ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, Kur’an’sız Müslümanlık ile ilgili derslerimizi devam ettiriyoruz. Zaten belki bütün derslerimize bu başlık atılabilir. Öylesine bir Kur’an’sız Müslümanlık oluşmuş ki acaba Kur’an’lısı da var mı dedirtecek noktaya gelmiş ama geçen hafta son gelişen olaylar sebebiyle Kur’an’sız Müslümanlık 1 diye başlamış olduk. Aslında dediğim gibi bunun rakamları çok fazla. Bugün de 2 şeklinde söylüyoruz. Bunları daha önce her vesileyle ortaya koyduğumuz konular. Ama bugün biraz daha farklı bir açıdan meseleyi ortaya koyacağız. Kur’an’ın eskiden nasıl algılandığı, biz talebeyken bize nasıl öğretildiği, vatandaşa nasıl öğretildiği ve gerçekte nasıl olduğu, bugünkü ilahiyat fakültelerindeki din algısı, Kur’an’ algısının ne olduğu konusunu anlatacağız. Örnek olarak da kölelik ve cariyeliği anlamaya çalışacağız. Bugün yepyeni bir din oluşuyor. Batı güdümünde yeni bir din oluşuyor. Evet eskiden de batı güdümünde oluşmuştu. Bugünkü ile eskisi arasında herhangi bir fark yok. Şöyle dikkat edin İran ile Batı eskiden beri, Emeviler’den belki ondan öncesinden başlamak suretiyle Müslümanları bir pres içerisinde sıkmaya ve yeni bir din oluşturma konusunda ellerinden geleni yapmaya devam etmektedirler. Bugün de aynı. Yani şimdi siz şey yapıyorsunuz, İran nükleer silahları icad etti, batı buna ambargo uyguladı, şimdi anlaştılar. Bunlar sadece dünya kamuoyunu aldatmak içindir. İşin gerçeği bu değildir. Müslümanların bunu bilmesi lazım. Çok iyi bilelim ki İran hiç bir zaman Müslüman olmamıştır. Müslüman olan İranlılar var elbette. Bugün de var tarihte de vardı. Onda şüphe yok. Ama onlar hala eski iktidarlarının peşindeler. Ve Avrupa da eski iktidarının peşindedir. Biz şu anda İstanbul’da bu dersi yapıyoruz. İstanbul onlar için çok önemli. İstanbul tüm dünya için çok önemli bir şehirdir. Ama tekrar geri alamıyorlar. Ne kadar uğraştılarsa da alamadılar. Ve şimdi yepyeni bir akım var. Aslında eskilerin yeniden ambalajlanarak sunulmasından ibarettir. İlgili ayetleri hepimiz biliyoruz. Tekrar size hatırlatalım. Resulullah, Bedir Savaşı’nda esirler almıştı. Ondan önce inmiş olan Muhammed suresinin 4.ayetinde Allah diyor ki; “Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab hatta iza eshantümuhüm: kafirlerle savaşta karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun, onları tamamen etkisiz hale getirince”, “fe şüddül vesaka: bağı sıkı turun” yani onları serbest bırakmayın. Baktınız ki etkisiz hale geldi, çepeçevre kuşatın ve esir alın. “fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen: daha sonra onları karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakırsınız”. Ya fidye alarak serbest bırakırsınız ya da karşılıksız olarak serbest bırakırsınız. “hatta tedaal harbü evzaraha: böyle yapın ki harp ağırlıklarını döksün” yani artık insanlar harp etme ihtimalini ortadan kaldırsınlar. Siz orada esir almazsanız onlar geriye gider diğer guruplarla birleşir tekrar hucüm ederler. Esir aldıktan sonra karşılıklı ya da karşılıksız serbest bıraktınız, bu insanlar diyecekler ki; “Allah Allah! Bu adamlar bizi esir aldı. Bizim bildiğimiz esirler köleleştirilir ya da öldürülür. Bunlar böyle bir şey yapmadı”. Bir de esirlere çok iyi bakılmasıyla ilgili ayetler var. Hemen her ayette “esirlere infak ederler”, “kendi ihtiyacına rağmen çaresiz kalmış, yetim kalmış ve esi4 olana yedirir içirirler”. Şimdi bunlar da burada Müslümanların çok iyi kişiler olduklarını görünce bir daha onlara karşı savaşma ihtiyacı duymayacaklar. Çünkü tatmin olacaklar. Böylece savaşın sebepleri ortadan kalkmış olacak. Onun için “hatta tedaal harbü evzaraha” çok önemlidir. Karşı tarafa fıtri bir davranış göstereceksiniz. Fıtri davranış ne demek? Bugün doğal dediğimiz davranış şeklidir. Bu insanlara karşı çok doğal davranacaksınız. O insan diyecek ki; “işte bu gerçekten ne kadar güzel” diyecek. Biliyorsunuz Allah dini fıtrat olarak tanımlamıştır. Yani doğada geçerli kanunların insan hayatındaki uygulaması. Dolayısıyla siz bu dini yaşadığınız zaman vücudunuzun kullanma kılavuzuna göre yaşayacaksınız. Hem kendinizle barışık olacaksınız hem çevreyle hem tabiatla hem de insanlarla barışık olacaksınız. Resulullah Bedir’de düşmanı etkisiz hale getirmeden esir aldığı için Enfal suresinin 67.ayetinde C. Hakk tarafından çok ağır bir şekilde uyarıldı. Çünkü konan kurala aykırı davranış yapmış oldu. Ama sonradan o esirler karşılıklı ve karşılıksız ayetin hükmüne göre serbest bırakıldı. Sonradan, esirlerle ilgili mezheplerin tamamı Şii-Sünni ayrımı olmaksızın Kur’an’ın dışına çıkmıştır. Benim şahsi kanaatim bu şii ve sünni mezheplerin tek bir noktadan oluşturulduğudur. Benim kanaatim o. Elinde delil var mı derseniz henüz yok. Ama bunlar delilse çünkü ön tarafa öyle şeyler konuyor ki mesela ayette diyor ki; “savaş ortamı ortadan kalksın” diyor. Ama siz esirleri öldürüyorsunuz. Biraz sonra göreceğiz. Köle ya da cariye yapıyorsunuz. Şimdi burada hanımlar var. Bir köle ya da cariye olabileceğinizi hiç düşünebilir misiniz? Ölümü ona tercih etmez misiniz? İnsanın fıtratı bunu kabul eder mi? Bir de odalık olarak kullanacaklar. Bir de hiç size sormadan pazara götürüp satacaklar. Satın alan kişi odalık olarak kullanacak falan. Bu, harbin bitmesi değil harbin devam etmesinin sebebi olur. Adamın babası esir, köle olmuş, kızı cariye olmuş, karısı cariye olmuşsa adam der ki; “ben daha niye yaşıyorum ki” değil mi? Halbuki esir olarak tutulmuş, biliyorsunuz Nur suresinin 58.ayetinde ailenin evladı gibi muamele yapılıyor. Aile ile kaynaşıyor. Şimdi böyle birisi Nisa suresinin 3.ayetinde 25.ayetinde bir insan bu esirlerle evlilik de yapabilir. Ama o esirin rızasıyla olur zorla olmaz, mihir verir. Gerçek anlamda bir evlilik yapar. Şimdi siz bir yakınınızın esir olduğunu düşünün Müslümanlara. Diyelim ki kızınız esir olmuş. Sonra serbest bırakılıp geliyor. Çünkü meccanen serbest bırakılma durumu olmasa bile zekat harcama kalemlerinden bir tanesi de esirlerin serbest bırakılmasıdır. En fazla bir sene kalacaktır. En yüksek ihtimalle 1 sene esir kalacak, ondan sonra serbest kalacak. Güzel bir kızınız var, size geldi hürriyetine kavuşmuş. Karşılarsınız ve sorarsınız “sana nasıl davrandılar?”. “Çok iyi davrandılar”. “Ne demek çok iyi davrandılar? Sen esir değil miydin orada?”. “Evet”. “Peki sana dokunmadılar mı?”. “Hayır kimse el sürmedi”.”Allah Allah! Nasıl olur?”. “Beni kendi evlerinde kendi kızlarından daha ileri tuttular”. Çünkü ayet öyle. Okuyun Nur suresinin 58.ayetini görürsünüz. Yok ya inanmıyorum diyecekler değil mi? Ondan sonra “peki orada erkek yok muydu?”. “Vardı. Benimle evlenmek istediler kabul etmedim”. “Nasıl oluyor bu? Evlenmek mi istediler? Hem de esirsin”. Ne yapar bu aile? Ya bu ne muhteşem bir dinmiş demez mi? Ve o çevre ne yapar? Bir daha bunlar Müslümanlarla savaşma ihtiyacı duyar mı? Hatta der ki; “ben oradan çok memnundum ama sizi görmek istediğim için geldim” demez mi? İşte “hatta tedaal harbü evzaraha” çok önemli bu bakımdan. Bir de şöyle bir olay şey yapayım. Kitabul Enval diye bir kitap vardır. Orada Ömer(ra)’ın bir hikayesi anlatılıyor. Amr İbnul As, Mısır valisi. Mısır’dan birisi geliyor Ömer(ra)’a diyor ki; “ben sığınacak bir kapı arıyorum”. O da diyor ki tamam sığınacak kapını buldun. Diyor ki; “ben Mısır valisinin oğluyla bir yarış yaptım, yarışı ben kazandım. O da sen nasıl olur da en değerli kişinin oğluna bir şey yaparsın dedi ve beni dövdü”. Hemen Ömer(ra), Mısır’a mektup yazıyor Amr İbnul As’a. Diyor ki; “oğlunla beraber gel”. Oğluyla beraber geliyor. Mısırlı nerede diyor Mısırlı’yı da çağırıyor. Veriyor eline bir kırbaç vur bakayım ona diyor. Epeyce vuruyor. Bunu rivayet eden Enes diyor ki; “baştan vurduğu zaman vursun diye içimden geçti, yeter artık kardeşim bu kadar da olmaz diyecek noktaya geldiğimizde Ömer dedi ki durun, yeter bu kadar dedi”. Ondan sonra demiş ki; “bu kırbacı git, şu adamın keline as”. O adam dediği babası Amr İbnul As. Diyor ki; “Ya Ömer, babası bana bir şey yapmadı ki. Ben de oğlundan intikamımı aldım”. Yok diyor as onun keline. Ön tarafı kel gibiymiş dökülmüş. Buradan astırmış kırbacı. Söylediği bir söz var çok önemli. Diyor ki; “muzkem isteabettumunnas vekad velededhum ummuhatuhum ahrara: ne zamandan beri bu insanları kendinize köle yaptınız? Anneleri bunları hür olarak doğurdu” diyor. Bakın şimdi bir Kur’an’ın din tanımına: fıtrat. Ömer’in sözüne bakın, aynı şey değil mi? Anneleri bunları hür doğurdu diyor siz nasıl köle yaparsınız? Bütün köleler annelerinden doğan hür çocuklar değil mi? Gerçi fetva veriyorlar kölenin çocuğu da köle olur diyorlar, o başka. Kur’an’ burada Müslümanları iki şey arasında muhayyer bırakıyor. Ya onu yaparsınız ya onu. Diyor ki: “fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen” esir alırsınız ya, ondan sonra yapacağınız iki şeyden bir tanesidir diyor. Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakırsınız. Şimdi bu Kur’an’ın hükmü. Kur’an’ın hükmüne Müslümanlar nasıl şey yaparlar, şimdi Yahya onu okuyacak bize. Ve bizim talebeyken okuduğumuz, öğrendiğimiz, hepimizin bildiği şey. İlahiyat fakültelerinde okutulan usulü fıkıh kitabı. Zekiyuddin Şaban’ın, İbrahim Kafi Dönmez’in yaptığı tercüme.
YAHYA ŞENOL: Sadece ilahiyat fakültelerinde değil, belki en basitinden yaz Kur’an’ kurslarında bile ben bu bilgilerin okutulduğunu biliyorum. Hatırlayacak olursanız hep küçüklüğümüzden beri duyduğumuz şeydir edelile-i şerriye dörttür diye başlar. Çoğunuz bilirsiniz yani illaki ilahiyat fakültesi okumak gerekmiyor. En alt basamaktan beri bu böyle. İlahiyat fakültesine geldiğinizde de okutulacak olan kitaplar bununla başlıyor. Ne demek edilleyi şerriyye dörttür? Yani şerri delil. Bir şeyin delil olabilmesi sıralandığı zaman edilleyi şerriye dörttür: kitap, sünnet, icma, kıyas. Böyle bir sıralama vardır. Şimdi bu elimdeki kitap, ilahiyat fakültelerinde fıkıh usulü dersinde ders kitabı olarak okutuluyor. İslam hukuk ilminin esasları. Yazarı Zekiyuddin Şaban. Bunu türkçeye İbrahim Kafi Dönmez notlarla tercüme etmiş. Heralde hala devam ediyor değil mi? Usul kitabı olarak bunu okutmuyorlar mı? İstanbul ilahiyatta devam ediyor bildiğim kadarıyla. Usul dersine geçtiğinizde siz de bundan büyük ihtimalle göreceksiniz. Bunun 1.bölümü Şerri Hükümlerin Delilleri. Edilleyi şerriye olarak ifade ettiğimiz şey var ya, direk onunla başlar ve açtığınız zaman o bildiğiniz şeyler tekrarlanır. Denir ki; “bilginlerin yani alimlerin üzerinde ittifak ettikleri deliller dörttür”. Bunda en ufacık bir ihtilaf bile yok. “1-Kitap. 2-Sünnet. 3-İcma. 4-Kıyas. Bu dörtdelilden birinin delalet ettiği her hüküm vacibul ittibadır” yani ne demek; bu hükme mutlak uymak gerekir. “Şu var ki bu delillerin hepsi hükümlere delalette aynı derecede değildir. Bunlar şöyle bir sıraya tabidir. Kitap, sünnet, icma, kıyas. En üstte kitap. Bir hükmü öğrenmek isteyen kimse için bu deliller içinde kitap ilk delil, başvurulacak ilk kaynaktır”. Hala aykırı bir şeye rastlamadık. “Eğer karşılaşılan meselenin hükmünü burada bulursa başka bir delile yönelmez”. Yani siz herhangi bir hükmü merak ettiğinizde Allah Kur’an’da bununla ilgili ne hüküm var diye baktığınızda, Kur’an’da açık ve net şu şu şudur şeklinde bir şeye rastlıyorsanız artık sünnet, icma ve kıyasa bakmanıza gerek yok. Bakarsanız ekstradan malumat sahibi olursunuz ama Kur’an’da bir şeyin hükmüne rastladığınız an artık olay bitmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bakarsan farklı bir şey de bulamazsın bu mantığa göre.
YAHYA ŞENOL; Bunu böyle kısaca bir giriş yaptıktan sonra hepsini ayrı başlıklar altında inceleniyor. Bunların ayrı ayrı izahları var. Burada kitap delilini anlatırken deniyor ki; “Müslümanlar arasında, ulema arasında dendiği zaman anlaşılacak olan tek şey Kur’an’dır. Bunda da ittifak vardır, ihtilaf yoktur. Başka bir kitap akla gelmez. Şöyle diyor Zekiyuddin Şaban; “Müslümanlar arasında hiç ihtilafsız kabul edilmektedir ki kitapta mevcut hükümle amel etmek farzdır ve kendisinde hükmü bilinmek istenen olayın hükmü bulunduğu sürece onu bırakıp başka bir delile yönelmez caiz değildir”. Bir daha tekrar edeyim. Diyor ki; “kitapta mevcut hükümle amel etmek farzdır ve kendisinde hükmü bilinmek istenen olayın hükmü bulunduğu sürece” yani namaz nedir? Açtınız baktınız Kur’an’da C. Hakk diyor ki ; “ekımis salate” birçok yerde namaz kılınır. Anlıyorsunuz ki namaz Allah’ın emriyle farzdır. Bu böyleyken onu bırakıp başka bir delile yönelmek caiz değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İtiraz edilecek tarafı yok.
YAHYA ŞENOL: “Çünkü Müslümanların doğruluğu şüphe götürmez inancına göre Kur’an’ hiç bir şekilde batılın yaklaşamayacağı Allah kelamıdır. Engin hikmet sahibi en güzel övgülere layık yüce Allah tarafından indirilmiştir. Allah onu, insanları doğru yola ve hakikate ileten bir düstur olsun diye indirmiştir”. Durum böyle olduğu için Kur’an’da bir şeyin açık bir hükmü varken başka bir delil aramak caiz değildir diyor usulü fıkıh kitabının yazarı. Ki bu bir örnek. Diğer usulü fıkıh kitaplarında aynı şeyler zaten tekrarlanır durur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu da şu ayetlerin hükmüdür: Maide 49, 50. Resulullah’a Allah’ın emri. Tabi Ona verilen emir aynı zamanda bize de verilen emirdir. MAİDE, 49.. Ayet: Ve enıhküm beynehüm bi ma enzelellahü: aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet”. “Ve ma enzelallahu ileyke: Allah’ın sana indirdiği ile hükmet” bu kitapla, “ve la tettebı’ ehvaehüm: onların arzularına uyma”, “vahzerhüm: dikkatli ol”, “ey yeftinuke amba’dı ma enzelellahü ileyk: seni yakmalarından kork”. Bak “seni yakabilirler” diyor. Fitne biliyorsunuz yakma anlamına geliyor. Dikkatli ol! Seni yakabilirler. Allah’ın indirdiği bazı şeylerden uzaklaştırarak seni yakabilirler. Muhammed(sav)’e söylenen söz. “fe in tevellev”: hüküm verdin yüz çevirdiler: çevirsinler. “fa’lem ennema yürıdüllahü ey yüsıybehüm bi ba’dı zünubihim: şunu bil ki işledikleri bazı günahlardan dolayı Allah onlara ceza çektirmek istiyordur”, “ve inne kesıram minen nasi le fasikun: şurası da bir gerçek ki insanların çoğu yoldan çıkar”. Şimdi bize ne derler? “Biz de olmaz”. MAİDE, 50.. Ayet: E fe hukmel cahiliyyeti yebğun: bunlar cahiliye hükmünün peşindemiler? Bunu mu istiyorlar? “ve men ahsenü minellahi hukmel li kavmiy yukınun: kesin bir kanaat sahibi olan için doğrunun peşinde olan insanlar için Allah’ın sözünden daha güzeli hangisidir?”.
Bugünkü konumuz örnek. Kur’an’a nasıl uyuluyor, yoksa binlerce örneği var ama günümüzün olayları üzerinde duracağız. Allah’ın hükmü var mı? Esirlerle ilgili ne diyor? Çok açık, herhangi bir kimsenin şüphe edeceği bir şey var mı? Mesela Diyanet’in mealinden okuyayım ben size. “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hale getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın. Sağ kalanlarını esir alın. Artık bundan sonra esirleri ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin”. Kapalı bir tarafı var mı? Esirlere karşı ne yapılabilirmiş? Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılır.
YAHYA ŞENOL: Durum böyle açıkken başka bir yere gitmek caiz değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şu anda ilahiyat fakültelerinde okutulan kitap. Başka bir şeye gidilir mi?
YAHYA ŞENOL: Delaleti de çok açık, şüpheye düşülecek bir yer yok. Dolayısıyla caiz değil hiç bir şekilde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki şimdi şuraya bakın. Özetini anlatacağım önce, sonra detayına geçeceğiz. Ömer Nasuhi Bilmen’in Islahatı Fıkhıyye Kamusu. Size daha önce anlatmıştım. Bu kitap büyük bir ekibin uzunyıllar hazırladığı bir kitaptır Osmanlılar döneminde. Mecelle Tadil Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunu olmak üzere hazırlanmıştır. Onun için bakarsanız hep maddeler halindedir baktığınız zaman. Bölüm bölüm. Her bölümün ayrı maddeleri var. Mesela esirlerle ilgili bölümü 501.maddesi. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde kanun olmak üzere Osmanlı’nın son zamanında hazırlanmıştır. Fakat sonra 1926’da Mecelle Tadil Komisyonu lağv edildi ve İsviçre medeni kanunu alındı ve diğer Avrupa’dan gelen kanunlar alındı. Diyor ki; “esirler hakkında men” ayette geçti ya “immamennen” karşılıksız serbest bırakma “bir lütuf olarak salıvermek caiz midir değil midir meselesinde müçtehitler ihtilaf etmişlerdir”. Kur’an’da açıkça var ise ne dedi orada?
YAHYA ŞENOL: Başka bir delile yönelmek caiz değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Caiz değildi. Bu ne diyor? Müçtehitler ihtilaf etmişlerdir diyor.
YAHYA ŞENOL: Allah’ın burada söylediği caiz mi değil mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın sözünü kabul edelim mi etmeyelim mi diye ihtilaf etmişler. Bu ne? Bu, Allah’ın dini mi? Peki sıkı durun biraz sonra ben kitapları okuyacağım burada şok olacaksınız. Yanınıza soğuk su falan alın başınıza dökün çünkü daha sonra okuyacaklarımız bunlara rahmet okutacak. Şu anda okuduğuma rahmet okutacak mezheplerden okuyacağımız. Hanefi mezhebine göre men caiz değildir. Ayette Allah karşılıksız salıverme dedi ya, o caiz değildir. Ne oldu buna göre? Bu konu hiç tartışılmaması gerekirdi değil mi? Peki. İmam Malik’e göre esirleri men caiz değildir. O da Maliki mezhebi. İmam Ahmed’e göre Ahmed Bin Hambel, Hambeli mezhebine göre esirleri serbest yani men, meccanen salıvermek caiz değildir. Ne oldu şimdi? Açık ayet ne oldu? Gitti. İmam Şafi’ye göre veliyyul emr vereceği maslahata mebni esirleri bedel mukabilinde olmaksızın azad edebilir. Delilin ne? “Bazı Bedir esirleri bu şekilde yapılmıştır”. Ayeti niye delil almıyorsun? Ayet açık. Peki şimdi “imma mennem fidaen” dedi hani “ve imma fidaen” dedi. İkinci fidye kısmına gelelim. “Esirleri para mukabilinde azad etmek hususunda Hanefi fukahası’nın farklı görüşleri vardır. Meşhur olan görüşe göre bu caiz değildir”. Ne oldu ayet? Ortadan kalktı. Ortadan kalktı. Hani burada öyle diyorsunuz. Talebeleri o şekilde yetiştirdiler. Ben şahsen bizim ulemanın ayetlere aykırı bir şey yapabileceğini ben hiç hayal etmezdim İstanbul Müftülüğü’nde fetva işlerine başladıktan sonra. Allah’a şükür ki milletin sorduğu sorular bizi uyandırdı. Eğer üniversiteye intikal etseydim direk herhalde hala uyuyor olacaktım. Geçende bir ayet benim dikkatimi çekti Cin suresinde. Orada cinler Resulullah’ı dinliyorlar Kur’an’ okurken. Orada bir sözleri var. Diyorlar ki CİN, 5.. Ayet: Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alellahi keziben: biz zannederdik ki insanlar ve cinler Allah’a karşı yalan yanlış şeyler söylemez”. “Biz öyle zannederdik”. Ayeti dinlediği zaman ortaya çıkmış. Şimdi de bizim Müslüman vatandaşlarımız aynı kanaatte değil mi? Mesela diyorlar ki; “ya neden öyle yapsın ki ya? Niye öyle yapsın kardeşim ne zararları var”. Ben her defasında örnek veriyorum mamaz vakitleri ile alakalı. Diyanet neden böyle yapsın? Bu kadar ulema niye böyle yapsın? Çünkü insanlar prensip olarak herkesi suçsuz görür ki çok normal bir şeydir ve fıtrat gereğidir. Aksi sabit olana kadar insanlar suçsuz kabul edilir. Buradan mezheplere geçiyoruz.
Ben şimdi Hanefi mezhebinin görüşünü okuyacağım. Arkasından Hişam. Hişam’a söyledim demin sordum dedim ki; “sen Şam’dayken-Şam’dan geldi biliyorsunuz-böyle meselelerin olabileceğini düşünüyor muydun?”. Şafi mezhebiyle ilgili araştırmayı da O yaptı. “Yok, ulema hiç Kur’an’a aykırı bir şey söyler mi? Ulema bir şey söylediği zaman hiç düşünmeden tamam, baş üstüne der kabul ederdik” dedi. Evet yani her tarafta öyledir. Kimse düşünemez ki. Ne yaparlar? Şu kitaplarda olanlar. “Şu ayet?”. “Kardeşim sen daha mı iyi biliyorsun O mu daha iyi biliyor” falan. “Ben zaten bilmediğim için soruyorum, anlat o ayeti bana”. Bu defa çeker giderler. Şimdi dikkatle bakın lütfen. Şu anda elimdeki kitap Ahkamul Kur’an. Bu benim üniversitede talebeyken okuduğum kitaptır. Ve bundan birçok ödev hazırlamıştım. Bu kitap çok üst seviye kitaptır Hanefi mezhebinde. Çünkü bunun yazarı 370’de vefat etmiştir hicri. 900’lere yakın vefat etmiş miladi. Ve Hanefi fukahasının en önde gelenlerinden sayılır. Bu konuda ilk kitap yazanlardan sayılır ve kitabın adı ne: ‘Ahkamul Kur’an. Anlamı ne demek? ‘Kur’an’daki Hükümler’. Kur’an’daki ayetler. Ben de bitirme tezi olarak ‘muamealt ile ilgili hükümler’ diye bir tez hazırlamıştım. Bayağa da ciddiyetle hazırlamıştık. Gelip Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir yaz boyu çalışmıştım o zaman talebeyken. Elhamdulillah güzel de bir tez olmuştu, epeyce okutmuştum talebelere. Şimdi baktık ki o zamanki bilgilerimiz bayatmış, daha okutmuyorum. Şimdi burada ne diyor bakın. Ayeti açalım. İstetseniz Yahya sen mealini söyle, ben buradan arapçasını söyleyeyim. Muhammed suresinin 4.ayeti. MUHAMMED, 4.. Ayet: “Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab” almış bunu baş taraftan. “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun”. Ondan sonra da “Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard” demiş ENFAL 67’yi almış. “Savaş meydanında tam hakimiyet kuruncaya kadar hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur”. Ondan sonra diyor ki burada; “kale zalike yevme Bedrin: bu olay Bedir günüydü” esir almaya hakkınız yoktur ayeti. “Hatta yuzhine fil ard” sanki o iki ayet arasında çelişki varmış gibi. İstersen mealden ikisini oku, hiç bir şey var mı? Birini ben okuyayım birini sen oku. ENFAL 67: “Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard”. “Ma kane nebiyyine” dediği zaman Adem(as)’dan beri kanunun böyle olduğu anlaşılıyor. Hiç bir nebinin savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden esir almaya hakkı yoktur. Muhammed suresinde ne diyor?
YAHYA ŞENOL: Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun, nihayet onları çökertip etkisiz hale getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın yani sağ kalanları esir alın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki etkisiz hale getirince esir alacaksın. Resulullah da ne yaptı Bedir’de? Etkisiz hale getirmeden esir aldı. Bu ayete aykırı değil mi? Sanki bir çelişki varmış gibi gösteriyor. Diyor ki; “zalike yevmil bedrin vel muslimune yevmin karibun: bu, bedir günüydü. Müslümanların sayısı azdı”. “Velem ma kesehu veşşedde sultanuhu: sayıları arttı, güçlendiler”, “enzelallahu teala bade haza fil esara: bundan sonra esirlerle ilgili Allah şunu indirdi”. Halbuki bu sure mekkimidir, medenimidir tartışılır yani. İlk inenlerdendir Medine’de. Medine’de ise ilk inenlerdendir. Bedir savaşından önce. Bedir savaşından önce inmese zaten Allah uyarmaz. Ondan sonra “fe imma mennem badu ve imma fidaen”i almış. Sadece o kısımı almış. Onun manası neydi?
YAHYA ŞENOL: Artık bundan sonra ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki seçenekten birini sunuyor Allah Müslümanlara. Esirleri ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakın. Bu ayetin manası neymiş dikkatle dinleyin. Ayeti tefsir ediyor. Burada ayet falan geçmedi. Onun için dedim ya dikkatli olun soğuk su alın başınıza dökersiniz bayılmamak için. Diyor ki; “fe cealallahu ennebiyye vel muminine fil usare bil hıyar: bu ayette Allah, nebiyi ve Müslümanları esirler konusunda serbest bıraktı”. Bu kısım doğru. Bu kısım doğru. Ama hangi hususta serbest bıraktı? “İnşau kateluhum: isterlerse esirleri öldürürler”. Hadi bakalım. Var mı ayette. Siz zannediyorsunuz ki ayeti tefsir ediyor. Baştan da size bu adamların kutsallığını anlatmışlar. Benim talebeliğimdeki kendi piskolojimi biliyorum yani. Bu adamların bu yanlışları yapacağına hiç ihtimal vermiyordum ki. “İnşau kateluhum: isterlerse esirleri öldürürler”. Bu var mı? Savaş sırasında çatışmada öldür diyor. Çünkü orada o seni öldürmeye geliyor. Sen onu öldürmezsen o seni öldürecek. Ama çatışma bitti mi öldürme yok artık. Karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksın. Öyle şey yok. Bugün atıyorlar hapise. Çünkü o, düşmanlığı iyice şiddetlendiriyor. İsterlerse öldürürlermiş. İkinci tercih neymiş: “ve inşau istiabeduhum: isterlerse köle ve cariye yaparlar”. Kölelik ve cariyeliğin delili neymiş gördünüz mü? Allah’a iftira değil mi bu ikiside. Bu, Ahkamul Kur’an. İşte bak burada da gösterdim size. İslam hukuku değil mi! Ondan sonra “ve inşau haduhum” üçüncü seçenek olarak isterlerse fidye alabilirler. Ondan sonra ‘men’den bahsetmedi. Karşılıksız serbest bırakma dedi ya, Hanefiler kabul etmez caiz değil diye? Karşılıksız serbest bırakmaktan bahsetmedi. Gördünüz mü? Hanefi böyle.
YAHYA ŞENOL: Hükmü komple kaldırmış oldu. Yerine olmayan iki hükmü yapıştırmış oldu. Ama Allah diyor diye okuyoruz biz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah diyor! Bunu yazan kişi Allah’a iftira ettiğini bilmiyor mu? Bir ayet vardı: ALİ İMRAN, 78.. Ayet: “Ve inne minhüm le ferıtkay yelvune elsinetehüm bil kitabi li tahsebuhü minel kitabi ve ma hüve minel kitab ve yekulune hüve min ındillahi ve ma hüve min ındillah* ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya’lemun” .Bilmemesi mümkün mü?
VEDAT YILMAZ: Tefhimul Kur’an’da Hocam, Mevdudi şöyle söylüyor: bu Muhammed suresi 4.ayet savaş hukukuyla ilgili inen ilk ayet olduğunu söylüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zinhi karıştırmış bu: (Ahkamul Kur’an). İlk ayet kesin.
VEDAT YILMAZ: Daha sonra da ayetin tefsiri ile ilgili şunu söylüyor: “savaşta esir alınanlar hakkında Müslümanlar savaş esirlerine iyilik yapıp onları serbest bırakma veya fidye alma hususunda serbest bırakılmıştır. Bunda savaş esirlerinin öldürülmeyeceği genel hükmü çıkmaktadır”. Şimdi bunu söylüyor. Bunu söyledikten sonra şunu söylüyor: “her şeye rağmen bu ayette esirleri öldürme açık bir şekilde yasaklanmamıştır. Bundan yola çıkarak Hz. Peygamber, Allah’ın emrinin özünü bu şekilde anlamış ve uygulamıştır. İslam devlet başkanı bazı savaş esirlerinin öldürülmesini gerekli görüyorsa bunun için özel durumlar ve mecburiyetler hissediyorsa öldürebilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gördünüz mü şimdi bakın. Yani bugün size sürekli söylüyorum ya, Allah rızası için lütfen şu geleneksel dini bırakalım. Bunlar bizim sırtımızda yük. Ne Mevdudi ile bu iş olur ne Ömer Nasuhi Bilmen ile olur ne Cessası ne şu ne bunula. Yeniden dini temiz ve tabii haliyle insanlığa sunma mecburiyetimiz var. Şimdi burada Resulullah öldürmüştür dedi ya, ona da biraz sonra geleceğiz. Burada onunla ilgili dersler yaptık. Resulullah’a iki büyük iftira yapılmıştır. Hatta 4 tane. Yok Beni Kureyza esirlerini öldürmüş! Kur’an’da açıkça bunun olmadığı ifade ediliyor. Efendim Kaab Bin Eşref’i öldürmüş! Büyük bir iftira. Tamamen bir yahudi uydurması. Yok efendim Mekke’nin fethinde “Kabe’nin örtüsüne sarılsalar bile öldürün”: iftira. Böyle bir olay yok. Ondan sonra Bedir esirlerinden iki kişiyi öldürmüş: iftira. Böyle bir olay yok. Niye? Çünkü bu tür fetvaları yazdıkları zaman birileri diyor ki; “bunun delili ne kardeşim” diye sıkıştırdığı zaman mecburen bu yalanları uydurup kitaplara koyuyorlar. Hadis kitaplarında bunlar var. Bunlarla ilgili özel dersler yaptık, arzu edenler onları görebilirler.
Peki şimdi Şafi mezhebinin ibarelerini bi oku da karşılaştıralım Hişam. El Um mu? Bu, İmam Şafi’nin kendi yazdığı kitap: El Um. 4. Cilt 1.baskı. 371.sayfa. İmam Şafi demiş ki; “esirler alındığı zaman imamın eline geçtiği zaman iki hüküm olur”. Ne olması lazım kişiden birisi? Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakma. Bakalım İmam Şafi ne diyor? “Buluğa ermiş erkekleri öldürebilir imam”. Birincisi bu. Var mı ayette? İlk tercih. Var mı buluğa ermiş erkekleri öldürebilir? “Ya da serbest bırakır”. Kur’an’da olan bir şey. Bir tane çıktı. “Ama karşılıksız serbest bırakması caiz olmaz, Müslüman olmasını umarsa”. Sen adamın kalbini nereden bileceksin? Ya bu mümkün mü? Allah Resulullah’a diyor ki; “Medine’de öyle insanlar vardır ki münafıklardır, sen onları bilmezsin” diyor. Sen nasıl bileceksin? Anlatırlar: yeniçeri bıçağı çekmiş “Müslüman ol kafir yoksa öldüreceğim”, demiş; “olayım ama nasıl olacağım?”. Bıçağı dayamış Müslüman oldum diyecek öyle Müslümanlık mı olur? Var mı ayette? Diyor ki, az önce buluğa ermiş erkeklerle ilgili hükmü söyledi, onları ya öldürürsünüz ya da Müslüman olacaklarını umuyorsanız serbest bırakırsınız. Yoksa yok. Peki kadınlar ve buluğa ermemiş çocuklar? “Onlar ganimet malıdır” diyor. Ganimet malı direkt. Yani köle ve cariyedir. Hangi hüküm? İslam mı bu? Bak bu İmam Şafi’nin El Üm’ü. Şimdi bizi hep suçluyorlar “Siz mi daha iyi biliyorsunuz onlar mı?”. Hadi buyurun. Kimin daha iyi bildiğini görün bakayım hadi. Biz daha iyi bilmiyoruz, biz sadece Allah’ın emrine sarılmaya çalışıyoruz. Burada bilgi yarışması yapmıyoruz. Delillerini şey yapacak. Bir de Şafi mezhebinde İmam Nevevi vardır. Hadis konusunda üstaddır. Onun El Mecmu diye kitabı Muhezzeb’in şerhidir. 4.baskı 21.cilt. 118.sayfa. Diyor ki; “kadın ve çocuk esir alındığında otomatik olarak köle ve cariye olur”. Hiç bir delil şey yapmamış. Bu şahıs meşhur hadisçidir. Bakın ne ayet var ne hadis var görüyor musunuz? Peki kimin dini oluyor bu? Buna İslam dini demiyor mu insanlar? Diyor ki; “eğer buluğa ermiş savaşçı takımındansa imam (devlet başkanı ya da komutan) serbesttir. İster öldürebilir”. Var mı ayet? İsterse öldürebilirmiş çünkü Allah demiş ki; “müşrikleri nerede bulursanız öldürün”. Ya müşrikleri nerede bulursanız öldürün değil. Orada o ayetin bağlantısı var. “O müşrikleri”. Tevbe suresi 5.ayetinde, onlar zaten Müslümanları Mekke’den Medine’ye sürgün etmiş, Medine’ye Bedir, Uhud, Hendek savaşıyla üç kere hücum etmiş, ondan sonra Müslümanlarla Hudeybiye’de yapmış oldukları anlaşmayı bozmuş ve Müslümanları oradan çıkardıkları için çıkarılmayı hak etmiş olan, antlaşmayı bozmuş olan müşriklerle ilgili indirilmiş bir ayettir. O ayeti bağlantılarından soyutlayacaksınız keyfinize göre anlamlandıracaksınız: “müşrikleri nerede bulursanız öldürün”. Nasıl oluyor böyle bir şey? Ve Müslümanlar ile Gayrimüslümlerin ilişkilerini düzgün hale getiren bütün ayetleri bu ayetin nesh ettiğini söylerler. Bir de şöyle diyor; “çünkü Resulullah Bedir günü kureyş esirlerinden üçünü öldürmüştür” ki onun gerçek dışı olduğunu dersimizde anlatmıştık özel bir ders yapmıştık. Arzu edenler onu dinleyebilirler. Böyle bir olay yok. Zaten yapamaz Resulullah. Çünkü ayet bunu açıkça söylüyor. Mümkün değil. Başka bir hükümle hükmedemez ki. Üçüncüsü diyor, öldürülmelerine onu delil getirdi. Şimdi bir de men yani karşılıksız da serbest bırakılabilir, orada bu ayeti delil almış: “imma mennem badu ve fidaen” Muhammed 4.ayet. İsterse bir mal karşılığı ya da Müslüman esirler karşılığında serbest bırakılır, o da bu ayetten dolayıdır diyor. İmam Şafi bu ayeti delil almıyor ama bu almış. Ama olsun, Şafi mezhebinden. Bir şey olmaz. Ama diyor köle ya da cariye yapmak isterse buna da hakkı vardır. Delil: Aynen şunun ibarelerini anlatıyor. Aynen şunda geçenleri oraya almış. “İmma mennem ve fidaen” ayeti var ya? Aynı şeyleri söylüyor. İsterse diyor köle ve cariye yapar, bunun delili İbni Abbas’tan şöyle bir rivayet gelmiştir. Hep İbni Abbas’tan yaparlar bu tür rivayetleri. Bedir Savaşı olduğu zaman İbni Abbas 4 yaşındaydı ve Mekke’deydi. İbni Abbas, Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye gelmiştir. Resulullah vefat ederken de 13 yaşındaydı. İbni Abbas çok değerli bir sahabedir ama hanedandan olduğu için hep ona atarlar. “O dedi”. Resulullah ile ilgili Enfal suresi 67.ayette “savaş meydanında hakimiyeti tam kurmadan hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur ayeti indi” diyor ki İbni Abbas’ın onu bilmesi imkansız. Çünkü o dönemde Mekke’deydi. Babası Abbas da zaten esir alınmıştı Bedir Savaşı’nda. 4 yaşındaki çocuk nereden bilir bunu. “O zaman Müslümanların sayısı azdı”. Aynı ifade burada da var. “Vel Müslümun yevme izin kalil” aynı ifade, kelimesi kelimesine. “Ne zaman güçlenmişerse Allah emir vermiş esirler konusunda, artık bundan sonra karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız demiş”. Peki bu ayetin tefsiri neymiş? Bu ayeti indirmiş ya iki şey: ya şu, ya şu “esirler konusunda nebimizi ve Müslümanları serbest bırakmıştır” aynı ifade burada da var. Ayetin hükmü isterse öldürürlermiş. Var mı ayette? Yani bu ne! Hakikaten bu kitaplarda yazmasa buna inanmak mümkün değil. Şafiler böyle demiştir dese birisi, tutar adama bütün hakaretleri yapmaz mı? Kendi kitapları işte. En temel kitapları bunlar. Birisi El Üm, İmam Şafi’nin kendi kitabı birisi de Şafi mezhebinin en tepedeki alimlerinden Nevevi. “İsterse öldürür isterse köle ve cariye yapar” bu ayetin hükmüymüş. “İsterse fidye alır”. Karşılıksız serbest bırakmak yok orada. Aynen Hanefiler gibi. İşte delilleri de bunlar. Gördünüz mü?
Şimdi Hambeli mezhebinin görüşü. Aynen diyor Hambeliler’de de imam 4 şeyden birisinde serbesttir. Bakın bunlar kitaba sünnete kesin sarıldığına inanılan insanlar. Müslümanlar zannediyor ki bu mezhepler mesela Ahmed Bin Hambel’in hadisleri var: Müsned. “Bunlar mümkün mü? Boşuna mı yazmış bu kitapları?”. Benim elimde de Kur’an’ var. Evet 4 şeyden birisini yapabilir. Esir alındıktan sonra 4 tercih var. Birisi esirleri öldürmek. Esirleri öldürmenin delili neymiş: “fe darber rikab”mış. “Darber rikab: boyunlarını vurun”. Tevbe suresinin 5.ayetinin bağlantılarını kopardılar “müşrikleri nerede bulursanız öldürün” haline getirdiler, şimdi bu da ayet içerisindeki kelimenin bağlantısından koparmış: “boyunlarından vurun”. Kimin? Artık onu aldın mı hepsini vurabilirsin ne olacak! Çekmiş kelimeyi “boyunlarını vurun”. Peki boyunlarını vurunu nerede dedi Allah? Savaş esnasında dedi. MUHAMMED, 4.. Ayet: “Fe iza lekıytümüllezıne keferu: kafirlerle karşılaştığınız zaman” f”e darber rikab: boyunlarını vurun”. Ne zamana kadar: “hatta iza eshantümuhüm: onları etkisiz hale getirinceye kadar” “fe şüddül vesaka: ondan sonra esir alın” boyunlarını vurma olayı ne zamanmış? Savaş esnasında. Savaştan sonraya bunu nasıl alırsınız? Bu G. Hakka en büyük iftira değil mi bu? Ali İmran suresinin 7.ayetinde, zaten o ayete de bir tanesi doğru meal vermez. Çünkü sistemlerini çökertir. Orada “vellezine fi kulubihim zeygun: kalplerinde kayma olanlar”. Bu bir kere kafaya koymuş: “esirler öldürülecek”. Kesin. Bir delil bulmamız lazım. Delil de yok? O zaman ne yapacak? Uyduracak. Bul bir yerden kardeşim banane yani. Senin görevin delil bulmak demiş yetkili, o da bakmış hiç bir yerde bulamamış orada bir kelimeyi bulmuş onu çekmiş “fe darber rikab”. Diyor ki; “fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun: kalplerinde kayma var”. Niye? Allah’ın emrini değil de amirlerinin emrinğ yerine getirecek. “fe yettebiûne mâ teşâbehe minhu”. “Ma teşabiha zeygahum minel kitabi: o kitaptan kendi kalplerindeki kaymaya uygun bir şey arıyorlar”. Öldürülmeye şey yapacağı için başka bulamamış, ayetin içinden kelimeyi çekmi “fe daeber rikab” ona uyuyor. Niye? “ibtigâel fitneti: fitnenin peşinde”. Bir yangın ortaya çıkaracak. Bu yangın İslam alemini yakıyor işte şimdi. “vebtigâe te’vîlihi: istediği tarafa ayeti çevirmek için”, hükmü istediği tarafa çevirmek için. Çünkü siz bir ağacı kökü yerdeyken alıp bir yere götürebilir misiniz toprağın içindeyken? Koparacaksınız ki götüresiniz. İşte bunlar da böyle yapıyorlar. Burada bir karıştırma yapmış. Az önce Hişam’ın saydığı gibi Bedir Savaşı’nda esirlerden bir kaç tanesini öldürdü diye iftira var ya Resulullah’a, onu da delil gösteriyorlar. Birici tercih: esirleri öldüreceksiniz. Bu hüküm sadece buluğa ermiş erkek esirlerle ilgilidir. Yanlış anlamayın. Yani bir kere kadın ve çocuk, otomatik köle ve cariyedir. Esir alır almaz otomatikman kadın ve çocuklar zaten köle ve cariye olur. Delilin ne ya? Diyor; “Çünkü kadın ve çocuklar maldır ve hayvanlar gibidirler” diyor. Siz bir yerden savaşta kazandığınız hayvanları ganimet alırsanız bu ganimet değil mi? Kadın ve çocuklar da işte ganimet hayvanları gibidir. Onun için pazarlarda satıyorlar. Şimdi bu Hambeli mezhebi.. Sürekli söylüyorum ya; İşid, Ezidiler’i sürüp satmış bilmem ne.. Ya kardeşim tamam güzel de bu elbette ki yanlış. Ama bu insanlar bunu din zannediyor. Bunlara doğruyu anlatmak zorundayız. Yani sen şimdi emredersin güçlü olursun adamı susturursun, içini düzeltebilir misin? Adamın kafasındaki problemi çözebilir misin? Diyor ki; “adam artık iyice ihtiyarlamış ise bunamışsa onu esir almaya gerek yok. Zaten ondan bir fayda çıkmaz” diyor. Orada ölsün gitsin. Resulullah “men” kelimesini yani “imma mennem” ayette geçiyor ya. Bak boyunlarını vurmayı orada bir kelime alarak delil aldı ama esirlerin karşılıksız serbest bırakılmasına ayeti delil almadı. Resulullah Huneyn’deki ve Hevazin’deki esirleri karşılıksız serbest bırakmış. Ya kendiliğinden mi yaptı bunu? Allah’ın emrini yerine getirmiş. Ahmed Bin Hambel, kadınların fidye ile salıverilmesini kabul etmemiş. Kadınlar öyle fidyeyle serbest bırakılamazlar. Niye? Çünkü alınırsa Müslüman olma ihtimalleri var. Odalık kullandığın, onun bütün onurunu yerlebir ettiğin kadın Müslüman olur mu ya? Bakın Ahmed Bin Hambel müsade etmemiş diyor. Neye müsade etmemiş? Allah’ın emrinin yerine getirilmesine müsade etmemiş. Bunlar da çok büyük ulema değil mi? Esirlik için bir delil aramışlar, Aişe validemizin yanında bir tane cariye varmış esir. Resulullah demiş ki; “sen bunu azad et çünkü İsmailoğulları’ndandır” demiş. Onu da azad et dediğine göre demek ki cariye yapılmasına cevaz var, biz de bunu delil alırız diyor. Beni Mustalik gazvesindeki esirlerin serbest bırakılmasını da delil alıyorlar. Onlar baştan köle ve cariye yapılmış mış sonradan serbest bırakılmış! Ya ne kölesi cariyesi Allah aşkına ya. Yani öyle şeyler yapıyorlar ki. Mesela bu Hevazin ve Huneyn: o savaştaki esirlerin bekletildiği Artas Vadisi vardır. Savaş yapılmış esir almışsınız, esirleri bir vadide tutuyorsunuz. O vadide ev yok, çadır yok, bir şey yok bir kaç gün tutuyorsunuz ki birkaç gün sonra onlarla ilgili ne yapacağınızı kararlaştırasınız. Efendim orada gitmiş de Müslümanlar o esir kadınlarla mut’a nikahı yapmışmış! Biraz bir şeye benzesin ya! Yani uydur uydur söyle. O tür şeyleri d3lil göstererek köle ve cariye yapılırmış. Huney esirlerinden bir tanesi “Ya Resulallah, beni serbest bırak” diye gelmiş” yok, serbest bırakamam” demiş. Onu, karşı tarafın Müslümanlardan aldığı esir karşılığında serbest bırakmış. E peki onu esir karşılığında serbest bırakmak ayetin hükmü değil mi? Bu fida işte. Yok efendim bu köleliğin deliliymiş. En son şey de karşışıksız serbest bırakma. Orada ayeti delil alıyorlarmış. Yani karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakın. Bir de Resulullah Bedir esirlerinden bazılarını karşılıksız serbest bırakmıştır. Hevazin ve Sakif kabilesinin esirlerini de karşılıksız serbest bırakmıştır. Tamam ayetin hükmü kardeşim. Bunu doğru söylemişler. Ama diğerleri yanlış. Evet şimdi gördünüz mü bakın Hanefi, Şafi, Hambeli mezheplerini okuduk. Şafi ve Hambeli’de kadın ve çocuklar otomatik olarak köle-cariye. Ama büyükler: ister öldürür ister köle-cariye yapar ister karşılıklı ister karşılıksız serbest bırakır. Bunlardan bir tanesini tercihte serbest diyor ve bunu da sanki ayetin hükmüymüş gibi gösteriyorlar. Bunu da gördünüz. Malikilerle ilgili sen bir özetleme yap.
YAHYA ŞENOL: Biraz önce Hanefi mezhebinin okunduğu kitap vardı Ahkamul Kur’an’ adını taşıyordu Cessas’ın. Bir de Maliki mezhebinden olan Ebu Bekir İbnul Arabi var. Adı çok sık karıştırılır mutasavvıf Muhiddin İbni Arabi ile, o değil yani. Ebu Bekir İbnul Arabi. Hem hadis ilminde mahir bir adamdır hem fıkıh ilminde. Ve Maliki. Onun da 4 ciltlik Ahkamul Kur’an adlı kitabı var. Aynı adı taşıyor. Kitabın adı Kur’an Hükümleri. O da bu Muhammed suresi 4.ayeti tefsir ederken aynı bu benzer görüşlere hepsine yer vermiş ama kendi görüşü, diyor ki; ”ayette yer alan hükümlerin ikisi de hükmü bakidir”. Yani kişi esir aldığı zaman savaş meydanında: ister onları karşılıksız salıverir isterse bir karşılık alır salıverir ama üçüncü bir şıkka da kapısı açık. Diyor ki; “Bu Muhammed suresi 4.ayette sadece karşılıklı salıverme veya karşılıksız salıverme yazıyor ama bunun dışında bir şey yapılmayacağına engel yok”. Evet Allah o ikisini önermiş ama bunun dışında başka bir şey yapmayın dememiş. Dolayısıyla onları öldürmek de mümkün. Mantığı bu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Temel, Galata Köprüsü’nden geçiyor. Temel turiste çarpıyor ama turist efendilik edip pardon diyor. Temel de onu köprüden aşağı atıyor. Niye yaptın? Pardon dedi. Pardon da ne var ki? Ya kötü bir şey ise her ihtimale karşı.
YAHYA ŞENOL: Öldürme konusunda delili, biraz önce sizin de bahsettiğiniz gibi ayette yok ama Resulullah öldürmüş, o yüzden öldürülür diye kendine delil getiriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın resulü sanki Kur’an’ın dışında uygulama yapmış gibi gözüküyor.
YAHYA ŞENOL: Bir de burada ilginç olan şu var. Bütün mezhepleri okuduk, sanki herkes böyle düşünüyormuş gibi burada aykırı düşünen bir kaç kişiyi de yazmış. Bunlardan iki tanesi tabiinden. Tabiin yani Sahabeyi görmüş olan. Hasan Basri ile Ata İbni Rabah var. Onların ikisi diyor ki; “devlet başkanının kesinlikle esirleri öldürmek gibi bir hakkı ve yetkisi yoktur. Ayet bu konuda nettir. Onlar bu görüşte. Daha erken dönemde Hz. Ömer’in oğlu Abdullah İbni Ömer. Onun da o görüşte olmadığını buraya koymuş. Ama şu rivayeti aktarmış. Diyor ki. Haccac var biliyorsunuz Emeviler döneminde. Haccac, öldürsün diye Abdullah İbni Ömer’e bir esir yollamış. A. İbni Ömer de reddetmiş. Ve Muhammed suresi 4.ayeti okuyarak “Allah bize böyle bir hak tanımadı. “Fe imma mennem bade ve imma fidaen” karşılıksız serbest bırakırsınız ve bir fidye karşılığı salıverirsiniz. Allah bize böyle bir şey emretmedi diye bunu reddetmiş. Bunu veriyor, diyor ki ; A. İbni Ömer bunu yapmamış ama niye yapmamış biliyormusunuz? Haccac ile arası iyi değil, Haccac tarafından bu gönderildi, O da Haccac’ı sevmiyor o yüzden mazeret olarak bu ayeti sunmuş diyor. Aynen. Bak diyor ki; “velealle İbnu Ömer kerihe zalike min yedil Haccai” Haccac’ın elinden diye bu olay bunu reddetmiş, “featedera bi ma kale” mazeret olarak da yukarıdaki dediğimizi demiş. Ayeti mazeret sunmuş. Yoksa öldürecek ama Haccac’dan gelmesi, sevmediği bir adamdan. Yoksa Haccac değil de başka birisi yollasaydı tabi kesecekti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Abdullah İbni Ömer, Ömer(ra)’ın oğlu ve sahabe. Ne kadar çabuk bozulma olduğunu görüyor musunuz?
YAHYA ŞENOL: Ama neticede Abdullah İbni Ömer’in de Hasan Basri’nin de Ata İbni Ebi Rabah’ın da esirlerin öldürülmeyeceği görüşünde olduklarını buralardan…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar daha hayattayken engel olamıyorlar. Önemli olan o.
YAHYA ŞENOL: A. İ. Ömer farklı görüşte diye Haccac öldürsün diye adam gönderiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır onu susturmak istiyor. Kafasına vurmak istiyor.
Sünni mezheplerden Hanefi, Şafi, Maliki ve Hambeli. Bu 4 mezhep ne yaptı? Bakın burada o 4 mezhwbin görüşünü Ö. Nasuhi Bilmen Islahatı Fıkhiyye Kamusu’nun 3.cildinde 491.sayfada özetliyor. “Harb neticesinde kahren elde edilen esirler hakkında veliyyul emr muhayyerdir” yani yetkili serbesttir diyor. “Bu hususta Müslümanların menfaatlerine göre hareket ederek dilerse o esirlerin savaşçı takımını öldürür”. Zaten savaşçı takımı diğerlerinde de var. “Böylece fesad maddesini bil külliye ortadan kaldırır”. Allah, salıverin ki savaş imkanları ortadan kalksın diyor, bu öldürecek. Ya Rabbi sen bu işi bilmezsin demiş oluyor değil mi? “hatta tedaal harbü evzaraha” diyor serbest bırakın yok öldürecek ki ortadan kalksın. Nasıl kalkıyor? “Dilerse bunların şerlerini def için yalnız istirkaklarıyla yani köle ve cariye edinmeleriyle iktifa eder”. Fesatlarını ortadan kaldırıyormuş. Köle ve cariye yaptımı fesad olmaktan kurtuluyormuş. İlk tercihle ayetin bir ilgisi var mı? “İslam zimmetinde ahdı emanında olmak üzere hepsine hürriyet verir”. Onu da yapabilir dilerse. Dilerseyi atlamışım. Dilerse zımmi statüsünde bunları tutar. Bununda hiç bir delili yok zaten. “Dilerse bunları İslam esirleriyle mubadelede bulunur”. Allah’tan ki bunu söylemiş. Esirlerle mübadelede bulunur dedi, yoksa parayla falan değil. Karşılıksız serbest bırakma geçmedi fark ediyormusunuz bitti orada. Bunlar sünni mezhepler. Şimdi Şia’ya gelelim. Şia ne diyor.
Furuul Kafi, Kuleyni’nin, Şia’nın önemli kitaplarından. Müslümanların güvenilir kişisiymiş. 3.cilt. 31.sayfa. Diyor ki; “savaş biter esirler alınırsa imam muhayyer olur, isterse karşılıksız serbest bırakır. İsterse fidye alır serbest bırakır”. Bu ikisi tamamen Kur’an’ın hükmü değil mi? İsterse diyor “köle ve cariye yapar”. Aynı kitapta iki sayfa sonra şu var: “Esir aldın, onu taşıyacak aracın yok, yedirecek yemeğin yok, serbest bırak hiç bir şey yapma. Çünkü imamın onunla ilgili kararının ne olduğunu bilmiyorsun”. Vatandaş için söylüyor. Hüseyin(ra)’dan gelen şey olarak: “Esir Müslüman olursa ölümden kurtulur ama köle ve cariye olur”. Yani Müslüman değilse öldürülebilir. Müslüman olursa ölümden kurtulur diyor. Şia’da da fark yok. Diyor ki; “yarın öldürmeye karar vermiş olsa bile esirlerin karnını doyurması gerekir. O da görevidir diyor. Yani besili olarak ölsün. İster kafir ister Müslüman olsun eline bulunduğu süre içinde iyi davranması gerekir diyor. Şimdi buraya kadar gördünüz. Bir daha okusana Kur’an’a uymayla ilgili usüldekini.
YAHYA ŞENOL: Şöyle denmişti usül kitabında. “Kitapta mevcut hükümle amel etmek farzdır. Ve kendisinde hükmü bilinmek istenen hükmü bulunduğu sürece başka bir delile yönelmek caiz değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başka bir delile yönelmek caiz değildir dedi, ne yaptılar? Öyle bir noktaya geldi ki Kur’an’a uymak caiz değildir. Allah’ın hükmüyle amel etmek caiz değildire geldi. Bunlar hangi mezhepler? Şii-Sünni bütün mezhepler, değil mi?
YAHYA ŞENOL: Görebildiğimiz kadarıyla o üçü yani Hasan Basri, Ata Bin Ebi Rabah ve sahabeden Abdullah İbni Ömer şey gözükenler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Karşı çıkanlar. Başlangıçta okudun ya o cümleyi tekrar oku.
YAHYA ŞENOL: Bir hükmü öğrenmek isteyen kimse için bu deliller içinde kitap ilk delil, başvurulacak ilk kaynaktır. Eğer karşılaşılan meselenin hükmünü burada bulursa başka delile yönelmez”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle yapmışlar değil mi! Öyle mi yapmışlar? Buradan şuna intikal etmek için şey yapıyorum: bize öğretilen, bizim ulemamız bir konunun hükmünü Kur’an’da bulursa başka bir delile bakmaz. Değil mi? Biz böyle biliyorduk. Böyle miymiş? Bugünkü ulema ne diyor? Bugün ilahiyat fakültelerindeki hocalık yapan insanlar Kur’an’la ilgili olarak ne söylüyorlar? Ali Bardakoğlu’nun burada bir tespiti var. O tespitten okuyalım.
YAHYA ŞENOL: Daha önce okumuştuk. Kur’an Ve Tefsir Araştırmaları 2. Ensar Neşriyat tarafından çıkmış ama İslami Araştırmalar Vakfı’nın düzenlediği tartışmalı ilmi toplantının kayıtları bunlar. Orada bir tebliğ sunulmuş. Ali Bardakoğlu Hoca da o tebliğe katkıda bulunuyor. Başta ben edilleyi şerriye dörttür: kitap, sünnet, icma, kıyas şeyini okumuştum ya. Ali Bardakoğlu Hoca da bu tespite şöyle yer veriyor diyor ki; “işlevsel delillerin kitap, sünnet, icma ve kıyas olduğu belli. Onda bir problem yok. Halbuki bu bir yönüyle doğru gibi görünse de bunun sadece deliller arası önem ve inanç yönüyle hiyerarşiyi yansıtmak için böyle söylendiğini ve bu hiyerarşinin gerçek durumu fazla yansıtmadığını ifade edebiliriz. Evet diyor kitaplarda böyle denir: kitap, sünnet, icma, kıyas. Böyle yazar ama vakıa nedir? Şimdi bir İslam hukuku fıkıh hocası olarak kendisi şunu söylüyor. Diyor ki; “şöyle ifade edelim; fıkhın oluşumunda fıkhi düşüncenin İslam toplumunda fıkıh tefekkürünün ve bunların ürünü olan bilgilerin oluşumunda Kur’an’, sünnet, icma ve kıyas hiyerarşisi aslında doğru değil, belki bunun tersi doğrudur”. Vakıayı söylüyor. “Yani oluşumda asıl belirleyici olan faktör reydir”. Yani rey, fakihin kendi görüşü. Her zaman böyle olmuştur diyor. “Bütün fıkıh külliyatının rey üzerine yani bireysel çalışma ve bakış açısı üzerine kurulduğunu söylersek abartmış olmayız. Bunların arasında daha az işlevsel olanı belki sünnet”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak dikkat ettiniz mi hadislere de pey şey yapmadılar. Verdikleri hadisler de hep uydurma olanlardı.
YAHYA ŞENOL: Bu edilleyi şeriyye arasında daha az işlevsel olanı belki sünnet, en altta da Kur’an’ yer alır. Terse döndü. Kıyas, icma, sünnet, Kur’an’ oldu. “Bunu ifade etmek belki de Müslümanların inanç dünyalarıyla, dine bakışlarıyla, tevhid akidesiyle ilk planda çelişki gibi olacağı düşünülerek daima tersten yani Kur’an’, sünnet, kıyas, icma olarak ifade edilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Müslümanlar kandırılmıştır.
YAHYA ŞENOL: Anlamasınlar, “ne oluyor ya” demesinler diye mecburen yukarıya kitabı koymuşlar. Ayıp olmasın diye. Yoksa işlev olarak Kur’an’ her zaman en altta yer almıştır. Bir vakıayı tespit için bunu söylüyor ki gerçekten öyle olduğunu görmüş olduk yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bütün örnekler böyle yani bir tanesi değil ki. Peki şimdi bugünkü ilahiyat fakültelerinin hocaların tamamı değil elbette, ben de ilahiyat fakültesi hocasıyım ama bir kısmının Kur’an’a bakış açısı ile ilgili olarak Erdem Uygan Bey’in yaptığı tespitleri dinleyeceğiz.
ERDEM UYGAN: Hocam şimdi buraya kadar gördüğümüz şeylerde bir Allah’ın hükmü var konularla ilgili, bir de Müslümanların bunlarla ilgili çıkardıkları sonuçlar ve uygulamaları var. Ve gördüğümüz kadarıyla mezhepler bunlardan Allah’ın hükmü dışında hükümler çıkarmışlar. Yani Allah’ın hükmü pek orta yerde kalmamış, hatta istisnai olarak orta yerde kalmış. Bugün farklı mı? Onu mesela Mustafa Öztürk Hoca’nın bir makalesi var ‘Benim Tarihseliliğim” diye başlıklı bir makalesi. Orada şöyle diyor; “en azından benim tarihselciliğim, Kur’an’ın açık hükümler düzenlediği hususlarda bugünkü tarihi tecrübe ile ilgili ve bu tecrübe içindeki varoluş gerçekliliğimizi dikkate alarak içtihatta bulunmak gerektiği fikrini içerir. Bu fikir, Kur’an’daki ahkamın lafzi mucibince aynen bugün de uygulanabilir olmadığı kabulünü de içerir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’daki ahkam: mesela bu ayeti okuduk. Esir aldınız, karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakınız diyor. Ondan sonra esirlerle şey yaparsanız normal şekilde evlenin diye ayetler var. Bugün geçerli değildir, bugün uygulanamaz diyor. Bunların iyi tarafı, açıkça söylüyorlar. Peki bunlar ne diyor? Bunlar, Kur’an’a uyuyoruz diyerek yapıyorlar. Hangisi daha tehlikeli?
ERDEM UYGAN: Mustafa Hoca’nın söylediği şeyler, Cessas bugün yaşasaydı acayip rahatlardı. Rahat rahat istediğimiz hükmü vereceğiz derdi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok, rahatlamazdı. Foyamız ortaya çıktı diye rahatsız olurdu.
ERDEM UYGAN: Devamında şöyle diyor. “Özellikle toplumsal düzen hukuk alanı insan ve toplum içindir. Topl6m ve pratik hayat ise sabit değil değişkendir”. Bunları söyledikten sonra sonuca geliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela Kur’an’ın bu esirlerle ilgili hükmü ne kadar ideal değil mi? Savaş esiri alınmışsınız, gereken bütün önem gösteriliyor, karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılıyorsunuz, paranız yoksa Müslümanların zekatıyla serbest bırakılıyorsunuz. Muhteşem bir şey yani. Bugün mesela hapishanelerde çürütülen insanlarla şey yapın. Efendim esirlik kaldırılmıştır deniyor. Nasıl kaldırdınız kardeşim? Hapishaneler varda esirliğin daniskası vardır demek. Allah rızası için Müslümanlar hem şu geçmişten gelen kirlilikten kurtulsunlar hem de batıyı taklit etmekten vazgeçsinler artık ya. Hapishane işi 1840’dan sonra bizim sistemimize girdi. Esirlikten daha kötü değil mi dört duvar arasında dolaşıp durmak?
ERDEM UYGAN: Şöyle diyor Hocam. “Sonuç olarak Kur’an’da hüküm vardır, ilk nazil olduğu gün gibi uygulanır. Kur’an’da hüküm vardır, bugünkü olgusallıkta menatı yoktur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün bir karşılığı yoktur.
ERDEM UYGAN: “İşimiz, hangi hükmün hangi mahiyette olduğunu ortaya koymaktır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani o ayetten o ayeti ayıracaksın. Ne diyor Allah? NİSA, 150.. Ayet: “İnnellezıne yekfürune billahi ve rusülihı: Allah’ı ve elçilerini görmezlikten gelenler”. Burada görmezlikten gelme var mı? “ve yürıdune ey yüferriku beynellahi ve rusülihı: Allah ve elçilerinin arasını ayırmaya çalışırlar”. Mesela az önce de oldu. “Allah böyle dedi ama Resulullah da şurada şunu yaptı” diye okudu değil mi? Ayeti bırakıp başka deliller. Sanki Resulullah Kur’an’a aykırı hareket etmiş gibi. “ve yürıdune ey yettehızu beyne zalike sebıla: bu ikisi arasında yeni bir yol açmaya çalışırlar kendilerine”. NİSA, 151.. Ayet: “Ülaike hümül kafirune hakka: tamı tamına kafir olanlar onlardır”, “ve a’tedna lil kafirıne azabem mühiyna: o kafirler için alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır”.
ERDEM UYGAN: Benzer şekilde Ömer Özsoy diyor ki; “farklı olguları aynileştirmeye zemin hazırlayan zihinsel arka plan sebebin hususiliği ilkesinin de dayandığı şâri yani Allah bütün muhtemel müstakbel sorunları göz önünde bulundurarak hüküm koymuştur kabulüdür”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Müslümanlar şöyle inanıyor diye tenkit ediyor. Allah Kur’an’da bir hüküm koymuş ise olabilecek bütün ihtimalleri dikkate almıştır. O zaman hepsinin cevabı vardır.
ERDEM UYGAN: Zaten açıyor Hocam. Diyor ki; “bu kabulün, şari bir hüküm koyduysa o hükmün işletilmesine durumlar tanıyacak, mütemadiyen vücut bulacaktır gibi ancak hesabı verilmemiş bir tarih tasavvuru üzerinde yükselebilecek garip bir dogmaya evrilmesi kaçınılmaz mıydı” diyor. Devamında da şöyle diyor; “öyle ya Kur’an’ın köleler ile ilgili ahkamını kabul etmemek için ya kölelik kurumunu yeniden ihdas edeceksiniz ya da verili durumda kölelikle aynileştireceğiniz bir öge bulacaksınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sanki Kur’an’da kölelik varmış da!
ERDEM UYGAN: “Manasını yitirmiş bir hükmü tatbik edebilmek için ya o hükmün tatbikine elverişli ortam hazırlayacaksınız ya da verili durum içerisinde o hükmün taalluk edeceği…”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hem de bu zat tefsir hocasıdır haa. Sen tefsir hocası, Kur’an’da köleliğin taa Bedir savaşından önce kaldırıldığını bilmiyor musun? Bilmiyorlar işte.
ERDEM UYGAN: Mesela İlhami Güler’in ‘Kur’an’i Hayat’ dergisinde..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şunu söyleyeyim. Mustafa Öztürk, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocasıdır. Ömer Özsoy daha önce Ankara İlahiyat Fakültesi’ndeydi. Şimdi Frankfurt Üniversitesi’nin bir bölümü var İslami ilimler eğitimi veren. İsmini bilmiyorum. Orayı da ziyaret etmiştik bir keresinde. Orada hocadır kendisi.
ERDEM UYGAN: İlhami Güler Hoca da 2009 Eylül sayılı Kur’an’i Hayat dergisinde bir makalesi yayınlanmış. Allah’ın İnsan Sözü” makalenin ismi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne anladınız? Allah’ın insan sözü!
ERDEM UYGAN: Burada diyor ki; “Kur’an’ın sözlü muhatapları Araplardır. Kur’an’ ayetleri bu fikri destekler. “Bu kitabı sana, ataları uyarılmamış bir kavmi (Arapları) uyarman için indirdik” YASİN 6. Başkalarını değil. “Bu kitabı, şehirlerin anası (Mekke) ve havalisindeki (Arapları) uyarman için indirdik”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mekke Ümmül-kura ise bütün dünya olur değil mi? Mekke çünkü merkez diyor, ama kent diyor. Çevresi bütün dünya olur.
ERDEM UYGAN: “Elimizdeki Kur’an metni telifi Allah’a ait bir insan sözüdür. Bunun anlamı ise bu metin Arapların dil kabiliyeti, kültür kapasitesi ve sağduyuları ile çerçevelenmiştir. Onda komşu milletlerin kendilerine has dinsel, sosyal, kültürel, ahlaki vesaire problemleri ve onların çözümleri yoktur. İnsanoğlunun ortak paydasında ortak sorunların çözümü olabilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Allah sanki Mekke-Medine’de görev yapan bir valiymiş, oradaki problemlere kendine göre çözümler bulmuş, o, o döneme aittir, sadece o iki bölgeye aittir, çevre ülkelerin problemlerinin çözümü yoktur, daha sonrakilerin de çözümü yoktur.
ERDEM UYGAN: “Kur’an’ın anlam zenginliğinin kapasitesi, Allah’ın mutlaklığı veya büyüklüğü ile doğru orantılı değil, Arapçanın ifade kabiliyeti ve alfabesinin mükemmelliği ile doğru orantılıdır. Bu kitabın fikir dünyası Arapların sağduyusu ile kültür kapasitesi ile sınırlıdır. Tabiri caiz ise Allah bu sağduyu ve kapasite içinde davasını ortaya koymuştur” şeklinde devam etmiş. Bu makalenin sonuna doğru da şöyle bitiriyor: “metin insan sözü değil de Allah’ın büyüklüğü oranında engin ve sonsuz olarak görüldüğü için ayetler birer maden ocağı”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak metin insan sözü gözükmemiş. Allah’ın insan sözü dedi, şimdi insan sözüne dönüştü. Kur’an’ kimin sözüymüş? Allah’ın sözü müymüş? İnsan sözü dedi bakın.
ERDEM UYGAN: “İnsan sözü değil de Allah’ın büyüklüğü oranında derin ve sonsuz olarak görüldüğü için”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yanlış yapılmış yani Allah’ın sözü sayılmış.
ERDEM UYGAN: “Sayıldığı için ayetler maden ocağına, suya ve güneşe benzetilerek sürekli istismar edilmiştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demiş ya “Dinime küfreden bari Müslüman olsa”. Yani Kur’an’a uyan birisi söylese.
ERDEM UYGAN: Oysa kıyas yönünden istihsan benimsenseydi Ali İmran suresinin 7.ayetindeki muteşabih kavramının anlamı kapalı ayet değil de gaybın yani Allah’ın, ahiretin, meleklerin vs. teşbihle insan zihnine yaklaştırılması olduğu gerçeği benimsenerek ayetteki durakla oynanmasaydı ve zahir-batın bataklığına batılmasaydı bu teşebbüs olmayacaktı. O zaman da marifet tefsir yazmak değil 600 sayfayı 60 sayfada özetleyip Allah’ın muradını anladıktan sonra oturup adam gibi olup biteni, olayları, olguları yani hayatı bu 60 sayfaya göre tevil etmek olurdu.”. Şöyle diyor başka bir makalesinde. Üç Kur’an’ Tasavvuru başlıklı bir makalesi. Bunu internetten bulabilir isteyenler. “Kur’an’ın ruhu Hz. Adem’den kıyamete kadar sabittir. Bunlar da tevhid, ahiret, ibadet ve adalettir. Kur’an’ın bedeni ise şeriat tarihseldir. Yani Kur’an’daki sosyal ve siyasi hükümler Arap toplumunun maslahatları göz önünde turularak oluşturulmuştur. Şeriatler ise muhteliftir. Son şeriatin (Kur’an ve Sünnet), ismide Şeriatı Muhammediye’dir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Allah’ın şeriatı değil Muhammed’in. Bunu söyleyen Avrupalılar. Biz değil.
ERDEM UYGAN: “Ortaçağda İslami ilimleri tedvin eden Müslüman alimler Arapların ihtiyacını karşılayan Şeriatı Muhammedi’den yani Kur’an’ ve sünnetten ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak İslam şeriatını, İslam medeniyetini inşa ettiler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak şimdi bu cümle çok önemli. Ne diyor? Bir daha.
ERDEM UYGAN: “Ortaçağda İslami ilimleri tedvin eden Müslüman alimler Arapların ihtiyacını karşılayan Şeriatı Muhammedi’den yani Kur’an’ ve sünnetten ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak İslam şeriatını, İslam medeniyetini inşa ettiler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani ortaçağdakiler inşa etmişler. Onun için nasıl inşa edildiğini de gördünüz. Ayet yok, Resulullah’ın uygulaması yok, fıtrat yok, hiç bir şey yok.
ERDEM UYGAN: Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle yeniçağa geçerken bu ortaçağ şeriatı aşılamadı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani yeni bir din icat edemedik diyor. Bu kelimeyi aynen kullanıyor. Bir toplantıda kullanmıştı çünkü. “Oturup yeni bir din yazmamız lazım”. İmam Gazali’yi örnek alıyor, İmam Gazali gibi oturup yeni bir din yazmamız lazım diyor. Şimdi İmam Gazali size garip gelir. Çoğu söylediği doğrudur. İmam Gazali’nin anlattığının İslam ile uzaktan yak7ndan alakası yoktur.
ERDEM UYGAN: “Kur’an’ı okuyan mümin entellektüel, ondan kimliğini, kişliğini, benliğini, karakterini ve bilincini oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorun çözer. Kur’an’ı tefsir etmez. Olayları tevil eder. Bundan dolayı Peygamber “ma haza muminune hasenen fe huve innallahi hasenen: müminlerin iyi gördüğü Allah indinde iyidir” demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyetti” demiş. “Bu tasavvura fenomenolojik tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur’an’ bütünüyle ölçü değildir, örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü her dönemin ayrı bir hükmü vardır”. Bunu da Rad suresi 98.ayetine bağlıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Li kulli ecelin kitap”. Ayet öyle. Yani her süre yazılmış belirlenmiştir. Herkesin ömrü bellidir. Onu tutuyor her dönemin ayrı bir hükmü vardır diye tercüme ediyor. Görüyor musunuz? Koskoca Kur’an’dan iki tane kelimeyi çekiyor ve sistemini onun üzerine bina ediyor. Allah gibi kitap yazar, hüküm koyar diyor. Ve bunlar ilahiyat fakültesi hocası dikkat ediyor musunuz? Ama tekrar edeyim size. Bunlar açıkça söylüyor. Peki bu mezhepler? Aynı şeyi Kur’an’a uyuyoruz diye söylüyorlar. Kur’an’a uyduklarını söyleyerek yapıyorlar.
Bundan bir kaç sene evvel Hamza Akdan, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı idi. Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı idi. Kendilerine sorulmuş sorular varmış. O sorulardan hareketle bir toplantı yapılmıştı. Üsküdar’da Sabahattin Zaim Kültür Merkezi var, orada. Çamlıca’da. Oraya gittik. Mevcut anlayışa göre o soruların hiç birisinin çözümü Kur’an’da yok. Hiç birisinin çözümü Resulullah’ın uygulamasında yok. Fıkıh kitaplarında yok. O zaman istihsan yapalım. İstihsan ne demek? Yani durum ve şartlara göre halkın ihtiyaçlarına göre yeni hükümler ihdas edelim. 17 tane meseleydi. Bir tane örnek vereyim çünkü vakit çok daraldı. Onu neşretmişlerdir zannedersem. Belki bizde de vardır. O zaman Fatih Orum da yanımdaydı doktora yapıyordu. Onu da götürdüm sen de şahit ol diye. Hamza Akdan Hoca bir örnek verdi. 17 tane konudan bir tanesi. Örnek demeyeyim de Dedi ki; “Pakistan’da kadınları adam zorla alıkoyuyor, tecavüz ediyor, kadın gidip de bu adam bana tecavüz etti diye mahkemeye şikayet ettiği zaman mahkeme diyor ki 4 tane şahit getir. Tecavüze uğrayan kadından şahit isteniyor. Böyle bir şey mümkün mü? Peki şahit getiremezse ne olacak? O adama iftira ettin diye 80 sopa vuruluyor. Efendim diyor bunun şeyi yok. Geçekten fıkıh kitapları böyle yazıyor. Orada ben dedim ki ya bunu siz nereden çıkarıyorsunuz? İslam’da böyle bir problem yok ki. Hiç ayeti okumadınız mı? NUR, 4.. Ayet: “Vellezıne yermunel muhsanati sümme lem ye’tu bi erbeati şühedae: zina suçu atıp da dört şahit getirmeyenler”. Bunlar kadınlara zina suçu atanlarla ilgili, tecavüze uğrayan kadınlarla ilgili değil. Öyle bir şey bulamazsınız. Bakın dedim dört şahitle ilgili ayetlerin tamamı kadınlarla ilgilidir, erkeklerle ilgili değil. Tabi bunu söyleyince hemen konuyu değiştirdiler. 17 konunun 17’si de böyle. Hemen müdahale ettim bir ayeti okudum problem bitti, bir ayet okudum problem bitti, en sonunda da dedim ki; “ya bu kıyas ve istihsan saçmalığını bırakın” dedim. “Bu bir saçmalıktır” dedim “bunu bırakın. Kur’an’a gelelim, Resulullah’ın örnekliğine gelelim. O zaman çözemeyeceğimiz hiç bir problem yoktur”. Toplantıyı düzenleyen Ali Özek Hoca’yı ben bizim arabayla vakfa bıraktım dedim ki gel bir çay içelim. Çünkü O, İslami Araştırmalar Vakfı’nın on sene ilmi çalışmalarını ben yürütmüştüm. Oraya gittik, Halil Gönenç Hoca orada. Şafi ulemasından ki en tepelerdekinden bir tanesidir. Halil Gönenç Hoca’ya beni şikayet etti. “Ya bu Abdulaziz Hoca kıyası bırakın diyor, kıyas saçmalıktır diyor”. Tabi Halil Gönenç Hoca ile de1977’den beri her konuda birlikte olduğumuz için bizi çok iyi tanır. Beni savunmaya çalıştı ya Abdulaziz Hoca işte şöyledir böyledir falan… Dedim “bırakın Allah’ınızı severseniz. Keşke kıyas yapsalardı ona razıyım. Size bir örnek vereyim” dedim. Şunu söyledim bak dedim “ikiniz de İslam aleminde tanınmış iki alimsiniz. Hodri meydan! Bu mezheplerin tamamına meydan okuyorum. Türkiye’den ya da yurt dışından hangi alimi getiriyorsanız getirin tartışmaya razıyım. Kur’an’sız bir din oluşturmuşlardır. Bugün Müslümanlar bunu İslam zannediyorlar. “Yok Abdulaziz Bey işte şöyle..”. “Tamam Hocam, isterseniz Şafi’den başlayalım” dedim. Şafi mezhebine göre namaz kılan bir kimsenin vücudunda ya da elbisesinde küçücük bir necaset olsa, onun namazı olur mu? Olmaz dedi. Peki bu adamın başka elbisesi yoksa ne yapacak? “Çıplak namaz kılacak” dedi. Peki çıplak namaz kıldıktan sonra ne yapacak dedim. “Daha sonra namazını iade edecek”. Peki bunun bir delili var mı dedim. “Vardır kardeşim” dedi. Hocan sen vardır diyemezsin, sen Şafi ilmihalini yazmış bir kişisin ve Şafi mezhebini en iyi bilenlerden birisisin dedim. Sen vardır diyemezsin. Var mı yok mu söyle bana. “Var, siyabeke fe tahhir”. “Elbiseni temizle ayeti siz demez misiniz ilk inen surelerdendir, namaz da miraç da farz kılınmış demiyor musunuz? O zaman namaz mı vardı ki. Zaten burada bu ayetin başında sonunda hiç namazdan bahsedilmiyor. Hocam bakın dikkat ediyor musunuz keşke kıyas yapsalardı. Hiç bir şey yok”. “Benim işim var kardeşim var” dedi kalktı gitti. İslam aleminin içler acısı hali bu. Peki şimdi Faruk Beşer. Geçen hafta biliyorsunuz Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Caner Taslaman çıktılar bir televizyonda İşid ile ilgili olarak bir şeyler söylediler. Bugünkü fıkıh külliyatının ürünüdür şeklinde özetlenecek. Zaten bizi biliyorsunuz şunu sürekli diyoruz; “bugünkü ilahiyat fakültelerinin, bugünkü medreselerin, bugünkü imam hatip okullarının yetiştirdiği kişiler eğer orada öğretilenlere samimiyetle sarılırlarsa İşid’den başka bir sonuç ortaya çıkmaz. Aksini söyleyen gelsin. Ne demiş Faruk Beşer orada?
ERDEM UYGAN: Yazısının son paragrafı şöyle; “Şunu da söyleyeyim: fıkhın ne olduğunu bilmeyen insanların onu Daeş’in mesnedi olarak göstermeleri bir cehli mürekkebdir. Daeş, fıkhı ve mezhebleri reddediyor. Kur’an’ ayetlerini fıkhetmeden doğrudan anladığını sandığı için bunu yapıyor. Müşriklerin tamamını öldürün, onları gördüğünüz yerde boyunlarını vurun anlamındaki ayetleri yanlış anladıkları için yapıyor. Fıkıh, kitabı anlamaktır efendiler. Bunu anlamayanların hali de budur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki Faruk Beşer, bir tane mezhepten göstersin bakalım. İşte okuduk burada gördük. İşid’in esirleri öldürmesi. Bakın ayete ve Resulullah’ın uygulamasına aykırı olmasına rağmen Sünni-Şii bütün mezhepler kabul etmiyor mu? Esirlerin köle ve cariye yapılmasını bütün mezhepler kabul etmiyor mu? Esirlerin afedersiniz hayvan gibi satılmasını bütün mezhepler kabul etmiyor mu? İşid’in başka yaptığı ne? Ama Kur’an’ın ve Resulullah’ın sahih sünnetinde böyle bir şey var mı? Şimdi gelin adına İslam alemi denen, ben bunlara İslam alemi derken rahatsız oluyorum. Bak açıkça söylüyorum böyle İslam alemi olmaz. Ama mecbur. Niye diyoruz? Çünkü sokaktaki vatandaş bilmiyor. Zannediyor ki onun uleması Kur’an ve sünnete uyuyor zannediyor. Ondan dolayı artık İslam alemi diyoruz. İşid’e mektup göndermişlerdi bir zaman 126 tane İslam alimi. Türkiye’den de var. İşid’e mektup gönderiyorlar, senin yaptığın yanlıştır derken ne yazmışlar bir oku bakalım.
ERDEM UYGAN: “Müslümanlar hatta bütün dünya yüz yılı aşkın bir süreden beri köleleştirmeyi yasaklama ve suç sayma konusunda icma etmiştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki bu kimin dini olur? Yüz sene öncesine kadar köleleştirme Kur’an’ın emriymiş, yüz sene sonra haram olmuş.
ERDEM UYGAN: Hatta diyor ki Hocam; “icma ile ortadan kaldırılmasından sonra köle edinmek haramdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yüzyıldan sonra haram olmuş. Allah rızası için, İşid’den olan birisi şu mezheplerin hangisini okursa okusun Sünni-Şii, yaptığının doğru olduğuna inanmaz mı? Peki bizim bu okullarda bu mezhepler haktır diye öğretmiyorlar mı? Bize öyle öğretilmiyor mu? Peki kardeşim siz kendinizi İşid’den birisi olarak kabul edin, size birisi bunları okusa ona ne dersiniz? Kafir demez misiniz ona? Birleşmiş Milletler’in yasağı ne zaman haram oldu demez misiniz? O cümleyi bir daha oku.
ERDEM UYGAN: Müslümanlar hatta bütün dünya yüz yılı aşkın bir süreden beri”
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Yüz yılı aşkın bir süreden beri”
ERDEM UYGAN: “köleleştirmeyi yasaklama ve suç sayma konusunda icma etmiştir. İslam tarihinde büyük öneme sahip bir iştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Her şeyinizi kaybetmişsiniz, kendiniz köleleşmişsiniz: zihinsel köle.
ERDEM UYGAN: “İcma ile ortadan kaldırılmasından sonra köle edinmek haramdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar 126 tane İslam alimi! Faruk Beşer’in söylediği de. Ya kardeşim, sen fıkıh üzerine çalışan bir adamsın. Marmara Üniversitesi, İlahiyat fakültesinde fıkıh hocasısın. Gösterin şu mezheplerden herhangi birisinin görüşünü ki bu adamların yaptığının yanlış olduğunu söylesin. Evet bu adamların yaptıkları yüzde yüz yanlış. İşid’in yaptığı yüzde yüz Kur’an’a uymaz ama yüzde yüz Şii-Sünni bütün mezheplere uyar ya. Artık bunu anlasınlar Allah rızası için ya. Ben şimdi bakıyorum da az önce arkadaşlar 1977’de İstanbul Valiliği’ne yazdığım bir yazıyı okudu içeride. 1977’de bir yazı yazmışım. Bana karşı İst. Müftülüğü’nde acayip bir kıskançlık olmuştu. İnanılmaz bir şey. Ya bakıyorum o zamandan beri gece gündüz, burada da her derste anlatıyoruz, Allah rızası için ne oluyor kardeşim ya. Evet Allah’a şükür sizler varsınız, bir çok yerlerde şey yapılıyor, ya hadi ortaya çıkın da eğer gerçekten Müslümanlıktan yanaysanız buyurun Allah’ın kitabı var, Resulullah’ın uygulaması var. Sahih hadisler o kadar çok var ki az değil. Biz çalışmalarımızda bunu görüyoruz. Geçen hafta da söyledim şimdi de söylüyorum. Bize hadis düşman diyorlar Allah’tan korkmadan. Efendim Kur’an’ı kendi kafamıza göre anlıyormuşuz haşa. Peki Şii-Sünni bütün mezhepler birleşsin bakalım, herhangi bir konuda bizim kullandığımız ayet ve hadisleri onların tamamı kullanmış mı? Tamamı! Çünkü onlar siyasi iradeye fetva yetiştiriyorlar. Bugün de siyasi iradeye fetva yetiştirenler Türkiye’yi gırtlağına kadar faize soktular. 2005’e kadar finans kurumlarının faizcilik yapması kanunen yasaktı. 2005’te kanun çıkarıldı ve serbest bırakıldı faizcilik yapmaları. Bu ne biçim Müslümanlık ya. C. Hakkın huzuruna hangi yüzle çıkılacak? 2004’e kadar biz fetva veriyorduk, nasıl bir tane hocaları çıktı nasıl faize fetva verdiyse, bana dediler “sana soru sormak zorunda değiliz, sen de hocası O da hoca”. Tamam hadi güle güle. Ondan sonra sistem tümüyle çökertildi. Aynı şey. Değişinceye kadar bunu söylemeye devam edeceğim. Bugün Diyanet’in uyguladığı takvimin hiç bir ilmi değeri yoktur. Yatsı namazı ve sabah namazı ile ilgili. Bir tek ilim adamı, ister astronomi alimi olsun ister İslam alimi olsun doğru olduğunu söyleyemez. Tabi dürüst değilse söyler. Dürüstler için söylüyorum. Hiç bir ayete uymaz, hiçbir hadise uymaz. Eski mezheplerin hiç birisine uymaz. O, Şafi’ye de uymaz, Maliki’ye de uymaz, Caferi’ye de uymaz. Ya kardeşim arkanıza devleti alıp da bunu nasıl yapabiliyorsunuz ya? Bu ne biçim Müslümanlık? Ondan sonra İslam alemi niye bu halde. Bu halde olduğuna gece gündüz şükredin ya. Şimdi sorular.
VEDAT YILMAZ: Hocam öncelikle ben bir tane ekleme yapayım. Ahmet Ay isminde bir gazeteci İşid kampına girip orada bir röportaj yapmıştı. Eylül 2014’de. Orada şu soruyu soruyor: “iyi de Allah için masum insanları öldürmek, kadınları ganimet saymak nasıl Allah yolunda olur?”. Verdiği tek cevap: “İslam fıkhı bu konuda net”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet çok doğru. Net mi bugün gördük yani. Hanefi mezhebi de buna fetva veriyor. Allah’tan korkar insan ya. Ayeti burada okuyorsunuz. Ahkamul Kur’an 370 yılında yazılmış en eski en değerli eserleri. “Fe imma mennem ve imma badu fidaen” diyor. Allah esirleri ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız dedikten sonra ayeti açıklıyormuş gibi bak diyor Allah esirler konusunda serbest bıraktı, istersen öldürürsün istersen köle ve cariye yaparsın, istersen fidye alırsın. Bune ya! Tabi haksız mı onlar? Bunlar doğru söylediğini zannediyorlar.
VEDAT YILMAZ: İlk soru: Muhammed suresi 4.ayet Bedir savaşından önce indirilmiş ise Peygamberimiz’in buna göre amel etmemesi nasıl olur?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bedir Savaşı’ndan önce indirildiği için C. Hakk Resulullah’ı fena halde azarlıyor. Zaten bizdeki bir resul algısı da vardır. Masum ismet sıfatı vardır. Nereden çıkardın? Adam kendisine masum dedirtmek için mecburen önce Resulullah’a masum dedirtecek ki kendisine yer açılsın. Çocuklukta bize de ezberlettiler. Allah ne diyor;;”la yukellifullahe nefsen illa vus’aha” demiyor mu? Hiç kimseye kendi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz Allah. Eğer Resulullah Bedir Savaşı’ndan önce düşmanı tamamen ezmeden esir almanın yasak olduğunu bilmeseydi, Allah Enfal suresinin 67.ayetinde der miydi “ma kane nebiyyin en yekune lehu esra: hiçbir nebinin esir almaya hakkı yoktur”, “hatta yuzkine fil ard: savaş alan7nda tam hakimiyeti kuruncaya kadar” der miydi? Muhammed suresinde “hatta iza eshantumuhum” hakimiyeti tamkurunca esir alın diyor. Ondan dolayı Müslümanların Mekke’ye gitmesini istiyordu Enfal suresinin 7-8.ayetinde. Ama orada çok büyük bir yanlış yaptıkları için Allah ne dedi 68’de; “levla kitabun minallahi sebak”, siz dua edin ki ben size daha önce bu zaferi söz vermiştim Mekke’deyken. Kur’an’da Rum suresinde var. Eğer daha önce size bu sözü vermiş olmasaydım “e messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm”. Bedir savaşını öyle bir anlatırız ki, onların isimlerini saymak şöyle, böyle, Allah. Nasıl olsa yalanın şeyi yok. Ne diyor; “eğer size daha önce söz vermeseydim, bu aldığınız esirlerden dolayı büyük bir azap sizi yakalayacaktı”. Bedir size hezimet olacaktı, zafer olmayacaktı diyor Allah açıkça. Önceden ayet olmasa böyle bir şey söyler mi C. Hakk?
VEDAT YILMAZ: Katar’dan bir soru var Hocam. Mezhep kitapları yazılırken Müslümanlar hiç itiraz etmediler mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu ahirette sorarız. Cevabı dünyada verilmez. İstanbul’u biliyorsunuz dünyada çok önemli bir yerdir. Allah bize çok da önemli bir mevki, makam da nasip etti. O kadar bağırıyoruz, pek duyanı görmedim. Yani bak şu vakfı birlikte kurduğumuz arkadaşlardan bir tanesini burada göremezsiniz. Herkes çekiliyor. İnşallah bunlar doğru bir şekilde anlaşılır da bugün dünyaya doğru İslamı anlatmamız lazım. Çünkü Allah, İslam’ın dünyaya hakimiyet kuracağını Kur’an’da bize vaad ediyor. Bak şimdi ben burada konuşuyorum, binlerce insan internetlerinin başında beni dinleyebiliyor. Ve bir müddet sonra internete konacak, istedikleri kadar dinleyebilecekler. Bu nimeti iyi kullanalım. Şu an 11 dile yayın yapıyoruz. Bir kaç tane daha dik hazırlıkları var. İnşallah onlar da devreye girer. Doğru İslamı insanlığa anlattığınız zaman onu kabul etmeyecek hiç kimse çıkmaz. Hesabına gelmediği için kabul etmemek başka. O kafirlik olur ama doğru demeyecek hiç kimse kalmaz, o zaman İslamiyet, C. Hakkın vadettiği gibi hakimiyet kurar. İnşallah bizim elimizle bu hakimiyet olur.