevirir tevbe etme6zseniz,” “fa’lemu enneküm ğayru mu’cizillah:çok iyi bilin ki siz Allah’a karşı hiç bir başarı gösteremez, aciz bıramazsınız” C. Hakkın hükmü hakim olur. “ve beşşirillezıne keferu bi azabin elım: o kafirleri acıklı bir azapla müjdele”. Şimdi bakın. Antlaşma yapmışsınız, “antlaşmayı bozanlar”. Beni Bekr kabilesi ile Mekke’dekiler. Diğerleri değil. Diğer kabileler var onlar değil. TEVBE, 4.. Ayet: İllellezıne ahettüm minle müşrikıne: müşriklerden antlaşma yaptıklarınız”, “sümme lem yenkusuküm şey’e: sonra bu antlaşmaya aykırı bir şey yapmamışlarsa”. Orayı da topyekün değerlendirmiyor. “Efendim işte antlaşma bozulmuştur, antlaşmanın tüm tarafları ile ilşkilerimiz düşmanca”. Hayır değil. Bütün tarafları değil, bozanlarla. Bozmayanlar ayıklanıyor. Çünkü mesele insanların gönlünü almak. Hiç kimse dememeli ki bize haksızlık yapıldı. TEVBE, 4.. Ayet: İllellezıne ahettüm minle müşrikıne sümme lem yenkusuküm şey’e: size karşı bir kusur işlememişlerse” “ve lem yüzahiru aleyküm ehaden: size karşı kimseye de destek vermemişlerse”. Mekkeliler’in kendisi anlaşmayı bozmadı ama Beni Bekr’e destek verdiler. “fe etimmu ileyhim ahdehüm: onlara verdiğiniz taahhüdü sonuna kadar görürün”. 10 yıl boyunca bunlar Mekke’ye rahatlıkla girip çıkarlar. Burada anlatılan onları ilgilendirmez. “innellahe yühıbbül müttekıyn: Allah muttakileri sever”. Yanlış yapmayacaksınız, kendinizi yanlışa karşı koruyacaksınız. TEVBE, 5.. Ayet: “Fe izenselehal eşhürul hurumü: bu haram aylar” yani onlara verilen bu 4 aylık süre. Bildiğimiz haram aylar değil. Hep bunlara yanlış anlamlar verirler. O dört aylık süre biterse “faktülül müşrikıne hayüs vecedtümuhüm: nerede bulursanız o müşrikleri öldürün”. Antlaşmayı bozan Mekkeli müşrikler. Niye öldürülüyorlar? Çünkü Mekkeli müşrikler, Müslümanları Mekke’de yaşatmadılar sürgün ettiler. Peki bu Mekkeli müşriklere de 4 ay süre tanıdınız. Dediniz ki; “beyler bu 4 ay içerisinde nereye gidiyorsanız gidin. Gitmediyseniz cezanız ölümdür”. Çünkü yaptığınızın karşılığı. Siz Müslümanları oradan sürüp çıkardınız. Müslümanlar Mekke’yi fethettiği zaman cezalanmış değilsiniz. Siz de buradan sürülüp gideceksiniz. Bir cam kırınca camı taktığın zaman olmaz. Bir cam daha takacaksın. Geldin Mekke’yi geri aldın? Yook. O sizi sürdü, siz de onları süreceksiniz. Ama süre tanıyor. Diyor ki 4 ay serbest, düşünün taşının. İstediğiniz yere gidin hiç dokunmsyacağız size ama 4 ay bittikten sonra öldürürüz. “ve huzuhüm vahsuruhüm: onları kuşatın gitmezlerse”, “vak’udu lehüm külle mersad: onlar için oturun” yani artık Mekke’de bir tane kalmasın. İşledikleri suçun cezasını görmeleri lazım. “fe in tabu: ama tevbe eder”, “ve ekamüs salate:nsmazı tam kılar”, “ve atevüz zekate” zekatı da verirlerse”, “fe hallu sebılehüm: yollarını serbest bırakın” Mekke’de istedikleri gibi yaşayabilirler. “innellahe ğafurur rahıym: Allah gafur ve rahimdir”. TEVBE, 6.. Ayet: Ve in ehadüm minel müşrikınestecarake” o müşriklerden herhangi birisi bu 4 ay içinde gitti. Onlar sana diyor ki; “bana müsade edermisin geleyim Mekke’ye de biraz orada kalayım”. Gelsin. “hatta yesmea kelamellahi: Allah’ın kelamını işitsin”. “sümme eblığhu me’meneh” Gelsin Allah’ın ayetlerini işitsin, Onu güvenli yere kadar ulaştır. “zalik bi ennehüm kavmül la ya’lemun: çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur”diyor. Öğrendikten sonra inanıp inanmayacaklarına karar versinler. Arkadaşlar malesef, bu ayetin bağlamları tamamen koparılmıştır. Yani şu şii-sünni mezhepler o ayetleri tamamen bağlamından koparmışlardır. Bağlamı neydi? Bakara 191.ayette var: “ahricuhum min haysu ahracukum” Mekkeliler sizi nereden çıkardılarsa siz de onları oradan çıkarın. Mekkeliler Müslümanları nereden çıkardılar? Mekke’den. Siz de onları oradan çıkarın. Niye? Yaptıklarının cezası bu. Kuranda olan bu bağlam bırakılır, bu ayetin içerisindeki tüm bağlamlar bırakılır ve müşriklerle ilişkileri bağlamından koparılmış ayetlerle yaparlar. Tevbe 5.ayetle. “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün”. Şimdi şikayet ediyorlar: İşid, şu kadar adam öldürmüş. Kardeşim şu senin ilahiyat fakültelerinde okuttuğun, iman hatiplerde okuttuğun, medreselerde okuttuğun kitapları bi oku bakayım. Hepsi bunu yazıyor. Ona karşı çıkıyorsan erkekçe karşı çık. Bu uydurulmuş dini insanların gündeminden at. Hem o gençleri ona göre yetiştiriyorsun. Onu sen yetiştiriyorsun. Ondan sonra dinini yaşa diyorsun. Hanginiz bu öğretilen dini yaşayın derseniz bu İşid militanından başka hiç bir şey olamazsınız. O zaman bem ssiz bunları bu hale getirin hem de düşmanlık yapın. Burada çok büyük bir uluslar arası bir oyun var. Onu da söylemiş olayım. Avrupa’da da, dünyanın diğer ülkelerinde de bizzat gördüm-duydum. Bizim 11dilde yayınımız var. Bazı ülkerin adını vermek istemiyorum. Çünkü belki problem olabilir. Bugün bütün dünyada din olarak tek bir din var, o da İslam. Bugünkü haberleşme, ulaşım imkanları içerisinde İslam’dan başka hiç bir din hiç kimseyi tatmin etmiyor. Yani ben bir katolik kilisesinde dekanın odasında oturuyoruz. Orada bir delikanlıya sordum. Doktora yapmak için gelmiş bir Müslüman. Boşnak. Kaç senedir buradasın dedim. 5 senedir. 5 senedir burada hiç Katoliğe rastladın mı dedim. Dünyanın 1 numaralı Katolik Fakültesi. İlk geldiğim sene bir iki tane vardı dedi. Senpiyatri kilisesine gidin Vatikan’da. Ana merkez. Bizim Süleymaniye camisini içine rahatlıkla sığdırabilirsin. O kadar büyük. İbadet yaptıkları yer buradan az bişey büyük. Girin içerisine, 80-90 yaşlarında bir kaç kişiyi görürsünüz. Başka kimse yok. 2 kişi, 3 kişi, 5 kişi o kadar. Almanlardan bizzat duydum. Efendim dediler “bizim kiliselerimiz kapanıyor. Almanya’da öyle camiler var ki 5 bin tane cemaati var, tamamı alman. 2009 yılında Vatikan’a gittiğim zaman gene onlar organize etmişti. O zaman Vatikan başbakanı ve Dinler Arası Diyalog Kurulu Başkanı Jean Lui Turan. Onlara verdiğimiz yazı da sitemizde var, görebilirsiniz. Orada bana dedi ki; “sen bize müşrik diyorsun. Biz müşrik değiliz”. Zaten hep benimle konuştu, koskoca bir heyet var ama heyet üyeleri çok az konuştular. Ben tabi her yerde siz müşriksiniz diyorum. Çünkü Allah’a da Papa diyorsunuz, Papa’ya da Papa. O gökteki babanız, bu yerdeki babanız: bu şirk değil de nedir dediğim zaman susuyorlar cevap veremiyorlar. O konuşunca kendimi tutamadım güldüm, O da devam ettiremedi gülünce. Sonra uzunca bir konuşma yaptım orada. Tabi onun kayıtları kaybedildi. Bizim ekipteki kişiler kaybettiler. O zaman biz bilmiyorduk onların o yapısını. J. L. Turan şunu demişti bana; “siz kurana uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz” demişti. Ben de buna tabi fena halde sinirlenmiştim. Orada ilgili ayetleri okudum. Meğer Arapça da bilirmiş. Sonradan öğrendim. İlgili ayetleri okuyunca adam bir heyecanlandı. “Tabi canım, sizinle diyalog yapmayacağız da kiminle yapacağız” dedi böyle geriye çekilmeye başladı. Dedim; “sizin yaptığınız diyalog: akşam bize gelin bir çay içelim, laklak ederiz. Sizin diyaloğunuz o” dedim. “Var mısınız gerçek anlamda diyaloğa?”. O mektubu verdim. Şimdi yayınlanıyor. Tabi onu gördü “tabi canım, sizinle diyalog yapmayıp da kiminle yapacağız” dedi. “Avrupa’da ikinci büyük din oldunuz” dedi. 2009: Avrupa’da en büyük ikinci din. Ondan 6 ay sonra galiba Viyana’ya gitmiştim. Orada Rabıta’nın bir merkezi var. Kubbeli bir camisi var. Bilenler bilir. Tuna nehrinin hemen yanında. Dönen bir kule var, ona çok yakın. Oraya gitmiştim. Oradaki Araplarla falan görüştüm. Bana dediler ki; “son yapılan sayımda Avrupa’da 1 numaralı din haline geldi İslamiyet. İslam, Avrupa’da 1 numaralı din haline gelince çok büyük telaş başladı tabi. Kurandan uzaklaştırma gayretleri şu, bu falan. Bu defa ne yaptılar? Bu İşid’i onlar ortaya çıkardı. Orta Doğu projesidir, Arap baharıdır, şudur, budur. Ondan sonra uluslararası anlaşmalar, ittifaklar derken Müslümanı Müslümanla çatıştırıyorlar şu anda. Çok dikkatli olmak zorundayız. Ama bu çok büyük bir fırsat veriyor. Bu olaylar olmasaydı ben bu dersi yapamazdım. Siz de bunlardan haberdar olamazdınız. Çok büyük bir fırsat. Yanlışları ortaya koyalım. Ben şunu size çok net olarak söyleyebilirim. Çünkü her gün dışarıyla haberimiz var. Biz devlet bazında haberleşmiyoruz, fert bazında haberleşiyoruz. Daha doğrusu haber değil. Adam soru soruyor, cevap veriyoruz. O sorudan adamın ruh halini anlıyorsun. Hangi ortamda yaşadığını anlıyorsun. İslamiyet alabildiğine yayılıyor. Engellenemeyecek noktalara geldi. Bizim yapmamız gereken, Resulullah gibi davranmak. Kişilik haklarımıza saldırıldığı zaman ses çıkarmamak. Allah’ın emrettiği gibi affetmek. Nahl suresinin sonlarında. Ama bir yerde birisi dava ederse derhal karşılığını vereli. Hiç korkmayalım. Tahsemuhum cemian ve kulubuhum şedda” diyor Allah Haşr suresinde: “siz onları topluluk zannedersiniz, kalpleri parça parçadır”. Onlar sizin karşınızda topluca savaşamazlar. Korkarlar. Çünkü savaşacakları bir değerleri yok. Savaş açtıysa affetmeye yetkimiz yok. Karşı taraf sulh teklif ettiği zaman ENFAL, 61.. Ayet: Ve in cenehu lis selmi fecnah leha ve tevekkel alellah” karşı taraf kenara çekilir,barış anlaşması için şey yaparsa sen de kenara çekil. Çünkü bizim niyetimiz insanlarla savaşmak değil ki. Allah’a güven. Allah işitir ve bilir. Dinleyen ve bilen Allah’tır. Ama güçlü olduğumuz zaman karşı tarafa barış teklifinde bulunamayız. Böyle bir yetkimiz yok. O da Muhammed suresindeydi. MUHAMMED, 35.. Ayet: “Fe la tehinu ve ted’u ilis selmi ve entümül a’levne” diyor ki; “üstün durumdayken barış teklifinde bulunarak gevşeklik göstermeyin”. Sen barış teklifinde bulunmayacaksın. Ama karşı taraf barış teklifinde bulunursa değerlendireceksin. “Vallahü meaküm: Allah sizinle beraberdir”, “ve ley yetiraküm a’maleküm” C. Hakk sizin işlerinizi kendi başınıza bırakmaz. Allah, desteğini sizden hiç bir zaman geri çekmeyecektir.
Kısa bir özet yapayım isterseniz.
1- Kendi kişilik hakkımıza yapılan saldırılarda affetmemizi C. Hakk tavsiye ediyor. Ama affetmediğimiz takdirde dengi ile ceza verme yetkisi veriyor. Fakat birisi bize davaş açtığı zaman kesinlikle karşılığını vermek zorundayız. Fakat aşırılık yapamayız. Karşı taraf geri çekilir, fiilen savaşı durdurur ve barış teklifinde bulunursa barışı kabul edin diye C. Hakk emrediyor. Mecbur değil ama etmeliyiz yani. Ülke içerisinde terör olaylarını yapanları affedemeyiz. Kendileri vazgeçer teslim olurlarsa adi suçlular gibi muamele görürler. Savaş suçlularını affetme hakkımız yok. Savaş suçlusu dediğimiz zaman yanlış anlaşılır bu da. Onu geri alayım. Çünkü savaş suçlusu kelimesinin uluslar arası anlamı var. Savaş bittikten sonra işlenen suç demektir bizdeki anlamı. Bize karşı savaş açmış ise o kişiyi affedemiyoruz. Ama hiç kimsenin de iş içlerine karışamıyoruz. Savaş halinde olduğumuz bir toplumun bile iç işlerine karışamıyoruz. Resulullah’ın Mekke’nin iç işlerine karışmadığı gibi. Zaten sözleşme varsa gene karışamıyoruz. Tüm davranışlarımızda insanların gönüllerini almaya gayret ediyoruz ve C. Hakkın emirlerine kesinkes uyma gayreti içerisindeyiz. Bu çok özet oldu. Kuş bakışı oldu. Böylece bu dersi bitirmiş olalım. Var mı soru?
ABDURRAHMAN YAZICI: Dış politika kapsamında Nisa 75. ayeti nasıl anlamalıyız?
ABDULAZİZ BAYINDIR: NİSA, 75.. Ayet: Ve ma leküm la tükatilune fı sebılillahi vel müstad’afıne miner ricali ven nisai vel vildanillezıne yekulune rabbena ahricna min hazihil rayetiz zalimi ehlüha vec’al lena mil ledünke veliyya vec’al lena mil ledünke nesıyra”. Burada, az önce aslında biz bunun şeyini anlatmıştık ama tekrar anlatalım. “Allah yolunda niye savaştan geri duruyorsunuz? Zayıf düşürülmüş kadın ve erkekler”. Yani şöyle düşünün. Mekkeliler ile Resulullah arasında yapılan antlaşma vardı değil mi? Huzaa kabilesi Müslümanlardan yanaydı, Beni Bekr geldi Huzaalılar’dan başkanlarını ve bir kaç kişiyi öldürdü. Müslümanlar, öldürdü ama anlaşabiliriz şöyle böyle halledelim diyebilirlerdi onu. O zaman savaştan geri çekilebilirlerdi. Çekilemezsiniz demiş oluyor. Çünkü orada zayıf düşürülmüş bir Huzaa kabilesi var. Diyorlar ki; “Rabbimiz, halkı zalim olan bu şehirde bizi çıkar. Kendi katından bir veli ver, kendi katından bir yardımcı ver”. Mekke’den Müslümanların çıkarılması olayını da düşündüğünüz zaman karşı tarafta Mekke’de bulunan Müslümanları tanımıyorsunuz diyor değil mi Allah? Ama orada belli Müslüman guruplara bu insanlar zulmediyor, hucum ediyorlarsa, bu, size karşı yapılan bir hücumdur. Zaten o ayrı bir konu. Orada adam Müslümanlığından dolayı hücum ediyor. O kişinin Müslümanlığı belli. O, size karşı açılmış savaştır. Tıpkı Huzaa kabilesindeki kişilere yapılan gibi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bu hafta Habertürk’te “Teke Tek” programında Cübbeli, İşid’i tenkit etsin diye çağırmışlardı. Bu bir tezat değil mi? Yani siz diyorsunuz ki geleneksel din anlayışı İşid oluşturur ama onlar tenkit etsin diye öyle bir hocayı çağırıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar için esas olan, siyasiler ne demişse onu tekrarlamaktır. Bunlar itibar peşindedirler. Allah rızası peşinde değillerdir ki. Zaten bilmez ki konuşsun. Açıp da kitaptan bir şey okusaydı ya bakalım. Ne diyorlar? Bana televizyoncular geliyorlar. Artık gelemiyorlar da. Millet o yetkililere ne kadar teşekkür ederse azdır. Milleti bizim elimizden kurtardı! Ama Allah’tan ki böyle imkanlar var ki konuşuyoruz. Ya Hocam gidiyoruz İşid ile ilgili bir soru soruyoruz, “İslam’da yok”. Ya bir şey söyle? Geçende Diyanet’in bir beyanı vardı. Ne söylediği belli değil. Çünkü bir şey söyleyemezler. Çünkü bunların ellerindeki kitaplar İşid’in yaptığının yüzde yüz doğru olduğunu söyler. Bunlar çalışmalarında kuran merkezli çalışma bilmezler. Dersin başında da söyledim. Ya kardeşim bizim yaptığımız aslında delilik olarak bile nitelendirilir. Ya kardeşim koskoca sünni-şii bütün mezhepleri nasıl karşınıza alabiliyorsunuz? Gelsinler bakalım gelemezler ki. Çünkü hepsi biliyor kendi durumunun ne olduğunu. Ortaya koyduğun zaman bu ne diyeceksin, mecburen susacak. O zaman ya bundan vazgeç ya da şu adamları tenkit etme. Dolayısıyla bu İşid konusu: hani bir musibet bin nasihatten hayırlıdır anlamında değerlendirilirse çok hayra vesile olur. Aynı şey paralel yapı için de öyle. Bunlarla mücadele ettiğiniz zaman öyle bir mücadele edeceksiniz ki bu insanları kendinize siyasi rakip haline getirmeyeceksiniz. Geçende Salı günü derste söyledim. Rahmetli Ziya Ülhak sırasında yapılan yanlış politikalardan dolayı Zülfikar Ali Butto, Pakistan siyasetinin üzerine şey yapmıştı ve hala onu temizleyemiyorlar. Bakın Resulullah’ın politikası, karşı taraftaki insanları büyütmeli. Dini hareket olarak ortaya çıkıp sonra siyasi harekete dönüştürdünüz mü artık ondan kurtulamazsınız. Böyle bir dönüştürmeye kimsenin hakkı yok. Ama maşallah yine çok teşekkür etmeleri lazım! Ya biz bunlarla yıllardır mücadele ediyoruz. Kitap yazdık. Herkesin onlara dört elle sarıldığı, ne istediniz de vermedik dedikleri kişilere biz ne istedik de verdiniz diyecek noktadayız. Burada akla gelen şudur: ilk önce çıkıp bunların yanlışlarını anlatmamız gerekirdi değil mi? Bir televizyon geldi bir röportaj yaptı. Başkası da geldi, ikisi de yayınlanmadı. Neyse yapsınlar bakalım önemli değil. Ama suçlu olan kişileri cezalandırdığınız zaman size hiç kimse bir şey demez. Ama siz onların kişisel haklarına dokunacak şeyler söylerseniz insanlar sahip çıkar. Şu kadar tarikatçılarla, cemaatçilerle, bu gelenekçilerle, yenilikçilerle o kadar dişe diş mücadele ediyoruz. Bilmiyorum hiç bileniniz var mı bunlardan herhangi birisinin kişisel haklarına dokunan bir şey söyledik mi şimdiye kadar? Olmaz! Karşı tarafı duygusallaştırmanın bir anlamı yok. Çünkü yarın sen eğer iktidarını kaybedersen senin yerine o geçer ve senin ananı ağlatır. Adam dini sahada ortaya çıkmış ise o sahada etkisizleştirebilirsen o zaman yanlış inançlarla onun arkasından gidenler de meseleyi anlar ve sana ömür boyu teşekkür eder. Çok kimse geliyor ve benden özür diliyor. “Ya Hocam, ben sana yapmadığımı bırakmadım. Şimdi anladım gerçeği, Allah razı olsun gece gündüz dua ediyorum” falan. İşte mesele budur. İşte bu Resulullah, her türlü olumsuzlukların bir arada olduğu bir yerde bakın Resulullah’ın bu günkü manada bir ordusu yok. Bugünkü manada bilim yok. Öylesine bilim yok ki, diyor ki; “bizde bunu bilen insanlar yok, hilali gözetlemeyle tespit edin”. Bürokratı yok, teknolojisi yok. Karşısında Roma, yılların devleti, asırların devleti. Sasaniler, asırların devleti. Bunların çıktığı yerde bir devlet geleneği yok. Bu kadar en kötü şartlarda yetişen Resulullah’ın oluşturduğu cemaat, Resulullah vefat edince Türkiye’nin 4 katı bir bölgeye hakim oluyorlar. Peki o bölge tekrar gayrımüslimlerin eline geçti mi bugün? Yok. Peki Ömer(ra)’ın vefatı sırasına kadar o günkü dünyanın en büyük gücü haline geldi Müslümanlar. Peki Ömer(ra) zamanında Müslümanların eline geçen bölgede Müslümanların elinden çıkan bir yer var mı? İspanya daha sonra oldu. Bildiğiniz varsa söyleyin. Niye? Çünkü o gittikleri yere çözüm götürdüler. Onun için siz ne kadar ne olursanız olun, eğer insanları problemini çözerseniz orada kalıcı olursunuz. Aksi takdirde geçer gidersiniz. Zaten ne olursanız olun bir gün öleceksiniz. Ama Resulullah’ın yaptığı gibi yaparsanız ölseniz bile yaşarsınız. Şu anda gerçekten elimizde çok büyük fırsatlar var dini yaymak için. Bu fırsatı kuranın gösterdiği yolla düzgün bir şekilde değerlendirelim ve bütün dünyaya İslamı tebliğ edelim.
ABDURRAHMAN YAZICI: İran’daki ceza hukuku hakkında ne düşünüyorsunuz? İslam’a göre devleti ilgilendirmeyen konularda da insanlara müdahale etme hakkı var mıdır? Örneğin kadınların evleri dışında başörtüsünü takma zorunluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kafirleri öldürmek var ya, sen Müslümansın başını açtın, başörtüsü de Allah’ın emri. Allah’ın emrine karşı çıktın kafir oldun, senin öldürülmen lazım. Ee ben öyle bir şey bilmiyorum? Senin annen baban Müslüman mı Müslüman. Tamam öyleyse sen de Müslümansın öldürüleceksin.
ABDURRAHMAN YAZICI: İranlı bir tanıdığım şöyle demişti; “inanmıyorum ama İran’a gidince Müslüman olmadığımı söyleyemiyorum. Hatta gerekirse sakal bile bırakıyorum”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İran ile alakası yok ki bunun. Her tarafta öyledir. Şafii, Hambeli mezhebi, Maliki’yi bilmiyorum da: bir insan bir vakit namaz kılmadı, eğer o bir vakit namazı unutmadığı için yada uyuyakalmadığı için değil de kılmaz ölürse onu Müslüman kabristanına gömmezler. Götürür bir çukura atarlar. Cenaze namazını da kılmazlar. Yapı bu. İran’a mahsus değil. Her tarafta bu böyle. Bu yapı münafık oluşturuyor. İnsanlar tartışsınlar, adam inanmıyorsa açıkça söylesin inanmadığını. Savunsun. Bak işte Münafikun suresinde gördük: adam neler yapmıyor ki, Resulullah hiç bir şey söylemiyor. Savunsun. Bugün Müslümansa yarın kafir oluyorsa olsun. Allah’ın verdiği hakkı sen nasıl elinden alıyorsun? Cezasını verecek olan C. Hakk. Ama çok çok açık ayetlere rağmen şeye ittifak ediyorlar. Öyle ayetleri delil getiriyorlar ki inanılmasl mümkün değil. Tabi bir de kutsallık oluşturuluyor. Bunca büyük alim bilmedi de siz mi bildiniz diye. Neyse. Bu fırsattan yararlanmamız lazım.