ABDULAZİZ BAYINDIR: Biliyorsunuz insanlar için en önemli husus, şirke düşmeden hayatını tamamlayanilmektir. Çünkü şirk, Allah’ın asla affetmeyeceği bir günahtır. Bu sebeple her müslümanın çok iyi bilmesi gerekiyor. Bugünkü konu başlığımızı ondan dolayı Şirk İle İman Arasında Kararsızlık şeklinde ortaya koyduk. Bu konuda bir sürü yanlış inançlar var, yanlış düşünceler var. Müslümanlarım çoğu şirkin ne olduğunu malesef kuranın anlattığı şekilde bilmiyor. Bugün asıl konumuz bu ama dün be bugün, medyadan duymuşsunuzdur, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vermiş oldığu bir fetva var. Bir baba kızını şehvetle öperse eşi ile nikahının durumu ne olur? Nikahı düşer mi düşmez mi şeklinde bir soru sorulmuş. Din işleri yüksek kurulu da bu konuda fetva vermiş. Daha sonra D.İ. Başkanı dün akşam, akşam geç vakitte de Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı bu fetvanın istismar edildiği ve yanlışlara sebep olduğu, ondan dolayı fetva platformundan kaldırıldığı şeklinde bir takım açıklamalar yaptılar. Şimdi biz bu hususta işin gerçeği ile ilgili bir kaç kelime söyleyelim konunun önemi açısından. Buna fıkıhta hürmeti musahare denir. Yani sıhri akrabalık nedeniyle doğan evlilik yasağı şeklinde bir başlık vardır. Bizim internet sitemize girerseniz bununla ilgili araştırma da vardır. Tüm mezheplerin görüşleri ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuştur. Hanefi mezhebinde bu konu ki D. İ. Başkanlığı’nın fetva verdiği mezhep Hanefi mezhebidir biliyorsunuz. Uzun uzun incelenir.Asıl kaynağı şudur: Nisa suresi 23.ayeti. Burada Allah “Ve lâ tenkihû mâ nekaha âbâukum minen nisâi” diyor. “Babalarınızın nikahlandığı kadınlarla nikahlanmayın” ayeti. Burad nikah kelimesinin sözlük anlamı, kadın erkek ilişkisi olduğunu söylemiştir hanefiler. Arzu edenler Hanefi kaynaklarına bakarlar. Ve demişlerdir ki; babanızın ilişkiye girdiği kadınlarla evlenmeyin şeklinde bir ifade kullanmışlardır. İlişkiye girdiği kadın gayrı meşru ilişki yani zina yaptığı bir kadınla evlenmeyin. O zina yaptığı kadın babanın eşi gibi olur demişlerdir. Ondan sonra iş, ilişkiden daha öteye götürülmüş, “bedevain nikahi nikahun” şeklinde yani ilişkiye götüren şeyler de ilişki sayılır demişlerdir. İlişkiye götüren şeyler nelerdir? Dokunmak, öpmek, şehvetle sarılmak, cinsel organına bakmak. Ondan sonra da demişlerdir ki; “bir kişi”. Mesela dünkü D. İşlerine sorulan soruda: adam isteyerek bilerek kızına sarılmış, kızı yada kendisi o anda şehvet duymuş. İnsandır, bir anda hiç beklenmedik bir durum olabilir. Duymuşsa ne olacak? Hanefi mezhebine göre bu adamın eşi kendisine ebediyen haram olur. Sanki baba kız ile cinsel ilişkiye girmiş gibi olur. Sanki eşinin anası gibi olmuş olur kendi karısı. Peki bu nikahın yeniden yapılma şansı var mı? Yok. Sıfır. Yani bunun tamir edilme imkanı yoktur. Ebediyyen haramdır. Peki burda bu böyle. Bu konu ayrıntılı olarak anlatılır kitaplarda. Biz taa talabeliğimizde bunu çok ayrıntılarıyla okumuştuk. Bugün D.i. Başkanlığı’nın eğitim merkezlerinde baş kitap olarak okutulan Hidaye’de (Yahya göstersin onu). İşte El Hidaye. Ki Hanefiler’de yere göğe konmayan bir kitaptır. Buna kaç sayfa ayırmışlar?
YAHYA ŞENOL: Hidaye’de o kadar uzun değil de El Ihtiyar adlı bir kitap var. Yine Diyanet eğitim merkezlerinde okutulan. Mesela onun şöyle türkçesi de var. Orada sadece bu konuya 4 sayfa ayrılmış. Sadece bu bakma ile hısımlık mahremiyeti, dokunmakla, öpmekle, saça el dokundurmakla doğan mahremiyet diye yaklaşık tam 4 sayfa bu konuya yer ayrılmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Elimde, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuki İslamiye Islahatı Fıkhıyye Kamusu var. Bu kitap, zaman zaman kendisinden bahsediyoruz. Mezhepleri en doğru şekilde aktaran kitaptır. Çok büyük bir ekip çalışmasının ürünüdür. Bunun tam zıddı olaral Şafi mezhebinde de bir kişinin zina ettiği kadından olan kendi kızı ile evlenebileceğini söylerler. Tam zıddı bunun. Bakın şuradan okuyayım. Islahatı Fıkhiyye Kamusu’nun 2.cildi 311 nolu paragraf. Burada diyor ki. Şafi mezhebinin görüşünü anlatıyor: “Şafilere göre hakiki zina ile müsaret sabit olmaz”. Yani bir kimsenin zina ettiği kadının kızı, annesi ona haram olmaz diyorlar. “Binanaleyh zani(yani zina eden kişi)meziyesine kukarenetinden mütevellit kızı alabilir”. Yani bir kişi zina ettiği kızdan doğan kendi kızı ile evlenebilir diyor. Değerli izleyiciler. Biz burada yıllardır anlatıyoruz. Bakın burada ‘Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’diye bir kitabımız var ki bu anlattığımız konuların çok küçük bir parçasıdır. Yani hepsini yazıya geçme zamanımız olsa ciltler dolusu olur. Ve malesef Abbasiler zamanımda oluşturulmuş bir dim vardır. Burada ne Hanefi mezhebinin görüşü doğru ne Şafi mezhebinin görüşü doğru değil. İkisi de kurana yapılmış birer iftiradan ibarettir. D.İ. Başkanlığı bunu reddediyor. Reddediyorsunuz ama bu İslam Ansiklopedisi’nde de var. Reddetmenin bir anlamı yok ki. Artık geçmişle yüzleşmek zorundayız. Bu şekilde olmaz. İnsanlar sadece Süleymaniye Vakfı’na, Abdulaziz Bayındır yada arkadaşlarına bir takım duygusal cümlelerle cevap vererek işi kurtarmaya çalışıyorlardı. Bakın şimdi İşid çıktı, artık gizlenemiyor bunlar. Çünkü İşid’in yapmış olduğu geleneksel islam anlayışının bir uygulamasıdır. Lütfen D.İ.Başkanlığı’nda yayınladığı İşid raporuna bakın ki hiç geleneksel yapıya atıfta bulunabiliyorlar mı? Tamamen kuran ve sünnet diyerek karşı çıkıyorlar. O zaman lütfen artık D. İ. Başkanlığı da genel politikalarını kuran ve sünnet üzerine kursun. Çünkü bu sadece bu değil ki. Bizim derslerimizi izleyenler gayet iyi bilirler. Dolu, her taraf dolu. Bakın şimdi hemen anlarsınız. Ayette ‘nekeha’ kelimesi nikahlanmak demektir. Ve cinsel ilişki manasına da mecezen kullanılır ama hakiki anlamı nikah kıymaktır. Hakiki anlamı budur. Yani şimdi kelimenin sözlük anlamını önce değiştiriyorsunuz ki Hanefi kaynaklarında öyledir. Şimdi konumuz o olmadığı için. O konuda çok dersler yaptık o konuda. Sitemizde yayınlanan yazıyı okuyan olursa orada görürler. Diyor ki “Ve lâ tenkihû: nikahlamayın”, “mâ nekaha âbâukum: babalarınızın nikahlamadığını nikahlamayın”. Tamam bunda hiç problem yok. Peki siz nikaha cinsel ilişki manası veriyorsunuz değil mi? Ona göre şu ayete mana ver ve bu ayeti delil alıyorlar. Lütfen dikkatle dinleyin. “Ve lâ tenkihû: nikahlamayın”, “mâ nekaha âbâukum: babanızın cinsel ilişkiye girdiği kadını”. Niye nikahtan birisine akit manasını veriyorsun da öbürüne cinsel ilişki anlamını veriyorsun? O zaman şu manayı ver: “babanızın cinsel ilişkiye girdiği kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin”. O zaman kuranın bütün yasakları ortadan kalkar. O zaman hatam diye bir şey kalmaz. Yani önce tahribat yapılıyor, asırlarca bu din diye okutuluyor. Ben de Erzurum Atatürk Üni. İslami İlimler Fakültesi’nde talebe iken bunları ayrıntılı olarak okumuştuk. Ama sonra baktık ki bu çok yanlış bir şey. Allah’a şükür bunlarla ilgili çok uzun çalışmalarımız oldu. Ondan sonra çıkıp deniyor ki: ‘efendim herkes yanlış biliyor da siz mi doğru biliyorsunuz’ diyor. Hilal Tv ekranlarından bütün Türkiye’ye ilan ediyorum: söylediklerimizin yanlış olduğu kanaatinde olan ilim adamları! Bakın burada bütün mezheplerin yanlışlığını anlatıyoruz. Ben konuyu detaylandırmayacağım. Çünkü asıl konumuza geçeceğiz. O zaman beyler, bu mezheplerin o savunucuları kalksın kendilerini savunsunlar eğer güçleri yetiyorsa. Güçleri yetiyorsa savunsunlar. Yetmiyorsa duygusal konuşmasınlar lütfen. Sokaktaki insanların ağzıyla konuşmasınlar. İşte şimdi mesela istersen kısaca Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde konu ile alakalı. Eski Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hamza Aktan Hoca yazmış. Ben de yazsaydım aynı şeyi yazardım. Olan bir şey. Onu inkar etmenin bir anlamı yok ki.
FATİH ORUM: Burada Sıhriyet maddesi, cild 37. Sizin biraz önce klasik kaynaklara atıfta bulunduğunuz her şeyi aynen ayrıntılı bir şekilde o klasik kaynaklara atıfta bulunarak maddeye geçirmişler. İbarelerde bir takım nahoş şeyler var ama aynısı detaylı bir şekilde ansiklopedide maddeye girmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Asiklopediyi yazınca başka bir şey yapamazsınız ki. Normaldir.
FATİH ORUM: Mesela bir tanesini okuyayım. “Kim bir kadının tenasül uzvuna bakarsa, o kadının anası bakana haram olur”. Hatta bir hadis var. Delil olarak bu hadis şey yapılıyor. Ondan sonra, hürmeti musahare, işte, cinsel ilişki anlamına gelme(biraz önce anlattınız) nikah kelimesinin o anlama geldiğinden hareketle. Yine Nisa suresinin 22.ayetini Hanefiler delil getirerek..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayeti okudum zaten.
FATİH ORUM: Söylediğiniz şeyler özetlenmiş maddede.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada bir vakıa var. Benim şimdi Fatih orada söylerken aklıma geldi. Talebeliğimde okuduğum şeylerden bir tanesi de şudur. O zaman şaşırmıştım yani. Gene kitaplarda var tabi. Bir insan gece küçücük bir odada yatarsınız. Eskiden bugünkü gibi şu kadar odalar nerde. Odada eşidir diye karanlıkta kızına sarılsa şehvetle, bir de farketse aman kızımmış, hemen bıraksa. Kız da uyuyor. Kızın da bir şeyden haberi yok. Onun da kötü niyeti yok. Diyor ki; “karısı ebediyen boş olur, başanırlar” diyor. Bu ne biçim bişey ya. Ben size burada defalarca anlattım. Nikah, talak bütün bunlarla ilgili. Burada geçiyor mu? El Ihtiyar, Hanefiler’in yere göğe bırakmadığı kitaplardan birisidir. Diyor ki; “bir kimse, cinsi münasebette bulunmak için şehver çağındaki kızıyla beraber uyumakta olan karısına yönelir de karısı zannederek kızına elini vurup onu şehvetle cimcikler” sarılmıyor da yani. Karısına şehvetle cimcik attığını zannederek, bilmiyor kızı yanındaymış gece karanlıkta. Cimciklerse veya tutarsa karısı artık kendisine haram olur. Buyrun. Ben İstanbul Müftülüğü’ndeyken bu işi çok gördüm. Bunalıma giren insanlar vardı. Diyor ki; “gelinim elimi öptü. Ben şehvetlenmedim ama o şehvetlendiyse ne olacak” diyor. Dolayısıyla artık bu olay inşallah hayırlara vesile olur. İnşallah D.İ. Başkanlığı kendisine çeki düzen verir. Şimdi asıl konumuza geçebiliriz.
Yine gelenekten kaynaklanan bir çok yanlışları da mecburen gündeme getireceğiz. Hac suresinşn 15.ayeti vardır. Hac suresi 15 ayet ve 16.ayetle birlikte okumak lazım. Öylesine anlamlandırılmıştır ki. Önce şunu söyleyeyim size. Kuran, en büyük günah olarak bize şirki göstermiştir. Peki şirk ne demek? Bizim Türkiye’de şirk ne demek dediğiniz zaman herkesin aklına gelen: eski Mekke toplumu, kabe, kabenin etrafında putlar, insanlar onlara tapıyor. Efendim bizde şirk olmaz diyorlar. Hatta İslam Anaiklopedisi’nde de müslümanlarda bu tür şirklerin görülmediği yazılıdır. Ve çok ilginçtir, ben geçenlerde 1100 taneydi galiba islam inançlarını yazan kitaplarda araştırma yaptım,bir tanesinde şirk başlığı yok. Kuranın en temek kavramı. Ve malesef müslümanlar şirkin ne olduğunu bilmezler. Evet şirki reddederler. Şirki reddeden sadece müslümanlar mı? Şirki bugünkü yahudiler de reddediyor, şirki bugünkü hıristiyanlar da reddediyor, şirki eski Mekkeliler de reddederdi. Hiç kimse kabul etmez. Peki lafla reddetmek acaba yeterli oluyor mu? Ondan dolayı Allah kuranda şirk ile ilgili bir örnek vermiştir. Önce isterseniz doğrusunu okuyalım, sonra yanlışlara bakalım. 22.surenin 15.ayeti. Ama biz oradan değil de 11’den başlayacağız. 11,12,13,14,15. Kaç etti? 5 ayet. Kuran mesani olduğu için 6 tane ayet olmalı. Gerçi başka yerlerde de ayerler var da. Bir de 16.ayeti de katmak gerekiyor. Orada bizim verdiğimiz mealden okuyayım ben zamandan tasarruf için arapçasından okumayacağım. Diyor ki Allah;;”İnsanlardan kimi Allah’a sınırda kulluk eder. Eline bir imkam geçerse rahatlar. Başına bir sıkıntı gelirse yüz çevirir. Böylesi dünyayı da kaybeder ahireti de. Apaçık kayıp budur işte. Allah’ın yakınından, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır”. Allah’ın yakınından yani Allah’a yakın gördüğü kişileri yardıma çağırır. Allah’a piskolojik baskı uygulamaya çalışır. Allah’ı bir insan gibi düşünür. Kim Allah’a yakın? İşte, Eyüp Sultan. Bir gidelim oraya bir dua edelim de işlerimiz halledilsin. İşleri kötü gidiyor. Ya.Allah seni bu dünyada imtihan edecek. Maddi sıkıntı da verecek refah da verecek. Burası cennet değil ki. İşler iyi gittiği zaman “ohh Allah benim yüzüme baktı”, kötü gittiği zaman Allah beni unuttu. Haşa. “Allah’ın yakınından kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır. İşte bu, pek büyük bir sapıklıktır.”. Şimdi ‘şey’ kelimesi önemli. Gidiyorsunuz Eyüp Sultana, diyor ki iştr bir takım yardımlar istiyor. İşler bozulu falan. Ne? Onun aracılığıyla Allah’a baskı yapacak. Yani “Allah beni dinlemiyor, seni dinler, söyle de şu işimi görsün”. Peki ölülere laf işittirilir mi? Ölmüş kişi seni duyar mı? Duyduğunu kabul edin: o arap, sen türksün? Farzetki duydu not aldı: C. Hakk onu dinleyecek mi? Böyle bir yetkisi var mı Onun? Sonra ne yapar? “Zararı yararından yakın olan kişiyi yardıma çağırır. Eyüp Sultan’a gittik geldik işimiz olmadı, o zaman hangi efendiye gidelim? Bir efendiye gittiği zaman zararı faydasından çok. Ne yapacak? Diyecek ki gel bizim cemaate bir gir, önce benden bir el al, önce şunu şunu bir yap. Orada sanki Allah’ın yanında bunun torpil yapma imkanı varmış gibi bir hava veriyor. “Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne kötü bir veli ne kötü bir yandaştır”. Veli diyor Allah. “Efendim bu Allah’ın velisi, Allah’ın dostu”. Dostu ile dostu, sana ne? Uğraş sen de Allah’ın dostu ol. Sen de ol? Nebi de olabilir ama araya konmaz ki. Bakın hıristiyanlar İsaAs’ı araya koyuyorlar. Olmaz. Diyor ki burada; “Allah, iman eden ve iyi işler yapanları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah dilediğini yapar”. Şimdi burada bu insan geliyor, “Eyüp Sultan’a gittik olmadı, falan filan efendilere gittik olmadı. anlaşıldı anlaşıldı, Allah artık yüzümüze bakmıyor”. FECR, 15.. Ayet: Femmel’insanü iza mebtelahü rabbühu feekremehu ve na’amehu: insanı Allah ağır bir imtihandan geçirir, ikramda bulunur ve niğmet verirse”, “feyekulü rabbiy ekremeni: Allah benim yüzüme baktı der”. Niye? “Her tuttuğum altın oluyor, işlerim tıkırında”. Değerlendirme o. Halbuki ÖmerRA’ın çok hoşuma giden bir sözü vardır. Diyor ki; “yokluğa dayandık da varlığa dayanamadık”. Kendinize bakın. Elimize imkan geçince kendimizi bir şey zannetmeye başlarsınız. Aslında o çok daha ağır bir imtihandır. FECR, 16.. Ayet: Ve emma iza mebtelahü: gene Allahii imtihandan geçiriri onu”, “fekadere ‘aleyhi rizkahu: rızkını daraltır”, “feyekulü rabbiy ehaneni: der ki rabbim benim yüzüme hiç bakmadı”. Artık daha bakmaz bitti. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım yok. Umutsuzlaşıyor. Niye? Kardeşim Eyüp Sultana gittik olmadı, falan filan efendi lere gittik olmadı, bitti artık daha mümkün değil. Allah’a yalvarıyorum yok, gece gündüz namaz kılıyorum dua ediyorum yok olmuyor. Tek seçenek kaldı: gidip boğaz köprüsünden atlamak. Atla! Problem mi çözülecek sanki atladığın zaman. Diyor ki Allah burada 15.ayette; “kim Allah’ın dünyada da ahirette de asla yardım etmeyeceği kanaatine varmışsa”. Yani Allah bu dünyada yapmıyor, ahirette hiç yapmaz, ahiretim de gitti benim. Öyle bir kanaate varmşsa “bir sebebe tutunup Allah’a yönelsin”. Yani ellerini Allah’a açsın. Bir sebep ne? Namaz kılacaksın, sabırlı olacaksın. BAKARA, 153.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenüsteıynu bis sabri ves salah: müminler! Sabırla ve namazla Allah’tan yatsım isteyin”, innellahe meas sabirın: Allah sabredenlerle beraberdir” diyor. Diyor ki Allah ; “kim Allah’ın dünyada da ahirette de kendine asla yardım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir sebebe tutunup göğe/Allah’a yönelsin. Diğer ilişkiyi derhal kessin”. Bir daha Eyüp Sultan’a, falan efendiye, filan efendiye gitmesin. Bıraksın onları. “Baksın ki bu yol kendini bunaltan şeyi gerçekten giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?”. Bir kere Allah’a yöneldiğiniz zaman içiniz rahatlar. Huzur bulursunuz. Allah size önce bir rahatlık verir. Geleceğe de umut verir. Hemen zenginleşir değilsiniz, hemen probleminiz çözülmez, hemen borcunuz ödenmez, haciz kalkmaz, cebiniz para ile dolmaz ama Allah sizin içinize bir rahatlık verir ve umut besler duruma gelirsiniz. Bundan sonra da bakın burada dikkat ederseniz Allah’ı ikinci sıraya bırakan maddi bunalıma giren kişilere bir örnek verdi. Kuranda her şeyin ayrıntılı örneği vardır. Bu da insanların şirke düşmesinden örneklerinden bir tanesidir. Ondan sonra da diyor ki; HAC, 16.. Ayet: Ve kezalike enzelnahü ayatim beyyinat: işte böylece biz onu apaçık ayetler olarak” yada “birbirini açıklar ayetler olarak indirdik”, “ve ennellahe yehdı mey yürıd: Allah, isteyeni yola getirir”. Allah’ın sizi yola getirmesi için sizde istek olması lazım. Siz hala o bataklıklarda çırpınıyorsanız Allah sizi yola getirmez. İsteyrni yola getirir. Şimdi bu ayetlere,Hac suresi 15’e verilen. Bakın burada mesele gayet güzel anlaşılıyor. En azından ben anladım! Hac suresi 15.ayete gelenekte nasıl anlamlar verilmiş. Onu kısaca bi Yahya’dan dinleyelim.
YAHYA ŞENOL: 15.ayeti internetten arama tarama yapmak isteyenler çok rahatlıkla karşılaştırmalı olarak bulabilirler. Yaklaşık 39, 40 tane farklı meal bulunuyor internette. Orada aslında bütün döküm var. Fakay biz özetleyeceğiz onları. 3 veya 4 farklı anlama indirgenmiş bu. Bu farklılıklar fa birazcık tabi arapça bilenler için daha bir önem taşıyacak bu 15.ayetteki “el len yensurahu” daki “hu” zamirine verilen anlam. Ondan sonra, ayette geçen “fel yemdud bi sebebin” “sebeb” kelimesi ve bir de “iles semai”deki “semai” kelimesi. Buralara verilen anlam, meal sahiplerinim farklı farklı anlam vermesine sebep vermiş. “yensurahu” Allah’ın ona yardım etmeyeceğini düşünem kişi kim kastedilmiş? Birileri farklı başka birileri farklı meal vermiş. “Bir sebebe tutunsun” o sebep ne olabilir? Veya “semai” göğe, gök ile kastedilen nedir? Buna göre 3 veya 4 anlam var.
Birincisi: bir gurup meale göre veya tefsire göre klasik yöntemde, buradaki “hu” zamiri ile kastedilen, surenin başından beri hiç zikredilmeyen bir resul veya nebi kelimesi. Artık onların algısına göre hangisi kabul edilecekse. Diyorlar ki klasik manada: peygamber. Kim? “Allah’ın dünyada da ahirette de resulüne/elçisine yardım etmeyeceğini düşünüyorsa”. Diyorlar ki; arapça dil kurallarına göre hu zamirinin gideceği yukarıda herhangi bir resul veya nebi kelimesi yok. 15.ayet, kendisinden önce geçen 14 ayette de gideceği resul veya nebi kelimesi yok. Şöyle mana vermişler. Demişler ki; “her kim peygambere Allah’ın dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa, evinin tavanına bir ip uzatsın”. Sebep ile ip, sema ile de tavan kastedilmiş bu meale göre. “Evinin bir uzatsın, sonra onunla intihar etsin baksın ki onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne güzel bir meal görüyor musunuz? Meali verenler kim?
YAHYA ŞENOL: Resulüne yardım etmeyeceğini düşünen kişi böyle yapacak kontrol için.. İp atıp intihar edecek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İntihardan sonra da bakcak.
YAHYA ŞENOL: Evet bakacak gerçekten giderildi mi diye. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Sadak, Suat Yıldırım, Muhammed Hamidullah ve Ali Özek, Hayrettin Karaman ve arkadaşları tarafından yapılan Diyanet Vakfı Meali. Onlar bunu tercih etmişler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyanet İşleri Başkanlığı mealinde var mı farklı bir şey? Bakın diyo ki. Bir daha oku meali.
YAHYA ŞENOL: “Dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ebu Cehil’i düşünün. Ebu Cehil diyor ki; “Allah, bu Muhammed’e dünyada da ahirette de yardım etmez”. Peki buna inanıyorsa Ebu Cehil, bundan dolayı yemek vermesi lazım millete değil mi? Yok efendim evinin tavanına ip atacak. Ee Attı? O ipi de boğazına takacak intihar edecek, sonra da bakacak ki gerçekten de Allah yardım ediyor mu etmiyor mu? Arkasından da işte biz böyle açık ve açıklayıcı ayetler olarak indirdik diyecek Allah. Bunu gören bir kişi “ya bu nebiçim saçma” demeyecek mi? Bu durumda intihar eder. Peki diğerlerine bakalım.
YAHYA ŞENOL: Bir diğer meal de yine “yensurehu” kelimesinin peygamberi gösterdiği düşünülerek verilmiş. Ama orada da bu sefer farklı bir meal verilmiş. Denmiş ki; “her kim peygambere Allah’ın dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa bir sebeple göğe uzanı versin de ona Allah’tan gelen vahyi kessin. Baksın ki onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Göğe uzanmışsınız, vahyi keseceksiniz. Her halde oradan gelen doğalgaz gibi keseceksin, kışın millet soğukta kalacak! Bu gelen vahyi kessin! Vahyin geldiği bir oluk mu var ki kessin. Şu verilen meali görüyor musunuz? Şimdi burada sizin şirke örnek vermeniz mümkün mü? Allah kuranda şirke örnek vermiş.
YAHYA ŞENOL: Bir diğer anlamda da bu sefer peygamber kelimesini göstermediğini düşünenler ki bakıyorlar ki 14 ayette de peygamber yok, dolayısıyla o ‘hu’ zamiri: o zaman diyorlar ki ayetin başımdaki “men”, “men kane yezunnu: kim Allah’ın kendisine yardım etmeyeceğini düşünüyorsa” daki “men”i gösterdiğini söylüyorlar. Diyorlar ki; “her kim kendine Allah’ın dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini sanıyorsa evinin tavanına bir ip uzatsın, sonra onunla intihar etsin baksın ki onun bu hilesi nefret ettiği şeyi giderecek mi?”. Bu sefer kendisine yardım etmeyeceği düşüncesinde ve intihar etmeye kalkışıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İntihar edecek bakacak ki Allah yardım edecek mi? Çocuklukta bir arkadaşım vardı. Erzurum’da derlerdi ki; “balığın üzerine yoğurt yerseniz zehirlenir ölürsünüz” derlerdi bize. Geldi, daha ilk okula gidiyoruz geldi; “Babam balık almıştı, valla üzerine yoğurt yedim ölecek miyim ölmeyecek miyim diye bir baktım ölmedim”. Çocuklar bunu yapar da. Evin tavanına ip atacak, Allah’ın yardımı geliyor mu gelmiyor mu? Bu nasıl Allah’ın ayeti olur böyle?
YAHYA ŞENOL: Bu da İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Süleyman Ateş, Ahmet Ağırakça ve Beşir Eryarsoy tarafından verilen meal böyle. Bir mealde Muhammed Esed tarafından verilmiş. O da şöyle demiş; “kim Allah’ın kendisine bu dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdiye kadar gittiği yoldan değil yani. Adres değiştirsin. Şimdiye kadar hangi yoldsn gidiyorsa o yola gitmesin de göğe çıkarken. Avrupalılar aya gittik diye sevinmesinler, bak daha neler var yani.
YAHYA ŞENOL: “Kim Allah’ın kendisine bu dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol kat etsin ve böylece görsün bakalım bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de ayağını yerden kessin meselesi vardı. İntihar etmeden önce. Yoksa onu sen mi anlatacaksın Fatih? Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da bu konunun tüm tarihi seyri var. Dİyanet vakfının mealini oku bakalım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Her kim Allah’ın dünya ve ahirette ona yani resulüne yardım etmeyeceğini zannetmekteyse (Allah ona yardım ettiğine göre) artık o kimse tavana bir ip atsın (boğazına geçirsin)..
YAHYA ŞENOL: Tam tarif ediyor. Yanlış anlamayın, boğazınıza da geçireceksiniz diye. Nolur nolmaz ölmezsiniz Allah muhafaza! Tam tarif ediyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Sonra da (ayağınızı yerden) kesin. Şimdi bu kimse baksın: acaba hilesi (bu yaptığı) öfke duyduğu şeyi (Allah’ın peygambere yardımını) gerçekten engelleyecek mi? Bir de dipnotta var: “bu ayet şu manada da anlaşılmıştır: her kim Allah’ın resulüne dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini zannediyor idiyse bir merdivenle göğe çıksın da peygambere gelen vahyi kessin. Bunu yapamayacağına göre şimdi baksın bakalım hilesi öfke duyduğu şeyi yani Allah’ın peygambere yaptığı yardımı engelleye biliyor mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok doğru bir meal! Alırsın uzunca bir merdiven, ne olacak bir buluta atarsın üst tarafını.
YAHYA ŞENOL: Peki şimdi bu mealler medyaya düşmüş olsa, bunu da inkar etme yoluna gidebilirler mi? Hayır bizim öyle fetvamız yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hilal TV’de medya şeyi.
YAHYA ŞENOL: Ayette yer almamasına rağmen diyor ki; “boynuna da geçirsin”. Tam bir tarif var yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de ayağını yerden kesiyor. Bak şimdi. Tavana ip atıyor, ipi boynuna bağlıyor.
YAHYA ŞENOL: Ama ayağı yerde olsa problem yok. Onu da kessin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayağını yerden kestikten sonra bitmiyor. Kestikten sonra baksın bakalım Allah, resulüne yardımı kesmiş mi kesmemiş mi?
YAHYA ŞENOL: Bunu da bir sormak lazım ama site kapandı. Gerçekten sizin mealiniz mi diye.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadettin Gümüş, Ali Hocaların ama herkes bir bölümü yaptı heralde. Burayı hangisi yaptı?
YAHYA ŞENOL: Komisyon neticede onaydan geçmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Herkes bir bölümü farketmez. Bütün geleneksel yapıyı incele, işte arkadaşlarımız baktılar eski bütün tefsirlere. Hepsi aynı. Bunun temeli, metodsuzluktur. Yani işte bugünlerde efendim kızına şehvetle sarılan, şehvetle öpen kişi, işte bu kişinin afedersiniz ensest ilişkiler haramdır, hiç kimse bunlara caiz demez o ayrı bir konu ama peki haram olmasına rağmen yaptıysa ne olacak? O başka bir konu. Bu kişinin karısı boş olur mu olmaz mı meselesi, bu konuşmanın başında da anlattım yani bunların doğru olabilme ihtimalleri yok. Halk arasında o kadar kötü şeyler var ki ben bu ekranlarda anlatmak istemem. Çünkü 1976’da İst. Müftülüğü’nde fetva işlerine başladık. Bugün de Allah’a şükür hamdolsun Süleymaniye Vakfı’nın fetva sitesi en çok tıklanan site değil mi? Diyanet’ten çok çok daha etkili bir sitedir. Bir de Süleymaniye Vakfı, bugün islam aleminde böyle ikinci bir kuruluşun olduğunu ben şahsen bilmiyorum. 11 dilde yayın yapar. Allah’a şükür o dillerin başında olan arkadaşlarımız da son derece etkili çalışmalar yaparlar. Bunlar Allah’ın kitabından uzaklaşmış olma, metodsuzluğun bir sonucudur. Hilal TV izleyicileri gayet iyi bilirler, 15 günde bir Erdem Uygan ve Fatih Orum’un birlikte sundukları Kök programı var. O Kök programında kuranın kendi metodolojisi ortaya konuyor. Eğer izleyicilerimiz bakarlarsa ki bakanlar gayet iyi görüyorlardır, hiç duymadıkları şeyi orada duyarlar. Halbuki islami ilimler sahasında çalışan herkesin sular seller gibi bilmesi gereken konulardır onlar. O da nedir? Kuranın kendi kendini açıklama metodudur. Şimdi bakın burada Yahya okudu, hepimiz güldük. Ekranları başında olanlar da gülüyorlardır heralde. Burada bizi izleyen arkadaşlarımız gülüyordu. Neye güldük? Ayete verilen meale. Eğer burada ben bir hoca olarak bunu tenkid ediyor olmasaydım siz gülemeyecektiniz. Zannedecektiniz ki bu doğru bir mealdir. O zaman ben anlayamadım diyecektiniz. Peki size bugün birisi gelse, bu mealleri gösterse, adam arapça da bilse ki batıda mesela islam araştırmaları merkezi olarak çalışan yerlerde arapça bilen araştırmacılar var. Ve size getirse: işte Taberi tefsirini getirse, Fahreddin Razi’yi getirse, en meşhur ve en güvendiğiniz Keşşaf tefsirini getirse oku dese. “Okuduktan sonra da bundan ne anladın?İşte siz bu kitaba Allah’ın kitabı diyorsunuz, bu kadar saçma şey Allah’ın kitabı olur mu?” dese ne cevap vereceksiniz? Ben ondan dolayı sürekli söylüyorum: iyi ki İşid çıktı. Çünkü İşid vesilesi ile müslümanlar kendi resimlerini görme fırsatı buldular. Hiç aynaya bakmıyorlardı ki. Tekrar edeyim mesela D. İşleri, İşid aleyhinde rapor yazmış. O rapora bir cümle de fıkıh kitaplarından koysunlar bakalım koyabiliyorlar mı? Bir cümle de Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden koysunlar bakalım. Koymuşlar ama alakalı olmayan yerleri koymuşlar. Bunda o arkadaşlarımızı suçlamıyorum tamam. Mesela ben İstanbul Müftülüğü’nde 21 sene fetva işleriyle meşgul oldum. Bir gün bir başmüfettiş geldi bana. Daha doğrusu Selahattin Kaya Hoca, uzun yıllar beraber kaldık. Eski İstanbul Müftüsü. Sürekli bana destek olmuştur ve hemen her gün müftülüğe geldiği zaman ilk benim yanıma gelirdi, bir saat kadar oturur konuşurduk, ondan sonra geçerdi makamına. Bir gün izinliydi Hoca, yerine bir başka arkadaşı-o da rahmetli oldu-vekil bırakmış. Beni müftülük makamına çağırdılar. Gittim. Bir baş müfettiş gelmiş. “Sen fetva veriyorsun”, Evet dedim veriyorum. “Peki fetva verdiğin konularda din işleri yülsek kurulunun fetvalarına bakıyormusun” dedi bana. Yok dedim bakmıyorum. “Niye bakmıyorsun?”. İhtiyaç duymuyorum dedim. Çünkü o zaman benim fetvalarım din işleri yüksek kurulu ile ters düşerdi hep. 76’da başlamışız, bu dediğim 80’li yıllarda olan şey. Yok dedim. Dedi ki; “sen mi büyük alimsin onlar mı?”. Dedim; “şüpheniz mi var? Tabi ki ben daha büyük alimim” dedim. Bu ne biçim soru ya böyle soru olur mu dedim. Getirirsiniz bir tane fetvayı, dersin ki şurds şurda yanlış yapmışsın. O kadad. Sonra dedim “sen bir müfettiş olarak nasıl gelip de bana bu soruları soruyorsun” dedim. “Sen ancak idari konularda teftiş yapabilirsin. İlmi konularda senin teftiş yetkin yok”. Hemen kalktım, “sizin sorularınıza cevap vermiyorum, siz benim muhatabım değilsiniz” dedim çıktım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmasına bakın, resmi yazılar şu anda elimde yok, orada kurana ve sahih sünnete vurgu yapılır. Aslında isterlerse yapılanı çok güzel bir şekilde düzelte bilirler. İnşallah bunlar çok büyük birer vesile olur. Çünkü inkar etmenin bir anlamı yok ki. Bu İşid ortaya çıktıktan sonra televizyoncular bana geliyorlardı. Benimle de reportaj yapıyorlardı da yayınlanamıyordu tabi. Öyle kolay değil. Reportaj yapmak kolay da yayınlamak kolay değil. “Hocam”, “ne var”, “işte şöyle şöyle ne yapıyorsun”, ayrıntılı bir şekilde anlattım. “Hocam siz anlatıyorsunuz ama işte biz şu şu hocalara gidiyoruz, islamda yok diyorlar. Hocam gelin bir raportaj yapalım. İslamda yok! Hocam gelin bir anlatın, islamda yok!” Yoksa otur konuş, şu şöyle yapıyor, şöyle şöyle. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Bakın Allah’ın ayeti ne hale getirilmiş. Bu geleneksel yapıyla bu iş asla devam edemez. Sık sık söylüyoruz: dünyanın bütün parlementoları karar alsa bundan sonra iki kere iki beş edecek, 4 diyenin kellesini uçururuz diye ittifakla karar alsalar iki kere iki beş eder mi? Bu karar alımdıktan sonra bir çocuk gitse bakkaldan yumurta istese bana 4 tane yumurta ver dese, bakkal; “2 al bunu, 2 de bu 5. Ver bakalım 5 yumurta parası”, “bne 5’i ya bu 4”, kellen gider. Bugün de ne yapıyor “sus sus kafir olursun” diyorli. “Kellen gider”den daha öte bir şey. Ahiretin de gider. Hadi kellen gittiği zaman sadece bu dünya gidiyor. Yanlış mealden sonra arkasından da “iş ap açık ayetlerdir” şey yapılıyor. İstersen şu meallerden birisinden 15.ayeti de oku. 14 ve 15’i peş peşe oku. Yanlış söyledim 15,16’yı peş peşe oku.
YAHYA ŞENOL: 15.ayet şöyle meallendirilmiş Beşir Eryarsoy ve Ahmet Ağırakça tarfından yapılmış meal. “Allah’ın ona dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanan kişi tavana bir ip bağlasın, sonra kessin. Sonra baş vurduğu bu yol öfkelendiği şeyi giderir mi bir baksın. İşte biz onu böylece apaçık ayetler halinde indirdik”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak “böylece apaçık ayet”. Görüyor musunuz? Şimdi düşünün bakalım. Devamını oku.
YAHYA ŞENOL: Muhakkak Allah, dilediğini doğru yola iletir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi “Allah dilediğini doğru yola iletir dedikten sonra gerisi kalsın diyeceksin. Yani ister ipi at ister atma. Ne fark eder ki. İntihar etsen nolur etmesen nolur. Ne değişir? Peki o zaman da “Allah dilediğini yola getirir” diyor burda. Öyle mi? O zaman sen aynı mealin biz meal katmayalım, aynı mealin, nasıl yazdığını da bilmiyorum tabi ama çeliştiğinden eminim. Onun için söylüyorum. Nisa suresinin 26 ve 27.ayetine nasıl meal verdiğini oku bakalım.
YAHYA ŞENOL: 26.Ayet: “Allah size açıkça bildirmek, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek(buraya dip not düşülmüş) tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet verendir”. “Allah tevbelerinizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar, sizin büyük sapıklığa düşmenizi isterler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki şimdi Allah istediğini yola getiriyor, tevbemizi de kabul etmek istediğine göre ve sizden öncekilerin sünnetlerine..bir daha oku orayı.
YAHYA ŞENOL: “Allah size açıkça bildirmek, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek, tevbelerinizi kabul etmek ister”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki bizi bizden öncekilerin sünnetlerine. Sünnet deyince ne anlaşılır kuranda? Onların doğru yolu anlaşılır. Allah bizi doğru yola iletmek istediğine göre Allah istediğini doğru yola iletirin ne anlamı olur? İstediğine göre herkes doğru yolda olması lazım değil mi? Bakıyormusunuz? Biz insanlara diyoruz ki kardeşim, kuran okuyun diyoruz. Kuran meali okuyun diyoruz ama diyecek başka bir şey de yok. Çünkü şu kitaplardaki yanlışlar o kadar çok ki. Kuran mealindeki yanlışlar yine hiç olmazsa bir ayeti yanlış söylüyorda öbür ayet onu düzeltiyor, yine zihinde bir şeyler kalır. Halbuki kuran ayetlerinde yanlışlık olur mu? Allah istediğini değil, istediğini doğru yola iletir. İsteyeni doğru yola ilettiği için de işte şunu şöyle yapın bunu böyle yapın diye emir ve yasaklar koyar. Sen istersen olur istemezsen olmaz. O zaman bakın ayetler arasında öyle bir irtibat kopuyor ki o zaman şirk ile ilgili herhangi bir örnek kalmıyor. Ve gerçekten kuranda şirkle ilgili ayetlerden anlamı değiştirilmemiş olan var mı aklıma gelmiyor şu anda. İstersen diyanet vakfı mealini versene. Çünkü ben 2002 yılında burda yaptıkları bir mealde 6 tane büyük yanlış olduğunu bir tek ayette 6 yanlış olduğunu kendilerine yazılı olarak bildirmiştim. Buradaki hocalardan bir tanesi bana dedi ki; “ohooo! Biz senin dediğin gibi ayete meal verecek olsak bir kuran mealini bir ömür yetmez”. Hocam mecbur musunuz meal yayınlamaya? Bu ne demektir? Senin yaptığın doğrudur demektir. Doğruysa düzelt. Düzelttiler mi acaba? Bakacağız şimdi. Kaç yılında basılmış bu? 2002 yılında söylediğim şey. Aaa! Bu daha önce: 1997. Bu olmaz, bu caiz değildir! En azından karşılaştırmamıza sebep olur. Dur. 2007’yi sen al 1997’yi dw ben alayım bakalım değişiklik yapmışlar mı? 46.surenin ki 501.sayfa burada 5.ayeti. O da bir ramazan gecesiydi. Burada şimdi Eyüp Sultan’a gider, falan efendiye gider meselesi var ya. Ramazan gecesiydi, Kanal 7’de İskele Sancak proğramında Ahmet Hakan’ın sunduğu bir programda bugün D. İşleri Başkan Yrd. olan Hasan Kamil Yılmaz, bu meali yazanlardan Hayrettin Karaman, bir meal sahibi olan Süleyman Ateş, Uludağ Üni.hocalarındandı şimdi mutlaka emekli olmuştur Süleyman Uludağ ve ben. Hep beraber Oruç Baba türbesindeki durumu konu alan bir sohbette idik. Orada Ahmet Hakan herkese sordu, herkes bir şeyler söyledi. Bende dedim ki; “böyle bir konuda benim söz söylemeye hakkım yok. Bu konuda söyleyecek olan Allah’tır. C. Hakk ne demişse esas olan odur. Ona inanmak zorundayız” dedim ve açtım Ahkaf suresinin 5.ayetini. Herhalde bir mealden şey yapmıştım. Ben mealleri götürüyorum, meallerin üzerinde sure numaraları var, bulmak kolay oluyor. Şu ayeti okudum o zaman. AHKAF, 5.. Ayet: Ve men edallü mimmey yed’u min dunillahi mel la yestecıbü lehu ila yevmil kıyameti: Allah ile kendi arasına bir kişiyi koyarak kendine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek bir kişiyi koyarak ondan yardım isteyenden daha sapık kimdir”. Oruç Baba’ya gidenler, Oruç Baba Allah’ın sevdiği bir kuldur, evliyasıdır, isteklerimizi buna söyleyelim, bu Allah’a söyler, bizim Allah’ın yanında yüzümüz yok, bunun dedikleri ile belki işimizi hallederiz. Diyor ki Allah; “bundan daha sapık kimdir” diyen Allah. “ve hüm: onlar” işte Oruç Baba, Eyüp Sultan ne ise, “an düaihim ğafilun: bunların çağrısından da habersizdirler”. Ne dediklerini bilmez. Nerden bilsin? Ölmüş gitmiş. Ondan sonraki ayette de diyor ki: AHKAF, 6.. Ayet: Ve iza huşiren nasü: insanlar bir araya geldiği zaman”, “kanu lehüm a’daev” gidip de yardım istenen kişiler Eyüp Sultan olsun, Oruç Baba olsun, Mevlana’ya gidiyorlar, bilmem şuna buna gidiyor onlar. Ahirette bunların düşmanı olacaklar diyor. Gidip kendilerinden yardım isteyenlere düşman olacaklar. “ve kanu bi ıbadetihim kafirin: bunların kendilerine yaptıkları ibadeti de kabul etmeyecekler”. Gidip de yardım istemeye ayet ibadet dedi. Gidip Eyüp Sultan’dan yardım istemek, Oruç Baba’dan yardım istemek kafirliktir. Ben bu ayetleri okuduktan sonra Ahmet Hakan dedi ki; “hah şimdi anladım” dedi. İki dakikada hemen halloluyor. Hayrettin Karaman dedi ki bu meal yazanlardan; “mealden oku mealden” dedi. Tabi o zamana kadar hiç meale bakmamıştım. Ben okuyayım mealden bakayım değişme var mı? Az önce meali dinlediniz. Bir de burdan bakın. “Allah’ı bırakıp da”. Şimdi Eyüp Sultan’a giden kişiyi düşünerek dinleyin bu ayet. “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir”. Eyüp Sultan’a giden, orada bir şeye taptığını düşünür mü? Düşünmez değil mi? “Oysa onlar, bunların taptığından habersizdirler. Değişim olmuş mu? Aynı mana. Bakın ben orada Hayrettin Karaman Hoca’ya da bu ayette 6 tane affedilmez yanlış yapılmıştır. Bir buçuk satırlık bir ayet. Az önce de gördünüz işte Hac suresinin 15. ayetini ne hale getirdiklerini gördünüz. E şimdi böyle bir islam alemine Allah yardım eder mi? Allah’ın kitabını ne hale getirmişler, hiç yardım eder mi? 6.ayete ne meal vermişler onu bir oku.
YAHYA ŞENOL: İnsanlar bir araya toplandıkları zaman müşrikler onlar (tapındıklarına) düşman kesilirler. Kulluk ettiklerini inkar ederler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne oldu şimdi anlaşıldı mı? İrtibat kuruldu mu? Hani millet diyor ya mesela şimdi ramazan geldiği zaman “gene bir imsak tartışması başladı”. Ya bu imsak tartışması olayın küçücük bir parçası. Ya bu imsak meselesini 77, 78’den itibaren sürekli söyleyip duruyoruz. Ramazanda değil senenin her günü, imsak değil yatsı namazının vaktinin dışında Diyanet ezan okuduğu zaman yatsı namazının bittiğini ilan ediyor başladığını değil. Peki o zaman bakım burada herşeyi biz çalışmalarımız ortaya koyduğu bütün ayrıntılar bu kitapta var. Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da var. Aracılık Ve Şirk kitabında var. Tarikatçılığa bakış kitabında var. Biz bunu ilgililere söyledik, söylüyoruz. Sürekli söylüyoruz. Değişen bir şey oluyor mu? İşte değişmemiş görüyor musunuz? Değişmemiş. Ne oluyor? Herkes bizi hedefe koyuyor. Nasıl olsa kolay. İnsanlar hurafeleri çok seviyorlar. Bir de hiç kimse kendisini müşrik kabul etmez. Mekkeli müşrikler kendisne müşrik demiyorlardı. Kabeyi tavaf ederken ne diyorlardı biliyor musunuz? “Lebbeyk allahumme lebbeyk: emret Allah’ım emret”, “Lebbeyk e la şerike lek: emret Allah’ım, senin hiç bir ortağın yoktur”. Gördün mü? “Senin hiç bir ortağın yoktur. “İlla şerikun huve lek: ama bir tane vae, o da zaten senin”. Bakın Allah’ın dostu. Allah’ın kızı diyorlar meleklere. İşte hıristiyanlar İsa Allah’ın oğlu diyorlar. “Temliku ve ma melek” yani onun bütün yetkileri de sendedir. O yetkiyi de sen vermişsin. Nereden biliyorsun verdiğini? Allah’ın kızı diyorlar. Biz ortak koşmuyoruz ki. Ama Allah’ın kızı diyerek yapıyor. Öbürü Allah’ın dostu diyerek gidiyor. Hıristiyan, Allah’ın oğlu diyerek gidiyor. Mekkeliler kızı, hıristiyanlar oğlu. Öbürü de dostu. Mutlak Allah ile irtibat kuracak ki onu torpil olarak kullansın Allah’a. Mahmud Efendi ile Tarikatçıkığa Bakış kitabının hazırlanmasına sebep olan bir görüşme yapmıştık. Epey uzunca sürmüştü. Orada Mahmud Ustaosmanoğlu, Abdullah Ustaosmanoğlu. İsimlerini verelim. Daha ölmediler belki tevbe ederler. Dedi ki; “müftülüğe birisi gelip direk müftü efendinin yanına giriyor mu?”. Ben İst. Müftülüğü’ndeyim ya o sıra. Fetva işlerine bakıyorum. O zaman onların nezninde ben çok büyük bir itibarım vardı. Çünkü bana her hafta Mahmud Efendi tarikatından Süleyman (soyadını unuttum. Kitapta vardır) bir hoca gelirdi, bana perşembe günü sorular sorar giderdi. Cevap veremedikleri sorulara. Onun için İtibarımız çok yüksekti. Ben de hiç tanımıyordum onları yani. O vesileyle tanımış oldum. Dedi ki; “birisi müftülüğe geldiği zaman pat diye içeriye girebiliyor mu? Birisinin onu müftüye tanıtması lazım. Bu efendi de bizi Allah’a tanıtıyor”. Dedim “Allah seni tanımıyor mu bu efendim senin neyini tanıtacak Allah’a?”. Bugün ben müslümanım diyenler şirkin içinde boğulmuşlar ama hiç kimse kendisinin müşrik olduğunu kabul etmez. Peki yahudi ve hıristiyanlar kabul ediyor mu? Gittim katolik kilisesi Vatikan’a gitmiştim. Vatikan başbakanı ile büyük bir heyettik ama sadece benimle konuştu yani. Uzunca. Ne kadar sürdü bilmiyorum bayağa uzun sürdü yani şey. Almanlar organize etmişlerdi. Bana başbakanın söylediği ilk söz şudur. Jean Lui Pierre Turan, Dinler arası diyalog kurulu başkanı. “Sen bize müşrik diyorsun” dedi, “biz müşrik değiliz”. Düşünebiliyor musunuz? Çok kutsal üçlü birlikten başladı güldüm, devam edemedi. Çünkü dediğinin yanlış olduğunu en başta kendisi biliyor. Şimdi Vedat’tan şey yapalım bakayım bugünkü yahudi-hıristiyanlar kendini müşrik sayıyorlar mı?
VEDAT YILMAZ: Şu kitaptan okuyacağım önce yahudilerin inançlarını. Yahudi cemiyeti tarafından hazırlanmış olan tevratın tefsiri. Ve tevratın içerisinde Allah’ın tek bir tanrı olduğu, Ondan başka ilah olmayacağı çok net bir şekilde defaatle anlatılıyor. Tesniye, 5. Bâbının 7. pasajına bakarlarsa orada “benden başka ilahın olmayacak” şeklinde 10 emirin ilk maddesi zaten duruyor. Daha sonra da 6. bâba geçerlerse Tesniye’de 6. bâbın 4. pasajında da şu cümle geçiyor. Bu cümle çok önemli. Çünkü biraz sonra İsaAs’ın da aynı cümle ile israiloğullarına tebliğ yaptığını göreceğiz. “Dinle et İsrail. Rabbiniz olan Allah tek bir rabtir”. Bu, 6. bölümün 4. pasajı. Şimdi yahudiler bu pasajın tefsirini yapıyorlar. Bu, tevhid ile ilgili pasaj ve bunun tefsirini yapıyorlar. Şöyle söylüyorlar; “tüö varoluşu sağlayan yaratıcı, Aşem (yani rab onlarda) tek başına bizim tanrımızdır ve Ondan başkası yoktur. İsteğimizi elde etme ümidimiz hiç bir aracı olmadan sadece Ona yöneliktir. Yaratıcı gücüyle her şeyin üstünde olması açısından yanlız onun önünde eğilmek uygundur. Ona yönelik ibadetimizde bile hiç bir aracı kabul etmeyiz ve elbette Ona bir ortak koşmayız. Ve aracısız olarak tek ümidimiz olması açısından sadece Ona dua etmek uygundur. Varoluşu tam bir hiçlikten yaratmasından dolayı Onum var oluşuna benzer başka hiç bir var oluş olmadı ve tanrınım tüm geçici ve fani varoluştan tamamen farklı olduğu, onum varlığının ve gök cisimlerinin, ne meleklerin varoluşu ile benzeştiği açıktır. Tanrı kendi dünyasında tek ve benzersizdir”. Bu, yahudilerin kendileri için söyledikleri tevhid ilkeleridir ve kesinlikle ve kesinlikle şirki kabul etmezler. Bunun en büyük günah olduğunu söylerler. Tanrı ile ilişkilerinde kesinlikle aracıyı kabul etmezler ve Allah’a ibadetin aracısız yanlızca Ona olması gerektiğini de net bir şekilde kabul ederler. Teorilerinde bu şekildedir. Hıristiyanlığa geçtiğimiz zaman: biliyorsunuz hıristiyanlık zaten israil toplumu içerisine yani İsaAs..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yahudi uygulamalarında da..
VEDAT YILMAZ: Aykırı uygulamaları mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi. Araya bir haham sokmadan ki o haham da belli bir aileden olacak. Neydi o aile? Kohenler’den olması lazım. Harun soyundan olması lazım. Yoksa olmaz. Lafta bizimkiler de öyle, onlar da öyle. Şimdi hıristiyanlara bakalım.
VEDAT YILMAZ: Yahudilerde zaten şu çok açık ve nettir: din alimlerinin bir çoğunun sözü Allah’ın sözüyle eş derecededir yani. Hiç bir fark yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onun için zaten onlar için yazılı tevrat önemli değildir sözlü tevrat önemlidir. Sözlü tevrat dedikleri de tevrat ile alakası olmayan yahudi kültürüdür. Bizde de zaten kuranla alakası olmayan oluşturulmuş bir kültür vardır. Ama bugün en büyük problem şu değerli izleyiciler, ben de o şeyden geldim. Geçende internette gördüm birisi söylemiş; “Abdulaziz Bayındır nereden nereye! Neydi ne oldu”. Doğru. Çok haklı. Gerçekten çok haklılar. Çünkü eskiden biz, bunların hepsinin doğru olduğunu zannediyorduk, öyle yetiştirilmiştik. Şuanda bile kim bilir ne kadar yanlış bildiğimiz şeyler var. Çünkü hergün çıkıyor. Bitmiyor ki. Dolayısıyla bizde de kuranın dışında oluşturulmuş din vardır. İndirilmiş din değil oluşturulmuş din müslümanlara hakim olan. Artık bunu lütfen görelim de C.Hakkın yardımına mazhar olalım. İslam dini tüm dünyaya hakim olabilsin.
VEDAT YILMAZ: Yeni Ahit içerisinde Markos incilinden bir bölüm okuyacağım. Az evvel Tesniye’de okuduğumuz bölümdeki cümlenin aynısını İsaAs söylüyor. 12.bâbın 12.pasajında. “Yazıcılardan biri gelip onları mubahasa ederken işitti ve onlara iyi cevap verildiğini bilerek tüm emirlerin en önde geleni hangisidir diye sordu” İsaAs’a. İsaAs mabedde düşünün. Etrafında bir sürü insan var. Herkes bu adamın peygamber iddiasında bulunduğunu biliyor hep sorular soruyor. Yazıcılardan birisi geliyor ki yazıcılar İsrailoğulları içerisinde en üst kademede olan tevrat yazımıyla sorumlu olan kişilerdir. O kişi gerçekten peygamber mi değil mi diye şu soruyu soruyor; “tüm emirlerin en önde geleni hangisidir diye sordu. İsa cevap verdi: en önde gelen, dinle ey İsrail. Allahımız olan rab tek bir ilahtır ve rab olan Allahı tüm yüreğinle, bütün canınla, tüm fikrinle ve tüm kudretinle, kuvvetinle seveceksin. Bunu duyunca, yazıcı olan adam şöyle söyledi; “çok iyi muallim. Hakikat üzere söyledin. O birdir, ondan başkası yoktur”
ABDULAZİZ BAYINDIR: La ilahe illallah.
VEDAT YILMAZ: Yeni Ahit’in tamamına bakınca YeniAhit’in hiç bir yerinde İsaAs insanlara asla teslis akidesiyle ilgili hiç bir şey tebliğ etmemiştir. Pavlus’un mektupları da dahil. Hiç bir zaman teslis akidesi ile ilgili hiç bir şey tebliğ etmemiştir, hiç bir zaman ben tanrıyım diye bir kelime yok Yeni Ahit’in içerisinde ve İsaAs’ın Allah’ın kulu olduğu çok net bir şekilde yazıyor. Bir çok yerde yazıyor. Bir yeri okuyayım. Resullerin işleri bölümünün 3.bâbının 13.pasajında şu cümle geçiyor. İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Allah’ı, atalarımızın, babalarımızın Allah’ı kendi kulu olan İsa’yı kutsadı”. İsaAs’ın da Allah’ın kulu olduğu da çok net bir şekilde Yeni Ahit’in içerisinde yazmaktadır. Buna rağmen teslis kelimesi Yeni Ahit’de hiç bir yerde geçmemesine rağmen 4 asır sonra konsil kararlarıyla bu akide ortaya çıkartılmıştır ve ondan sonra hıristiyanlığın bir doktrini olarak kabul edilmiştir. Buna rağmen hiç bir hıristiyan bugün bile kendisini ben iki tane Allah’a inanıyorum, iki tanrıya inanıyorum diye kabul etmez. Biz her zaman tek tanrıya inanıyoruz diye bunu kabul ederler ve teslis inancının da şirk olmadığını kendilerince savunurlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim, Aracılık Ve Şirk kitabında bugünkü hıristiyanların, karolikler kısmında mı? Müşriklerin şirki reddettiğine dair ayetler var. Onları mı okuyacaksın? Tamam oku. Bugünkü katoliklerde az önce de söylediğim gibi çok kutsal üçlü birlik diyerek Allah’ın birliğine inandığını söylemeye çalışıyorlar. İşte Allah üçtür ama bu üç aslında birdir. Ondan sonra anlayamazlar, “bu anlaşılmaz” derler. Anlaşılmaz şey nasıl inanç oluyor?
FATİH ORUM: Ben çok hızlı bir şekilde sadece hatırlatma bâbında bu kitabım son baskısının 58 ve 59.sayfasında yer alan ayetleri hatırlatacağım. Bizim bu özellikle Mekkeli müşrikler dediğimiz kimselerden tutun da hem onların öncesi hem de onların sonrasındaki bütün kuranın müşrik olarak ifade ettiği kimseler, esasında hiç biri kendilerine Allah’a şirk koşmayı yakıştırmıyorlar. Yani hepsi esasında kendisinin mümin olduğunu hatta Allah’ın sevgili kulları olduğunu söylüyorlar. Mesela Enam suresinin yani 6. surenin 22,23 ve 24.ayetlerinin ben mealini hızlı bir şekilde okuyorum. “ Birgün onların hepsini mahşer yerine toplayacağız. Sonra şirke düşenlere şöyle diyeceğiz; hayal ettiğiniz ortaklarınız nerede? Onları sıkıntıya sokan şey, onların şu sözleri olacaktır: sahibimiz olan Allah’a yemin ederiz ki bizler müşrik değiliz”. Bu adamlar müşrik olduklarını kabul etmiyorlar. “Baksana! Kendilerine karşı nasıl da yalan söylemişler. Ortak diye uydurdukları kaybolup gider”.
Yine Araf suresinin 30.ayetinin meali şöyle: “insanlar ikiye ayrılır. Bir kısmını Allah yoluna kabul eder, bir kısmı da sapıklığı hakeder. Sapıklar, Allah’tan önce kendilerine yakın gördükleri şeytanlara sarılırlar. Yine de doğru yolda olduklarını sanırlar”.
Zuhruf suresinin 36 ve 37.ayetlerinin meali: “kim Rahman’ın zikrine/kurana bulanık bakarsa başına bir şeytan sararız, O, onun yakın arkadaşı olur. Şeytanlar bu gibileri yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen Kök programının hocası olarak söyle bakalım Allah’a bulanık bakmak nasıl bir şey? Allah’ın kitabına bulanık bakmak ne demek?
FATİH ORUM: Allah’ın kitabına bulanık bakmak, Allah’ın kitabını ikinci plana itmek, onu ben anlyamama birileri anlar, onlar bana anlatırlar demek. Yani Allah’ın kitabının tek başına yeterli olmadığını düşünmek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O birileri yaşıyor mu?
FATİH ORUM: O birileri ölmüşlerden de olur yaşamışlardan da olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar pek bulunmaz. Onlar yoktur piyasada. Şimdi burada konuyu en güzel anlatan şeylerden bir tanesi de Adiyy İbni Hatim olayıdır. A. İbni Hatim, Tay kabilesinin reislerinden. Medine’ye geliyor. Uzatmayayım. Vaktimiz azaldı çünkü. A. İbni Hatim diyor ki; “Nebi Sav’e geldim”. Geliyor mescide giriyor. O kadar tanınmış insan ki Medine’ye geldiği zaman şeyden kaçmış gitmiş Şam tarafına, orada hıristiyan olmuş. Medine’ye geldiği zaman Medine’de büyük bir olay oluyor “Adiy gelmiş”, “Adiy gelmiş” diye. “NebiSav’e geldim. Boynumda altın haç vardı” diyor. Hıristiyan olmuş ya altın bir haç koymuş. “Adiyy at o putu” demiş. Ondan sonra diyor; “ben ondan şu ayeti dinledim” diyor. Tevbe suresi 31.ayet. Ben mealini okuyayım: “Alimlerini ve din büyüklerini Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir tanrıya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur, O, onların şirkinden uzaktır”. Diyor ki “bana bu ayeti okudu Resulullah, at onu dedi. Dedim ki”. Alimlerini ve din büyüklerini rabler ediniyorlar diyor ya ayet, “dedim ki; onlar bunlara ibadet etmediler ki”. Bir dakika. Resulullah şöyle demiş. Ben burada çok kısa vermişiö rivayeti. Diğer kısımlarını yazmamışım. “Onlar bunlara ibadet etmediler”. Yani bu alimlerini ve din büyüklerini tanrı edinenler bunlara ibadet etmediler. Mahmud Efendi de bana öyle demişti. “Bize ibadet edin demiyoruz ki”. “Etmediler ama bir şeyi helal sayarlarsa helal saydılar. Haram saydılarsa haram saydılar. Onları rab edinmeleri böyle oldu. Alimler helal saydığı zaman helal, haram saydığı zaman haram”. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dünkü fetvası. Yani burada tekrar söyleyeyim. D. İ. Başkanlığında o fetvayı yazanı ben ayıplamıyorum. Ama doğruları söylememeleri yanlış. Fetvayı siteden kaldırmak bişey değil. Bir sürü kitaplar var ve D.İ. Başkanlığı’nın eğitim merkezlerinde okunan kitaplardan. İşte Yahya gösterdi. Hatta ben Erzurum’da eğitim merkezine gittim dedim ki; “siz fıkıhtan ne okuyorsunuz?”, dedi ki; Hidaye. Hidaye’yi bırakmazsanız hidayete eremezsiniz. Evet gerçekten öyledir. Allah’ın haram kılmadığı şeyi işte bunlar “senin karın sana haram” diyor. Bu öyle diyor, Allah’ın haram kıldığı kişinin kızıyla evlenmesi. Bunda Şafi mezhebi evlenebilir diyor. O da helal kılıyor. Birisi helal kıldığını haram, birisi haram kıldığını helal kılıyor. Peki bugün müslümanlar bunları dinin hükmü olarak kabul ediyor mu? İşte bu, onları tanrı edinmektir başka bir şey değildir. Görüyor musunuz? Şimdi ayetleri okuyup bugünkü derslimizi kapatalım.
Hac suresinin 11’den 16’ya kadar olan ayetlerini okuyacağız. Diyor ki Allah;
HAC, 11.. Ayet: Ve minen nasi mey ya’büdüllahe ala harf: kimi insanlar kıyıda Allah’a kulluk ederler”, “fe in esabehu hayrunıtmeenne bih:işleri iyi giderse Allah benim yüzüme bakıyor der”, “ve in esabethü fitnetüninkalebe ala vechihı: başına bir sıkıntı geldiği zamam da yüzüstü geri döner”, “hasirad dünya vel ahırah: dünyası da gider ahireti de”. Ne oluyor bak. Sen menfaatin için mi kulluk yapıyorsun? Allah tabiki seni imtihan edecek. “zalike hüvel husranül mübin: apaçık kayıp işte budur”.
HAC, 12.. Ayet: Yed’u min dunillahi: Allah ile arasına koyduğu bir takım şeyleri yardıma çağırır”. Nedir o? “ma: öyle bir şey ki”, “la yedurruhu ve ma la yenfeuh: kendisine ne faydası dokunur me zararı”. Gittin Eyüp Sultan’a gittin Oruç Baba’ya, gittin Mevlan’ya, gittin Hacı Bektaş’a, gittin Hacı Bayram’a. Bunlar ölmüş. Bunların sana ne faydası olur ne zararı, gider onu yardıma çağırır. Niye? “İşlerim kötü gitti, Allah’a da dua ediyorum beni dinlemiyor. Siz Allah’ın yanında değerlisiniz, siz söyleyin”. Allah’a piskolojik baskı yapacaklar haşa. “zalike hüved dalalül beıyd: işte en derin sapıklık budur”. Ahkaf suresinin 5.ayetinde de aynı ifade vardı değil mi? AHKAF, 5.. Ayet: “Ve men edallü: kim daha sapıktır/dalalettedir”, kimden? “mimmey yed’u min dunillahi: Allah ile kendi arasına koyuyor”burada da aynı ifadesi var. “mel la yestecıbü lehu ila yevmil kıyameti: hesap gününe kadar kendisine cevap veremez” ne faydası olur ne zararı. Bak görüyor musunuz? “ve hüm: onlar”, “an düaihim ğafilun: bunların yaptıklarından habersizdirler”. Orada ne dedi; “kim daha sapıktır” dedi, burada; “en derin sapıklık budur” diyor Allah. Gidiyorsun falan efendiden, filan efendiden. Türkiye’de bu dindarlık sayılıyor mu? Buyrun işte anlayın. Bunları dindarlık sayan hocalar değil mi? Meallerdeki ayetlerin anlamlarını değiştirenler kendilerini Allah’ın yerine koymuş olmuyor mu? Lütfen artık aklımızı başımıza toplayalım.
HAC, 13.. Ayet: “Yed’u” bu defa gider bazı hocalara. Niye? Birincisinde “ma”, ikincisinde “men”. Ondan dolayı böyle. “Yed’u le men darruhu akrabü min nef’ıh” gider zararı faydasından çok olana. Bir de kader inancı uydurmuşlardır. Adam anasının karnında kafirse kafir, müminse mümin. “Bu Allah’a güven olmaz, git şu efendiye seni kurtarsın” haşa. “Yed’u le men darruhu akrabü min nef’ıh” gider zararı faydasından daha yakın olan, daha çabuk olacak kişiyi yardıma çağırır. “Lebi’sel mevla ve lebi’sel aşır” onu mevla sayar. Mevlana kelimesi var ya? Aynı kökten. Mevlana hazretlerine gittik falan. Git bakalım! İşte veli, Allah’ın velisi, bizim efendimiz gibi. “Ne kötü mevla ne kötü dost ve ne kötü ekibin içinde olmaktır”. “Aşır” aşiret kelimesini bilirsiniz türkçede. O cemaatin bir ferdi, o tarikatın bir ferdi oluyorsunuz ya, ne kötü bir toplumun üyesi olmaktır diyor.
HAC, 14.. Ayet: İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enhar: Allah’a inanıp iyi işler yapanları” inanacaksın, Allah’ın dediği gibi davranacaksın. Yani yardımı Allah’tan isteyeceksin, yanlız ona yöneleceksin. “İçinden ırmaklar akan bahçelere sokar”, “innellahe yef’alü ma yürıd: Allah dilediğini yapar”. Yani C. Hakkın yaptığına kimse engel çıkaramaz. Allah seni çok iyi konuma getirir imtihan eder, çok kötü konuma getirir imtihan eder. Zaman zaman anlatıyorum: ben üniversiteye gittik. Fakültemizin ilk talebeleriyiz. İslami İlimler Fakültesi daha yeni açılmış. Açılışta konuşmalar yapılıyor. Hocalardan birisi kalktı; “işte biliyoruz Erzurum. Erzurum’a zenginler çocuklarını götürmez. Bir tane zengin çocuğu var Abdulaziz Bayındır” diye gösterdi. Halbuki babam hastalığından dolayı iflas ettirilmiş, beş yıl içerisinde sadece 100 lira para alabilmişti. Ondan sonra dedim “ya yok”. Baktım hiç kimse inanmıyor, o zaman “var” dedim madem inanmıyorsunuz ne lüzumu var. Ama ondan dolayı her aklıma geldikçe C.Hakka şükrederim. Hayatı kesinlikle tanıyamazdım Allh böyle bir şey nasib etmeseydi. Ondan sonra diyor ki Allah;
HAC, 15.. Ayet: Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel ahırati” artık Eyüp Sultan’a gittik olmadı, falan efendiye gittik olmadı, namaz kılıyoruz olmadı. Ya kardeşim Allah seni imtiham edecek. Verecek de alacak da. Hayat bu. Ondan sonra ümitsizleşiyor. “Ahirette de benim yüzüme bakmaz”. HAC, 15.. Ayet: Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel ahırati: kim ki kendisine Allah’ın dünyada da ahirette de yardım etmez kanaatine varmışsa”, “felyemdüd bi sebebin: bir sebeple Allah’a yönelsin”. Nedir o sebep? Namaz kılacaksın, zekat vereceksin, Allah’ın iyi dediği şeyi yapacaksın, Allah’a yöneleceksin, ellerini Allah’a açacaksın. “sümmelyakta: aynı anda diğer ilişkileri de kessin” artık daha falan efendiye, filan edendiye, falan türbeye gitmesin bıraksın onu. “felyenzur: o zaman baksın bakalım”, “hel yüzhibenne keydühu ma yeğıyz”. Ondan sonra da diyor ki Allah;
HAC, 16.. Ayet: Ve kezalike enzelnahü ayatim beyyinat: onu birbirini açıklayan ayetler şeklinde indirdik”, “ve ennellahe yehdı mey yürıd: Allah, istekli olanı yola getirir”. Önce sen isteyeceksin ki yola getirsin. İstemiyorsan C.Hakk seni yola getirmez. Onun için burada bu kadar güzel örnek verilmiş. Tekrar ediyorum değerli izleyiciler. Lütfen artık herhangi bir şey sizi tatmin etmiyorsa, size verilen cevap tatmin etmiyorsa sonuna kadar araştırın. Herhangi bir hoca size diyorsa ki bunu sen anlamazsın, o hocaya bir daha da gitmeyin. Senin aklın ermez diyen kişiyle ilişkiyi anında kesin. Sizi falan yatıra, filan kişiden bilmem filan büyük zâta, Allah’ın evliyasıdır falan gibi gönderen insanlarla asla ilişki içerisinde olmayın. Allah’tan başkasına yönelmeyin. Allah’tan yardım isteyin ve C. Hakkın sizi imtihan ettiğini, hangisinin ahiretiniz için faydalı olacağını bilemezsiniz. Bu yolda dikkatli bir şekilde yürüyün. Hayatınızın en temel hususiyeti “iyyake nabudu ve iyya ke nestain olsun. Ya rabbi kulluğu yanlız sana yapar yardımı yanlız senden isteriz deyin. Aksi takdirde “efendim biz müşrik değiliz, bizde olmaz” falan diyeni bırakın. Çünkü kendini müşrik sayan hiç kimse yoktur. Ve her soruya cevap verin kendiniz. Allah sizin için hayatınızda kaçıncı sırada yer alıyor? Birinci sıradaysa siz müminsiniz. Ama diyorsanız kusura bakmayın. Ama yok. Allah ne emretmişse onu yapıyor musunuz yapmıyor musunuz? Allah sizin için birinci sıradaysa müminsiniz, ikinci sıradayda müşriksiniz. Bunun hiç bir lamı cimi yoktur. Çok dikkatli olalım. Şirk Allah’ın asla affetmeyeceği günahtır. İnşallah C. Hakkın huzuruna hepimiz şirkten uzak bir şekilde gideriz. Allah bu dünyadaki büyük imtihanı kazananlardan eylesin.